Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. Bölüm- Bir Gün Seni Rüyamda Görmek İstiyorum

@yasminiesa

Tam arabanın kapısını açacakken karşıda gördüğü kişi duraksamasına neden oldu.


Annesi ne zamandır orada onları izliyordu?


Hilal, annesinin bakışlarını seçemese de beden dilinden hiç memnun olmadığını anlamıştı.


"Annene benden bahsettin mi?" diye soran Burak'ı duyduğunda başını ona çevirdi.


"Kısmen. Yani... Kütüphanedekinin sen olduğunu ve... Bana neden yaklaştığını biliyor. Girdiğim ekibin lideri olduğunu da söyledim. Mardin olayını hiç bilmiyor o yüzden..."


Burak, derin bir nefes aldı. 


"Annenden bir şeyleri saklamayı ne zaman bırakacaksın Hilal?


"Bu konuda ona çekmişim. Bana kızmaya hakkı yok!" diye mırıldandı Hilal iğneleyici bir sesle.


Burak, başını olumsuzca sallasa da bir şey söylemedi.


Hilal, böylesine mükemmel bir günden sonra annesinin nasihatlarına maruz kalacağı için somurtmaya başlamıştı.


"Hadi!" diyen Burak ile birlikte ona döndü. Adamın elinin kapı kolunda olduğunu gördüğündeyse gözlerini şaşkınlıkla açtı.


"Sen nereye?"


"Annenle tanışmaya" dedi Burak kendinden emin bir şekilde. Fakat Hilal başını 'hayır' anlamında sallamaya başlamıştı bile.


"Olmaz! En azından... Bugün olmasın" dedi kız. Bakışları endişe doluydu.


Kızın endişesini farkeden Burak, sevgiyle gülümsedi ve sakinleştirici bir sesle konuşmaya başladı.


"Boşuna endişeleniyorsun! Ben... İçimdeki yaralı çocuğa rağmen elini tutmaya karar verdim. Annenin beni onaylamaması veya söyleyeceği sözler senden vazgeçmemi sağlayamaz."


Hilal, dudaklarını ısırdıktan sonra usulca başını salladı. Bu iş hiç hoşuna gitmese de... Burak'a güveniyordu. İkili Melek Gökmen'e baktılar. Kollarını birbirine kavuşturmuş bir şekilde onlara bakan kadın oldukça öfkeli gözüküyordu.


Genç kız derin bir nefes alarak kapıyı açtı ve annesine doğru yürümeye başladı. Arkasında duyduğu kapı kapanma sesi Burak'ın da indiğini gösteriyordu. Bundan cesaretle adımlarını güçlendirdi ve annesinin karşısına dikildi.


"Neredesin sen?" diye soran annesinin bakışları kısa bir anlığına Burak'a döndü ve tekrardan kıza baktı.


"İşim vardı?" dedi Hilal sesindeki tınıyla.


24 yaşındaydı ve ailesine hesap vermeyi Amerika'ya gittiği gün bırakmıştı. Nerede olduğunu bildirirdi elbet ama... Yine de saat daha yeni 20.00 olmuşken annesinin gece olmuş gibi davranmasına anlam verememişti. Sırf Burak ile birlikteyim diye mi bu muamele?


"Sabahtan beri seni arıyorum Hilal! Ne kadar endişelendim haberin var mı?"


Kaşlarını çatan Hilal elini cebine attı.


"Telefonum burd..." diyen kız cümlesini tamamlamadı. Göreve giderken aldığı telefon kendisinin değildi ki!


Arkasında hareketlilik hissettiğinde o tarafa döndü. Burak'ın arabanın kapısını açarak torpido gözündeki telefonları aldığını gördü. Yanına gelip kendi telefonunu ona uzatan adam kendisininkini de cebine koydu.


"Bu ne şimdi? Niye iki telefonun var senin?"


Hilal, sakinleşmeye çalışarak bir nefes aldı. Annesi aynı sinir bozucu ses tonuyla sorgulamaya devam ederse... Yapacaklarını/söyleyeceklerini düşünmek dahi istemiyordu.


"Neden olduğunu tahmin edebiliyorsundur anneciğim(!)"


"Sakin..." diye mırıldandı yanındaki Burak.


Bunun üzerine anne kızın bakışları ona çevrildi.


"Resmi olarak tanışamadık Melek Hanım. Ben Burak... Burak... Aslan!"


Melek, kendisine uzatılan ele bir süre baktıktan sonra elini uzattı ve kısaca sıktı.


"Benim kim olduğumu biliyorsun zaten de... Neden soyadını söylerken bir duraksama hissettim? Gerçek soyadın Aslan değil mi?"


Bu cümle üzerine Hilal'in elaları, yeşillerle buluştu. Burak'ı zor durumda bırakmak istemediği için konuşmaya başladı.


"Bunu da nereden çıka..."


"Evet. Gerçek soyadım değil!"


Genç kız, fal taşı gibi açılmış gözlerle adama döndü.


"Gerçek soyadını neden söylemiyorsun? Yasak mı? Ekiple ilgili olsa... Bildiğim kadarıyla Emre gerçek soyadını kullanıyor?"


"Ekiple ilgili değil. Benimle ilgili..." dedi Burak tatsız bir sesle.


"Yani kızım da mı bilmiyor? Gerçekte kim olduğunu..."


Burak, bakışlarını kelebeğine çevirdi. Kızın gözlerindeki memnuniyetsizliği gördüğünde 'sorun yok!' dercesine gülümsedi. Hilal'in hâlâ annesine kırgın ve kızgın olduğunun farkındaydı. Herhangi bir olumsuz durum ise ateşi körüklemek olurdu. Kadın zaten sana bu ahiret sorularını sorarak ateşi körüklüyor Alfa ama yine de sen bilirsin tabi.


'O sadece kızı için endişelenen bir anne!'


Derin bir nefes alan adam, karşısındaki kadına döndü ve sakin bir sesle konuşmaya başladı.


"17 yıldır... Soyadımı kullanmıyorum. Sebeplerini belki ileride bir gün anlatırım. Sorduğunuz soruya gelirsek... Hilal, gerçek soyadımı biliyor. Kütüphanede karşılaştığımız ilk günden beri..."


Melek'in dudaklarında istemsizce alaycı bir gülümseme belirdi.


"Kızımı kandırmak için girdiğin oyunda, yıllardır kullanmadığın soyadını mı kullandın yani?"


"Evet" diye mırıldandı Burak.


"Neden?" diye soran Melek ilk defa karşısındaki kişiyi gerçek anlamda incelemeye başlamıştı.


Dudaklarında ufak bir gülümseme beliren adam, Hilal'e döndü. Gözleriyle kıza methiyeler dizdikten sonra sadece dudaklarını oynatarak "Kelebek etkisinden" dedi ve Melek'e dönerek yavaşça omzunu silkti.


"Nedeni çok... Bahanesi de. Sadece... Ona yalan söylemek istemedim. Ona... Gerçek beni göstermek istedim. Daha o an... Her şeyin planlanmış olduğunu unutmuştum. Ben bu görevi (oyunu) hiç isteyerek kabul etmedim Melek Hanım. İnanın bana... Görevin bu şekilde olmaması için çok çabaladım. Fakat... Yukarıdan emir gelince... Öyle ya da böyle bu görevin gerçekleşeceğini anlayınca... Kabul etmekten başka çarem kalmadı."


Melek karşısındaki adamın gözlerindeki ciddiyete, cümlelerindeki keskinliğe dikkat kesildi. Duruşu, sesindeki dürüstlük, her şeyden öte kızına bakışları onun iyi biri olduğunu gösteriyordu. Yine de... Karşısındakinin bir asker olduğu gerçeği tüm bunları hiçe sayıyordu. Kızının o ekipten (o tehlikeli işten) ayrılmasını deliler gibi isteyen kadın, karşısındaki adamla birlikte olmasını da istemiyordu.


"Sevgili misiniz?" diye pat diye soran kadınla kısa bir sessizlik oluştu.


Burak, elinin istemsizce yumruk olduğunu hissetti. Bu soruya 'Evet' diyemiyordu fakat... 'Hayır' demek de istemiyordu.


"Anne!" dedi Hilal çıkışarak.


"Efendim! Sadece bir soru sordum ki... Hakkım olduğunu düşünüyorum. Ben senin annenim ya hani!"


"Haa tabii ki. Yıllarca beni kandır..."


"Hilal!" diyen Burak'ı duymasıyla ona döndü kız.


"Ne? Yalan mı? O..."


"Sakin olur musun?" dedi Burak sakinleştirici bir sesle.


Hilal, derin derin nefesler almaya başladı. Bir süre sonra bakışlarını annesine çevirdi. Melek ise tüm bunlar yaşanmıyormuş gibi inatla tekrardan konuştu.


"Sorumun cevabını alabilir miyim?"


Hilal, bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Sakinim. Sakinim. Çok sakinim(!). Dişlerini sıkarak annesine döndü.


"Cevabım neyi değiştirecek? Evet desem ne olacak, hayır desem ne olacak? Aramızdaki ilişkinin bir adı olup olmaması neyi değiştirecek anne? Sevgiliysek ayırmaya çalışacak, değilsek de... Olmamamız için mi çabalayacaksın?"


Melek, kendisine çıkışan kızına şok içerisinde baktı. Daha önce kızı kendisiyle hiç bu ses tonuyla konuşmamıştı.


"Şu an Asena olmanın zamanı değil Kelebeğim. Sok pençelerini içeriye!"


Hilal, bakışlarını adama çevirdi.


"Yanılıyorsun Alfa! Tam da Asena olma sırası."


Burak, usulca başını iki tarafa doğru salladı.


"Sana daha önceden de söylemiştim. Hiç kimse sen bile... Aldığım kararları değiştiremez. Bu yüzden de annen istediğini söyleyebilir. Ben kararımın arkasındayım! Ona çıkışma bu yüzden. Lütfen?"


Hilal, hüzünlü gözlerle adama baktı.


"Sorulan soruya 'Evet!' diyemememiz ne olacak peki? Aldığın kararları kimse değiştirmez doğru. Senden başka!" duraksayan kız çaresizce fısıldadı.


"Korkularından başka!"


Burak, gözlerini kaçırdı. Başını önüne eğip derin bir nefes aldıktan sonra başını kaldırdı.


"Annenin diyeceklerinin beni tetikleyeceğini düşünüyorsun! Ne diyecek? 'Kızımın o ekipte çalışmasını istemiyorum. Çok tehlikeli bir iş. O iki telefon olayı... Bugün göreve mi gitti? Ne göreviydi? Buna nasıl izin verebilirsiniz?' Bu ve bunun gibi binlerce cümle. Hepsinde de haklı!"


"Haklı?" diye mırıldandı Hilal acıyla.


"Merak etme! Başa falan sarmadık... Hâlâ seni bir eve kapatıp tüm kötülüklerden korumak istiyorum. Aradaki aynalı ve kırılmaz cama rağmen sorguları izlemeni istemiyorum. Hele bugünkü gibi göreve gelmen düşüncesi... Beni çıldırtıyor! Ben... Annenden daha fazla endişeleniyorum. Tüm bu durumdan... Ondan daha fazla nefret ediyorum. Kötülüğün ne olduğunu ondan daha iyi biliyorum çünkü... Ama sana bunu yapmayacağım. Seni bir kafesin içine hapsetmeyeceğim! Kararlarına, düşüncelerine, hislerine saygı duyacağım. Seni değiştirmeye çalışmayacağım Hilal. Olduğun kişiyi yok saymayacağım Asena'm! Annenin söyleyeceği her şeye katılıyorum. Katılacağım da ama... Sensiz yaşayamayacak kadar da bencil biriyim işte!"


Burak, dudaklarında beliren acı gülüşle devam etti.


"Melek abla daha öncesinde düşünmediğim hiçbir şeyi söyleyemez bana! Her iddiasına girerim ki... Ondan çok daha fazlasını düşünmüşümdür. Olacakları onun gibi sadece tahminle değil... Yaşanmışlıkla biliyorum ben."


"Burak..." diye fısıldadı kız üzgün bir sesle.


"Söylerken bir kez daha farkettim. Bendeki de ne cesaret ha!"


Bir kez daha "Burak!" diyen kız adama doğru bir adım attı. Adam hüzünlü gözlerini kızın gözleriyle buluşturdu.


"Bakma şöyle! Ben aylardır bu konu yüzünden kendimle tartışıyorum zaten. Dedim yaa... Bu kararı vermem hiç kolay olmadı. Ve ultra ultra büyük bir olay olmadığı sürece bugün söylediklerimi -üstüne daha da güzellerini ekleyerek- yaşamayı düşünüyorum. O gözlerindeki korkuyu silebilirsin yani."


Tuttuğu nefesini veren Hilal, gözlerini onaylarcasına kapatıp açtı. Burak'ın sol tarafa bakması annesinin de orada olduğunu hatırlatmıştı. Normal bir zamanda asla başkasının yanında böylesine kendini açmayan adam... Sırf onun için annesinin yanında onca şey söylemişti. Aslında kızı teselli ederken, annesine de gerçekleri göstermişti. Hilal, annesine döndü. Burak'a karşı olan sert bakışların biraz da olsa yumuşamış olduğunu görünce sevindi. Yine de... Ona olan öfkesinin hâlâ taze olduğunun farkındaydı.


"Yapma!"


Burak'ın söylediği kelime üzerine bakışlarını ona çevirdi.


"Neyi yapmayayım?"


"O sadece doğru olduğunu düşündüğü şeyi yaptı. Şimdi de... Geçmişte de!"


Duruşunu dikleştiren Hilal başını salladı.


"Asıl sen yapma Burak! Bana onu savunma. Yaptığının hiçbir affedilir yanı yok."


"Öyle olmuyor be Kelebeğim. Her şeyden önce sevdiğini affetmemek, suçlamak en çok kendine zarar veriyor. Daha önce bunu konuşmuştuk. Bugün anlattıklarımdan sonra ise tekrar farkettim. İnsan yaşamadığı şeyde çok kolay suçluyor. Ben... Bana yapıldığında asla hazmedemediğim şeyi başkasına yaptım. Korumak için! O an öyle gerektiği için!"


Bakışlarını yere çeviren Burak'ın aklına onu bayıltan babası geldi. Ne kadar da çok kızmıştı ona. Yıllarca hep suçlamıştı. Caner'i bayılttığı güne kadar da onu anlamamış, anlamaya bile çalışmamıştı. Annesinin o gün yukarıda olması gerekirken... Aşağıda olmasından dolayı da kendini suçlamıştı. Bunun nedenini de o zamanlar anlamamıştı. Fakat... Zaman ona öğretmişti. İnsan; sevdiği söz konusu olduğunda dünyanın en bencil insanı haline geliyor ve o yaşasın diye de her şeyi yapıyordu. İşin ucunda canını vermek olsa bile!


Kolunda hissettiği el ile başını kaldırdı.


"Yine nerelere daldın?" diye fısıldadı Hilal dudaklarındaki hüzünlü tebessümle.


Aynı tebessüm adamın dudaklarında belirirken 'öyle işte' dercesine başını salladı. Elini kızın elinin üzerine koyup sıktıktan sonra devam etti.


"Annene böyle davranma... Onun değerini bil Kelebeğim! Hayat... Kırgınlıklarla geçirilemeyecek kadar kısa. Sonrasında... Hatırlayacağın tek şey kötü anlar oluyor. Bunu yaşamanı asla istemiyorum."


Adamın kısık bir sesle söylediği cümlelerdeki acıyı hisseden Hilal'in gözünden bir damla yaş firar etti. Usulca başını sallayan kız onu anladığını belirtti.


Melek ise... Melek tüm bu yaşananları şaşkınlık içinde izliyordu. Yaşananları duyduktan sonra kafasında kurduğu Burak figürü ile karşısındaki adam hiçbir şekilde örtüşmüyordu. Ayrıca kızı ile arasındaki bağın bu kadar kuvvetli olabileceğini tahmin dahi etmemişti. Kendisini onların özel bir anlarını bölüyor gibi hissetmişti.


İkiliye bakarken aklına Ege'nin düşmesi ile hüsranla gözlerini kapattı. Kızının, kendisini kandıran bir adama gönlünü kaptırdığını öğrenince çok korkmuştu. Onun da kendi yaşadıklarını yaşamasından... Kaderlerinin benzeyecek olmasından! Bu yüzden de her şeyi olan kızını karşısına almıştı ya zaten. Gerek yokmuş bunca hır güre. Bu genç adam, kızımı gerçekten de çok seviyor.


"Anne?" diye kendisine seslenen kızını duyduğunda gözlerini açtı.


"Bir şey mi oldu? İyi misin?"


Melek, gülümsemeye çalışarak başını salladı.


"İyiyim" derken gözleri Burak'ı buldu. Bakışlarındaki anlayış ve teselli garibine gitti. Neden bu halde olduğumu anlamış olamazdı değil mi?


Adamın gitmek için hazırlandığını farkedince konuştu.


"Yemeğe kalmak ister misin?"


İkili şaşkınca Melek'e baktı. Melek de yaptığı bu teklife şaşırmıştı aslında.


"Anne yüreği işte. Aç gönderemiyor kimseyi" dedi kendini savunurcasına.


Burak'ın gözlerinden anlık bir acı geçmesi ve Hilal'in bakışlarının da endişeyle ona dönmesiyle yanlış bir şey söylediğinden şüphelendi. Kızına 'Annenin değerini bil!' demesinin sebebi annesinin olmaması olabilir miydi? En kısa zamanda Hilal'e bunu sorması gerektiğini düşünürken Burak elini uzattı.


"Yemek daveti için çok teşekkürler Melek Hanım. Ama benim gitmem gerekiyor. Size iyi akşamlar."


Melek, adamın elini görmezden gelerek yaklaştı ve sıkıca sarılarak kulağına fısıldadı.


"Tanıştığımıza çok memnun oldum. Baştaki tavrım için de özür dilerim. Sadece kızımı korumaya çalışıyordum. Fakat buna gerek yokmuş. Gözlerin... Ona bakarken her şeyi anlatıyor zaten. Fazlasına ihtiyacım yok!"


Geri çekilen Burak, gözlerine de ulaşan bir gülümsemeyle kadına baktı.


"Bu arada... Şu hanım olayını kaldıralım lütfen. Az önce benden bahsederken Hilal'e abla demeni sevdim... Kendimi genç hissettirdi."


"Siz zaten gençsiniz. Hilal'in güzelliğinin de kime çektiği belli."


"Yağlara zam geldi de benim haberim mi yok?" diye mırıldandı Hilal iğneleyici bir şekilde.


"Benim ne zaman yağ çektiğimi gördün Kelebek? Bu 1!.. Annene iltifat ederken bile sana iltifat etmemi nasıl hiçe sayıp o ses tonunu kullanabilirsin? Bu 2!.. Ve son olarak... Mayınlı bölgenin içine öz annen de mi giriyor?" diye sordu Burak şaşkınlık dolu bir sesle.


"Dedi... Gözlerimin hep üzerinde olmasını, ilgim çok kısa süreliğine de olsa başka bir yere döndüğünde ona bakmamı istediğini söyleyen adam."


Kızın, keyifli sesi ve muzip bakışları gören adam küçük bir kahkaha attı.


"Ne de haklı cümleler kurduğumu bir kez daha fark ettim bak!"


Gözlerini deviren kız sonrasında adama gülümsedi. Sıkkın bir şekilde saatine bakan adam isteksizce konuştu.


"Hayırlı akşamlar. Kendine dikkat et!" dedi Burak ellerini ceplerine sokarak.


Ellerinin istemsizce kıza uzandığını farketmişti. Ona sımsıkı sarılıp veda etmek, yüzüne gelen saçlarını geriye itip papatya kokusunu içine çektikten sonra alnına bir öpücük kondurmak istediğini farketmişti. Nerede olduğunu (kimin yanında olduğunu) unutmamak için ise yapabileceği tek şey ellerini ortadan kaldırmaktı.


"Sana da hayırlı akşamlar. Mutlaka yemek yiyorsun haa. Rapor alacağım bak!"


Burak duyduğu kelime ile yüzünü buruşturdu.


"Rapor kelimesini mümkünse kullanmayalım. Gına geldi o işten. Ayrıca... Yazmam gereken bir rapor var ve birileri sağ olsun yarısından çoğunu yazamayacağım!"


"Ben ne yaptım ki?" dedi Hilal masum bir şekilde.


"Sen ne zaman bir şey yaptın ki zaten di'mi?"


"Tabii ki de. Ben çok uslu bir kızım!"


Kaşlarını havaya kaldıran Burak başını olumsuzca salladı. Kızın sargılı eline bir bakış attıktan sonra tekrardan ela gözlüsüne döndü. Hiçbir şey söylemese de... Hilal sustuklarını duymuştu.


"Tamam. Bazen bela olduğum doğru. Ama bazencik(!)."


Burak, gitmesi gerektiğinin bilinciyle konuşmayı mecburen bitirmek zorunda kaldı. Tekrardan iyi akşamlar dileklerini iletirken çalan telefonunun zil sesi ile duraksadı. Arayanın Emre olduğunu görünce neden aradığını tahmin ederek Hilal'e saliselik bir bakış attı.


Adamı pür dikkat izleyen genç kız bu bakışı yakalanmıştı.


"Açsana! Hâlâ çalıyor."


"Açarım sonra... Hadi Allah'a emanet olun!" diyen adam aramayı reddettikten sonra kaçar adımlarla şoför tarafına yöneldi. Telefonunun tekrardan çalmaya başlamasıyla ses tuşuna basarak sesini kıstı.


"Emre arıyor değil mi?"


Hilal'in cümlesi üzerine eli kapının kulpunda olan Burak duraksadı.


"Telefonu burada açmanı istiyorum. Şimdi! Benim yanımda."


Burak, derin bir nefes aldıktan sonra Hilal'e baktı. Bakışlarından isteksizlik okunuyordu.


"Sana söyledim. Beni korumak isterken seninle vedalaşma hakkımı elimden alıyorsun. Yapma!" diye fısıldadı Hilal.


"O yüzden aramıyord..."


"Açarsan öğreneceğiz!" dedi Hilal adamın sözünü keserek.


Burak, yenilmişlikle gözlerini kapattı ve tekrardan çalmaya başlayan telefonu yanıtladı.


"Efendim?" 


"Neredesin oğlum sen? Neyse... Hilal haklı çıktı. Songül ile Gülçin buluştular. Aytunç'un yerini tespit ettik. Şehir dışında bir çiftlik evindeymiş. Kapıdaki korumalara bakılırsa doğru yerdeyiz!.. Onur gitti yerine Kadavra üstlendi izleme işini. Adamlar bayağı kalabalık. İçeride de birileri var gibi. Songül masumsa Aytunç onu rehine olarak kullanabilir. Bu yüzden sessizce halletmemiz gerekecek. Gelsen iyi olur! Korkut ile Serkan da şehirdeymiş. Onlar da katılacaklar. Biz şimdi yola çıkıyoruz. Konum atıyorum..."


"Tamam!" diye yanıtladı Burak sadece. Tam telefonunu kapatacakken Emre'nin adını söylemesiyle telefonunu tekrardan kulağına götürdü.


"N'oldu?" 


"Çelik yeleğin yanında mı?" diye sordu Emre.


"Hı-hı" 


"Hilal yanında değil mi? Ondan tek kelimelik cevaplar veriyordun. Kızdan neden saklıyorsun Burak? Anlamıştır zaten. Kızın sabah söylediklerini unutt..."


"Aslı da şu an camda işte!" dedi Burak keskin bir dille.


Karşı tarafta bir süre sessizlik oldu.


"N'apcaz oğlum biz? Her an ölümle burun buruna... Aslı'yı aramaya korkuyorum. Aramamak ise daha beter. Ya son..."


"Ben varken o dediğin çok zor kardeşim... Ayrıca git başkasına dert yan. Benim durum senden daha beter."


"Hepimizin durumu aynı ki! Yağız ve Tuncay kaç dakikadır telefonlarıyla bakışıyorlar. Tuncay'a bakarsak... Aylar geçse de aynı şekilde hissedeceğiz. Ne b*ktan bir durum bu!.."


Birilerinin konuşması üzerine kısa bir süre duraksayan Emre devam etti.


"Sinan dayı da operasyona katılacakmış. Haberin olsun! Çelik yeleği mutlaka giymeni tembihledi. Bu saatten sonra önlem almadan gelmezsin sanırım?"


"Yani. Doğal olarak!.. Görüşürüz."


Telefonunu kapatan adam cebine koyduktan sonra ellerini yumruk yaptı. Kelebeğiyle göz bağı kurmak istemiyordu. O gözlerdeki ifadeyi görmek istemiyord...


Bunları düşünürken boynuna sarılan kollarla duraksadı. Papatya kokusu burnuna dolarken derin bir nefes aldı.


"Dikkatli olacaksın. Söz ver!"


"Ben her zamana dikkatliyimdir" diye mırıldandı adam alayla. Her zaman yaptığını yapmış, başı sıkıştığı için alaya başvurmuştu.


"Alfa'm..." diye fısıldayan kızı duyduğunda gözlerini kapattı ve o da kollarını kıza doladı. Kızı kendine biraz daha çektikten sonra başını saçlarına gömdü ve aynı fısıltıyla karşılık verdi.


"Kelebeğim..." 


Papatya kokusunu içine çekerek bir süre öyle kaldı.


"Sen hayatımdayken benim dikkatsiz olmak gibi bir seçeneğim yok. Bu yüzden... Çok çok çok dikkatli olacağım. Söz veriyorum Papatya'm!"


Gözlerini açan adam, Melek'i gördüğünde gönülsüzce geri çekildi. Ela gözlüsünün gözünden düşen yaşı görünce kaşlarını çattı ve gözyaşını yere düşmeden yakaladı.


"Bu da ne şimdi? Yağmur da yağmıyor!" diyen adamın sesinde hafif bir tehdit hissediliyordu.


"Tamam... Tamam" diyen kız ellerini yüzüne götürerek gözlerindeki yaşları sildi.


Burak, çaresiz gözlerle kıza baktı.


"Benim... Gitmem gerekiyor!"


"Beni arayana kadar uyumayacağım" dedi Hilal gözlerini adama dikerek.


Kelebeğinin gözlerindeki kesinliği gören adam gülümsedi. Bu biraz buruk bir gülümsemeydi.


"Arayacağımı söylemiştim zaten. Sözüm söz! Aslı'ya da söyle... Endişelenmeyin."


Kızın kaşlarını kaldırarak kendisine bakması üzerine "Çok endişelenmeyin" diyerek düzeltti söylediğini.


"Ne endişelenmesi canım? Biz birazdan alemlere akmayı düşünüyoruz. Siz ne yaparsanız yapın. Umurumuza değil ki bizim!" dedi Hilal dalga geçerek.


Gözlerini kısan Burak, kıza onaylamaz bakışlarla bakmaya başladı.


"Bence beni kışkırtmak istemezsin Asena! Ulaş'ı başınıza dikmem bir telefonuma bakar."


"Nisa'yı görünce bizi takacağını pek sanmıyorum. Yine de sen bilirsin tabii!" dedi Hilal bilmiş bir şekilde.


Burak, sessiz kalarak kıza bakmaya başladı. Sessizlik uzayınca Hilal konuştu.


"Eee... Sıradaki hamle yok mu?"


"Ben görevden dönene kadar benim hayatım için dualar edecek kızı engellemek için mi?.. Yok!" diye mırıldandı Burak bakışlarındaki sevgiyle.


Bakışlarını kısa bir anlığına yere indiren kız, güçlü durmaya çalışarak omuzlarını dikleştirdi. Ve dudaklarını oynatarak 'Seni seviyorum' dedikten sonra sesli bir şekilde devam etti.


"Allah'a emanet ol!"


"Sen de..." diye mırıldanan adam bakışlarıyla kıza tekrar sarıldıktan sonra arabaya bindi. Tüm bu süreçte gözleri sadece kızın üzerindeydi.


Hilal, araba gözden kaybolana kadar hareket dahi etmedi. Burak da... Kız gözden kaybolana kadar dikiz aynasından ona bakmaya devam etti.


🦋


Nisa, kapıyı açarak kafasını uzattı.


"Hadi gel sen de Casper'ım. Film izleyeceğiz kafanı dağıtırsın."


Hilal, usulca hayır anlamında başını salladı.


Nisa, birkaç saniye kıza baksa da yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu anlayınca kapıyı kapatıp gitti.


Burak gideli 2 saat olmuştu. Ve genç kız bu 2 saati iyiymiş gibi yaparak geçirmişti. Yatağının üzerine oturarak bacaklarını kendisine doğru çekti. Alnını dizlerine dayadıktan sonra ise gözlerini kapattı. Saatler önce öylesine güzel anıları paylaştıktan sonra şimdi...


"Allah'ım sen ona yardım et!" diye mırıldanan kız hızla ayağa kalktı ve abdest almak için lavaboya gitti. Dualara sarılmaktan başka yapabileceği bir şey olmadığını yine, yeni ve yeniden farketmişti!


🦋


Kur'an-ı Kerim'i kapatan kız bakışlarını saate çevirdi... 00.27


Ev sessizliğe bürünmüştü. Aslı'nın da kendisi gibi bir endişe içinde olduğunu bilse de yanına gitmedi. Ya birbirlerini teselli etmek yerine dolduruşa getireceklerdi ya da... Hiçbir şey olmamış gibi rol yapacaklardı. İkisi de bunu istemiyordu. Tek istedikleri... Sevdikleri adamların sesini duyabilmekti.


Sessizce kapıyı açan kız aynı sessiz adımlarla oturma odasına gitti ve elindeki Kur'an-ı Kerim'i dolaba koydu. Mutfağa geçerek bir bardak su aldıktan sonra odasına geri döndü. Yatağa oturup arkasına yaslanırken bugün Burak'ın anlattıklarını düşünüyordu.


Burak ailesinin katiliyle karşılaşmıştı! Yaptıklarını memnuniyetsiz bir şekilde anlatması üzerine Hilal, adamın elini tutarak 'Ne kadar öfkeli olursan ol! Ne yaparsa yapsın sen durduk yere, eli kolu bağlı birini öldüremezdin' demişti. Bu olaydan sonra (o adamın kızı da olsa) Rojda'nın kurtulmasını sağlaması da bunun en büyük kanıtıydı zaten.


Hilal, Rojda'yı kurtaran asker ile kızın evlendiğini duyunca şaşkınca adama bakmış, Burak'ın nikaha gittiğini ve hâlâ da arada kızla konuştuğunu duyduğunda ise şaşkınlık nidası koyuvermişti. Kıza kendisi söylemese de Rojda gerçekleri (babasının yaptıklarını ve nasıl öldüğünü) öğrenmiş ve her seferinde Burak'tan mahçup bir şekilde özür diliyormuş. Burak'ın ses tonu bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu gösteriyordu. Hilal'e dönerek 'Babasının yaptıkları onun suçu değildi' demişti. Sonrasında da yeni bir anı güncellemesi yaparak karargahta ilk karşılaştıklarında kıza söyledikleri için özür dilemişti. Kesinlikle düşüncelerinin bu olmadığını, o anda tek düşündüğünün kızı bu tehlikeli dünyadan uzak tutmak olduğunu ve bunun için de tüm o cümleleri söylediğini anlatmıştı.


Çalan telefonun sesi kızı düşüncelerinden kurtardı. Ekranda yazan Alfa'm yazısını görünce eli ayağı birbirine dolaşarak hızla telefonu açtı.


"İyisin değil mi?"


"İyiyim Kelebeğim. Sil bakalım gözünden akan yaşı, sesindeki endişeyi..."


Adamın cümlesi üzerine elini yüzüne götüren kız yanaklarındaki yaşları hissetti. Ne zamandır ağlıyordu?


"Beni benden iyi tanıyan sen... Ağladığımı ben bile farketmemişim" diye mırıldandı Hilal.


"Sesinden duydum" dedi Burak fısıldayarak.


"Nasıl geçti operasyon? Yaralanan yok değil mi? Yakaladınız mı adamı? Songül'ün bir suçu var mıymış? Zor geçt..."


"Kelebeğim? Nefes al! Ayrıca ben operasyonu konuşmak için mi aradım seni? Bizimkilerle bunu bolca yaptık zaten. Bırak şimdi Asena'yı... Ben Kelebeğimi aradım."


Adamın sitemli sesi karşısında Hilal'in dudaklarında bir gülümseme belirdi.


"Buyurun benim?" 


"Ne yaptın?.. Sen anlat biraz. Annen bir şey dedi mi?"


"Birkaç soru sordu. İlk karşılaştığımızdaki gibi olumsuz durmuyordu. Sende şeytan tüyü var kesin! Kimle konuşsan merceğin altına alıyorsun."


Burak, küçük bir kahkaha attı.


"O sesindeki kıskançlık değil di'mi?"


"Bilmem. Öyle olsa ne olacak?"


"Yalnız olmadığımı bir kez daha anlayacağım!"


Burak'ın sevgi dolu sesi Hilal'in dudaklarındaki gülümsemeyi büyüttü. Tam bir şey söyleyecekken duyduğu siren sesiyle kaşlarını çattı. Telefondan gelen ses ile mahallesinde yankılanan sesin aynı ses olma ihtimali var mıydı?


Yatağının yanındaki güneşliği hızla çeken kız, karşı apartmanın önünde duran karaltıyı gördü.


"Yakalandım!" dedi telefonundaki adam çocukça bir neşeyle.


"Sen..." 


"Ben..." dedi Burak gülerek.


"Hemen geliyor..." 


"Gelme" dedi telefonun diğer ucundaki adam bir anda ciddileşerek.


"Neden?" 


"Saat çok geç oldu. Ayrıca... Hava da soğuk!"


"Aşağı inmeme izin vermeyecektin madem... Onca yolu neden geldin? Hem de... Gözlerini bile göremezken?" diye mırıldandı kız.


"Görüntülü aramayı düşündüm. Sonra sadece bir telefonunun ekranından gözlerini görmenin yetmeyeceğini farkettim. Bizim çocuklara eve geçeceğimi söyledim fakat... Kendimi birden burada buldum. Senin yanında! Burada olduğumu bilmesen de... Ben senin orada olduğunu bilecektim. Seni göremesem de... Gölgeni görecektim. Benim zeki Kelebeğimin burada olduğumu anlayıp cama çıkması ultra bonusum oldu. Evinin 2. katta olması da çok büyük şans. Elalarını görebiliyorum."


"Ama ben o zümrütlerini göremiyorum" diye sızlandı genç kız.


Birkaç adım öne çıkan adam sokak lambasının kendisini aydınlatmasına izin verdi. Aşık olduğu yeşil gözlere bakan Hilal, herhangi bir yerine bir şey olmuş diye onu incelemeye başlamışken adam başını sağa sola salladı.


"Bir şeyim yok. Gerçekten!"


"Neden gelmeme izin vermiyorsun o zaman?" diye sordu Hilal.


Mahalledeki evlere bakan adamı gördüğünde nedenini anlamıştı. Burak, onu yanıltmayarak konuşmaya başladı.


"3 genç kızın yalnız başına yaşadığı bir evin önündeyim Hilal. Saat gece yarısını çoktan geçmiş durumda. İnsanlarla uğraşmanı istemiyorum ve... Aşağı gelirsen sana sarılmadan duramayacağım. Aynı zamanda seni bırakmak isteyeceğimi de hiç sanmıyorum. Saatlerce konuşabilirim. Sonra... Omzunda uyuyakalmak isteyebilirim. O yüzden... Gelme!"


Hilal, gözlerindeki aşkla adama bakmaya başladı. Aradaki camı açarak en azından engellerden birinden kurtuldu ve fısıltıyla konuştu.


"Şimdi aynı havayı soluyoruz."


Burak'ın başını öne eğip gülümsedikten sonra kendisine bakmasını izledi genç kız.


"Hava soğuk ama. Üşüteceksin!" dedi adam şefkatle.


"Hmm. Dışarıda olan sen üşüyen ben? Öyle mi?"


"Öyle..."


Yanındaki, yatağının üzerindeki, poları alan kız, adama döndü.


"Şimdi oldu mu?"


"Oldu. Oldu da..."


"Yine ne oldu?" dedi Hilal gülerek.


"Saat geç oldu ne olacak. Yarın sana gelme desem de geleceksin. Ve... Çok yoğun bir gün geçireceğiz. Erken kalkacaksın ve yorulacaksın. Bu yüzden de uyuman gerek."


Hilal, gülümsedi. Adamın onu böylesine düşünmesine bayılıyordu. Aklına gelen şeyle kaşlarını çattı ve tehditkar bir sesle konuştu.


"Umarım yemek yemişsindir!"


Burak'tan bir kahkaha yükseldi.


"Ben masumum Kurt Hanım! Geçirmeyin pençelerinizi hemen. Raporumu vereyim en iyisi. Buradan çıkar çıkmaz ilk işim kendime döner ayran almak oldu. Mükellef bir sofrada yemek yemedim belki ama karnımı doyurdum."


"Aferin Kurt Bey! 10 üzerinden 9 aldınız."


"1 puan nereden kırıldı acaba?" diye söylendi Burak.


"Sen bir dönerle doyamazsın ki!" dedi Hilal bilmiş bir sesle.


"Ahh beni tanıyan bir Kelebek. Eve gidince bir sandviç yaparım kendime."


"Tamamdır. Dikkatli git. Hız falan yapma sakın!"


Burak, elini ensesine götürerek suçlu suçlu kıza baktı.


"Bugünkü hız hakkımı sana gelirken kullanmış olabilirim!"


"Burak! Sana inanamıyorum! "


"Ne yapayım elimde değil. Söz konusu sen olunca... Hep özlüyorum."


Gülümseyen kız "Ben de. Ben de seni hep özlüyorum" diye fısıldadı.


"Hadi iyi geceler. Rüyanda beni gör." dedi Burak gülümseyen sesiyle.


'Sen de' demek için ağzını açan kız bir anda sustu. Yıllardır kabus gören birine 'Rüyanda beni gör' denir miydi? Denmezdi! Ya o rüya kabusa dönerse... Nefesi kesilen kız gözlerini kapattı.


"Kelebeğim?" diyen yumuşak sesi duyduğunda gözlerini açtı ve adama baktı.


"Efendim?" diye fısıldadı.


Havada asılı kalan boşlukta o iki kelimenin (seni seviyorum kelimesinin) yankılandığını hissetti Hilal. Gecenin karanlığına rağmen parlayan yeşillerin bunu bas bas bağırdığını farketti.


"Bir gün..." diye çatlak bir sesle mırıldanan adam fısıldayarak devam etti.


"Bir gün seni rüyamda görmek istiyorum."


Gözleri çaresizce haykıran adam onu rüyasında görmek istediğini söylüyordu. Kabuslarından sıyrılıp onlu rüyalar görmeyi düşlüyordu.


"Fakat o gün gelene kadar bir şeyi bilmeni istiyorum. Bundan sonra benim tek gerçeğim sensin! Bu yüzden rüyaların pek de umurumda olduğu söylenemez."


Telefonu elinde adamı izleyen kız hızla atan kalbini sakinleştirmeye çalışarak derin bir nefes aldı.


Bu adam ona böyle baksın, onun için deliler gibi endişelensin, onu düşündüğünü her hareketiyle belli etsin, ona kalbini hoplatacak kelimeler söylesin... Velev ki o iki kelimeyi söylemesin ne farkederdi ki?


"Ben de seni seviyorum Alfa'm" diye fısıldadı kız gözleri aşık olduğu yeşillerde dolaşırken.


Loading...
0%