Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm- Alfa

@yasminiesa

Patlama sesi bekleyen Hilal, tetiğin düşme sesini duyduğunda büyükçe bir afallama yaşadı. Ne olduğunu anlamaya çalışarak etrafına bakınan genç kız, depoda yankılanan alkış sesini duyduğunda kaşlarını çattı.

Neler oluyor?

Sesin geldiği kapıya doğru hızla dönen Hilal, karşısında gördüğü adamla birlikte derin bir nefes verdi.

"Gerçekten mi Binbaşım?" diye soran sesinden büyük bir inanamamazlık akıyordu.

Depodaki adamlar tek tek maskelerini çıkartırken, arkasındaki adamın da bileklerini çözdüğünü hissetti... Az önce kafasına silah dayayan adamın!

"Etkilendim doğrusu." diyen Sinan Binbaşı, Hilal'in oturduğu yere doğru yürümeye başlamıştı

Oyundu!

Ömründen ömür götüren dakikalar aslında oyundu. Hilal'in onlara ihanet edip etmeyeceğini görmek istemişlerdi. Genç kızın damarlarında, korku ve bu korkudan doğan öfke dolaşıyordu.

Gözlerini, maskelerini çıkartan adamların yüzlerinde dolaştırdı. Onlar suçsuzdu. Sadece kendilerine verilen görevi yerine getirmişlerdi. Şu an herkes kendince haklıydı. Peki Hilal'in korkusunun hesabını kim verecekti? Hiç kimse... O sadece korktuğuyla kalmıştı.

Başını önüne eğen kız, yanağından düşen gözyaşını hissederek yutkundu.

Sakın Hilal! Burada ağlayamazsın. Şimdi değil, böyle değil.

Saniyeler sonra "Elerin çözüldü." diyen adamı duyduğunda başını kaldırdı. Onun az önceki yaptıklarını (sözlerini, imalarını) hatırladığında ters bir şekilde "Farkındayım!" dedi.

"Farkında gibi durmuyorsun, hâlâ arkanda duruyorlar. Şoktan çıkamadın tabi." diyen adamın alaylı sesini duyan Hilal aynı alayla karşılık verdi.

"Aa ne şoku? Günahımı alıyorsun ama. Halbuki ben her gün kaçırılırım, her dakika başıma silah falan dayarlar hatta. Benim için rutin şeyler bunlar."

Karşısındaki adam, yaptığı hatayı fark etmiş olacak ki samimiyetle karışık bir mahcubiyetle konuştu.

"Elçiye zeval olunmaz' derler. Suçlu benmişim gibi davranmasan mı acaba?"

Hilal, onun kahverengi gözlerine dikkatle baktı. Dostça bir yaklaşımı vardı. Eskiden olsa güvenebilirdi fakat artık onun için güven kelimesinin sözlükteki karşılığı tek bir kelimeydi.

İhanet!

Düşüncelerini yok saymaya çalışan genç kız kaşlarını kaldırdı.

"O elçi, görevi bittiği halde benimle uğraşıyor ama. Onu ne yapacağız?"

"Uğraşmak en sevdiğim hobimdir. Elimde olan bir şey değil anlayacağın... Serkan ben bu arada!"

Karşısındakinin sonunda kendini tanıtmayı akıl etmesi Hilal'i sormaktan kurtarmıştı. Genç kız adamın adını merak etse de sormamıştı. Bundan sonra kimseye ,istese bile, kim olduğunu soramayacaktı. Anılar kendini hatırlatmak için fırsat kollarken... Bunu yapması imkansızdı.

Onların konuşmaya başladığını gören diğer adamlar çıkmış, depoda sadece Hilal, Binbaşı ve Serkan kalmıştı. Etraftakilerin gitmesiyle birlikte kasılan bedenine zorlukla söz geçiren Hilal, yavaş hareketlerle ellerini öne aldı ve onlara baktı. Avuç içleri tırnak izleriyle doluydu. Kurumuş kan lekelerini gören genç kız yutkundu.

Kendine, düşündüğünden çok daha fazla zarar vermişti.

Olanları düşünmemeye çalışan Hilal, başını kaldırdığında karşısındaki adamın gözlerindeki pişmanlık kırıntılarını gördü. Elçiyim diyordu fakat suçluluk hissetmekten de geri kalmıyordu. Binbaşı'nın konuştuğunu duyduğunda ona doğru döndü.

"Kusura bakma kızım. Gerekli bir testi. Az önce bir çok insanın başaramadığı bir şeyi başardın. Seninle gurur duydum. Ve itiraf ediyorum... Biraz da şaşırdım. Böyle bir çıkış beklemiyordum."

"Ben de..." diye itiraf etti Hilal. Karşısındaki meraklı gözleri görünce devam etti.

"İçimdeki bu vatan sevgisi... Benim için yeni. Yanlış anlamayın her daim ülkemi sevdim fakat ölümü göze alacak kadar... Bilmiyorum. Başıma silah dayanıncaya kadar 'Son zamanlarda yaşadıklarımdan sonra ölsem de pek bir şey olmaz!' diye düşünüyordum. Silahı başımda hissedip iş ciddiye bindiğinde, geride kalanları düşündüğümde, ölmek istemediğimi farkettim. Yine de konuşmadım. O zaman anladım. En başından beri damarlarımda gezinen vatanseverliğimmiş. Susmama sebep olan..."

Binbaşının dudaklarında samimi bir tebessüm belirdi.

"Karşımdaki birinin açık sözlülükle, içinden geçenleri anlatması da benim için yeni. Ben dahil, etrafımdaki herkes fazla ketum. Senin gibi açıksözlü birisi... Ekibimize iyi gelecek."

"Ya da tam tersi... Ekiptekileri delirtecek!" dedi Serkan bilmiş bir sesle.

Hilal, Serkana ters bir bakış attıktan sonra "Binbaşım! Yalvarıyorum bu adamın ekipte olmadığını söyleyin." diye söylendi.

"Bu çok kırcıydı ama Hilal!" dedi Serkan alınmış gibi gözükürken. Gözlerindeki alayı fark eden Hilal, onu takmayarak Binbaşı'nın cevabını beklemeye başladı.

Binbaşı'nın "Bizim ekipten değil." demesiyle dudaklarında bir tebessüm belirirken "Çok şükür." diye mırıldandı.

"Ne oldu? Ketum insanlarla bir derdin mi var?" diye söylenen Serkan'ın gözlerindeki muzipliği gören Hilal gülerek soruyu yanıtladı.

"Evet. Sinirlerimi bozuyorlar."

Hayat ne garipti. 10 dakika önce öleceğinden emindi. Şimdi ise hiçbir şey olmamış gibi gülüyordu.

Ölmeden önce aklına gelen son şeyin onun gözleri olduğunu hatırlayan Hilal, dudaklarındaki tebessümün silindiğini hissetti. Sağ eli istemsizce sol bileğine gittiğinde bilekliğinin orada olmadığını fark ederek nefesi kesildi.

Hayır! Hayır...

Hızla etrafına bakınan genç kız acıyan kalbine bir kez daha sövdü.

Bilekliğin kaybolması canını böylesine yakmamalıydı.

Sandalyesinin etrafına bakan Hilal, Serkan'a dönerek sordu.

"Bilekliğim... Nerede biliyor musun?"

"Senin için önemli sanırım. Başına silah dayandığında bile bu kadar telaşlanmamıştın."

Adamın sözleri üzerine Hilal "Önemli falan değil!" diyerek çıkıştı.

Tepkisine şaşıran Serkan, tek kaşını havaya kaldırdı.

"O zaman... Geri almana da gerek yok."

"Bilekliğimi ver Serkan!" diyen Hilal'in sesi sinirli çıkmıştı.

"Bu tehlikeli biliyorsun değil mi? Bu camiada zaaflara yer yoktur. Zaafını buldukları anda... Bitersin! Sadece bitsen yine iyi, Ülkeni de bitirirsin." dedi Serkan ciddi bir sesle.

"Saçmalıyorsun. Bir bileklikten nerelere geldin."

"Saçmalıyorum? Bugün, sana o bilekliği alan kişiyi buraya getirseydim, silahı sana değil de ona doğrultsaydık... Yine aynı kararı mı verirdin?"

Duyduğu ihtimalle başı dönen Hilal kalbinin korkuyla dolduğunu hissetti. İhtimali bile, kızgın ateşin altında yanmışçasına canını yakmıştı. Ona bir şey olma düşüncesi genç kızı mahvetmişti.

Hilal, kendisini "Önce onu bulman lazım." diye mırıldanırken buldu.

"Anlamadım?" dedi Serkan kaşlarını çatarak.

Anlayamazsın. Ben de, ona karşı geçmek bilmeyen (öfkeyle harmanlanmış) sevgimi anlayamıyorum mesela...

"Ben de ne yapmaya çalıştığını anlamadım. Karşıma, sevdiğim birini geçirip kafasına silah dayarsanız, konuşup konuşmayacağımı mı merak ediyorsun? Ben sana şu an ne desem boş olur. Çok değil ,3 ay önce, bugün yaşayacaklarımı anlatıp 'Böyle bir durumda ne yapardın?' Diye sorsalar 'Öleceğime konuşurdum' derdim. Demek istediğim... Yaşamadan bilemem" dedi Hilal.

"Bu işin basit olmadığını anlamanı istiyorum. Eğer bir gün vatanın ile ailen arasında kalıp bocalayacaksan... Hiç başlamadan bitir!"

"Desene sen de istifanı veriyorsun. Söz konusu aile olunca... İnsan her daim bocalar çünkü." dedi Hilal kesin bir sesle.

Serkan'ın gözlerinden anlık geçen acıyı gördüğündeyse yanlış bir şey söylediğini anlasa da bunun üzerinde durmayarak sakin bir sesle sordu.

"Bilekliğimi verir misin Serkan?"

Serkan'ın "Yoksa?" diye sorduğunu duyduğundaysa öfkeyle gözlerini yumdu. Bilekliğe bu kadar değer verdiği için zaten kendisine sövüyordu bir de üstüne bu adamla uğraşıyordu.

"Ne istiyorsun? Derdin ne?" diye mırıldandı yorgunca.

"Önemli olmadığını söylediğin bir bilekliği neden istediğini anlamaya çalışıyorum açıksözlü kız!" diyen adama şaşkınlıkla baktı ve hayretle sordu.

"Mesele bu mu yani?"

"Az önce ketum insanların sinirini bozduğunu söylüyordun. Senin şu an yaptığın ne?" diyen Serkan'a baktı. Aile konusunu açıp, farkına varmadan canını yaktığı içindi bu davranışları.

Sabah yaşananlardan sonra, artık kaçmak istemediğini fark eden genç kız konuşmaya başladı.

"Benim yaptığım ketumluk değil. Bazen gerçekler o kadar acı gelir ki insana 'Susarsam belki geçer.' diye ümit ederek sessiz kalırsın. Gerçi... Akıl anılara, kalp ise duygulara hapisken... Geçmesi imkansız." diye mırıldanan Hilal dolmasını engellemek için gözlerini birkaç kez kırpıştırdı.

Serkan, ceketinin cebindeki bilekliği çıkartarak kıza uzattı.

Aslında her şey bu kadar basitti.

Serkan'ın yüzüne bakmadan bilekliğini alan Hilal, yaşananların sessiz şahidi olan Binbaşı'na doğru döndü. Binbaşı yanındayken hâlâ sandalyede oturuyor olmasının çok abes bir durum olduğunu bilse de ayağa kalkacak gücü kendisinde bulamamıştı. Yaşadığı şoku atlatamayan bedeni içten içe titriyordu ve genç kızın bu şekilde ayakta duracak mecali yoktu. Binbaşı bunu anlamış olacak ki onun bu hareketini anlayışla karşılaşmıştı.

"Katılacağım ekip hakkında bilgi vereceksiniz sanırım. Konuşmayı başka bir yerde yapma imkanımız var mı Binbaşım?" diye sordu Hilal. Az önce yaşananların üstüne Serkan ile yaşadığı gerginlik tuzu biberi olmuştu. Genç kız bir an önce bu soğuk ve içini karartan yerden ayrılmak istediğini fark etti

"Üst katta bir ofis var. Oraya geçelim. Sen de bayağı sarsıldın... Sıcak bir şeyler içersin" dedi Binbaşı.

Hilal, derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Oturarak geçirdiği zamanda sakinleştiğini düşünmüştü fakat bacakları onunla aynı şeyi düşünmemiş olacak ki titrediğibş hissetti.

Ruhu hiçbir şey olmamış gibi davranmaya uzun zaman önce alışmıştı. Fakat anlaşılan bedeni hala alışamamıştı. Kısa sürede kendini toparlayan genç kız yürümeye başladı. Serkan'ın yanından geçerken adamın kolunu tutmasıyla durmak zorunda kaldı.

"Hilal..." diyerek konuşmaya başlayan adama izin vermeden konuştu.

"Serkan en başında beni sıkıştıran sendin. Aile konusunu açmama sebep olan da sendin. Ben yaran olduğunu bilmeden konuştum. Ama sen yaptıklarını, söylediklerini gayet de farkındalıkla yaptın. Bir salak bile anlayabilirdi. Onun... Tabu konum olduğunu. Şimdi senden açıklama falan duymak istemiyorum. Umarım bir daha karşılaşmayız!"

Tüm bunları söylerken adamın yüzüne bakmaya tenezzül etmeyen Hilal, Serkan'ın tuttuğu kolunu hızlıca kendisine doğru çekerek yürümeye başladı.

🦋

"Bugün olanlardan sonra bizimle çalışmak konusunda bir şüphen varsa..." diyen Binbaşı'yı yok dercesine başını sallayarak susturdu genç kız.

"Bu saatten sonra eve gidip sıradan bir hayat yaşayabileceğimi sanmıyorum Binbaşım. Gelecek ne getirir bilmiyorum ama... Vatanım için çalışmak benim için bir onurdur."

"O zaman, sana bundan sonra çalışacağın ekibi anlatmadan önce... Bu belgeleri okuyarak imzalamanı istiyorum."

Gizlilik sözleşmesini eline alan Hilal incelemeye başladıBunun bir benzerini geçen ay imzalamıştı ama bu belge çok daha ayrıntılı görünüyordu. Okuduğu cümleyle başını kaldırarak Binbaşı'na baktı ve şaşkınca sordu.

"2 yıl?"

"Bu işi kabul edersen, 2 yıl boyunca istesen de bırakamazsın. Çok nadir durumlarda, üstlerimizden alınan izinle belki. Onun haricinde sebep ne olursa olsun ekipten ayrılamazsın."

"Peki bunun nedeni ne Binbaşım? Yani geçen ay işe girerken, şartlarda böyle bir madde yoktu. Bu ekibin özelliği ne?" diye sordu Hilal sesindeki merakla.

"Bu ekibin takip ettiği, ilgilendiği konular biraz daha derin. Her önümüze geleni alamayacağımız gibi, sürekli değişiklik de yapamayız. Ekip üyeleri için mecburi süre 5 yıl! Sen asker olmadığın için sana sadece 2 yıl tanındı. Sonrasında istersen devam edebilirsin. Neden 2 yıl dersen de... 2 yıl bir insanın nasıl biri olduğunu anlamaya yeter. En azından bizim için. 2 yılın sonunda, yaşanılanlar hakkında tek kelime etmemen şartıyla, istersen ekipten ayrılabilirsin."

"Peki diyelim bu 2 yılda veya sonrasında bir sorun çıktı... O zaman ne olacak?"

"Başka birisi bu soruyu sorsa 'Bir şeyler mi çeviriyor? Önlem için mi soruyor?' diye düşünerek onu gözetim altına alırdım. Fakat gözlerindeki merak buradan Fizana kadar uzanırken, sana bu kılıfı yakıştıramadım." dedi Binbaşı gülerek.

Onun samimiyetle söylediği cümle karşısında gülen genç kız "Azıcık(!) meraklı olabilirim." diye kabullendi.

"Ekipte de var senin gibi azıcık meraklı biri. Alışkınım anlayacağın... Sorduğun soruya gelirsek... Yaptığın şeye bağlı. Eğer devlet zarar görürse... Hapis cezası bile alabilirsin. Konuşacağından şüphelendiysek, hayatın boyunca takip edilir, hatta yurtdışı yasağı alırsın"

"2 yıl... Ben bu 2 yılda aileme, Aslı'ya ne diyeceğim peki? Yani... Bir şeyler döndüğünden şüphelenirler. Yalan da söyleyemem." diye mırıldandı Hilal. Bu konu kendisini oldukça tedirgin etmişti.

Onun tedirginliğini anlayışla karşılayan Sinan Binbaşı hafifçe başını salladı.

"Haklısın. Her gün işe gidiyorum diye çıkarak buraya gelirsen bir yerden sonra ailen şüphenir. Ortalık istemeyeceğimiz bir şekilde karışır. Çok yakınlarına... Fazla detay vermeden ,genel olarak, devlet için çalıştığını ve davalarda onlara yardım ettiğini söyleyebilirsin. Davalar hakkında herhangi bir bilgi kırıntısını dahi paylaşmaman gerektiğini biliyorsun zaten. Özel bir ekipte olduğunu söylersin fakat ekip hakkında da bilgi veremezsin."

"Son bir soru sorabilir miyim?" diye mırıldandı Hilal.

"İstediğin kadar soru sorabilirsin kızım. Aklında hiçbir soru kalmasın. O belgeyi imzaladıktan sonra 'Keşke' demeni asla istemem."

Hilal, samimiyetini buram buram hissettiği adama baktı. Sinan Binbaşı ile geçtikleri bir ayda birçok kez görüşmüşlerdi. Adam eğitimlerini oldukça yakından takip etmiş, deneme sürecinde de her zaman kızın yanında bulunmuştu. En ufak bir sıkıntı, sorunda kendisine gelmesini defalarca kez söylemişti. Hilal, adamın kendisine karşı gösterdiği bu babacan tavır için minnettardı. Binbaşı'nın bu sıcak yakınlığı olmasa, genç kızın bu yeni dünyaya adapte olması çok daha zor olurdu.

"Ekibe girmekle alakalı bir sorum yok Binbaşım. Size güveniyorum. Geçen günlerde olduğu gibi yine bana sahip çıkarsınız. İşleyişi de zamanla öğrenirim elbette. Şu an merak ettiğim ekip üyeleriyle alakalı. Sözleşmede kimlikleri açığa çıkamaz diyor. Ben kimseye bir şey söylemem ama 2 yıl boyunca hiç mi tanıdık biriyle karşılaşmayacağız. Yani..." diyen Hilal açıklamak için doğru kelimeyi ararken Binbaşı başını salladı.

"Anladım kastettiğini şeyi. 'Bu iki yılda yakınlarımdan biri ile karşılaşırlarsa ne olacak, bu durum kimliklerinin ifşasına neden olmaz mı?' diye soruyorsun sanırım."

"Aynen öyle Binbaşım." diye mırıldandı Hilal. Genç kız içten içe, girdiği ekipteki çalışma arkadaşıyla ilişkisinin sadece iş ilişkisiyle sınırlı kalıp kalmayacağını merak ediyordu. 2 yıl boyunca çalıştığı kişilerle hiçbir şey paylaşmadan, soğuk ve resmi bir hayat geçirme düşüncesi canını sıkmıştı.

"Herhangi bir karşılaşma olursa, ki elbet olacaktır, kendilerini bizzat tanıtacaklardır. Kendi çevreleri de onların asker olduğunu biliyor bu yüzden sorun yok. Bu kimlik olayı bireysellikten çok ekip kastıyla. Yani onların gizli bir time bağlı olduğunu söylememen gerekiyor. Silah arkadaşlarının birbirlerinin ailesini tanımasını geçtim, ara sıra ailelerinin arasında oturmalar bile gerçekleşiyor. Öyle endişelenmene gerek yok. Bizim haylazlar oldukça sıcakkanlı insanlardır. Düşündüğün gibi resmi, donuk bir ortama girmeyeceksin. Çoğu zaman öyle bir davranıyorlar ki gören 5 yaşında çocuk zanneder. Sürekli birbirlerine dalaşıyorlar. Hele başımızda bir baş belası var ki en büyük hobisi bizi delirtmek." dedi Binbaşı gülerek.

Tüm bunları duymak Hilal'in gülümsemesine neden olmuştu. Dilinin ucuna kadar gelen 'Peki ya Kadir Alacalı? O sorun olmayacak mı?' sorusunu yuttu. Onun konusunu açmaya hâlâ daha hazır değildi. Bu yüzden de dikkatini diğer konuya çekti.

Sonunda Aslı'ya olanları açıklayabilecekti. Bu durum günler sonra huzurlu bir nefes almasına neden oldu.

Herkesten (ailesinden ve Aslı'dan) habersiz 2 yıllık bir sözleşme imzaladığı gerçeğini yok sayan Hilal okumayı bitirerek belgeleri imzaladı ve Sinan Binbaşı'ya dosyayı uzattı.

Dosyayı alan Sinan kıza bakarak anlatmaya başladı.

"Ekip 3 yıl önce kuruldu. Adı Kartal İstihbarat Teşkilatı. Bizim çocukların deyimiyle KİT. Adından da anlaşılacağı üzere genel amaç istihbarat toplamak. Ama bununla sınırlı kalmayıp, operasyonları da kendileri yapıyorlar. Tabi ki bu süreçte polis teşkilatıyla iş birliği içinde oluyoruz. Yeri geliyor MİT'le de ortak çalışıyoruz."

İlk kez duyduğu teşkilatın ismi karşısında Hilal sessizce mırıldandı.

"Gizlilik sözleşmesini boşuna imzalamamışız. Daha önce hiç KİT diye bir teşkilatın varlığını bilmiyordum."

Kızın kendi kendine söylediği cümle karşısında Sinan babacan bir şekilde güldü.

"Duyamazsın. KİT'in açılımının Kartal İstihbarat Teşkilatı olduğunu bilen insan sayısı tahmin edebileceğinden çok çok daha az. Yani şöyle söyleyeyim. Timdekilerin ailesi bile bilmiyor."

Bu bilgi Hilal'in ciddi anlamda şaşırmasına neden olmuştu.

"Gerçekten mi? Özel bir timde olduklarını bilmiyor mu aileleri?"

"Biliyorlar ancak bunun MİT'e bağlı bir teşkilat olduğunu bilmiyorlar. Şöyle ki onlara göre KİT, Kusursuz İşkence Timi adı altında devlete çalışan bağımsız bir tim. Her daim gizli ve tehlikeli görevlere çıkarlar, verilen görevi yerine getirmek için haftalarca hatta bazen aylarca ortadan kaybolurlar. KİT'in bir teşkilat olduğunu da görev çerçevesinin yeri geldiğinde uluslararasına açılabileceğini de MİT ile ortak operasyonlar yönettiklerinden de bihaberler. Bunu anne-baba-kardeş vb. akrabalara söylemek yasak. Yalnızca eşine söyleyebilir. Onda da eşi yine birçok sözleşme imzalar ve gerçeği kendinde sır olarak tutar. Tim'deki herkes şu an bekar olduğundan dolayı asli personel harici kimse KİT'in gerçeğini bilmiyor. Yakalanan suçlusundan tut, uzaktan yardımcı personeline kadar herkes onları Kusursuz İşkence Timi zannediyor."

İçine düştüğü bu ağın ultra geniş yelpazesi gözünü korkuturken, genç kız açılan ağzını zorlukla kapattı.

'Vay canına.'

Kızın şok olmuş yüzüne bakan Sinan ona samimi bir tebessüm sundu.

"Gelecekte bir gün KİT'in varlığının da MİT gibi ismen öğrenileceğini düşünsem de şu an tamamen gizliyiz. Görünüşte üs olarak Ataşehir'deki bir askeriyeye bağlıyız, üssümüz de güya oradaki bir depo ancak gerçek bambaşka. KİT'in resmi üssünü bilen tek kişi KİT'in çekirdek kadrosu. Dışarıdaki Serkan da seni almaya gelenler de bunu bilmiyor. Bundan sonra bunu bilen 6 kişinin içine bir de sen ekleneceksin."

"Ben... Ben bu kadar büyük bir şey beklemiyordum." diye itiraf etti Hilal.

"Az önceki kabul testinin bu kadar ağır olması ya da deneme eğitimi süresince bu denli yoğun çalışman bu büyüklüktendi. Endişelendiğini farkındayım ancak bu bence gereksiz Hilal. Çok uzun süredir KİT'e senin gibi birini arıyordum. İnan bana onlarcasıyla görüştüm ve bu aşamaya gelen tek kişi sensin. İşleyişi öğrenene kadar haklı bir bocalaman olacaktır ancak kendine güven. Ben sana güveniyorum."

"Teşekkür ederim." dedi genç kız minnettar bakışlarla Sinan'a bakarak. Öncesinde de 'Acaba'ları varken böylesine büyük bir düzene girdiğini öğrenmek bu durumu arttırmıştı. Binbaşı, kızın öğrendiklerini sindirebilmesi için bir süre duraksadı. Aklından onlarca soru dolaşan Hilal kısa süre sonra sorularından birini sordu.

"MİT'ten farkı, teşkilatın sırf terörle mücadele olması mı?"

Geçtikleri ay baktığı tüm davalar terör davası olmuştu. Ayrıca imzaladığı sözleşmede 'İlgilenilen terör örgütleri ve bağlantıları ile alakalı bilgilerin başkası ile paylaşılması durumunda, paylaşan kişi kesin hapis cezasına çarptırılır. Paylaşılan kişiye de gerekli hukuki işlem yapılır.' maddesi yer alıyordu. Bu durum Hilal'in böyle bir teoriyi ortaya atmasına neden olmuştu. Sinan Binbaşı onun bu teorisini onayladı.

"Evet. MİT her konuda uğraşırken, biz sadece teröristlerle, yandaşçılarıyla ilgileniyoruz. Üst düzey bir yetkiliden tut, tanınmış iş adamlarına kadar... Bu yüzden çoğu zaman, kesin kanıt olmadan hareket edemiyoruz. Anlayacağın üzere, sorgular bizim için can alıcı nokta. Hızlı olmak bizim için önemli. Ama genelde konuşmaları kolay olmuyor. Bu durumda da devreye sen gireceksin. Adamların konuşmasını sağlayacaksın. Dışarıdan bir bakış işimize yarayacak. Beden dili konusunda olduğu kadar, parçaları birleştirmede de iyisin. Bu konuda sana güveniyorum"

Hilal, omuzlarına binen yükü hissederek yutkundu. İşleyişi bir şekilde öğrenirdi öğrenmesine ama bu süreç, bu iş hiçbir hataya mahal bırakmıyordu. Tek bir küçük hatanın sonuçları ölümcül olabilirdi.

Binbaşı tekrardan nükseden hislerini anlamış olacak ki "Az önce de söylediğim gibi. Endişelenme! Alışana kadar ,hatta sonrasında da, biz hep yanında olacağız. Bir süre sonra davalar senin için nefes almak kadar olağan olacak." dedi.

Binbaşı'nın dudaklarındaki sıcak tebessümü görünce, Hilal de tebessüm etti.

"Peki ya ekiptekiler?" diye sordu genç kız ilgili bir şekilde. Şu an için en merak ettiği unsur onlardı. Dile kolay 2 yıl boyunca birlikte çalışacaklardı.

"Ekip 5 kişiden oluşuyor. Beni de sayarsak 6... Ben daha çok işin dosya tarafıyla ilgileniyorum. Biraz sıkıcı olsa da birinin ilgilenmesi gerekiyor... İhale bana kaldı. Ekip lideri ve ekipten biri Yüzbaşı. Geriye kalan 3'ü de Üsteğmen. Yarın seni üsse götüreceğim zaten. Anlatmaktansa, tanımanı tercih ederim"

"Peki yarın nerede buluşacağız?"

"Sahilde. En sevdiğin mekanda." diyen Binbaşı'nı duyduğunda gülümsedi.

"Tamam o zaman. İzninizle!" dedi ayağa kalkarak.

"Geç oldu kızım. Burası evinden oldukça uzak. Pek güvenli de sayılmaz. Çocuklardan biri seni götürsün... Hiç itiraz etme. Sen kapının önüne çık, ben birini gönderiyorum."

Hilal, Binbaşı'nın kararlılığını farkettiğinden sustu. Dışarı çıktığında, gerçekten de oldukça ıssız bir yerde olduğunu farketti. Saate baktığında 22.00 olduğunu görünce yutkundu. Odadan çıkarken aldığı çantasından telefonunu çıkarttı. Paparazzi kişisinden 5 cevapsız arama yazısını gördüğünde "Şimdi yandığımın resmidir" diye mırıldandı ve hızla Aslı'yı aradı.

"Aradığınız numara şu anda oldukça sinirli. Lütfen daha sonra tekrar denemeyin. Siniri geçecek gibi değil. Kalbiniz kırılır" diyen Aslı'yı duyduğunda derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.

"Canım, bitanem biliyorum endişelendin ama..."

"Aynısını ben yapmaya kalksam canıma okursun. Aklımdan neler geçti bir bilsen. Bir ara kaçırıldığını bile düşündüm" diyen Aslı'yı duyduğunda kahkaha attı.

"Kızım beni kim, neden kaçırsın?" derken yanına gelen Serkan'ı görmesiyle yüzündeki gülümseme soldu. Serkan elinde salladığı anahtarla ilerideki arabayı işaret ettiğinde 'Hayır!'dedi dudaklarını oynatarak. O kadar yolu onunla gitmek istemiyordu.

"Yaa ben de öyle dedim ve sakinleşmeye çalıştım. Ama 3. aramamdan sonra da açmayınca... Evden öyle bir çıktın ki... Saçma bir şey yapmandan korktum"

"Yapsaydım şu ana kadar yapardım di'mi Aslı?" dedi Hilal ciddileşen sesiyle. Serkan'ın, arabayı tekrar göstermesiyle birlikte gözlerini devirdi. Konuşacağını anladığındaysa Aslı, onu duymasın diye kabul etmek zorunda kaldı ve isteksizce arabaya bindi.

"Telefonumu açmayan sensin, suçlu ben mi oldum?"

"Aslı sessizde kalmış işte. Biliyorsun, kafam dağınık olduğunda hiçbir şeyi farketmiyorum. Özür dilerim. Bir daha olmayacak" dedi Hilal. Şimdi böyle endişeliyse, gerçekleri duyduğunda...

"Sana kızsam da, kızamıyorum. Bu arada... Annen burada"

"Orada?" diye sordu Hilal alacağı cevabı bildiği halde.

"Bizim evde işte. Sınav sonucu bahanesiyle gelmiş. İçeride annemle oturuyorlar. Seni çok merak ediyor. Gelmeden gitmeyeceğini söyledi. Affet demiyorum ama... En azından bir görüşsen?"

Hilal gözlerini kapattı. Aklına, bugün yaşadıkları gelirken mırıldandı.

"Telefonu ona ver."

Şaşırsa da bunu belli etmeyen Aslı sadece "Peki" dedi. Kısa süre sonra "Kızım" diyen sesi duyan Hilal'in yanağından bir damla yaş süzüldü. İkincisi de ilkinin yanında yerini alırken genç kız derin bir nefes aldı.

Kendini bırakmanın ne yeri ne de zamanıydı.

"Kızım? Lütfen bir şey söyle!"

"Sana kızgınım. O kadar çok kızgınım ki... Konuşursam canını yakarım. Ve ben ,her şeye rağmen, bunu istemiyorum."

"Ben sadece... En doğrusunun bu olduğunu düşündüm. Senin iyiliğini istediğimden..."

"İyilik?" diye tekrarlayan Hilal, alaycı bir kahkaha attı.

"Sadece bir sorum var anneciğim(!). O adam gerçeği söylemese, iyiliğim(!) için olan bu sırrı kendinle beraber mezara mı götürecektin?"

Karşı taraftan ses gelmeyince "Canımı en çok yakan da bu biliyor musun? Yıllarca başka bir adama baba dememe izin verdin ve gerçekler ortaya çıkmasaydı buna göz yummaya devam edecektin. Geçmişte aranızda ne yaşandı bilmiyorum. Ama bana... Öz babamı anlatacaksın. Hazır hissettiğinde gel, konuşalım. Ve seni affetmemi beklemediğini umuyorum. Bu olayı uzun bir süre sindirebileceğimi sanmıyorum. Belki gelecekte bir gün... Ama şu an değil. Geldiğimde evde olmazsan sevinirim... Kendine iyi bak" dedi ve telefonu kapattı.

Bu sırada İstanbul trafiğine girdiklerini fark etmiş ve bu yolculuk bitmeyecek diye düşünmeye başlamıştı. Az önce Serkan'ın yanında annesiyle konuşmuştu. Nasıl böyle bir şeyi yapmış, kendisi de anlamamıştı. Derin bir nefes alıp dışarıya baktı. Sessizlik uzayıp giderken Serkan'ın "İnsanları kırmaktan hoşlanmıyorum" dediğini duydu.

"Hiç de öyle görünmüyor" dedi Hilal ona bakmadan.

"İlk başlarda sadece bu işi kaldırıp kaldıramayacağını test ediyordum. Belki ileri gittim. Ama sonrası... Neden yaptığımı anladın zaten. Canım yandığında, karşımdakinin canını yakarım. Sonrası pişmanlık... Senin de benden bir farkın yok bence" dedi kırmızı ışıkta dururken, ardından ona baktı.

"Bunu da nereden çıkardın?"

"Son söylediklerini... Söylemeyebilirdin. Ama bilmemi istedin. Aile konusunu anladığını..."

"Ortada hiçbir şey yoktu aslında. Di'mi?" diye sordu Hilal olanları düşünerek.

"Kaçtıklarımız var. Yetmez mi?" dedi Serkan hüzünlü bir sesle.

Hilal sessiz kaldı. Kaçmaktan başka çaresi yoktu ki. 3 ay önce bir gökdelenin tepesinden güvendiği biri tarafından itilmiş, bütün kemikleri kırılmış fakat ölmemişti. Ölmemiş olması kurtulduğu anlamına gelmiyordu. Her nefes aldığında, bütün bedeni acıyla sızlıyordu. Ölüm daha az acı verirdi.

Bir süre sonra "Bir şey sorabilir miyim?" diyen Hilal ile güldü Serkan.

"Bunu sorarken, sordun aslında... Neyse. Sor bakalım meraklı."

"Neden ekipte değilsin?"

"İlişkimizde gelişme var sanırım haa. Daha 1 saat önce ekipte olmadığıma şükrediyordun" dedi gülerek, ardından "Bu işi kabul etseydim dağlara pek çıkamayacaktım. İstanbul'da terörist yandaşçılarını yakalamaktansa, o şerefsizleri kendi ellerimle haklamayı tercih ediyorum. Bu yüzden teklif geldiğinde kabul etmedim" dedi.

"Anladım" diye mırıldanan Hilal, çiselemeye başlayan yağmura baktı.

Serkan'ın "Senin bu merakınla ne yapacağız biz?" demesiyle ona döndü.

"Bugünden sonra pek görüşmeyeceğimiz için, bu konuda endişelenmene gerek yok. Ayrıca siz kim?"

"Ekiptekileri diyorum... Bu arada şimdiden hazırla kendini. Alfa bu durumdan hiç hoşlanmayacak. Benden daha beterdir kendileri. Her konuda..."

"Bu durum? Açıksözlülüğümü mü kastediyorsun?"

"Ve analiz yeteneğinden"

"Alfa kim oluyor? Bir dakika... Alfa?" dedi şok içinde. Tevafuktur. Bu kod adıyla bir sürü insan vardır. O olamaz.

"Alfa ekibin lideri. Sen... Neden bu kadar şaşırdın?"

"Bir ihtimal bu Alfa dediğin kişi... 3 yıl önce, Mardin Artuklu'da yaşanan okul olayındaki görevli asker olabilir mi?" diye sordu Hilal alacağı cevaptan korkarak.

Aklında yıllar önce yaşadığı o gün canlanmıştı. Söylediğini duyan yanındaki adam kaşlarını çatarak ona dönmüştü.

"Sen bunu nereden... Yoksa... Stajyer kız?" diye sordu Serkan şaşkınca.

"Sen de mi oradaydın?" diye sordu Hilal şaşkınlığı artarken.

"Ben Çakal... Tanıştığımıza memnun oldum cesur kız" dedi ve arabayı kenara çekerek elini uzattı.

"Bomba imhacı... Sen miydin?"

Başıyla onu onaylayan Serkan'a bakan genç kız şaşkınlığı devam ederken adamın uzattığı eli sıktı.

Bu nasıl olabilirdi?

O gün hayatını kurtaran Alfa girdiği ekibin lideri miydi yani?

"Dünya küçük' derlerdi de inanmazdım. Bu nasıl bir tesadüftür." dedi Serkan yeşil ışıkla birlikte yola devam ederken.

"Gerçekten de öyle." diye mırıldandı Hilal. Yaşadığı şoku hâlâ atlatamamılştı.

Yolun kalan kısmında ikisi de konuşmamış, kendi düşünceleriyle meşgul olmuştu.

Evine yaklaştıklarını gören Hilal "Ben burada ineyim. Arkadaşım merak konusunda benden beter. Olanlardan da haberi yok. Bir ton soru sorar şimdi. Bununla uğraşamayacak kadar yorgunum." dedi.

Serkan, onun isteğini ikiletmeyerek arabayı sokağın başında durdurdu. Hilal ona dönerek hafifçe tebessüm etti ve "Teşekkürler." diye mırıldandı.

Arabadan inmek üzereydi ki Serkan'ın konuştuğunu duymasıyla ona baktı.

"Belki de... Arkadaşına bugün yaşananları anlatmalısın. Büyük ihtimalle... Geceyi pek hoş geçirmeyeceksin."

"Kabus göreceksin' diyorsun."

"Bugün yaşadıkların kolay şeyler değildi. 'Hazırlıklı ol' diyorum."

"Aylardır kabuslarla boğuşan birine 'hazırlıklı ol' demen saçmalık. Yine de... Endişen için teşekkürler" diye mırıldanan genç kız arabanın kapısını açtıktan sonra "İyi akşamlar" diyerek arabadan indi.

Apartmandan içeri girmesini bekleyen Serkan "Senin canını kim, nasıl bu kadar yaktı meraklı?" diye mırıldandı.

🦋

Aslı'yı ve ahiret sorularını zorlukla atlatan Hilal, hızla odasına girdi. Kapıyı kapattığı an, gözyaşları sanki yıllardır akmıyormuşçasına bir hızla dökülmeye başladı. Halbuki şu son 3 ayda, hayatı boyunca ağlamadığı kadar ağlamıştı. Her şeyin peş peşe gelmesi kendisine öylesine yıpratmıştı ki bedenini taşıyamayan Hilal yere çöktü.

Dizlerini kendisine çeken genç kız, başını dizlerine yaslayarak ağlamaya başladı. Evdekilerin sesini duymaması için sessizce hıçkırırken, yaşadıkları bir film şeridi gibi aklından geçiyordu.

Tüm hayatını baştan inşaa etmişti.

Başkomiser Ulaş'ın da dediği gibi bütün eşyalarına el konmuş, doğup büyüdüğü evden ayrılmak zorunda kalmıştı.

Annesi, anneannesinin evine kalmaya giderken 'Beni yıllarca kandıran insanlarla aynı ortamda bulunmak istemiyorum.' diyen Hilal; Aslı ve Aslı'nın annesi Sıla teyzesiyle birlikte yaşamaya başlamıştı. Birkaç düzenlemeyle evdeki fazlalık oda Hilal'in yeni odası haline gelmişti.

Bütün bunlar yaşanırken, yıllardır koruduğu tutum genç kızın kurtarıcısı olmuştu. Bankadaki parası tahmin ettiğinden çok çok daha fazlaydı... Yıllarının birikimi.

Sakinleşen Hilal banyoya gidip abdestini aldı. Kenarda duran namaz eteğini giyip, tülbenti de başına bağladı. Seccadesini yere serip, baygınken kaçırdığı akşam namazının kazasıyla birlikte, yatsı namazını kıldı. Dua ederken bugün olanlardan sağ salim kurtulduğu için Allah'a şükretti. Gözyaşlarını bir süre secdede akıttıktan sonra camın önündeki yatağına oturup boş gözlerle gökyüzünü izlemeye başladı. Yaşadıklarını sakin bir şekilde düşünürken "Hala inanamıyorum. Neredeyse ölüyordum. Gerçi hepsi bir oyundu. Hisler hariç..." diye mırıldandı. Bütün oyunların en büyük mağduru hislerdi zaten.

Gökyüzündeki hilale bakan genç kız derin bir nefes aldı. Olumsuz duygular tüm ruhunu kaplamıştı. Bu durumdan hiç hoşlanmayan Hilal, Frank M. Robinson'un çok sevdiği sözünü aklına getirdi.

'Hiç kimse, geriye gidip yeni bir başlangıç yapamaz ama bugün, yeni bir son yapıp, yeniden başlayabilir.'

Yarın yeni bir gündü. Belki de yeni bir başlangıç...

"Alfa" diye fısıldadı.

Varlığını bile unuttuğu, yıllar önce sadece 2 saat geçirdiği ,bir daha görebileceğine ihtimal bile vermediği, hayatını kurtaran askeri hatırlarken...

✨🌙✨

İlk dönemin son sınavları bittiğinde Barış Hocası "Mardin'e gönüllü staja gitmek isteyen var mı?" diye sormuştu. Farklı yaşamları olan insanlarla tanışmayı, onların hayatlarına dokunmayı seven Hilal hiç düşünmeden adını yazdırmıştı.

Ve genç kız kendisini Mardin'in Nusaybin ilçesinde Yalçınlar köyünde [yazar notu: bu köy hayal ürünüdür] bulmuştu.

İstanbul standartlarınca küçük olan fakat buranın insanları için büyük bir mücevher olan bu okula geleli 27 gün olmuştu. 15 tatile sadece 4 gün kalmıştı ve Hilal gitmeden önce 'Buradaki insanlar üzerinde nasıl kalıcı bir iz bırakabilirim.' diye düşünüyordu. Aklına gelen tek seçenek ailelerle görüşmekti fakat görüştüğü 4 kişiden aldığı ultra olumsuz tepkilerden sonra bu seçenek oldukça sarsıntıdaydı.

Zil sesinin çaldığını duyunca, oturduğu sandalyesinden kalkan kız hırkasını da alarak sınıfa doğru ilerlemeye başladı.

Mardin'e hayatının en soğuk günlerini geçirmişti Hilal. Soğuktan hoşlanmayan biri için oldukça zorluydu bu durum ama minikler sağ olsun, yaptıkları kartopu savaşlarıyla soğuğu biraz da olsa sevmesini sağlamışlardı.

Bugünün son dersi için sınıfa giren Hilal "Öğretmenim hoşgeldiniz" diye bağıran 3. sınıf öğrencilerine tebessüm etti.

Okulun rehber öğretmeni olan Suna Hanım, ilk haftadan sonra Hilal'in derslere yalnız girmesine müsade etmiş ve Hilal bu küçüklerle çok eğlenceli vakitler geçirmişlerdi.

"Evet çocuklar! Bugün zamanın aslında ne kadar önemli olduğunu öğreneceğiiiz." diyen genç kız tahtaya zamanla alakalı atasözleri yazmaya başladı.

"Bu günün işini yarına bırakma!' Bu söz bugün yapmamız gereken bir işi ertelememizin iyi olmadığını anlatıyor. Yarın daha önemli bir işimiz çıkarsa, işimizi yapamayabiliriz. Bunu anlatan kısa bir (skeç) oyun oynayacağız. Kimler kalkmak istiyor..."

~~~

Dersin ortasında sınıfının kapısı açıldığında, Hilal istemsizce saatine baktı. Ders bitimine 15 dakika daha olduğunu görürken okul müdürü Tuna Bey'in telaşla yanına gelmesiyle oturuşunu dikleştirdi.

Kötü bir şey olmuştu!

Müdür Bey ona doğru eğilerek sessizce "Hilal, hemen okulu boşaltmamız gerekiyor. İhbar geldi, saldırı olacakmış" dedi.

Terör; Yalçınlar köyünün en korkulu belasıydı. Bir çok aile çocuklarını 'Bir şey olur' korkusuyla okul dahil hiçbir yere göndermiyorlardı.

Farkında değillerdi. Okumayan çocuklarının gelecekte en büyük korkularına esir düşeceğinin... Farkında değillerdi!

"Evet çocuklaaaar. Müdür abiniz bugün bir sürpriz yaparak bizi okuldan erken çıkartacakmış." dedi Hilal sakin bir sesle. Sesinin aksine, elleri titriyordu.

'Allah'ım lütfen kimseye bir şey olmasın.' diye düşündü genç kız sakın görünüşünü korurken.

Tuna Bey'in "Şimdi hep beraber bir eve gideceğiz. Eğer sessiz ve uslu bir şekilde gidersek ev sahibi bize kek ve börek verecekmiş. Yanına da meyve suyuu." demesi ile çocuklar sevinçli bir şekilde Müdür'ün peşinden çıktı.

Hilal de hızla onları takip ederken, birlikte staja geldiği Tuğçe'nin bembeyaz bir yüzle yanına geldiğini gördü. Bütün bedeni korkuyla titreyen kız "Hilal ben ölmek istemiyorum." diyerek ona sarıldı.

"Shhh sakin ol! Hadi çıkalım." diyerek arkadaşının sakinleştirmeye çalışan Hilal, onu dış kapıya yönlendirdi. Tam bu esnada birinci sınıflardan olan Ela'nın, çıkışın zıt tarafına doğru koştuğunu görerek durdu. Hızla onun peşinden giden Hilal kızı durdurdu.

Küçük kızın ağladığını fark ettiğinde dizleri üzerine çökerek "Elacığım ne oldu, neden ağlıyorsun? Hadi gel beraber dışarı çıkalım. Sen de ne olduğunu anlatır..."

Ela, başını hayır anlamında sallayarak Hilal'i susturdu ve korku dolu sesiyle konuştu.

"Okuldaki herkes gidecekmiş. Ama Efe burada. Ben onu bırakamam ki."

Yanlarına gelen Tuğçe "Hilal hadi çıkalım artık buradan!" dedi telaşlı bir sesle. Hilal, ona dönerek bir dakika işareti yaptıktan sonra küçük kıza döndü.

"Müdürünüz ve öğretmenleriniz okuldaki herkesi çıkarttı Elacığım. Efe de dışarıda onlarladır. Hadi bizde gidelim."

"Ama onlar Efe'nin burada olduğunu bilmiyorlar ki." dedi Ela.

"Nasıl? Efe kim Ela? Ve nerede?" diye sordu Hilal kaşlarını çatarak.

"Efe benim kardeşim. O daha küçücük bebek. Nerede olduğunu söyleyemem çünkü sır. Annem öyle dedi."

"Canım, sırlar paylaşılmaz doğru. Ama bazen, senden büyük insanlardan yardım alabilmek için paylaşabilirsin. Ben annenle konuşur ve durumu açıklarım. Kardeşin nerede söyler misin?"

"Bodrum katta. Annem burada çalışıyor. Bütüüün okulu o temizliyor. Annemle biz okuldayken Efe hep teyzemde kalıyor. Ama teyzem bugün evde yoktu. Efe de bizimle geldi o yüzden..."

"Annen Efe'yi de alıp dışarı çıkmıştır. Hadi biz de çıkalım" diyen Hilal ile Ela "HAYIIR!!" diyerek çığlık attı.

"Hayır! Anneannem hasta, ilaçları var. Annem onları vermeye gitti. Gitmeden 'Kardeşin uyuyor. Ben, o uyanmadan geleceğim ela gözlüm. Merak etme!' dedi. Anneciğim gelsin, kardeşimi de alırız pasta yemeye öyle gideriz." dedi.

Hilal duyduklarının telaşıyla Tuğçe'ye döndü. Onun "Küçücük çocuk. Dediklerine inanmıyorsun değil mi?" demesiyle bir an duraksadı.

Tuğçeden beklediği desteği alamayan Hilal, Ela'ya baktı. Gözlerindeki korku, yalan söylemediğinin kanıtıydı. Ama küçük çocuklar söylediklerine inanıyorsa zaten yalan söylemiş olmazlardı ki... Kapıldığı tereddütü 'Ya oradaysa' diyen iç sesi bozdu. 'Ya söyledikleri gerçekse, ya bebek bodrumdaysa?.. Ve sen okula baskın olduktan sonra bebeğin gerçekten de içeride olduğunu öğrenirsen... Bunu kaldırabilir misin? Minicik bir bebeğin...'

Etrafına bakan Hilal, diğerlerinin gitmiş olduğunu gördü. Yardım isteyebileceği kimse yoktu.

"Elacığım, sen Tuğçe öğretmeninle git. Ben kardeşini alıp geleceğim. Annen gelirse ona söyle. Korkmasın" dedi merdivenlere yönelirken. Tuğçe kolundan tutarak "Saçmalama! Okul birazdan... Hilal, bir ihtimal yüzünden bunu nasıl yapabilirsin. Canından olabilirsin. Hemen çıkıyoruz buradan!" dedi.

Hilal kolunu kurtararak "Asıl sen saçmalama! Ya o ihtimal gerçekse?.. Seni bilmem ama ben hayatımın sonuna kadar 'keşke' diyerek yaşayamam. Al Ela'yı çıkın buradan" dedi.

Tuğçe kabullenmişlikle başını salladı "Dikkatli ol lütfen!" dedikten sonra Ela'nın elinden tutarak dış kapıya doğru yürüdü. Hilal, onlara bakmayı kesip bodrum merdivenlerine yöneldi.

Korkudan kalbi hızla çarparken bodrum merdivenlerinden inmeye başladı. İlk birkaç adımı yavaşça atan genç kız, vaktinin olmadığının bilinciyle hızlandı. Bodruma daha önce hiç gelmemişti. Öğretmenlerin aralarında konuştuklarından hatırladığı kadarıyla hakkında az biraz bilgisi vardı. Karanlık kata indiğinde elektrik düğmesine bulan genç kız tam açacakken 'Ya teröristler ışığı yanık görüp şüphelenir ve aşağı inerse...' düşüncesiyle birlikte ışığı yakmadı.

Telefonunun fenerini açtıktan sonra hızla ilerlemeye başlayan kız bir yandan da etrafını inceliyordu.

Bodrum korkutucuydu. Tavandan geçen borular, aynı zamanda buranın kazan dairesi olarak kullandığının işaretiydi. Boş olan alanı ise sıra sıra kolonlar süslüyordu.

"Keşke boş kalsaydı. Kolonların arkasından her an biri fırlayacak..." diye mırıldandığı cümleyi tamamlamadı genç kız.

"Kes düşünmeyi. Teoriler üreterek kendini korkutmana gerek yok!"

Kısa süre sonra temizlik odasını bulan Hilal, düzensiz nefesini kontrol altına almaya çalışarak kapıyı açtı. İçerdeki loş ışık kapıyı açtığı anda dışarı sızmıştı. Bunu fark eden Hilal hızla içeriye girerek kapıyı kapattı.

Yerdeki yer yatağının üstünde uyuyan miniği gördüğünde gözyaşlarını tutamayan kız titreyen elini ağzına götürdü.

Ela doğru söylemişti. Efe gerçekten de buradaydı.

Ses yapmadan bebeğin yanına doğru ilerleyen genç kız, mavi battaniyeli Efe'yi kucağına aldı. En fazla on aylık olan bebek, kollarının arasına yerleşmek istercesine kımıldandıktan sonra uykusuna devam etti.

Bu saatten sonra herhangi bir ışığın dikkat çekmesinden korkarak telefonun fenerini kapatan Hilal, telefonunu cebine koyarak hızlı adımlarla odadan çıktı.

Sadece birkaç adım atmıştı ki kolundan tutulup çekildiğini hissetti. Refleksle Efe'ye sımsıkı sarılan Hilal çığlık atmak üzereydi ki kendisini tutan kişi ağzını kapattı.

Gözyaşları usulca akarken 'Her şey buraya kadarmış. Seni kurtaramadığım için üzgünüm küçük.' diye düşündü.

Arkasındaki bedenin "Sakin ol. Ben askerim." dediğini duyduğunda şükranla gözlerini kapattı.

"Şimdi elimi çekeceğim. Sakın sesini çıkarma! Adamlar yukarıda. Varlığımızı öğrendikleri an..." diyen asker sustu.

Hilal, onu anladığını belirtircesine başını salladı. Elini çeken adam onu kolonlardan birine doğru yasladıktan sonda önüne geçti. Her ihtimale karşı kendini ona ,onlara, siper ediyordu.

Hilal, zifiri karanlık olan bu mekanda karşısındaki askeri incelemeye çalıştı. Bodrum öylesine karanlıktı ki Hilal yalnızca adamın siluetini görebiliyordu. Az da olsa karanlığa alışan gözleri sayesinde önce adamın yüzündeki asker maskesini, sonra da belinde duran silahı fark etti. Normalde gerçek bir silah gören birisi ne tepki verirdi bilmiyordu ama genç kızın o anda hissettiği tek duygu 'Güven'di. Bu karşısındaki askerin onları buradan kurtaracağına inanıyordu.

Kısacık anda onlarca duygu hisseden Hilal, gözlerini silahtan çekerek adama baktı.

Adam da kendisine bakıyordu.

Göz göze geldikleri anda Hilal nerede ve neden bulunduğunu unuttu. Karanlık askerin gözlerini gizliyor olsa da, adam gözlerinin renkli olduğunu anlayacağı kadar yakınında duruyordu

Gözleri hangi renkti acaba? Yeşil, mavi belki de kendi gözleri gibi ela?

Bu süre içerisinde oluşan sessizlikte, Hilal kalp atışlarını duyduğuna yemin edebilirdi.

"Yetkili birine haber vermeliydin!" diye fısıldadı adam maskeden dolayı boğuk çıkan sesiyle. Sesi sitem doluydu. Hatta biraz da öfke...

Hilal kendisini hata yaptığı için azarlanmış bir çocuk gibi hissederken Efe'ye baktı.

"Etrafta kimse yoktu. Başka çarem de yoktu. Onu burada bırakamazdım!" diye fısıldayarak karşılık verdi genç kız. Onun sesinde de suçluluk vardı. Hatalı olduğunun bilincindeydi. Fakat yine olsa yine aynı kararı verirdi.

Asker bir şey söylemek üzereydi ki telsizinden gelen sesi duymasıyla dikkatini kızdan çekti.

"Alfa cevap ver! Alfa!"

"Alfa dinlemede!" diye karşılık verdi adam resmi bir şekilde.

"Bir kere de sözümü dinle evlat. Bir kere! Neredesin şimdi? Adamlar okulun etrafını sarmış durumdalar. Durum hiç iyi görünmüyor. Lanet olsun! Okula bomba düzeneği taşıyorlar. Hemen çık oradan!"

"Onları buldum Komutanım. Hani merak ediyorsanız" dedi adam alaycı bir sesle.

"Onları bulmasan telsize cevap vermezsin. Seni tanıyorum Alfa. İkisi de iyi ve yanında. Şimdi o okuldan hemen çıkıyorsunuz!"

Askerin ,Alfa'nın, bunu kabul edeceğini anlayan Hilal 'hayır' anlamında başını salladı. Ona bakan Alfa telsiz bağlantısını keserek ona döndü ve "Ne oldu?" diye sordu.

"Okulu patlamalarına göz mü yumacaksınız?"

Hilal, sorusunu duyan askerin kaskatı kesildiğini hissetti.

"Önceliğimiz insanları kurtarmak, bir bina değil!" diye cevap veren Alfa'nın, beden dili ve sözleri çelişiyordu.

Hilal bundan cesaret alarak "Sen de farkındasın. Burası patlarsa artık hiçbir aile, çocuğunu okula göndermez. O şerefsizlerin istediği de bu zaten. Onları kurtarmak geleceklerini de kurtarmak anlamına gelmiyor mu? Bu okul onların umudu. Göz göre göre bu umudu yok etmelerine izin veremezsiniz. Onları engellemelisiniz" dedi

"Yapamam." diye mırıldandı adam.

"Neden komutanın kabul etmez diye..."

"Sence bu benim için bir neden mi?" diye çıkıştı Alfa. Üst katta teröristler gezinirken, sadece 10 dakikadır tanıdığı bir adamla tartışıyordu Hilal. 'Ölmeden önce yapılacaklar listem olursa bir madde elendi' diye düşündü bir an. Sonrasında karşısındaki adama baktı.

"Anlamaya çalışıyorum. Bakışların... Okulun patlamasını sen de istemiyorsun. O zaman nede... Eğer ben, biz burada olmasaydık aynı kararı mı verirdin?" diye sordu bir anda Hilal.

Birkaç saniye duraksayan Alfa "Öyle bir durumda çoktan bombanın başındaydım... Hiç konuşma Stajyer. Buraya seni, sizi kurtarmaya geldim. Kendi ellerimle ölüme götürmeye değil. Bombayla alakalı elimde hiçbir bilgi yok, ayrıca bomba imha benim alanım değil. O yüzden tartışmayı bırak. Bu binadan çıkıyoruz!"

Etrafı inceleyen adama "Peki bomba imhacınız yakınlarda mı?" diye sordu.

Karşısındaki askerin sessiz kalması, sorusunun cevabını vermişti.

"Alfa lütfen!"

Hitabı duyan asker, başını hızla kaldırarak kıza baktı. Stajyerin aksine karanlıkta görmeye alışkın olan asker, karşısındaki kızı oldukça rahat seçebiliyordu. Zaten bir insanın parıl parıl parlayan o ela gözleri görmemesi için kör olması gerekirdi.

Stajyer kızın neden böyle bir istekte bulunduğunu herkesten daha iyi biliyordu Alfa. Bu okul, bu köyün insanları için çok büyük bir umuttu ve okulun patlaması, umutlarının ellerinden alınması demekti. Okulun yerle bir olması insanların korkmasına, çocuklarını okula göndermemesine neden olurdu. Ve bebeği kurtarmak için tahliye edilen bir binadan çıkmayan bu Cesur Stajyer bunu istemiyordu.

Kızın yalvaran bakışlarını gören asker derin bir nefes aldı. Burnuna gelen papatya kokusunu hissettiğindeyse iliklerine kadar titrediğini hissetti.

Ela gözlere bakarken düşündüğü tek şey aralarındaki mesafenin ne ara bu kadar azaldığıydı. Geriye doğru bir adım atmamak için kendini oldukça zor tutan Alfa, toparlanmaya çalışarak kızın kucağındaki bebeğe baktı.

"Sizi buradan çıkarmalıyım." dedi sadece. Tek derdinin bir kaybın yaşanmaması olduğunu söylüyordu kendince.

Fakat içindeki ses kızı haklı buluyordu. Bu okul patlamamalıydı.

"Bizi buradan zaten çıkaracaksın."

Kızın sesindeki kesinliği duyan adamın gözlerinde bir şaşkınlık belirdi.

"Bu esnada bombayı da durdurabilir misin Alfa?"

Kızın kendisine ikinci kez ismiyle seslenmesi askerin tüm gardını düşürmüştü.

O Alfa'ydı. Ve Alfa asla o okulun patlamasına, insanların elinden umudunun alınmasına izin vermezdi.

Alfa, gözlerini kızın ela gözlerinden çekmeden telsizi ağzına götürerek "Çakal bombayı imha edebilir misin?" diye sordu.

Karşı tarafta kısa bir duraksamada yaşandıktan sonra Çakal'ın sesi duyuldu.

"Türüne dair bilgim yok. Zamanlayıcısı hakkında da hiçbir şey bilmiyorum."

"İmhayı yapabilir misin, yapamaz mısın?"

"Cevabını bildiğin soruyu niye soruyorsun? En azından denerim ama Komutan..."

"Ne olmuş bana?" diyen diğer bir sesle birlikte Alfa gözlerini kapattı.

"Çakal bombayı imha edecek." dedi saniyeler sonra.

"Saçmalamayın! Boş bir okul için ölmeye gönderecek askerim yok benim" diye çıkıştı Komutan'ı.

"O boş okul dediğin küçücük çocuklar için bir umut. O umudu bile isteye ellerinden alamam."

"Arkadaşını bile isteye ölüme gönderebilirsin ama öyle mi? Sakın!.. O gelmezse ben gideceğim deme! Yemin olsun bu sefer seni emre itaatsizlikten askeri mahkemeye veririm!"

Duyduklarıyla elindeki telsizi sıkan Alfa "Öyle bir şey yaparsan yüzüne bakmayacağımı biliyorsun. Yine de değer mi Komutanım?" diye sordu.

"Yüzüme bakman için önce yaşaman gerek. Sen yaşa istersen ömrünün sonuna kadar benimle görüşme. Umurumda değil!"

Alfa derin bir nefes aldı. Aralarındaki ilişkinin, sıradan komutan-asker ilişkisinden fazlası olduğu hissetmişti Hilal.

"Çakal karar senin! Okumak için çabalamanın... Ne demek olduğunu çok iyi biliyorsun. Okul patlarsa ne olacağını tahmin etmek de zor değil."

Telsizden bir süre ses gelmedi. Sonrasında Çakal'ın sesi duyuldu.

"Haklısın... Komutanım ben bombayı imhaya gidiyorum. Malzemelerim arabada. Ama sen, siz hemen çıkıyorsunuz Alfa. Tek şartım bu!"

"Tamam!" diyen Alfa merdivenlere doğru yönelmişti ki duyduklarıyla duraksadı,

"Okulda birileri varmış Maho!"

Asker hiç duraksamadan sağ elini belindeki silahına götürürken Maho denilen adamın "Nereden biliyorsun?" diye sorduğunu duydu.

"Bizim gözlemci çocuk söyledi. Okulda İstanbul'dan gelen kızlardan biri kalmış. Askerin biri de peşinden girmiş. Dışarı çıkmadıklarına göre... Hala okuldalar. Adamlara söyleyeyim mi hemen aramaya..."

"Gerek yok aramakla uğraşmayın. Herkese söyle dışarı çıkıp gözlerini dört açsınlar. Sen de hemen bombayı kur. Zamanlayıcı iptal et ve hızla çık. Ya içeride kalıp patlayarak geberirler ya da dışarı çıktıklarında keklik gibi avlarız ikisini de"

Adamların konuştuklarını duyan Hilal, gözlerini kapatıp duvara yaslandı. Ölecekti! Kollarındaki Efe'ye baktı. En azından onu kurtarabilirseydi...

"Çakal görev iptal! Burada olduğumuzu öğrenmişler, okulu patlatacaklar. Sakın gelme!" diyen Alfa'ya çevirdi bakışlarını.

"Sen?" diye sordu telsizin diğer tarafındaki kişi.

"Ben başımın çaresine bakarım. Komutan... Ona, bunu sakın söyleme! En azından şimdilik. Telsizi kapatıyorum, ilk fırsatta haber vereceğim."

"Alfa..."

"Merak etme! Dikkatsiz olmak gibi bir lüksüm yok." diyen asker, Hilal'e baktıktan sonra telsizini kapattı.

Sakin bir şekilde Efe'ye doğru uzanan askeri gören Hilal, bebeği Alfa'ya verdi. Bebeği oldukça nazik hareketlerle alan asker "Hırkanı çıkar" dedi.

Stajyerin hiç itirazsız dediğini yapmasıyla Alfa'nın dudaklarında bir tebessüm belirdi. Bu itaat ve koşulsuz güven hoşuna gitmişti.

Hırkasını çıkaran Hilal'in titremesi artarken Alfa bebeği kıza geri uzattı.

"Sakin ol! Size bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Şimdi... Biraz koşacağız. Bu uykucu ufaklıkla koşmak kolay olmayacak. Bu yüzden de hırkanla onu sana bağlayalım. Böylelikle düşer diye korkmaz ve dikkatini onda yoğunlaştırmazsın."

Başıyla adamı onaylayan Hilal sakinleşmek istercesine derin bir nefes aldı. Askerin sesindeki güven sakinleşmesindeki en büyük etken olmuştu.

Hırkayı bebeğin düşmesini engelleyecek kadar sıkı, nefes alabileceği kadar da gevşek bir şekilde Hilal'in beline bağlayan Alfa kızın oldukça yakınında duruyordu. Bu yakınlık Hilal'in kendisini garip hissetmesine sebep olmuştu.

'Ölmek üzeresin yakınlık diyorsun!' diyen iç sesiyle kendine gelen genç kız hızla atan kalbini, durumun şokuna bağlamıştı.

Alfa'nın, kendisine vermek için montunu çıkartacağını anladığında başını iki yana salladı.

"Yok! Gerek yo..."

"Dışarısı neredeyse -1°. Bebeği bu halde dışarı çıkarmayı düşünmüyorsundur umarım?" diyen Alfa'yı duyduğunda haklı olduğunu kabullenmek zorunda kaldı.

Alfa,kızın montu giymesine yardım etti ve Efe'nin nefes almasını sağlayacak kadar aralık bırakarak, montun fermuarını kapattı. Bütün bunlar şaşırtıcı bir şekilde sadece 2 dakika içerisinde olmuştu. Asker, oldukça hızlı hareket ediyordu.

Ciddi bakışlarla etrafını inceleyen asker sağ eliyle belindeki silahını eline alarak Hilal'e döndü.

"Kazan dairesi nerede biliyor musun?"

"Maalesef." dedi kız üzgün bir şekilde.

Alfa birkaç saniyelik tereddütten sonra "Gel!" diyerek kıza elini uzattı.

Hilal, kendisine uzatılan eli tuttuğunda peşindeki teröristleri unutmuştu. Seri adımlarla Bodrum'da ilerlerken genç kız hızlanan nefes alış-verişlerini içinde bulunduğu tehlikeye bağlamak istiyordu. Hayatında ilk defa ,gerçek anlamda, bir erkeğin elini tutmasına değil.

Alfa, odalardan birinin kapısına gelerek hızla açtı sonrasında da aynı hızla kapattı. Diğer odaya da aynısını yaptı. Aradığı her neyse orada da bulamamıştı.

Üçüncü odanın kapısını açtığında derin bir nefes verdi. Hilal, o zaman korkanın sadece kendisi olmadığını fark etti. Tek fark; o hepsi için endişeliyken, Alfa büyük ihtimalle kendini hiçe sayarak yalnızca Efe'yle kendisi için endişeleniyordu.

Askerin yönlendirmesiyle hızla odaya girdiler. Sessizce kapıyı kapatan Alfa, odanın sonundaki demir kapıya doğru seri adımlarla yürüdü.

"Bu kapı bakım kapısı... Dışarı çıktığımızda ne olacağını bilmiyorum. Adamlar bu kapıya gelmemişlerdir fakat bizi gözetlediklerinden çıktığımızı fark edeceklerdir. Diğerlerinin yanına veya köye gidersek, onları da tehlikeye atarız. İleride orman başlıyor. Ormanda mağaralar var. Seni oraya götüreceğim. Haberin olsun... Biraz yürüyeceğiz. Daha doğrusu koşacağız." dedi Alfa.

"Anladım" diye mırıldanan Hilal'i duyduğunda kızın elini bırakarak kapıya döndü. Tek seferde açılmayan kapı, biraz zorlamadan sonra açılmıştı.

"Ne olursa olsun sözümden çıkma! Ve sakın durma!" diyen adam tekrardan Hilal'in elini tutarak kapıyı ardına kadar açtı.

Dışarı çıkan ikiliyi buz gibi bir hava karşılaşmıştı. Asker etrafını kontrol ederken, adımlarını hızlandırmaya başladı. Okuldan 10 metre kadar uzaklaşmışlardı ki, bir anda gelen patlama sesiyle Alfa, onu tuttuğu gibi bir ağacın arkasına çekti. Hilal patlamanın sesiyle istemsizce çığlık atmış, patlama sesini duyan Efe ise uyanıp ağlamaya başlamıştı

Efe'nin ağlamasıyla birlikte Hilal korkuyla Alfa'ya baktıktan sonra ufaklığa dönerek "Şşşt Efeciğim, lütfen sessiz ol!" diye mırıldandı.

Sakin ve sessiz bir sesle Efe'nin kulağına bir şeyler mırıldanarak onu sakinleştirmeye çalışırken Alfa başını iki yana salladı.

"Vaktimiz yok! Dua edelim de ormandaki yankı sayesinde bizi bulamasınlar." dedikten sonra yeniden kızın elini tuttu ve ikili tekrardan koşmaya başladılar.

Bir süre botları kara bata çıka koştular. Yanındaki adamın yavaşladığını hisseden Hilal, ona ayak uydururken Alfa'nın bir anda sarılmasıyla afalladı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken ormanda iki el silah sesi yankılandı. Sesi duyan genç kız korkuyla yerinde sıçramıştı. Oluşan sessizlikte aklından hiç iyi ihtimaller geçmiyordu.

'Ya yaralandıysa?' diye düşünen genç kız geri çekilerek kollarında durduğu Alfa'ya baktı. Onun endişeli bakışlarını fark eden asker gözlerini açıp kapattı. Bana bir şey olmadı diyordu kendince.

Bedenin titrediğini hisseden Hilal kesik bir nefes adlı. Bunun üzerine karşısındaki asker "Sakin ol!" diye mırıldandı üçüncü kez.

Hilal, istemsizce gözlerini devirirken "Sakinim ben! Önce sen sakin ol." dedi.

Aslında Alfa haklıydı. Hilal, sakin falan değildi. Olabildiğince bağırmak istiyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamak da bir çözüm olabilirdi tabii

Kucağındaki Efe'nin huzursuzca etrafına bakınmaya başlamasıyla birlikte durdukları pozisyonu fark eden asker, kızı bıraktı. Küçük çocuğun korku dolu bakışları karşısında yumruğunu sıkan Alfa "Ağlamaması, ağlamasından daha korkutucu değil mi?" diye mırıldandı.

Bir insanın, ağlayamayacak kadar korkması... Korkunçtu.

Hilal, az önce yok yere çıkıştığı adama pişman bir şekilde baktı. Ay ışığı kendisine yeterince ışık sağlayamadığından ona bakan gözlerin rengini hâlâ çözemese de o bakışların ona 'Önemli değil' dediğinin bilincindeydi.

Bu sırada silah sesleri aklına gelen kız endişeyle etrafına bakmaya başladı fakat bir anda gözlerini kapatan parmaklar görüşünü kesti. Arkasındaki bedeni her hücresiyle hissediyordu. Gözünü kapatan soğuk parmakları saymıyordu bile. Bu yakınlık Hilal'in yutkunmasına sebep oldu.

"Bakma!" diye fısıldadı Alfa usulca. Kızın az ileride yatan iki cesedi görmesini istemiyordu asker. Yerdeki kan ve cansız bedenler kızı olumsuz etkiler, yola devam ederlerken kendisine engel olurdu.

'Ölü bedenleri mi görmesini istemiyorsun yoksa senin öldürdüğün bedenleri mi görmesini istemiyorsun Alfa? Sen şuna hiç tereddütsüz iki adamı başından vurduğumu görerek benden korkmasını istemiyorum desene!' diyen iç sesiyle derin bir nefes alan adam, burnuna gelen papatya kokusuyla bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Yıldızlara bakarken aklından onlarca düşünce geçiyordu.

Genç kızın başını sallayarak onu onaylaması üzerine yavaşça ellerini kızın gözlerinden çekti. Fakat kızdan uzaklaşmak için herhangi bir hamlede bulunmadı. Şaşırtıcı bir şekilde kız tüm benliğini allak bullak etmişti. Alfa tekrardan yıldızlara çevirdi bakışlarını. Tam o sırada bir yıldızın kayması tesadüften başka bir şey değildi aslında. Fakat bu tesadüf adamın tüm tüylerini diken diken etmişti. Gözleri, papatya kokusunu alacak kadar yakınında duran kızda takılı kaldı.

Alfa, yine zamandan kopmuştu! Sadece 1-2 dakika geçmişti fakat adama göre bu süre çok çok daha fazlasıydı. Ve adam yıllar sonra ilk defa çeşitli anlarda yaşadığı bu zaman kopmasından şikayetçi olmadı.

Hilal ise askerin tüm bu düşüncelerinden bihaber kendi içindeki savaşla uğraşıyordu. Adam kendisine çok çok yakındı ve biraz daha bu şekilde dururlarsa Hilal bacaklarındaki hakimiyeti kaybedecek ve ikisi de teröristlere yem olacaktı. Kendini toplamaya çalışan genç kız öne doğru bir adım attı. Bu küçük adım askeri girdiği transtan çıkarmaya yetmişti.

"Kabuslarına daha fazla meze vermeden gidelim bence." diye usulca mırıldanan adam kızın sırtını cesetlere doğru vererek ona baktı.

Adamın gözlerinde şefkat ve Hilal'in çözemediği bir ifade vardı. Kaybolmuşluk gibi...

Hilal bu ifadenin nedenin çözemeden adam hafif bir tebessüm eşliğinde "Hadi!" diye mırıldandı ve kıza elini uzattı. Onun uzattığı eli sorgusuz tutan genç kız ile birlikte ikili tekrardan koşmaya başlamıştı.

Yaklaşık 20 dakikanın sonunda Hilal bu tempodan oldukça yorulmuş olsa da ağzını açıp tek kelime etmedi. İlk 10 dakikadan sonra koşmayı bırakmışlar ve hızlı adımlarla yürümeye geçmişlerdir. Tam da o sırada aksi gibi kar yağışı başlamıştı. Gerçi bu yağış izlerini kapattığı için o kadar da kötü bir şey değildi. Genç kız yanındaki askere bir bakış attı. Kendisi üzerindeki monta rağmen üşüyüp titriyordu fakat adamda üşüdüğüne dair tek bir işaret yoktu. Bakışlarını birleşmiş olan ellerine çevirdi. Tüm bedeni üşürken elinin üşümemesi kesinlikle büyük bir saçmalıktı.

'Bence asıl saçmalık bu kadar sakin olman. Peşinde teröristler var ama sen geziye çıkmış bir turist gibi davranıyorsun.' diyen iç sesini yok saydı Hilal. Yanındaki askerin çevresine yaydığı güven verici auranın üzerinde sakinleştirici bir etkisi olmuştu. Bu yüzden de Hilal korkmuyordu.

Sonunda ağaçların arasından çıkarak kayalık alana gelmişlerdi. Bir süre yürüdükten sonra Alfa bir kayanın yanında durdu. Onun bakışlarını takip eden Hilal, gökyüzüne doğru uzanan kayalardan başka bir şey görmüyordu.

"Burası!" diye mırıldanan adam önce kendisi kayanın bir kısmına çıktı, ardından da Hilal'i elinden tutarak çıkarttı. Bu bir süre böyle devam ettiğinde genç kız mağaranın girişini gördü. Küçük mağaraya girmeleriyle birlikte Hilal'in köşeye geçip yorgunlukla yere oturması bir olmuştu.

"Ufaklık nasıl?" diye sordu karşısındaki köşeye oturan Alfa.

"Dediğin gibi uykucu çıktı. Sanırım şu an en rahatımız o." diyen Hilal başını duvara yaslayarak ve gözlerini kapattı. Şu an yaşıyor oldukları gerçek dışı gibi geliyordu.

Alfa'nın birkaç dakika sonra "Teşekkür ederim." demesiyle birlikte gözlerini açtı.

"Asıl teşekkürü benim etmem..." diye başladığı cümleyi "Her şey bitsin, istersen sonra edersin. Şu anda kurtulmuş sayılmayız." diyen Alfa ile tamamlayamadı.

Genç kız merakla adama baktı.

"Sen neden teşekkür ediyorsun peki?" diye sorarken 'Çok sevgili merakım da aramıza katıldığına göre... Durumum iyi sanırım.' diye düşündü.

"Öncelikle, sözümden çıkmayarak beni zora sokmadığın ve tek kelime bile etmeden 18 dakika boyunca yürüdüğün için."

"18 dakika?" diye sordu Hilal şaşkınca. Adamın kolunda herhangi bir saat görmediğindendi bu şaşkınlığı.

Nasıl yani dakikaları mı saymıştı?

Onun bu şaşkınlığını gören asker hafifçe güldü.

"Alışkanlık. İnsan yıllarını, dakikayı geçtim saniyeye takıntılı bir manyakla geçirince böyle oluyor." diyen Alfa'nın aklına o takıntılı manyak gelmişti. Panter izinsiz ve tedbirsiz bir şekilde patlamak üzere olan bir binaya girdiğini öğrenince onu bu sefer kesin gebertecekti.

"Sen hayatımızı kurtarmak için çabalarken şikayet edecek kadar bencil biri değilim." diyen kızı duyduğunda bakışlarını ona çevirdi. Ay ışığı yüzüne vuran kızın ela gözleri bir kez daha onu etkisi altına aldığında başını hafifçe öne eğdi.

"Dünya üzerinde öyle insanlar var ki şaşar kalırsın.... Bazen kurtarmaya çalıştığım insanlar düşmanları benmişim gibi davranıyor. Peşimizdekilerle uğraşacağıma onlarla uğraşıyorum." diye mırıldandı sitemli bir sesle.

"Peki diğer neden?" diye sordu Hilal, öncelikle diye başladığı cümlesine hatırlatarak.

"Eğer sen olmasaydın Efe'nin varlığını geç öğrenecektim ve bu yüzden de ona bir şey olsaydı... Hayatım boyunca bunun pişmanlığıyla yaşardım. Bunu engellediğin için teşekkürler."

"Ben de aynı duygularla o bodrum katına indim." diye mırıldandı Hilal gözlerini tekrardan kapatırken. Her şey kucağındaki ufaklık içindi.

'Ona bir şey olsaydı eğer...' diye düşünen Hilal tekrardan uykuya dalan ufaklığa sıkıcı sarıldı.

Aradan geçen birkaç dakikadan sonra Alfa'nın "Kahretsin!" dediğini duymasıyla birlikte korkuyla gözlerini açarak ona baktı. Askerin telsizini eline aldığını gördüğünde, onun ekibine haber vermeyi unuttuğunu fark etti.

"Alfa! Cevap ver! Senin aklına uyanın..." diyen kişi Çakal denilen kişiydi.

"İyiyim..." diyen Alfa, Çakal'ın öfkeli çıkan sesiyle daha fazla konuşamadı.

"Gelme lan buraya! Gelirsen seni doğduğuna pişman edeceğim. Dua et Panter burada değildi. Burada olsaydı kimse durduramazdı onu. Gerçi Komutan senin yüzünden 30 dakikada 30 yıl yaşlandı... Çok mu zordu haber vermek?"

Alfa "Ormanda telsizi açmak 'yerimizi belli etmek' demek, sanki bunu bilmiyorsun. Biz bu tartışmayı yaparken, gelen silah sesiyle ölümümü dinlerdiniz" dedi alaylı bir sesle.

"Bir de alay mı ediyorsun? Bize bunu yapmaya hakkın yok!"

"Ne yapıyormuşum? Ben askerim farkındasın değil mi? Ne yani kız ile bebeğin içerde olduğunu bilerek arkamı dönüp gitse miydim?"

"Mesele onları kurtarman değil. Bunu sen de biliyorsun! Dikkatsiz davranman. Ve bu ilk dikkatsizliğin de değil. Bir gün kendini öldürteceksin. Gerçi... İstediğin de bu. Değil mi?"

Adamın sorusuyla Alfa başını kaldırarak kıza baktı. Göz göze geldiklerinde renkli gözlerdeki acıyı fark etti Hilal. Yaşanmışlıklarla dolu o acıyı...

Alfa, onu inceleyerek bakan ela gözleri daha fazla görmemek için bakışlarını mağaranın girişine çevirdi ve telsizinin düğmesine bastı.

"Ölmek isteseydim şu an mezarımın başında dua ediyordunuz... Sıkıldım bu muhabbetten. Komutan nerede?"

"Nerede olacak? 'İyiyim' dediğini duyduktan sonra çekti gitti. Telsizini de kapatmıştır. Ona bunu yapmaya hakkın..."

"Telsizi ona götürsene." diyen Alfa'nın sesi suçlu bir çocuk gibi çıkmıştı.

"Bence şu an..."

"Lütfen kardeşim." dedi Alfa sessizce.

Çakal onun bu istediğini kıramamış olacak ki karşı tarafı bir sessizlik kapladı. Birkaç dakika sonra telsizin açılma sesi geldi fakat telsizin başındaki kişi suskunluğunu koruyordu. Bunun üzerine derin bir nefes alan Alfa konuştu.

"Bir şey söylemeyecek misin?.. Gerçekten mi? Asker olduğumu unuttuğun anlardan nefret ediyorum. Bu benim görevim. Ben..."

"'Asker olacağım!' dediğinde itiraz etmeliydim. Böyle olacağını tahmin edip en başından bunu reddetmeliydim!"

"Dedi örnek aldığım insan." diye mırıldandı Alfa acı bir sesle. Sonrasında kararlı bir sesle devam etti.

"Hiç kimse beni bu kararımdan vazgeçiremezdi. Sen bile..."

"Korkuyorum evlat! Bir gün... Bir gün seni kaybetmekten korkuyorum."

"'Vade dolunca ne bir saniye ileri ne de bir saniye geri.' diyor ya dedem her zaman. Haklı! Öleceksem... Vatanım için şehit olayım. Azı... Bana yakışmaz. Ayrıca boşuna endişeleniyorsun. Ölmeye niyetim yok. Hala yapmam gerekenler var... Hem ben seni en başında uyarmıştım. 'Beni ekibine alarak çok büyük bir hata yapıyorsun!' diye."

"Ekibime almayıp da ne yapacaktım hergele. Eğer başındaki ben olmasaydım defalarca askeri mahkemede yargılanmıştın."

"Bana tefrika yaptığınızı mı söylüyorsunuz Binbaşım? Bunu duyarlarsa asıl siz mahkemelik olursunuz" dedi Alfa eğlenen bir sesle. Az önceki gerginliğini üzerinden atmıştı.

"Senin için değer!" diye mırıldandı telsizin diğer ucundaki kişi. Alfa gözlerini kapatarak arkasına yaslandı.

"Fazla mı duygusallaştın sen? Alışkın değilim. Yapma şöyle şeyler!"

"Az önce bulunduğun bina patladı. Çıkıp çıkmadığını bilmediğim. Sana bir şey olsaydı... Bu hayata nasıl devam ederdim ki?"

"Çoğu zaman... Fazla bencilim değil mi?" diye mırıldandı Alfa.

Yaptıklarıyla sınırı aşalı çok olmuştu. Bu ilk vukuatı değildi. Son da olmayacaktı.

"Yok. Sen sadece fazla fedakarsın. Bir askerin olması gerektiği gibi... Bencil olan benim aslında. Damarlarında gezinen kanın getirisini kısıtlıyorum sürekli. Sonun..."

Patlayan silah sesini duyan Binbaşı sustu. Alfa silahıyla birlikte ayağa kalkarak Hilal'in önüne geçti.

"Ne oldu? Silah sesi sizin oradan mı geldi?" diye sordu Binbaşı.

"Söyleyeceklerini duymak istemediğim için 'Ben sıktım' demek isterdim... Fazla uzaktan gelmedi. Adamlar bizi arıyor olabilir." dedi Alfa sıkıntılı bir sesle.

Asker gibi ayağa kalkan Hilal, her şeyden habersiz huzurla uyuyan miniğe sıkıca sarıldı.

"Mağarayı bulurlarsa... Orada kendini savunamazsın Alfa. Biz de geliyoruz."

"Hayır!"

"Hayır? Komutan benim. Emrim altında olan ise sensin. Farkındasın değil mi?"

"Çevre hakkında gram bilginiz yok. Sen de bunun farkındasın değil mi?" diye soran Alfa'yla karşı taraftan ses gelmedi.

"Beni düşünme. Mağaradan çıkıp onları... Yakala." dedi Hilal askere bakarak.

Alfa ona dönerken başını iki yana sallamaya başlamıştı bile.

"Saçmalama! Her şeyden önce aklım buradayken çatışmaya gitmek intiharla eşdeğer olur." diye mırıldanan adam tekrardan duyduğu silah sesiyle elini yumruk yaptı. Burada kalırlarsa kısa sürede yakalanırlardı ve bu küçük yerde ikisinin de vurulması kaçınılmaz olurdu. Diğer seçenek kız ve bebekle birlikte buradan çıkıp çatışmaya gitmekti ama bu askere göre bir seçenek bile değildi. Adamlar çok kalabalıktı ve Alfa'nın kızla bebeği tehlikeye atmaya hiçniyeti yoktu.

"Bu böyle olmaz evlat!" dedi telsizdeki Binbaşı. Alfa derin bir nefes aldı. O da bu işin böyle olmayacağının farkındaydı. Tek olsaydı çoktan o şerefsizleri indirmişti ama aynı anda hem çatışıp hem de savunma yapması imkansızdı. Mekan adamların mekanıydı ve Alfa bu durumda risk alamazdı.

Hilal, aklına gelen düşünceyle birlikte Alfa'nın kolunu tuttu.

"O zaman sen gidince ben de saklanırım." derken planını gözden geçiriyordu genç kız. Riskliydi belki ama en mantıklı seçenek de buydu.

"Olmaz! Burası o teröristlerin mekanı. Nereye saklanacaksın ki?" diyen Alfa'yı duyduğunda gözlerini devirdi.

"Hemen de itiraz et zaten! Onların beni bulamayacakları bir yer var ayrıca."

"Neresiymiş bakalım bu yer Stajyer?" dedi Alfa alaycı bir sesle.

"Ağaç." dedi Hilal kendinden emin bir sesle.

"Ağaç?" diye tekrarladı Alfa şaşkınca.

"İnsanlar her zaman görmek istediklerini görürler. Aramak; genelde gözünün önündekiyle sınırlı olur. Hiç kimsenin aklına ağacın tepesine bakmak gelmez. Baksalar bile onlarca ağaç içinden saklandığım ağacı bulmaları neredeyse imkansız. Bulurlarsa da karanlık hava ve ağacın dalları bizim lehimize olacak. Bundan daha mükemmel bir saklanma yeri olamaz" dedi Hilal tek nefeste.

Kızın söylediklerini değerlendiren adam tekrardan silah sesini duymasıyla elmecbur kızın planını kabul etti. Ardından planı Binbaşı'na anlatmaya başladı.

🦋

"Bu da mı olmaz?"

Yanındaki kızın isyan dolu sesi karşısında dudakları iki yana kıvrılan asker birleşmiş olan ellerine bir bakış baktı.

'Bunun böyle doğal gelmemesi gerekiyor.

Bu hissin hoşuma gitmemesi gerekiyor.

Bu kızın çıkışlarının beni güldürmemesi gerekiyor.'

Ama oluyordu.

Hepsi oluyordu.

Şunun şurasında tanışalı, daha doğrusu tanışmayalı, birkaç saat olmuştu ve adamın dudakları yıllardır olmadığı kadar çok iki yana kıvrılmıştı. Aklına yaşadıkları üşüşen asker bulunduğu zamandan kopmuş bir şekilde sessizce yürümeye devam ediyordu.

"Alfa?"

Duyduğu ses ile âna dönen Alfa sağ gözünden düşen yaşın yüzündeki maskeye karışmasını bekledikten sonra kıza doğru döndü. Bakışlarında bariz bir boşluk vardı.

"Efendim Stajyer Kız?"

"İyi misin? Özür dilerim isyan etmek istememiştim. Sadece... Benim yüzümden yapman gerekenleri yapamadığın için kendimi kötü hissettim."

Kızın cümleleri şaşkınca ona bakmasına neden olmuştu.

"Özür dilemene gerek yok seninle alakalı bir şey değil. Ayrıca öncelikli görevim seni, sizi, güvende tutmak. Kötü hissetmen anlamsız."

Hilal hissettiği endişeyle etrafına bakındı. Çevrede birisi var mı diye kontrol ediyordu. Onun tedirginliğini hisseden Alfa boştaki eliyle karanlık ağaçları işaret etti.

"Burada kimse yok. Bak! Sesleri duyuyor musun? Gece hayvanları etrafımızda. Biz sessiz ve ışıksız hareket ettiğimiz için onları rahatsız etmiyoruz. O itler ise sırf gözdağı vermek için bilerek ses yaparak, ışıkla gezinir. Bu yüzden de hayvanlar kaçışır. 5 dakika önce kilometrelerce ötemizden birkaç baykuş havalandı. Şu an yakınımızda değiller."

Askerin cümleleri üzerine ela gözlerde büyük bir rahatlama belirirken Hilal engelleyemediği bir hayranlıkla konuştu.

"Ormanı dinleyerek yer tespiti ha? İlginçmiş."

"Saklanmak için ağaç tepesine çıkmak ha? İlginçmiş." diye karşılık verdi adam aynı ses tonuyla.

Birbirlerine bakışları, ses tonlarındaki hayranlık, sözlerindeki iltifat ve belki de çok gerek olmamasına rağmen birleşmiş ellerini ayırmamaları...

İkili resmen flört ediyordu. Bunu fark eden asker kızın sorduğu soruya odaklanarak ağaca baktı.

"Bu ağaç da olmaz. Hadi bulalım adam akıllı bir ağaç."

Askerin yürümeye başlamasıyla elinden tuttuğu kız da yürümek zorunda kalmıştı.

"Bence bu ağaç iyi gibiydi ama... Uzman olan sensin tabii."

Kızın eli elindeyken yürüyen adam usulca yutkundu.

'Bence de iyiydi. Tırmanışı kolay, çevredeki ağaçlarla orantısı sayesinde birebir gizlenme yeri. Geçtiğimiz 7 ağaçtan üçünde de olduğu gibi. Yine de... Seninle geçireceğim ilk ve son vakti biraz daha uzatmak istedim Papatya. Bir daha ömrü hayatımda böyle hissedeceğimi zannetmiyorum çünkü.'

"Hep böyle garantici misindir?"

'Tanıma isteğiyle sorulan bir soru. Merak duygusu, başlı başına bir ilgi belirtisi. Ayrıca hiç düşünmeden soru sormak, karşındakinin samimiyetine güvendiğin anlamına gelir. Tüm bunlardan dolayı sorunu cevaplamayarak seni terslemeliyim.' diye düşündü Alfa.

"Bir işi yapacaksam sonuna kadar giderim. En mükemmel şekilde."

'Buralarda bir yerlerde soruya cevap vermeyip kızı tersleyeceğini söyleyen bir Alfa vardı. Gördünüz mü acaba?'

İç sesine gözlerini deviren asker, kızın konuşmasıyla birlikte ona doğru baktı.

"Ben de öyleyim. Olması gereken de bu değil midir zaten? Yolda ne yaşanırsa yaşansın en iyi şekilde sonunu getirerek varış noktasına ulaşmak. Yarı yolda u dönüşü yapmak hiç benlik değil."

Hilal'in benzetmeleri, adamın dudaklarının yine, yeni ve yeniden yukarıya doğru kıvrılmasına neden olmuştu. O da genelde anlattığı şeyleri örneklendirerek, benzetmeler kullanarak anlatırdı.

"Onu anladım zaten.... Patlamak üzere olan bir binada seni bulunca. Çok merak ediyorum Cesur Stajyer. Ben gelmesem ne yapacaktın?"

"Bilmiyorum." diye itiraf etti genç kız. Adam hafifçe başını salladı. Tahmin etmişti.

Hilal, açıklama ihtiyacıyla konuşmaya başladı.

"Normalde mantıklı bir insanım ama duygularım her zaman daha ağır basar. O an tek düşündüğüm bebeği kurtarmaktı. Sonunu düşünmedim. Daha doğrusu yalnızca sonunu düşündüm. O patlama gerçekleşirse ve ben Ela'nın söylediklerinin doğru olduğunu öğrenirsem ne olurdu diye. Şu an kollarımın arasındaki bu küçük hayatta olmayabilirdi. Bu düşünce beni yakıp yıkıyor. Bu küçükler bambaşka. Öylesine saf ve temizler ki, öylesine korunmaya muhtaçlar ki... Biz yetişkinlerin yapması gereken şey onları koruyarak büyümelerine yardımcı olmak. Böyle değil midir?"

Asker bu düşündüren cümlelere içinden yanıt vermişti.

'Öyle. Öyle de... Yetişkinler korurken ölmeseler olmaz mı? Öldüklerinde çocukların büyümelerine yardımcı olamıyorlar da. Tüm hayatla tek başına yüzleşmek zorunda kalıyor o küçükler. Tüm hayat amacını kaybederek özlem ve hüzne boğuluyorlar. Bir gün her şeye sahipken, ertesi gün kimsesiz kalıyorlar.'

"Alfa?"

Kızın seslenmesi üzerine kendine gelen Alfa durduklarını fark etti. Acaba adımları ne zaman durmuştu, ne kadar süredir duruyorlardı?

"Tekrardan iyi misin diye sormayacağım. Mağarada da fark ettiğim üzere... Pek kolay bir hayatın olmadı sanırım. Fazlaca dalıp duruyorsun. En ufak bir kelime, cümle çağrışım yaptırıyor olsa gerek."

Hilal'in cümlesi, askerin bir gerçeği hatırlamasına neden olmuştu.

Stajyer psikoloji öğrencisiydi.

"İnsanları analiz etmeyi bırakmalısınız Psikolog Hanım. Bu hiç hoş bir şey değil." dedi Alfa buz gibi bir sesle.

Onun ses tonunu duyan Hilal hissettiği suçlulukla başını hafifçe öne doğru eğdi.

"Bu da benim lanetim. Kendimi bildim bileli böyleyim. Psikolojiyi seçmem sadece biraz daha arttırdı bu durumu. Normalde... Dışa vurum yapmam. Ne analiz ettiğimi ne de analiz sonuçlarımı. Şu an neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. Sanırım yaşadığım stres çeneme vurdu. Siz beni takmayın Asker Bey."

Adam soğuk ses tonunun karşılığını, monoton bir şekilde kurulan cümlelerle almıştı. Bu durum canını sıktı. Bir daha görmeyeceği bu kızla limoni bir şekilde ayrılmak istemiyordu.

İkili bir süre konuşmadan yürüdükten sonra Alfa, Hilal'e doğru bir bakış attı.

"Şu son 5 dakikayı silelim mi?"

Genç adam bunu sorarken fark etmeden kızın elini sıkıp bırakmıştı. Sanki 'Lütfen kabul et.' der gibiydi.

Hilal, hiç duraksamadan ona ayak uydurarak "Olur!" dedi. Sesindeki neşe seçiliyordu.

'Peşimizde bizi öldürmek isteyen teröristler var, bizim şu halimize bak. Bir gün böyle bir an yaşayacağımı söyleselerdi gülüp geçerdim.' diye düşünen asker yürümeye devam etti.

"Komutanın bu yaptığın için sana çok kızacak mı?"

Yeni bir soru, yeni bir merak belirtisi...

Ve yine soruyu cevapsız bırakmak istemeyen bir Alfa.

"Yok! O alışkın bu duruma." diyen asker hafifçe güldükten sonra mırıldandı.

"Neyi neden yaptığımı da biliyor zaten."

"Çok şanlı bir göreviniz var. İnsanın meslek diyerek basite indirgeyemeyeceği kadar şanlı."

Hilal'in cümlesi adamın dudaklarında hafif bir gülümsemeye neden olmuştu.

"Öyle. Gerçekten gönül veren herkes de, üstünde üniforma olmasa bile, bu şâna layık olabiliyor." diyen Alfa ay ışığı altında kıza baktı ve yumuşak bir sesle konuştu.

"Senin gibi."

Duyduğu cümle Hilal'in dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmesine neden olmuştu. Onun gülümsemesine bakan asker, kızın gözlerinin yeşile döndüğünü karanlıktan dolayı mı hayal ettiğini yoksa gerçek mi olduğunu merak etti.

"Teşekkür ederim." diye fısıldayan Stajyer'in sesindeki utanç, adamın dudaklarındaki gülümsemenin büyümesine neden olmuştu.

'Hiç unutulmayan, akla kazınan anlar vardı bu hayatta.'

El ele tutuşarak ay ışığı altında birbirlerine gülümsedikleri bu an da ikili için böyle bir andı.

Ağaçlardan birinden bir kuşun havalanmasıyla birlikte kendine gelen asker, artık bu rüyanın bitmesi gerektiğini düşünerek önüne doğru döndü ve hızlıca yürümeye başladı.

Hilal, dakikasında askere ayak uydururken olumsuz ruh halini hissederek bir daha soru sormamıştı.

Kısa süre sonra adam planı bir kez daha kıza anlatmaya başladı. Her kelimesiyle hissettiği endişe kendisini belli ediyordu. Kız ile bebeği bu tehlikede yalnız bırakmak istemiyordu asker.

Bu esnada sağ taraflarındaki büyük ağacı gören Alfa adımlarını durdurdu.

"Bu!"

Sonunda 15. Ağacın önünde duran Alfa'yla "Çok şükür" diye mırıldandı Hilal.

Yürüdükleri, daha doğrusu Alfa'nın hiçbir ağacı beğenmeyip onu peşinde sürüklediği dakikalarda yakalanmamış olmaları bir mucizeydi Hilal'e göre.

"Zaten sizi yalnız bıraktığım için içim hiç rahat değil. O yüzden söylenme. Ben vazgeçmeden de şu ağaca tırman. Tırmanabilirsin değil mi?"

"Yok tırmanamam. Yükseklik korkum var hatta. Ama ben salağım. Bunları unutup böyle bir plan kurdum" dedi Hilal.

"Vay. Stajyerimiz ukala da olabiliyormuş" dedi Alfa kaşlarını kaldırarak.

"Geriyorsun beni Alfa. Sen bana güvenmedikçe ben de..." diyen kız iç geçirerek sustu.

"Bu güven meselesi değil. Seninle ilgisi dahi yok. Mesele benim! Kontrolüm dışında gerçekleşen olaylar sinirimi bozuyor"

"Onu farkettim. İleri derce miyop olan kişi bile anlar bunu." diyen Hilal'i duymasıyla istemsizce güldü Alfa.

"Dil de pabuç kadar maşaallah... Dediğim gibi teröristleri ormanın diğer ucuna çektiğimde jandarmalar seni almaya gelecek..."

"Geldiklerinde ellerindeki feneri 3 kere açıp kapatacaklar. Ben de geldiklerini anlayıp hızlı ve dikkatli bir şekilde aşağı ineceğim ve şehre gideceğiz. Daha önce de 3 kere dediğin gibi" diyerek sözünü kesti Hilal.

Alfa ona bakarak "İdare etsen" diye mırıldandı.

"Bilmem. Etsem mi acaba?" derken gülümsüyordu Hilal. Karşısındaki Alfa da ona gülümsedi.

Onun gülümsemesi adamın dudaklarında da bir gülümsemeye neden olmuştu.

Bir süre bakışlarını kızın ela gözlerinde gezdiren asker, sessizce etrafına bakınan ufaklığa çevirdi gözlerini. Dudaklarındaki gülümsemeye tezat bir şekilde içi endişeyle doluydu. İçindeki korumacı kurt, ikisi de sağ salim kurtulmadan rahat bir nefes alamayacaktı.

"O zaman... Efe'yi sırtıma bağlayalım da ben de ağaca tırmanayım." diyen Hilal bakışlarını ağaca çevirerek inceleme başlamıştı.

Başını sallayan asker, elini kızın elinden çekerek onun montunu çıkartmasını izledi.

"Bebeği babywearing tekniğiyle bağlarken başı omzuna gelecek şekilde baplayayım. Montu giyebileceğin şekilde. Mont giymezsen üşürsün."

Onun bu düşünceli tavrı Hilal'in dudaklarında tekrardan bir gülümseme belirmesine neden olmuştu.

"Bilmem. Olur mu ki öyle?"

"Olur olur. Bir bakalım. Olmazsa yine ilk plandaki gibi montu beline bağlarız."

Askerin cümlesi üzerine başını sallayan kız, çıkardığı montu elinde tuttu. Soğuk hava montu çıkartır çıkartmaz bedenini anında etkisi altına almıştı. Adam, Stajyer'in elindeki montu alıp yerdeki karın üzerine bıraktıktan sonra kızın arkasına geçerek bağladığı hırkayı çözdü.

O hırkayı çözerken kız da bebeği tutmuştu. Efe ise bir kıza bir adama bakarak 'Bunlar yine ne yapıyor?' bakışları atıyordu.

"Alayım Küçük Bey'imizi."

Kız bebeği kendisine uzattığında asker küçük Efe'ye gülümsedi. Onun gülümsemesi bebeğin de gülmesine neden olmuştu.

"İyi bari yabancılamadı bizi."

"Onu kurtarmak istediğimizi hissettiyse demek." dedi kız gülen sesiyle. Parmağını küçük bebeğin eline uzattığında bebek anında parmağını tuttu.

"Onu bilmem de seni sevdi gibi." dedi asker bebeğin kıza attığı gülücüklere bakarken.

"Şimdi 'Bulmuş benim gibi birisini nasıl sevmez?' diyeceğim aşırı narsist görüneceğim. Demiyorum o yüzden."

"Bu dememiş halin mi?" diyen Alfa aleni bir şekilde gülmüştü bu sefer.

Hilal de onun gibi gülerken omuzlarını silkti. Bunun üzerine başını iki yana olumsuzca sallayan adamın dudaklarında az önceki gülümsemesinin izleri süregeliyordu.

Elini uzatarak hırkayı da kızdan alan Alfa, daha bir şey demeden kızın arkasını dönmesiyle bıyık altından sırıttı. Yıllardır şu meslekte öğrendiği bir şey varsa o da zeki insanlarla işbirliği yapmak kadar zevkli bir şeyin olmadığıydı. Leb demeden leblebiyi anlayan, yarım saat laf anlatmak zorunda olmadığın insanlardan çok iyi ortak oluyordu.

Efe'nin başı Hilal'in omzuna gelecek şekilde bebeği kızın sırtına koyan asker, hırkanın kollarını kıza uzattı. Stajyer Kız bir an bile duraksamadan hırkanın kollarını tutarken, hırkanın uçlarını bebeğin bacaklarının altından çarpraz şekilde geçiren asker, kızın yanına geçerek elindeki hırkanın bir ucunu bir kola, diğer ucunu da diğer kola sıkıca bağlamıştı.

Bu süreçte papatya kokusuna bolca maruz kaldığını söylemeye gerek yoktu elbette. Sonunda işi bittiğinde geri çekilen Alfa, kıza baktı.

"Kontrol et bakalım."

Hırkanın kollarını birkaç kez çeken Hilal şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.

"Vay be. Hazır satılan kangurulara taş çıkartır."

"Yaani."

Askerin ukala sesi karşısında Hilal güldü.

"Normalde ukala insanlara gıcık olurum ama..."

"Bir dakika burada bir parantez açma ihtiyacı hissettim. Bence siz de sütten çıkma ak kaşık değilsiniz Stajyer Hanım. Bir ukala, diğer bir ukalayı her daim gözünden tanır."

"Bu karanlıkta gözümü görüyor musun ki tanıyacaksın?" dedi Hilal bilmiş bir şekilde.

"Görüyorum." diye mırıldandı Alfa yumuşak bir sesle.

Onun ses tonu karşısında Hilal yutkunarak adama baktı. Toparlanan asker konuyu değiştirme isteğiyle kızın az önceki cümlesini tamamladı.

"Normalde gıcık olursun ama benim haklı ukalalığımı görünce bir şey diyemedin değil mi?"

"Bu bile ukalalık belirtisi ama bizi kurtardığın için görmezden geleyim artık." diyen Hilal gülen ela gözlerini adama çevirmişti.

Asker, Ela Göz'ün montunu giymesine

yardımcı olduktan sonra montun fermuarını yarıya kadar kapattı. İstediği gibi olmuş, mont bebeği etkilememişti.

Veda vaktinin geldiğini anlayan ikili kısa bir an birbirlerine baktı. Adam herhangi bir şey söylemediğinde Hilal ağaca doğru dönerek birkaç adım attı fakat dayanamayarak ela gözlerini tekrardan askere çevirdi.

Onu kurtaran Kahramanına...

Adamın da kendisine baktığını gördüğünde içini anlayamadığı bir hüzün kapladı.

Kızın duraksadığını gören Alfa "Ne oldu? Eğer vazgeçtiysen..." diyordu ki Hilal'in kendisine sarılmasıyla birlikte donakaldı.

Papatya kokusunu alan asker yine büsbütün afallarken bu sarılmaya karşılık vermemek için kendisini oldukça zor tutmuştu.

"Teşekkür ederim. Her şeyden önce okula girdiğin için. Sen olmasaydın çoktan ölmüştük. Ayrıca..." diyen genç kız geri çekilerek gözlerine baktı ve "Dikkatli ol!" diye mırıldandı.

Başka bir şey söylemeyen Hilal, Efe'ye dikkat ederek ağaca tırmanmaya başladı. Yeterli bir yüksekliğe ulaştığında genişçe bir dalın üstüne oturdu ve aşağıya baktı.

Kızın ağaca tırmanmasını anlam veremediği hislerle izleyen Alfa, onun güvenli bir şekilde genişçe bir dala oturmasıyla birlikte derin bir nefes aldı. Gitmesi gerektiğinin bilinciyle geriye doğru bir adım atan adam, kızın ela gözlerini yeniden görme isteğiyle ağaca baktı.

Kızın ela gözlerini göremese de o gözlerin kendisini izlediğinin bilinciyle buruk bir şekilde tebessüm eden adam eliyle asker selamı vererek arkasını döndü. Önce yavaş sonra da hızlı adımlarla ağaçtan uzaklaşırken ruhunda büyük bir ağırlık hissediyordu.

Askerin arkasından bakan Hilal, oldukça endişeli bir nefes aldı. Kucağındakı ufaklığın yine uyku moduna girmiş olmadı dudaklarında hafif bir tebessüme neden olurken mırıldandı.

"Montunu da bize verdi. Abi üşüyecek Efecik."

~~~

Jandarma aracı, şehre doğru ilerlerken genç kız camdan dışarıyı izliyordu. Yaklaşık yarım saat ağaçta kalmış ve art arda patlayan silah seslerini dinlerken korkmuştu. Onun için...

Yanındaki jandarmanın ona seslendiğini duymasıyla birlikte uykudan kalkan birinin sersemliğiyle ona baktı.

"Telefon size Hanımefendi." diyen adamı duyduğunda kaşlarını çatarak telefonu aldı.

Onu başkasının telefonundan kim, neden arardı ki?

"Efendim?" diyen genç kızın meraklı sesi telefonun diğer ucundaki kişinin tebessüm etmesine neden olmuştu.

"Şaşırttın! O ağaçtan inmek için halatla düzenek hazırlatırsın sanmıştım." diyen boğuk sesi duyduğunda kalp atışları hızlanırken, dudakları da istemsizce yukarı doğru kıvrılmıştı.

"Halatla düzenek mi? Ben helikopter istemeyi düşünüyordum aslında da... Şımarıklık olur diye vazgeçtim." dedi kız muzip bir sesle.

Karşı taraftan gelen kahkaha sesini duyan Hilal bir an nefes almayı unuttu. 'Keşke karşımda olsaydı da kahkaha atarken onu görebilseydim.' diye düşünen genç kız saçmalığını fark ederek başını iki yana salladı.

"Deseydin özel helikopterimi hemen gönderirdim Hanımefendi." diyen adamın sesinden gülümsediği seçiliyordu. Genç kız bunu asla bilmeyecek olsa da asker çatışmadan çıktığı gibi maskesini bile çıkartmadan kızı aramıştı. Bahanesi onların iyi olduğunu bizzat öğrenmek olsa da asıl amacı kızın sesini duymaktı. Bakışlarını askeri aracın camından dışarıya doğru çeviren Alfa yıldızlara baktı. Parıl parıl parlamalarının tek nedeni ışıksız ıssız bir yerde olmalarıydı aslında. Fakat kendisi için çok özel bir anlamı olan yıldızların bu parlaklığı, adamın usulca yutkunmasına neden oldu. Elindeki telefonu sıkan askerin aklından aynı anda yüzlerce düşünce geçti. Yanındaki komutanının kendisine baktığını fark ettiğinde oturuşunu dikleştirdi.

"Yaşıyorsun." diyen kızı duyduğunda ukala bir şekilde konuştu.

"Beni öldürmek öyle kolay değil!"

"Çok da mütevaziyiz." diyen kızın sesindeki gülümseme rahatlıkla seçiliyordu. Bu durum adamın dudaklarında da bir gülümsemeye neden olmuştu.

"Gerçekten iyisin değil mi? Yaralanmadın?" diye soran kızın sesindeki endişeyi duyan Alfa gözlerini kapattı.

İyiydi. Yaralanmamıştı. Yıllarca tüm operasyonlarına ölme isteğiyle koşan asker, hayatında ilk defa bir operasyonuna yaşama isteğiyle gitmişti. Çünkü Papatya kokulu kız kendisine 'Dikkatli ol!' demişti ve Alfa da onun için dikkatli olmuştu. Nr yazık ki genç kız bunu asla bilemeyecekti.

Yine ve yeniden yıldızlara bakan adam hüzünle gülümsedi. Şayet yıllar önceki o günü yaşamamış olsaydı, şu anda bu Cesur Stajyer'e ismini sorardı. Kızdan etkilendiğini inkar etmez ve arabayı kullanan Er'e 'Beni şehirdeki jandarmaya götür.' diyerek kızın yanına giderdi.

Fakat yıllar önceki o gün yaşanmıştı ve adamı sonsuz bir yalnızlığa mahkum etmişti.

Bu düşüncelerle "İyiyim merak etme." diyen adam soğuk bir sesle devam etti.

"Benim kapatmam gerek. O zaman... Hoşça kal Cesur Kız."

"Hoşça kal... Alfa." diye mırıldanan Hilal, duyduğu 'Dıt dıt dıt...' sesleriyle birlikte başını öne eğdi ve üzerindeki monta baktı. Telefonu yanındaki jandarmaya uzatırken kucağındaki bebeğe sarılarak arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı.

Tüm bedeni adını bile bilmediği adamın kendine has kokusuyla dolmuştu. Derin bir nefes alan genç kız gözlerini gökyüzüne çevirdi. İçinden bir ses, bu günden geriye kendisine kalan tek şeyin bu mont olacağını söylüyordu. Sol elini montun üzerinde usulca gezdiren genç kız hüzünle gülümseyerek fısıldadı.

"Hoşça kal Cesur Asker. Dilerim gittiğin her operasyonu başarıyla tamamlayarak sağ salim evine dönersin."

✨🌙✨

Hilal'in tahmin ettiği gibi olmuş ve o günden geriye yalnızca o mont kalmıştı. Bir de unutamadığı anılar...

Alfa ile bir daha hiç karşılaşmamışları genç kızı üzse de, adamın soğuk çıkan sesini hatırlayarak 'Belki de böylesi daha iyi oldu.' diye düşünüyordu.

Hilal o olaydan aylar sonra Yalçınlar köyüne yeni bir okul açılması için bağış yaptığında isimsiz bir bağışçı olduğunu öğrenmişti. Bu bağışçı çok büyük bir miktar vermiş ve ne olursa olsun o okulun tekrardan, daha güzel bir şekilde inşaa edilmesini söylemişti. Hilal içten içe o bağışçının Alfa olduğunu biliyordu. Küçük Efe'lere 2 ayda bir gönderilen hediyelerin ve bir miktar paranın nedeninin de o olduğunu bildiği gibi...

O gün ikisi de birbirine ismini sormamıştı. 'Vegas'ta olan Vegas'ta kalır.' hesabı Mardin'de olan da Mardin'de kalmıştı.

Bugüne kadar...

Hilal inkar etmeyecekti. Alfa o zamanlar onu oldukça etkilemişti ve tekrar karşılaşacak olmaları onu heyecanlandırabilirdi. Tabii ruhu ölmemiş, kalbi çalınmamış olsaydı.

Bunları düşünmeyi bırakan genç kız, yavaşça yatağına uzandı ve bu yoğun günü sonlandırma isteğiyle gözlerini kapattı.

✨🌙✨

Elleri bağlı bir şekilde sandalyede oturan Hilal gözlerini açtığında, karşısındaki sandalyede oturan ve başına silah dayanmış olan Burak'ı gördü. Gördüğü manzara korkuyla gözlerinin açılmasına neden olurken genç kız başını iki yana salladı..

"Ezman Aram nerede? Söyle yoksa onu öldürürüz!" diyen maskeli adamı duyan Hilal ela gözlerini Burak'a çevirerek soğuk bir şekilde güldü.

"İstediğinizi yapın. Beni kandırdı o adam. Ölmesi umurumda değil!"

Dilinden dökülen kelimelere ruhu bas bas bağırıyordu.

'Hayır! Hayır sakın ona bir şey yapmayın. Onun yerine bana istediğinizi yapın ama ona dokunmayın. Yalvarırım!'

Ve maskeli adam acımadan tetiği bastı. Burak kanlar içinde yere yığılırken Hilal'in dudaklarından kocaman bir çığlık döküldü.

✨🌙✨

Gördüğü kabusun etkisiyle birlikte bağırarak uyanan Hilal, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Bağırış sesini duyan Aslı hızla odasına girerek arkadaşına sarıldı ve onu sakinleştirmeye çalıştı.

"Ssshht. Tamam canım. Sadece kabustu. Sakin ol lütfen."

Yaklaşık yarım saat boyunca kah susan kah ağlayan Hilal, en sonunda iyi olduğuna arkadaşını ikna etmiş ve onu odasına geri yollamıştı.

Bu saatten sonra uyuyamayacağının bilincinde olan genç kız kitaplarından birini eline aldı ve düşüncelerini yok sayarak kitabını okumaya başladı.

🦋

Sinan Binbaşı arabasını İstanbul dışında bulunan terk edilmiş bir fabrikanın gizli girişine doğru sürdü. Boş otoparka geldiklerinde arabadan inen Hilal "Üs için oldukça ilginç bir yer doğrusu." diye mırıldanmayı ihmal etmemişti.

"İstanbul'un kalabalığından uzak, sessiz bir yer olsun istedik" diyen Binbaşı, kızı merdivenlere doğru yönlendirdi.

Merdivenlerden çıkarken Hilal aklındaki soruyu sorup sormama arasında kararsız kalarak Sinan Binbaşı'ya kaçamak bakışlar attı.

Onun bakışlarını fark eden Binbaşı samimi bir gülüşle "Ne oldu?" diye sordu.

Adamın samimi karşısında cesaretlendiğini hisseden genç kız bariz çekinerek cümleye başladı.

"Şey... Şimdi ben aylardır dövüş eğitimleri alıp silah talimleri yapıyorum ya..." diyen Hilal istemsizce duraksamıştı. Belki de daha ilk günden bu soruyu sormamalıydı.

Yanındaki adamın meraklı bir şekilde "Evet?" demesiyle anlık bir tereddütün ardından sordu.

"Günün birinde aktif olarak sahada görev alabilme şansım var mı?"

Soruyu duyan Sinan'ın adımları yavaşlarken Hilal nefesini tuttuğunu hissetti. Askeriyeden teklif geldiği ilk andan beri bu konuyu merak ediyordu. Sırf bu yüzden talimlerin haricinde ek derslere gidip çeşitli çalışmalar da yapmaya başlamıştı.

Öğrendiklerini unutmamak ve başarabileceğini göstermek için...

Binbaşı'nın düşünceli bakışları karşısında huzursuzca kıpırdanan Hilal ekleme yapma ihtiyacıyla konuştu.

"Yakın bir zamanda değil. İşi gerçekten öğrendikten sonra, silah ve dövüş konusunda daha da profesyonelleştikten sonra, küçük çaplı operasyonlarla bir başlangıç yaparak..?"

Elini çenesine götürerek hafif kirli sakalını sıvazlayan Sinan, kızın hevesli gözlerine bakarak tebessüm etmeye çalıştı.

"Benim için herhangi bir sorun yok."

Adamın garip bir sesle kurduğu cümle Hilal'in zihninde 'Kim için sorun var?' sorusunun yankılanmasına neden olmuştu. Sorusunu dile getirmek üzereyken birkaç adım daha atarak 2. kata ulaşan Binbaşı eliyle sol tarafı işaret etti.

"Bu taraftan."

Seri adımlarla ilerleyen Sinan'ı takip eden Hilal adamın sağdaki bir odaya girmesiyle o tarafa yöneldi. Girdikleri oda iki farklı çıkışı olan başka bir odaya açılırken Binbaşı soldaki odaya geçti. Bu seferki odanın üç farklı yöne ayrıldığını olduğunu gören genç kız hissettiği şaşkınlıkla sorusunu unutmuştu. İkili bir odadan diğerine geçmeye devam ederken genç kız meraklı gözlerle etrafı incelemeye başladı.

Bir süre sonra yolu takip etmeyi bırakan Hilal "Binbaşım doğruyu söyleyin. Maze World'dan esinlenip fabrikanın içine labirent mi kurdunuz?" diye sordu.

Soruyu duyan Binbaşı kahkaha attı.

"Öyle de denebilir. Merak etme alışırsın bir süre sonra."

Bir süre sonra camı olmayan bir odaya girdiklerinde durdular. Binbaşı duvarlardan birinin yanına giderek cebinden çıkarttığı kartı duvarın belirli bir noktasına doğru tuttu. Klik sesi duyan Hilal, yanındaki duvarın öne doğru geldiğini görerek "Vay canına" diye mırıldandı.

"Kim inanırdı terk edilmiş bir oyuncak fabrikasında gizli bir üs olduğuna...'

Onun bu şaşkın haline gülümseyen Binbaşı açılan kapıdan/duvardan içeri girdi ve Hilal de onu takip etti. Girdikleri yer küçük beyaz bir odaydı. Binbaşı parmağını köşede duran cihaza okuttuktan sonra hızlıca şifre girdi.

Bütün bu sistem, Hilal'e görevinin basit bir şey olmadığını bir kez daha hatırlatmıştı. Yana doğru kayarak açılan kapıdan koridora giren genç kız oldukça heyecanlıydı. Geçtikleri koridorun sonu büyükçe bir salona açıldı.

Hilal, etrafına merakla bakarken karşısında gördüğü yüzlerle birlikte şok içinde duraksadı. Ekiptekiler ayakta durmuş hararetli bir şekilde konuşuyorlardı.

5 kişiden biri hariç hepsinin yüzü Hilal'e dönüktü ve genç kız gördüğü tanıdık simalarla birlikte gözlerinin dolduğunu hissetti.

Boğazında kocaman bir yumru belirirken ağlamamak için yumruklarını sıkan genç kızın nefes alış-verişleri hızlanmıştı.

Hilal'i gören ilk ekip üyesi, gülerek bir şey anlatan mavi gözlü kişi olmuştu. Kızı gören adam, cümlesini yarıda keserek büyük bir inanamazlıkla ona baktı.

Hilal, başının döndüğünü hissederken kesik bir nefes aldı.

'Böyle bir şey nasıl olabilirdi? O nasıl burada olabilirdi?'

Susan askerin bakışlarını takip eden diğer ekip üyeleri salt bir şokla kıza bakarken arkası dönük asker öylece durdu.

Tüm hücreleri kızın varlığını haykırırken, Alfa gözlerini kapattı.

'Böyle bir şey nasıl olabilirdi? O nasıl burada olabilirdi?'

Başına büyük bir ağrı saplanan Alfa titrek bir nefes aldı. Elleri istemsizce yumruk olurken bu durumu nasıl idare edeceğini düşünüyordu. Gerçi düşünemiyordu... Yapabildiği tek şey, sırtını delen ela gözlere bakmamak için arkasını dönmeden öylece durmaktı. Mümkünse sonsuza dek!

"Burak?"

Papatya kokulu Kelebeğin sesini duyduğunda yeşil gözlerini açan adamın gözlerinden büyük bir acı geçmişti. Tüm tüyleri diken diken olurken, bedeninin tir tir titrediğini hissetti.

O burada olmamalıydı... O burada olmamalıydı... O burada olamazdı!

Bakışlarını yere dikerek içinden yediye kadar sayan Alfa, asker moduna girerek arkasına döndü.

Hilal'in burada olmaması gerekiyordu ve Alfa da onun burada olmamasını sağlayacaktı. Ne pahasına olursa olsun!

Fakat hiç de tahmin ettiği gibi olmadı. Ela gözleri gören Alfa'nın bakışlarındaki sertlik kaybolurken öylece kızın gözlerine kilitlendi.

Kızın durumu da farklı değildi.

Göz göze geldikleri anda yeşil gözlerde kaybolan Hilal, aylardır aklını kurcalayan tüm sorularının cevabınıı bulmuştu.

Hiç kimseye kolayca güvenemeyen Hilal, Burak'a bu kadar kısa sürede nasıl güvendiğini hep merak etmişti. Ve cevap şu an tam karşısında duruyordu. Aklı anlamsa da kalbi anlamıştı. Hayatını kurtaran askeri kalbi/ruhu tanımıştı.

Genç kızın kalbi bu hayatta sadece 2 kişiden dolayı hızlanmıştı.

Birisi Alfa diğeriyse Burak'tı. Yani Hilal hep böyle düşünmüştü. Ve hayatında hiç bu kadar yanılmadığını şu anda alıyordu. İki kişi değildi. Tekti! Kalbini hızlandıran kişi yalnızca o olmuştu.

Deliler gibi özlediği yeşil gözlere bakmaya devam eden Hilal titreyen bir sesle fısıldadı.

"Sensin..."

Loading...
0%