Yeni Üyelik
38.
Bölüm

38. Bölüm- Anı Güncellemesi

@yasminiesa

Asansörün ışıklarının açılmasıyla birlikte Burak sustu. O zamanlar yaşadıklarını sesli bir şekilde anlatmak, üzerinde tahmin dahi edemeyeceği bir etki bırakmıştı. İşin garip yanıysa... Kalbinin üzerinde büyük bir rahatlama oluşmuştu. Bakışlarını Kelebeğine çevirdi. Genç kız elinde tuttuğu peçete ile gözlerini siliyordu. Burak'ın kendisine baktığını görünce teselliyle tebessüm etti ve çatlak çıkan sesiyle fısıldadı.


"Sanırım kalkmamız gerekiyor."


Burak, başıyla onaylayan bir hareket yaptıktan sonra ayağa kalktı ve kıza elini uzattı. Hilal, (sargısız eliyle) sevdiğinin elini tutarak kalktı ve asansörün kapıları açılmadan güneş gözlüğünü taktı. Burak, onun bu dikkati karşısında gülümsedi. Kelebeği dediğini yapmış ve görevlere gelme konusunda onunla ortak bir çözüm bulmuş, kurallarına da uyuyordu.


Kendisi de güneş gözlüğünü takarken kızla buluşmuş ellerine baktı. 4 yıl önceki o gün dediğini yapmış ve hayatın karşısına çıkarttığı kıza çok kötü davranmıştı. Canını deliler gibi yakmıştı. Fakat bin pişman edememişti. Karşısına çıkan kişi öylesine mükemmel seven birisi olmuştu ki... Yaptıklarına rağmen ondan vazgeçmemiş, kendisine rağmen aşkı için savaşmış, onun yaralarının en derinine inmiş ve itina ile sarıyordu. Sarmaya da devam edecekti.


Adamın dudaklarında, gamzelerini ortaya çıkaran bir gülümseme peydah oldu. Geçmişteki kendini anlatırken çok daha net farketmişti. Artık o, zamanında 'Buz Dolabı' diye adlandırılan, ölmek için her şeyi yapan, gülmeyi unutmuş, sevgiye mesafeli davranan adam değildi. Yanındaki kız onu değiştirmişti. İçinde saklanan küçük çocuğa ulaşmış ve ellerinden tutarak onu yaşama doğru çekiyordu. Hilal ile aydınlanmış, pasparlak olan yaşama...


Asansörün kapısı açıldığında adam kımıldamadı. Hilal, duraksayarak adama baktı.


"Ne oldu?" 


"Çok şey..." diye mırıldanan adam kızın elini bıraktı.


"Burak?" diyen kızın sesindeki korku hissediliyordu.


"Gel buraya!" diyen Burak kızı kendisine doğru çekip sarıldı. Başını kızın boynuna gömerek kokusunu içine çekti ve gözlerini kapattı.


Bu hareketi beklemeyen Hilal, bir anlık duraksadıktan sonra ellerini adamın ensesinde birleştirdi. Kızın da ona sarılmasıyla Burak, mümkünmüşçesine kollarını sıkılaştırdı.


"Papatya kokulum benim" diye fısıldayan adam kızın boynuna şefkatli bir öpücük kondurduktan sonra geri çekildi. Bakışlarını kızın yüzünde gezdirdikten sonra parmaklarıyla kızın yüzünü okşadı.


"Bundan sonra güneş gözlüğü takmanı yasaklamam gerekecek sanırım. Işıl ışıl bakan ela gözlerini görememek beni kahrediyor."


Hilal'in yüzünde mutlu bir gülümseme belirmişti. Karşısındaki adamın gözlerini göremese de o gözlerdeki ifadeyi (sevgiyi) ezbere anlatabilirdi.


"Nasıl hissettiğini anlıyorum. O güzel zümrüt gözlerini görememek bende de aynı etkiyi oluşturuyor çünkü."


Asansörün ışığı tekrar kapandığında Burak düğmeye basarak kapanan kapıların açılmasını sağladı. Kızın eline uzanarak parmaklarını parmaklarının arasına geçirdi ve yürümeye başladı. Hilal, heyecanla kesik bir nefes aldı. İkili, elleri (ruhları) birbirine kenetlenmiş bir halde binadan çıktılar. Sabah binaya girerken içlerinde bulunan korku, endişe ve tereddüt buhar olup uçmuştu.


Bundan sonra her şey çok daha güzel olacaktı..


🦋


Çift, iki sokak ötedeki arabaya doğru yürürken sessizlik içindeydi. Ânın tadını çıkartarak ve yanındakinin varlığının huzuru ile doluydular.


Arabaya geldiklerinde Burak'ın elini bırakmadan yolcu tarafına yönelmesiyle birlikte Hilal bakışlarını adama çevirdi.


Burak, yolcu kapısını açarak tuttu ve sağ eliyle arabayı işaret etti.


"Buyurun Asena Hanım."


"Sen kimsin ve Burak'a ne yaptın?"


Burak, Hilal'in şok içerisinde sorduğu cümleyle gülümsedi.


"Bilmem. Sen söyle! Bana ne yaptın?"


Burak'ın yumuşak bir ses tonuyla sorduğu soru karşısında Hilal'in kalp atışları yükseldi.


"Sadece... Sevdim!" diye fısıldadı genç kız.


Bu cümle üzerine Burak aradaki kapı engelini aşarak kızın önüne geldi ve kızın gözündeki güneş gözlüklerini çıkardı.


"Böylesi daha iyi! Gözlerini özledim."


Gözleri gülümseyen kız - aynı hareketi yaparak- adamın gözlüklerine uzandı ve yeşil gözleri ortaya çıkardı.


"Şartları eşitlemek lazım" diye fısıldadı sevgiyle.


Kızın gözlerini bakan adam derin bir nefes aldı.


"Ben nasıl bir aptalmışım da... Bariz ortada olan bir şeyi göz göre göre inkar ediyormuşum."


Burak'ın cümlesi üzerinde Hilal'in gözleri şaşkınlıkla açıldı.


"Ne?"


"Diyorum ki... Dünyanın öbür ucundaki biri bile sana deliler gibi değer verdiğimi anlarken, ben niye sürekli öküzlük yapıp seni kırıyormuşum."


"Burak..." diye mırıldanan Hilal ne diyeceğini bilemeyerek sustu.


"Bazı şeyleri... Hâlâ söyleyemeyeceğim. Ya da... Bazı sıfatları hâlâ kullanamayacağım" dedi Burak hüzünle kızın yüzünü incelerken.


Hilal, bazı şeylerden kasıtın o iki kelime olduğunu, sıfatın ise... Kız arkadaş/sevgili olduğunu anlamıştı.


"Fakat..." dedikten sonra duraksayan adam, kızın yüzüne gelen saçını eline aldı parmaklarına dolayıp biraz oyalandıktan sonra yavaş hareketlerle kulağının arkasına yerleştirdi.


"Artık daha fazla inkar etmeyeceğim! Ben... Hep senin yanında olmak istiyorum. 5 dakika gözlerinden uzak kalsam... Üşüyorum. Gülüşünü görmek için... Sürüyle şaklabanlık yapabilirim. Az önce geçmişimi anlatırken farkettim. Beni öylesine değiştirmişsin ki! Her şeyden önce... Sürekli gülerken buluyorum kendimi. Sürekli bir şeyler anlatırken... Sürekli seni düşünürken buluyorum. Kabullendim! Ne yaparsam yapayım... Senden gidemeyeceğimi kabullendim. Ve... Gitmene de izin vermeyeceğim. Hâlâ aşmam gereken korkularım var. Hâlâ geleceği, geleceğimizi düşünemiyorum. Ama sanırım... Artık geçmişi yok saymayacağım. Sende teselli bulacağım. Yanımda olacağını bileceğim. Bazen... O gün hastanede olduğu gibi... Beni gözlerimden, yaralarımdan öperek iyileştirmeni isteyeceğim. Hayatımı değiştiren günü şu an anlatamasam da... Bir gün... Bir gün isteğimle anlatacağımı hissederek elini tutacağım."


Bakışlarını kızın gözlerine kilitleyen adam, sol elinin parmaklarıyla kızın sağ elini kavradı.


"Ben artık... Düşünmeden elini tutmak istiyorum. Bunu çok sık yapıyorum zaten ama... Bu genelde kötü bir şey olduğunda ya da... Geçmişimden bir şeyler anlatırken oluyor. Artık sana olan... İlgimi sadece zor anımda değil, her anımda göstermek istiyorum. 10 adım uzağa da gidecek olsak elinin elimde olmasını istiyorum. Araba kullanırken bir anda 'Seni özledim... Gözlerini görememekten nefret ediyorum. En kısa zamanda özel şoför tutmalıyız bence!' diye sızlanıp elini ellerimin arasına almak istiyorum. Olur olmadık zamanlarda 'Sesini duymak istedim' diyerek aramak istiyorum. Saatlerce ,her konuda, seninle gevezelik etmek istiyorum. Sabahları sana ilk günaydın diyen olabilmek için, uyandığın saate alarm kurup 'Günaydın Kelebeğim!' diye mesaj atmak ya da o uykulu sesini duyabilmek için aramak istiyorum. Akşam son konuştuğun kişinin ben olmasını istiyorum... Birazcık(!) kıskancım da. Kıskançlık demişken... Gözlerinin hep benim üzerimde olmasını istiyorum. İlgin başka bir yere döndüğünde küçük bir çocuk gibi mızmızlanıp bana bakmanı sağlamak istiyorum mesela. Bazen sırf gıcıklığına (öyle düşünmediğim halde) senin zıttına savlar ortaya atıp seni kızdırmak istiyorum. Kızınca gözlerinin renginin yeşil ve sarı arasında muhteşem bir renge dönüştüğünü biliyor muydun?"


Sevdiği adam tüm yalınlığı ile karşısına geçmiş itiraf üzerine itiraflar yapıyordu. Gözlerindeki saklamadığı derin sevgi ise yeşil gözlerinde öylesine güzel duruyordu ki, Hilal'in tüm hayranlığıyla saatlerce onu izlemek istemesine neden oluyordu. Genç kız, bu anı en güzel hayallerinde bile yaşamamıştı.


"Şaşkınlıktan dumura uğrayıp, heyecandan nabzım galaksiye fırladığında ne renk oluyor?" diye mırıldandı gözlerindeki ışıltıyla.


Burak'ın dudaklarından yaramaz bir gülüş fırladı.


"Şu an... Yeşil. Bana bakarken hep yeşil! Göz bebeklerin kocaman oluyor ve... Sadece bana özel bir yeşile dönen gözlerinin muhteşemliğini izliyorum ben de" diye fısıldadı kızın kulağına doğru.


Hilal, içine kesik bir nefes çekti. Duyduklarından sonra 300'lere çıktığını düşündüğü kalp atışları, bu yakınlığın etkisiyle kesinlikle 500 olmuştu. Belki de 1000?


Onun hislerini anlayan adam, "Yalnız değilsin!" diye mırıldandıktan sonra kızın boşta kalan (sargılı) elini tuttu ve kalbinin üzerine koydu.


Adamın kalp atışları çok çok hızlı atıyordu. Hilal, gözlerini açarak aşık olduğu gözlere baktı.


"Hazır bu haldeyken... Bir anı güncellemesi yapmak istiyorum. Babanı görmeye gittiğimiz ilk gün elini kalbime koyup 'Burada ben de varım. Belki küçücük bir yeri kapılıyorum... Ama yine de oradayım!' demiştin ya..."


Hilal, konuşmanın devamını hatırladı. 'Burada olman... Hiçbir şeyi değiştirmiyor Hilal. Ben... Asla unutamayacağım şeyler yaşadım. Ve... Bu saatten sonra dinleyeceğim tek yer aklım!' demişti adam.


Kızın hatırladığını anlayan Burak (ki zaten unut(a)mayacağını biliyordu) usulca devam etti.


"İşte şimdi oradaki öküzlüğümü güncelliyorum. Öncelikle... Kesinlikle kalbimde küçücük bir yeri kaplamıyorsun. Hatta tüm kalbimin senden ibaret olduğunu söylesem yalan olmaz. O gün -o kafede- tekrardan karşılaştığımızda, ben seninle şarkı söylemek için sahneye çıktığımda, 'Cevapsız Sorular'ı söylemeyi teklif ettiğimde... Mardin'de kalbime larvasını bıraktığın tırtıl, kozasını örmeye başladı. O koza tüm kalbimi sardı. İçinden de sen çıktın. Kelebeğim!"


Derin bir nefes alan adam, kızın elini aşağıya indirdi fakat bırakmayarak tuttu. Hilal, adamın yarasını acıtmamak için, sol elini diğer eline göre daha gevşek tuttuğunu farketmişti.


"Asla unutamayacağım şeyler yaşadığım doğru fakat... Sen yarama merhem oluyorsun. Maalesef bazen... Aklımın devreye gireceği anlar, istemesem de olacak... Yine de bu sana sözüm olsun! Bu saatten sonra dinleyeceğim tek yer kalbim! Şu andan itibaren hayatımın merkezinde sadece sen olacaksın Kelebeğim. Bundan sonra seni paramparça edecek cümleler yok! Saçma sapan gelgitler yok! Yaşanılan her şeyi yok saydırmak, bir ânı yaşayıp ertesi gün hiç yaşanmamış gibi yapmak yok! En önemlisi de... Sürekli gözlerimle konuşmana gerek yok. Çünkü artık susmak yok!"


Adamın kararlı bir şekilde söylediği cümlelerle kızın gözlerinden bir damla yaş firar etti. Şu an gerçek miydi? Eğer değilse bile... Hilal, ömrünün sonuna kadar bu sahtelikte kalmaya razıydı. Çünkü adamın gözleri ve sözleri hayatında hiç görmediği bir gerçeklikle parıldıyordu.


Parmaklarıyla kızın gözünden düşen yaşı yakalayan adam fısıldadı.


"Sana koşma isteğim, kendimden kaçma isteğimden çok çok daha fazla Kelebeğim! Bu saatten sonra ne yaşanırsa yaşansın... Sakın bunu unutma! Ben... Seninle tanıştıktan sonra asla'larımdan vazgeçtim. Yine de, tüm bunlara rağmen bilmen gereken bir şey daha var."


Burak başını önüne eğerek duraksadıktan sonra tekrardan kaldırdı.


"Korkuyorum. Az önce de, Gülçin hanımın yanında da söylediğim gibi... Korkuyorum. Gerçekten çok korkuyorum. Gelecekten korkuyorum. Sana bir şey olmasından korkuyorum. O adam... Ailemi benden alan adam dışarıda bir yerlerde ve ben..."


Burak, gözlerini kapatarak derin bir nefes çekti.


"Ben seni koruyamayacağımdan korkuyorum. O adamdan değil... Kendimden! Korkularımdan! Bu yüzden... Benden o kelimeleri söylememi ya da... O sıfatları kullanmamı isteme. Şu an olmaz! Ertelediğim, ötelediğim onca şey varken olmaz. Gelecek ne getirir bilmiyorum (düşünmek de istemiyorum) ama... Bildiğim tek bir şey var. Bu saatten sonra sensiz yaşayamam! O elaları görmediğimde kayboluyorum, nefes alamıyorum."


Gözlerinde büyük bir pişmanlık beliren adam, ellerini kızın ellerinden kurtarıp yanaklarına koydu ve gözlerinin içine baktı.


"Beni affedebilir misin? Geçmişte söylediğim/yaptığım her şeyi, sürekli canını yakıp terslediğim o anları unutup... Beni affedebilir misin?"


Hilal, gözlerini kızarmış yeşillerde gezdirdi. Elini adamın yüzüne koyup, gözlerinin yanında düşmek üzere olan minicik yaşı sildi. Usulca başını salladıktan sonra fısıldadı.


"Sen... Bana kendini defalarca kez affettirdin zaten. Usulca beni izlediğin her an, sevgiyle baktığın her an... Ben seni bir kez daha affettim. Bir kez daha sevdim. Bir kez daha bağlandım."


Gülümseyen adam, kızın alnına yumuşak bir öpücük kondurdu.


"Seni çok seviyorum Alfa'm!" dedi kız gözleri yeşil gözlerdeyken. Cümlesi ile mümkünmüşçesine daha da fazla parlayan zümrütlerle birlikte, parmaklarının uçlarında azıcık yükselip adama sarıldı.


Burak, bir salise bile beklemeden sarılışına karşılık verdi... Sımsıkı bir şekilde.


Kız, gülümseyerek tekrar mırıldandı.


"Seni seviyorum... Seni çok seviyorum. O gün gelene kadar... Ben senin yerine de söylerim bu cümleyi. Hem de büyük bir zevkle! Ayrıca... Hiçbir zaman sıfatlara takılan birisi olmadım. Yine de..."


Geri çekilen kız gülerek adama baktı. Kin dolu bir sesle konuştu.


"Mayınlı bölgeye girmeye çalışan olursa... Acımadan patlatırım! Ben... Aşırı kıskanç bir iş arkadaşıyım!"


Bu cümleyi duyan Burak da güldü.


"Sıkıntı yok! Herkes yerini bilmeli ama değil mi? Bildiğin üzere ben de... Aşırı kıskanç bir iş arkadaşıyım! Belki senden bile fazla. Anlayacağın... Seni yargılayacak son insan bile olamamam! Her hakka sahipsin. İstediğini yapabilirsin. Benden tam yetki!"


🦋 


"Nereye gidiyoruz? Fabrika yolu ters tarafta kaldı!" diye sordu Hilal yanındaki adama dönerek.


Burak, kıza bir bakış attıktan sonra yola döndü.


"Hikâye yarım kaldı."


"Sen..." diye mırıldanan Hilal sessiz kaldı.


"Asansörde tıkılı kaldığımız için mi anlattığımı düşünmüştün?"


Dudaklarını ısıran Hilal onaylarcasına başını salladı.


"Cık. Yanlış! Her zamanki gibi o ela gözlere kıyamadığımdan anlattım. Ve... İstediğimden! Seninle bir şeyler paylaşmayı istediğimden... Bunu sevdiğimden! Artık bahaneler yok! Zamanında yeterince bahane uydurdum. O gün o sahneye çıkarken de, kütüphanede de... Sana anlattıklarım için hep bir bahanem vardı. Halbuki... Her şeyin tek bir sebebi vardı. Sana verdiğim değer!"


Hilal, huzurla gözlerini kapattı. Seviyordu ve seviliyordu. İnsan bu hayattan başka ne isterdi ki?


Arabanın durduğunu hissettiğinde gözlerini açtı. Kırmızı ışığın yandığını gördüğünde adama baktı. Yanılmamıştı! Burak'ın bakışları ondaydı. İkisi de gözlerini birbirine kenetlenmiş bir şekilde bakışırlarken, arkadan gelen korna sesleriyle Burak mutsuz bir nefes aldı ve önüne dönerek arabayı sürmeye devam etti.


"Acıktın mı?" 


"Yok! Sabah çok sıkı yemiştim. Şimdilik aç değilim."


"O zaman... Çay mı kahve mi?" diye sordu Burak.


"Kahve!" 


Burak, arabayı kenara çekti ve kıza baktı.


"Hemen geliyorum!" 


Hilal, gözleriyle arabadan çıkan adamı izledi. Bugün yaşananlar sürekli zihninde dönüp duruyordu. Daha bu sabah Gülçin Hanım'a çıkışmamış mıydı Burak? Daha bu sabah değil miydi tepesi atan Hilal'in elini kesmesi? Genç kız bu sabaha gözünü açtığında, bunları yaşayacağını hiç tahmin etmemişti. Kapının açılmasıyla birlikte gülümsedi. Termos bardaktaki kahveleri arka koltuğa koyan adam ona bir tebessüm bahşederek yola çıktı.


Kısa süre sonra sıkıntılı bir nefes çeken Burak mırıldandı.


"Ciddiyim! Şu özel şoför olayını bir düşünsek mi?"


Gülen Hilal, sevgiyle sevdiğine baktı ve sol elini adam uzattı. Burak, sargılı eli dikkatlice tutarken hafif kızgın bir sesle konuştu.


"Bu eline yaptığının hesabını da soracağım ona göre. Unuttum sanma! Sadece şimdilik erteledim."


"İstediğin hesabı sorabilirsin Alfa'm. Benim her zaman verecek bir cevabım var!"


"Desene... Seninle hayat her daim eğlenceli geçecek Asena'm!"


🦋 


Burak, Sevda annesinin zoruyla arabalarında bulundurduğu hasır kilimi uçurumun kenarına serdi ve ikili üzerine oturdu.


Havanın hafif esmesi üzerine kızı kendine çeken adam fısıldadı.


"Üşürsen arabaya geçelim!"


"Belki birazdan. Şu an iyiyim. Hem... Kahvemiz de var!" diye mırıldanan Hilal, adamın kollarının arasına yerleşti.


"Hmm! Demek kahvemiz de var. Öyle mi? Bunu bana sokulurken söylemen de iyiymiş." dedi Burak tripli bir sesle.


Hilal, ufak bir kahkaha atarak başını adamın omzuna yasladı ve şakacı bir sesle konuştu.


"Hem... Beni bir kahveden bile kıskanan bir iş arkadaşım var. O beni ısıtır. Oldu mu?"


"Oldu oldu" dedi Burak gülerek.


Aralarında bir süre huzurlu bir sessizlik oluştu. Sonrasında Burak konuşmaya başladı.


"O adam... Ziyar 6 gün sonra tekrardan geldi. Bunu duyduğumda planımı harekete geçirdim."


"Ne planı?" diye sordu Hilal şüpheci bir sesle.


"Anlatacaklarım hiç hoşuna gitmeyecek!"


4 Yıl Önce 


Ziyar'ın onu alması için her türlü küfrü eden Burak, sonunda istediğine kavuşmuş, elleri bağlı bir şekilde Ziyar'ın yanına götürülüyordu.


Her zaman götürüldüğü odaya gitmediklerini anladığında kaşlarını çattı.


"Beni nereye götürüyorsun Amer?"


Amer cevap vermediğinde gözlerini devirdi. Az ilerideki demir kapılı odaya geldiklerinde Amer kapıyı açtı ve Burak'ı içeri ittirerek kapıyı arkasından kapattı. Burak, kapılı kapıya şaşkınlıkla baktı. Ziyar'daki de iyi cesaretti! Arkasındaki adımları duyduğunda dudaklarında soğuk bir gülümseme belirdi. Bu iş sandığından çok daha kolay olacaktı!


🐺


Kendi kendine oflayan asker, elleri arkasından bağlı bir şekilde sandalyede baygınca oturan kişiye baktı.


Hareketlenme gördüğünde "Sonunda!" diye mırıldandı. Gözlerini açan Ziyar dosdoğru kendisine bakıyordu.


Burak, elindeki bıçağı sallayarak yavaş hareketlerle Ziyar'a yaklaştı.


"Beni fazla hafife aldın. Büyük hata! Halbuki sana... Seni öldüreceğimi söylemiştim. Daha dikkatli olmalıydın!" dedi Burak buz gibi bir sesle.


"Senin kim olduğunu buldum... Babana çok benziyorsun!"


Ziyar'ın fısıltıyla kurduğu cümlesi Burak'ın üzerine saldırması için yetmişti de artmıştı bile.


🐺


"Gerçekten de bilmiyorsun!" dedi Burak öfkeyle yerine otururken.


Yaklaşık yarım saat boyunca adamı dövmüş, çeşitli işkencelere maruz bırakmıştı fakat ağzından Bukalemun kod adlı şerefsize dair hiçbir bilgi alamamıştı. Öğrendikleri de... Zaten bildiği şeylerdi.


"Burak?" 


Adını duyan adam sinirle gülmeye başladı.


"Sen... Sen nasıl birisin ya? Hangi hakla bana ismimle sesleniyorsun? Benim..."


Sakinleşmek için derin bir nefes aldı ve tabii ki de sakinleşemedi. Ehh o da tek sakinleştiricisini kullandı. Burak'ın kendisine doğru geldiğini gören Ziyar gözlerini kapattı. Yeni bir dayak senfonisi başlıyordu.


🐺


"Seymen'in planlarını biliyor musun?" diye sordu Ziyar.


Elindeki bıçağı parlatmak için çabalayan Burak sesini çıkarmadı.


"Sizi neden burada tuttuğunu öğrendin mi?" diye sordu bu sefer.


Burak adamın yüzüne bile bakmadı.


"Kime diyorum?.. O helikopteri düşürmesinin bir sebebi vardı!"


Burak, usulca yaptığı işe devam etti.


"Ankara'daki elçilik toplantısının yapılacağı binayı patlatmayı düşünüyor!" ded Ziyar tek çırpıda.


Ziyar'ın söylediği söz Burak'ın ona bakmasına neden olmuştu. Bakışlarında ilk defa öfke veya nefret yoktu. Sadece şaşkınlık vardı. Bu şerefsiz bunu niye söylemişti şimdi?


"Biliyorsun değil mi? Öfkelenmediğine göre... Derbas gerizekalısı dil bilmediğinizi söyledi. Yalandı di'mi?"


Burak, karşısındaki adamı incelemeye başladı. Ziyar'ın kim olduğunu öğrendikten sonra Derbas ve adamlarının söylediklerini yok saymıştı. Aklına Serkan'ın sözleri geldi.


'Derbas gibi değil. Karanlık bir tarafı var gibi hissettim ama... Değişik bir bakış da yakaladım.' demişti.


"Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordu ölümcül bir sakinlikle.


"Yapmaya çalıştığımı söylesem bile bana inanmazsın ki! 15 dakika önce, o gün söylediğim cümleleri bana hatırlattığında... O zamanlar ne kadar pislik biri olduğumu anladım. Şimdi ne yaparsam yapayım, ne o günü değiştirebilirim ne de... Kefaret ödeyebilirim. Geçmişimin günahıyla elim kolum bağlı kaldım."


Burak, gözlerini devirdi. Karşısındakinin söylediklerine inanmıyordu. 'İnanıyorsun! Kendini kandırma. Sadece olaya objektif yaklaşmadığından... İnanmamak işine geliyor. O gün de aynısını yapmıştın! Gördüğün kanları boya olarak adlandırmıştın.'


İç sesiyle birlikte öfkeyle ayağa kalkan adam, yumruk yaptığı elini adamın yüzüne patlattı. İkinci yumruğu atacakken Ziyar'la göz göze geldi ve duraksadı.


Karşısındaki şerefsize acıyor olamazdı değil mi?


Ona acıdığından değil... İntikam için dahi olsa eli kolu bağlı birine işkence etmek, dövmek sana ters geldiğinden. Bu kişi... Ailenin katili bile olsa! Çünkü sen böyle yetiştirildin. Ne olursa olsun vicdanlı, şerefli olmayı öğrettiler sana. Kimse için karakterinden ödün vermemeyi, başını öne eğecek bir hareket yapmamayı öğrettiler. Zaten bu yüzden... Ziyar'ın yenine gizlediği bıçağın varlığını bildiğin halde orada bırakmadın mı? Üzerine saldırsın ve kendini korumak için onu öldürmüş ol, diye.


Geri çekilen Burak, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Öfkeyle bağıran adam yumruğunu savurdu. Duvarla bulaşan elinin açıldığını hissetse de tepki vermedi.


"Amacın ne?" diye sordu dişlerinin arasından tıslayarak.


"Sendeki vicdanın %1'i bende olsaydı... O gün o katliamı gerçekleştirmezdim!"


Burak, elini ağrıyan başına götürdü. Çıldıracaktı! ÇILDIRMIŞTI!! Ziyar'ın yakalarına yapıştı ve küfürler savurmaya başladı.


"... Ulan! Madem bişey yaptın arkasında dur. Kötüysen kötülüğünü bil! Ne bu vicdan azabı çekiyorum ayakları. Sizi bana sayıyla mı gönderiyorlar lan?"


"Vicdan azabı çeksem n'olcak? Si*tiğimin azabını çekmeye bile hakkım yok benim. Sana beni burada öldürmen için yalvarabilirim Burak! Belki de zaten... Ölmek için gelmişimdir buraya. Kabuslarla yaşayamadığım için!"


Burak, inanamamazlıkla kahkahalar atmaya başladı. Arada durup durup 'Kabus diyor bir de' diye mırıldanıyordu.


"Ulan madem vicdanlı olmaya karar verdin(!)... Seymen itinin ayak işlerini neden yapıyorsun?"


"Yapıyor muyum? Yoksa baltalıyor muyum?" diye mırıldandı Ziyar. Ciddi gözlerle Burak'a baktıktan sonra devam etti.


"Bomba artık yok! İmha ettim. Tüm planları da yaktım."


"Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi?"


Ziyar fısıldadı.


"İnanıyorsun. Fakat kabullenmek istemiyorsun."


Burak, arkadaki masaya döndü ve oradaki tuzu aldı. Ziyar'ın dibine kadar geldi fakat... Büyük bir öfkeyle bağırarak tuzu duvara fırlattı.


Öfkeli bakışlarını Ziyar'a çevirdi. Madem fiziksel zarar veremiyorum... Ben de daha beterini yaparım!


"Hayırlı olsun!" dedi alaycı bir sesle.


"Ne?" diyen Ziyar kaşlarını çatmıştı.


"Rojda Irak'a geliyormuş. Amcan sana sürpriz(!) yapacakmış."


"Hayır!" dedi Ziyar başını iki yana sallayarak.


"Yalan söylüyorsun. Sırf... Canımı acıtmak için söyledin. Sana inanmıyorum!"


"İnanıyorsun. Fakat kabullenmek istemiyorsun." dedi Burak dudaklarındaki kinci gülümsemeyle.


"Bu... Gerçek olamaz!"


"Anlaşılan amcan senden şüphelenmeye başlamış. Rojda'yı Fransa'dan getiriyor. Kızın 3 gün sonra burada olacak. Bombayı imha ettiğini öğrenince... Kızına yapılacakları hayal edebiliyor musun?" dedi Burak acımasız bir şekilde.


"Hayır... Hayır... Hayır..." diyen adam çıldırmışçasına sayıklıyordu.


"Sence... Kızına torpil geçerler mi? Sırayı seçmelerine izin vererek iyilik(!) yaparlar mı?" diye fısıldadı Burak adamın kulağına doğru.


Ziyar, yıllar önce kalbine bıçak saplayan o kadına -Burak'ın annesine- söylediği cümleleri hatırladı. Gözlerinden yaşlar düşerken inledi. O nasıl bir p*çti? Neler yapmıştı böyle?


"Kızımın hiçbir suçu yok!" dedi kısık çıkan sesiyle ve devam etti.


"Onun tek suçu benim gibi bir caninin kızı olmak!"


"Öldürdüğün onca insanın da hiçbir suçu yoktu."


"Biliyorum. Söylediğim hiçbir şey beni aklayamaz. Fakat... Rojda hayatıma girdiğinden beri ben... Her gün vicdan muhakemesinde kendimi suçluyorum, idamıma karar veriyorum. Ama... Ben ölürsem o kimsesiz kalacak. Kimsesizi geçtim amcam..."


Duraksayan Ziyar bakışlarını Burak'a çevirdi.


"Onu kurtar!" 


"Ciddi misin?" diye sordu Burak.


"Ailemi öldürdün, benden çocukluğumu çaldın ve... Karşıma geçmiş kızını kurtarmamı mı istiyorsun?"


"Yalvarıyorum. Sen iyi birisin!" dedi Ziyar çaresiz bakışlarla.


Burak aslında en başında -Ziyar'ın kim olduğunu öğrenmeden önce- kızı kurtarmayı düşünüyordu. Fakat öğrendikten sonra... O kızı kurtaracağını ikimiz de biliyoruz Alfa! Kendine yalan söyleme bari.


Burak, iç sesinin kendine Alfa diye seslenmesi üzerine gözlerini devirdi.


"Oradan bakınca evliya gibi mi duruyorum?" diye sordu karşısındaki Ziyar'a olanca öfkesiyle.


"Hayır. Asker gibi duruyorsun. Ne olursa olsun, kim olursa olsun... Masumları koruyan vicdanlı bir asker gibi!"


Ziyar, hafifçe gülümseyerek devam etti.


"Bu yüzden de... Kızımı koruyacağından eminim. Onunla ilk karşılaştığımda... İlk göz göze geldiğimde, aklımı o katliamdaki bir çocuğun gözleri doldurdu. İsmi Aysel'di. Kolyesinde yazıyordu. Yıllarca kabuslarımı süsledi. Bazen o kızın yerini Rojda alıyordu. Bazen ise... Annenin yerine geçiyordu. Di..."


Burak, adamın boğazına yapıştı.


"Sakın. Annemin. İsmini. Ağzına. Alma!"


Olanca gücüyle karşısındaki şerefsizin boğazını sıkan Burak, öfkeden titreyerek geri çekildi. Onun çekilmesiyle Ziyar öksürmeye başlamıştı.


"İstediğini sana vermeyeceğim!"


Ziyar'ın cümlesi üzerine Burak bayık bakışlarla adama bakmaya başladı. Acaba yine ne saçmalıyordu!


"Katil olmana izin vermeyeceğim!.. Bir de bunun kabusuyla uğraşmana sebep olmayacağım. Senin için yapabileceğim tek şey bu. Saçma bir özür de hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine göre..."


Burak, anlamsız bakışlarını adamın yüzünde dolaştırdı.


"Lütfen kızımı koru!" diye mırıldanan adam bağlı olan kolunu iplerden kurtardı ve bıçağı kalbine sapladı.


"Ne?" diye mırıldandı Burak şok içerisinde.


Gözünün önünde yaşanan olayın anormalliğini kesinlikle hayal ediyor olmalıydı.


"Ceketimin cebine bak! Ve... Gerçekten de çok özür dilerim!" diye fısıldayan Ziyar son nefesini verdi.


Onlarca kişiyi öldürmüş adam gözleri açık bir şekilde Cehennem'i boylamıştı.


Burak ise... Genç asker delirmişçesine gülmeye başladı.


"Bu bir şaka olmalı!" diyen adam arkasındaki sandalyeye oturdu. Başı çok ağrıyordu!


🐺 


Ziyar'ın cebinden Seymen hakkında bir sürü bilgi çıkmıştı. Tüm faal olduğu yerlerden tut, gizli evlerine kadar her şey... Elindeki haritaya bakan Burak, mağaralardan birinin kenarındaki yazıyı okudu.


"Bombanın olduğu mağara. Söylediklerime inanmazsan..."


Derin bir nefes alan Burak, Ziyar'ın diğer cebinde bulduğu saate baktı. 10 dakika sonra Serkan ve diğerleri mağaranın tepesindeki boşluktan çıkarak baskını yapacaklardı.


"Sonra düşünmek için bolca vaktin olacak. Düşünmeyi kes!" diye kendi kendine mırıldanan adam planını bir kez daha gözden geçirdi. Tam bu sırada arada kalmış kağıdı farketti. Titreyen elleriyle onu açtı. Yaşadıkları öylesine ağır gelmişti ki... Buradan çıktıktan sonra deliler hastanesine yatırılmasa iyiydi.


'Kim olduğunu hatırladım. Bu mektubu okuyorsan çoktan ölmüşümdür falan diye zırvalamayacağım. Senden özür dilemek gibi bir aptallık da yapmayacağım. Hiçbir özür yaptıklarımı affettiremez çünkü. Yine de... Umuyorum ki beni öldüren sen olmamışsındır. İntikam adı altında birini öldürmeye zorladıklarında daha 12 yaşındaydım. Sonrasında nasıl bir caniye dönüştüğümü en iyi sen biliyorsun. Bu yüzden... Umarım intikamını alamamışsındır. Arkadaki haritada bir mağara var. Güvenli bir yer. Kimsenin bulamayacağı...Buraya gelmeden önce oraya erzak götürdüm. Bana güveneceğini veya benim yardımımı alacağını hiç sanmasam da... Günlerin yorgunluğuyla şehre kadar dayanamazsınız. Oraya gitmeniz sizin için iyi olabilir. Sadece... Elimden ancak bu kadarı geliyor.'


"Evveeet! Ölmeden önce yapılacaklar listemdeki 'Ailenin katilinin, gözlerinin önünde kendini öldürmesinden sonra sana yardım ettiğini söyleyen pişmanlık dolu mektubunu okumak' maddesinin üzerini karalayabilirim. Yaşasııın(!)"


Elindeki kağıtları cebine koyan Burak kapıdan çıkarken kendi kendide mırıldandı.


"Si*eyim böyle hayatı!"


🐺


"Lanet olsun... Lanet olsun... Lanet olsun! Ahhh!" diye söylenen Burak odaya girdiği gibi kapıyı arkasından kapattı. Emre onu görmemeliydi!


Üzerindekini tutup çıkarttığında iliklerine kadar giren soğuk yüzünden titremeye başladı. Elini bıçakladığı yere götürdü ve dokundu. Bulduğu Baticon'u yarasına boca etti.


Derbas şerefsizi gider ayak son kalleşliğini yapmıştı. O hengamede elindeki bıçağı Burak'a saplamıştı. İşin tek iyi yanı hamleyi fark eden adamın geri çekilmesi olmuştu. Yani derin bir yarası yoktu. Tamamıyla yüzeyseldi. İşin kötü tarafı ise... Bıçak zehirliydi. Ve panzehiri bitmişti. Az önce de dediği gibi Derbas diğer tarafa gitmeden önce yapacağını yapmıştı.


Soğuktan titreyen Burak, titremesini kontrol altına alarak elindeki iğneyle kendini dikmeye başladı. Üsteğmen uyuşturucu namına bir şey kullanmamıştı. Yapılan işkenceler acı eşiğini öylesine yükseltmişti ki... Kendini canlı bir şekilde dikmek onun için oldukça normal geliyordu.


Hızlı hareketlerle yarasını diken adam bulduğu bandajları üst üste koydu.


"Zaten zehirlendiğim için geberip gideceğim. Kan kaybını niye takıyorsam..."


Aklına yaralandığını öğrendiğinde Emre'nin vereceği tepki gelince gözlerini kapattı. Bir şekilde... Onun için hayatta kalmalıydı.


Tam odadan çıkacakken duraksadı. Derin bir nefes aldıktan sonra Ziyar'ın yanına gitti ve açık kalan gözlerini kapattı.


"Vicdanıma sokayım!" diyen adam içindeki öfkeyle kapıyı açtı ve yediği yumrukla sendeledi.


"Seni var ya..." diyen Emre, bir anda Burak'ı kendine çekip sarıldı.


"Bir daha benden habersiz bir şey çevirirsen se mahvederim. Sana o kadar kızgınım ki!"


"Sarılırken de kızgınım demek... Ne bileyim!"


Emre geri çekilerek Burak'ı omuzlarından itti.


"Gözüme gözükme!" diyen adam arkasını dönüp yürümeye başladı.


"Korkut! Kuzeye doğru gideceğiz. Orada... Bir mağara var. Önce oraya gidelim. Bu halde... Şehre kadar dayanamayız."


Korkut başını sallayarak Emre'nin peşinden gitti. Burak da yavaş hareketlerle yürümeye başladı.


"Emre çıldırdı. Zor tuttum" diye mırıldandı yanında yürüyen Serkan.


"Tahmin edebiliyorum."


"Bu arada... Neden yaran yok?"


"Yaralanmamı istediğini yüzüme karşı söylemen canımı çok acıttı Serkancığım!"


Burak'ın alaylı sesi üzerine Serkan gülümsedi.


"Demek konuşmak istemiyorsun? İyi istediğin gibi olsun!"


Mağaradan çıkıp kuzeye doğru yol almaya başlamışlardı. Gökyüzündeki ay sayesinde önlerini görebilen adamlar, karda bata çıka ilerliyorlardı.


"Sen haklıydın!" diye mırıldandı Burak bir anda.


Serkan, ona bir bakış atsa da sessiz kaldı.


"Dediğin gibiymiş. Anlattığın hikayedeki yaşlı adama benziyormuş!"


Duraksayan Serkan, Burak'a döndü.


"Bu ne demek?"


"Kendini öldürdü!"


"Ne?" diyen Serkan şaşkınca bakıyordu.


Yürümeye devam eden Burak'ın peşine giden adamın aklında tonlarca soru vardı.


🐺


"Bu adama panter demekte öylesine haklıymışsın ki! Şuna bak yaa. Nasıl da çıkıyor hızla."


Söylenen Serkan nefes nefese kalmıştı. Mağaranın olduğu yere ulaşmalarına çok az kalmıştı.


Burak ise... Yarasının açıldığını hissediyordu. Başının dönmesi ve midesinin bulanmasını bir şekilde saklayabiliyordu fakat... Ateşten dolayı oluşan titremesi Serkan'ın dikkatini çekmişti.


"Ne oldu? Üşüyor musun?"


Konuşacak mecali kalmayan adam usulca başını hayır anlamında salladı.


"Nasıl üşümüyorsun? Oğlum takırdattığın dişlerinin sesi buraya kadar geliyor."


Serkan'ın koluna dokunması üzerine Burak'ın dudaklarından bir inleme döküldü. Her yeri ağrıyor/yanıyordu. Adamın faltaşı gibi açılan gözleri ifşalandığının resmiydi. Güçlüymüş gibi yapan Burak ise... Omuzlarındaki yükü sırtlanacak birinin varlığını hissedince kendini bıraktı. Yere düşen adamın son sözü "E605" olmuştu.


"Burak? Kardeşim... Kardeşim uyan! EMREEEEE!"


Şimdiki Zaman


"E605 de denilen Parathion'la yani... Böcek ilacıyla zehirlenmiştim. Şanslıydım! Her şeyden önce Panter gibi bir kardeşe sahiptim. Korkut'un zehirler hakkındaki engin bilgisi müthişti ve... Parathion'un panzehiri olan atropinin yapıldığı Güzelavrat otunun en sık bulunduğu ülkelerden birindeydim. Ben ateşler içinde yanarken... Serkan ve Korkut ateşimi düşürüyordu. Hayal meyal hatırlıyorum. Emre ise... Onca kar arasında o otu arıyordu. Birimiz yanıyordu, diğerimiz ise donuyordu. Biz zaten hep birbirimizi tamamlamışızdır. Eğer o gün... Emre o bitkiyi bulmasaydı asla geri dönmeyecekti. Ölürsem... Ölecekti! 2 gün boyunca o mağarada kaldık. Sonrasında şehre indik. Bizi bekleyen arabaya bindik ve... Ülkemize döndük. Herkes çok endişeliydi haliyle. İkimiz hatta... Dördümüz de... Bir daha o zamandan asla bahsetmedik. Sadece rapor verirken... Ama onda da asla detaylı değildi. İşte böyle!"


Hilal, derin bir nefes aldı ve mırıldandı.


"Sen... Sen neler yaşamışsın Alfa'm?"


"Yaşadık işte bir şeyler." diye fısıldayan Burak üzgün gözlerle kendisini izleyen kızın saçlarına bir öpücük kondurdu.


"Hadi gidelim! Üşüdün iyice."


🦋


"Seni aç bir şekilde eve bırakmak hiç içime sinmiyor."


"Sen de söylüyorsun ya! Eve bırakıyorsun Alfa'm. Aslı hazırlamıştır bir şeyler. Halletmen gereken işler var. Yemek yemeğe gidersek kalkamayız. Fabrikaya dönmen gerek!"


Burak, memnuniyetsiz bir şekilde başını salladı. Kelebeğinden ayrılmak istemiyordu. Yanağında hissettiği parmaklar ile kıza döndü.


"Hadi ama! Asma suratını. İstersen..."


"Haklısın. Gitmem gerek. Akşam seni arayacağım!"


Gülümseyen Hilal başını salladı.


"Olur" dedi şımarık bir şekilde.


Onun ses tonu Burak'ın eğlenceli bakışlarını ona çevirmesine neden oldu.


"Anlaşılan birileri çok mutlu!"


"Hem de çok çok çok!" diyen kız adama sarıldı.


"Yarın görüşürüz Alfa'm!"


"Görüşürüz Kelebeğim!" diye fısıldadı Burak huzurla gözlerini kapatırken.


Hilal geri çekildi. Tam arabadan inecekken duraksadı ve adama dönerek yanağına yumuşak bir öpücük kondurdu.


"Seni seviyorum."


Karanlıkta bile net seçilen yeşiller bir kez daha parladı. Dudaklarında enfes bir gülümseme beliren adam, kıza sevgiyle baktı.


"Sen benim iyikimsin!"


Burak belki o iki kelimeyi söyleyemiyordu fakat defalarca farklı şekilde kızı sevdiğini söylüyordu. Hilal huzurla bir nefes aldı.


Tam arabanın kapısını açacakken karşıda gördüğü kişi duraksamasına neden oldu.


Annesi ne zamandır orada onları izliyordu?


Loading...
0%