Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm- Derbas Geri Bas!

@yasminiesa

"Yap! Yaşamak için her şeyi yap!"


Telsizden gelen sesi duyan Burak'ın nefesi kesildi. Telsizin diğer ucunda ona 'Yaşa' diyen adam, dayısından başkası değildi.


Yutkunan Burak, ifadesiz kalmaya çalıştı. Kalbi yerinden çıkmışçasına çarparken, telsizin diğer ucundaki dayısının sert sesinde gizlenen endişeyi duyarken bu çok zordu. Dişlerini sıkan adam derin bir nefes aldı. Dayısı tekrardan konuşmaya başladığında çok kısa süreliğine gözlerini kapattı. Dayısının şu anda ne hissettiğini düşünmemeye çalışsa da başarılı olamamıştı. Herkesten korumaya çalıştığı yeğeni, savunmasız bir şekilde silahlı 30 teröristin karşısındaydı. Kesin kahroluyordur.


Ve en kötüsü de... Eğer işler ters giderse, İHA'dan her şeyi izleyecek olmasıydı. Gözlerinin önünde yeğeninin öldürülm... Burak kendi düşüncelerini bile tamamlayamadı. Yıllar önce yaşadığı olayın başkasının başına gelmesini asla istemezdi. Hele de her şeyden çok sevdiği dayısı söz konusuysa! Bedeninin titrediğini hisseden Burak, yanağını ısırmaya başladı. Ağzına kan tadı geldiğinde, Emre'nin bir adım kendisine yaklaştığını hissetti.


Emre'nin bu hareketini kimse anlamamış olsa da Burak çok iyi anlamıştı. Kardeşi içine düştüğü bataklığı farketmiş ve 'Sakin ol! Her şey yoluna girecek!' dercesine yanına yaklaşmıştı. Burak, Emre'nin verdiği destekle nefes alış-verişlerini yavaşlattı. Buna eş olarak kalp atışları düzene girmişti. Bedenindeki titremeyi de kontrol altına alan adam duruşunu dikleştirdi. Güçlü görünürsen... Güçlü hissedersin!


Tüm bunlar sadece 1 dakika içerisinde gerçekleşmişti aslında. Fakat Serkan'ın da tahmin ettiği gibi Burak, 11 yaşından beri zaman kavramı konusunda sıkıntı yaşıyordu. Dolabın içerisinde sadece 40 dakika kalmış olmasına rağmen sanki 40 gün gibi hissetmişti o küçük çocuk. Ve bundan dolayı da... Bazı zamanlarda 1 dakikası 10 dakikaya bedelmiş gibiyken, 10 dakikası da 1 dakikaya bedel geçebiliyordu.


Dayısının sesini duyduğunda bakışlarını telsize çevirdi. Sinan Kor 'Binbaşı' moduna girmiş ses tonunu kontrol altına almış bir şekilde konuşuyordu.


"Yaşayın ama şunu da bilin! Bu yaptığınızı Türk Milleti asla unutmayacak. Bundan sonra sizin burada bir yuvanız yok! Şimdi size ezbere biliyor olmanız gereken maddeler okunacak. Bu saatten sonra her şey elektronik ortamda kayıt altına alınacaktır. İyi dinleyin!! Bir daha telafisi olmayacak!"


Duyduğu cümleyle Burak, Emre'ye bir bakış attı. Kardeşinin gözlerinde gördüğü ifadeyle onun da aklından aynı şeyin geçtiğini gördü. Dayısı, 13 yaşlarındayken onlara Mors Alfabesini öğretmişti. Ve her seferinde başlamadan önce 'İyi dinleyin!! Bir daha telafisi olmayacak!' der ve 3 kere mors koduyla bunu söyleyerek başlardı mesaja. İkiyle ikiyi toplayan Burak, dikkatini maddeleri sayan kişinin arkasındaki klavye seslerine verdi.


-İyi dinleyin!! Bir daha telafisi olmayacak!-


Gözlerini yere diken Burak, korkuyla yutkunmuştu. Dayısının söyleyeceklerini duymak istemiyordu. Kontrolünü kaybetmesine çok az zaman kalmıştı. Ayakta durmak zorundaydı. Bugün yaşadıkları... Hayatının en zor günleri arasında olmaya adaydı. Üzerine bir de dayısı eklenirse... Mors kodu başladığında düşüncelerini susturdu ve dinlemeye başladı.


-İHA'dan her şeyi gördük! Caner'i bayılttığını biliyoruz. Ve adamlar bunu anlamadan onu oradan çıkartmamız gerekiyor. Ayrıca... Ahmet Binbaşı'nın naaşını da almalıyız. Neyi neden yaptığınızı anladık Üsteğmen Burak! Yaşamanızın tek yolu onlardanmış gibi gözükmek. Farkındayız. Yine de... Bu saatten sonra tek başınasınız. Onlarla yaptığınız anlaşmadan sonra, bu konuşmadan sonra... Sizi arayamayız. Oyunu çakarlar. Ve... Zarar görürsünüz!.. Sakın! Sakın... Evlat! Sakın ölme. Annemle babama tek torunlarının öldüğü haberini veremem ben. Kardeşime... Emanetini koruyamadığımı söyleyemem. Sadece... Sana sadece 45 gün veriyorum. 45 günün sonunda senden herhangi bir haber alamazsam... Rozetimi, üniformamı ve silahımı bırakıp oraya geleceğim. Söz konusu sen olduğunda gözümün hiçbir şeyi görmediğini çok iyi biliyorsun. Gerekirse aşık olduğum mesleğimden bile... Senin için vazgeçerim... Şu andan itibaren Dohuk'un merkezindeki meydanda bir taksi olacak. Plakayı görünce anlarsın bizim olduğumuzu. O lanet yerden kurtulun, o adamları Cehennem'in dibine gönderin ve... Ülkenize geri dönün. Ne olursa olsun yaşayın! Sana yalvarıyorum! Lütfen... Lütfen ölme... Küçük Alfa'm!-


Maddeler okunmaya devam ederken, mors kodunu duyan Burak'ın boğazı düğümlenmişti. Dayısı ona... Küçük Alfa'm demişti! Bu hitabı en son 11 yaşındayken duymuştu. Babası ve annesi ona veda ederken... O günden sonra kimse ona bu şekilde hitap etmeye cesaret edememişti. Hiçbiri yaralı çocuğun yarasını deşmek istememişti.


Şimdi ne değişmişti? Ne değişmişti de... Bana böyle hitap etmişti?


'Kim olduğunu hatırlatıyor sana! Kimin oğlu olduğunu! Alfa'nın oğlu için teröristlerden kurtulmanın çok kolay olduğunu... Hatırlatıyor!'


İçinde verdiği savaşı, Emre'nin sesi böldü.


"Yetmez mi? Anladık! Hayatta kalırsak Ülke'ye girdiğimiz gibi askeri mahkemede yargılanacağız. Bundan sonra askerliği geçtim... Türk Vatandaşı bile değiliz! Yaptığımız şey ihanet. Bu yüzden de cezası müebbet hapis. Merak etmeyin! Kalmadık sizin Ülke'nize. Yaşayacak bir yer buluruz elbet. Şu saçma maddeler çok sıkıcı. Kısa kessek?"


Her cümlesini Burak'a bakarak söylemişti. Dili başka bir hikayeyi anlatırken, gözleri bambaşka bir hikayeyi anlatıyordu. Acı dolu bakışları adamı teselli etmeye çalışıyordu. 'Ben yanındayım!.. Sakın ola yıkılma! Gerektiğinde beraber yıkılırız. Ama şimdi değil!' diyordu.


"İyi anladıysanız sorun yok!" diyen dayısının sesi ile tekrardan telsize döndü bakışları.


"Anladınız mı?"


Merak ediyordu. Sinan Kor'un sorusunun içindeki onlarca duyguyu duyan sadece Burak mıydı? O korku, endişe, ümit ve her şeyden önce yoğun sevgiyi duyan kişi sadece kendisi miydi?


Boğazını temizleyen Burak başını kaldırdı ve güçlü bir sesle yanıt verdi.


"Anladık!" Komutanım!.. Anladım dayım. Anladım. Çok iyi anladım!


"İyi o zaman! Helikopter kazasından dolayı kaybettiğimiz şehitlerimizi almaya yola çıktılar. Helikopteri düşürdüğünüzü söyledik ve tek bir telefonla sınırı geçmek için izin aldık. Başkanınız bile sizden bıkmış durumda. Barış anlaşmasına aykırı bu davranışın hiç hoşumuza gitmediğini bu yüzden de şehitlerimizin kılına zarar gelirse, gerekirse 3. Dünya savaşını başlatabileceğimizi söylediğimizde... Üstünde durduğunuz toprakların başkanı, şehitlerimize dokunmamanızı yoksa... Bize bırakmadan sizi Irak ordusuyla arayacağını söyledi. Bilgilerinize! Ahh bir de... Biz İHA'dan her şeyi izliyorken... Söylediklerime ters bir harekette bulunmamanızın akıllıca bir davranış olacağını da söylemek isterim!"


Sinirle nefes alan lider, tek bir hamleyle telsizi kırdı. Yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilmiş, telsizdeki adamın rahat ve kendinden emin konuşması heyheylerini tepesine çıkarmıştı. Burak, gülümsemesini saklamak için başını öne eğdi. Siz kiminle uğraştığınızı sanıyorsunuz? Biz size pabuç bırakacak insanlar mıyız?


Telsiz parçalarını yere atan adam karşısındaki adamları süzüp keyifle gülümsedi.


"Evveeet beyler! Adım Derbas. Gururla söylüyorum ki... Helikopteri düşüren füzeyi bizzat ben attım!"


Bu cümleyi duyan askerler, öfkeli bir nefes aldı.


"Opss! Kızdınız mı yoksa?"


"A-aaa! Yapma ama! Neden kızalım canım?(!) Neredeyse bizi öldürüyordunuz. İnsan hiç böylesi bir sebepten kızar mı?(!)"


Serkan'ın alaycı sesini duyan Derbas kahkaha attı.


"Etrafınızda 27 silahlı adam var. Ve sizler saçma bir şekilde fazla cesursunuz. Az önce sizi ülkenizden attılar. Bırakın şu damarlarımda Türk kanı akıyor zırvalığını! Tek bir kelimemle gebereceksiniz fakat hala kafa tutuyorsunuz!"


Burak, başını çevirip arkasına baktı. Yerde yatanları Türkiye'ye göndermelilerdi. Yanlış bir hareketleri Caner'in hayatına mâl olurdu. Bu yüzden de... Karşısındaki şerefsizi alttan almak zorundaydı. Bu düşüncelerle konuştu.


"Öyle demek istemedi! Sana karşı değil tepkisi. Yaşama aşık birinin vereceği tipik tepki işte. Kusuruna bakmayın!"


Derbas, gözlerini kısarak Burak'ı incelemeye başladı. Tepkisiz bakışlar karşısında sakinleşti. Adamın rol yapıyor olması imkansızdı. Hiç kimse bu kadar mükemmel rol yapamazdı ne de olsa. Teröristin yanıldığı bir nokta vardı ama. Neredeyse hiç kimse böylesine rol yapamazdı! Tüm hayatını rol yaparak geçiren bir insan içinse... Tepkisiz durmak veya sakin görünmekten daha kolayı olamazdı.


"Öyle olsun bakalım! O sivri dilinizi köreltiriz nasıl olsa. Şimdi... Anlayışla karşılarsınız ki üzerinizde silah olup olamadığını kontrol etmeliyiz. Üniformalarınızı çıkarın. Adamlarım üzerinizi arayacak!"


"Hep İHA'dan tüm dünya izlerken, 27 adam karşısında şov yapmak istemiştim. Direk de istiyorum ama ben. Direksiz striptiz mi olur?" diye mırıldanan Serkan ile Burak'tan bir kahkaha yükseldi.


Herkes, dönüp şok içerisinde ona baktı. Teröristler neden güldüğünü anlamaya çalışıyordu. Askerler ise... Şaşkınlığın âlasını yaşıyorlardı. Burak Aslan kahkaha atıyordu!


"Neye gülüyorsun sen?" diye sordu Derbas sinirli bir sesle.


"Sinirlerim bozuldu. Devam edin siz. Takmayın beni!"


Serkan, bakışlarını Burak'a çevirdi. Adam eğlenen gözlerle kendisine bakıyordu. Burak ona yaklaşarak fısıldadı.


"Ben sana direk bulurum bir ara. Bana özel yaparsın şovu..."


Gülmekten devam edemeyen adam sakinleşmeye çalıştı. Teröristler dik bakışlarla kendisine bakıyordu.


"Burak? Bana dediğinin aynısını diyeceğim şimdi sana. Sen inerken paraşütle kafa üstü yere mi çakıldın oğlum? Ne bu hal?"


Burak, bakışlarını Serkan'a çevirdi. Gözleri acı doluydu. Ciddileşen adam hüzünle mırıldandı.


"Delirmem için öyle bir şeye ihtiyacım mı var sanki? Olanlara baksana!"


"İyi idare ediyordun!"


Burak başını usulca iki yana salladı. Serkan'ın samimi bakışları karşısında konuşmaya başladı.


"Az önce... Bana 'Yaşa!' diyen Komutan var ya..."


"Evet?.. Tanıyor musun yoksa?" dedi Serkan soru dolu gözlerle.


"Tanımak mı?.. Dayımdı!" dedi Burak hüzünle gülümseyerek.


"Bizi mi izliyor şu an?" diyen Serkan, Burak'ın neden bu halde olduğunu anlamıştı. Herhangi bir terslik olmasından korkuyordu. Dayısının buna şahit olmasından...


Burak usulca başını salladı.


"SİZ İKİNİZ! Ne diye kendi aranızda fısıldaşıyorsunuz? Derhal ayrılın!.. Hemen şu adamları da arayın!"


Derbas'ın cümlesi üzerine adamlar Burak ve Serkan'a yöneldi. Korkut ve Emre'nin tüm silahlarını uzak bir yere atmışlar, üstlerinde böcek var mı diye de dedektörle aramışlardı.


"Ahh inanamıyorum. Benim biricik Nazlı'mı attılar! Ahh ahh. Biz onunla ne çatışmalara girmiştik... İHA'dan mesaj mı çaksak acaba? Silahlarımızı da alsınlar. Onu burada bırakamam!"


"Geç Korkut geç! Dua et de alsınlar silahlarını. İşaret işini de unut."


Üniformasını çıkaran Burak altındaki fanilasıyla kalmıştı.


Türkçe bilen teröristlerden biri yaklaştı ve boynunu göstererek "O ne?" diye sordu.


"Bir şey değil!" diyen Burak'ın ses tonu buz gibi çıkmıştı.


"Bu ses tonu da ne böyle? Boynundaki ne diye sordum sana?" diyen adam muskaya uzanmak gibi bir hata yaptı.


Burak, adamın elini sertçe itti.


"Dokunma!" 


Adam pişkince gülüp tekrardan uzandığında "Sana dokunma demiştim. Benden günah gitti!" diyen Burak adamın elini tuttuğu gibi çevirdi. Gelen çıt sesi ile kırıldığı belli olan eli bıraktı ve adamı olanca hızıyla geriye itti. Tüm bunları beklemeyen adam dengesini sağlayamayıp yere düştü. Ve böylece Burak bir anda 25 silahla burun buruna gelmiş oldu.


"NE YAPTIĞINI SANIYORSUN SEN?"


Derbas'ın bağırışı karşısında Burak'ta mimik bile oynatmamıştı. Karşısındaki 25 silahı gram takmayan adam buz gibi bakışlarını teröristlerin liderine çevirdi.


"Onu uyardım! Kendisi kaşındı."


"Gevher?.. Ne oluyor?" diyen Derbas yerdeki inleyen adama döndü.


"Kansız herif bileğimi kırdı. Şu boynundaki her ne haltsa... Ona dokunmama izin vermedi. Bunlar bir iş çeviriyor Derbas! Bu adam normal değil!"


Burak alayla güldü.


"Ben size hiçbir zaman normal olduğumu söylemedim zaten!"


"Bir de alay mı ediyorsun? Ne bakayım o boynundaki?"


Derbas, boynuna uzandığında Burak başını iki yana salladı ve bir adım geri çekildi.


"Derbas geri bas!" diyen adamın dudaklarında olan alaycı gülüş gözlerine yansımıyordu. Gözleri öylesine soğuk bakıyordu ki... Derbas iliklerinin üşüdüğünü hissetti. Adamın onca silah karşısında böylesine cesur tavırlar sergilemesi liderin gözünü korkutmuştu. Bakışlarını bir anlığına yerdeki adamına çevirdi. Eğer... Aynı muameleye tüm adamlarının önünde maruz kalırsa... Örgütün başı olan Seymen onu gebertir yerine de başkasını geçirirdi. Derbas'ın ise böyle bir şey yaşamaya hiç niyeti yoktu.


Otoritesini korumak isteyerek adamlarından birkaçına emir verdi.


"Yakalayın! Ve muskayı alın!"


4 adam, aldıkları emirle birlikte Burak'ın üzerine doğru yürümeye başladı. Adamlar yanına yaklaşırken Burak, bıyık altından alayla güldü. 4 kişiyi geçtim 40 kişi de gelse hiçbir güç benden muskamı alamaz!


İlk adam kendisine yeterince yaklaşınca karnına tekme atan Burak, ikinci adamı yakasından hızlıca kendine çekerek kafa attı. Üçüncü adamın sağ tarafına doğru hamle yapmasıyla geriye çekildi ve yumruk yaptığı eliyle burnuna vurdu. Arkasından yaklaşan dördüncü teröristi hissettiğinde bir adım geriye gidip yüzüne sert bir şekilde dirseğini geçirdi. Tüm bunların çok kısa sürede gerçekleşmesi ve hamlelerini hepsinin iş bitirici bir sertlikte olması karşısında teröristler duraksadı.


Derbas, kendisine bakan adamlarını hissettiğinde nefret dolu bakışlarını Burak'a çevirdi. Kendisine meydan okuyan bakışlarla bakan askeri gördüğünde elini belindeki silahına attı ve Burak'ın başına doğru doğrulttu.


"O muskada ne var? Ne saklıyorsun? Göster! Yoksa... Beynine kurşunu yersin."


Burak, sinir bozucu bir kahkaha attı. Bu tepki karşısında Derbas'ın silahı tutan parmakları kasıldı.


"Rica etsem(!) silahı kalbime doğru tutar mısın? Madem öleceğim... Beynimden vurulmaktansa kalbimden vurulmayı tercih ederim!"


Burak'ın cümlesi üzerine Emre hüsranla gözlerini kapattı. Aklını Dilek annesinin kalbine saplanmış bıçak ve Yiğit babasının kalbindeki kurşun izi doldururken kesik bir nefes aldı.


"Hâlâ mı alay ediyorsun? İyi o zaman! İstediğin gibi olsun!" diyen Derbas silahını Burak'ın kalbine doğrulttu


"Boynundakini de cesedinden alırız artık" diye mırıldandıktan sonra silahının horozunu indirdi.


Adamın tetiğe basmak üzere olduğunu gören Emre, Burak'a baktığında gözlerini kapatmış olduğunu gördü. Dudaklarındaki gülümseme miydi?


"Bencil pisliğin tekisin Alfa!" diye mırıldanan Emre, Derbas'a dönerek bağırdı.


"ALYANS!"


Emre'nin bağırışı üzerine tüm bakışlar ona dönmüştü.


"Ne?" diyen Derbas ile birlikte Emre öfke dolu bakışlarını Burak'a çevirdi. Burak'ın sert bakışları karşısında güldü. Ve Burak Efendi yine her zamanki gibi! İstediğini istediği şekilde yapar fakat sen bir şey yapmaya kalkınca ters ters bakar!


Burak'ı takmayan Emre, Derbas'a döndü.


"Muskanın içinde alyans var!"


Kahkaha atan Derbas kaşlarını kaldırarak konuştu.


"Buna inanacağımı mı düşünüyorsun?"


"İnanmasan da gerçek bu!" diye mırıldandı Emre.


Derbas, Burak'a döndü. 35 yıllık hayatı boyunca yüzlerce insanla tanışmıştı. Fakat hiç karşısındaki gibi birine rastlamamıştı.


"Muskayı aç ve içindeki alyansı çıkart! Tabii gerçekten de alyans varsa(!)."


Burak kaşlarını kaldırdı ve dalga geçercesine adama baktı. Gerçekten de bunu yapacağına inanıyor muydu?


"Oldu canım başka(!). İstersen çıkarttıktan sonra vereyim de incele. Parmağına falan tak hatta(!)."


Tüm bu konuşma boyunca sessiz kalan Serkan derin bir nefes aldı. O muskanın içinde gerçekten de alyans mı vardı bilmiyordu. Bildiği tek şey Burak'ın muskayı vermemek için ölümü göze alacak olmasıydı. Bu duruma el atmazsa Burak'ın zarar göreceğini anladığında konuşmaya başladı.


"Derbas? Artık gitsek diyorum! Yakında Türkler gelecek ve benim onlar tarafından yakalanıp ömrümün sonuna kadar küçük bir hücrede tutulmaya hiç niyetim yok!"


Fazla zaman kaybetmişlerdi. Gelen ekibin kaç kişiden oluştuğunu bilmiyordu fakat buradaki teröristlerden az olacağına emindi. Çatışmaya hazır olmayan askerlere de zarar gelmesin diye bir an önce buradan gitmeleri gerekiyordu. Ayrıca... Caner uyanmamalıydı! Uyanırsa onları bu dağ başında asla yalnız bırakmazdı. Ve hiçbiri de bunu istemezdi. Caner'in yanı karısının ve kızlarının yanı olmalıydı!


Derbas'ın ve Burak'ın ona baktığını görünce bakışlarını teröriste dikti.


"Eğer onu öldürürsen... Sana teslim olan birini öldürmüş olacaksın. Türkiye bunu sana karşı çok güzel kullanacaktır. Bizim teslim olmamız onları yere serdi. Kalkmak için her şeyi yapacaklardır. Bu durumda... Yanan sen olursun. Bizim teslim olduğumuzu bildiren beyaz bayrağı taşıyan kişi, şu an silahını doğrulttuğun adam! İHA'dan izlenirken... Onu öldürmenin akıllıca bir hamle olacağına emin misin?"


Derbas öfkeyle nefes aldı. Serkan'ın haklı olduğunu farketmişti.


"Dedektörle aradınız mı?"


Derbas'ın sorusu üzerine elinde dedektör olan adam usulca Burak'a yaklaştı. Bakışları duyduğu korkuyu yansıtıyordu.


"Merak etme yemem! Yanlış bir şey yapmadığın sürece." diye fısıldadı Burak adama doğru.


Terörist, göz teması kurmaktan kaçınarak dedektörü adamın bedeninde dolaştırdı. Boynuna geldiğine kolunu biraz uzak tutmuştu. Burak'tan gerçekten de korkuyordu!


"Temiz!" diye bildirdi geri çekilerek.


"İyi! Şimdilik o muska sende kalsın. Gideceğimiz yerde sana öyle işkenceler yapacağım ki... Kendi isteğinle vereceksin o boynundakini!"


Burak'ın kendi kendine güldü.


"Sen öyle diyorsan Yüce Derbas(!)."


"YETER!" diyen ses ile bakışlar yine Emre'ye döndü.


Emre ise bu bakışları hiç takmadan Burak'ın gözlerine bakıyordu. Az önce yaşananları yeni idrak etmeye başlayan Burak gözlerini kaçırdı. Kardeşinin gözleri önünde az daha öldürülüyordu. İHA'dan izleyen dayısını saymıyordu bile...


"Xaza araçları gönderin!"


Derbas'ın telsizi ile verdiği emir üzerine kısa sürede arazi araçları geldi. Onların gelmesiyle birlikte teröristler harekete geçti. Askerlerin elini bağladıktan sonra başlarına siyah bir çuval geçirdiler ve fırlatırcasına aracın içine attılar.


Yaklaşık 45 dakika süren yolculuktan sonra arabalar durdu. Arabadan inen adamlar soğuk hava karşısında bir an titrediler. Kafalarındaki çuvaldan dolayı nerede olduklarını bilmeyen askerler, ayaklarının altında ezilen karı ve yanlarından geçtikleri ağaçları hissettiklerinde şehirden ayrıldıklarını anladılar. Kollarından tutularak götürülen adamları oldukça uzun bir dağ yolu bekliyordu.


🐺 


Mağaranın kapısının arkasından kapatılmasıyla başlarındaki çuvalları çıkardılar.


Hepsi de aynı anda anlaşmış gibi mekanı aramaya başladılar. Herhangi bir dinleme cihazı ya da ters bir şey bulmadıklarında derin bir nefes alan Korkut konuştu.


"İyi ki ellerimizi çözdüler. Yoksa biz çözmek zorunda kalacaktık ve... Bizdeki potansiyeli görmeleri şimdilik iyi olmaz. Adamlardaki şansa bak be! Düşüre düşüre özel bir timin helikopterini düşürdüler."


Bulundukları mağara genişçeydi. Giriş yerine demirden bir kapı yapılmıştı. Tepede bir yer oyuk olduğu için gökyüzü görünüyordu. Bu hepsi için çok iyi bir haber olsa da içeriye yağmış olan kar ve gelen soğuk bunun pek de sevinecek bir şey olmadığının işareti gibiydi. Mağaranın bir kısmında bir oyuk vardı ve orası da tuvalet olarak düzenlenmişti.


Yatak olarak kullanılan samanları ve battaniyeleri gören Korkut beğeniyle başını sallayarak samanlardan birine oturdu.


"Bence gayet de 7 yıldızlı bir mağaradayız. Manzaramız var. Yatağımız, battaniyemiz var. Mahremiyetimiz bile var. Daha ne olsun!"


Diğerleri onun bu haline gülümsedikten sonra samanların üzerine oturdular.


"Sizi bilemem ama ben hayatımın en mükemmel gününü yaşıyorum valla. 'Ölmeden önce yapılacaklar' listemin 2 maddesini tamamladım." dedi Serkan gülerek.


"İlkini biliyorum da ikincisi?" diye sordu Burak. Emre'nin yüzüne bile bakmıyor olması canını yakmıştı. Emre zaten hiçbir şey söylemeden göreve çıktığı için ona öfkelenmişti. Üstüne bir de az önce yaşananlar... Kardeşinin bu sessizliği yakında büyük bir kavga edeceklerinin habercisiydi.


Serkan, Burak'ın sorusuna şaşırsa da cevap verdi.


"Ne olacak? Tabii ki de dağa kaldırılmak!"


Burak, tebessüm etti ve başını iki yana salladı. Serkan onun bu tepkisi karşısında sahte bir korkuyla konuşmaya başladın.


"Burak? Beni korkutuyorsun. Söylediklerime önce kahkaha attın şimdi de tebessüm ediyorsun. Direk muhabbetinden sonra... Ben kızlardan hoşlanıyorum ha! 7 yıldızlı mağara aklını karıştırmasın. Yanlış şeyler düşünme."


"Ekibin Zevzek'inin Korkut olduğunu zannediyordum. Bakıyorum da sen onu geçtin Serkan. Fazla kortizol (stres hormonu) kafa yaptı sende sanırım!" dedi Burak laf sokarak. İğneleyici ses tonunun aksine... Adamın gözlerinde haylaz ışıltılar dolanıyordu.


Serkan gülümsedi. Bu gülümseme oldukça samimiydi.


"He şöyle! Aramıza hoşgeldin Burak Aslan. Ne o öyle iyi geçinmeler falan. Alışkın değilim seninle 2 insan gibi konuşmaya. Yanlış şeyler düşündüm bak senin yüzünden."


Burak, gülümsemesini saklamak için başını öne eğdi. Serkan'a diyordu fakat kortizol onda kafa yapmıştı anlaşılan. Bulundukları durum sürekli gülmek istemesine sebep oluyordu. Bu gülümseme çoğunlukla sinirleri bozuk olduğundan gerçekleşiyor olsa da... Karşısındakinin samimiyetiyle gerçek bir gülümseme de olabiliyordu. Keşke hiç düşünmeden geyik muhabbeti yapabilsem.


Burak kendi düşüncelerine şaşırdı. En son lisedeki arkadaşlarıyla bu tarz muhabbetler yapmıştı. Akademideyken hep bir resmiydi. Emre'yle konuşmaları haricinde neredeyse kimseyle muhatap olmazdı. Ahh bir de Serkan'la kavgaları vardı işte. Onun haricinde hep antrenman yapar, okula odaklanırdı. Aklında sürekli 'Ben büyünce asker olacağım!' cümlesi yankılanırken, sonrasında yaşananları hatırlarken kimseyle konuşmak veya gülmek istemiyordu. Zaten göreve başladıktan 2 ay sonra yaşananlar... Onu bir kez daha büyütmüştü. Aklına o gün gelirken Burak arkasına yaslandı.


15 gün boyunca dağda kaldıkları bir zamandı. Resmi olarak 2. büyük göreviydi. O kanı bozuk şerefsizler sınırdaki bir köye saldırmış ve dağa kaçmışlardı. Kaçarken yanlarına köyden birkaç kişi de almışlardı. Burak'lar köyü koruma altına aldıktan sonra dağdaki inlerine baskın yapmışlardı. Kısa süre sonra duyduğu bir silah sesiyle mağaradan ayrılmış ve vurulduğu için kolunu tutan genç bir kadını görmüştü. Kafasına silah dayayan bir terörist ile birlikte... O anda tamamıyla refleksle hareket etmiş ve silahını ateşlemişti. Başından vurulan adamın daha yere düşmeden öldüğünün farkındaydı. Ve böylece Burak 22 yaşına gireli sadece 12 gün olmuşken kendini katil olarak bulmuştu. Bu olaydan sonra günlerce kabus görmüştü. Sürekli değişen! Gördüğü kabuslar adamı öldürmesi üzerine değildi ama. Öldürememesi üzerineydi. O kadını kurtaramaması üzerineydi. Çünkü... Adam yere düştüğü anda 'ANNE!' diye bir feryat kopmuş ve az ilerideki kayanın arkasından 10 yaşlarında bir erkek çocuğu fırlamıştı. İkilinin hıçkırıklar eşliğinde birbirlerine sarılışını gören Burak bu manzaraya daha fazla bakamamıştı. Arkasını dönüp giderken bacaklarında hissettiği kollarla durmuştu. Yüzünden akan yaşları sildikten sonra derin bir nefes almış ve arkasındaki küçük ufaklığa tebessüm etmeye çalışarak dizlerinin üzerine çökmüştü. Kadının şükran dolu bakışları ve boynuna sarılarak hıçkırıklarla teşekkür eden o küçük çocuk karşısında bir kez daha keşke demişti. Keşke o lanet günde birisi de bizi kurtarmış olsaydı.


"Nerelere daldın yine?"


Burak, Emre'nin sorusuyla ona baktı. Adamın gözlerindeki kızgınlık olduğu gibi duruyordu. Yine de her ne kadar kızmış olsa da... Söz konusu Burak olduğunda, Emre için endişe her zaman daha ağır basıyordu. Yaptıklarından dolayı suçluluk hisseden Burak 'Hiçbir yere' demek yerine gerçeği söyledi.


"Mağarayı görünce... Akademiden mezun olduktan 2 ay sonra yaşanan olay geldi aklıma. Gerçi... Tek mağara da değil ya bunun nedeni!"


Emre, şaşkınlıkla Burak'a baktı. Böylesine dürüst bir cevap beklememişti.


"Şaşkınlığını da... Kızgınlığını da sonraya saklasan? Önce nerede olduğumuzu bir bulalım. Neler yapacağımızı bir konuşalım. Olur mu?"


Emre usulca başını salladıktan sonra ayağa kalktı. Mağaranın açık kısmından dolayı karla kaplanmış zemine doğru yürüdü. Burak, bir tane taş alıp yanına gitti.


"Ne yapıyorsunuz?" diye sordu Serkan onlara yaklaşarak. Korkut da oturduğu yerden merakla kalkmış yanlarına gelmişti.


"Nerede olduğumuzu bulacağız. Şimdi sessiz olursanız sevinirim. Sonra anlatırız nasılını!" diyen Emre, Burak'a bakarak sordu.


"Kim çiziyor?"


"Sen çiz istersen. Ben kontrol ederim. Sonra da... Süreyi söylersin."


Taşı alan Emre karın üzerine çizgiler çizmeye başladı. Sağ, sol, sol, sağ, sağ, sağ, sol...


Korkut ve Serkan birbirlerine baktı. Ne oluyordu?


Emre şekilleri çizdikten sonra Burak bir bakış attı. Burak onu onaylayınca mırıldanarak çizgilerin altına sayılar yazmaya başladı.


"11 dk. sağa, 4 dk. sola, 20 dk. sola, 5 dk. sağa..."


Tüm çizgiler bittiğinde Burak çıkan tabloyu inceledi. Gözlerini kapatarak duran adam bir süre sonra aniden gözlerini açtı.


"Simele! Simele'deyiz."


[Simele: Duhok ilinde bulunan bir şehirdir.]


"Nasıl anladın? Yani... Bu neydi şimdi abi?"


"Emre'nin müthiş bir zaman algısı var. Beyninde sürekli işleyen bir mekanizma var. Her dakikayı istemsizce hesaplıyor. Ben ise... Küçüklüğümden beri haritalarla haşır neşirim. Büyüdükçe... Şehirler, ilçelere kadar gitti bu durum."


"Sanırım ülkelere de sıçramış ha?"


Burak, Serkan'a bir bakış atsa da sessiz kaldı.


"Simele'deysek geçmiş olsun. Yarından itibaren önümüzdeki 27 gün boyunca tipi olacak çünkü." diye mırıldandı Serkan arkasına yaslanarak.


"Nereden biliyorsun?" diye sordu Burak inceleyen gözlerle.


"Sen geceleri uyuyamadığından haritaları ezberlerken, ben de hava durumlarını ezberliyordum da ondan!"


Serkan'ın acı dolu sesini duyan Burak bakışlarını kaçırdı. Yıllar boyu ikisi de acılarını birbirinden çıkarmış bilerek veya bilmeyerek birbirlerinin canlarını yakmışlardı. Aralarındaki sessiz ateşkesin geri dönüşü de olacak gibi değildi. Çünkü Serkan, Burak'ın sakladıklarını görmeye başlamıştı. Bugünden sonra Burak ne yaparsa yapsın altında bir anlam arayacaktı. Gerçi Burak... Kendisini böyle anlayan bir dost bulmuşken kaybetmek istemiyordu. Bu yüzden de sordu.


"Neden hava durumu?" 


Burak'ın samimi bakışları karşısında Serkan derin bir nefes aldı.


"12 yaşlarındaydım. Kaldığım yetimhanenin müdürü... Pisliğin tekiydi. Okula gitmemiz gerekirken bizi bir fabrikada çalıştırır, herhangi birine söylersek de... Bizi dışarı atmakla tehdit ederdi. Bir gün... Kafam attı. Yetimhaneden kaçtım. İlk gün her şey iyiydi aslında. İlk defa gördüğüm sokaklarda gezdim. Parka gittim, oynadım. Gece olunca... Biraz korksam da.. Karanlığa alışkındım. Yalnız kalmaya da... Bir oyun parkı buldum. Borulu kaydırağın içine girdim uyudum.Kaçarken yanıma... Müdürün odasından para da almıştım. Fabrikadan kazandığım para! Karnımı öyle doyuruyordum. Zaten insanlar beni o halde görünce ya indirim yaptı ya da bedavaya verdi. 16 gün böyle sokaklarda dolaştım. 16. gün... Kar yağdı. O kadar güzeldi ki! Saatlerce oynadım fakat akşam olduğunda... Hava çok soğuktu! O kadar çok soğuktu ki... Gözyaşlarım yanaklarımdan yere düşmüyor, donuyordu. O günden kalma bir alışkanlık işte. Her gördüğüm yerde hava durumuna bakıyorum. Günler sonrasını inceliyorum. Helikoptere binmeden önce de... Sınır ve sınıra yakın her yere baktım. O yüzden biliyorum!"


Mağarayı bir sessizlik kaplamıştı.


"Hadi ama! Bu suratlar ne böyle? Cenaze mi var? Yaşadım geçti işte. Her şey geçmişte kaldı."


"Kalmıyor. Hiçbir zaman geçmiş, geçmiş olarak kalmıyor Serkan. Maalesef!"


Burak'ın cümlesi üzerine Serkan bakışlarını ona çevirdi.


"Sen... Ne yaşadın Burak?"


Burak acı bir şekilde gülümsedi.


"Tahmin et diyeceğim de... Edemezsin!"


Tam bu sırada mağaranın kapısı açıldı.


"Evveeet! Muska! Gel bakalım. Derbas seni istiyor. İşkenceye senden başlayacakmış!"


Loading...
0%