@yasminiesa
|
Gözlerini tavana dikmiş olan Hilal derin bir nefes aldı. Yoğun geçecek bir güne daha gözlerini açmıştı. Aytunç'u yakaladıkları günün üzerinden 5 gün geçmişti. Koşuşturma ve sorgularla dolu 5 gün... Hilal, daha ilk anda Gülçin Hanım'ın kardeşi olan Songül'ün bu işlerle hiçbir bağlantısı olmadığını anlamıştı. Belirli kanıtlardan sonra da bu doğrulanmış... Kız sessiz kalacağına dair bir sözleşme imzaladıktan sonra serbest bırakılmıştı. Asıl yoğunluk da bundan sonra başlamıştı. İlk başlarda konuşmayan Aytunç, 2. gün Alfa'nın azıcık(!) tepesinin atması üzerine bülbül gibi şakımaya başlamıştı. Söylediği isimlerle bir sürü farklı silah çetesine baskınlar yapılmış ve tonla sorgulanacak adam çıkmıştı. Bu yüzden de tabiri caizse 3 gündür Hilal'in anası ağlamıştı. Bugünün de pek farklı olacağını sanmıyordu genç kız. İşin tek iyi yanı bugün 'Terapist' davasının son günüydü. Bu yüzden de tüm yorgunluğa değecekti. Yatağa oturan Hilal, bulunduğu odaya bakınmaya başladı. Fabrika'dan geç çıktığı gün yaşananlardan sonra Burak, depo olarak kullandıkları bu odayı boşalttırıp Hilal için kalacak bir yer haline getirtmişti. Sadece bir yatak, dolap ve komidinden oluşan bu küçük odada daha önce de birkaç kez kalmıştı genç kız. O günlerin sabahlarında yaşananlar aklına gelince, neden 15 dakikadır yataktan çıkmaktan kaçındığını anladı. Derin bir nefes alan kız, üstünü değiştirmek için dolabı açarken bir yandan da söyleniyordu. "Burak onca itiraf yaptı. Bu sefer beni terslemeyecektir. Niye kaçıyorsam?" Burada sabahladığı ilk gün burnuna gelen sucuk kokuları onu uyandırmıştı. Kapısını açtığında Burak'ın mutfakta kahvaltı hazırladığını görmüştü. Adam öylesine aşina hareketlerle yemek yapıyordu ki... Hilal bir süre öylece durup onu izlemekten kendini alamamıştı. Yardım etmek için gideceği sırada adamın soğuk sesiyle donakalmıştı. 'Sakın! Çok kahvaltı hazırlamak istiyorsan bir dahakine sen geçersin mutfağa. Aynı anda burada bulunmak istemiyorum.' Yüzüne bile bakmadan kurulan bu cümle Hilal'in kalbine bir hançer misali saplanmıştı. Sözler ayrı, ses tonu apayrı etkilemişti genç kızı. O günden sonra ikisi asla aynı mutfağa adım atmamıştı. Bir sonraki kalmasında Hilal mutfağa girmiş, bir şeyler hazırlamıştı. Tek başına! Eli kapı kulpunda olan kız gözlerini kapattı. Burak'ın mutfağa birlikte girmemesindeki ısrarını Emre'den öğrenmişti o zamanlar. Burak'ın annesi ve babasının en büyük hobisinin birlikte yemek hazırlamak olduğunu söylemişti Emre. O hazırlanan yemeklerin ya su savaşıyla ya da un savaşıyla -her seferinde mutlu kahkahalarla- bittiğinden bahsetmişti adam, dudaklarında beliren özlem dolu hüzünle. Gözlerini açan Hilal titrek bir nefes aldı. "Eğer Burak beni yanında istemezse... Kırılmayacağım!" Kalbi yalan diye bas bas bağırırken kapıyı açtı. 🦋 Hilal'in sessizce kapının yanında onu izlediğini hisseden Burak derin bir nefes aldı. Kestiği domatesten başını kaldırarak bakışlarını elalarla buluşturdu. Kızın gözlerindeki çekingenliği hatta korkuyu görünce bakışlarını hüzün kapladı. Kelebeğine neler yapmıştı böyle?.. "Sanırım yine, yeni ve yeniden bir anı güncellemesi yapmalıyız!" Cümlesini duyan Hilal, kapının yanından ayrılarak yanına yaklaşmaya başladı. "Nasıl bir güncellemeymiş?" Hiçbir şey demeden musluğu açan adam ellerini yıkadıktan sonra kağıt havluya sildi. Üzerindeki siyah mutfak önlüğünü çıkarttığında kız gözlerini kaçırdı. Yine mi gidecekti? "Gitmeyeceğim..." Adamın fısıltıyla söylediği kelimeyi duyan Hilal yeşil gözlere baktı. "Telepati yeteneğinden bahsetmemiştin." Burak'ın dudaklarında bir tebessüm belirdi. "İnkar etmeyelim. İkimiz arasında oldukça güçlü bir telepatik bağ var. Ruhunu tanıdığım sen... Alarm kursan da kurmasan da her zaman 6.30'da kalkarsın. Fakat 20 dakika boyunca odadan çıkıp yanıma gelmedin. Çünkü vereceğim tepkiden korkuyorsun. Çünkü... Ben yine zamanında bir öküzlük yaptım ve... Seni kırdım." Elleriyle oynamaya başlayan Hilal mırıldandı. "Bu seferki... Öküzlükten değildi." Cümleyi duyan Burak, kaşlarını çatarak kıza bakmaya başladı. Oynadığı ellerini tutarak onu durduktan sonra kızın kendisine bakmasını sağladı. "Emre ne söyledi?" "Ben..." diyen kız sessiz kaldı. Yanlış bir şey söylemekten korkmuştu. "Söyledi değil mi? Onların mutfağa girmeyi ne kadar çok sevdiklerini... Çoğu sabaha onların kahkahalarıyla uyandığımı. Peki yaa... O olaydan önce... En büyük hayallerimden birinin... Anneme benzeyen biriyle mutfağa girip yemek yapmak olduğunu söyledi mi? Hatta sırf bundan dolayı daha 9 yaşında bir şeyler pişirmeyi öğrendiğimi..." Hilal, usulca başını iki yana salladı. Bu kadarını bilmiyordu. Acı dolu yeşil gözleri incelerken defalarca kez düşündüğü şey tekrar aklına üşüştü. 'O olay yaşanmasıydı karşısındaki adam nasıl biri olurdu acaba?' "Hiçbir zaman bilemeyeceğiz" diye fısıldadı Burak başını öne eğerek. "Nasıl? Sesli mi düşündüm? Bunu da bilmen..." Burak başını iki yana salladı. "Gözlerindeki ifade! 17 yıldır birçok kişide gördüm o bakışı. Kendi gözlerim de dahil... Her şey normal ilerleseydi nasıl biri olurdum hayal edemiyorum. Ya da... Sana kadar edemiyordum. Şimdi düşünüyorum da... Mesela o olay olmasaydı şu an çoktan..." Acıyla gülen Burak birleşmiş ellerine baktı. Baş parmağının istemsizce kızın yüzük parmağının üzerinde durduğunu gördü. Sözlerinin diyemediğini beden dili anlatıyordu işte. Tekrar bakışları buluştuğunda Hilal'in yine sustuklarını duyduğunu farketti. Kederli bir sesle konuşmaya devam etti. "Mardin'deki kızdan asla kaçmazdı o adam. O ela gözleri sürekli ağlatmazdı. Kalbini kırmaz, korkusundan susacak raddeye gelmesine asla izin vermezdi. Ama... Hayal kurmanın anlamı yok. O olay yaşandı! Ruhumda geri dönüşü olmayacak bir yara açtı. Tüm karakterimi resetledi. Sürüyle korkuya hapsetti beni. Yaşadığım acıyı... Korkuyu saklamak için alaycı, buz dolabı, narsist ve bolca mazoşist bir adama dönüştürdü." Derin bir nefes alan adam kızın elini bıraktıktan sonra tezgaha koyduğu önlüğü eline aldı ve kıza yaklaşarak önlüğü başından geçirdi. İpleri bağlamak için eline aldı fakat bağlamak için bir harekette bulunmadı ve oldukça yakınında duran kıza sevgiyle baktı. "Yine de... Tüm bunlara rağmen inatçı bir kelebek girdi hayatıma. Kaza yapan bir şoförün de dediği gibiydi her şey. 'Bir anda karşıma çıktı, ve ben ne yapacağımı bilemedim.'... Önceleri bolca karşı çıktım. Ama dedim ya... İnatçıydı. Çok çok fazla hem de. İçimdeki yarayı tamir etmeye, resetlenmiş karakterimi geri yüklemeye, hapsolduğum korkulardan çekip çıkarmaya ant içmişti. O buz dolabının buzlarını ela gözleriyle eritmekle başladı işe. O alaycılığın acıdan kaynaklandığını anladığı her an alttan aldı. Egodan kaynaklandığını anladığındaysa... Daha da büyük bir misillemeyle karşılığını verdi. Mazoşistçe davrandığım en büyük anda bile adını sayıkladığımı farkettiğimde... Söz konusu o olduğunda hiçbir zaman narsist olmadığımı kabullendim. Anlayacağın... Başım büyük belada!" Son cümlesini gülerek söyleyen adam kıza biraz daha yaklaştı. Aralarında mesafe olarak adlandırılacak bir boşluk kalmadığında Hilal nefesini tuttu. Adamın söyledikleriyle maraton koşmuşçasına atan kalbi, bu yakınlığın da etkisiyle taşikardi geçiriyor olmalıydı. Burak, önlüğün iplerini kızın arkasına doladı ve belinde bağladı. Geri çekilmeden önce kızın papatya kokusunu içine çeken adam eğlendiğini gizlemeyerek kızın kulağına fısıldadı. "Nefes al Papatyam!" Burak'ın geri çekilmesiyle ancak nefes almaya başlayan kız bakışlarını adama dikti. "Çok eğleniyorsun anlaşılan!" "Çoook hem de" dedi Burak gülerek. "Seni eğlendirebildiğime sevindim" diyen kız iğneleyerek konuşmuştu. Utandığını gizlemek için böyle yaptığını anlayan Burak'ın dudaklarından ufak bir kahkaha kaçtı. "Kızarmış yanaklarınla neon gibi parlıyorsun zaten Kelebeğim. İstediğin kadar iğneleyebilirsin yani." "Pisliksin!" diyen kız adamın koluna vurdu. Kızın yüzüne düşen saçını eline alan adam bilmişlikle gülümsedi. "Öyleyim. Ve sen bu pisliği seviyorsun!" "Öyle miymiş?" diyerek kaşlarını kaldıran kızın gözleri parıl parıl parlıyordu. "Öyleymiş öyle" dedi Burak kıza göz kırparak. Ardından tuttuğu saç tutamını usulca kızın kulağının arkasına yerleştirdi. "Her ne kadar saçlarının salık halini çok sevsem de... Mutfakta bir şeyler hazırlayacaksak onları toplamalısın." "Haklısın. Tokam odamda kald..." Burak'ın cebinden çıkardığı fuları gören kızın sesi sonlara doğru kısıldı.  "Ama sen... Görmediğini söylemiştin?" diye fısıldadı kız şaşkınlık dolu bir sesle. Amerika'ya ilk gittiği zamanlarda çok beğenip de aldığı fularını kütüphanede kaybetmişti. Karşısındaki adamın elinde durduğuna göre pek de kaybetmemişti! "Görmedim demedim ki! 'Bir ara buralarda gördüm ama... Senin olduğunu farketmemişim. İstersen görevlilere sor.' demiştim." Hilal, hâlâ şaşkınlık içinde adama bakmaya devam ediyordu. Bu fuları kütüphanede karşılaştıklarından 5 gün sonra kaybetmişti. Daha aralarında hiçbir şey yaşanmamıştı. Aynı masada oturmaya bile başlamamışlardı hatta! "Tamam da... Neden böyle bir şey yaptın?" Duraksayan Burak kendi kendine güldü ve omuzlarını silkti. "Bilmiyorum ki! Sadece unuttuğunu farkettim ve.. Aldım. Ertesi gün umutsuzca aradığını gördüğümde söyleyecektim ama... Söyleyemedim. Belki de her şey bittiğinde... Senden bir hatıra kalsın istedim. Ya da... Senin montumu saklamanla aynı sebepten saklamışımdır. Bir gün... Bir bahanem olsun istemişimdir." Hilal, gözlerini yeşil gözlerde dolaştırdı. Bu adam... En başından beri onu sevmişti. Beraber şarkı söyledikleri gün... Birçok tabuyu kırmış, birbirlerinin kalplerine girmişlerdi. Burak, bana karşı böyle hissederken... Görev nedeniyle gitmek zorunda kaldığında nasıl hissetmişti acaba? "Bana bir gün... O günü anlatmanı istiyorum. Gittiğin günü!" Bakışları ciddileşen Burak, kıza bir bakış attı. "Bu da... Nereden çıktı şimdi?" "Bilmek istiyorum. Nasıl hissettiğini..." dedi Hilal kısık bir sesle "Tahmin edebil..." diyen adamın sözünü kesti genç kız. "Bilmek istiyorum. Duymak istiyorum... Senden! Senin anlatmanı istiyorum." Bakışlarını yere indiren adam birkaç saniye düşündü. Başını kaldırıp kıza baktığında önce gözleriyle onayladı. Sonra da sözleriyle... "Tamam. Bir gün anlatacağım. Söz!" Sözü alan kızın dudaklarında kocaman bir tebessüm belirdi. Diğerleri kalkmadan kahvaltı hazırlamak istiyorlarsa başlamaları gerekiyordu. Bunun bilinci ile adama elini uzattı. "Fuları alayım da..." diyen Hilal, Burak'ın arkasına geçmesi ile sustu. Saçlarında hissettiği eller ile birlikte derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Narin hareketlerle kızın saçlarını toparlayan adam, elindeki fuları kumral saçlara bağladı. Omuzlarından tutarak onu kendisine çevirdikten sonra baştan aşağı beğeniyle süzdü. 3 yıldır yemek yaparken giydiği önlüğü kızın üzerinde görmek adamı heyecanlandırmıştı. "Yakıştı. Her şey gibi..." diye mırıldandı Burak gülümseyerek. "Sana ait her şey gibi..." diye mırıldandı Hilal de aynı ses tonuyla. İkilinin bakışmasını kesen kendini zorlukla toparlayan Burak oldu. "Biraz daha bu şekilde devam edersek... Çatal kaşıkları yemek zorunda kalacağız!" Hilal, güldükten sonra başını salladı. "Mesaj alınmıştır şef! Ee... Kahvaltıda ne yiyoruz?" 🦋 "Yaa Burak! Çek şu elini" diyen kız Burak'ın eline vurdu. Doğradığı salatalıklar, itina ile otlanan adam yüzünden neredeyse bitecekti. "Aşk olsun ya. İnsan bir 'Buyur Alfa'm ye istediğin kadar!' der. Ama yooook. Benim Kelebeğim vermeyi geçtim alıyorum diye elime vuruyor. Çok kırıldım." Arkasını dönen Burak, menemen için aldığı kaşar peynirini rendelemeye devam etti. "Burak?" Adam ses vermeden işine devam etti. "Alfa'm?" "Hmm?" Adamın tripli çıkan sesi karşısında Hilal gülmeye başladı. "Ayy sen çok mu kırıldın? Gel bakalım buraya." Burak'ın tepki vermemesi karşısında Hilal kaşlarını kaldırdı. "Sen bayâ bayâ trip atıyorsun!" diyen kız kahkaha atmaya başlamıştı. "Tamam hadi al al. Al başımın belası!" diye şakayla söylenen kız eline aldığı salatalık dilimiyle adama yaklaştı. Kendisine dönen adamın hiç duraksamadan ağzını açması üzerine genç kız gözlerini kıstı. "Sen var yaa... Çok fenasın!" Kızın elinden yiyebilmek için yaptığı oyunu başarıyla tamamlayan adam tezgaha yaslandı ve masumane bir sesle konuşmaya başladı. "Ne? Ben ne yaptım ki şimdi? Acıktım sadece!" "Hehe. Kesin öyledir!" diyen kız arkasını döndü. Bir yandan da söyleniyordu. "Beyefendinin bu oyunlarıyla işimiz var bizi...." Bir anda karnında hissettiği kollarla nefesi kesilen kız sustu. Omzunda hissettiği başın sahibinin derin bir nefes almasıyla gözlerini kapattı. "Niye sustun Papatyam?" diye fısıldayan adamla titrek bir nefes aldı. "Bir şey mi diyordum?" Arkasındaki bedenin sarsıldığını hissetti. Adamın gülen sesi kulaklarını doldururken kızın dudaklarında enfes bir gülümseme belirdi. Ellerini kendine sarılan kolların üzerine koyduktan sonra mırıldandı. "Ocaktaki menemeni yakacaksın." "Umurumda değil. Çok çok yangın çıkar, yangın söndürme sistemi devreye girer. Sorun yok yani." dedi adam sarılışını sıkılaştırırken. Gülen kız gözlerini açtı ve adamı görebilmek için hafifçe başını döndürdü. Gözleri kapalı olan adamın bu hareketiyle kaşlarını çattığını gördü. "Bir doğru durur musun Kelebeğim?" "Tamam tamam." dedi Hilal gülen sesiyle. Mızmız bir çocuktan farkı yoktu bu koca adamın. Bakışlarını yere indirirken gülüşü soldu. Çocukluğunu yaşayamamış bir adamın, çocuk olmasından daha normali olabilir miydi ki? "Kelebeğim?" "Efendim?" "Yine ne geçiyor o aklından? Durgunlaştın..." Adamın kollarının arasında geri dönen kız, eliyle adamın gözlerinin çevresini okşadı. "Sadece... Yeşillerini özledim." Bakışlarını kızın gözlerinde dolaştıran adam, onun ne düşündüğünü anlamışçasına derin bir nefes aldı. Kızın elini eline aldıktan sonra dudaklarına götürerek yumuşak bir öpücük bıraktı. "Sen yanımda olduğunda... Bambaşka biri oluyorum. Aslında... Bambaşka biri değil de... O küçük çocuk oluyorum... Unuttuğum. Bu yüzden de bana her ne yapıyorsan yapmaya devam et! Fakat... Sakın üzülme. O ela gözlerine hüzün çökmesin. Ben... İyiyim. Sen varken ben hep iyiyim! Sen de iyi ol." Dudaklarını birbirine bastıran kız başını salladı. Teselli edilmesi gereken kendisiydi fakat kızı teselli ediyordu. Hilal, başını adamın göğsüne yasladı ve gözlerini kapattı. Bir gün bana geçmişini anlatmasını isteyebilecek miyim acaba? Duymaktan bu kadar korkarken... 'Anlat!' diyebilecek miyim? Ertesi Gün "Hilal sen hep burada kalsana yaa. 2 gündür midemiz bayram ediyor" dedi Onur enfes gözüken sofraya oturarak. Diğerleri onları onaylarken Hilal gülümseyerek son gözlemeyi de ocağa koydu. "Burak nerede?" Soruyu soran Emre'ye başıyla üst katı işaret etti. "Ulaş aradı. Son adamı da adliyeye teslim etmişler. Haber vermek ve operasyonun kritiğini yapmak için aramış. Uzun tutmayacağını bizim başlamamızı söyledi. Birazdan gelecekmiş!" Son gözlemeyi de tabağa alıp masaya koyan kız yerine oturdu. "Sende iyi yoruldun" dedi Yağız şefkatli bir sesle. "Mütevazi davranamayacağım. Gerçekten de yordu bu seferki görev." "Yordu mordu ama... İyi de oldu sanki?" diyen Sinan Binbaşı'nın sesi ima doluydu. Hilal gülümsemekle yetindi. Bir şey söylemesine gerek yoktu zaten. Burak ile ikisi arasındaki bakışmalar, konuşmalar ve sürekli gülen gözleri ile dudakları her şeyi açıklıyordu. "Ahhh. Neredeyse unutuyordum. Hilal sen ne bencil biriymişsin böyle!" dedi gözlemesini vişne reçeline bandıran Onur. "Bencil? Ne oldu?" diye sordu Hilal, Onur'a şaşkınca bakarken. Başkası bu kelimeyi söylese çıkışabilirdi fakat karşısındaki adama sakin bir karşılık vermişti. Ne de olsa Onur'du bu. Allah bilir yine neye takılmıştı? Elindeki gözleme parçasını ağzına atan adam ayağa kalktı. Ve hararetle buzdolabına yöneldi. Bir yandan da 'Ahh yine dolabı yağlı ellerimle açtığım için azar işiteceğim' diye düşünüyordu. "Ne mi oldu? Bir de soruyor musun? Buzdolabında (taa arkalarda çok) değerli bir hazine saklıyormuşsun. Bizden! Ahh bize bu yapılır mı?" Hilal, ne olduğunu anlamaya çalışırken aklına gelen şeyle birden yerinden fırladı. "Yapma!" "Bu üsse giren her yiyecek ortak mal sayılır. Ve evet. Yapacağım şey için hiç üzgün değilim" diyen Onur gülerek kavanozu eline aldı. Hilal, incir reçelini görünce gözlerini kapattı. Anneannesinin 'Çalışırken yersin' diyerek yaptığı kurabiyelerin arasına sıkıştırdığı reçeli görünce ilk başlarda çok sevinmişti. Fakat hemen ardından aklına incir için 'Küçükken... Çok severdim. Artık sevmiyorum!' diyen adam geldiğinde reçeli hızla buzdolabına saklamıştı. Ve onca yoğunluğunun arasında da onu orada unutmuştu. Adamın yanına seri hareketlerle giden Hilal kavanozu almaya çalıştı. Bakışları muzipleşen Onur ise kavanozu bırakmadı. "Hem bencil hem de cimri. Koca kavanozu tek mi yiyeceksin? Ne güzel işte gözlemeyle birlikte yeriz." Başını hayır anlamında sallayan Hilal'e eş olarak Emre'nin kısık sesi duyuldu. "Bırak..." Adamın ses tonu masadakilerin ona dönmesine neden olmuştu. Onur olayın ciddi bir şey olduğunu farketti. Çocukluğu bırakmanın vakti! Hilal, bakışların kısa bir anlığına Emre'ye döndürdü. Adam hiçbiri ile göz kontağı kurmamaya çalışıyordu. 'Emre'den sadece bir kere o ses tonunu duydum. Burak'ın annesinden bahsederken.' Bu düşünceler içindeki kız hızla kavanozu çekti. Tam da o esnada Onur (yağlı elleriyle) tuttuğu kavanozu bırakmıştı. Genç kız onun bırakmasını beklemiyordu ve kavanozun yağlı olacağı ihtimalini de düşünmemişti. Eline aldığı kavanozun ellerinin arasından kayarak sesli bir şekilde yere düşmesi ile geriye sıçradı. Onur, kıza bir şey olmuş mu diye incelerken telaşla konuştu. "İyi mis..." "Ahh!" Duyulan inleme sesi ile birlikte Onur sustu. Hepsinin bakışları ayakta zor duran, yüzü bembeyaz olmuş adamı buldu. "Burak..." diye fısıldayan Hilal karşısındaki dağılmış adama baktı. Burak'ın gözleri yere düşen reçel kavanozundaydı. Paramparça olmuş cam parçalarının arasındaki incirlerde... Annesinin bıçağı sehpadan alıp kalbine saplaması, yere düşerken reçel kavanozunu da kendisiyle birlikte düşürmesi... Reçelin annesinin ve babasının kanına karışması ve annesinin fısıltıyla 'Ama... O son reçel kavanozuydu... Özür dilerim küçük Alfa'm!' deyişi. Duymamıştı belki ama... Dudak okumayı 9 yaşındayken öğrenen o çocuk fısıltıyı iliklerinde hissetmişti. Aklına üşüşen görüntüler ile bir kez daha "Ahh!" diye inleyen adam titreyen elini başına götürdü. Başı çok ağrıyordu! Kendisine doğru gelenleri görünce başını iki yana salladı. Sık sık nefesler almaya başlayan adam o güne dönmüştü. Gitmeliydi. Bir yere... Karanlık bir yere! Kafasındaki görüntüleri susturmalıydı. Çatlayan başını durdurmalıydı. Unutmuş gibi yapmalıydı. Gözünün önündeki cansız bedenleri silmeliydi. Elinde hissettiği buz gibi elleri hiç tutmamış gibi yapmalıydı. Genzine gelen kan kokusu gerçek değildi ki. Boş bakan açık gözlerle bakışmıyordu şu an. Sadece kendi hıçkırıklarını duyarak, her geçen saniye daha çok soğuyan 2 bedenin arasında sabahlamamıştı ki o. "Hayır..." diye mırıldanan adam yavaş hareketlerle belindeki silahı çıkardı. Onun bu hareketini gören diğerleri ayağa fırladılar. Emre hariç... Emre gözünü kırık cam parçalarına dikmiş öylece oturuyordu. O an orada kızılca kıyamet kopsa ruhu bile duymazdı. "Sakın..." diye fısıldadı Hilal titreyen sesiyle. Burak, son gücünü de kullanıp silahı koltuğun üzerine bıraktı ve kapıya doğru yöneldi. Kalan mantığıyla yapabileceği şey ancak bu kadardı. 'Belki bir de terasa çıkmamak... Ölürsem Kelebeğim üzülür çünkü.' Kapıdan çıkmak üzere olan adamn duraksadı. Yanındaki duvardan güç alarak çatlayan sesiyle mırıldandı. "Ben... Biraz... Benim... Yalnız... kalmam lazım... Lütfen!" Ve Burak Kılıç arkasında berbat haldeki diğerlerini bırakıp gitti. 🦋 "Ne... Ne oldu az önce?" diye fısıldadı Hilal. Nefes alamıyordu. Elini boğazına götürerek nefes almaya çalıştı ama nafile. Burak, onunla (hiç kimseyle) göz teması kurmamıştı. Bir kere bana baksaydı... Duraksayan kız farkındalıkla gözlerini kapattı. Burak bir kere ona baksaydı... Dağılırlardı. İkisi de ayrı ayrı ama birlikte. Yanağındaki yaşları silen kız yerdeki reçele baktı. Sen... Ne yaşadın böylesine sevdiğim? Sanki dün yaşamışçasına dağılacak kadar ne yaşadın? "Emre?.. Emre?.. ASKER! Kendine gel!" Duyduğu seslerle arkasına döndü. Emre bakışları yerde, beti benzi atmış bir şekilde, orada değilmişçesine oturuyordu. "Kime diyorum? Emre... Korkutuyorsun beni oğlum. Yapma!.. EMRE?" "Cam kırıklarının şekilleri bile birbirine benziyor. Kırılan şeyler hep aynı gözüküyor sanırım..." diye mırıldandı Emre ruhsuz bir şekilde. Kızarmış gözlerinden yaşlar düşerken devam etti. "Görüyor musunuz?.. O reçele karışan kanı. Orada yatan... Cansız bedenleri... Soğukluklarını bile hissedeceğim neredeyse. Kanla kaplı poları gördüğümde, hepsinin öldüğünü zannettiğimdeki acı... Onun yaşadığınını gördüğümdeki sevinç... ÇOK SAÇMA! Neden genzimde kan kokusu var? BEN... NEDEN... 17 YIL ÖNCE YAŞANAN BİR OLAYI BÖYLESİNE NET HATIRLIYORUM?.. NEDEN?.. NEDEN?" Emre'nin elleriyle başına vurmaya başlaması üzerine Hilal iki elinden tutarak onu durdurdu. "Ta... Tamam. Sakin ol! He? Lütfen?" diyen kız hıçkırmamak için dudaklarını ısırdı. Burak'ın incir reçelini sevmemesinin nedeni o gün... Kırılan bir kavanoz muydu yani? Her inciri duyduğunda ailesinin kanına karışan reçel mi geliyordu aklına? "Neden buradasın? Onun yanına git Hilal. Kurtar onu yaşadığı cehennemden. Kardeşimi kurtar. Yalvarıyorum!" "Kurtaracağım" diyen Hilal bakışlarını saate çevirdi. Gideli 4 dakika olmuştu. Yalnız kalmak için yalvaran adama sadece 5 dakika verebilirdi. Zamanında onun da 5 dakika verdiği gibi. Aklına hastane çatısında onun söyledikleri geldi. -Sadece 5 dakika!.. Geldiğimde ağlamayı bırakacağını bildiğim için... Ağlayıp rahatlaman için sana zaman tanımak istedim. Fakat sadece 5 dakika dayanabildim- demişti adam. Hilal de ancak o kadar dayanabilirdi. "Sen iyi misin?" diye sordu Hilal endişeli bir şekilde. Emre, acı bir şekilde güldü ve başını iki yana salladıktan sonra fısıldadı. "Ben yalnızca o iyi olursa iyi olurum!" "O zaman... O bakışlarını düzeltmeye başlayabilirsin. Onu iyileştirmeye gidiyorum çünkü!" diyen Hilal güçlü bir şekilde ayağa kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı. "Hilal!" Emre'nin ona seslenmesi üzerine duraksayan kız, soru dolu bakışlarla adama döndü. "Şu an çok... Yaralı. Seni tersleyebilir. Ya da..." "Sevdiğim adamı bana mı anlatıyorsun Emre?" diyen kız başka bir şey söylemeden hızlı adımlarla kapıdan çıktı. 🦋 Terasa giden merdivenleri es geçen Hilal durdu. Nerede olabilirdi? Küçük, yaralı bir çocuk... Nereye saklanabilirdi? Ya aydınlığa ya da karanlığa... Peki Burak nereye saklanırdı? "Aydınlığa değil" diye mırıldandı genç kız kendi kendine. Bu fabrikada karanlık olan yerler... Her katta camsız 2 oda bulunuyor. Hangi katta olabilir? "Kendine zarar vermemek için silahını bırakan... Favori mekanına gitmeyen adam... Tabii ki de en alt kata gitmiştir." Tahmininin doğruluğundan emin bir şekilde kararlı adımlarla merdivenlere yöneldi. 🦋 Boş bakışlarla karanlığa bakarak oturan adam için zaman kavramı kaybolmuştu. Yıllar içerisinde hiçbir şey düşünmemek onun için öylesine basit bir hale gelmişti ki bu anormal halini hiç yadırgamıyordu. Ne zaman başı sıkışsa, bu tarifi uyguluyordu. Malzemeler basitti; Karanlık bir oda, karanlık bir duvar ve en önemlisi de... Hislerini kapatmış bir adet kurban. Bu yaptığının duygusal bir şiddet olduğunu herkesten daha iyi biliyordu adam. Yapması gereken duygularını bastırıp yok sayarak acıya/endişeye tutunmak değil, onların gelip gitmesine izin vermekti. Yine de... Bunu yapamazdı. Reddederek asla iyileşemeyecekti doğru! Fakat... Kabullense de iyileşemeyecekti. O geçmişine hapsolmuştu. Ve hiç kimse de onu kurtaramazd... Yüzüne gelen ani ışıkla gözlerini kapatan adam elini yüzüne siper etti. Kısa süre sonra ışık kapandı fakat o elini indirmedi. Yanına gelen adımları duyduğunda boğazının düğümlendiğini hissetti. Hayır! Hissetmek yok. Hisler yok. Şimdi olmaz. Dağılamam! Olmaz! Hilal, sessiz adımlarla adamın yanına geldi ve hiçbir şey söylemeden oturarak bacaklarını kendine çekti. Karanlığa daha alışmamış gözleri adamın yüzünü seçemiyordu. Fakat yanına oturduğunda adamın ondan uzağa kaçması nasıl bir ruh halinde olduğunu gösteriyordu. Uzun bir sessizlikten sonra kız konuşmaya başladı. "Şu an 'Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim!' diyerek çıkışman gerekiyordu. Ben de 'Seni yalnız bırakamadım. Hiçbir şey konuşmasak da... Sadece yanında olmak istiyorum' demeliydim. Fakat... Buraya gelirken bir şeyi farkettim." Adamın kendini dinlediğini bilen kız devam etti. "Çok düşündüm. Gerçekten! Buraya 'Alfa'nın Kelebeği olarak mı geldim yoksa... Psikolog Hilal olarak mı geldim?' diye." Derin bir nefes alan kız, sevdiğine doğru bir bakış attı. "Ve sonunda bir şeyi farkettim. Ben ister Alfa'nın Kelebeği olayım, ister Burak'ın Papatya'sı, ister K.İ.T.'in Asena'sı, ister Aslı'nın Casper'ı hatta ister annemin kızı olayım... Her zaman Psikolog Hilal olacağım. Çünkü aldığım eğitim karakterimin bir parçası haline gelmiş durumda. Sen kendini böylesine paralarken ben sadece 'Al omzum senindir. Hiçbir şey anlatmak zorunda değilsin. Konuşmana gerek yok. Sadece ağla!' deyip kestirip atamam. Bir yaran var Burak! Çok çok büyük bir yara. Yok saymaya çalıştığın... Üstünü örttüğün... Görmezden geldiğin! Ama sana çok kötü bir haberim var. Sen o yarayı görmüyorsun diye, üzerini örttün diye o yara iyileşmiş olmuyor. Hâlâ orada duruyor... Bir yaranın iyileşmesi için sabır gerekli Alfa'm! Bırakacaksın kanayacak. Olabildiğince hem de... Çünkü ne kadar çok kanarsa o kadar kalın kabuk bağlar. Ama sen... Buna izin vermiyorsun. O yara her kanadığında hiç duraksamadan acımasızca dikiş atıyorsun. Dezenfekte etmeden! Olanca kiriyle, mikrobuyla! Ve her seferinde... Enfeksiyon kapmış yaran daha da beter bir şekilde açılıyor. Ben... Bir gün o yaranın iyileştirelemeyecek bir duruma gelmesinden çok korkuyorum!" "Benim de sana çok kötü bir haberim var" diye mırıldandı Burak çatlayan sesiyle ve usulca devam etti. "O yara... En başından beri iyileştirilemeyecek bir durumdaydı zaten." Gözleri karanlığa alışmış kız yanındaki adama baktı. Burak, ona bakmamak için oldukça büyük bir çaba veriyordu. "Benden kaçıyorsun... Gözlerimden kaçıyorsun! Biliyorsun çünkü değil mi? Bana bakarsan dağılacağını biliyorsun! Gözlerime bakarsan... Yok saydığın duyguların suyun yüzüne çıkacağını biliyorsun... İzin ver çıksın!" Burak, başını hayır dercesine iki yana salladı. "Suda boğuluyorsan, sudan çıkıp hava almanın vakti gelmiş demektir Alfa'm!" dedi Hilal yumuşak bir sesle. "Bilmiyorum! Ben boğulmadan nefes almanın nasıl biri şey olduğunu bilmiyorum. Unuttum!.. Kaldıramam tamam mı? Kaldıramam. Onlar olmadan... Havayı içime çekemem ben. Mutlu olamam." "Mutlu değil miydin?.. Benimleyken mutlu değil misin?" diye fısıldadı genç kız. "Ne farkeder? Baksana halimize. Gözlerine bile bakamıyorum. Elini tutmak... Şu an için imkansız!" "Neden?" "Anlatıyorum ya... Dinlemiyor musun?" "Duymuyorum! Gözlerini göremediğimde seni duyamıyorum" dedi kız hüzünlü bir şekilde. "Yalancı! Sırf gözlerine bakayım diye böyle söylüyorsun. Aylarca gözlerimden uzakta yaşamana rağmen ilk fırsatta bana inanan sen değil miydin? Beni duyman için illa gözlerimi görmen gerekmiyor! Sen beni tanıyorsun. Bu yüzden..." "Bu konuda değil!" dedi kız isyan dolu bir sesle. Sonrasında daha sakin bir şekilde devam etti. "Ailen konusunda değil! Söz konusu onlar olduğunda seni tanıyamıyorum. Şu an yanımdaki kişi sevdiğim adam olsaydı... Ben düşünmeden elimi uzatırdım. O da tutardı. Ama ben... Korkuyorum. Elimi uzattığımda boş çevirmenden korkuyorum. Elimin, kalbimin, ruhumun üşümesinden korkuyorum. En çok da... Telafisi olmayacak bir şekilde sana kırılmaktan korkuyorum." Kız, oturuş şeklini değiştirerek yanındaki adama döndü. "Dün... Bugün mutlu değil miydin? Benimle kahvaltı hazırlarken? Ya da... Gülçin Hanım'ın yanından çıktığımız gün yaşanlarda... Mutlu değil miydin Burak?.. Benimle teraslarda oturduğun her seferinde, şarkı söylediğimiz o ilk günde, kütüphanede geçirdiğimiz o vakitlerde, parkta sallandığımızda, bana odanı gösterdiğin o günde... Mutlu değil miydin? Hepsi rol muydu? Sahte bir mutluluk muydu yaşadıklarımız?" Burak, bir süre sessiz kaldı. Sustuğu her an kızın kalbine saplanan bir oktu sanki. "Yine cevabı çok zor bir soru sordun be Hilal'im!" "Nesi bu kadar zor?" dedi kız güçsüz bir şekilde. "'Mutluydum' demek... Onlara ihanet, 'Mutsuzdum' demek de... Hayatımın en büyük yalanı olmaz mı?" "Senin mutluluğun neden onlara ihanet olacak Alfa'm?" Çaresizce duraksayan adam sonunda mırıldandı. "Belki ben olmasaydım... O gün kurtulmuş olurdu." "Kim?" diye fısıldadı Hilal. Derin bir nefes alan Burak, kızın hüzün dolu fısıltısına kayıtsız kalamadı ve sessizce konuştu. "Annem" Ve miniğim! "Nasıl?" "Yapma lütfen!" diye mırıldandı adam aciz bir şekilde. "Neyi yapmayayım? Burak... Travmalar bizi içeriden yıkar. Ne kadar "güçlü" olursa olsun hiç kimse, hayatını kırık bir ruhla, parçalanmış bir zihinle veya aşınmış bir kalple yaşamaya devam edemez. Aklındakileri benimle paylaş! Bak ben geldim işte. Buradayım. Yanındayım. Hayatındayım! Senin acı dolu geçmişini yaşanmamış sayamam belki ama... Seni o geçmişin içinden çıkartmak istiyorum ben. Yaşamanı, nefes almanı sağlamak istiyorum. Lütfen sen de bana yardımcı ol! Kurtulalım bu karanlıktan. Olmaz mı sevdiğim?" Kızın söyledikleri adamın ruhuna işledi. Onun yalvaran sesi... Sevdiğim derkenki şefkati o karanlık dolapta saklanan küçük çocuğa ulaştı. "Küçükken ona... İncir reçeline bayılırdım. Hiç kimseyle paylaşmazdım. Belki Emre'ye birkaç incir verirdim fakat... Onun haricinde kavanozun hepsini ben yerdim. Benim için o sadece bir reçel değildi. İncir reçeliydi! Hayat, nefes, her şeydi... İncire olan aşkım daha annemin karnındayken belliymiş biliyor musun? Babam her seferinde annemin incir aşerdiğini ve geceler boyu incir aramaya çıktığını söylerdi. Büyümüş olsam da o zamankinden pek de farklı değildim. Gecenin bir yarısında kalkıp incir reçeli yemeye mutfağa inerdim. O gün de öyle olmuştu. Babamın geldiği gün..." Yanağından bir damla yaş akan adam kıza bakmayı reddetti. Ona bakarsa ruhundaki, kalbindeki karanlıktan kurtulabilmek için gözyaşlarına sığınırdı. Fakat Kelebeği ondan ağlamasını değil anlatmasını istiyordu. Önce anlatacaktı! Her şeyi değil. Hatta belki de hiçbir şeyi. Ama yine de... Anlatacaktı. Gözyaşları sonraya ait idi. "Kahvaltılık tabağındaki reçel bitmiş. Ben de reçel kavanozunu aldım. Tabii ki kavanozu açamayacaktım. Bunu biliyordum. Yine de... Annemi uyandırmaya kıyamamıştım. Tam o esnada tencerenin kapağını düşürdüm. Bir süre sonra ise... Annemin ayak seslerini duydum. Sonrasında merdivenlerden... Babam indi." Titrek bir nefes alan adamın sessiz gözyaşları artmıştı. "Onu o kadar çok özlemiştim ki! Eğer onu... Onları son kez gördüğümü bilseydim hiç ellerini bırakmazdım. 'Tüm incirlerim, tüm reçel kavanozlarım sizin olsun. Yeter ki beni bırakmayın' derdim. O kadar güzeldi ki o gün... Ben sonunun böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Onların gülen gözlerinin acıyla, kanla kaplanacağını hayal bile edemezdim." Elleriyle yüzünü kapatan adamın dudaklarından bir hıçkırık koptu. Kızın kendisine yaklaştığını hissedince başını salladı. "Gelme! Gelirsen... Devam edemem. Şu ana kadar o günü düşünmeyi bile reddederken... O günden bahsediyorum. Ama... Senin şefkatine, sevgine kendimi bırakırsam yine susarım. Anlatmam gerekiyor. Belki çok az bir kısmını anlatacağım ama... Yine de anlatmalıyım. Bizim için anlatmalıyım!" Hilal, yanaklarındaki yaşlar artarken yumruğunu sıktı. Psikologların neden sevdiklerini tedavi etmemeleri gerektiğini, hastalarıyla duygusal bir bağ kurmalarının neden tehlikeli olduğunu bir kez daha anlamıştı. Kıyamıyordu... Sevdiği adamın acı çekmesine, gözlerinden düşen yaşlara kıyamıyordu. Sımsıkı sarılmak istiyordu ona. 'Ben yanındayım!' diye haykırmak istiyordu. Ama yapamazdı. Burak'ın da dediği gibi... Şu an başrolde sevgi veya şefkat olmamalıydı. "Peki neden... Neden senin suçun olduğunu düşünüyorsun?" "Çünkü... Çünkü ben olmasaydım büyük ihtimal aşağıya tekrardan inmezdi." Hilal, anlamaya çalışarak adama baktı. "Babam... Babam adamların geldiğini anlayınca anneme yukarı çıkmasını söyledi. Fakat ben kendime geldiğimde annem aşağıdaydı. Bu yüzd..." "Kendine geldiğinde?" Burak, gözlerini kapattı ve başını duvara yasladı. "Ben... Ters giden bir şeyler olduğunu farkettim. Babam... Babam beni salondaki konsola saklamak istedi ama... Karşı çıktım. Girmek istemedim. Gitmesini istemedim. O da... Başka çaresi kalmadığından... Beni bayılttı." "Sen o yüzden..." diyen Hilal'in sesi sonlara doğru kısıldı. Burak'ın aklına Caner'i bayıltma fikrinin gelmesinin sebebi... Kendisinin de bunu yaşamış olmasıydı. O yüzden geçen gün 'İnsan yaşamadığı şeyde çok kolay suçluyor. Ben... Bana yapıldığında asla hazmedemediğim şeyi başkasına yaptım. Korumak için! O an öyle gerektiği için!' demişti. "Evet... O yüzden 4 yıl önce öyle yaptım. Ve o yüzden... Babamı suçluyorum." "Seni bayılttığı için mi?" diye fısıldadı Hilal. "Beni bayılttığı için... Beni o dolaba koyduğu için! Bilse... Asla yapmazdı ama... Yine de onu suçlamak kendimi suçlamaktan çok daha kolay. Ya da... Daha zor! Bilmiyorum. Düşünemiyorum şu an!" "Neyi bilse yapmazdı?" diye sordu Hilal temkinli bir şekilde. Burak sesli bir nefes aldı. Elini yumruk yapan adam gözlerini açarak karşısındaki siyahlıkla bakıştı. "Saklambaç oynarken sürekli o dolabı kullandığımız için... O dolaba tüm salonu görecek şekilde bir delik açtığımızı!" Ellerini ağzına götüren Hilal hıçkırdı. 'Oradaydım' demişti. 'Her şeyin şahidiydim!' demişti. Yine de... Karanlık bir dolapta tir tir titrerken her şeyi görmüş olması... Kız güçsüz bir şekilde başını duvara yasladı. Sustuklarına rağmen bu şekilde mahvoluyorsam... Her şeyi öğrendiğimde ne olacak? Ben bu yaşımda duyduklarımla böylesine dağılıyorken... O küçücük yaşında yaşadıklarına rağmen nasıl şu ana kadar ayakta durabildi? 'Duramadı ki! Her seferinde ölüme atladığını bizzat kendi söylemedi mi sana?' diye yanıtladı iç sesi onu. Gözlerini açan Hilal ellerine baktı. Şu an sevdiğine sarılmak için can atan ellerine. Ancak bu hikayeyi bitirmeliydi. Burak'ın neden kendini suçladığını öğrenmeliydi! Bu yüzden de oturuşunu dikleştirerek konuştu. "Peki... Annenin neden senin yüzünden aşağı indiğini düşünüyorsun?" "Babam asla ona izin vermezdi. Babamın düşüncesini değiştiren tek bir şey olabilir." "Sen!.. Ama nasıl? Neden?" "Adamların benim varlığımdan haberi yoktu... Olsaydı evi ararlardı. Fakat buna yeltenmediler bile. Annem bunu tahmin etmiş olmalı. Evi aramasınlar diye aşağıya indi. Evi arayıp benim odamı görmesinler diye. Ve bu da... Sonu oldu!" Hilal, ne diyeceğini bilmeyerek duraksadı. Bir süre sonra mırıldandı. "Adamların niyeti zaten..." "Onları öldürmekti. Biliyorum ama... Yine de kendimi suçlamama engel olamıyorum. Belki de olaylar farklı gelişse bir şekilde kurtulurdu. Çok küçük bir ihtimal de olsa... Belki kurtulurdu." Annem beni tercih ettiği için aşağı indi. Onu değil de beni tercih ettiği için! Ben... Doğmamış miniğimden yaşama hakkını çaldım. Annemin ölmeden önce kendi elleriyle bebeğini... Kendisini öldürmesine sebep oldum. Bu yüzden de... Kendimi asla affedemeyeceğim... Yalan söyledim be Kelebeğim. Babamı suçladığım için değildi mezarlığa-Sakarya'ya gidemem. Suçladığım kendimdi her zaman. Canını aldığım miniğimi ziyaret etmeye yüzüm olmadığı için gidemiyorum oraya. Buna sebep olanları hâlâ yakalayamadığım için utandığımdan gidemiyorum. Adamın durgunlaşması üzerine Hilal, onu incelemeye başladı. Burak'ı azıcık tanıyorsa sustuklarını haykırıyordu şu an! Dile dökemediklerini... "Anlatmadığın şeyler var değil mi?" diye sordu sakin bir sesle. Adamın dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. "Çooook... Bir gün... Cesaret edebilir miyim bilmiyorum ama... Şu an söyleyemeyecek kadar çok canımı yakıyorlar." "O zaman... Artık bana bakabilir misin? Yeşillerini özledim!" Son cümleyi duyduktan sonra titrek bir nefes alan adam fısıldadı. "Benim... Elalarını özlediğimden daha fazla olamaz!" Ve Burak dakikalardır verdiği savaşı kaybetti. Yeşil gözlerini ela gözlerle buluşturdu. Kızın gözlerindeki saf sevgi ve şefkati gören adamın gözleri tekrardan dolmuştu. "Sen... Benim kaybettiğim en büyük savaşımsın Kelebeğim!" diye fısıldadı adam çaresiz bir sesle. "Sen de benim kazandığım en değerli hediyemsin Alfa'm!" diye fısıldayan kız adamın gözünden düşen bir damlayı yakaladı. Yanağında hissettiği el ile reddettiği tüm hisler suyun yüzüne çıktı Burak'ın. Acı, pişmanlık, hüzün, acizlik ama en çok da... Sevgi! Ucu bucağı olmayan sevgi. Sevdiğinde teselli bulma ihtiyacı... Kollarını iki yana açan adam duyulmayacak kadar güçsüz bir sesle fısıldadı. "Gel..." Ve Hilal gitti... Kalbini tamamlayan diğer kalbe, ruhunu gören diğer ruha gitti. Sevdiğinin gözyaşlarını kendi gözyaşlarıyla silmeye gitti. Sımsıkı sarılarak 'Ben yanındayım Alfa'm!' demeye gitti. Ait olduğu yere... Sevdiğinin kollarının arasına gitti. 🦋 Yaklaşık yarım saat sonra Hilal, omzunda yatan adama baktı. "Uyuyacak mısın? Uyuyacaksan daha sıcak bir yere gidelim. Üşüme!" "Sen varken ben üşümüyorum" diye mırıldandı adam sesindeki sevgiyle. Sonrasında başını kaldırıp kıza baktı. "Ama uykum yok. Son zamanlarda uykum biraz da olsa düzene girdi. Hatta 2 gündür... Yan odada sen yattığından mıdır nedir bilinmez 5 saat boyunca deliksiz uyudum!" "Kelebek etkisi duvarları aştı desene?" dedi Hilal mutlu bir sesle. "Cık!" diye mırıldandı Burak. Daha sonra da eli ile kalbini gösterdi. "Kelebek burada olduğundan o." Gülümseyen kız karanlıkta zor seçebildiği yeşil gözlere baktı. Bir anda isyan dolu bir sesle konuştu. "Gözlerini zor görüyorum bu karanlıkta. Ben senin gibi gece görmek için eğitim almadım!" Hilal'in söylenmesi karşısında Burak'tan hoşnut bir kahkaha yükseldi. "Tamam tamam dövme hemen. Hadi kalkalım." Ayağa kalkan ikili el ele otoparka doğru gidiyorlardı. "Operasyon sonrası dilek hakkımı kullanmak istiyorum Alfa Bey!" "Hatırladığım kadarıyla bu dilek hakkı tüm operasyonları kapsamıyordu?" "Yanii... De... 1 haftadır koşuşturuyorum ben. Yoruldum hani. Şimdi sen... Dileğimi bile duymadan beni geri mi çeviriyorsun?" Kızın söyledikleri üzerine kaşlarını kaldıran Burak ona döndü. "Acıtasyon da yaptığına göre... Aklından neler geçiyor Asena?" Şirince sırıtan Hilal durdu ve adama döndü. "Çok güzel şeyler... Az önce dileğimi duymadan geri çevirdiğin için... Şimdi duymadan kabul etmek zorundasın. Dileğimi kabul ediyor musun Alfa'm?" Kıza bakan adam bir anda sordu. "Bu bakışlarınla benden başkasına baktın mı?" Hilal, anlamayarak ona bakmaya başladı. "Ne?" "Diyorum ki... Bu 'İstediğimi lütfen yapın' diyerek açılmış kocaman gözlerinle, tatlı mı tatlı bakışlarınla benden başkasına baktın mı?" Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren kız başını iki yana salladı. "Güzel. Haklı yere katil olmama gerek kalmadı" dedi Burak kızın gözlerine bakarak sonrasında gülen gözleriyle devam etti. "Sen yeter ki dile... Ben her daim yerine getiririm Kelebeğim" diyerek kızın alnına yumuşak bir öpücük koyan adam elini tuttuğu kızla otoparka doğru yürümeye devam etti. Arabanın yanına geldiklerinde kızın kapısını açan adam eğlenceli bakışlarla ona baktı ve kaşlarını kaldırarak sordu. "Eveeet? Nereye gidiyoruz Hanımefendi?" "Sizi bilmem Beyefendi. Ben sevdiğim adamla şarkı söylemeye gidiyorum" dedi Hilal aynı ses tonuyla. Bakışlarında bariz bir soru işareti vardı. Burak'ın bunu kabullenip kabullenmeyeceğinden pek de emin değildi. "Dilek güzelmiş... Peki mekan?" Adamın gülümseyerek kurduğu cümle teklifi kabul ettiğini gösteriyordu. Mekan? Neresi olabilir ki? İkimizin de rahat hissedeceği... "O zaman mekanda sevdiğin adamdan olsun. Atla bakalım Kelebek!" Sevdiğin adam... Burak'ın bunu çok mutlu bir sesle söylemesi kızın gözlerinin parlamasına sebep olmuştu. Nereden nereye gelmişlerdi. İlk kez onu sevdiğini söylediğinde -'Böyle bir şeyi duymamış sayacağım.... Sevme beni... Yalvarıyorum sevme!'- diyen adam şimdi isteğiyle kendisi için sevdiğin adam sıfatını kullanıyordu. 'Bir gün 'sevdiğim kadın' sıfatını duyabilmek umuduyla' diye düşündü genç kız. Burak'ın düşünmesi gerekenler olduğunun farkındalığıyla, ona özel alan oluşturmak için radyoyu açtı. Onun niyetini anlayan adam ona bir bakış atıp tebessüm ettikten sonra yola döndü. Yola çıktıklarında aklına gelenle hızla telefonu çıkarıp Emre'ye mesaj attı Hilal. -Burak iyi! Endişelenme 😊. Biz bir yere gidiyoruz. Hadi sen de Buse'nin yanına git. Kısa süre sonra bildirim sesini duyduğunda telefonunun kilit ekranını açtı. Emre: İyi ki varsın... Burak'a bir bakış atan genç kız şakacı bir şekilde Emre'ye karşılık vermeye başladı. Bugün yaşananlar hepsi için çok ağırdı. -Yanımdaki adam biraz zorlasa beni 3 yıl önceki kendisinden bile kıskanacak biri.(hatta kıskanıyor bile olabilir) Anlayacağın... Can güvenliğin için o mesajı silmen iyi olabilir Emre. Kardeş katili olmasını istemiyorum. Ve bence sen de Buse'ne kavuşmadan ölmek istemiyorsundur 😂. Dudaklarındaki tebessümle camdan dışarıya bakmaya başladı. Aylar önce böylesine değerli insanlara (kardeşlere, abilere) sahip olacağını asla düşünmezdi. Hele ki aşk... Başını çevirip Burak'ın yandan profiline baktı. İzlendiğini anlayan adam ona bakıp göz kırptı. Bakışlarını yola çeviren kızın dudaklarında yeniden bir gülümseme oluştu. Gülümsemek onun için gayet doğal bir eylem haline gelmişti. Telefonuna yine bir bildirim sesi geldiğinde Emre'nin ne yazdığına baktı. Emre: Buse'me kavuşunca da ölmek istemiyorum Hilal. Madem sileceğim bari o üç noktayı doldurayım da içimde kalmasın. Cevaptan pek de bir şey anlamayan Hilal kaşlarını çattı ve sordu. -Ne? Gelen mesajı açtığında, gördüğü cümleyle dudaklarındaki gülümseme büyüdü. Emre: İyi ki varsın yenge! "Az kaldı Kelebeğim. Emre ile benim hakkımda konuştuğunu bilsem de... O dudaklarındaki gülümsemeyle ekrana bakmaya devam edersen olacaklardan ben sorumlu değilim." Gülen Hilal telefonu kapattı ve yanındaki adama döndü. "Söyle bakalım nereye gidiyoruz kıskanç sevdiğim?" |
0% |