@yasminiesa
|
Burak, gözlerini kapatarak bir süre durdu. Silah sesi tekrar duyulduğunda derin bir nefes aldı ve gözlerini açtı. Kararlı bir sesle konuştu. "Başka çaremiz yok! Teslim olacağız!" "Anlamadım?.. Sen delirdin mi?" Burak, itiraz eden Serkan'ı takmadan Binbaşı Ahmet'e yaklaştı. Adamın cansız bedenine takılı kalan gözleri, onu geçmişe götürüyordu. "Kendine gel Burak! Şu anda kalmalısın. Hiçbir şey düşünme!" Kendi kendine mırıldandıktan sonra bacağındaki kılıftan bıçağını çıkarttı ve komutanına bakmamaya çalışarak paraşüte yöneldi. Krem paraşütten büyükçe bir parça kesen adam etrafına bakınmaya başladı. İlerideki dal parçasını görünce o tarafa doğru ilerlemeye başladı. "Ne yapıyorsun?" Burak, sessiz kalarak dalı eline aldı ve dandik bir bayrak oluşturdu. Serkan, öfkeli hareketlerle yanına geldi ve dalı tuttu. "Teslim falan olmuyoruz!" Dalı bırakmayan Burak soğuk bakışlarını Serkan'a çevirdi. "Komutan benim!" "Komutanmış(!). Böyle komut mu olur? Sen ne halt yersen ye... Ben o şerefsizlere teslim olmayacağım. Canımı veririm daha iyi!" Bayrak'ı sert bir hareketle çeken Burak, öfkeyle yere fırlattı ve iki eliyle aniden Serkan'ı itti. İlkinde bir şey yapmayan Serkan, ikinci itişte Burak'ın yakalarına yapıştı. "Kaşınıyorsun Burak. Helikopterdeki kavganın rövanşını istiyo..." "Ne güzel ya(!). Bizim o şerefsizlere ihtiyacımız mı var? Boşuna mermilerini harcamasınlar. Sıkın birbirinize. Düşmansınız ya hani?" Emre'nin sinirli sesini duyan Serkan, Burak'ı itercesine bıraktı. "Beyefendi 'Teslim olalım' diyor. Hiç olmadı götümüzü kurtarmak için taraf değiştirelim de tam olsun!" "Gerekirse... Neden olmasın?" dedi Burak ciddi bir sesle. "Ulan!.. Burak sen nasıl askersin lan? Canın bu kadar tatlıysa neden asker o..." "Ne tatlı canından bahsediyorsun sen? BEN O HELİKOPTERE ÖLMEK İÇİN BİNDİM SERKAN!" "O ZAMAN ÖLSEYDİN!" Serkan'ın dediğini duyan Emre hayretle adama döndü. "Sen... Nasıl böyle bir şeyi söyleyebilirsin?" "Karışma Emre!" diye mırıldandı Burak. "Nasıl karışmayay..." "Nasıl bir bokun içine düştüğümüzü görmüyor musun? O..." diyen Burak eliyle Serkan'ı işaret etti. "Ben?" diye soran Serkan'ın sesinde güçlü bir meydan okuma vardı. Bakışlarıyla 'Olumsuz bir şey söyle de gör gününü!' diyordu. "Canın yanıyor! Öyle bir yanıyor ki... Ölmek istiyorsun. Az önce... Saygı duyduğun hatta belki de... Baban yerine koyduğun adamı kaybettin çünkü. O acının asla geçmeyeceğini biliyorsun bu yüzden de işinin tam şu anda bitirilmesini istiyorsun. Ama yapamazsın Serkan! YAPAMAYIZ!! Böylesine bencil olamayız." Serkan bakışlarını Komutan'ının kanlar içindeki bedenine çevirdi. "Yaşamak için bir amacım yok!" "Var!" "YOK BURAK! YOK!.. Ben senin gibi şanslı değilim" diyen Serkan son cümlesini sessizce söylemişti. Burak, duyduğu cümleyle gülmeye başladı. "Ben? Ben şanslıyım öyle mi? Ben?" Delice bakışlarla Serkan'a bakan adam iki elini de havaya kaldırdı. "Bak ellerime! İYİ BAK!.. Bu Komutan'ımızın kanı. Az önce kollarımda ölen... Bu kanlı ellerimle açık kalan gözlerini kapattım hani! Bu kanın, tüm bu olanların sebebi benim! O uçaktan en son ben atlamalıydım. Ölen ben olmalıydım. Zaten o niyetle çıkmıştım bu göreve! Hiçbir şeyimi kaybetmezdim. Fakat yine... Çok şey kaybettim!" Serkan'ın yanına gelen Burak, acı dolu gözleriyle adama baktıktan sonra işaret parmağıyla göğsünü dürttü. "İnan bana... Ben senden daha fazla ölmek istiyorum. Tahmin dahi edemeyeceğin kadar hem de! Ama yapamam! Emre'yi ölüme terkedemem. Onun... Onun da ölmesini izleyemem!" Son cümleyi öylesine kısık bir sesle söylemişti ki Serkan onu zorlukla duymuştu. Kaşlarını çatan adam karşısında aciz bir şekilde duran adama baktı. "Başka çaremiz yok Serkan! Teslim olacağız. Büyük ihtimal işkence göreceğiz... Ve en sonunda da kaçacağız!" "Kaçamazsak?" "Her türlü öleceğiz zaten. Öbür türlü yaşama ihtimalimiz daha faz..." "Burak! Ben işkence görmeye tamamım. Sen de dünden razı gibisin. Hadi bir şekilde onlar da... İdare etti. Ama... Ya bizi birbirimize karşı kullanırlarsa? Anladığım kadarıyla senin Emre için... Hatta..." Duraksayarak karşısındaki adamın gözlerine baktı. Ve o an yıllar boyu sahte bir Burak'la muhatap olduğundan emin oldu. Şu an karşısında duran adam... Acı yaşanmışlığa sahip, acizliğin dibini görmüş, kanayan yaralarına rağmen ayakta durmak zorunda olan birisiydi. "Sen... Bizi kurtarmak için her şeyi yaparsın! Hiçbirimiz kendimize yapılan işkenceye ses çıkarmayız zaten. Fakat... Diğerinin acı çektiğini görüp elimiz kolumuz bağlı kaldığında ne olacak? Ya ölmüş olmayı diler hale gelirsek? Ölümün bile çeşitleri var!" 'Ölümün bile çeşitleri var!' Gözlerinin önüne kendi elleriyle sehpadaki bıçağı alıp kalbine saplayan annesi geldi. Kalbinden vurulan babası... Başından vurulmuş olan Oktay abisi geldi. "Biliyorum!" dedi buz gibi bir sesle. Serkan, gözlerini kısarak karşısındaki adama baktı. İncelercesine, cevaplar bulmaya çalışırcasına... "Serkan? Az önce bir Türk helikopteri düşürüldü. Her şeyden önce buna cesaret edeni bulmalıyız! Amaçlarını öğrenmeliyiz. Ve tüm bu süreçte... Onların tarafında görünmeliyiz! Bunun için... İhanet ettiğimiz Devlet'in bize rest çekmesi gerekiyor. Nefretimiz aynı olursa... Bize o kadar da zarar vermezler! İşlerine yarayacağımızı düşünmeliler." "Aklında ne var abi?" Korkut'un sorusuyla ona dönen adam, Serkan'a geri döndü ve elini uzattı. "Var mısın?.. Benimle misin?" Ufak bir baş hareketiyle onay veren adam kendisine uzatılan eli sıktı. Serkan, o gün tuttuğu eli bir daha asla bırakmayacağını tahmin dahi edemezdi. Bu anlaşmanın ömürlük bir dostluğa varacağını... Yıllardır aile özlemiyle yanıp tutuşan ruhunun bulduğu kardeşlikle az da olsa feraha kavuşacağını... Karşısındaki adamın dünya üzerindeki en iyi sırdaşı, tek dert ortağı olacağını asla tahmin edemezdi. 🐺 "Umarım dediğin gibi olur Burak! Yoksa... Her şeyden önce Caner'i buradan kurtaramayız. Bu arada... Bayıltma fikri aklına nereden geldi? Benim aklıma dahi gelmezdi." Burak, Serkan'ın söyledikleriyle birlikte başına giren ani baş ağrısından dolayı gözlerini kapattı. "Artık Alfa falan olmak istemiyorum. Tek Alfa sen olabilirsin! O yüzden... Gitme babacığım. Lütfen lütfen lütfen gitme!" "Abi?" Korkut'un sesi ile gözlerini açan adam, kendisine bakan 3 çift gözle karşılaştı. Endişeli bakışlardan anladığı kadarıyla ilk seslenişleri değildi. Anlaşılan Burak yine geçmişinin kör kuyusunda kaybolmuştu. "Bu da neydi şimdi?" diye sordu Serkan. "Ne neydi?" diye anlamamazlığa vurdu Burak. "Zaman kavramının farkında mısın? Gözlerin kapalı kaç saniye durdun Burak?" Burak derin bir nefes aldı. Bu adamın yara eşelemekte üstüne yoktu. Boş atsa yine iyiydi de... Sürekli dolu atması çok can sıkıyordu. "Seni neden sevmediğimi hatırladım. Rica ediyorum konuşma Serkan!" "Tam isabet eden cümleler söylediğimden mi sevmiyorsun?.. Benim nedenlerimden biri bu da!" "Yine mi? Adamlar gelince dalaşmaya başlayacaksınız. Şimdi değil! Sesler yaklaştı bu arada. Gelmek üzereler! Yapmamız gereken başka önemli bir şey var mı aca... Burak?" Emre'nin korkulu bir sesle ona dönmesi üzerine Burak kaşlarını kaldırdı. "Ne oldu?" "Yanında mı?" diye sordu Emre neredeyse fısıldayarak. "Ne yanımda mı?" Emre bakışlarını adamın boynuna çevirdi. Bunun üzerine kastedileni anlayan Burak bir adım geri çekildi. "Asla!" "Kardeşim lütf..." "Asla dedim Emre. Çıkartmayacağım!" Korkut ve Serkan ne olduğunu anlamayarak birbirlerine baktılar. "Burak! Caner'in cebine koyalım. Güvende olur. Ülke'ye geri dönünce de alı..." "Çek silahını vur beni! Onu ancak öyle boynumdan çıkartabilirsin çünkü!" dedi Burak kararlı bir sesle. "Onu vermemek için her şeyi yaparsın. Adamlar bunu anlarsa... Bir muska yüzünden kardeşimi kaybedemem!" Burak'ın dudaklarında acı dolu bir gülümseme belirdi. Elini boynuna götürerek üniformasının altındaki muskasına dokundu. O günden beri çıkarmadığı muskaya... Onun varlığı adama güç veriyordu. Her şeyden önce... Kim olduğunu hatırlatıyordu. Çünkü şu an dünya üzerindeki Burak Kılıç bir ölüden ibaretti. Tüm kayıtları ortadan yok olmuş, kendisi hakkında hiçbir iz kalmamıştı. Dayısının onu korumak için yaptığı bu düzenleme, aslında doğrunun ta kendisiydi. Adam o gün ruhen ölmüş, dünya üzerinden silinmişti. Ve sahte bir Burak doğmuştu. Bu sahte Burak'ın kimliğindeki anne adı da, baba adı da, doğum yeri de, soyadı da sahteydi... Burak'ın geçmişteki o küçük çocukla arasında kalan tek bağlantı, boynunda duran muskaydı. Annesinin aldığı, babasının kullandığı, ikisinin de parmak izlerini taşıyan bu muska! "Senin... Senin bir muska dediğin... Benim kendimle olan tek bağlantım Emre. O da olmazsa... Yok olurum! Son nefesimi verirken boynumda bu muska olacak." Babamda olduğu gibi. Emre ikna edebilmek için ağzını açmışken, Burak başını iki yana salladı. "Boşuna nefesini tüketme. Bu dünyada hiçbir güç bu muskayı boynumdan çıkaramaz!" "Operasyonlara şahsi eşya getirmek yasak!" diye mırıldandı Serkan. "Cidden mi Serkan?" diyerek adama döndü Burak hayretler içinde. Kendisi 'O muskayı asla çıkarmam' diyordu adam ise... "Kuralları hiçe sayacak kadar değer verdiğin bir muskaysa... Belki de -zarar görmemesi için- Emre'nin dediğini yapmalısın!" "Çıkartamam... Onlardan bana kalan tek şey bu! Ayakta kalmamı sağlayan tek güç!" Çaresiz bir sesle konuşan adam muskasını (üniformasının izin verdiği ölçüde) sıktı. Muskanın içinde 2 tane alyans vardı. İçlerinde 'DİLEK♡YİĞİT ÖMÜR BOYU' yazıyordu. Gerçekten de ömür boyu sürmüştü aşkları. Acı olansa... O ömür çok kısa sürmüştü. Haddinden fazla kısa... Toparlanmaya çalışan Burak derin bir nefes aldı. İlerideki dağlar karla kapalıydı. Onları dağa kaldıracakları malum olan bir şeydi. Kararını bir kez daha gözden geçirdi. Karla kaplı buz gibi bir mağarada tutulup, işkenceler görüp, en sonunda da adamları haklayıp kaçabilirler miydi? Çok fazla değişken vardı. İşleri çok zordu. Fakat... Çatışmaya kalksalar hepsi ölecekti. "Önümde seçenek bile yok ki" diye mırıldandı adam kendi kendine. Onu sadece yanındaki Serkan duymuştu. Korkut ve Emre'ye hitaben sordu. "Bu işe bir itirazı olan var mı beyler?" "Teslim olup kaleyi içten fethedeceğiz. Truva'yı severim" dedi Korkut gülerek. Gözlerindeki endişe hatta korku belli olsa da... Şakacılığından taviz vermeyeceği anlaşılıyordu. Herkesin acıyla baş etme yöntemi farklıydı işte. "Burak neredeyse ben oradayım. Ayrıca zaten en mantıklı yol bu da... Niye soruyorsun?" Serkan, Burak'a baktı. Soru dolu gözleri görünce konuşmaya başladı. "Gördün mü? Kimse silah zoruyla burada durmuyor. Düşünüp durma. Akışına bırak! Yaşananlar kontrolümüz dışında gerçekleşti. Elimizdeki en iyi seçenek teslim olmak!" Burak, şaşkınlık içerisindeydi. Serkan Olcay onu teselli mi ediyordu? En ufak bir fikir ayrılığını bile büyük bir kavgaya dönüştüren adam... "Serkan? 'Başına taş mı düştü?' diyeceğim ama... Bu değişimi ufak bir taş sağlayamaz. Paraşütle inerken ayakların yerine kafanın üzerine mi düştün acaba?" Serkan, alayla kurulan cümle üzerine gözlerini devirdi. "Sana da iyilik yaramıyor" dedikten sonra başıyla dağı işaret etti. "Nihayet şerefsizler teşrif ettiler. Neredeyse yarım saat oldu. Her zaman böyle yavaşlarsa yandık!" Bayrağı kaldıran Burak, yanındakilere baktı. "Dua edin de işler istediğimiz gibi gitsin!" 🐺 Ellerini havaya kaldırmış dörtlü dikkatli bakışlarla etrafını inceliyordu. Yanlarına gelen adamlar toplam 27 kişiydi. Geldikleri dağın üstündeki karartılar devamının da olduğunu gösteriyordu. Burak, diğerlerine dönerek konuşmaya başladı. "Umarım aralarında Türkçe bilen vardır. Beyaz bayrak niyetimizi belli ediyor da... Anlaşmak için konuşmak gerekiyor. Ne diye Arapça ya da Kürtçe öğrenmediysek... İngilizce düzeyimiz de berbat. Bu gidişe bok yoluna gitmemiz kaçınılmaz." Cümlesine başladığı anda öndeki 3 kişinin dikkat kesildiğini fark etmişti. İyi bari liderleri dilimizi biliyor. Çeviri muhabbeti araya girmeyecek. 1-0 üstün başladık! "Biz teslim olacağımızı söylemedik Komutan(!). Canını kurtarmak için kendi kafana göre hareket ediyorsun." dedi Serkan öfkeli bir şekilde. "Ölmek istiyorsun anlaşılan! Teslim olmayıp ne yapacağız?" diye çıkıştı Burak. "Teslim olursak bizi aramaya gelmezler!" "Heee. Şöyle desene sen! Sen de canını kurtarma derdindesin anlaşılan. En iyi yol benimki. Teslim olalım işte! İlk başlarda birkaç hırpalanırız sonra da onlara yardım ederiz bizi serbest bırakırlar. Geberip gitmemiş oluruz böylece. Mantıklı değil mi?" Serkan, düşünür gibi yaptı. "Aslında böyle bir durumda... Daha az zarar görürüz. Sonrasında da yurt dışına falan kaçarız. Türkiye de bize ceza veremez. Ama... Ya bizim taraf değiştirdiğimiz inanmayıp bizi serbest bırakmazlarsa? Bu riske girmeli miyiz sence?" Burak, hararetle başını salladı. "Girmeliyiz! Canımızı korumak için her şeyi yapabileceğimizi anlarlarsa... Neden onların tarafına geçtiğimizi de anlarlar. Ben ölmek istemiyorum!" 'Külliyen yalan! Ölmek için her şeyi yapabilirim. İyi ki Pinokyo bir masaldan ibaret. Yoksa burnum atmosfere çıkmıştı çoktan!' diye düşündü Burak. Konuşma başından beri yalan doluydu. Her şeyden önce Burak, mükemmel bir şekilde Arapça, Kürtçe ve İngilizce biliyordu. Bunun yanında diğerleri de profesyonel bir şekilde İngilizce konuşabiliyordu. Serkan'ın çat pat Kürtçe'si, Emre'nin de aynı şekilde Arapça'sı vardı. Korkut, canını dişine takarak öğrendiği Fransızca'nın hiç işine yaramadığını farkedince büyük bir hayal kırıklığına uğramış ilk iş olarak da Kürtçe öğreneceğini söylemişti. Burak, hafifçe Emre'ye baktı. Sırasının geldiğini anlayan Emre araya girdi. "Türkiye ile irtibata geçmek isteyelim!" "Mükemmel bir fikir." diye hevesle konuştu Serkan. "Buna izin vermezler. Ayrıca... Eğer bizi İHA'dan izliyorlarsa... Çoktan beyaz bayrağı görmüşlerdir. Ve böyle bir durumda... Türk Askerinin yüzünü kara çıkarttığımız için bizi kurtarmazlar. Ayrıca bu durum Ülke'yi hatta Dünya'yı bir hayli karıştıracaktır." dedi Korkut sıkıntılı bir şekilde. Serkan, öfkeyle Burak'a döndü. "Hepsi senin yüzünden! Ne diye komuta sana verildi ki? Senin yüzünden bu genç yaşımda geberip gideceğim buralarda." "Kesin tartışmayı! İHA bizi görmüş olsa da olmasa da ben Türkiye'yle iletişime geçeceğim... Onları almaları için!" Emre, eli ile yerdeki bedenleri gösterdi. "Gerçekten mi? Başımızda silahlı adamlar var ve sen onları mı düşünüyorsun?" diye sordu Serkan. Burak, alayla gülümsedi ve araya girdi. "Ne düşünmesi ya? Aklınca intikam almak için yapıyor!" "Ne intikamı?" diye sordu Korkut. "Bizim bu Emre, Kasım Komutan'ın kızına göz koydu. Biliyorsunuz kız bir içim su!.. Hiç öyle dik dik bakma gerçeği söylemezsem çarpılırdım Emre. Ama kız Timur'u sevdiğini söyleyerek bayağı terslemiş bunu. Emre de Timur'u bilerek göndertiyor. Kız acı çeksin diye!" "O kendini bir şey sanan uyuz kız Timur Timur diye tutturdu. Sonunda da Timur geberdi gitti işte!" diyen Emre, kahkaha atmaya başladı. Bu kahkaha gerçek bir kahkahaydı. Gören kişi anlatılan hikayenin gerçek olduğunu ve bunun da keyif kahkahası olduğunu düşünürdü. Emre'nin kahkahasının sebebi ise bambaşkaydı. Adam, Burak'ın kendi söylediği her cümleyle daha da şaşırmasına gülüyordu. Az önce plan yaparken 'Doğaçlama takılacağız!' demişti. Ve şimdi de ayak üstü attığı, pembe diziden fırlamış hikayesini 'Ben ne diyorum lan?' diyen gözleriyle söylemesi... Burak'tan iyi pembe dizi senaristi olurmuş. Kolpacı herif seni! "Sen o yüzden Timur ölünce güldün. Ehh buradan çıkınca kızı bir şekilde alırsın artık. Sorun çıkarırsa kaçırmana da yardım ederiz bak!" dedi Korkut gülerek. "Yok be! Bu saatten sonra onunla işim olmaz. Serbest bırakırlarsak ilk işim Rusya'ya gitmek olacak. Bugün az daha ölecek olmam hayatta hiçbir şeyi ertelememem gerektiğini öğretti. Rus kızlarını yaşayamadan ölemem!" Bu cümleyle birlikte daha fazla dayanamayan adamlar gülmeye başladı. Burak, Türkçe bilen şerefsizlerin de gülümsemelerini gizlediğini görünce neredeyse gülmeyi kesecekti. Sizin gibi kansızlarla aynı fiili işlemek bile bana en büyük işkence. Umarım çenemi açmadan şu oyun biter ve mağaraya gideriz. İşte o zaman... Siz asıl Burak'la tanışacaksınız! Son nefeslerinizi verirken şu anda beni öldürmediğinize köpekler gibi pişman olacaksınız. Ben Alfa'nın oğluyum! Sizin soyunuzu kurutmadan, Komutan'ımın intikamını almadan bu ülkeyi terketmeyeceğim. Burak Kılıç sözü olsun bu da! Bakışlarını yere diken Burak, içinden geçirdiklerinin gözlerine yansımaması için derin derin nefesler almaya başladı. Sonrasında bakışlarını kaldırdı. "Ne yapıyoruz beyler? Herkes teslim olmaya var mı? Bizi artık diğerleri kurtaramaz. En iyisi taraf değişikliği!" "Ben varım!" "Bana da uyar!" "Şu Timur itini Ülke'ye göndermeden olmaz. Ayrıca Türk Kumandanlarına da 2 çift sözüm var. Yıllardır onların saçma emirlerine uyduk. Her dediklerine boyun eğdik. Madem gemileri yaktık... İçimizde kalmasın. Zaten Türk Askerini Dünya'ya rezil ettiniz diyerek bizim ipimizi kesecekler. Kaybedecek bir şeyimiz yok!" Emre'nin kararlı bir sesle söyledikleri karşısında tüm konuşmayı dinleyen lider öne çıktı. "Eğer... Sizi arattığımızda dediğinizin tersini yapar ve... Herhangi bir saçmalıkta bulunursanız... Hepinizi gebertiriz." Burak, isyan içerisinde iki elini açtı. "Türkçe biliyordunuz da bizi niye strese soktunuz? Kaç saattir bu kararları size nasıl açıklayacağız diye kafa patlatıyorum ben burada!" Adam bakışlarını Burak'a çevirdi. "Demek yaşamayı çok istiyorsun? Gerçi haklısın. Kim istemez ki yaşamayı?" Burak, 'Ben!' dememek için olanca gücünü kullandı. "İyi o zaman! Amer söyle tepedekilere jammer'ı kessinler. Karşımızdaki beylerin mühim bir görüşme yapmaları gerekiyormuş!" Adamlardan biri tepeye doğru yaklaştı ve elleriyle işaret yapmaya başladı. Bu arada liderleri eliyle Burak'ın telsizini işaret etti. Burak telsizi adama uzattı. "Merkeze ulaşmak için frekans ne? Ama İHA'nın olduğu yere. Sizin bu müthiş halinizi görsünler." "Biz onlara ulaşamayız. Onlar bize ulaşır" dedi Burak ciddi bir sesle. Türk her yere ulaşabilir. Ama bir Türk'e, o istemediği sürece ulaşamazsınız! Oyunda olduğunu kendine hatırlatan Burak, ses tonunu ve cümle seçimini değiştirdi. Damarlarında akan kan Vatan diye çığlık çığlığa bağırırken... (Bu şerefsizleri kandırmak için bile olsa) Ülke'si hakkında kötü şeyler söylemek nefsine ağır geliyordu. Caner için... Komutan'ının şehitliğe gömülebilmesi için... Sık dişini Burak! Biraz daha sık!! "Görüyor musunuz işte? Biz onlar için canımızı tehlikeye atıyoruz. Fakat onlar bize ulaşım kısıtlılığı getiriyor. Bunlar hep böyle zaten! Bizi piyon olarak kullanıyorlar, işlerini yaptırıyorlar. Kendileri de lüks villalarında Cappuccinolarını yudumluyor! Olan da bize oluyor işte. Ama ben onların istediklerine uygun davranmayacağım. Yaşamak için her şeyi yapacağım! " "Yap! Yaşamak için her şeyi yap!" Telsizden gelen sesi duyan Burak'ın nefesi kesildi. Telsizin diğer ucunda ona 'Yaşa' diyen adam, dayısından başkası değildi. |
0% |