@yasminiesa
|
"Offf! Ben çok sıkıldıııım. İsyaaaaaaaaan! Help we! Yeter amaaa. Sıcak su istiyoruuum. Pizza istiyoruuum. Yatak istiyoruuum. Kan şekerim düştü. Bu yüzden tatlı da istiyoruuum. Sonr..." "Beynimi si*tin. Bu yüzden de ağzını burnunu kırmak istiyoruuum" dedi Burak bıkkınlıkla. "Aman Ali Rıza Bey ağzımızın tadı kaçmasın. Demeyin şöyle şeyler!" diye mırıldanan Korkut, haylaz bakışlarını Burak'a çevirdi. Geçen günlerde Zevzek'liğinin hakkını vermiş ve sürekli milletle uğraşmıştı. Tamı tamına 19 gündür bu lanet mağarada hapis bulunuyorlardı. Gördükleri işkenceler yüzünden bedenleri yara bere içinde kalmış, psikolojileri alt üst olmuştu. Onları asıl yaralayan kendilerine yapılan işkenceler değil, kardeşlerine yapılanlardı. Burak, Emre'nin yaralarını gördükçe küfürler edip kapıyı yumrukluyor ve kendilerini de almalarını sağlıyordu. Bu durum yüzünden diğerleriyle sürekli atışsa da... Onları dinlemeyen genç adam mazoşistlikte sınır tanımıyordu. "Bunaldım. Şu Serkan'ı artık getirsinler de... Bir havalandırmaya çıkayım!" diye mırıldandı Burak mağaranın tepesindeki açık tavana bakarak. Hilal şeklindeki ayı izleyen adam gözlerini kapattı. İlk geldikleri gün, Emre çocukluğunda aldığı Panter lakabının hakkını vererek neredeyse düz duvara tırmanıp tepeye çıkmıştı. Oradan bulduğu birkaç büyük taş parçasını aşağıya vererek bir yükselti oluşmasını sağlamıştı. Askerler, bu yükselti sayesinde istedikleri zaman mağaranın tepesine çıkmaya başlamışlardı. Artık bir rutin halini almıştı. Ne zaman biri bunalsa 'havalandırma' adı verdikleri tepeye çıkar, orada kendiyle baş başa kalıp toparlandıktan sonra mağaraya geri inerdi. Korkut, arkasına yaslanarak derin bir nefes aldı. Kaç dakikadır yaptığı şaklabanlıkların tek sebebi 2 saat önce götürdükleri Serkan'a yapılanları düşünmek istememesiydi. Defalarca kez diğerleri götürülürken 'Onun yerine beni alın!' demek istese de Burak'ın uyaran bakışları karşısında sessiz kalmıştı. Geldikleri ilk gün komutanı onları bu konuda uyarmıştı. En büyük zaaflarının birbirlerine karşı besledikleri sevgi olduğunu anlarlarsa bunu kendilerine karşı kullanacaklarını ve... Bunun sonunun ise hiç iyi bitmeyeceğini söylemişti. "Serkan abimin gelmesini sadece havalandırmaya çıkmak için istiyorsun yani. Öyle mi abi? Endişelendim demek bu kadar mı zor?" Burak, gözlerini açmadan sessiz bir şekilde oturmaya devam etti. Korkut başını olumsuzca salladı ve konuşmayı kesti. Az ilerideki saman yatakta uzanan Emre yerinde doğrularak oturdu. "Şu tipi ne zaman bitecek Allah aşkına? Bugün neredeyse kar yağmadı fakat... Serkan 23 gün demişti. 4 gün daha mı bekleyeceğiz? Ayrıca şu Ziyar denen adam gelecekti hani. Öyle dememiş miydin?" Burak gözlerini açmadan omuzlarını silkti. Başı ağrıyan adam öylesine yorgundu ki... Geçtikleri 19 günde sadece 22 saat uyuyabilmişti. Gerçi onda da uyumamış, uyuyakalmıştı! Kabus görmemek için sürekli diken üstünde duran Burak, işkencelerin de oluşturduğu yorgunlukla 3. günde dayanamayıp oturduğu yerde sızmıştı. Serkan'ın omuzlarından silkelemesiyle uyanan adam, şu anda yaslandığı duvara yaslanıp inlemişti. Yıllar sonra ilk defa geçmişteki olayı sanki dün yaşamışcasına canlı bir şekilde görmüştü. Ve bu genç adamı mahvetmişti. O günden sonra, onun gibi geceleri pek uyumayan Serkan'la aralarında sözsüz bir anlaşma daha yapmışlardı. Birisi uyurken diğeri asla uyumuyor, kabus gördüğünde ise hemen uyandırıyordu. Burak, gözlerini açarak Emre'ye baktı. Buraya getirildiklerinden beri araları pek de iyi değildi. Emre'nin sorduğu sorulara sessiz kaldığı ve sürekli adamların ona işkence etmesini sağladığı sürece de bu böyle devam edecekti. Farkındaydı! Demir kapının açılmasıyla Burak oturuşunu dikleştirdi. Bunu farkeden Korkut tebessüm etti. Bu iki katır birbirlerine bal gibi de değer veriyorlar. Tabii bunu asla itiraf etmezler. Katır inadı işte ne olacak? İçeri giren Serkan yorgun bir şekilde samandan yatağına oturdu. "Anlatacaklarım var" diyen adamın sesi çatlak çıkmıştı. Berbat haldesin be Serkan. Önce bir dinlen. Sonra söylersin her ne söyleyeceksen. Zamanımız bol nasıl olsa. Burak, düşündüklerinin aksine gıcık bir sesle konuştu. "Valla 2 saattir sesini duymadığım için gayet rahat vakit geçiriyordum. Bu yüzden rica ediyorum bir yarım saat daha konuşma!" Söylenenler karşısında Serkan güldü. Gümesiyle birlikte de -karnına atılan tekmeler sağ olsun(!)- bir anda nefesi kesildi. Kendine geldikten sonra alaycı bir sesle konuşmaya başladı. "Ahh! Güldürmesene ama aşkım. Sevgilin yaralı. Bu arada... Benim için endişelendiğini o zümrüt yeşili gözlerin anlatıyor zaten. Bırak şimdi gıcıklığı da gel yamacıma, yaralarımı sar." Burak, Serkan'ın sözlerine gülmedi. Çünkü adamı inceleyen gözleri gördüklerinden hiç memnun kalmamıştı. "O kadar mı kötüydü?" Burak'ın fısıltıyla söylediği cümle mağaraya bir bomba misali düştü. Şu ana kadar aralarındaki en büyük tabu, o demir kapının dışında yaşananlardı. Hiçbiri bir diğerine deliler gibi dövüldüğünü, sırtına kırbaçlarla yol yapıldığını, bedenine bıçakla kesikler atılıp o kesiklerin tuzla bulandığını, ayaklarının bir leğen dolusu suya batırılıp elektrik verildiğini ve zehir/panzehiri deneyleri arasında yüzüp durduğunu anlatmamıştı. Anlatamamıştı demek daha doğru olurdu sanırım. Bu yaşadıklarını kim anlatabilirdi ki? Serkan derin bir nefes aldı ve başını öne eğdi. 10 saniye kadar kısa bir süre sonra ise başını tekrar kaldırıp Burak'ın tam gözlerinin içine baktı. "Daha da kötüydü!" Mağarada oluşan sessizlik, çığlıklardan çok daha beterdi. O sessizlik öylesine kelimelerle/cümlelerle, sustuklarıyla doluydu ki... Adamların hepsi çok iyi biliyorlardı. Bir daha asla o helikoptere binmeden önceki kişi olamayacaklardı. "Asıl yorgun düşüren şey zehir. Her geçen gün zehiri arttırıyorlar. Panzehiri ise azaltıyorlar. Bedenimiz hep bir savaş halinde o yüzden. Öldürmüyorlar belki ama... Süründürüyorlar. Kaçmaya kalkarız diye ödleri kopuyor bu yüzden de bizi yorgun düşürmek için her şeyi yapıyorlar!" diyen Serkan arkasına yaslandı ve beklenen haberi verdi. "Ziyar sonunda geldi!" Burak'ın sürekli işkence için gitmesinin diğer bir sebebi de bilgi toplamaktı. Zayıf iradeli adam sürekli bayılıyordu(!). Her seferinde onu taşımakla uğraşmak istemeyen adamlar ise onu öylece bırakıyorlar ayılınca(!) devam ediyorlardı. Onların bu molalarda aralarında ettikleri muhabbeti zihnine kazıyan asker planlarını öğrenmekle kalmamış liderlerinin Seymen denilen bir kimse olduğunu, Ziyar ismindeki yeğeninin de varisi olduğunu öğrenmişti. "Ziyar'la karşılaştın mı? Nasıl biri?" diye sordu Burak. Derbas ve yancıları adam hakkında bir sürü şey söylemişlerdi. Burak, söylenenlerin çekememezlikten mi kaynaklandığını yoksa gerçekler mi olduğunu merak ediyordu. "Garip! Yani... Derbas gibi değil. Karanlık bir tarafı var gibi hissettim ama... Değişik bir bakış da yakaladım. Şöyle anlatayım. Küçükken tanıştığım, sürekli yurda gelen bir adam vardı. Her zaman iyilik yapar, birilerine yardım ederdi. Ama ben onda hep farklı bir hava sezer, hatta çoğu zaman da ondan korkardım. İyi biriydi ama... Bakışlarında - ufacık bir yerde- bir karanlık vardı. Çoğunlukla da pişmanlık! Sonradan öğrendim. Yıllarca hapis yatmış çünkü... Karısını öldürmüş. Ziyar için de aynısını hissettim." "O zaman doğru" diye mırıldandı Burak. "Ne doğru abi?" diye sordu Korkut hepsi adına. "Derbas'ın yancıları... Adamın geçmişte çok kötü olduğunu fakat... Kızı olduğunu öğrendikten sonra yumuşadığını söylemişlerdi falan. Öyle işte yaa. Önemli mi sanki? Teröristlerle iş birliği içinde mi? İçinde. Gerisi fasa fiso. Eee... Başka ne öğrendin? Hem... Bu karda buraya nasıl gelmiş?" "Buralara yakın başka bir mağaradaymış. Kar bugün kesilince gelmiş. Bizim için! Ne kadar da değerliyiz ama(!)." Serkan'ın alaylı cümlesini takmayan Burak yerinde doğruldu. Ve hızlı hızlı sorularını sıraladı. "Başka mağara? Ne dediler? Anladın mı?" Serkan, gözlerini kısarak adama baktı. Yine o kafasında ne tilkiler dönüyordu acaba! "Kürtçe konuştular. Duyabildiklerimin çoğunu anladım. Gerçi kastedileni pek anlamadım ama... Sanırım sen anlamışsın!" Serkan'ın son cümlesi ima ile doluydu. Burak'ın öğrendiklerini kendisine saklamasına ayar oluyordu çünkü. Bunu farkeden Burak başını usulca salladı. "Tamam. Tamam. Anlatacağım! Önce sen öğrendiklerini söyle." "Diğer mağarada bir şey üzerine çalışıyorlarmış sanırım. Ziyar neredeyse hazır olduğunu söyledi. Bunu söylerkenki hevessizliği gözümden kaçmadı da değil... Bizim hakkımızda bilgi falan aldı işte. Derbas iti de büyük plana az kaldığını söyledi. Şimdi... Bu büyük plan ne? Bildiklerini söyle artık!" Burak, sıkıntıyla başını kaşıdı. Derin bir nefes aldıktan ayağa kalktı. Bir süre mağarada volta attıktan sonra arkadaşlarının tam karşısına ,bağdaş kurarak, oturdu. Gözlerini, onu izleyen adamların üzerinde dolaştırarak anlatmaya başladı. "Yaklaşık 1 ay sonra Ankara'da... Tüm büyükelçilerin katıldığı bir toplantı olacak. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama... Bir şekilde bu gizli bilgiye ulaşmışlar. İçeride adamları olduğuna eminim." "Ve? Bahsedilen silah... Nasıl bir silah?" diye sordu Emre endişeli bir şekilde. Burak, esefle başını salladı ve fısıldayarak yanıtladı. "Kimyasal..." Korkut, faltaşı gibi açılmış gözlerle komutanına baktı. "Normal bir bomba değil de... Kimyasal bomba mı? Daha geçen gün... Türkiye kimyasal silah (bomba) alımıyla alakalı bir anlaşma yapmadı mı? Her şey planlı mıydı yani? Uçağı düşürmeleri de... Bizi öldürmemeleri de... Bu felaketi bizi kullanarak mı yapacaklar? Hayır her şeyi geçtim... Böyle bir şeyi kabul edeceğimizi düşündüklerine göre... Kafayı yemiş olmalılar!" "Türkiye'nin başkentinde yapılan ve tüm ülke elçilerinin bulunduğu bir binayı patlatmak mı? Bu zaten başımıza büyük bir iş açar. Bir de bunu... Türkiye Cumhuriyeti yapmış gibi mi gösterecekler. Bunu yapamazlar! Hem... Bizden biri de katılacak. Bunu Türkiye'nin yapmadığı..." Burak'ın başını olumsuzca sallaması üzerine Serkan duraksadı ve adama baktı. "Bildiklerinin hepsini anlatır mısın lütfen? Planları ne Burak?" Burak, elini ağrıyan başına götürdü ve ovuşturdu. "Bizden katılacak kişiyi saf dışı bırakacaklar. Şimdilik planları ufak bir trafik kazasında hafifçe yaralamak. Sonrasında... Bizim içinde bulduğumuz bir arabayı binaya sürüp patlatmayı düşünüyorlar. Zaten 'Türk askeri ölmemek için düşmana teslim oldu!' manşetiyle adımızı çıkardılar. Patlayan araçta üniforma kalıntıları bulunduğunda 'Türkiye'nin diplomatı trafik kazası süsü vererek toplantıya katılmadı, patlamayı yapan da Türk askerleriymiş. Her şeyi planlamışlar' vb. haberlerle ortalığı aleve verecekler." "Bunu nasıl yapabilirler?" diye mırıldandı Emre şok içinde. "Yapamayacaklar! Ne olursa olsun durduracağız onları!" dedi Burak sert bir sesle. "Böyle bir şeyi yapmaya nasıl cesaret edebilirler?" dedi Serkan tiksinti dolu bir sesle. "Örgütün başındaki Seymen... Şu an Irak'ın aradığı Engerek lakaplı cani!" "Sırf istediği para yardımını alamadı diye aralarında -okul gezisinde olan- 70 çocuğun da bulunduğu bir binayı hiç acımadan tarayan şerefsiz mi?" diye sordu Emre öfkeli bir sesle. Burak'ın başıyla onaylaması üzerine adamlardan çeşitli küfürler yükseldi. "Peki n'apacağız?" "Kurtulmadan önce adamlardan Seymen'in yerini öğreneceğiz. Buradan çıkınca da ilk iş o kimyasal silahın bulunduğu mağaraya gidip silahı imha etmek olacak. Bizi şu an Duhok'da bekleyen askerle buluşunca da... Irak'taki yetkililere haber veririz. İlgili yerlere baskın yaparlar!" Serkan, yorgunlukla arkasına yaslandı. İlk günden beri adamların tüm işkencelerinden sonra yaralarına (sertçe!) pansuman yapıp, açık kesiklerini (uyuşturmadan!) dikmelerine bir anlam verememişti. Onları öldürmemek için verdikleri çabanın nedenini hiçbir şekilde anlamamıştı. Fakat öğrendiklerinden sonra... Şimdi anlıyordu. Bakışlarını Burak'a çevirdi. "Oğlum madem tüm bunları biliyordun... Niye bize anlatmadın?" "Ne farkedecekti Serkan? Bilseniz de bir şey yapmayacaktınız. Bu yüzden de söylemem saçma olurd..." Burak, Emre'nin, alkışlamaya başlamasıyla duraksadı ve kaşlarını çatarak ona döndü. "Veee... Burak Kılıç sahalarda." Duyduğu hitapla yumruklarını sıkan adam öfkeyle soludu. "Sakın! Kaşınıyorsun Emr..." "Kaşı o zaman Burak! Bilseniz de bir şey yapamayacaksınız deyip kestirip atman... Hayatın boyunca hiç karşındakini düşündüğün oldu mu acaba? Ona saygı duyup bir şeyler paylaştığın!.. Yanında olmasına izin verdiğin..." Emre, acı bir şekilde gülerek ayağa kalktı. Kime ne anlatıyorsam... "Belki de karşımdaki için susuyorumdur?" "SUSMA!! Ben senden ne zaman susmanı istedim ha? Söylesene! Sana neyin olduğunu sorduğum her seferinde beni tersleyip duruyorsun. İstemiyorum Burak bunu! Bana yapma bari be. Kardeşinim lan ben senin. KARDEŞİN!" İkili sakinleşmeye çalışarak nefesler alıp veriyorlardı. Serkan, kavganın yumruklarla bitme ihtimaline karşı her an tetikte bekliyordu. "Gerçi... Sanırım kardeşlik senin için pek bir şey ifade etmiyor. Küçük kardeşini hastanede bırakıp gitmene bakılırsa..." "Emre..." "Ne? Ne Emre'si? Söyle! Ne Burak ne? Kaç gündür bu lanet olası mağaradayız! Neden? Çünkü beyefendinin kafası attı, kendini sınır görevine yazdırdı. Ölmek istiyor ya! Bu yüzden de bile isteye adamları kışkırtıp duruyor hani. 19 gün oldu. 19 GÜN! Bu 19 günde bana nasıl bir cehennem yaşattığının farkında mısın sen? Ulan ben neden buradayım? Bari bunu söyle!" Öfkeyle ayağa kalkan Burak, Emre'yi itti. "Ben mi dedim lan sana? Ne diye peşimden geliyorsun ki? Sana helikopterden in dediğ..." "Deniz Kızını o halde nasıl bırakabildin?" Emre'nin fısıltıyla sorduğu soru üzerine Burak geriye doğru sendeledi. "Neden? Neden Burak? Neden kardeşim? Neden... Alfa?" "Yapma..." diye fısıldadı Burak mağaranın duvarından destek alarak ayakta zor dururken. "Neyi yapmayayım? Çok zor bir soru sormuyorum. Sadece... Eftalya o haldeyken neden bırakıp gittin?" "Çok zor bir soru soruyorsun kardeşim! Tahmin bile edemeyeceğin kadar zor bir soru hem de..." "Ne zoru Allah aşkına Burak? Hayır aklım almıyor ya! Peşinden ne kadar ağladı biliyor musun? Onu nasıl bıra..." "Peşimden mi ağladı?" diye sordu Burak alaylı bir gülüşle. Onun bu gülüşünü gören Emre sinirle saçlarını çekiştirdi. "Yeminle ölümüm elinden olacak Burak! Beni delirttiğin bir gün daha fazla dayanamayıp kafama sıkacağım." Hüzünle gülümseyen adam usulca fısıldadı. "Öyle bir durumda... Küçük prensesin engeller seni. Zamanında... Beni engellediği gibi." Kaşlarını çatan Emre anlamayan gözlerle adama baktı. "Bu da... Ne demek?" Burak, yaslandığı duvarın dibine çöktü ve başını arkasına yasladı. "Burak?.. Ortaya bir bomba atıp sonrasında hiçbir şey olmamış gibi susamazsın! Ne demek... İstedin?" "Bal gibi de anladın Emre ne demek istediğimi!" Emre, kesik bir nefes aldı. Anladığı şeyi anlamamış olmayı istiyordu. İnkarı bundandı! "Ne zaman?" diye sordu titreyen sesiyle. Burak'ın sessiz kalması üzerine yanındaki kar birikintisinden alıp adamın suratının tam ortasına attı. "N'apıyorsun ya?" diye söylenen Burak yüzündeki karları temizlemeye başladı. "Cevap ver!" "Emre gözlerindeki o korku varken konuşacağımı düşünüyor musun gerçekten?" "Söz konusu sen olduğunda... Bende hep bir korku var zaten Burak. O gün... O mahalleye girdiğim günden beri süregelen! Bu korkuyla yaşamaya alıştım ben. O yüzden... En başından her şeyi anlatıyorsun!" Burak, Emre'nin gözlerine baktı. Mavi gözleri kızarmıştı. Aklına Deniz Kızının mavi gözleri doldurunca hüsranla nefesini verdi. "22. yaş günüme girdiğim zamanı hatırlıyor musun?" "Görevdeydik. Dağda! Doğum günü kutlamasan da... Benim konservemi zorla sana vermiştim." dedi Emre anılara dalarken. "12 gün sonra yaşananları?" Emre'nin bakışları ciddileşti, suratı düştü. Gözlerinde acı bir ifade belirirken kısık sesle konuştu. "Unutmam mümkün mü?" Burak, bakışlarını mağarada gezdirdi. Korkut ve Serkan'ın varlığının onu susmaya iteceğini düşünmüştü. Fakat... Yanılmıştı! Onlara verdiği değerin bu kadar yüksek olmasına şaşırdı. Gerçi şaşırmamalıydı. Geçen 19 günde, dışarıdaki hayatlarında belki de ancak yıllar sonra anlatacaklarını paylaşmışlardı birbirleriyle. "Benim de unutmam mümkün değil. Kim unutur ki? İlk kez... Can aldığı zamanı!" Burak'ın cümlesi üzerine askerlerin gözlerinden saniyelik acı geçti. Masumları korumak için şerefsizleri öldürüyorlardı. Yine de... Kendilerinde, o itlerde var olmayan vicdan vardı. Geride bırakılan sabiye, eşe, anneye duydukları vicdan yorgunluğu... Adam derin bir nefes alarak anlatmaya başladı. "Ben... O günü hiç anlatmadım. Çünkü... O günün sonu başka bir sona çıkıyordu. Sandığının aksine... O adamı vurduğum için o hale gelmedim ben. Birini öldürmenin vicdan azabını bile yaşayamadım. Bir kadını kurtarmak için... Şerefsizin tekini öldürdüm. Sonrasında... 'Anne!' diye bir feryat işittim. Bir... Bir taşın arkasından 8-9 yaşlarında bir çocuk fırladı. Eğer ben... O silahı ateşlemeseydim o çocuk..." Sesi titreyen Burak sustu. Gözünden bir damla yaş akarken dudağını ısırdı. Düğümlenen boğazı konuşmasına izin vermiyordu. O çocuk benim gibi olacaktı. Gözlerinin önünde annesinin öldürülmesini izleyecekti... diyemedi. Gözlerinin bunu anlatmasından korktuğu için bakışlarını yere dikti. Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Tahmin edebileceğin üzere... Bu olaydan sonra pek iyi değildim. İpin ucunu kaçıran olay... Eve döndükten sonra gerçekleşti. O kadar yorgundum ki... Bedenen de ruhen de! Oldukça zorlu operasyon sonrası Validemin yemekleri, peşine sıcacık duş ve yumuşacık bir yatak... Uyuyakalmışım! Öylesine karışık Kabuslar gördüm ki... O mağaradan... Eve geçişler, şahısların karışması..." Burak, kendi kendine güldü. Fakat bu gülüş mutlu bir gülüş değildi. "Çok saçmaydı gerçekten! Saçma... Fakat bir o kadar da yıkıcı." "Ben rapor vermeye gittim ve... O saatte tekrar geri dönmemek için (daha yakın olduğundan) bizim dairede kaldım. Kabus olayını nasıl düşünemedim?" dedi Emre pişmanlıkla. "Böyle yapacaksan anlatmıyorum!" dedi Burak ciddi bir sesle. "Tamam... Tamam. Devam et!" "Uyandığımda... Kafam allak bullaktı. Ve... Canım çok yanıyordu. Her şey... Her şey o kadar zordu ki! Delirmiştim! Hiçbir şey düşünemiyordum. Tamamıyla bir cinnet anıydı! Ben de... Silahımı aldım ve... Kalbime dayadım" diye fısıldadı Burak. Emre'nin gözünden bir damla yaş düşerken gözlerini kaçırdı. Başına değil... Kalbine! Çünkü onlar öyle ölmüştü. Bunca yıl sonra o günden kendisi bile böylesine etkileniyorken, kardeşi nasıl hissediyordu acaba? "Silahın emniyetini açtım. Elim tetikteydi. Basmak üzereydim Emre! Ciddi anlamda düşünecek bir pozisyonda değildim. Beni o halde bulacak kişilerin Enver babam ve Sevda annemin olacağını ya da... Eftalya'nın silah sesinden korkacağını... İntihar edersem bunun sonuçlarını... Hiçbir şey düşünemiyordum. Ben sadece... Kalbimdeki bu acıya son vermek istiyordum. Tam o sırada... Eftalya ağlamaya başladı. Öylesine ağlıyordu ki... Sanki biri canını acıtmış gibi. Sanki... Abisinin acısını hissetmiş gibi! Normalde hep kapalı olan yatak odasının kapısı o gün açıktı. Kapalı olsa Eftalya'nın hıçkırıklarını duyamazdım ve... O tetiğe basmış olurdum. Tüm bunların üzerine... Ağlamanın yaklaştığını farkettim. Silahı nasıl sakladığını hatırlamıyorum bile. Sevda annem kapıyı tıklayıp 'Burak? Uyuyor musun? Eftalya kabus gördü sanırım. Susturamadım. Belki sen..." diyerek içeri girdi. Gözlerimde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama... Karşımdaki kadın, yıllar önceki o günde baktığı gibi bakıyordu. Sanırım ben de... O çocuk gibi bakıyordum. Gözleri doldu, Eftalya ağlamaya devam ediyordu. 'Ben... Uygun bir anda gelmedim sanırım. En iyisi... Gideyim!' dedi fakat yerinden kımıldamadı. 'İyi misin?' diye sordu. Saçma bir soru olduğunu o da farkındaydı. Ben de formalite soruya, titreyen bir sesle en formalite cevabı verdim ve 'İyiyim' dedim. Sesim duyan Eftalya ağlamayı kesti ve birden bana baktı. 1 yaşındaki çocuk! Onunla aramda bambaşka bir bağ olduğunu hep farkındaydın. Emre ben... Hayatım boyunca hiç kimsenin bakışlarıyla böylesine aciz kalmamıştım. Kollarını açıp bana gelmek istediğinde karşılık olarak kollarımı açmaktan başka çarem kalmamıştı. Ve ben... Dakikalar önce silahı tuttuğum ellerimle onu kucakladım. Silahı dayadığım kalbime o küçücük başını koydu. Kapının kapandığını Sevda annemin gittiğini hissetsem de... Hareket edemiyordum. Yapmak üzere olduğum şeyi idrak ettiğimde titremeye başladım. Girdiğim çatışmaların hiçbirinde ölüme böylesine yaklaşmamıştım. Eftalya'nın kendi kendine bir şeyler mırıldandığını duyunca kendime gelmeye çalıştım. Geri çekilip ona baktığımda bana..." Burak, duraksayıp Emre'ye baktı. Yanaklarındaki gözyaşlarını gördüğünde özür dilercesine gülümsedi. "Hatırlıyor musun? Eftalya anlamsız heceler kurmaya ilk başladığında... Hepimiz ona bir şeyler öğretmeye çalışmıştık. İlk kelimesinin ne olacağı konusunda sürekli bir yarış içindeydik!" Emre, anılar aklına doluşurken tebessüm etti. "Hiç unutur muyum? Hele de yarışın kazananı ben ike..." diyen Emre bir anda duraksadı ve farkındalıkla mırıldandı. "Sendin!" Burak, usulca başını salladı. "O gece bana, o tatlı sesiyle 'Abi!' dediğinde... Küçücük elini, yaşlarla ıslanmış yüzüme götürdüğünde... Geçmişte yaşananlardan sonra... Hep bir yanım eksikti. Yaralı! Ve kimsenin -sen dahil- hiç kimsenin o yaranın yanına yaklaşmasına dahi izin vermedim. Yaklaşmaya çalışanı hiç acımadan ezdim geçtim. Fakat... Küçücük bir Deniz Kızına teslim oldum. Ona sarıldım ve... Öldürülen çocukluğuma... Ağladım!" Burak, gözünden düşen yaşı silip derin bir nefes aldı. "Hep şüphelenmiştin. Ama asla sormadın. Evet! Eftalya ile uyuduğumda kabus görmüyor... dum." "Dum derken?" diye fısıldadı Emre. Adamın gözlerindeki ifadeyi görünce inledi. Burak'ın kalbine silahı dayadığını öğrendiğinde bile böylesine canı yanmamıştı. İnsanı en çok geçmişte yaşadıkları mı yoksa gelecekte yaşayamayacakları mı yaralardı? "O yüzden gittin. Sen... Hastanede iken kabus gördün!" dedi Emre başını ellerinin arasına alarak. "Şimdi neden... 'Peşimden mi ağladı?' diye sorduğumu anladın mı? 19 gündür yaptıkları işkence var ya... Deniz Kızımın bana korku dolu bakışlarının yanında bir hiç! Bir daha asla huzurlu, kesintisiz, kabussuz bir şekilde uyuyamayacağımı bilmek... Bedenime yapılanlardan daha çok canımı yakıyor benim. Eftalya'nın yanında uyuyakalıp da... Kabus görmediğim o ilk gün... İçimde yıllar sonra bir umut hissetmiştim ben! Belki de bir gün... Yaşananları az da olsa atlatabilirim. Hatta belki de bir gün..." Burak, yumruk yaptığı elini hızlıca yere vurdu. Serkan, o boşluktaki saklı cümleleri duyarak başını önüne eğdi. Yetimhanede büyüyen kendisinin de en büyük imkansız umudu o boşlukta gizliydi çünkü. Hatta belki de bir gün... Bir aile kurabilirdim. Emre de söylenmeyen cümleyi anlayarak kardeşine baktı. "Burak? Kabus görmen bir ailenin olmayacağı anlamına..." "Gelir!" diyerek karşısındakinin sözünü kesen adam devam etti. "Tam da o mânaya gelir Emre! Ben Eftalya'yı böylesine severken... Kaybetme korkusu her şeyi sıfırladı. Hatta eksilere indirdi. 'Sevginin yenemeyeceği hiçbir güç yoktur!' sözü palavradan ibaret. O sevgi... Benim geçmişimi değiştirmeyecek! Değiştirmedi de. Bak sen varsın, dayım, anneannemle dedem, Salih babam, Sevda annem, Enver babam, Eftalya var! Hepiniz beni ayrı ayrı seviyorsunuz. Ama... Ben yanmaya devam ediyorum. Sizin sevginiz benim yaşadıklarımı, kalbimdeki ateşi söndüremedi. Bu yüzden... Saçma sapan düşüncelerimi gömdüm. Asla su yüzüne çıkmamak üzere!" "Bizim sevgimizle o sevgi bir mi zannediyorsun? Gelecekte karşına biri çıktığında..." "Çıkmasın! Canını yakarım. Çıktığına bin pişman ederim. Şu 19 günde daha net farkettim. Ben asker olduğum gün zaten... Geleceğimi silmişim!" "Ömrünün sonuna kadar bu şekilde yaşayamazsın!" dedi Emre başını sallayarak. "Merak etme! O ömrün uzun olmaması için her şeyi yapacağım." "BURAK!.." diye öfkeyle bağırdı Emre. Tam devam edecekken mağarada demir kapının açılma sesi yankılandı. Askerler bakımlarını kapıya çevirirken içeri Derbas girdi. "Ayağa kalkın! Sizinle tanışmak isteyen biri var." diyen adamın dediğini gönülsüzce yaptılar. Derbas tam zamanında geldi vallaha! Yoksa bayağı büyük bir kavga çıkacaktı! diye düşündü Korkut. İçeriye Derbas, Türkçe bilen iki adamı (Xaza ve Amer) ile birlikte Ziyar olduğunu anladıkları adam girdi. Burak, içeriye giren adamı gördüğünde donakaldı. Nefes alış-verişleri hızlanırken, başı dönmeye başlamıştı. Bu... Bu nasıl olurdu? "Demek canını kurtarmak için ülkesini satan adamlar sizsiniz. Sizinle iyi anlaşacağa benziyoruz" dedi adam bir kahkaha atarak. Bakışlarını yere diken Burak, acı dolu bir nefes aldı. Dişlerini birbine bastırarak sakinleşmeye çalıştı ama nafileydi. Karşısında o adam kanlı canlı dururken... Aklını babasının kalbine sıkılan kurşun, annesine yapılan iğrenç imalar ve onun bıçağı kalbine saplaması doldururken Ziyar'a doğru bir adım attı. Arkasındaki hareketlenmeyi hissettiğinde başını arkaya çevirdi. Emre yalvaran bakışlarla 'Sakın! Sakın saçma bir şey yapma!' diyordu. "Muska sen olmalısın?" diyen mide bulandırıcı sesi duyduğunda titreyen bedenini kontrol almaya çalıştı. Ziyar, onun bu düşüncelerinden habersiz devam etti. "Mağaraya gelmeden önce olay çıkarmışsın. Bununla yetinmemiş... İşkence esnasında iplerinden kurtulup, muskana dokunmaya kalkan adamımızın eline bıçak geçirmişsin. Bu muskada ne var böyle? Bir de ben bakayım!" diyen adam Burak'a doğru yaklaştı. Burak'ın dudaklarında buz gibi bir gülümseme belirdi. Nefret dolu bakışlarını adamın gözlerine diktiğinde Ziyar duraksadı. "Bir adım daha at! Ben de... Seni öldüreyim." dedi Burak ürkütücü bir ciddiyetle. Ses tonunu duyan birisi şaka yapmadığını anlardı. Ziyar, kaşlarını çatarak karşısındaki adamı incelemeye başladı. Onu bir yerden tanıyor muydu? "Bizim... Daha önceden karşılaşmış olma ihtimalimiz var mı?" Ziyar'ın bu garip sorusu üzerine tüm başlar Burak'a döndü. Burak aklına dolan sahnelerle yutkundu. Bu şerefsiz '...Her şeyin senin yüzünden olduğunu bil ve son nefesinde... Karına yapacaklarımızı hayal et!' diyerek ateşlediği silahı hatırlamıyordu ha? Silah sesi kulaklarında yankılanırken, babasının kalbinin üzerine yayılan kan geldi gözlerinin önüne. O demirimsi kan kokusu genzine dolarken, dolan gözlerini saklamak için başını önüne eğdi ve derin bir nefes aldı. "Hey! Ziyar Kaptan sana bir soru sordu. Cevap ver hemen!" dedi Derbas emreder bir sesle. Burak, gözlerini kapattı ve sakinleşmeye çalıştı. Eli yumruk olan adam başını kaldırdı ve direk Ziyar'ın gözlerinin içine baktı. O bakışlardaki ifade Ziyar'ın ensesindeki tüylerin ürpermesine neden oldu. "İnan bana... Karşılaşmış olsaydık hatırlardın. Her insan... Katilini hatırlar çünkü!" dedi Burak nefret dolu sesiyle. Ziyar, anlamaz gözlerle karşısındaki genç adama bakmaya başladı. O gözlerindeki nefret ve ciddiyet gram şaka yapmadığını gösteriyordu. Derbas, Burak'ın üzerine doğru gitti. "Ne saçmalıyorsun sen? Onun kim olduğunu biliyor musun? Çabuk özür di..." Burak'ın bakışlarının kendisine dönmesiyle cümlesini tamamlayamadı. Delicesine bir psikopatlık dolu gözler karşısında duraksadı. "Seninle uğraşmaya değmez!" diye mırıldanan Derbas 'Gidelim' dercesine bir baş hareketi yaptı ve kaçarcasına mağaradan çıktı. "Kimsin sen?" diye mırıldanan Ziyar ,çözümlemeye çalışırcasına, tanıdık gelen yeşil gözlere baktı. "Merak etme! Cehenneme bu merakla gitmene izin vermem. Son nefesinde öğrenirsin!" Burak'ın kendinden emin bir sesle söylediği cümle karşısında Ziyar afalladı. Karşısındaki genç adam... Gerçekten de kendisini öldürmek istiyordu. "Ziyar Kaptan? Tipi yavaştan başladı. Şimdi yola çıkmazsan gidemeyeceksin. Boşver onu! Biz haddini bildiririz." Ziyar, Burak'a son bir bakış atıp arkasını döndü ve kapıyı çekerek çıktı. Kapı kapanır kapanmaz ayakta zorlukla duran Burak, titreyen bacaklarını daha fazla kontrol edemedi ve duvara yaslandı. Alnını soğuk duvara yasayarak gözlerini kapattı. Sıcak bir gözyaşının yanağına düştüğünü hissedince, yumruk yaptığı elini duvara vurdu. İkinci ve üçüncü kez duvarla buluşan parmakları hafiften sızlamaya başlarken, kolunu birinin tuttuğunu hissetti. "1.'ye tamam. Hadi 2 ve 3'e de tamam. Ama 4. olmaz!" diye mırıldandı Serkan. Öfkeyle kolunu çeken Burak, sert bir hareketle yüzünden akan yaşları sildi. Emre'nin konuşmak için ağzını açtığını görünce başını iki yana salladı. "Konuşmak istemiyorum!" diyen adam diğerlerinin bakışlarını takmayarak duvarın dibine çöktü. Eline aldığı bir taş parçasıyla duvarı kazımaya başladı. 🐺 "Ne yapıyor?" diye fısıldadı Korkut, Burak'ın hipnotize olmuşçasına duvara bir şeyler çizdiğini farkettiğinde. "Niye bana soruyorsun ki? Sanki bana bir şey anlatıyor!" dedi Emre öfkeli bir sesle. Serkan, Emre'nin bakışlarındaki yorgunluğu görünce derin bir nefes aldı. Bu duruma bir son verebilmek umuduyla kalkmaya yeltendiğinde, Burak'ın çatlak çıkan sesi mağarada yankılandı. "Umarım yanıma gelmeyi düşünmüyorsundur!" Sinirleri bozulan Emre gülmeye başladı. Öfkeyle ayağa kalkıp Burak'ın yanına ulaştı ve elindeki taşı alıp bir kenara fırlattı. "YETER ARTIK! KALK AYAĞA!!" diye bağıran adam Burak'ı yakasından tutup ayağa kaldırdı. Adam, tüm bunları yaparken duvara baksaydı... Belki de birçok sorusunun cevabını alacaktı. Emre, 3 haftadır biriken öfkesinin de etkisiyle yumruk yaptığı elini Burak'ın yüzüne patlattı. "BIKTIM!! SENİN BU BENCİLLİĞİNDEN BIKTIM ARTIK BURAK! BIK-TIM!!" Burak, kahkaha atmaya başladı. "Bencil ha? Ben bencilim!" "Değil misin? Yaptıklarına bir baksana! Beni ne hale getirdiğine bir bak! Eğer azıcık bile olsa beni düşünseydin..." Burak, Emre'yi yakalarından tutarak duvara yapıştırdı. "Ben seni düşünmüyor muyum?" diye fısıldadı inanamayarak. "Düşünüyor musun? O adama kestiğin ahkamlar neydi öyle? Kendini öldürtmek için ne kadar ileri gideceksin acaba? Seymen'in yeğenini kışkırtıp, kendini öldürtmek mi amacın?" "Sen hiçbir şey bilmiyorsun" diye fısıldadı Burak acıyla. "Neyi bilmem gerekiyor? Anlatmıyorsun! HİÇBİR ŞEY ANLATAMIYORSUN BURAK!Tek yaptığın susmak, kendine acı çektirtmek. Ve benim tüm bunları izlememi sağlamak! Beni kör bir kuyuya hapsettikten sonra beni düşündüğünü mü söylüyorsun? Buna inanmamı bekleyemezsin!" dedi Emre isyan edercesine. "O ADAM KARŞIMDAYDI! Bir nefes kadar yakınımda, 2 adım uzağımdaydı. BEN SENİN İÇİN... ONU ÖLDÜRMEDİM! SEN ZARAR GÖRME DİYE! SANA BİR ŞEY OLMASIN DİYE!!" diye bağıran Burak yumruk yaptığı elini duvara vurdu. Emre, karşısındaki kardeşine baktı. Kızarmış yeşil gözleri büyük bir acıyla doluydu. "O adam kim?" diye fısıldayarak sordu. Sesindeki korku hissediliyordu. Sol gözünden bir damla yaş düşen Burak, çaresiz gözlerle ona baktı. "Emre benim canım çok yanıyor!" diye inleyen adam başını kardeşinin omzuna yasladı. Emre, Burak'ın omuzlarının sarsıldığını hissettiğinde ellerini sırtına götürüp sıvazlamaya başladı. 'Geçti!' demek istedi ama... Neden ağladığını bilmediği birisini 'Geçti!' diyerek teselli edemezdi ki insan! 'Gerçekten de neden ağladığını bilmiyor musun Emre? Biliyorsun aslında... Sadece düşündüğün şeyin gerçek olmasından korkuyorsun. Fakat sana kötü bir haberim var! Sen korkuyorsun diye, Burak yaşadıklarını yaşamamış olmuyor. Senin inkar etmen... Geçmişi değiştirmiyor!' Emre, iç sesinin söyledikleri üzerine geriye çekildi. Burak'ın göz teması kurmaması için verdiği çabayı görünce... O gözlerdeki ifadeyi görmekten korktuğunu farketti. "Burak? O ad..." Emre'nin çatlak bir sesle başladığı cümleyi Burak "Üzgünüm!" diyerek kesti. Ses tonundaki kararlılık karşısında duraksayan Emre "Neden?" diye sordu. "Günlerdir... Kalbimdeki acıyı bastırmak için bile isteye işkence görmeye gittiğim için. Ve... Şu an da aynısını yapacağım için! Ayrıca.." diyen Burak "Bunun için!" diye fısıldayarak Emre'nin boğazına yapıştı ve onu bayılttı. Kollarına düşen kardeşini yavaşça yere bıraktı. "Sen... Abi ne yaptın sen?" diyen Korkut hızla Emre'nin yanına geldi. Burak, buz gibi bakışlarını Serkan'a çevirdi. "Peşimden gelmesin Serkan! Sakın izin verme! Siz de... Saçma bir şey yapmayın." Kapıya yönelen Burak'ın yanına koşar adımlarla gelen adam kolundan tutarak onu durdurdu. "Bunu yapmana izin vereceğimi düşünüyor musun gerçekten? Böyle bir mazoşistliği kabullenmeyec..." "CANIM YANIYOR! Nefes alamıyorum oğlum ben! Ya o lanet kapının arkasındaki odaya gideceğim, bedenime yapılanların kalbimin acısını kısa bir süreliğine de olsa unutturmasını sağlayacağım ya da... Şu delikten mağaranın tepesine çıkacağım ve... Kendimi sonu görünmeyen boşluğa bırakacağım. 2. seçeneği deliler gibi istiyor olsam da... Sizin için ilk seçeneğe katlanacağım. Siz de... Biraz katlanın!" Burak'ın kolunu kurtarıp kapıya yönelmesiyle derin bir nefes alan Serkan önüne geçti. "Çekil... SERKAN ÇEKİL DEDİM!" "Bu halde oraya gidersen... Kendini öldürtürsün!" "Merak etme! O iti bulmuşken... Acı çekip, geberdiğini görmeden hiçbir yere gitmeye niyetim yok!" "Kim o?" diye fısıldadı Serkan. Burak, gözlerini kaçırdı ve acıyla gülümsedi. Yumruk yaptığı elleri ve titreyen vücudu çok şey anlatıyordu. "Serkan! Emre'nin gelmesine izin verme. Lütfen! Planlarını biliyorsun artık. Bizi birbirimizle tehdit edecekleri bir durum oluşmasın... Yalvarıyorum!" Serkan, ne yaparsa yapsın Burak'ı vazgeçiremeyeceğini anladığında yenilmişlikle nefesini verdi. Burak, Serkan'ın onaylarcasına başını sallaması üzerine arkasını döndü ve küfürler ederek kapıya vurmaya başladı. 🐺 "Yeter artık! Kaç saat oldu. Bak dakika demiyorum saat diyorum. Bırak beni Serkan!" dedi Emre öfkeyle. "Üzgünüm." Emre, Serkan'ın omuzlarını silkmesi üzerine sinirle saçlarını çekiştirdi "O gerizekalı bir gelsin... Onu öyle bir hale getireceğim ki... Beni nasıl bayıltabilir?" Korkut'un duvarın bir o tarafına bir bu tarafına yürüyüp durmasıyla zaten öfkeli olan Emre patladı. "Yürüyüp durma artık! Çatacak birini arıyorum zaten. İhale sana kalacak şimdi!" "Tamam abi de... Hâlâ bu şeklin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum! Yani... Dikdörtgen mi yoksa 2 kare mi... Hem şuradaki yuvarlak da var! Geometrik bir çalışma falan mı yaptı diyeceğim de... Oldukça nefretle çiziyordu şekli." Korkut'un sözleri üzerine kaşlarını çatan adam ayağa kalkarak duvara doğru gitti. Duvara yaklaştıkça gözlerinin önünde beliren şekil öylesine aşina gelmişti ki... "Hayır" diye fısıldayan adam başını sallamaya başladı. "Emre?" diyerek kolunu tutan Serkan'ı iten adam titreyen bacaklarıyla duvarın yanına yaklaştı ve oturdu. Elini yuvarlak ize dokundururken gözlerinden yaşlar akmaya başlayan adam inleyerek başını duvara yasladı. Yalan söylemişti! Burak hepsine yalan söylemişti. Yukarıda olduğunu söylemişti. "Lanet olsun! Lanet olsun!.." diyerek sayıklayan Emre'nin başını duvara vurmaya başlamasıyla birlikte Serkan ve Korkut kollarından tutarak onu engellediler. "BIRAKIN! BIRAKIN BENİ... BIRAKIN!" diye hıçkırıklarla ağlayan adam başını yere yasladı. Sormuştu! Yıllar önce... O olaydan günler sonra... Burak'ın oldukça şiddetli kabus gördüğü bir gün, küçücük bir çocuk olmasında rağmen tüm cesaretini toplayıp sormuştu! ['Sen o gün...' diye başladığı cümlesi Burak tarafından kesilmişti. 'Defalarca kez söyledim ya Emre! Yukarıdaydım. Dolabın içindeydim!' demişti kardeşi. Yine de... Başını kendine çevirip göz göze gelmelerini sağlayarak tekrar sormuştu. 'Gerçekten de dolapta mıydın?' 'Dolaptaydım!' demişti kardeşi tam gözlerinin içine bakarak.] "Yalan değildi! Dolaptaydı. AAAHHH... NASIL YAA? Böyle bir şey nasıl olabilir?" diyen Emre sık sık nefesler almaya başladı. Krize girmek üzere olduğunu farkeden Serkan endişeyle yanına oturdu. "Emre nefes al! Kardeşim!! Sakin ol! Derin derin nefesler al. EMRE!!" Demir kapının kilidinin açılma sesi geldiğinde Serkan ve Korkut birbirine baktılar. İkisi de Emre'nin önüne siper olurken kapı açıldı ve içeriye yarı baygın haldeki Burak'ı fırlattıktan sonra çıkıp arkalarından kapıyı kapattılar. Serkan, hızla Burak'ın yanına giderken, Korkut da Emre'nin yanında kalmıştı. Burak'ı yatağa taşıyan Serkan, gördüğü yara izleriyle fısıldadı. "Ne yaptılar sana böyle?" Yumrukları sıkılı bir şekilde duran Emre, uzaktan bir bakış attı. Kardeşinin yanına gitmeye yüzü yoktu. "Emre..." diye mırıldanan Burak'ı duymasıyla inledi. "Bana o kadar kızdın he. Yanıma bile gelmeyecek kadar" diyerek ağzının içinde geveleyen Burak'ı duyunca dayanamayarak yanına gitti. İşkence izlerini görünce çığlık atmak istedi. Burak, şişmiş göz kapaklarıyla ona baktı. Bakışlarını tam sabitleyemeyen adam... Her şeye rağmen Emre'nin gözlerindeki/yüzündeki ifadeyi görmüştü. "Öğrenmişsin" diye fısıldadı hüsranla gözlerini kapatırken. "Nasıl? Nasıl söylemezsin?" diye sordu Emre de aynı fısıltıyla. "Bu hale gelme diye. Bari... Birimiz ayakta kalsın diye!" Cümlesini bitiren Burak'ın gözleri kapandı, eli yanına düştü. Emre, titreyen eliyle Burak'ın boynundan nabzını kontrol ederken bugün delirmezse hiçbir zaman delirmeyeceğini düşünüyordu. Serkan da aynı anda bileğinden nabız kontrolu yaptı ve derin bir nefes aldı. "Sadece bayılmış. Sakin ol!" 🐺 Geçen 15 dakika boyunca Emre bakışlarını Burak'ın çizim yaptığı duvara dikmiş öylece oturmuştu. "Saklambaç mı? Ama baba... Saklambaç böyle oynanmaz ki? Sen yumacaksın ben gizlice saklanacağım. Bilmiyor musun?" Burak'ın söylediği cümle üzerine hepsinin bakışları ona çevrildi. "Rüya mı görüyor?" diye sordu Serkan. "Gerçekten mi? Tek Alfa ben mi olacağım?" Anlamsız bakışlarla birbirlerine bakan adamlar Burak'ın sözlerine devam etmesi üzerine doğruldular. "Sen... Ağlıyor musun? Ama... Babalar ağlamaz ki!... Artık Alfa falan olmak istemiyorum. Tek Alfa sen olabilirsin! O yüzden... Gitme babacığım. Lütfen lütfen lütfen gitme!" "Hayır!" diye mırıldandı Emre, kardeşinin o günü gördüğünü anlayarak. 'Onlar kırmızı boya atan oyuncak su tabancası olmalı! Babam arkadaşlarıyla oyun oynuyor galiba... Boya değil! Kan o! Kan... Iı ıh. Kan değil! Boya o! Kıpkırmızı bir boya!' "Ahh!" diye inleyen Emre başını ellerinin arasına aldı. Burak'ın ağlayarak bir şeyler mırıldanması üzerine Serkan yanına gelerek omuzlarından dürtmeye başladı. "Burak?" "Artık uyanmak istiyorum. Bu kabus bitebilir mi acaba?" diye mırıldandı Burak çocukça bir sesle. Burak, hiçbir tepki vermezken Serkan çaresizce yere oturdu. "Anneciğim!.. Boya olduğunu biliyordum!... Üşüdüğüm için mi oldu tüm bunlar?.. Babam niye burada uyuyor ki? O da üşür. Biraz soğuk burası. Kalksın da yatağınıza gidin he. Olmaz mı?.. Anne? Neden oyuncak bir bıçak var orada?" "HAYIR! HAYIR!! BURAK KALK. YALVARIYORUM KALK!" diye haykıran Emre sarsak adımlarla Burak'ın yanına gitti ve onu sarsmaya başladı. "Boşuna uğraşıyorsun. Uyanmayacak! Günlerdir uyumuyor ve... Onca işkenceden sonra..." diye mırıldandı Serkan hüsranla. "Uyanmak istiyorum ben! 10'a kadar sayacağım ve... Uyanacağım! Ben yine üstüm açık uyudum. Bu yüzden de kötü rüya görüyorum. Ama bu rüya... Anne bu rüya çok kötü! Canımı çok yakıyor. Lütfen uyanayım! Uyanmak istiyorum ben!.. ANNEEEE!... Baba? Babacığım? Annem uyanmıyor! Kalkın artık. Üşürsünüz siz burada!" "Hayır! Allah'ım. Ben ne yapacağım?" dedi Emre elini ısırarak. Hıçkırıkları şiddetlenirken sol elini acıyan kalbine götürdü. "Ben... Ben birilerini getireceğim. Siz durun tamam mı burada? Ben hemen geleceğim. Büyükler her şeyi çözerler. Ben hemen büyük birini getireceğim!.. Babacığım? Hani annem seni koruması için muska vermişti ya... Onu alabilir miyim? Dışarısı biraz karanlık da..." "Muska..." diye mırıldanan Emre, Burak'ın omzuna başını koydu. "Özür dilerim. Çok özür dilerim kardeşim. Affet beni. Ya da... Affetme beni. Sakın affetme! Seni yalnız bıraktığım için, saçma sapan triplere girip seni suçladığım için... Sakın affetme kardeşim!" "Oktay abi? Korktum Oktay abi yaa! Neden ses verm..." "Onu da mı gördün?" diye inleyen Emre, Burak'ın yüzünden akan yaşları sildi. "Nasıl farkedemedim? Ben... AAAHHH!" "Babacığım? Hadi kalk! Ben biraz korktum galiba! Baba?.. Baba lütfen kalk! Söz... Bundan sonra bütün incirlerim senin olacak. Ben hiç yemeyeceğim hepsini size vereceğim. O yüzden kalk lütfen! Babacığım... Yalan söyledim az önce. Biraz değil çok korkuyorum. Çok çok çok hem de... Kalkıp bana sarılabilir misin? 'Hepsi... Hepsi geçecek der misin? Ba... Bab... Babacığım. LÜTFEN! LÜTFEN UYAN!" Emre, daha fazla dayanamayarak kendini tuvalete attı. Korkut, öğüren adamın sırtını sıvazlarken gözyaşlarına hakim olamıyordu. Burak'ın hala uyanamadığını gören Serkan, onu mağaradaki deliğin altına sürükledi. Hızlı adımlarla tepeye çıkan adam, ani hızından dolayı az kalsın sağ tarftaki uçuruma düşüyordu. Dengesini toparlarken, Burak'ın tekrardan aynı kabusu görmeye başladığını farkedince orada bulunan tüm karı delikten aşağı -Burak'ın üzerine- attı. Yüzüne ve tüm vücuduna gelen ani soğukluk Burak'ta şok etkisi yaratırken adam sıçrayarak uyandı. Serkan da bu sırada aşağı inmişti. Bir süre gökyüzündeki Hilalle bakışan adam ani bir hareketle ayağa kalktı. Başı döndüğü için sendelerken transa girmiş gibi tepeye bakıyordu. Onun niyetini anlayan Serkan önüne geçti. "Çekil! ÇEKİL! YAŞAYAMIYORUM ARTIK. ÇEKİL! Yalvarırım çekil Serkan!" "Dediğini yap Serkan." Emre'nin sesini duyan Burak duraksadı. "Çekil! Önce o... Sonra da ben! İkimiz de atlayalım o uçurumdan, yapışalım yere... Bu acı ancak böyle geçer!" Gözlerini kapatan Burak, başını önüne eğdi. "Eee? Ne yapıyoruz?" diye fısıldadı arkasında duran Emre acı dolu bir sesle. "Bu zamana kadar ne yaptıysam onu. Senin için yaşayacağım! Sen de... Benim için." diye mırıldandı Burak. "Benden bunu sakladığına inanamıyorum." "Anlatamadım. Ayrıca... Seni de mahvedemezdim" dedi Burak çatlak bir sesle. Burak'ın arkasını dönmeyeceğini anlayan Emre, titreyen adımlarla onun karşısına geçti. Burak yere bakmaya devam ediyordu. "Bana bakacak mısın kardeşim?" "Gözlerindeki ifadeyi görmek istemiyorum." Emre, hüsranla derin bir nefes aldı. "Rol yapmamı istersen... Bu saatten sonra da ben yaparım o rolü. Hiçbir şey olmamış gibi..." Burak'ın dudaklarında acı dolu bir gülümseme belirdi. "Yapamazsın! O mavi gözlerin aynadan farksız. En azından... Benim için!" "Burak?" Derin bir nefes alan Burak, kızarmış yeşil gözlerini kaldırıp kıpkırmızı olmuş mavi gözlere baktı. Orada gördüğü hüzün ve acı kalbine ok misali saplanmıştı. "Her şey bu bakışlarını görmemek içindi. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." "Haklısın! Fakat... Son nefesimize kadar değişmeyecek olan bir şey var. Ne olursa olsun... Ne yaşarsak yaşayalım ben her zaman yanında olacağım. Söz veriyorum! O berbat günde de verdiğim gibi!" |
0% |