Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34. Bölüm- Uyanmak İstiyorum Ben

@yasminiesa

4 Yıl Önce


"Evet beyler! İddiayı ben kazandım. İlk kim kölem olmak ister?"


Bitlis'teki askeriyenin bahçesinde oturan adamlar, neşeli bir sesle yanlarına gelen kişiyi gördüklerinde birbirlerine baktılar.


"Nasıl yani? O kız sana baktı mı? Yeme bizi Ali!" diye çıkıştı Serkan rahat bir tavırla.


"Vallaha doğruyu söylüyorum komutanım. Çıkma teklifimi kabul etti."


"Ciddi ciddi sevgilisiniz yani?" diye sordu Korkut inanamayarak.


Masada 6 adam oturuyordu. Hepsinde de aynı inanmayan bakışlar vardı.


"Webcam'den konuştunuz mu?"


Tüm başlar soruyu soran kişiye döndü. Elindeki sözlükten başını kaldıran Üsteğmen Burak, Ali'ye bir bakış attı. Kobra Timi bu olay karşısında şaşkına dönmüştü. Soğuk Nevale Burak Aslan kendi isteğiyle bir muhabbete dahil olmuştu. Bu, tipsiz Ali'nin sevgili yapmasından çok daha büyük bir olaydı.


"Konuşmadık... Komutanım!"


Ekip, kendi arasında birbirlerine abi-kardeş derdi. Fakat Ali, Burak'ın nasıl bir tepki vereceğini bilemediğinden komutanım demişti. 3 aydır aynı timdelerdi. Ve farkediyordu ki görev haricinde Burak ile tek kelime konuşmamıştı. Gerçi bunda şaşılacak bir şey yoktu. Burak, Emre'den başkasıyla konuşmazdı.


"Vayy! Burak Bey? Siz konuşabiliyor muydunuz?" dedi Serkan alaycı bir sesle.


Burak'ın dudaklarında soğuk bir gülümseme belirdi.


"Konuşabiliyorum da... Seninle konuşmadığımdan oldukça eminim! Tabii sen her lafa maydanoz..."


İkilinin nâmı tüm askeriyeyi sarmıştı. Birbirlerinden ölesiye nefret ediyorlardı. İşin garip yanıysa... Bunun için ortalıkta hiçbir neden olmamasıydı. Defalarca kez sözlü hatta bazen de fiziksel olarak kavga etmişlerdi. Buna rağmen aynı timde görev alıyorlardı. Binbaşı Ahmet inat etmiş, ikisinin de özel timde kalacağını söylemişti. Ve ikisinden biri asla yenildiğini kabullenip kendisini başka bir ekibe aldırmazdı. Olan diğer Kobra üyelerine oluyordu. En çok da Emre'ye. Sürekli ikiliyi durdurma görevi ona düşüyordu. Diğer üyelerin Burak'tan biraz(!) çekinmeleri bunun en büyük nedeniydi.


Serkan tam bir şey söyleyecekken Burak ayağa kalktı. Birkaç adım yürüdükten sonra durdu ve Ali'ye döndü.


"Neden şu ana kadar hiç webcam'den konuşmadınız?"


"Şey... Alev biraz çekingen biri o yüzden... Komutanım!"


Burak, bıyık altından güldü.


"Emin misin?" 


"Efendim?" 


"Diyorum ki... İnstagram'a o kadar cüretkar fotoğraflarını koyan kız... Nasıl çekingen olabilir? Resimlerdeki kızın konuştuğun kız olduğuna emin misin? Hatta... Konuştuğunun bir kız olduğuna emin misin Ali?"


Ali, itiraz etmek için ağzını açtı fakat sonra geri kapattı. Komutanı haklıydı. Düşününce... Ne webcam'de konuşmuşlardı ne de telefonda. Kız her seferinde bir bahane uydurmuştu. Aklındaki kuşkuyla karşısındaki adama baktı. Burak, onaylamazca başını salladıktan sonra mırıldandı.


"Bir iddia uğruna başını yakacaksın... Üstündeki üniformanın hakkını ver Asker! O böyle bir muameleyi hak etmiyor... Hah. Alev'miş!"


Burak, arkasında düşünceler içinde adamlar bırakırken Emre gülümsedi. Kardeşi yine yapmıştı yapacağını!


"BURAK! Gelirken bana da bir çay getir" diye arkasından bağırdıktan sonra arkasına yaslandı. Burak'ın alışkanlıklarını bilecek kadar iyi tanıyordu adamı. Boşa değil doğduğundan beri yanındaydı. Ve çay almaya gittiğini de herkesten iyi biliyordu.


"Bu soğuk nevaleye nasıl katlanabiliyorsun hiç anlamıyorum."


Emre, Serkan'ın cümlesi üzerine güldü.


"Onu hiç tanımıyorsun."


"Aynı kişiden mi bahsediyoruz? Ben ukala, kendini beğenmiş, bağlantıları olan züppe, mükemmellik abidesi(!) Burak haşmetlerinden bahsediyordum da."


Serkan'ın sesinden Burak'tan gram haz etmediği anlaşılıyordu. Emre, incelercesine ona baktı.


"Geçen o da oldukça benzer cümleleri senin için kurdu biliyor musun?"


"Ahh. Hislerimizin karşılıklı olduğunu duyduğuma çok sevindim(!)."


Emre, düşünceli gözlerle adama baktı.


"Belki de... Gerçekten de öyle olduğundan birbirinizi sevmiyorsunuzdur."


"Ne? Ne olduğundan?.. Benim onunla benzer hiçbir yanım yok!"


"Ben olsam o kadar emin olmazdım be Serkan. Siz birbirinize... Tahmin ettiğinizden daha çok benziyorsunuz!"


"Saçmalık!" 


Emre, tam bir şey daha söyleyecekken kendilerine doğru gelen Ahmet Binbaşı'yı gördü ve ayağa kalkarak hazır ola geçti. Onunla eş olarak timin diğer üyeleri de aynı hareketi yaptı.


"Görev mi var Komutanım?" diye sordu timin sessiz sakin adamı olan Caner.


Yaşının verdiği olgunluk da bu sakinliğin en büyük etkisiydi. Aralarındaki en büyükleri ve tek evli olanı oydu. Yakında ikizlerini kucağına alacaktı. Ve daha şimdiden tüm time yaptığı babalığa bakılırsa... Mükemmel bir baba olacaktı.


"Görev değil... Emre telefonun var!"


Emre, kaşlarını çattı. Telefonu vardı ve bunu haber vermeye de komutanı bizzat mı gelmişti?


"Anlaşıldı Komutanım" dese de hiçbir şey anlamamıştı. İçindeki korkuyu yok sayan adam binaya doğru yürümek üzereyken adının seslenilmesiyle duraksadı.


"Burada!" diyen komutanının kendi telefonunu uzatmasıyla. eli titreyerek aldı telefonu. Neler oluyordu?


Kötü şeyler olduğunu hisseden kalbi canınını yakarak kan pompalıyordu. 'Yalvarırım. Yalvarırım yanılıyor olayım. Herkes iyi olsun!' düşünceleriyle birlikte telefonu kulağına götürdü ve sessiz bir sesle yanıtladı.


"Efendim?" 


"Oğlum... Nasılsın?"


Duyduğu cümleyle sinirleri gerilmiş olan Emre güldü.


"Nasılsın demek için mi aradın baba?.. Ne oldu?"


Karşı tarafın sessiz kalması üzerine Emre elindeki telefonu sıkmaya başladı.


"Baba? Kime ne oldu?.. Susacaksın madem neden aradın?"


"Daha hiçbir şey söylemeden böyle bir tepki verdiysen..."


"BABA?... Lütfen! Aklımdan tonlarca şey geçiyor. Bana bu işkenceyi yaşatma... Lütfen!"


Enver, derin bir nefes aldıktan sonra tek nefeste konuştu.


"Annenle kardeşinin içinde olduğu taksi kaza yapmış... Annen iyi!"


Başının döndüğünü hisseden Emre bir an sendeledi.


"Kaza... Eftalya? O... O nasıl?" diye fısıldadı korku dolu bir sesle.


Cümlesini bitirir bitirmez arkasından duyduğu düşme sesiyle hızla arkasını döndü. Burak, bembeyaz bir yüzle ona bakıyordu. Kızarmış bakışları olumsuz herhangi bir haberi kaldıramayacak gibi bakıyordu. Kaldıramazdı da...


"Eftalya... Ameliyattan az önce çıktı. Siz... İzin aldım buraya geliyorsunuz. Haberiniz olsun!"


"Neyden haberimiz olacak? Hiçbir şey söylemedin ki... Ne ameliyatı bu? Neden ameliyat oldu? Şu an... Durumu nasıl?.. Baba beni delirtme... SUSMA! CEVAP VER!"


Emre'nin isyan edercesine bağırışı karşısında Burak bir adım geri gitti. Açık havada olmasına rağmen nefes alamayan adam elini boğazına götürdü. Yakasından bir düğmeyi açtıktan sonra kendine gelmeye çalıştı.


"Bir kez daha olmazdı. Bir kez daha küçük kardeşini kaybedemezdi. Bir sevdiğini daha toprak altına koyamazdı. Bu çok fazlaydı.' Ağzından bir inleme dökülen adam titreyen elini, ağrıyan başına götürdü. BU ÇOK FAZLAYDI!


"Burak?"


Emre, korku dolu bakışlarla kardeşinin yanına yaklaştı. Telefonun diğer tarafındaki babasını unutmuştu. Burak, o kadar berbat görünüyordu ki... Onun bu hali Emre'ye her şeyi unutturmuştu.


"O da mı..." diye fısıldayan Burak'ın sesi çatallaşmıştı.


Emre, hemen başını sallamaya başladı.


"Hayır! Yok öyle bir şey. Yaşıyor!.. YAŞIYOR!"


Emre, kendisini mi yoksa karşısındaki dağılmış adamı mı ikna etmeye çalışıyordu kimse bilemeyecekti.


"O daha 3 yaşında!"


Burak, fısıldayarak kurduğu cümleden sonra geriye çekildi. Gözü dönen adam haykırmaya başladı.


"NE AMELİYATI LAN? NE AMELİYATI? O sadece 3 yaşında! Çok küçük. Çok çok küçük! NE AMELİYATI?"


Emre, gözyaşlarının yanaklarını ıslattığını hissetse de herhangi bir tepki veremedi.


Telefonun çaldığını duyunca (kapandığını bile fark etmediği) telefonu açtı.


"Burak'a söyle Eftalya'nın durumu iyi."


"Ben bile sana inanmıyorum baba. Onu nasıl inandırayım?" diye mırıldandı Emre hissiz bir sesle.


"Telefonu Burak'a ver!"


Emre, telefonu uzattı. 


"Seni istiyor!"


Telefonla bakışan Burak, almak için herhangi bir hamlede bulunmadı.


"Kardeşim?.. Lütfen!"


Emre'nin sesindeki çaresizliği duyan Burak, kesik bir nefes aldıktan sonra telefona uzandı. Dikkatli bakan gözler elinin titrediğini anlayabilirdi.


"Efendim?" 


Enver, fısıldayan sesi duyduğunda gözlerini kapattı.


"Oğlum... Sakin ol!"


Burak'ın dudaklarında, gözlerine ulaşmayan alay yüklü bir gülüş belirdi.


"Ne olduğunu adam akıllı anlatmadığın sürece... O dediğin mümkün değil!"


"Sevda annenle kardeşinin bindiği taksi kaza yapmış. Sevda sadece kolunu kırmış. Birkaç ufak ezik dışında iyi. Eftalya ise... Başından darbe almış. Ameliyata aldılar. Şu an yoğun bakımda. Durumu... Ciddiliğini koruyor. Hastaneye gelin!"


"Daha doğru dürüst konuşamayan çocuğa beyin ameliyatı mı yaptılar?"


"Lanet olsun" diye mırıldandı Emre zorlukla banka oturarak.


"O an öyle gerekiyordu... O sizin kardeşiniz Burak. Ufak tefek olduğuna bakma. O hepimizden çok daha güçlü. Atlatacak. Hep beraber atlatacağız bu kötü günleri. Yeter ki yıkılmayalım! Tamam mı oğlum?"


Burak'ın gözünden bir damla yaş firar etti.


"Ölüm... Güç meselesi değil Enver Baba. Öyle olsaydı... O yaşıyor olurdu. Ben bu hayatta ondan daha güçlüsünü tanımadım çünkü. Ve... Kötü haberi veren olmak istemem ama... Bu kötü günleri atlatsak bile hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. En azından... Benim için!"


"Burak... Oğlum. Lütfen yapma böyle!"


Enver'in yalvaran sesi karşısında Burak derin bir nefes aldı. Bakışlarını Emre'ye çevirdiğinde yaşlı gözlerle karşılaştı.


"Deniz Kızım'a söyle... Abileri onu görmeye geliyor. Onun için bir an önce ayaklansın" diye mırıldanana adamın dudaklarında hüzünlü bir gülümseme oluşmuştu.


Emre, dudaklarında aynı gülümseme belirirken güçlü bir şekilde oturduğu banktan ayağa kalktı.


"Hadi küçük kardeşimize gidelim!" diyen Emre gözleriyle her şey iyi olacak diyordu. Burak buna inanmasa da... İnanmış gibi yaptı. Sırf sevdiklerini daha fazla üzmemek için. Her zaman yaptığı gibi...


Şimdiki Zaman


"Eftalya şu an iyi" diye mırıldandı Hilal.


"Evet" diye yumuşak bir sesle yanıtladı kızı Burak. "O yüzden... Şu yaşları silsen mi acaba Kelebeğim?"


Bunu söyleyen adam, kıza doğru dönerek yüzündeki yaşları yavaşça sildi.


"Eftalya iyi ama.... Sen iyi değilsin. Sesindeki acı... Hâlâ varlığını koruyor. Geçen 4 yıla rağmen!"


Burak, hüzünle gülümsedikten sonra yavaşça başını salladı.


"Haklısın! Asla unutamayacağım. Ne o haberi aldığım anı... Ne de sonrasında yaşananları."


"Sonrasında... Ne oldu? Kötü bir şey... Yani Eftalya'ya kötü bir şey oldu mu? Ağaç evde gördüğüm resimler... Birisi o zaman çekilmişti di'mi?"


Burak, arkasına yaslandıktan sonra kıza baktı. Gözleri karanlığa alışmış olan adam, kızın gözlerindeki endişeyle harmanlanmış sevgiyi görünce gülümsedi.


"Hilal?" 


"Efendim?" 


"İyi ki varsın!" 


Duyduğu cümleyle gözleri parıldayan kız gülümseyerek fısıldadı.


"Sen de... Sen de iyi ki varsın Alfa'm!'


Sessiz geçen saniyelerin sonunda Hilal mırıldandı.


"Yalnız... Kalbimi hoplatarak konuyu unutturabileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz Burak Bey!"


Burak'tan eğlenceli bir kahkaha yükseldi. Kızın burnunu sıkan adam, sesindeki sevgiyle konuştu.


"Bende olan kalp çarpıntısının sende de olduğunu bilmek güzel. Ve... Sanırım gerçekten anlatmak istiyorum. Seninle bir şeyler paylaşmayı seviyorum. Ayrıca ikimizin de buna ihtiyacı var. Korkularımı bilirsen... Bazı şeyleri daha kolay atlatabiliriz!"


Derin bir nefes alan adam anlatmaya devam etti.


"Yaklaşık 1 hafta boyunca yoğun bakımın önünde bekledik. Hepimiz için berbattı. Küçücük bedeni kabloların arasından neredeyse seçilmiyordu bile. Sonunda bir gece uyandı. Sevincimizi tahmin edebilirsin. Normal odaya aldıkları zaman... Dönüşümlü olarak eve gitmeye başladık. Bir gece... Hastanede sadece ben ve Sevda annem kalmıştı. Deniz Kızım'ın yanındaki koltukta -elini tutmuş- oturuyordum. Günlerin yorgunluğu üzerime çökmüş. Uyuyakalmışım!"


Duraksayan Burak acı bir şekilde gülümsedi.


"Biliyor musun? Eftalya ilk doğduğunda küçücüktü. Belki de o kadar küçük gelmesinin sebebi bizim büyük oluşumuzdandı. 21 yaşındaydım ve 'Bu yaşta insanın kardeşi mi olur?' diyen Emre'nin aksine... Onun varlığından çok memnundum. Eve ilk geldiklerinde... Geceleri kendimi onun yanında nefes alış-verişlerini dinlerken bulmaya başlamıştım. Baban demişti ya geceleri senin nefesini dinlermiş. Aynısı işte! O küçücük eliyle parmağımı tutması... Ve bırakmaması o kadar çok hoşuma gidiyordu ki.. Tüm yaşam amacım o olmuştu. Bir gece... Çok yorgundum. Günlerdir de uyuyamamıştım. Asla yapmayacağım bir şeyi yaptım ve o küçüğün... Yanında uyudum. Eli elimdeyken..."


Yanağından bir yaş süzülen adam, fısıldayarak devam etti.


"Sabahında Sevda annem uyandırdı beni. Sabahında!.. Tüm gece uyumuşum. Deliksiz! Kabussuz! 11 yaşımdan sonra ilk defa uyumuştum. O gün Deniz Kızım'ın benim için bambaşka bir yeri olduğunu anladığım gündü. O günden sonra... Ne zaman onunla uyusam kabus görmüyordum. Artık nefes alabiliyordum. Fakat... Bu çok sürmedi!"


Kıza yandan bir bakış atan adam elini uzattı. Omzu omzuna değen kızla bulunduğu temas yetersiz gelmişti. Bundan sonra anlatacakları için yetersiz.. Hilal, hiç sorgusuz elini verdi ve adam da o eli tuttu. Asla bırakmak istemezcesine!


Derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya devam etti.


"Hastanede... Eftalya'nın yanında uyuya kaldığım gün... Onun hıçkırarak ağlamalarıyla uyandım. Bana korku dolu gözlerle baktığını gördüğümde... İlk başta anlam veremedim. Camda yansımasını gördüğüm kıpkırmızı gözlerim, farkına varmadan sıktığım yumruklarım ele verdi olayı. Kabus görmüştüm! Ve... Bu esnada onun elini de biraz fazla sıkmıştım."


Gözlerini kapatan adam acı bir nefes aldı.


"Şu an o gözyaşları için bir sürü bahane uydurabilirim. Elini sıkmamdan tut, yabancı bir odada uyanmasına kadar... Fakat hiçbiri değildi. Deniz Kızım korktuğu için ağlamıştı. Sayıklamalarımdan korktuğu için... Benden korktuğu için!"


"Burak..." 


"Öyle Hilal'im! Öyle. Deliler gibi korumak istediğim küçüğümü korkutmuştum ben. İşin kötü yanıysa... Ben ondan çok daha fazla korkmuştum! Tüm... Gerçekliğim darmadağın olmuş ve yine o lanet kabuslarım başlamıştı. Artık küçüğüm de buna engel olamıyordu. Yıkıldım! Kelimenin tam anlamıyla hem de... Yolumu kaybetmiştim. Rotamı kaybetmiştim. Daha fazla orada duramadım. Uzaklaşmam gerekiyordu. Komple bu Dünyadan uzaklaşabilirsem... Daha da iyi olabilirdi. Bu düşüncelerle... Bitlis'e geri döndüm."


"Ve... Kötü bir şey yaptın değil mi?"


"Benim bir şey yapmama gerek mi var? Kötü olayların gelip beni bulabilmesi gibi mükemmel(!) bir özelliğe sahibim!"


"Ne oldu?" diye sordu Hilal yumuşak bir sesle.


"Şırnak sınırında hareketlilik varmış. Ben Bitlis'e vardığımda bunun için küçük bir ekip çıkartıyorlardı. Ben de derhal kendimi yazdırdım tabii. Yalan söylemeyeceğim. Amacım ölmekti! Berbat bir psikolojideydim. Yaşananlardan sonra... Daha da kötü oldu gerçi. Helikoptere binene kadar kimin gittiğini bilmiyordum. Bir baktım... Kadro bizim ekipten (Kobra Timinden) oluşuyor. Ali hariç hepimiz oradaydık. Böyle olunca... Ahmet Binbaşı başımızda gelmiş. 'Hiç tanımadığın insanlarla gitseydim ölmek için çok daha fazla şansım olurdu' diye düşünürken..."


Duraksayan adamın cümlesini Hilal tamamladı.


"Emre geldi değil mi?"


Burak, o günü hatırlarken usulca başını salladı.


4 Yıl Önce


"Onca insan arasından yine mi bununla aynı ekibe düştüm? Senden kurtuluş yok mu Burak? Hem... İstanbul'da değil miydin sen? Ne diye geldin de yine burnumun dibinde bittin?"


"Bensiz helikoptere binmeye korkuyormuşsun. Duydum ve geldim. Teşekkür edeceğine yaptığına bak Serkancığım. Ayıp oluyor ama!"


Serkan, alayla güldü. Bu hayatta bu adamdan nefret ettiği kadar kimseden nefret etmiyordu. 'Neredeyse kimseden!' diye düzeltti iç sesi. Onu terkeden ailesine duyduğu nefret, her şeyin/herkesin üstündeydi.


"Siz ikinizin birbiriyle alıp veremediği ne Allah aşkına?" diye sordu pilot koltuğunda oturan Caner.


"Sevmiyorum!" 


"Hoşlanmıyorum!" 


İkili aynı anda verdiği cevaptan sonra birbirlerine baktı ve aynı anda umursamazlıkla gözlerini devirdi.


Binbaşı Ahmet onların bu haline güldü. Aslında her seferinde birbirlerinin yumuşak karnına dokunmasalar çok iyi anlaşabileceklerdi. O ikisi inadından bunu farketmese de... İleride çok iyi dost olacaklardı. Binbaşı bundan emindi.


"Sadece helikopterle keşif yapmayacağız değil mi? Karaya da ineceğiz!"


Burak'ın sorusu üzerine Korkut gözlerini Üsteğmen'e dikti. Aynı soruyu karargahta ismini yazdırırken de sorduğunu duymuştu. 'Aklından neler geçiyor abi?' diye düşünen adam sessizliğini korudu. Amacı her neyse... Saçma bir şey yapmasına engel olacağına dair kendi kendine söz verdi Korkut. Genç teğmen Burak'ın o soğukluğunun ve ukalalığının altında çok daha derin biri yattığından emindi. Ve ne olursa olsun saygı duyduğu komutanını korumaya kararlıydı.


"Havadan bir hareketlilik göremesek bile ineceğiz Şırnak'a. Belki birkaç gün pusuya da yatabiliriz!"


Arkasına yaslanan Burak derin bir nefes aldı. 'Bu sefer başaracaktı. Bu lanet dünyadan defolup gidecekti. Ne olursa olsun!'


"Caner? Bir kez daha soruyorum! Helikopteri tek başına idare edebilecek misin? Ali ağır gribe yakalanmış biliyorsun. Ethem görevde, Feyyaz da izinde... Yardımcı pilotsuz sıkıntı olmaz değil mi?"


"Olmaz komutanım! Buradan Şırnak benim için bir hiç. Ayrıca havada olmayı o kadar çok özlemişim ki... Çin'e git deseniz tek götürürüm."


"Abartma abartma" dedi Binbaşı gülümseyerek.


"Ali en son baktığımda çıldırıyordu yalnız" dedi Korkut gülerek.


"Neden?" diye sordu Serkan merakla.


"Birazcık damarına basmış olabilirim" diyen Caner sesindeki gülümsemeyle devam etti.


"Kara ne kadar sizin mekanınızsa hava da o kadar bizim mekanımız! 3 aydır sadece bir kere uçabildik. Onda da tabiri caizse havalandık hemen geri konduk. Eh haliyle sınır keşfine gittiğimizi duyan Ali, ayağa kalkınca başı dönmesine rağmen 'Ben de geleceğim' diye tutturdu. Ben de 'Merak etme uçarken bol bol selfie çekip sana atarım' dedim. En son arkamdan sövüyordu. Birkaç bardak kırmış da olabilir tabii."


Geçen 10 dakika boyunca sessiz bir şekilde muhabbeti takip eden Burak, en sonunda mırıldandı.


"Komutanım neyi bekliyoruz?"


"Beni!" 


Burak, duyduğu sesle birlikte şok içinde gözlerini açarak kapıya döndü.


"Hayır..." diye mırıldanan adam başını sallamaya başlamıştı.


"N'aber Burak?" diyen Emre helikoptere binip kapıyı kapattı.


"Senin ne işin var burada?" diye tısladı Burak öfkeyle.


"Asıl senin ne işin var? Ayrıca... Hiç kimseye haber vermeden sınır görevine yazılan biri olarak hesap sorma hakkını nereden buluyorsun çok merak ediyorum."


"Nasıl kimseye haber vermeden? Üsteğmen Burak? Bu ne demek oluyor?"


Binbaşı'nın hesap soran sesini duyan Burak derin bir nefes aldı. Ona bakan Emre, Binbaşı'na dönerek konuştu.


"Üsteğmen Burak ailesiyle helalleşmeden helikoptere bindi demek oluyor Komutanım! Tabii buna şaşırmamak gerek. Beyefendi ö... "


"Kapa çeneni!!"


Burak'ın buz gibi sesi karşısında helikopterdekiler şaşkınca onlara baktılar. Burak ne kadar öfkeliyse, Emre o kadar sakindi.


"Defol Emre!" 


"Helikopter'i çalıştırabilirsin Caner abi! Gidelim bakalım. Şu merakla beklenilen sınır görevine."


"Sen... Hiçbir yere gelmiyorsun. İn şu helikopterden Emre!"


"Yiyorsa indir!" 


Burak, sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldı. Fakat sakinleşmek şöyle dursun daha da fazla öfkelenmişti. Eli yumruk olan adam elini aralarındaki koltuğa vurdu.


"Beni çıldırtma Emre!


"Ahh Burak Beyimiz! Siz istediğiniz gibi insanları çıldırtabiliyorsunuz. Aynısını biz yapınca mı sorun oluyor?"


Emre'nin alay dolu sesini duyan Burak, hızlı hızlı nefes almaya başlamıştı.


"İN DEDİM!" 


"İN-Mİ-YO-RUM! İnmiyorum lan! Beni bu lanet helikopterden bayıltmadığın veya öldürmediğin sürece indiremezsin! Bu arada bayıltmanı pek tavsiye etmem. Çünkü öyle bir durumda, bulduğum ilk vasıtayla hangi delikteysen yanına geleceğim! Yani Burak..." diyerek duraksayan Emre sadece dudaklarını oynatarak 'Kılıç' dedikten sonra ellerini iki yana açtı ve gözlerini adama dikerek devam etti.


"Yapabiliyorsan... Vur beni! Başka türlü gelmeme engel olamazsın."


Burak'ın korkutucu bakışları karşısında başka biri olsa arkasına bile bakmadan kaçardı. Fakat karşındaki kişi Emre'ydi. Ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin onu yıldıramazdı. Ve bunu çok iyi bilen Burak elinin kolunun bağlanmış olduğunun farkındaydı.


"Ahh... Tabii ki bir seçenek daha var. Annemi arayabilirsin. Hani... Kaçarcasına buraya gelirken hastanede berbat bir halde bıraktığın annemi! Bana ne yaparsan yap umurumda değil. Ama... Ona verdiğin zarar var ya... Seni öldüresiye dövmek istememe sebep oluyor!"


"Öldüresiye dövülmek... Kulağa hoş geliyor. Gerçekten de bunu yapar mısın?"


Emre, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. 'Sinirlenmeyecekti. Sinirlenmeyecekti. Bilerek yapıyordu. Emre onun oyununa gelmeyecekti. Sakin olacaktı!'


Gözlerini açan adam mod bir şekilde Burak'a bakmaya başladı.


"Bu da mı gol değil?" diye mırıldandı Burak.


Emre sessiz kalarak adama bakmaya devam etti.


"Emre? Rica etsem bir s*ktir olup gider misin? Daha ne zamana kadar kuyruğum olacaksın? Askeriyede sana ne dediklerini biliyor mus..."


Emre "Soğuk Nevale..." diyerek sözünü kesti Burak'ın. Ona anlamsız gözlerle bakan adamı görünce devam etti.


"Bana ne dediklerini bilemem ama sana bunu diyorlar. Soğuk Nevale! Komik değil mi? Senden bahsediyoruz! Küçükken cana yakınlığıyla nam salmış senden!"


"Emre..." diye mırıldandı Burak uyarır bir sesle.


"Üzgünüm kardeşim(!). İstediğin hakareti sayabilirsin. İstediğin gibi s*ktir olup gitmeyeceğim. Çünkü..."


Duraksayan Emre, işaret parmağını adamın tam kalbine doğru doğrulttu.


"Verdiğim bir söz var. Ve ben hayatım pahasına da olsa o sözü tutacağım. Şu an karşımda duran adam ne yaparsa yapsın... Ben, o çocuğa verdiğim sözü tutacağım!"


Yutkunan Burak'ın kulağında küçük Emre'nin sesi yankılandı. Aklından asla çıkmayan o günde verdiği sözü...


["Bundan sonra... Senin hep yanında olacağım kardeşim. Düştüğünde... Elinden tutup kaldıracağım. Söz veriyorum!"]


Gözlerini kaçıran Burak, arkasına yaslandıktan sonra yorgun bir sesle mırıldandı.


"Senden nefret ediyorum!"


Bu cümleyi duyan Emre, güldü. İkisi de bunun zerre kadar doğru olmadığını biliyordu. Burak gibi arkasına yaslandıktan sonra dudaklarındaki gülümsemeyle konuştu.


"Ben de kardeşim. Ben de..."


🐺


Helikopter havalanalı 15 dakika olmuş ve bu süre boyunca yaşanan tatsızlık için Binbaşı'dan özür dileyen Emre haricinde kimseden çıt çıkmamıştı.


Korkut, en sonunda bu sessizliğe dayanamayarak konuştu.


"Eee Caner abi? Ceylin ve Ceylan nasıllarmış? Ne zaman dünyamıza gelmeyi düşünüyorlarmış?"


Cümleyi duyan adamlar gülümsedi. Korkut yine Korkut'luğunu konuşturuyordu.


"Vallaha Lale 8. ayını doldurdu ama ona kalsa 2 ayı daha var."


Kaşlarını çatan Korkut düşünceli bir şekilde başını salladı.


"2 ay mı? Ya benim matematiğim pert olmuş durumda. Ya da yıllardır bildiğim şey yanlış. Doğum 9. ayda olmuyor muydu? Öyleyse 1 ayı var. Nasıl oluyor bu?"


"Çünkü Caner'in izni 2 ay sonra. Karısı da..."


Burak, cümlesini tamamlamadı. Tamamlamasına da gerek yoktu zaten.


Az önce gülen Korkut durgun bir sesle sordu.


"İzin alamaz mısın?"


Kokpitteki Caner hüzünle gülümsedi.


"Normal doğum olacak. Ne zaman olacağı belli değil. Erken izin alırsam... Kızlarımla fazla vakit geçiremeyeceğim. Geç izin alsam... Doğuma yetişememe gibi bir durum var. Bildiğin üzere bizim izinlerin de 1 ay önceden bildirilme zorunluluğu var. Anlayacağın elim kolum bağlandı. Lale de başımın etini yiyor. 'Hamileliğim boyunca zaten yanımda değildin' diye."


"Haklı" diye mırıldandı Burak.


"Vayy be! Burak Aslan? Bu sen misin? Şu bir saat içinde 4 yıllık akademi ve 3 aylık tim maceramızın toplamından daha fazla konuştun!"


"Demek ki herkesle hakkettiği kadar konuşuyormuşum Serkan!"


Serkan, oturduğu yerde doğruldu. Tam bir şey söyleyecekken bacağında Korkut'un elini hissedince duraksadı.


"Ne?" diye döndü yanındaki genç teğmene.


"Küçücük bir helikopterin kabinindeyiz. Acı bize abim he. Olmaz mı? Siz kedi köpek gibi kavga edince olan hep bize oluyor."


Korkut'un rica dolu bakışları karşısında Üsteğmen Serkan koltuğuna geri yayıldı. Şimdilik susabilirdi.


Caner'in iç çekişini duyan Burak derin bir nefes aldı. Bazı şeylere kayıtsız kalmaktan yorulmuştu. Başka biri gibi davranmaktan...


Aklından geçenleri söyleyediği anda kendi koyduğu sınırları ihlal edeceğini bilen Burak, bir süre sessiz kalarak camdan dışarı baktı. İşin içinde daha doğmamış ufaklıklar ve baba olmanın hevesini tam anlamıyla yaşayamamış bir adam vardı. 'Ne olacaksa olsun! Her zaman it gibi davranıp onlar kendimden uzaklaştırabilirim nasıl olsa' diye düşünen adam arkasındaki kokpite doğru seslendi.


"Abi?" 


Helikoptere bir sessizlik çöktü. Görev içinde de dışında da Burak her zaman resmi takılırdı. Herkese ismiyle veya rütbesiyle hitap ederdi. Haricinde kimseyle muhatap dahi olmazdı zaten.


Kısa bir süre duraksayan Caner tereddütle cevap verdi.


"Efendim?"


"İzin olayını dert etme. Eşine de söyle üzmesin kendisini. Bebekler hisseder sonra sıkıntısını. Onlar için iyi değil... Zamanı geldiğinde bana tarihi söylesen yeter. Babamın tanıdıkları var. Zamanda da sürede de bir kolaylık sağlanır."


Ahmet, bıyık altından gülümsedi. Salih'i yıllardır tanıyordu. Bu yüzden de Burak'ın geçmişi hakkında az biraz bilgisi vardı. Tabii ki Burak onun bildiğini bilmiyordu. Salih'in ilk tembih ettiği şey bu olmuştu. İkinci söylediği şeyse 'Buzdağının görünen kısmına kanma. Burak, görülenin aksine ukala, bencil, düşüncesiz hergelenin biri değil' olmuştu. Şu an karşısında duran adam, Salih'in sözleri kanıtlar nitelikteydi. Aylardır ekip arkadaşlarıyla arasına mesafe koyan Soğuk Nevale'nin buzları az da olsa çözülmeye başlamıştı.


Serkan, Burak'a baktı. Babasına bile sormadan böyle bir söz verebilmesi... Birkaç kez daha, farklı olaylara şahit olmuş hatta akademide görüş zamanı bizzat tanık olmuştu. Burak'ın onu çok seven bir babası vardı. Fakat karşısındaki adam bunun değerini bilmiyor ,hatta birkaç telefon konuşmasında da duyduğu kadarıyla, gayet rahat suistimal edebiliyordu. Burak, onun hayalini bile kuramayacağı bir hayatı yaşamasına rağmen şımarık bir çocuk gibi davranmaktan başka bir şey yapmıyordu. Serkan'ın ondan nefret etmesinin en büyük nedeni de buydu.


Asla itiraf etmeyecek olsa da Serkan ... Burak Aslan'ı kıskanıyordu. O tüm hayatı boyunca istediklerine tırnaklarıyla kazıya kazıya ulaşmışken... Burak'ın iki isimle her istediğini yapabilmesi sinirlerini bozuyordu. O arkasında bir yetişkinin (bir babanın) olabilme ihtimali için ruhunu bile satabilecekken... Burak'ın tüm bencilliğiyle ailesini yok sayması Serkan'ı delirtiyordu. Bu yüzden de Serkan her zaman yaptığı şeyi yaptı. Yetimliğinin acısını şımarık, bencil evlattan çıkardı. Bilmediği şey ise... Karşısındakinin de en az onun kadar yetim olduğuydu.


"Babanın tanıdıkları ha? Babanın adıyla ün yapmak nasıl bir duygu babasının oğlu?"


Serkan'ın alaylı sözlerini duyan Burak donakaldı. Babasının oğlu! Alfa'nın oğlu...


Aklından onlarca anı geçen adam felç geçirmişçesine durdu. Son yıllarda aynaya bile bakamıyordu. Aynada gördüğü yeşil gözler, aynada gördüğü yüz o adama çok benziyordu çünkü. Ve bundan daha doğal bir şey de yoktu. Çünkü o babasının oğluydu. Kendisini bayıltıp bir dolaba tıkan adamın oğluydu. Gözlerinin önünde vurulup ölen adamın oğluydu. Annesini ve kardeşini koruyamayan adamın oğluydu. Deliler gibi özlediği adamın oğlu...


Aklındaki bu düşünceler yüzünden nefes almakta zorluk çeken Burak, acısını ukalalığa dönüştürdü. Her zaman yaptığı gibi... Ve karşısındaki adama saldırdı. Hiç acımadan! Yaralı küçük bir kurtun karşısındakine acıdığı ne zaman görülmüştü ki?


"Mükemmel bir duygu. Fakat üzgünüm ki(!) sen hiçbir zaman bu duyguyu bilemeyeceksin Serkan Olcay! Bu arada hep merak ettiğim bir şey vardı yeri gelmişken sorayım. Gerçekten de soyadın Olcay mı? Yoksa yetimhanede önüne gelene, istedikleri soyadını mı veriyorlar?"


"Ulan ben senin ana..."


"SAKIN!!! SAKIN!!! Yemin ediyorum o cümleni tamamlamaya kalkarsan seni öldürürüm Serkan! Hiçbir şey umurumda olmaz. Öldürürüm!"


İkili ,küçük helikopterin izin verdiği ölçüde, birbirlerinin yakasına yapışmıştı.


"NE YAPTIĞINIZI SANIYORSUNUZ SİZ?"


Burak da Serkan da öfkeli nefesler alıyordu. Binbaşı'nın bağırışı üzerine zorlukla geri çekilerek yerlerine oturdular. İkisinin de yumruk yaptığı elleri bembeyaz kesilmişti. Küçücük bir helikoptere sıkışmamış olsalardı birbirlerini hastanelik edecekleri kesindi.


Bir helikopterde olmaları birbirlerine attıkları nefret dolu bakışlara engel değildi ama. Bakışlarla öldürmek denen olay gerçekleşebilseydi eğer, şu an her taraf kan gölüne dönüşmüştü.


"DELİRDİNİZ Mİ SİZ? ÜSTEĞMEN BURAK? ÜSTEĞMEN SERKAN? Bu yaptığınızın herhangi bir açıklaması var mı?"


"Her şey gözünüzün önünde yaşandı Komutanım! Niye soruyorsunuz?"


Burak'ın öfke dolu sesi ve yersiz konuşması karşısında, Emre onun koluna dokundu ve mırıldandı.


"Sakin ol!" 


"Sakin mi olayım? Adamın biri durduk yere bana sataşacak, bir şey söyleyince..."


"İleri gittin!" dedi Emre uyarırcasına.


"Ben mi ileri gittim? O..."


Aniden susan Burak dişlerini sıktı. Baba konusunu açan oydu. Bu ilk kez yaptığı bir şey de değildi. Zaten kafası bozuk olan adam için bu seferki son nokta olmuştu. Tüm bunların farkında olan Emre başını iki yana salladı. Ve söylediği cümleyi tekrarladı.


"İleri gittin!" 


Burak sinirle gülmeye başladı. Aslında ileri gittiğinin o da farkındaydı. Vicdanı sızlamaya başlamıştı bile. Fakat ölse yine de karşısındaki adamdan özür dilemezdi. Serkan kendi ileri gittiği anlara saysın ve çenesini kapatıp otursundu.


Ortamdaki hararet olduğu gibi dururken Caner'in sesi duyuldu.


"Beyler mükemmel kavganızı bölmek gibi olmasın ama... Sanırım bir sorunumuz var!"


"Burak'tan daha büyük bir sorun mu?"


"Serkan kes gerzekliği. Komutanım... Lanet olsun!"


Helikopterin bir anda sağa doğru dönmesiyle birlikte askerler sarsıldı.


"Neler oluyor Caner?"


"Roket attılar Komutanım! Bu seferkini atlattık ama... Devamı gelecek gibi!"


"Roket mi? Emin misin? Roket olsaydı şu ana gebermiştik!" diye mırıldandı Emre.


"Yok. Arkadaki kavgayı durdurmak için uyduruyorum Emre(!). Roket attılar dedim! Bunun neresinden emin olmayayım?"


"Sakin olun!" diye emretti Binbaşı ve ardından devam etti.


"Aşağısıyla iletişime geç. Ona göre..."


"Faydasız" diyerek araya girdi camdan dışarı bakan Burak.


"Anlamadım?" dedi Binbaşı, Burak'a dönerek.


"Emre dediği bir şeyde haklıydı. Roket olsaydı bizi kesin vurmuş olurlardı. Fakat... Amaçları öldürmek değilse değişir. Batufa'yı selamlayın beyler! Az önce Türkiye Cumhuriyeti sınırlarından çıktık. İstedikleri gibi..."


(Batufa: Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne bağlı Duhok ilinde bulunan şehirdir.)


"Ahh. S*ktir!" diye mırıldanan Caner helikopteri Türkiye'ye çevirecekken Komutanı'nın 'Dur!' emriyle duraksadı.


"1 haftadır hareket halinde olmaları boşuna değil. Helikopteri Türkiye'ye çevirdiğin an... Bu sefer gerçekten bizi vuracaklar!"


"Ne yapacağız Komutanım?" diye sordu Korkut endişeli bir sesle.


Ahmet Binbaşı bir süre duraksadı. Sonrasında kendi kendine durum analizi yapmaya başladı.


"Şu an güç onlarda. Şimdi bile bir füze veya roket atarak işimizi bitirebilirler. Havada olduğumuz sürece... Hiçbir şekilde şansımız yok!"


Burak, yanında duran Emre'ye baktı. Ne olursa olsun... Kardeşine bir şey olmasına izin veremezdi.


"O zaman biz de... Karaya -bizim mekanımıza- ineriz Komutanım!"


Binbaşı, Burak'a döndü. Düşünceli bir şekilde konuştu.


"Bu seferki deplasman zorlu Asker. Düşman toprakları... Ve yardımımıza gelebilecek birisi de yok!"


"Asıl deplasman burası Komutanım! Ne kendimizi koruyabiliriz ne de savaşabiliriz. Havada olduğumuz sürece... Elimiz kolumuz bağlı durumda" dedi Burak ciddi bir şekilde.


"Hepiniz aynı fikirde misiniz?"


"Bunu söyleyeceğim asla aklıma gelmezdi fakat... Burak haklı Komutanım! Burada durup bir keklik gibi avlanmayı bekleyemeyiz!"


Serkan'ın cümlesi üzerine tüm ekip başlarını salladı.


"Helikopterle aşağı inemeyiz. Çok açık bir hedef. Vurulma tehlikesi var. Paraşütle atlatacağız!.. Bakalım bu şerefsizlerin derdi neymiş?"


Binbaşı'nın cümlesi üzerine askerler hazırlanmaya başladı.


"Şimdi kargo kapağını açarak atlayacağız. Sırasıyla Korkut, Serkan, Emre ve Burak... Sonra da Kokpit'ten sen atlayacaksın Caner. Aşağı indiğimizde helikopterin şu an durduğu noktasının 2 metre kuzeyinde buluşacağız. Anlaşıldı mı?"


"Anlaşıldı Komutanım!"


Askerlerin hep bir ağızdan cevap vermesi üzerine Ahmet derin bir nefes aldı.


"Hepiniz dikkatli oluyorsunuz. Sakın ola ölmeyin. Bu bir emirdir. Şimdi... Caner kapağı aç!"


Kapağın açılmasıyla birlikte içeriye olanca kuvvetiyle bir hava akımı girdi. Korkut, bir saniye bile beklemeden kendini boşluğa bıraktı. Ondan saniyeler sonra da Serkan... Emre sırasını beklerken kendilerine doğru gelen roketi gören Burak, bir salise bile düşünmeden "ATLA!" diye bağırdı ve Emre'yi boşluğa itti.


5 saniye sonra arka pervanesinden vurulan helikopterin, kendi etrafında dönmeye başlamasıyla helikopterin içinde kalan adamlar kuvvetli bir şekilde sarsıldı.


"Caner..." diye mırıldandı Burak kendine gelmeye çalışarak.


Helikopter, dengesini kaybetmişti. Ana pervane çok kısa sürede etkisini yitirecek ve helikopterin yeri boylaması kaçınılmaz olacaktı.


"CANER ATLA!" diye bağırdı Burak, Komutan'ına bakarak.


"Komutanım..." diyen Caner'i aynı emri veren Binbaşı susturdu.


Binbaşı Ahmet'in sinirli bir şekilde emri tekrarlaması üzerine Caner kokpit kapağını açarak atladı.


"Atla Burak!" 


"Hayır..." diye mırıldandı adam.


"BURAK!" 


"Komutanım 30 saniye sonra helikopter düşmeye başlayacak. O saatten sonra atlayan kişi öyle ya da böyle yararlanacak. Sizin bir aileniz var. Siz atlayın!"


Ahmet, öfkeyle ayağa kalktı ve Burak'ı yakalarından tuttu.


"Ben bu hayatta yaşayacağımı yaşadım evlat! Senin önündeyse... Uzun yıllar var. Sakın öleyim deme."


"Bayıltacak mısın?" diye fısıldadı Burak aklına yıllar öncesi gelirken.


Onun, geçmişi yüzünden dağılmış hali Ahmet Binbaşı için avantaj olmuştu. Binbaşı aciz haldeki adamı tuttuğu gibi helikopterden fırlattı.


Burak, yüzüne çarpan havayı hissettiğinde gözlerini kapattı. Ölmek istiyordu. Gözlerini açarak etrafına bakındı. Saniyeler içinde paraşütünü açmasa yere çakılacaktı. Ölmek istiyordu.


'Gerizekalı! Ölürsen Emre'ye ne olacak? Ya Caner, Korkut... Serkan? Hiçbirinin çevre hakkında gram bilgisi yok. Ölürsen onlar da ölecek! Bencillik etmenin sırası değil! Aç şu paraşütünü!'


Burak, elini kancayı götürdü ve çekti. Paraşütün açılmasıyla hafiflediğini hissederken az ilerisine düşen helikopterle birlikte inledi. Helikopterin yakınındaki paraşütü görüyordu. Komutanı helikopter düşmeden atlayabilmişti. Fakat içinden bir ses bu sevincin faydasız olduğunu söylüyordu. Helikopterin çok yakınına düşen adamın sağ kalması imkansızdı.


Ayakları yere basmadan paraşütünden kurtulan adam düşercesine yere indi ve anında koşmaya başladı. Helikoptere yaklaştığında gördüğü manzarayla istemsizce adımlarını yavaşlattı.


Helikopter yere düştüğünde sıçrayan parçalardan biri adamın göğsüne saplanmıştı. Yıllar önce annesinin göğsüne saplanan bıçak gibi...


"Ahh..." diye inleyen Burak elini ağrıyan başına götürdü.


Adamın öksürüklerini duyduğunda kendine gelmeye çalışarak ileri doğru adım attı. Komutan'ının yanına vardığında dizlerinin üzerine çöktü ve elleri ile kanı durdurmaya çalıştı. Yıllar önce yaptığı gibi...


"Burak..." diye mırıldanan Binbaşı, adamın ellerini yaranın üzerinden çekmeye çalıştı. Burak, tepkisiz bir şekilde kanamanın üzerine bastırmaya devam ettiğinde "Burak... Yapabileceğin bir şey yok!" dedi zorlukla.


Aklına, yıllar öncesinde annesinin de aynı cümleyi kurduğu gelirken kızarmış yeşillerini Komutan'ının gözlerine çevirdi.


"Beni dinle evlat!" 


"Beni dinle oğlum!" demişti annesi de.


Burak, o küçük çocukla aynı tepkiyi verdi. Olmaz dercesine başını salladıktan sonra kesik kesik nefesler alarak eliyle başına vurmaya başladı.


"Uyanmak istiyorum ben! Bir daha olmaz. Bir kez daha beni korumak isteyen birinin ölümünü izleyemem. Olmaz! OLMAZ! Ölme. Komutanım yalvarıyorum ölme! Ben tüm bunları kaldıracak kadar güçlü değilim. Yapamam. Olmaz! Olmaz!"


Hıçkırarak ağlayan adam, geçmişle şu an arasında gidip gidip geliyordu. Elini nefes almak istercesine kalbine götüren Burak, başının dönmeye başlamasıyla gözlerini kapattı.


"Burak?"


Adamın kendine seslendiğini duymayan adam, hızlı hızlı nefesler alarak sallanıyordu. Onun krize girdiğini farkeden Ahmet kalan son gücüyle bağırdı.


"ASKER!" 


Bu bağırış karşısında gözlerini açıp boş bakışlarla adama baktı. Adamın bir anda öksürmeye başlayarak kan kusması üzerine sarsılan Burak, yaşadığı cehennemi fark etti. Çölün göbeğinde, dağların arasında, kimsesizliğin ortasında duruyorlardı.


İleriden koşarak yanlarına gelen Emre'yi ve diğerlerini farkeden adam bakışlarını Komutan'ına çevirdi.


"Ben eşinize ne diyeceğim? Emine abla sizsiz ne yapacak? Ya Seval? Kızın... Yakında evleniyor. Düğününde...Evinden babasının kolunda çıkmayacak mı?.. Ölemezsin! Onlar için yaşa. Yalvarırım Komutanım! Ölme!"


"Çok geç! İkimiz de kurtulma ihtimalimin olmadığını biliyoruz. Yaşa Burak! Saçma bir şey yapma ve yaşa. Arkadaşlarını bu lanet yerden kurtar! Bunu senden başkası yapamaz. Görsel hafızan... Buraya ilk defa gelmiş olsan da... Bu toprakların her karışını biliyorsun... Kardeşlerini kurtar! Bunu da ancak... Yaşayarak yapabilirsin! Yaşa..."


Zorlukla nefes alan Ahmet'e bakan Burak yumruk yaptığı elini toprağa vurdu.


"Kollarımda ölürken yaşa demeniz... Çok bencilsiniz. Beni kabuslara hapsediyorsunuz ve... Sanki bunu yapan siz değilmişçesine yaşa diyorsunuz! Tüm bunlardan sonra nasıl yaşayayım? NASIL?"


"Komutanım..." diyerek nefes nefes gelen adamlarla birlikte yüzündeki yaşları sildi Burak. Elindeki kanın yüzüne bulaştığını hissettiğinde delirmişçesine gülmeye başladı.


"Kardeşim?" diyerek kendisine korkuyla seslenen Emre'yi takmayarak kollarında tuttuğu adama baktı. Son nefeslerini veriyordu. Biliyordu! 11 yaşındayken de yaşamıştı bu ânı. Herkesten daha iyi biliyordu o yüzden.


"Burak... Burak sizin yeni komutanınız. O ne derse onu yapacaksınız. Kavga etmek yerine... Birlikte olun ve bu lanet yerden kurtulun. Bu size son emrim. Yaşayın!.. Ne olursa olsun yaşayın!"


Zorlukla nefes alan adam son kez askerlerine baktı ve usulca tebessüm etti. Onun aslanları Allah'ın izniyle bu hiçliğin ortasından kurtulmayı başaracaklardı. Sessizce Kelime-i Şehadet getiren adam, özür dileyen bakışlarını kızarmış yeşillere çevirdi ve gözleri açık bir şekilde öldü (şehit oldu).


Burak, ölümcül sessizlikte bir süre donakaldı. Sonrasında titreyen elleriyle adamın açık gözlerini örttü. Yıllar önce babasının ve annesinin gözlerini örttüğü gibi...


Etrafına bakınan adam, yaşlı gözleri yüzünden her şeyi bulanık görüyordu. Korkut, yere çökmüş ağlarken Caner, kendisi de ağladığı halde onu teselli etmeye çalışıyordu. Emre, elini yumruk yapıp ağzına götürmüş, hıçkırıklarını susturmaya çalışıyordu. Serkan ise... O da en az Burak kadar kötü durumdaydı. Baba şefkatini bulduğu adamın gözlerinin önünde ölmüş olması onu çok yaralamıştı. Olanlara inanamayarak bakan Serkan mırıldandı.


"Bu bir kabus olmalı. Gerçek olamaz!.. Artık şu lanet kabustan uyanabilir miyiz?"


Burak'ın bakışları Serkan'a döndü. Aklında yine geçmişinden yankılanan sözler vardı.


"Artık uyanmak istiyorum. Bu kabus bitebilir mi acaba?" diye mırıldanmıştı o da. Ama... Uyanamamıştı.


"Kötü haber! Bu bir kabus değil. Fakat müjdemi isterim(!). Artık nur topu gibi kabusların oldu. Ömrünün sonuna kadar göreceğin ve.... Asla uyanamayacağın!"


Burak'ın acı dolu sesini duyan adamlar ona baktılar. Karşılarındaki adamı şu ana kadar onlarca halde görmüşlerdi. Fakat... Dağılmış Burak bir ilkti. Deli bakışlara sahip olan adam karşısında Caner endişeyle mırıldandı.


"Burak? Sen... İyi misin?"


"Ahh. Neden kötü olayım ki? Az önce... Komutanım kollarımda öldü. Daha önce yaşamadığım şey mi ki?"


Burak'ın alaycı sesini duyan Serkan sinirle yumruklarını sıktı. Tam iğneleyici bir şey söyleyecekken Burak bakışlarını ona çevirdi. Kıpkırmızı olmuş gözleri gören Serkan duraksadı. O gözlerde gördüğü duygu saf acı mıydı? Az önce söylediği son cümlenin gerçek olabilme ihtimali... Var mıydı?"


Burak, hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı fakat sendeledi. Ona en yakın olan kişi Serkan'dı. Düşmek üzere olan adamın refleksle kolunu yakaladı.


"Bırak!" diyerek Serkan'ı tersleyen adam kolunu sertçe çekti. Serkan ise hareketsizce Burak'ın uzaklaşmasını izliyordu. Kolundan tuttuğu adamın tir tir titrediğine yemin edebilirdi. Fakat şu an karşısında yürüyen kişi... Gayet sakin duruyordu. Hangi Burak gerçek hangi Burak sahteydi? Burak... Acısını gizleyebilecek kadar mükemmel bir oyuncu muydu? Eğer öyleyse... Yıllardır tanıdığını sandığı kişi aslında sahte biri miydi?


"Burak... Ne yapacağız? Telsizler çalışmıyor!"


Caner'in sorusunu duyan Burak kaşlarını çattı telsizini eline alarak incelemeye başladı.


"Nasıl çalışmıyor?"


"Çalışmıyor işte. Yere ayak basar basmaz size ve sınırdakilere ulaşmaya çalıştım. Hiçbir şey olmadı. Sanırım... Jammer var!"


Duyduğu kelimeyle Burak'ın elindeki telsiz parmaklarının arasından kaydı. Başına keskin bir ağrı saplanan adam ellerini başına götürdü.


"Bu çok fazla. ÇOK FAZLA!!"


"Abi... İyi misin?"


Korkut'un sorusu üzerine daha fazla dayanamayan Burak patladı.


"YETER LAN YETER! Şu soruyu sorup durmayın artık. Duymak istediğiniz ne? İyi falan değilim tamam mı? Hiç iyi değilim! Birisi gelip şurada kafama sıksa gıkımı çıkarmam. Hatta ona minnet duyup teşekkür ederim!"


Ortalığı büyük bir sessizlik kapladı. Tüm adamlar ne diyeceğini bilemez halde kalakalmıştı. Tam bu esnada ilerideki tepeden bir el silah sesi duyuldu. Buna karşılık karşı tepeden de bir el silah sesi yankılandı.


"Etrafımızı sarmışlar. Ne yapacağız?"


"Önce..." diyen Burak bakışlarını Caner'e çevirdi. Silahını eline alan adam yutkundu. Yapacağa şeye inanamıyordu. Bir gün... Kendisine yapılanı başkasına yapacağını asla düşünmezdi. Fakat... Bundan daha doğal ne olabilirdi ki? O babasının oğluydu!


"O ufaklıkların... Daha anne karnındayken yetim kalmalarına izin veremem! Bu yüzden... Yaşamalısın abi! Ne olur beni anla. Ve... Sakın ölme! Karın ve kızların için..."


"Sen ne saçmalıyors..."


Söylediği her kelimeler yavaş adımlarla Caner'e yaklaşmış olan Burak, adamın konuşmasına izin vermedi ve silahının kabzasıyla adamın köprücük kemiğine paralel uzanan kasa tüm kuvvetiyle vurdu.


Caner, gözlerinin kararmasıyla birlikte boş bir patates çuvalıymışçasına yere düştü.


"Özür dilerim" diyerek fısıldayan Burak nabzını kontrol ettikten sonra, adamı Binbaşı'nın yanındaki taşa doğru çekti.


"Sen... Ne yaptın?" 


Emre'nin hayret dolu sesi duyan Burak, bakışlarını Caner'den çekmedi. Yıllar önce babamın bana yaptığını...


Toparlanmaya çalışan Burak, duruşunu dikleştirerek karşısındaki adamlara baktı.


"Çatışmaya kalkarsak... Hepimizi salisesinde öldürürler. Hem sayıca hem de konumca bizden üstünler."


"O zaman... Ne yapacağız?"


Burak, soruyu soran Korkut'a çevirdi bakışlarını. Korkut bir adım geri çekildi.


"Sakın! Sakın beni de bayıltmaya kalkma abi!"


"Annen? Olur da işler yolunda gitmezse... O sensiz ne yapacak?"


"Çok çok... Şehit anası olur. 'Asker olacağım!' dediğimde tüm bu riskleri göz önünde bulundurmuştuk zaten. Bu yüzden... Ben de sizinleyim! Her ne yapacaksan... Hemen arkandayım Komutanım!


Burak, gözlerini kapatarak bir süre durdu. Silah sesi tekrar duyulduğunda derin bir nefes aldı ve gözlerini açtı. Kararlı bir sesle konuştu.


"Başka çaremiz yok! Teslim olacağız!"


Loading...
0%