Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm- Gökyüzünde Yine Sen Varsın!

@yasminiesa

Muhbiri ile telefonda konuşan Aslı, sonunda hikayesinin doğruluğunu kanıtlayacak somut delili bulmuştu. Dudaklarında zafer gülümsemesi belirirken, mutlulukla arkasına yaslandı. Öğrendiği yeni bilgileri de yazısına eklediğinde yaptığı haber tüm medyayı sallayacaktı. Hemen yarın bu işin bitmesini istese de maalesef bu mümkün değildi. Pek sabırlı olmayan kızın bu meslekte sevmediği tek kısım burasıydı.


Yazısı önce yazı işleri müdürüne gidecek, oradan patronu inceleyecek, onların onayından geçtikten sonra olay ilgili birimlere bildirilecek, eğer polisin araştırma yapacağı bir konu ise de (hep öyle olurdu) bu araştırmanın yapılmasını bekleyeceklerdi. Sonrasında yazısı ancak basılabilirdi. Fakat... Bu da bir zafer değildi. Ne de olsa her şey savcılıkta bitiyordu. Olur da mahkeme delilleri yetersiz bulursa... Tüm bu çaba boşa gitmiş olurdu ve her şeye sil baştan başlamak gerekirdi.


Henüz çömezken (şimdi de birçok meslektaşına bakış çömez sayılırdı ama mesele bu değil) defalarca kez yaşamıştı bunu. Kaç defa yazı işlerinden geri çevrilen yazısı olmuştu hatırlamıyordu bile. Hele de delil yetersizliğinden salınan kişiler!


Herkes suçluyu yakalayanın polis olduğunu zannederdi. Bu birçok yönden doğruydu fakat kendileri de bu işin gizli kahramanlarıydı. Medyayı harekete geçirerek (insanları yönlendirerek) bir çok davaya el atmışlar ve tekrar soruşturulmasını sağlamışlardı. Her şey, herkes domino taşları misali birbirleriyle bağlantılıydı. Biri eksik olsa asla sona ulaşamazlardı.


Kulağındaki kulaklık çıkarıldığında gülümsedi. İş yerinde onun kulaklığını çıkarabilecek tek bir babayiğit vardı.


"Minnoşum? Hoşgeldin. Nasıl geçti dava?"


"Akşam 20.00 haberlerinde izlersin Şirinem!" dedi Edanur gülerek. Sonrasında çantasını bırakarak sandalyesine oturdu ve anlatmaya başladı.


"Kadın suçsuz bulunacak sanırım. Zaten nefsi müdafaaydı biliyorsun. Avukatı röportajı verirken oldukça mutlu görünüyordu. Son duruşmayı haftaya aldılar... Sadece 1 hafta sonra özgürlüğüne kavuşacak inşaallah. Ee sen ne yapıyorsun bakalım?"


"Sonunda şu fabrikatörün pisliğini ortaya çıkaracağım." dedi Aslı gülümseyerek.


"Gerçekten mi? 1 haftadır gece gündüz demeden araştırma yapıyorsun. Bulduğun her deliğe giriyorsun. Millet ile konuşuyorsun... Delil toplama işini polislere de bırakmıyorsun. Sen yanlışlıkla gazeteci olmadın di'mi?" diye sordu Eda kaşlarını kaldırarak.


"Dalga geçmesene yaa. Sen de en çok araştırma işi seviyorsun."


"En çok değil. Çok! Benim en çok sevdiğim kamera önünde röportaj yapmaaaak!" dedi Eda kahkaha atarak.


"Doğru! Sen 'Şok Şok Şok!' kısmının hastasısın."


İkili kendi aralarından gülüşürken "KIZLAAAR! Gelen yakışıklıyı gördünüz mü? Allahım o araba neydi öyle? Adam da taştı. Ah o boy pos, o endam. Adam yürüyen karizmaydı." diye çığırarak Tülin içeri girdi


"Gerçekten mi? Nerede? Ayy mutlaka görmeliyim. Nasıldı anlatsana..." dedi Canan heyecanla.


Bu konuşmayı duyan Eda ve Aslı aynı anda göz devirerek birbirlerine döndüler.


"Ne suçum vardı da bunlarla aynı iş yerinde çalışıyorum?" dedi Aslı isyan dolu bir sesle.


"Ahh böyleleri neden hep bizi bulur ki?" diyen Eda, sandalyesini Aslı'nın masasına yaklaştırarak sordu.


"Ne yaptın peki? Ulaş'a haberi çıtlatacak mısın yoksa yazı müdürünün raporunu mu bekleyeceksin?"


"Bu da soru muydu Edoşum? Başkomiser eniştemiz olmuş tepe tepe kullanmazsak ayıp olur!" dedi Aslı gülerek.


Ulaş, hayatlarına gireli beri Aslı'nın hayatı oldukça kolaylaşmıştı. Topladığı bilgileri ona veriyor, Ulaş yoğun da olsa (zaten hazır gelen bilgileri) araştırıp suçluyu yakalıyordu. Vee buuum! Aslı neredeyse adam yakalanmadan haberi yapıyordu. Hem de en doğru şekilde!.. Birazcık yardımın kimseye bir zararı olmazdı canım. Yazı işleri müdürü Gülru Hanım ve haber ajansının yeni sahibi Hakan Bey bu olayın tesadüfiliğini farketmiş olsa da seslerini çıkarmamışlardı. Çünkü bu şekilde internet haberlerinin en çok aranan muhabirlerinden birisi olmuştu genç kız. Asla yalan ve şüpheli haber yapmaması ile tanınmıştı. Bu durum çalıştığı yayın şirketinin popülerliğini arttırmıştı. Aslı, Hakan Bey'in bu yüzden sessiz kaldığını düşünüyordu.


Telefonundan Ulaş'ın numarasını bularak tuşladı. Bir süre çalan telefon açılmadığında, kapatıyordu ki Ulaş'ın nefes nefes kalmış sesini duydu.


"Baldızdan bozma yengeciğim. Mükemmel zamanlama! Daha iyisi olamazdı."


Telefondan gelen silah seslerini duyan Aslı, hızla ayağa fırladı.


"Sen ne diye telefona cevap verdin... Çıldırdın mı?


"Kaçık derler bana da... Şimdi neden bu konuyu açtığını sorab... Saffet kör müsün oğlum? Adamlar kaçmasın diye diktim seni oraya. Kaçsın diye değil! Yardım yataklıktan alacağım şimdi içeri seni."


"Kusura bakmayın Başkomiserim. Şarjör değiştiriyordum."


Telefondan gelen sesleri duyan Aslı şaşkınlıkla gözlerini açtı.


"Lütfen şu an bir eğitimde veya simülasyon oyununda olduğunuzu söyle!"


"Niye durduk yere yalan söyleyeyim Baldız yeng... Of çok uzun bu. Balyen?.. Kulağa hoş geliyor. Nasıl gidiyor bakalım? Neler ya... ATEŞ! İsminin hakkını versen diyorum. Yakacağım seni bak! Alev alev böyle."


"Abi adamlar bize lazım demedin mi en başta? Ona göre davranıyorum ben de. "


"Bu nasıl şerefsiz olduklarını görmeden önceydi. Konuşsalar yeter... Takılın kafanıza göre!"


"Anlaşıldı Patron. Büyük zevkle!" diyerek gülen kız sesinin Aytül'e ait olduğuna emindi Aslı.


"Az şu kızı örnek alın sizi hergeleler... Mükemmel atış Aytül!.. Heh Balyen kusura bakma yaa. Anladığın üzere biraz meşgulüm. Ee nasıl gidiyor?.. Yeni dava mı var?"


Aslı, silah seslerini duymaya devam ederken gözlerini kapattı.


"Gerçekten mi? Şu anda mı? Sen... Normal değilsin Ulaş!"


"Kızım rica etsem bir çevrene bakar mısın? Kim normal? Bir Hilal var aklı başında diyeceğim ama... Bizim mazoşistle aralarında yaşananları görünce onun en anormalimiz olduğunu düşünmeye başlamadım desem yalan olur."


"Yani... Öyle deyince mantıklı da... Bu da çok..."


Aslı, duyduğu bağırışlarla cümlesini yarıda kesti.


"BAŞKOMİSERİM!" 


Korkuyla gözlerini açan kız, adama seslendi.


"ULAŞ?"


"Ne be ne? Herkes ayrı bir yerden bağırıyor."


Tuttuğu nefesi veren kız, düşercesine sandalyesine oturdu.


"Aklım çıktı gerizekalı!"


"Cık cık cık Balyen. Enişteye hakaret hiç yakışıyor mu senin gibi... Cici kıza diyemeyeceğim maalesef. Hepimiz cici bir kız olmadığını biliy... AYTÜL DİKKAT!"


"Gördüm amirim!"


Elini ağrıyan başına götüren Aslı, derin bir nefes aldı.


"Niye açtın ki telefonumu sanki? Kapatsam aklım kalacak, kapatmasam çıldıracağım!" diye söylendi genç kız.


"Operasyon çok sıkıcı geçiyordu. Şarkı açacaktım ama sen arayınca... Daha iyi bir seçeneksin diye düşünmüştüm. Çok mutlu olmuştum. Ama anlaşılan sen öyle düşünmemişsin. Kalbim kırıldı. Bak duyuyor musun çıt sesini?"


Aslı inanamayarak güldü. Bu nasıl bir adamdı? Nisa'nın sevdiği adamdan daha azı da beklenemezdi zaten.


"Şu durumda bile işi nasıl dalgaya vurabiliyorsun?" diye sordu Aslı hayretle.


"Üzerime kurşunlar yağarken Nisa'mı ve ailemi en son ne zaman gördüm diye düşünmektense... Sürüyle şamatalık yapabilirim sanırım!"


Adamın bir anda ciddileşen sesi ile söylediği sözler karşısında Aslı yutkundu. Emre de mi böyle yapıyordu? Kendisi evde telaş içerisinde korkuyla onu beklerken, o da bu tarz düşünceler ile çatışmanın ortasında can savaşı mı veriyordu?


Genç kız, yanağından bir yaşın düştüğünü hissederek başını öne eğdi. Tam o sırada kulağındaki telefonun elinden alınması ile şaşırarak başını kaldırdı. Karşısında gördüğü adam ile dudaklarında istemsizce bir tebessüm belirirken hızlı hareketlerle ıslak yanağını sildi.


"Eğer sevgilime bir daha bunu yaparsan... Şu an ACR'ye kaydolmuş bu konuşmayı hiç acımadan sevgiline gönderirim. Her gün nelerle uğraştığını gösterdiğimde, eminim ki bundan sonra böylesine sakin kalamaz Nisa!" dedi Emre soğuk bir sesle.


Aslı endişeli gözlerle, öfkeyle yumruklarını sıkmış bir şekilde duran adama baktı. Emre, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı ve daha sakin bir sesle devam etti.


"Allah aşkına Ulaş! Memlekette konuşacak adam mı kalmadı?.. Ne diye Buse'nin aklına olur olmadık düşünceleri sokuyorsun?"


"Özür dilerim... O açıdan düşünmemiştim. Ben sadece... Seninle empati yapacağı aklıma gelmedi... İyi mi?"


Ulaş'ın pişmanlık dolu sesi ile gözlerini açan Emre, Aslı'ya baktı. Gözlerinde az biraz hüzün olsa da, onu gördüğü için var olan sevinç daha ağır basıyordu.


"Soruyu hakaret kabul ediyorum. Ben varken kötü olmak gibi bir seçeneği mi var?" dedi Emre gülümseyen sesiyle.


Ulaş'ın da güldüğünü hissetti. Silah seslerini dinleyen adam, rahat bir hareketle Aslı'nın yanındaki sandalyeye oturdu. Ofisteki tüm bakışlara aldırmadan bacak bacak üstüne attı.


"Seslere bakılırsa az kalmış... Sana hep diyorum şu operasyonlarda Gazapizm aç diye. Açsaydın şimdiye hepsini tek başına indirmiştin(!)."


Emre'nin alaya kurduğu cümle karşısında Ulaş bir kahkaha attı ve aynı alaylı sesle konuştu.


"Bir dahaki operasyona yedek şarjör yerine hoparlör getirmeyi düşünüyorum. Şarkıyı duyan adamlar kendi isteği ile teslim olur bence!"


"Bence de..." dedi Emre gülümseyerek.


"Emre?" 


Ulaş'ın ses tonu karşısında Emre kaşlarını kaldırdı. Kesin hoşuna gitmeyecek bir şey söyleyecekti. Bu yüzden de bariz alayla yanıt verdi.


"Efendim... Sevgilim(!)?"


Ulaş'ın derin bir nefes aldığını duydu. Kısa bir duraksamadan sonra sıkkın bir sesle konuştu.


"Soruyu sormadan cevabımı aldım... Ne oldu?"


"Bir şey olduğunu da ner..."


"Bu saatte Aslı'nın yanına gitmişsin. Az önce yaptığım normal olmasa da senin tepkin fazla sert, ses tonun da fazla soğuktu. Ve... Oğlum 14 yıldır tanışıyoruz. Bir şeyin olup olmadığını anlamam için bir nedene mi ihtiyacım var? Sesinden duyuyorum işte!"


"Sevgiline kullandığın cümleler ile bana mı yürüyorsun lan sen?"


"Alaya devam ettiğine göre... Anlaşılan anlatmayacaksın! Burak'ı aray..."


"Sakın!" dedi Emre tıslarcasına.


Telefondan çeşitli sesler gelirken, silah sesleri kesilmişti.


"Bir dakika! O tıslamayla ilgileneceğim ama önce... Saffet etrafı incele saklanan adam var mı diye bak, Ateş dışarıdakiler ne yapmış sor! Dışarıdakileri temizledilerse yaralıları alsınlar. Aytül sen de..."


"İlginç konuşmanızı tek taraflı dinlemeye devam edeyim?" diyen kızı duyan Emre gülümsedi. Bu kız hep mi böyleydi yoksa Onur ile tanıştıktan sonra mı böyle olmuştu merak ediyordu.


"Kızım dinlemenin ilk kuralı dinlediğini çaktırmamaktır!"


"Hiçbir zaman gizlice dinlemeye çalıştığımı söylemedim ki Amirim! Yanımda konuşan sizsiniz."


"Kız haklı!" dedi Emre.


"Sorma... Az önceki konuya dönecek olursa..."


"Sen de sorma!" diyerek adamın cümlesini kesti Emre. Bu konuyu konuşmak istemiyordu. Kıvırcığı ile konuşmadan değil!


"Tabu konu değil mi?.. İyi mi şu an?


"Sorma demedim mi?" 


"İyi mi?" diye soran Ulaş'ın sesi endişe doluydu.


Adamın ses tonunu duyan Emre, oturuşunu düzelterek arkasına yaslandı. Derin bir nefes aldıktan sonra mırıldandı.


"Bilmiyorum. Hilal iyi olduğunu söyledi."


"Eee o zaman?.. Oğlum zaten bizi hiç yanına yaklaştırmıyordu. En azından şu an geçmişteki gibi yalnız değil. Boşuna endişelenme. Hilal onun kötü olmasına izin vermez!"


Gülümseyen Emre, telefondaki adam görmese de başıyla onu onayladı.


"Haklısın aslında!"


"Ben hep haklıyım zaten... Peki sen? Sen nasılsın?"


Emre, bakışlarını Buse'sine çevirdi. Genç kız bir derdi olduğunu anlamış, düşünceli gözlerle adama bakıyordu. Gözlerini kapatıp açarak iyi olduğunu ifade eden adam, kızın mavi gözlerine bakarken Ulaş'a cevap verdi.


"İyi olacağım!"


Aslı Buse gülümserken kapının yanında bu olayı izleyen ,ajans sahibi, Hakan odaya doğru girdi.


"Maşaallah maşaallah! Babanın ajansı sanırım. Bayağı yayılmışsın!"


Tüm ofis gelen sese döndürdü bakışlarını. Aslı ise iğneleyici bir şekilde konuşan patronuna baktıktan sonra hızla sevgilisine baktı. Gözleri ile bas bas bağırıyordu. 'Sakın! Sakın karşılık verme!' diye. Peki Emre bu ses tonu karşısında tepkisiz kalır mıydı?


Aslı ayağa kalkan sevgilisini gördüğünde, kendisi de aynı hızla ayağa kalktı.


"Yok! Babamın ajansı değil okulu var!" diyen adam meydan okuyan bakışlarla Hakan'a bakıyordu.


"Müdürün oğlu!.. İyi torpil almışsındır." diyen Hakan kaşlarını havaya kaldırmıştı.


"Ahh! Tam da başarımı çekemeyenlerin söyleyeceği bir söz!" dedi Emre ukala bir gülümseme ile.


Evvet! Aslı'yı nasıl bilirdiniz? 'İşsiiiz!' dediğinizi duyar gibiyim... Ama işler hiç de öyle gelişmedi.


Aslı, tam iki adamdan hangisini durduracağını düşünürken, patronu gülmeye başladı. Bunun üzerine genç kız kaşlarını çattı. Neler oluyordu?


"Geometri derisinde verdiğin kopyalara dua et sen! Yoksa elimde kalırdın."


"Ben. Senin. Elinde. Kalacaktım? Güzel espri!" diyen Emre gülümsemişti.


"Oğlum yıllar geçti senin şu egon geçmedi. Ben seninle ne diye hâlâ muhatap oluyorum acaba?"


"Seviyorsun da ondan!" diyen Emre gülmeye başlamıştı. Hakan, onu onaylayarak bir kahkaha attıktan sonra ellerini cebine sokarak arkasındaki masaya yaslandı ve başı ile Emre'nin kulağındaki telefonu işaret etti.


"Bizim Kaçık ne zaman operasyonlarda telefonla konuşmayı bırakacak dersin?"


Aslı, olayı yavaş yavaş idrak etmeye başlarken şok bakışlarla karşısındaki ikiliyi izliyordu... Tüm ofis gibi.


"ASLA!" diye bağıran Ulaş'ın sesi dışarı kadar çıkmıştı.


Emre, telefonu kulağından çekerken bir yandan da söyleniyordu.


"Hay ben senin... Kulağımı si... Kulağımı mahvettin Ulaş!"


"O hayırsız neler yapıyor? Sevgili yapınca sattı bizi!" dedi Hakan biraz yüksek sesle. Amacı telefonun diğer tarafındaki adama sesini duyurmaktı.


"Dedi... Evlendikten sonra halı saha maçlarına gelmeyen adam."


Ulaş'ın imalı cümlesini duyan Emre güldü ve "Sence ne diyor?" diye sordu karşısındaki Hakan'a bakarak.


Hakan evleneli neredeyse 6 yıl olmuştu ve bu ikili 6 yıldır bıkmadan itina ile aynı konuşmayı yapıyordu. Bu yüzden de Hakan'ın vereceği cevabı ezbere bilerek telefonun hoparlör kısmını ona uzattı Emre.


"Ulan şerefsiz! Evliliğimin 2. gününde halı saha maçına çağırdın beni. Ne bekliyordun? Karımı bırakıp sizin yanınıza gelmemi mi?.. Daha sonra maç düzenledin de gelmedim mi lan?"


Ve Emre her zaman olduğu gibi "Adam haklı Ulaş!" dedi Hakan'a göz kırparak.


"Ben... Nasıl?" diyen Aslı hayret ile karşısındaki adamlara bakıyordu.


Yaklaşık 1 ay önce sinir bozucu patronunun, ajansı Hakan Bey'e devretmesine çok şaşırmışlardı. Hakan Bey, geldiği gibi kendini sevdirmemiş olsaydı belki de bunun nedenini araştırırlardı. Fakat hiçbiri buna yeltenmemişti bile... Çünkü Hakan Bey, o gıcık kadından bin kat daha iyiydi. Hem karakter olarak, hem de patron olarak! Şimdi ise... Hakan Bey'in, sevgilisinin lise arkadaşı olduğunu öğrenmişti. Bu olay... Fazla tesadüfi olmamış mıydı?


Emre, telefondaki Ulaş'a veda ettikten sonra sevgilisine döndü. Aslı, kızgın gözlerle kendisine bakıyordu. Zaten kızgın olan kızı daha fazla sinirlendireceğini bilse de Hakan'a döndü ve konuştu.


"Bugünlük Aslı'ya izin verebilir misiniz Hakan Bey?"


Emre'nin ciddi bir sesle kurduğu cümle üzerine Hakan, yaslandığı masadan doğruldu. Ellerini ceplerinden çıkarırken Aslı'ya döndü.


"Elinizdeki iş bitti mi Aslı Hanım?"


Patronunun sorusunu duyan Aslı, gözlerini zorlukla Emre'den çekti.


"Bitti Hakan Bey!" diyen kızın sesindeki öfke hissediliyordu.


Hakan, Emre'ye bir bakış attı. Adamın işinin kolay olmadığının farkındaydı. Şu kısacık zamanda bile Aslı'nın nasıl dediğim dedik olduğunu ve kurallara nasıl da bağlı olduğunu anlamıştı. Genç kızın belirli çizgileri vardı ve bu çizgiyi aşana acımadan haddini bildiriyordu. Hakan çalışanının, muhabirinin, bu huyunu çok sevmiş ve takdir etmişti. Fakat... Özel ilişkilerinde bu durum soruna yol açacak gibiydi. Kızın söylediği herhangi bir sözün veya yaptığı herhangi bir ters davranışın Emre'nin üzerinde nasıl yıkıcı bir etkisi olacağını herkesten iyi bilirdi o. Ne de olsa yıllarca Emre'den, Buse'sini dinlemişti.


Lise boyunca (ve sonrasında) söz konusu Kıvırcık Cadısı olduğunda hep Hakan'ın yanında almıştı soluğu Emre. Eşi Öykü ile lisede tanışan Hakan, aşkı aralarında en iyi bilendi... Burak'ın o bezlerde hiçbir zaman işi olmamıştı. Ulaş, Nisa'ya olan hislerini inkar derdinde, Doğukan ise haylazlık peşindeydi. Bu yüzden de Emre, dert ortağı olarak kendisini seçmişti. Bu vesile ile Hakan, kendini bir anda silahşörlerin arasında bulmuştu. Dışarıdan ultra egoist görünen adamların, aslında bambaşka kişilikleri olduğunu kısa zamanda görmüştü.


Yıllar sonra asker olan Emre'nin berbat bir şekilde kapısında bitmesi Hakan'ı çok korkutmuştu. Onu bu halden kurtaracak tek kişinin o kız olacağının farkındalığı ile onu ikna etmeye çalışmış, Buse'yi bulabileceğini söylemişti. Emre tabii ki de onu reddetmişti. Ama Hakan onu dinlememiş ismini değiştiren kızı zar zor (araya birilerini katarak) bulmuş ve okuduğu okulun adresini Emre'nin eline tutuşturmuştu. Sonrasında Emre ona gelip son kez anlatmıştı çocukluk aşkını! Bu aşktan vazgeçtiğini söylemiş ve konuyu kapattırmıştı. Hakan, hiç istemese de bunu yapmak zorunda kalmıştı.


Bu yüzden Aslı'nın öfkeli gözlerle Emre'ye bakmasını istemiyordu. Dostunu ,kardeşini, bir kez daha üzgün (yıkık) görmek istemiyordu. Bu düşünceler ile konuştu.


"O zaman... İsterseniz aylık izninizden bir günü bugün kullanabilirsiniz!"


Aslı, gözlerini Emre'ye dikmiş öylece bakıyordu. Hakan, kızın kendisini duyduğundan bile şüpheliydi.


Genç kız ise... İçinde volkanlar patlayan Aslı, hangi birine şaşırıp tepki vereceğini şaşırmıştı. İçindeki feminist kız 'Bak gördün mü? Erkeklerin hepsi aynı. Her zaman kızlar üzerinde kontrol sahibi olmak isterler. Sana söz hakkı bile tanımadan istediklerini yaparlar!' diye öfke ile söyleniyordu. Fakat kalbi... Kalbinde öfke değil kırgınlık vardı. Hem Emre'nin 1 ay boyunca tek kelime etmemiş olmasına hem de böyle bir emrivaki yaparak kendi adına kararlar vermesine kırılmıştı genç kız. Başka biri bunu yapsa, öfkelenerek defolup gitmesini söyleyecekken, Emre'ye bunu yapamıyordu ve bu teslim oluş Aslı'yı korkmuştu. Öfke yerine kırgınlık hissetmesi...


Yutkunarak Emre'nin gözlerine baktı tekrardan. O gözlerdeki yalvaran bakışlar değildi ona "O zaman öyle yapalım. Teşekkürler Hakan Bey!" dedirten. O mavilerde gördüğü acı karşısında genç kızın dudaklarından istemsizce fırlamıştı bu cümle.


Hakan gülümsedi. Kardeşinin verdiği değeri aynı şekilde aldığını görmek onu sevindirmişti. Emre'ye doğru yaklaşarak erkekçe sarıldı.


"Ne oldu bilmiyorum ama... Sonunda başın sıkıştığında soluğu onun yanında alabilmene çok sevindim kardeşim!" dedi adam sessiz bir şekilde. Geriye çekilmeden önce Emre'nin omzunu sıkmayı ihmal etmemişti.


Emre gülümsedikten sonra bir baş işareti ile adama teşekkür etti.


"Yalnız Emre... Eğer en kısa zamanda bize gelmezseniz Öykü'nün yapacaklarından ben sorumlu değilim. '4 aydır bebek görmeye gelecekler...' diye bir başlıyor... Karımın böyle hakaretler bildiğini yeni öğrendim... Haberiniz olsun. Benden uyarması!" dedi Hakan gülerek.


"Valla biricik arkadaş yengem şu 4 ayda nasıl aksiyonlar yaşadığımızı bilse bize acırdı!"


"Valla orasını ben bilmem! Acır mı acıtır mı şüpheliyim!"


"Mesaj alınmıştır patron! Bizim ekibi toplarım. Yalnız bu sefer... Kalabalık geliriz!" diyen Emre gülümsemişti.


"Yiyorsa gelmeyin!.. Öykü deliler gibi Hilal'i soruyor. Hadi Ulaş ve Nisa belliydi. Sen de öyle. Ama Burak..."


Emre, anladım dercesine başını salladı. Hilal, daha tanışmadan birçok insanın gönlünü fethetmişti. Herkes Burak'ı hayata döndüren efsanevi kızı merak ediyordu.


"En kısa zamanda bir şeyler ayarlayacağım! Öykü'ye çok selamımı söyle. Küçük Hasan'ı da öp benim için!" diyen Emre onları dinleyen sevdiğine döndü.


"Gidelim mi?" diye sorarken suçlu bir çocuk gibi bakıyordu.


Aslı ona bir gülümseme gönderdi. Kızgındı. Doğru!.. Hatta çok çok kızgındı! Fakat Emre'nin bir derdi vardı. Hüzünlü bakan gözleri onu ele veriyordu. Başka bir zaman olsa bu şekilde bir emrivaki yapmaz, böylesine bir davranış sergilemezdi. Bu yüzden de... Aslı ilk defa bir erkeği alttan aldı. Yapılanı yok sayıp içinden geldiği gibi davrandı. İlk defa... Emre elini uzatmadan önce o elini uzattı... Korkmadan! Böylesine sinirli olduğu bir anda bunu yapması... Adamın kalbindeki yerini bas bas bağırıyordu.


Kızın uzattığı ele bakan Emre, yutkunarak bakışlarını aşık olduğu mavi gözlere çevirdi. O gözlerde gördüğü kabulleniş bugünden sonra hayatlarının daha farklı olacağını haykırıyordu. Buse'si ,sonunda, tam anlamıyla aşka teslim olmuştu.


Dudaklarında enfes bir gülümseme beliren adam, parmaklarını kızın parmaklarının arasına geçirdi.


Çıkmadan önce "Sonra görüşürüz Eda. Korkut'a benden selam söyle. Ne de olsa bu aralar onu benden daha çok görüyorsun!" diyerek Edanur'u kızartmayı ve tüm ofisin bakışlarına maruz bırakmayı da ihmal etmemişti.


🐱


Arabada sessiz bir şekilde yol alırlarken Emre, kıza baktı. Normalde kızın tonlarca soru sorması gerekirdi. Ya da... Konuşması. Ne konuştuğu önemli değildi. Buse konuşacak bir şey bulurdu her zaman. Fakat bu sessizlik...


"Özür dilerim!" diye mırıldandı Emre bir anda.


Camdan dışarıya bakan kız sessiz bir şekilde sordu.


"Hangisi için?"


Emre, derin bir nefes aldı. Buse'nin kızıp, öfkelenmesini hiç bu kadar isteyeceğini düşünmemişti. Bu sessizlik ve kırgınlık söylenecek tüm sözlerden daha fazla yakmıştı adamı.


"Hepsi için! Sana Hakan ile tanıştığımızı..."


Aslı, adamın cümlesini keserek sertçe konuştu.


"Söylemeliydin!!"


"Biliyorum ama..."


"Yaa ben sana yeni patronumuzu anlatırken nasıl hiçbir şey söylemeden durabildin. Aklım almıyor!.. Her şeyi geçtim bu şekilde öğrenmek istemezdim. Herkes oradaydı! Tüm ofisin bana nasıl baktığını gördün mü? Son zamanlarda Hakan Bey bana sürekli iş veriyordu. Torpil olduğunu düşünecekler. Ben bile öyle düşünüyorum şu an!"


"Alakası yok!" dedi Emre başını olumsuzca sallayarak.


"Nasıl söylemezsin?.. Geldiğinde bunun ortaya çıkacağını bilerek nasıl bana tek kelime etmezsin!" dedi Aslı kırgın bir sesle.


"İnan bana Hakan tamamen aklımdan çıkmış. Ben sadece... Seni görmem gerekiyordu. Sana ihtiyacım vardı ve kendimi senin yanında buldum."


Kırmızı ışıkta duran adam, kıza baktı. Gözlerinde pişmanlık vardı.


"Sana Hakan'ı söyleseydim 'Neden?' diye so..."


"Neden?" diye sordu Aslı bakışlarını Emre'ye kilitleyerek.


Emre derin bir nefes aldı ve yeşile dönen ışıkla arabayı hareket ettirdi. Kısa süre sonra bulduğu ilk müsait yere arabayı çekti ve dörtlüleri yaktı.


"Ben... Bak Hakan'ın ora..."


"Neden beni görmeliydin? Neden bana ihtiyacın vardı?"


Kızın endişeli sorusu üzerine Emre gözlerinin dolduğunu hissetti. Buna sebep olan, 2 saat önce yaşadığı olay mıydı yoksa çok kızdığı belli olan sevdiğinin, kızgınlığını yok sayıp onu düşünmesi miydi bilmiyordu.


"Sana kızmam gerekiyor Emre. Benden, bana göre çok önemli bir gerçeği sakladın. Aynı zamanda benim adıma, tüm ofisin önünde patronumdan izin aldın... Bana sormadan! Bir erkeğin bu şekilde davranmasından nefret ettiğimi biliyorsun. Başka biri az önce yaptığını yapsaydı... Onu silerdim. Ama... Sensin! Ben... Yapamam! Tek başına ayaklarımın üzerinde durmak için o kadar çabalamışken... Şu an tüm kontrolünü kaybetmiş bir kukladan farksız hissediyorum. Tüm doğrularımdan vazgeçmişim, hayatımın direksiyonunu başkasına vermişim gibi hissediyorum. Bunun beni ne kadar acizleştirdiğinden haberin var mı?" diyen Aslı gözünden akan yaşları hissetti.


Emre, suçlulukla başını önüne eğdi. Genç kız, titrek bir nefes aldıktan sonra adamın çenesinden tutarak kendine çevirdi ve gözlerini buluşturdu.


"Ama şu an bunların hiçbiri umrumda değil! Sadece ne yaşadığını (ne olduğunu) öğrenmek istiyorum. O gözlerinde duran acıyı geçirmek istiyorum. Bu beni deliler gibi korkutsa da... Senin için tüm doğrularımı yanlış, tüm yanlışlarımı doğru yapabilirim. Sen yeter ki gül diye!.. Sen yeter ki üzülme diye!"


Adam, duyduğu cümlelerle yanağından bir yaşın süzüldüğünü hissetti. Şu ana kadar Aslı'nın onu sürekli itmesinin, duygularını pek belli etmemesinin onu böylesine yaraladığını fark etmemişti. Ama şu an karşısındaki kızın, onlarca farklı kelime ile onu sevdiğini haykırması bu gerçeği dank etmesine sebep olmuştu.


"Seni çok seviyorum" diye fısıldadı adam Kıvırcığına bakarak.


Kız karşılık vermek için ağzını açtı fakat sesi çıkmadı.


Elini kıvırcık saçlara götüren adam gülümseyerek devam etti.


"Senin de beni sevdiğini biliyorum."


Aslı, başını sallayarak adamı onayladı ve utangaç bir şekilde gülümsedi. Kıvırcık saçlarının arasındaki eli hissedince mutlulukla gözlerini kapattı.


"Küçükken de elini böyle saçlarımın arasına geçirirdin. Sonra da (o karşılıklıktan kurtaramayıp) çıkaramazdın tabii. Ben de..."


"Ağlamaya başlardın!" dedi Emre küçük bir kahkaha atarak.


"Hayır yaa. Büyüyünce ağlamıyordum. Senin ellerinin saçlarımın arasında kaybolmasını çok seviyordum ben. Bu asi saçlar beni delirtiyordu ama... Sen onları çok seviyorsun diye ben de sevmeye başlamıştım."


"Büyüyünceymiş..." diyerek dalga geçen Emre, kızın yanaklarını sıkmaya başladı.


"Yaa. Emre! Yapma..." diye söylenen kız geri çekilmeye çalıştı. Fakat onu bırakmayan adamın şebek hallerine daha fazla dayanamayıp o da gülmeye başlamıştı.


İkilinin kahkahaları Emre'nin bir anda Aslı'yı çekip sarılması ile son buldu. Adam başını kızın kıvırcık saçlarına gömdü.


"Şimdi ellerim değil de ruhum kaybolsa o saçlarında. Olmaz mı?"


Aslı Buse, Emre'nin kesik bir nefes aldığını duydu. Adamın sarılışına karşılık verirken tüm hücrelerinden endişenin aktığını hissediyordu.


"Olur ama... Oralar biraz karışık. Geçen yıllara rağmen o kördüğümleri çözmeyi hâlâ başaramıyorum. Bu yüzden... Gözlerimde kaybolmanı tercih ederim. Kelimeler dudaklarının arasından çıkarken..."


Emre, gülümseyerek geri çekildi. Gözlerinde bariz bir kızarıklık vardı.


"Daha önce 'Anlat! Ben seni dinlerim. Teselli de ederim, yanında olurum!' cümlesinin böylesine nazik bir şekilde söylenildiğini hiç duymamıştım." diye mırıldandı adam.


"Peki ne yapacaksın?" diye sordu Aslı çekingen bir sesle.


"Anlatacağım... Ama gideceğimiz yere vardığımızda." diyen Emre arabayı tekrardan yola çıkardı.


Aslı Buse "Nereye gidiyoruz?" diye sormadan sadece 5 dakika dayanabilmişti.


"İyi dayandın vallaha Kıvırcık Cadım!" dedi Emre gülerek.


Aslı derin bir nefes aldı. 


"Şu cadı kısmından feragat etsem mi artık?"


"Aslaaa..." 


Adamın eğleneceli bir şekilde söylediği bu kelime kızın gülümsemesine neden oldu. Bu şebek adama kıyamıyordu ki o.


"Gittiğimiz yer... Sığınağım!" diye mırıldandı Emre.


"Sığınak?" diyen kızın sesi bariz meraklı çıkmıştı.


"Evet. Üste Burak ile aynı odada kalıyoruz. Evi Burak ile beraber tuttuk. Diğer evde zaten tüm aile yaşıyor. Bu durumdan aşırı bunalınca Burak ile bir depo satın aldık!"


"Burak ile her yerde birlikte olmaktan bunaldığın için Burak ile birlikte bir depo mu satın aldınız?" diyen Aslı gülmeye başlamıştı.


Emre de durumun saçmalığını bir kez daha hatırlayınca güldü ve hemen savunmaya geçti.


"Birbirimizden değil yalnız kalamamaktan bunaldık."


"Ahh şu korumacı tavra bak. Burak'ı kıskanmalı mıyım?" diyen Aslı hafiften ciddiydi.


"Sen Burak'ı kıskanmaya 4 yaşındayken başlamıştın zaten unuttun mu?" dedi Emre gülerek.


Aslı, gözlerini yola çevirerek bunu duymamazlıktan geldi. Bu hareketi Emre'nin daha çok gülmesine sebep olmuştu.


"Fikir Burak'tan çıktı! KİT açılmadan kısa süre önceydi. Uzuuun bir operasyon sonrasında ikimiz de kendimizle baş başa kalma ihtiyacı içerisindeydik. Bu deli, bu yüzden koskoca ev dururken otele gitti resmen. Farklı odalarda da olsak, aynı ev içerisinde olmamızı kaldıramamış! Neyse işte... Biz de bir depo satın aldık. Küçük bir mutfak yaptık. Bir kanepe, tv ünitesi, dvd falan... Aslında ilk başlarda gayet sadeyken, her giden farklı bir şey götürmeye başladı. Şu an depoda bir simülasyon makinesi, kocaman bir ses sistemi ve PlayStation bulunuyor. Bunları ben götürmüş olabilirim... Bir gün depoya gittiğimde deponun bir spor salonuna dönüştüğünü farkettim. Kum torbasından tut, spor aletlerine kadar her şey! Başka bir gün ise çakma bir poligon eklendiğini gördüm. Ulaş burayı öğrenince hemen dadandı. Sonra da KİT üyeleri tabii... Sonraları burada buluşmaya başladık. Sessiz sakin, kimse yok!.. Bu arada deponun 4 farklı odası da bulunuyordu. 2 odayı ben, 2 odayı da o aldı. Birine yatak falan koyduk diğerini ise hobi odası diyebileceğimiz bir yere dönüştürdük. Seni götüreceğim yer de bana ait olan hobi odası. Oradaki bir şeyi göstermek istiyorum. Ve... Neden böyle olduğumu da orada anlatmak istiyorum."


Dinlediklerinden etkilenen Aslı "Vayy canına! Para bol olunca böyle oluyor sanırım!" diyerek şakacı bir sesle konuşmuştu.


Emre küçük bir kahkaha attı.


"Durum daha iyi özetlenemezdi sanırım!"


Bir süre duraksayan Aslı adama döndü ve aklındaki soruyu sordu.


"Neden şu en başta anlattığın şeyin... Yani Burak'ın operasyon sonrasında evde kalmamasının... Başka bir nedeni varmış gibi hissediyorum?"


Emre, hüzünle gülümsedi. O mağarada yaşananlardan sonra olmuştu tüm bunlar. Burak, Emre'nin bakışlarından kaçmak için gitmişti evden. Uzun bir süre ne Emre onu arayabilmiş ne de Burak onu aramıştı. Bu kaçış, ikisinin de kendini toparlayabilmesini sağlamıştı. İkisi de bir daha o operasyonda olanlar hakkında konuşmamıştı. İkisinin de buna cesareti yoktu çünkü...


"Fazla dikkatli olan sen ile konuştuğumu unutmuşum." dedi Emre yola bakmaya devam ederek. Aslı bu durumu farketmiş, adamın sakladığı bir şey olduğunu anlamıştı.


"Dikkatten değil... Sesinde saklamaya çalıştığın acıdan! Olayı şakaya vurarak bu acıyı yok saymandan. Küçükken de böyle yapardın... Benim acımı şakaya vurarak geçiştirirdin!" diye mırıldandı Aslı.


Emre, kıza bir bakış attıktan sonra derin bir nefes aldı.


"Tek senin acını değil Kıvırcığım... Kendi acımı da şakaya vuruyordum!"


Aslı kaşlarını çatarak adama döndü.


"Kendi acın?"


"Ben... Seni o halde görmeye asla dayanamazdım. İmkansız gibi ama... Belki de senden daha çok canım acıyordu. Kalbim acıyordu çünkü! Elimden hiçbir şey gelmiyo..."


"Gelmiyor muydu? Saçmalama Emre! Benim acılarımı, yaralarımı sarıyordun sen. Beni güldürüyordun! Beni mutlu ediyordun... Sen benim için çok önemliydin!"


"O yüzden beni unutmayı seçtin!"


Emre'nin çok kısık bir sesle söylediği cümle, sessiz arabanın içerisinde bir bomba etkisi yaratmıştı.


"Ben..." diyen kız bir şey söyleyemedi.


Emre, özür dileyen bakışlarla kıza döndü.


"Nedenlerini anlıyorum. Öyle demek istemedim. Özür dilerim!"


"Asıl ben özür dilerim! Değmeyen bir adam için değerli olan seni yok saydığım için. Ve... Şu an bile o adam yüzünden, sana verdiğim değeri tam anlamıyla gösteremediğim için!" diyen kızın sesinden pişmanlık akıyordu.


Emre, uzanarak kızın elini tuttu ve sıktı.


"Gösteremesen de ben görüyorum.. Hem bugün yaşananlardan sonra hâlâ yanımda olman bana verdiğin değerin, benim Buse'm olduğunun en büyük göstergesi. Aslı Karaman asla o ajansdan çıkmaz, hatta bana büyük bir posta koyardı!"


Olanları hatırlayan Aslı'nın "Haklısın!" derkenki sesi istemsizce yeniden kızgın çıkmıştı.


Emre, derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.


"Sana şimdi anlatacaklarımı aslında anlatmamalıyım. Bu yüzden kimseye, Hilal dahil, hiçbir şey söylememelisin. Anlaştık mı?"


"Başın belaya girer mi? Yani... Ben kimseye bir şey söylemem ama anlatman sorunsa... Anlatma! Beni boş ver. Kızgınlığım 2 güne geç..."


"Seni boş vermek? Espri yeteneğinin böylesine mükemmel olduğunu(!) bilmiyordum Buse'm."


Aslı, kızmış olan adama baktı. Kızarken bile kendisine 'Buse'm' diye seslenen adama...


"Anlatmam biraz sorun olabilir ama... Zaten yakın zamanda öğrenecektin. Biraz erken öğrenmiş olacaksın sadece... Aslında anlatmamamın asıl sebebi ortada fol yokken seni umutlandırmak istemememdi."


"Bilmece gibi konuşmayı bırakacak mısın acaba Emre?"


"Haklısın... Hakan'ın sizin ajansı alması tesadüf değildi."


"Neden aldı?" diye soran kız cevabı pek de duymak istemiyordu. Kendisini kontrol içinse...


"Seni kontrol etmeye çalışmıyorum Buse! Bunu yapmam! Ya da... O gıcık kadın sırf sana (size) onlarca şey yaşattı diye sana acıyıp da patronunu değiştirmem. Öyle bir insan değilim!"


"Biliyorum..." diye mırıldandı Aslı suçlu bir şekilde. Biliyor olması bunları düşünmesine engel olamamıştı ama. Emre de öyle düşündüğünü farketmiş olsa da konuyu uzatmadı ve anlatmaya devam etti.


"Hakan, zaten uzun bir süredir bir haber ajansı almayı düşünüyordu. Başkalarının altında çalışmayı asla sevmedi. Haberlerini özgürce yapmak istiyordu... Yazı işlerinin veya yayın yönetmeninin ağına takılmadan! Bir de... Bizim için!"


"Sizin için?" diye sordu Aslı şaşkınlıkla.


"Evet! Biliyorsun yakaladığımız kişilerin çoğu ün sahibi insanlar. Haliyle medyanın dikkatini çekiyorlar. Soruşturma tamamlanmadan aleyhimize herhangi bir haber çıkmaması gerekiyor. Hatta genellikle medyayı manipüle etmemiz gerekiyor..."


Aslı, son duyduğu cümle ile yüzünü buruşturdu. En nefret ettiği şey medyayı kullanarak yapılan yanlış yönlendirmelerdi. Emre elimden gelen bir şey yok dercesine omuz silkti.


"Üzgünüm... Bunu hiç sevmediğini biliyorum ama başka çaremiz yok! Medya çok güçlü Buse ve KİT'in varlığını öğrenmemeleri gerekiyor. İnsanlardaki en ufak bir şüphe operasyonu batırmakla kalmaz... Hayatımızı, sevdiklerimizin hayatını tehlikeye atar. Ve 2 gün bile olmadan yaşananları unutacak insanlar için, hiçbirimizin bunu riske atmaya niyeti yok!"


Aslı, düşünceli bir şekilde adama baktı.


"Ben... Hiç bu açıdan düşünmemiştim. Yine de... Ben yalan haber yapamam Emre. Kendime verdiğim bir sözüm var!"


Emre'nin dudaklarında mükemmel bir gülümseme belirdi.


"İşte benim Cadım! Hiç kimse için kendinden taviz vermemen, en sevdiğim huylarından birisi."


Gülümseyen kız, belki de ilk defa Emre'nin ona cadı demesine kızmamıştı. İtiraf etmeliydi ki çoğu zaman cadılık yapıyordu. Ve... Görünüşe göre adam bu huyunu da çok seviyordu.


"Peki ne olacak? Yani... Hakan Bey haber yapmam için ajansı aldıysa..."


"Tek sen değil!" 


Kız, anlamsız gözlerle adama baktı.


"Şimdi... En başından başlayayım en iyisi. Hakan hariç, 6 farklı gazetede çalışan adamımız var. Aslında MİT'in adamıydılar. Bizim teşkilat açılınca bize de yardım etmeye başladılar. Tek burada değil yurt dışında da bu şekilde belirli kimseler var."


"Siz... Bayağı bayağı medya manipülasyonu yapıyorsunuz!"


Aslı'nın hayretle kurduğu cümle üzerine Emre başını salladı.


"Evet!.. İnsanlar olayın aslını öğrenince korkuyorlar be Buse'm. Mesela: 'Erken emekliye ayrılan üst düzey yetkili inzivaya çekildi(!)' Hiçbir zaman bu inzivanın güzel bir tatil köyü olduğunu söylemedik! Halk bu emekliliğin, yasadışı işlerden dolayı olduğunu öğrenirse çok tepki verir ve ülkeye karşı güvensizlik oluştururdu."


"Vay canına!" diyen Aslı derin bir nefes aldı ve adama dönerek sordu.


"Bu ülkede benim bilmediğim neler dönüyor?"


"Çok şey... Bilmemek bazen kendini güvende hissedebilmenin tek yoludur. En basitinden... Kadir abinin bulaştığı işleri önceden bilseydin bir daha onunla rahatça konuşabilir miydin?"


Aslı, başını iki yana salladı ve mırıldandı.


"Konuşamazdım... Kastettiğini anlıyorum. Sizler... Biz sıcacık yatağımızda huzurla uyuyalım diye birçok şeyi sırtlanıyorsunuz. Yine bizi korumak için bizden bir sürü bilgiyi saklıyorsunuz... Tüm bunları bilerek ve kimseye hiçbir şey anlatamayarak yaşamak zor olmuyor mu?"


Emre, soru üzerine kıza döndü.


"Sanırım benim en büyük şansım Burak ve dayım (Sinan dayım) oldu. Yani onlarla her konuyu konuşabiliyoruz. Gizlilik ilkesi onları içermeseydi... Sanırım çıldırırdım. Tek başına sayıp sövmek hiç eğlenceli değil ne de olsa!" dedi adam muzip bir şekilde sonra da devam etti.


"Tek sıkıntı kısmı... Dünyanın böylesine pis bir yer olduğunu bildiğinde... Fazla korumacı oluyorsun! Bu bazen paranoyaklık seviyesine bile gelebiliyor."


"Burak gibi mi?" diye istemsizce bir soru döküldü Aslı'nın ağzından. Hilal ona hiçbir şey anlatmıyordu ve genç kız, Burak'ın aşırı korumacılığının nedenini merak ediyordu.


Soruyu duyan Emre duraksadı ve kısık bir sesle yanıtladı.


"Evet. Ama... Onun nedenleri farklı."


Aslı, adamın bu halini görünce bu konuyu kurcalamadı ve tekrardan ajans konusuna döndü.


"Yani Hakan Bey de sizinle çalışıyor. Ajans işi tek benle alakalı değilse... KİT kontrol edebileceği bir medya ajansı mı istiyor?"


"Öyle de denebilir... Bazen, sizin Umut Haber Ajansı vasıtası ile bazen de diğer ajaslardaki arkadaşların haberleri ile asparagas haberleri yayınlayacağız. Ve sen..." diyen Emre dudaklarındaki gizemli gülümseme ile kıza baktı.


"Ve ben?" diye sordu Aslı meraklı gözlerle.


Emre bir şey demeden arabayı sürmeye devam etti.


"Yaa... Emre?... Kime diyorum?... Emre!.. Bu çocukça davranış da ne?... Emre?.. Çok gıcıksın!" diyen Aslı, adamın koluna vurdu.


Emre, neşeli bir kahkaha attı.


"Çocukça davranan ben miyim? Koluma vurup, gıcık demek çocukluğun kaçıncı leveliydi sevgilim?"


"Bilmem sen söyle... Merakta bırakıp söylememek kaçıncı leveli?"


Dudaklarını büzen adam, bilmiyorum dercesine omuz silkti. Onun bu hali Aslı'nın gözlerini devirerek gülmesine sebep olmuştu.


"Her şey bittiğinde... Son bir haber yapılacak. Doğru bir haber. Bilgilendirme haberi!" dedi Emre.


Aslı derin bir nefes aldı ve hevesle adama döndü.


"Bunu ben mi yapacağım?" diye sorarken gözleri parlıyordu.


Emre sırıtarak kıza baktı ve başıyla onayladı.


"Gerçekten mi?" diye soran kız inanamamaz gözlerle adama bakıyordu. Bu... İnanılmazdı!


"Gerçekten Kıvırcığım! Bu yüzdendi zaten geldiği günden beri Hakan'ın sana yüklenmesi... Sürekli haberlere seni koşturması. Bir deneme sürecinden geçiyordun! Önceden yaptığın tüm haberler, şu süreçte yaptıkların... Durum çok iyi. Hele de senin gizlice Ulaş'tan yardım aldığını öğrenen dayım..." diyen Emre gülmeye başlamıştı.


Aslı, yanaklarının kızardığını hissetmişti.


"Ulaş güya kimseye tek kelime etmeyecekti. Hain enişte!"


"Hakan, fazla tesadüfi olan olayları birleştirmiş. Bu olayı anlatınca Ulaş da yardımcı olmak için her şeyi anlatmış. Bu yaptığın dayımın çok hoşuna gitti. Benim ise... Bayıldığımı söylememe gerek yok sanırım. Bu gözü karalığını küçüklüğümden beri seviyorum. İstediğini alana kadar asla durmazsın. Sabırsız olduğun için de her zaman bir kestirmesini bulursun!"


Aslı, dudaklarını ısırdı. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Genç kız gerçekten de... KİT üyesi mi olacaktı?


"Peki ne yapacağım?"


"Öncelikle isim yok!" dedi Emre kararlı bir sesle.


"İsimsiz haber mi olu..."


"Kod adı veya takma isim! Ama asla sen olarak değil.. Hiç kimse (KİT üyeleri hariç) senin bu haberleri yapan kişi olduğunu bilmeyecek. Ve... Bu konu asla tartışmaya açık değil! Dayım planını bana anlattığında tek şartım buydu." diyen Emre kıza bir bakış attı.


"Ben... Tamam diyelim ben kabul ettim, bu olayın üsttekiler tarafından onaylanacağına emin misin? Ben hâlâ çömez bir gazeteciyim ne de olsa!"


"Yaptıkların çömez bir gazetecinin yaptıkları ile uyuşmuyor ama?" dedi Emre kaşlarını kaldırarak.


"Yine de... Senden dolayı mı oluyor bu?"


"'Torpil var mı?' diye mi soruyorsun?"


Aslı duyacağı cevaptan korkarak yutkundu ve yavaş hareketlerle başını salladı.


"Burak ve benim KİT'e torpille girdiğimizi mi düşünüyorsun? Ya da... Bazılarına bakış oldukça genç yaşta Yüzbaşı olmamızın torpil ile olduğunu mu düşünüyor musun?"


Sorulara bir anlam veremeyen Aslı, hayır dercesine başını salladı.


"Neden?.. Ekip lideri dayım! Sürüyle üst düzey tanıdık var. Torpil olamaz mı?"


"Olamaz! Her şeyden önce... Siz bunu asla kabul etmezsiniz. Ve Sinan dayının da kabul edeceğini hiç düşünmüyorum! Hem... Bu ekip torpil ile girilebilecek kadar basit bir şey değil!"


"O zaman sevgilim... Neden kendine torpil yapıldığını düşünüyorsun?"


Soru ile Aslı duraksadı ve mırıldandı.


"Onlarca insan var Emre! Benden daha tecrübelileri..."


"Haklısın!.. Sen olman tesadüf değildi zaten. Dayım senin ekibin bir parçası olmanı istiyor. Ama... Senin o son haberi yapacak kişi olman... Bu tamamen senin başarın!"


"Bu hıza yetişemiyorum Emre... Sinan dayı neden beni ekipte istiyor ki?"


Emre, derin bir nefes aldı. Bugün Buse'si ile konuşmayı planladığı konu bu değildi. Yine de... Bunu konuşmak saatler önce yaşanılan olayı hatırlamasını engelliyordu. Bu yüzden... Peş peşe bu 2 konu ağır gelecek olsa da arabayı bir kenara çekti ve kıza döndü.


"Dayım yanıma gelip seni ekibe alacağını söylediğinde ortalığı ayağa kaldırdım. Senin bu tehlikeli işlere bulaşmanı istemiyordum."


Duraksayan Emre kendi kendine alayla güldü.


"Burak'a, Hilal ekipte diye çıldırdığı tüm o zamanlarda onca söz söyledim... Sen adamlardan biriyle karşılaşmayacağın halde ben böylesine korkuyorsam... O nasıl hissediyordur acaba?"


Hüzünlü bakışlarla kıza bakan adam düşüncelerini bir kenara savmam amacıyla başını salladı.


"Neyse biz... Konumuza dönelim. Dayım tek seni değil, Almina'yı da KİT üyesi yapacağını söyledi. Hatta Masal'ı bizim hastaneye (Ferman amcamın hastanesine) aldırmayı düşünüyor. Orada bir ekibimiz var... Gizlilik sözleşmesi imzalamış durumdalar! Masal'ın kardiyoloji'yi seçmesi ile onu da bu ekibe dahil edebilecek. Hilal ve Aytül de zaten ekipte..."


"Sinan dayı... Bunu neden yapıyor?" diye soran kız aslında alacağı cevabı tahmin etmişti. KİT'e girmenin ne anlama geldiğini yeni yeni anlıyordu.


"Sizin KİT'te olmanız demek bizim size karşı yalan söylemek zorunda kalmayacağımız anlamına geliyor. Sizden... Senden bir şey saklamayacağım anlamına geliyor. Biz 3 yıldır operasyona çıkarken ailemize haber veremiyoruz biliyor musun?.. Yasak! Davayı aldığımız anda, göreve çıkacaksak, KİT üyeleri hariç herhangi biri ile konuşmamız yasak. Göreve ben gittiysem Burak bizimkileri arar. Benden değil ondan öğrenirler gittiğimi... Nereye olduğunu asla bilmezler. Belki sınırdayım, belki sınır dışında, belki de sadece dakikalar vardır aramızda... O anda aynı şehirde olup olmadığımızı bile bilemezler... Görevde herhangi bir boş vakit oldu diyelim. Arayacağın kişi KİT üyesi olmak zorunda. Hani onu arayıp onun vasıtası ile aileyle konuşma falan da yok! Kurallar belli. Uymadığın an... Meslekten atılmayı geçtim... Vatan haini bile ilan edilebilirsin!"


Aslı, titrek bir nefes aldı. Emre, kızın dolan gözlerine baktı ve hüzünle gülümsedi.


"Ailemde bu durumu çok zor da olsa kaldırabiliyorum. Görevlerin ne olduğuna göre süre de değişiyor. Ve ben... Sende bunu yapamam. Sana bunu yapamam! Seni her şeyden bihaber bir şekilde bırakamam. Özellikle ileride... Bir gün benim... Bir gün benim ailem olduğunda bunu yapamam! Bu yüzden... Dayımın teklifini kabul ettim. Üst düzey güvenlik önlemlerinin alınması, takma ad kullanman ve izlenemeyecek bir IP adresi kullanman karşılığında... Kabul ettim! Bunu torpil olarak adlandırsalar da umurumda değil. Yaptığım onca fedakarlık karşılığında istediğim tek şey... Sana gideceğim yeri söyleyebilmek! Günlerce uzakta olduğum bir görevdeyken 5 dakika bile olsa seni arayıp sesini duyabilmek! Yani... Nasıl olursa olsun KİT'te olmanı istiyorum. Geri kalan hiçbir şey umurumda değil!"


Adamın çaresizlikle bakan acı dolu gözleri, kızın kalbini sıkıştırmıştı. Her geçen gün Emre'nin yaşamış olduğu (yaşadığı) olayları duydukça, adamın yaralarının ne kadar da derin olduğunu görüyordu. Kendisinin hayatına girmesi adamın sakladıklarını su yüzüne çıkarmıştı.


"Gerekli kurallarla dolu belgeyi imzalayıp... Ne zaman ekibinize giriyorum?"


Kızın istekli sesi, adamın gözlerindeki acının yok olmasına sebep olmuştu.


"Yani bu... Sonunda Hilal ile davaların dedikodusunu yapabileceğim anlamına mı geliyor?"


Aslı'nın muzip bir sesle sorduğu soru ile Emre neşeli bir kahkaha attı.


"Ah siz kadınlar..."


"Kaç kadın tanıdınız da bu cümleyi kuruyorsunuz Emre Bey?" diyen Aslı'nın sesindeki uyarı tınısı seçiliyordu.


Emre, kızın elini tutarak dudaklarına götürdü ve yumuşak bir öpücük kondurdu.


"Senin bu kıskançlığına ayrı aşığım!"


Duyduğu kelime ile kalbi hızlanan kız, adamın mavi gözlerine baktı ve fısıldadı.


"Bundan sonra... Benden bir şey saklamak zorunda kalmayacaksın."


Mutlulukla gülümseyen Emre başını sallayarak onu onayladı.


"Evet! Artık endişelenmene gerek kalmadı."


Aslı, şükranla gözlerini kapattı. İçindeki yaralı küçük kız yüzünden Emre'ye karşı hep biraz mesafeliydi. Onun kendisinden sakladıklarının bir gün aralarında çok büyük sorunlara yol açacağını düşünüyordu. Ama artık... Böyle bir şey olmayacaktı.


Emre, arabayı çalıştırarak tekrardan İstanbul trafiğine girdi. Huzurla dışarıyı izleyen genç kızın bir anda tüm tüyleri diken diken oldu. Aklına gelen düşünce ile yumruklarını sıktı ve adama bak(a)madan sordu.


"Peki ya... O adam! Ya o adam yüzünden beni ekibe almazlarsa?"


Aklına gelen şeyle Emre direksiyonu sıktı. Parmakları bembeyaz kesilen adam yine (bir anlığına) o güne dönmüştü. Kıvırcığını Eftalya Kafe'nin önünde ezilmekten kurtardığı o güne...


Yaptığı araştırma sonrasında siyah sedanın tefecilere ait olduğunu öğrenmişti genç asker. O tefecilerin mekanını bastığında ise... Gerçek ortaya çıkmıştı. Aslı'nın babası Osman Latin tefeciden büyük bir miktar borç almış kefil olarak da kızını göstermişti. Aslı'nın, denize düşen telefonuna ulaşamayan adamlar da en sonunda ona bir ceza vermeye karar vermişlerdi... Osman Latin'e de göz dağı!


Tüm bunları öğrenen Emre, çılgına dönmüştü. Önce ağız burun tefecilere dalmış, sonrasında da Osman Latin'i bulup hem geçmişin, hem de şimdinin intikamını almıştı. Öyle ki, Burak adamı onun elinden almasa adamı öldürmesi kaçınılmaz olabilirdi.


Attığı tüm dayaklara rağmen siniri geçmemiş olan Emre, Ulaş'ın abisi olan cezaevi müdürü Uraz Yalçın'dan rica etmiş ve tefeciler ile Osman Latin'i F koğuşuna, cezaevindeki en berbat koğuşa koydurtmuştu. Bu esnada da Osman Latin'in tüm pisliklerini ortaya çıkarmış, işçi haklarından ve şiddetten dolayı birkaç davadan suçlandığını öğrenmişti... Sonuç olarak Osman Latin en az 3 yıl boyunca o delikten çıkamayacaktı. İçeride yaşanan olaylara bakıldığında, bu cezası uzayacak gibi görünüyor ve bu da Emre'nin oldukça fazla işine geliyordu.


Emre, Kıvırcığına baktı. Buse, bu yaşananları duyduğunda o adamı zaten sildiğini söylese de, Emre'ye sarılarak hıçkırıklara boğulmuştu. Osman Latin için değildi döktüğü yaşlar... Öyle bir babaya sahip olduğu için, hiçbir zaman hayalindeki baba-kız ilişkisini yaşayamayacağı için ağlamıştı genç kız. Öyle bir adam için, Emre'yi unutmayı seçtiğine ağlamıştı. Şimdi bile o adam yüzünden Emre'ye tam anlamıyla güvenememesine ağlamıştı.


"Merak etme! Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama... O tefeci olayının olması iyi oldu. O adamın hayatında hiçbir yeri olmadığına dair çok büyük bir kanıt o olay! Dayım özellikle bundan yola çıkarak ayarlayacak her şeyi. Sadece biraz zaman... Kısa sürede seninle görüşmeye gelecektir."


Başını sallayan kız, sessiz bir şekilde dışarıyı izlemeye devam etti. Yaklaşık 10 dakika sonra Emre büyük bir deponun önünde arabayı durdurdu. İkili depoya girdiklerinde, Aslı meraklı gözlerle etrafı incelemeye başlamıştı.


"Buradan..." diye mırıldanan Emre nefes alış-verilerinin hızlandığını hissetmişti. Acaba genç kız o odada bulunan şeyi gördüğünde ne tepki verecekti?


Bu düşünceler içindeki adam, büyük deponun sonundaki odalardan birinin yanına gitti ve kapının kulpunu tutarak kıza döndü.


"Ne oluyor Emre? Ne var o odada?"


"Kendin bak!" diye fısıldayarak cevap veren adam, kapıyı açtı.


Aslı Buse, odanın içindeki oyuncak evi gördüğünde elleri ile ağzını kapattı.


"Bu..." 


"Evimize hoşgeldin Kıvırcık Cadım!"


🐱


"Ne kadar da küçükmüş." diye mırıldandı Aslı.


Evin içini incelemeyi bitiren kız dışarı çıkmış ve kendisine bakan mavi gözlü adama sımsıkı sarılmıştı. Evin duvarlarına çizilmiş bir sürü resim, bir sürü yazı vardı. Hepsini de adam yapmıştı! Yıllar sonra parkın yıkılacağını öğrendiğinde bir şekilde oyuncak evi aldığını söylemişti Emre. Ve şimdi... İkili evin duvarına yaslanmış, ayaklarını uzatarak oturuyorlardı. Aslı, kollarında durduğu Emre'ye bakarak cümlesine devam etti.


"O zamanlar bana kocaman geliyordu. Şimdi içine bile zor sığdım... Fazla cimri çıktın sevgilim! O zamanlar 'Burası evimiz olmak için fazla küçük Buse'm!' demeliydin. Tabii hazır evi bulunca... "


Kızın şakacı bir ses ile söyledikleri üzerine Emre başını onun dalin kokan saçlarına gömdü ve güldü.


"Tüh gördün mü foyam ortaya çıktı!" diyen adam, kızı hafiften kendine doğru döndürdü ve gözlerini buluşturdu.


"Yalnız... Uykucu sen devamında dediklerimi duymamıştın!"


"Ne demiştin ki?" diye fısıldayan kızın, adamla aralarındaki mesafenin azlığı yüzünden karnı kasılmıştı. Aslı kalp atışlarının hızlandığını hissederken, buna sebep adam konuşmaya başladı.


"'İnsan eğer birini seviyorsa hep yanında olmak ister. O neredeyse oraya gider, onun olduğu yeri evi beller. İnsanın evi birçok tuğla parçasından oluşan sıradan bir yapı değildir. İnsanın evi sevdiğinin yanıdır... Benim evim sensin zaten. Burası da bizim, ikimizin evi olsun o zaman!'"


Adamın gözlerindeki yoğun aşk ve söylediği cümleler kızın ruhuna işlerken, adam kızın alnına yumuşak bir öpücük kondurdu. Genç kız gözlerini kapatırken Emre tekrardan kızı göğsüne doğru çekti ve sarıldı.


"Bu romantik anı bozacağımı bilerek bir şey söyleyeceğim... Biraz mantıklı düşünelim. O yaşında bu cümleleri bu şekilde kurman biraz imkansız. Hem... Tüm bunları kelimesi kelimesine de hatırlayamazsın. İtiraf et ekleme yaptın di'mi?"


Aslı, gülerek söylediği cümleler karşısında adamın gülmediğini fark ederek ona döndü. Onun ciddi bakışları karşısında kaşlarını çatan kız endişeyle sordu.


"Ne oldu?" 


"Haklısın... Cümleler benim değil! Babam söylemişti. Yiğit babam..."


Aslı Buse, fısıltı ile konuştuktan sonra yutkunan adama baktı. Düşünüyordu da... Belki de Emre ile ilgili hatırladığı en net hatıra o adamdı.


"Yiğit baban... Burak'ın babası! Söylenenleri kelimesi kelimesine hatırlamana şaşmamalı. Rol modelinin söylediği sözlermiş. Hayranı olduğun adamın..."


Emre'nin, Sakarya'ya sürekli gitmek istemesinin tek nedeni Burak değildi. Bir diğer neden de Yiğit Kılıç olmuştu her zaman... Ne zaman Emre gelse adam, tüm işlerini bırakır onlar ile oyunlar oynardı. Onları karşısına alır saatlerce macera hikayeleri anlatırdı. Emre, onun asker olduğunu öğrendikten sonra, aslında o hikayelerin hikaye olmadığını anlamıştı. Fakat asla bunu teyit edememişti. Çünkü... Ölü bir adama soru soramazdınız.


"Başın sağ olsun! Ben o zamanlar... Yanında olmayı çok isterdim."


Bu cümle ile Emre'nin kızaran gözlerinden bir damla yaş düştü.


"Yanımdaydın..." diye mırıldanan adam başını kızın omzuna doğru yasladı ve saçlarından gelen yoğun dalin kokusunu içine çekti.


"Nasıl?" diyerek fısıldayan kız gözlerini kapattı. Sevdiği acı çekiyordu! Bu düşünce ile genç kız gözlerini hızla geri açtı.


Sevdiği demişti... Emre'ye karşı bir şeyler hissediyordu... Doğru! Ama sevgi... Çok güçlü bir duygu idi. Hisleri gerçekten de bu kadar yoğun muydu?


Adamın söylediklerini duyan genç kız, bu sorusuna tüm ruhu ile cevap verdi. Evet! Bu adamı seviyordu... Aslı Buse Karaman, Emre Yankı'ya deliler gibi aşıktı.


"Ne zaman başım sıkışsa soluğu evimizde aldım. Sen yoktun belki ama... Senin ile doluydu burası. Yaşadıklarımızı hatırlayarak, o gün yaşananları unuttum! Çok saçma belki ama... Bu küçük kulübede asla kabus görmedim ben. Annemler defalarca kez beni o parktan topladılar. Bir ara durum o kadar kötüydü ki... Kendileri ile asla konuşmuyordum. Psikoloğa götürdüklerinde de tek kelime etmiyordum. Sessizlik yemininde gibiydim! Gözyaşlarımı döktüğüm tek yer de... Konuştuğum tek yer de burasıydı. Sendin! Sen yoktun ama... Sendin! Sığınağım sendin. Teselli bulduğum yer de anılarımızdı. Sonunda Burak ile konuşabildiğim güne kadar ,yanımda olmasan da, sen benim tek arkadaşım oldun. Burak geldikten sonra da... O günü konuştuğum tek kişi yine sen, sığınağım yine bu oyuncak evdi (sendin)."


Aslı, omzundaki adamın sessiz gözyaşlarını hissetti. Titrek bir nefes alarak yerinde hareket etti ve arkasını döndü. Mavi gözlerini, kızarmış mavi gözlerle buluşturdu.


"O gün?.. Hangi gün?" diye soran kız, sesinin titrediğini hissetmişti. Aslında alacağı cevabı tahmin ediyordu fakat... Adamı, şu anda bile, bu hale getiren o günde neler yaşandığını tahmin edemiyordu.


Emre, kızın ellerine uzandı ve sıkıca tuttu. Babasından dayak yediği her seferinde, küçük Buse'nin kendisine yaptığı gibi...


"Anlat sevgilim!" diye fısıldadı Aslı, adamın gözlerinden ruhunu okumaya çalışırken.


"Ben... 11 yaşındaydım! Sen gideli yaklaşık 2 yıl oluyordu. O zamanlar Yiğit babam pek evde olmazdı. İş için şehir dışında olurdu. Yani... Bu benim bildiğimdi. Aslında... Gizli göreve çıkıyormuş!"


"Gizli görev..." diye mırıldandı Aslı şaşkınca.


"Evet! Eski MİT çalışanıymış. Normalde bıraksa da... Geri çağırmışlar. Son bir görev için! Gerçekten de... Son oldu. Herkesin sonu oldu!"


Kesik bir nefes alan Emre'nin sol gözünden bir gözyaşı firar etmişti. Genç kız, titreyen eli ile o gözyaşını sildi. O mavi gözlerin bu şekilde kızarması canını çok yakmıştı.


"Bir gece... Bir kabus gördüm. Ne gördüğümü hatırlamıyorum. Belki de... Kardeşimin yaşadığı acıyı hissettim. Gerçekten neden ya da nasıl bilmiyorum ama... Ağlayarak uyandım. Nefes alamıyordum. Tek istediğim Burak'ı görmekti. Babam zaten sabah Sakarya'ya gitmek için yola çıkacağımızı söyledi. Ama onu duymuyordum bile. Delirmişçesine kardeşimi görmem gerektiğini sayıklıyordum. En sonunda... Sakinleşmeyeceğimi anlayan annem kabul etti ve yola çıktık. Bir süre sonra arabada uyuyakalmışım. Annem ile babamın sesine uyandım. Ben... Gelmiştik! Camdan baktığımda Burak'ların sokağında olduğumuzu görmüştüm. Fakat... Bir terslik var gibiydi. Burak'ların evine gelmeden önce durmuştuk, Babamın anneme arabada kalın dediğini duydum. Ne olduğuna anlam veremiyordum... Uyku sersemiydim ve... Anlamamıştım ne olduğunu işte. O sırada... Gözüme bir şey ilişti. Karşımda duran evin perdelerinde kırmızı... Kırmızı boya lekeleri vardı. Başka bir eve baktığımda... Aynı izlerin orada da olduğunu gördüm. Beynim gördüğü görüntüyü reddediyordu. Yani... Boyaydı işte! Başka ne olabilirdi ki?.. Tam o sırada annemin inmek üzere arabanın kapısını açtığını duydum. Ve babamın inmemesi için kapıyı tuttuğunu. Ben... Benhayatımda ilk defa babamı o halde gördüm biliyor musun? Gözleri dolmuş, yüzü bembeyaz kesilmişti. Bakışları korku doluydu! Tam o an tüm bedenimin buz kestiğini hissettim. Çok çok kötü şeyler oluyordu. Babamın, anneme 'Polisi, ambulansı ve Sinan'ı ara' demesi... Son noktaydı! Yattığım yerden doğruldum ve kapıyı açtığım gibi dışarı fırladım. Babamın arkamdan adımı bağırması 'SAKIN! DUR OĞLUM!' demesi..."


Daha fazla devam edemeyen adam hıçkırdı ve titreyen elleri ile yüzünü kapattı. Aslı, onun sakinleştirmek için ne yapacağını bilmiyordu çünkü kendisi de aynı durumdaydı. Sevdiği adam daha 11 yaşında ölüm ile tanışmıştı. Bizzat ölü bedenler ile! Ve en beteri ise... Anne ve baba dediği insanlara aitti bu bedenler.


Biraz sakinleşen Emre titrek bir nefes aldı. Bugün burada her şeyi sevdiği kıza anlatmaya kararlıydı. Susarsa bir daha konuşamayacağını hissediyordu. Bu yüzden önce kendi yüzündeki yaşları sildi, sonra da Kıvırcığının yüzündeki... Cebinden çıkardığı peçetenin birini kendine alırken, diğerini kıza uzattı ve bakışlarını ellerine indirerek devam etti.


"Farkettim de... Şu zamana kadar... Sadece iki yerde böylesine hızlı koşmuştum. Biri o gün... Diğeri ise seni arabanın altından kurtardığım gün! O gün kafeye gidip annenle karşılaştığımda, kurtardığımın sen olduğunu farkettiğimde... Resmen krize girmiştim. Şimdi anlıyorum neden öylesine kötü olduğumu. Aklıma yıllar önceki o gün gelmişti. O günkü gibi hissetmiştim!"


Buse, adamın ellerini tekrardan tuttu ve 'Ben yanındayım!' dercesine sıktı. Bu hareket ile güç bulan Emre derin bir nefes alan ve devam etti.


"Hiç bitmeyecek gibi gelen o yolun sonunda... Bir kapı vardı. Kırık bir kapı! Defalarca kez ziline bastığım, üzerinde değişik ritimleri deneyerek sürekli tıklattığım ve... Her seferinde bal gözlü annemin gülerek açtığı kapı!.. Çok güzel gülümserdi biliyor musun? Gözleri ayrı dudaklar apayrı gülerdi! İnsan onu gördüğünde istemsizce mutlu olurdu. Ben aşkı annem ve babamdan değil... Dilek annem ve Yiğit babamdan öğrendim. Onların ilişkisi bambaşkaydı! Kaybetme korkusunu bildiğinden mi, yoksa ilişkiye başlamadan önce yaşadığı zorluklardan mı bilmiyorum ama Yiğit babam çok farklı bakardı ona. 10 km ötedeki insan bile aşkını hissederdi onun! Dilek annem de aynı mükemmel bakışlarla karşılık verirdi bu aşka. Bilmediğimiz bir dilde konuşurlardı... Burak ile onların bu ilişkisini kıskanırdık resmen. Birbirlerinin bakışlarında kaybolunca bizi bile unuturlardı. O gün ikisinden biri ölmeseydi... 'Yaşayan kişi hayata devam edebilir miydi?' diye düşünüyorum bazen. Ve sonuç hep aynı! Sadece nefes alan bir ölü olurdu büyük ihtimal. İkisinin de ölmüş olmasının kardeşimi çevirmiş olduğu ölü gibi..."


Acı dolu bir şekilde gülümseyen adam, kıza baktı.


"Farkettin mi? Nasıl da kaçıyorum ama? O ânı anlatmamak için şu an sana bir sürü anı anlatabilir, tonla saçmalayabilirim. Sırf o kapıdan girdiğimde gördüklerimi anlatmamak için! Ama... Anlatacağım! Anlatmak zorundayım... O olayı ,hiç atlatmayacak olsam da, atlatmam gerekiyor. Burak, yıllardır onlardan bahsetmiyordu fakat artık konuşmaya başladı. Ve ben... Hâlâ onların bahsi açıldığında sadece o günü hatırlıyorum! Burak'a onca şey söylerken... Fotoğraflarına bile bakamıyorum. Ondam gram farkım yok! Hayatımın en büyük itirafını yapayım mı Buse'm? Ben... Yıllarca kardeşimin susmasına bile isteye göz yumdum çünkü... İşime geliyordu. Kaçan tek kişi o değildi! Ben de olanca kuvvetimle kaçıyordum... O günden sonra her daim koşuyordum ve her seferinde sonu o kırık kapıda bitiyordu. Ve ben her seferinde, çığlıklar atarak 'İçeri girme!' diye bağıran iç sesime rağmen... O kapıdan giriyordum! Burak'ı uyandırdığım her kabus... Aslında Burak'ın beni uyandırdığı bir kabustu. Ve maalesef bu bir mecaz değil!.. Onun sayıklamaları ile uyanıp, hemen onu uyandırıyordum. Lise dönemi boyunca onunla sabahlamam, ona eşlik etme isteğimden değil de... Kabus görmeme isteğimdendi! İkimiz de ayrı dağıldık ve ben her seferinde 'Ben böyle hissediyorsam... Burak nasıl hissediyor, nasıl hayatına devam ediyor?' diyerek hayran bakışlarla ona bakıyor ve... Her an tetikte bekliyordum! Çünkü bencil herifin tekiydim! Çünkü kardeşimi kaybetmek istemiyordum ve... Sırf bu yüzden defalarca kez peşinden tehlikeye atladım. Bana kıyamayıp saçma (ama haklı) olan düşüncesinden vazgeçsin ve... Beni bırakmasın diye!"


Duraksayan Emre bakışlarını suçlu bir şekilde yere indirdi. Söyleyene kadar bu şekilde hissettiğini, tüm yaptıklarının bundan dolayı olduğunu anlamamıştı.


"Ben... Teselli cümlelerini pek beceremem Emre'm. O iş hep Hilal'in oldu. Bu yüzden ya zaten... Kardeşinin şu an çok iyi olduğundan eminim ben! Ayrıca... Sen yaklaşmış olsaydın bile Burak'ın konuşmana izin vereceğini hiç sanmıyorum... Hilal'i bile susturdu o! Kıza deliler gibi aşık olduğu her halinden belliyken şu anda bile kaçıyor ondan! Bu yüzden... Lütfen kendini suçlama! Hem... Seni bu kadar iyi tanıyan kardeşin... Sence bu yaptıklarının nedenini anlamamış mıdır?"


Aslı'nın son cümlesi ile başını hızla kaldırıp ona baktı adam. Düşününce... Burak'ın yıllarca susmasının en büyük nedeni Emre'ydi. O gün o mağarada haykırarak 'Ben seni düşündüğüm için susuyorum!' dememiş miydi kardeşi? Bu düşünceler içindeki Emre farkındalık dolu bir nefes aldı. Kıvırcığı haklıydı... Kardeşi her şeyin farkındaydı! Kısa süre sonra iç çeken Emre anlatmaya devam etti.


"Eve ilk girdiğimde hissettiğim ilk şey... Koku oldu. Demirimsi kan kokusunun yoğunluğu genzimi yakmıştı. İkinci farkettiğim şey ise kırmızıya boyanmış salondu. O günden sonra çok uzun bir süre ne bir salon resmi çizebildim ne de kırmızı rengi elime aldım. Öyle ki... Lisede resim hocası ile çok büyük bir tartışmaya girdim bu yüzden. Resim yeteneğimi bilen hoca bir yarışma için resim çizmemi istedi. Çanakkale savaşı resmi! Ona göre istediği oldukça basit bir şeydi. Bir de gülerek 'Bak fena mı olur? Şu gereksiz kırmızı renk fobini de yenmiş olursun bu sayede!' demişti. Kadının hiçbir şeyden haberi yoktu belki ama... Bu sözlerinden sonra hangimiz daha fazla tepki gösterdik hatırlamıyorum. Okul müdürü babam olmasaydı... Belki okuldan bile atılabilirdik. Öylesine fazla tepki verd... Yine konuyu dağıtmaya çalışıyorum!" diye öfke ile söylenen Emre gözlerini kapattı. O günü anlatacaktık. O günü sevdiği kıza anlatacaktı!


"Son farkettiğim şey polar old... Olmadı aslında! İlk farkettiğim şey o polardı! Poların üstündeki kan lekeleri... Polardan fırlayan kanlı bacaklar... Yiğit babamla ne kadar da dalga geçerdik! Polar ayaklarını hiçbir zaman örtemez diye. O gün de öyle olmuştu. Ben... Ben o an öldüm Buse'm! O kanla kaplı poları gördüğüm an... Öldüm. Nefesim kesildi! Tüm hücrelerim 'Hayır!' diye bas bas bağırıyordu. İnkarım öylesine güçlüydü ki... Onlara seslenip neden orada yattıklarını sordum. Yine de her şeye rağmen (deliler gibi korkmama rağmen) bir adım attım onlara... İkinci adımı atamadan babam tuttu görmemem için kendisine çevirdi yüzümü. Bu çok saçmaydı! Çünkü odanın her milimetresini aklıma kazımıştım zaten. Şu an o odayı hiçbir ayrıntıyı atlamadan çizebilirim. Tabii sonrasında da belimdeki silahı alıp kafama sıkarım!.."


Adamın kesin bir dille söylediği cümle ile yutkundu Aslı Buse. Şaka yapmıyordu!


"Babam kendince beni korumaya çalışırken, annemin hıçkırık sesleri kalbime balyoz misali vuruyordu. Babam 'Bakma!' dedi. Bu kelime beni harekete geçiren şey oldu. Babamın kollarının arasından fırladım... Kardeşimin ismini haykırarak. Yani... Ona bakmamak mı? Ben dünyaya gözlerimi açtığımdan beri onu görüyordum ki! Aradaki kilometrelere rağmen, inatla her fırsatta soluğu birbirimizin yanında alıyorduk biz. Benim ona bakmamam aynaya bakmamam gibi bir şeydi! Titreyen ellerimle o poları kaldırdığımda, o yeşil gözleri gördüğümde... Dizlerimin üstüne düştüm. O gün bir parçam orada kaldı benim. O gün... Kardeşimin öldüğü gündü Buse! 'Yaşıyorsun!' diye kurduğum cümleye 'Emin misin?' diye sorarkenki ses tonu... O bakışları! Ben hıçkırıklarla ağlarken tek gözyaşı düşmedi gözünden. O günden sonra da düşen sadece tek bir yaş oldu zaten! Hilal gelene kadar da bu hep böyleydi. Hilal'e olan minnettarlığımı anlatmaya kelimeler yetmez!.. O gün orada bir de kırık bir reçel kavanozu vardı. İncir reçeli! Burak çok sever...di. O günden sonra görünce bile... Bugünkü gibi oluyor. Bugün... Üste yanlışlıkla bir incir reçeli kavanozu kırıldı. Onu gören Burak ayrı... Ben ayrı dağıldım! Seni de görmeye bu yüzden geldim. O günü anlatmak istemiştim ve... Yaptım! Böyle işte."


Sözlerini bitiren Emre ile Aslı başını iki yana sallamaya başlamıştı.


"'Öyle işte' falan değil Emre! Kaçmaya devam ediyorsun!"


Emre, bakışlarını kaçırdı. Kıvırcığı haklıydı! Kaçıyordu.


"Ben... Ne diyebilirim ki?"


"Sevgilim... Lütfen?"


Emre'nin gözünden yeni yaşlar dökülürken titreyen bir sesle anlatmaya devam etti... Düşünmek bile istemediklerini!


"Ben... Örtüyü kaldırırken elime bir şeyin bulaştığını da hissetmiştim önce. Sonra da elim buz gibi bir şeye değdi. Babamın koluydu! Defalarca kez beni tutup döndüren, gıdıklayan, sarılan kol! Buz gibiydi Buse'm! Çok çok soğuktu. Yüzü morarmaya yüz tutmuştu. Göğsünde... Bir mermi vardı. Kıpkırmızıydı! Ben... Sarıldığımda kalp atışlarını dinlediğim adamın kalbinin ortasından bir mermi geçmişti. O görüntüyü asla unutamayacağım... O yeşil gözleri en son ne zaman gördüğümü hatırlamaya çalıştım sonra. En son ne zaman sarılmıştım acaba ona? En son ne konuşmuştuk mesela? Hatırlamıyorum!.. Bilmiyordum ki! Onu son görüşüm olduğunu bilmiyordum. Bilsem daha sıkı sarılırdım. Onu ne kadar çok sevdiğimi söylerdim! Örnek aldığım kişinin kendisi olduğunu söylerdim. Defalarca kez 'Baba' derdim. Yiğit baba dediğime bakma!.. Ben hep ona, onlara baba ya da anne diye seslendim. Başkalarına seslenirken ismi ile söylerdim... Söylerdik! Burak da o güne kadar anneme ve babama anne-baba dedi. Biz 2 anneye ve 2 babaya sahip çok şanslı çocuklardık. Her 'baba' dediğimde iki babam da aynı anda cevap verir ve birbirlerine bakarak kahkaha atarlardı. Her 'anne' dediğimde de..."


Hıçkıran Emre gözlerini kapattı.


"Annemin durumu çok daha kötüydü. Ben... Kalbinin ortasında bir bıçak saplıydı. O an... Elimi yanağına götürüp 'Annem aç gözlerini" demek istedim. Omuzlarından sarsarak' Uyan!' diye haykırmak istedim. Gülmüyordu! Benim güzel gülen annemin gülmediği bir an yoktu ki! O hep gülerdi... Bir an bıçağı çekip çıkarsam, acaba gözlerini açar mı diye düşündüm. Yine 'Benim maviş oğlum' diyerek saçlarımı okşar mıydı? Ya da... O güzel sesiyle tekrar şarkı söyler miydi bana? Gözlerimden düşen yaşları o sıcacık elleri ile siler ve 'Geçti oğlum!' der miydi? Bu son düşünce eline doğru uzanıp dokunmama sebep oldu. Sonrasında ise hızla elimi çektim. O sıcacık ellerinin artık sıcak olmadığı gerçeği ile yüzleşmiştim çünkü. İşin garip yanı... Tüm bu düşünceler belki de 1 dakika içerisinde gerçekleşti. O günden sonra Burak'ta zaman kavramı (belirli anlarda) yok oldu diyebilirim. Bende de bazı anlarda... Özellikle çok stresli olduğum anlarda zaman kavramı takıntısı başladı. Normalde de dakika, saat, gün dikkat ederdim. Bunun en büyük nedeni de... Burak ile tekrar kavuştuğumuzda aramızda yarış yapmamızdı. Birbirimiz ile ne kadar zamandır görüşmediğimizi neredeyse salisesine kadar söylerdik. Kazanan diğerinin dondurmasını alırdı! Ama o günden sonra... Beynimin içinde hep canlı bir saat ile yaşadım ben. O günkü gibi zaman kavramının kaybolmasına asla izin vermedim. Çünkü kaybolması demek o güne yolculuk demekti!"


Emre, cümlesini bitirdiğinde acı dolu gözlerle kıza baktı. Aslı Buse hiçbir şey söylemedi ve sadece adama sımsıkı sarıldı. Bu birçok sözden, teselliden daha değerliydi adam için.


Bir süre sonra, ikisi de biraz sakinleştiğinde, sevdiğinin kulağına doğru fısıldadı genç kız.


"Seni çok seviyorum. Şu an karşımdaki adamı da... Yıllar önceki o çocuğu da çok seviyorum. Benimle ruhunu paylaştığın için teşekkür ederim evim!"


🦋 


Hilal hayranlıkla karşısındaki ahşap otele bakıyordu. Renkli Hayaller Oteli!



"Ama burası... Çok güzel!" diyen kız, dışı böyle ise içerisinin nasıl olduğunu merak etmeye başlamıştı.


Arabayı kilitleyen Burak, kızın yanına geldi ve elini uzattı. Hilal hiç tereddütsüz uzatılan eli tuttuğunda, ahşap yapıya doğru yürümeye başladılar.


"Lale, otantik şeylere bayılır. Caner ile ilk tanıştıklarında oldukça otantik bir kahvaltı bahçesinde çalışıyor aynı zamanda da işletme okuyormuş. O zamanlar Hava Harp Okulunda okuyan Caner abim ise izinlerinde sürekli o kahvaltı bahçesinde alıyormuş soluğu... Sırf değişik enerjili o çılgın kızı görmek için! 3 yıl önce açtılar burayı... İşletme belgesi olan Lale'nin üzerine. Yine de her zaman burada olamıyorlar. Söylemiştim! O olaydan sonra Caner, Hava Harp Okulu'nda eğitmen oldu. Okulun olduğu Bakırköy buraya yaklaşık 45 dakika uzaklıkta... Özellikle kışın belirli bölümlerinde burayı Caner'in ablası Sude işletiyor. İçerisi dışından daha da güzel! Yaz, kış asla boş kalmaz diyebilirim. Mutlaka birileri olur. Az ileride bir kamp alanı var ve... Genelde oradakiler çay, kahve içmeye bazen de yemek yemeye buraya gelirler. Ama bir sır vereyim... Hepsinin gelmesinin tek nedeni Lale'nin mükemmel tatlıları!" dedi Burak gülerek.


Hilal, yanındaki adama baktı. 4 yıl önce Caner'i bayıltması tek adamın değil Lale'nin ve ikizlerin de hayatını kurtarmıştı.


Haberlerden olayı öğrenen Lale sancılanmış ve hemen hastaneye kaldırılmıştı. Fakat kadın, Caner'den haber almadan doktorlarla iş birliği yapmayı reddetmiş ve kocasının yaşadığını söyleyen yetkililere de inanmamıştı. O gelmeden doğurmayacağım diye tutturmuş ve hıçkırıklarla ağlayan kadını kimse susturamamıştı. Onun bu ruh hali bebeklerde ve kendisinde hayati tehlikeye yol açmıştı. Kadın, sonunda kocasının araması ile sakinleşebilmişti.


Caner, karısına doğuma girmesini ve mutlaka ikizler doğmadan önce yetişeceğini söylemiş ve... Sözünü tutmuştu. Hiç kimseye bırakmadan helikopteri kendisi kullanan adam, tüm sınırları zorlamış ve CeyCey'ler doğmadan yetişmişti. Ufaklıklar da babalarının geldiğini hissetmişçesine, Caner doğumhaneye girdikten sadece 3 dakika sonra, 2 dakika arayla doğmuşlardı.


Kızlarını kucağına alan Caner'in tüm kalbi, ruhu sevinçle dolu olsa da... Aklı silah arkadaşlarında kalmıştı. Gecelerce bir damla uyku uyumamış, acısını çocuklarının melek kokusunu koklayarak, karısının kollarında teselli bularak geçirmeye çalışmıştı. Ve bir gün beklediği telefon gelmişti. Telefonu korkarak açan adam... Sinan Kor'un 'Yaşıyorlar. Hepsi tek parça! Yakında üsse iniş yapacaklar' demesi ile düşercesine koltuğa çökmüş ve hıçkırıklara boğulmuştu... Kardeşleri ölmüş olsaydı bu vicdan azabıyla hayatına hep eksik devam edeceğinin bilincinde idi...


Üsse hızla ulaşan adamın (karşısında berbat haldeki dörtlüyü gördüğünde) yaptığı ilk şey Burak'ın suratına yumruğu geçirmek olmuştu. Orada bulunan komutanları ve diğerleri beklemedikleri bu hamle karşısında şok içinde kalırken, Burak özür dilercesine gülümsemişti. Caner'in ikinci yaptığı şey ise... Adamı kendisine çekip sımsıkı sarılmak olmuştu. Caner Dağlı'nın, Burak Aslan'a (Kılıç'a) tam tamına 4 can borcu (şu an hamile olan karısının karnındaki oğlu da düşünülürse 5 can borcu) vardı. Ve adam ömür boyu ne yaparsa yapsın bu borcu ödeyemezdi. Bu yüzden de tek dileği... Kardeşinin mutlu olmasıydı.


Kızlarının çığlık çığlığa koştuğu noktadaki el ele tutuşmuş ikiliyi gören Caner... Dileğinin yerine gelmiş olduğunu farketti ve karısına, uzun zamandır kayıp olan kurtun, bahçe sınırlarına giriş yaptığını haber vermeye gitti.


🦋 


"BURAK ABİİİİİİ" diye koşarak kendilerine gelen iki esmer küçüğü gören Hilal, gülerek adamın elini bıraktı ve geriye çekildi. İki küçük kız, son hızla kendisine doğru gelirken, Burak tek dizinin üzerine çöktü ve kollarını açtı. Ufaklıklar aynı anda adamın boynuna atladığında, Burak kahkahalarla gülmeye başlamıştı.


"Özlediniz mi beni?"


"Eveeeeeet!"


"Eveeeeeet!"


İkizler her zamanki gibi aynı anda cevap vermiş ve yine her zamanki gibi birbirlerine sinirle bakarak devam etmişlerdi.


"Ben daha çook!"


"Ben daha çook!"


"Hayır ben!"


"Hayır ben!'


Hilal, aynı anda konuşup aynı anda aynı mimiği yapan küçüklere bakarken gülmeye başladı.


Onun, sesini duyan adam bakışlarını çocuklardan çekip kıza döndürmüştü. Adamın yoğun bakışlarla kendisini izlediğini hisseden Hilal, gülümsemeyi kesti ve ona bakmaya başladı.


Burak şu an nasıl bir şaheser olduğunun farkında mıydı acaba?


Kollarındaki iki küçük, sevgiyle ona sarılmıştı. O da aynı sevgi ile küçükleri kollarına almıştı. Hilal yutkundu. Bu sahne... Gözüne çok güzel görünmüştü. Bir gün Burak'ın kollarında... Ahşap binanın önündeki hareketliliği görünce düşüncelerini bir kenara attı ve o tarafa döndü. Düşüncelerinin fazla tehlikeli bir tarafa kaydığını fark etmişti genç kız.


Kendini toparlamaya çalışırken Lale ve Caner olduğunu tahmin ettiği ikili yanlarına geldi. İkizler yetişkinlerin tanışma faslında, üzerlerindeki ilginin kaybolacağını hissederek surat astılar. Ve geri çekildikten sonra az ilerideki parka doğru koştular. Burak ise onların peşinden bir bakış attıktan sonra ayağa kalktı ve gelenleri selamladı.


"Hayırdır? Sen beni görmeye gelir miydin?" diye sordu Caner kaşlarını kaldırarak.


"Off Caner! Gelen adama dediğine bak. Sen onu boş ver... Çok hoş geldin Kahramanım!" diyen Lale hamile karnının izin verdiği ölçüde Burak'a sarıldı.


"Boş veriyorum zaten güzellik! Onun için gelmedim ben. 3 güzelliği özledim de geldim." diyen Burak, Caner'e bir bakış atarak Lale'ye sarıldı.


"Bunu yaparken yanındaki bu güzel hanımefendiyi getirmen de çok iyi olmuş. Teşekkür ederim!" diyen Caner dudaklarındaki intikamcı gülümseme ile Hilal'e döndü.


Dudaklarını ısıran Hilal, gülmemek için kendini zor tutuyordu. Burak'ın aniden Lale'yi bırakması ve yanına gelmesi ile tuttuğu kahkahayı daha fazla tutamadı ve kahkahalarla gülmeye başladı.


"Yıllardır gözlerimin içine baka baka karıma, kızlarıma sulanıyorsun oğlum! Nasıl oluyormuş?" diyen Caner kollarını birbirine kavuşturmuş sırıtıyordu.


Burak'ın bakışları karşısında Hilal'in gülmesi şiddetlenirken adam, derin bir nefes aldı ve kıza döndü.


"Çok mu eğleniyorsun?"


"Hem de çoooook!" diyen Hilal, adamın memnuniyetsiz bakışlarına rağmen gülmeyi kesmememişti. Gözlerini deviren Burak'ın bu konuda kendisine pek de yardımcı olduğu söylenemezdi.


"Bunun rövanşını çok pis bir şekilde çıkartacağımı düşünerek... Eğlenmeye devam edebilirsin Kelebek!"


"Hep bir tehdit, hep bir tehdit!" diye söylenen Hilal gözlerini devirdi.


Saniyeler önce aynı hareketi yapan adam, bıyık altından güldükten sonra mırıldandı.


"İstersen uymak zorunda değilsin!"


"Sonra da 3. Dünya savaşını başlatalım di'mi? Yok sağ ol! Ben almayayım. Yalnız Burak... Adam akıllı eğlenmeme bile izin vermiyorsun resmen!" diyen kızın sesindeki isyanın arkasındaki eğlenceli tını hissediliyordu.


"Çok eğlenmek istiyorsan seni bir ara eğlence parkına götürürüm." dedi Burak rahat bir şekilde.


"Hatırlatırım ama!"


"Gerek yok. Unutmam ben!" diyen adam ukala bir şekilde güldü.


Bunun üzerine kaşlarını kaldıran Hilal, adam yandan bir bakış attı.


"Şimdi burada kaç aydır unuttuklarını(!) hatırlatmak vardı da... Sen onlara dua et!" diyen kız eli ile Canerleri göstermişti.


Kızın sözleri üzerine gülen adam, ellerini dua yaparmışçasına açtı ve birkaç saniye öylece durduktan sonra yüzüne sürdü ve mırıldandı.


"Ettim!"


Burak'ın böyle bir hareket yapması karşısında hepsi ona bakakaldı.


3 kişinin şaşkınlık dolu bakışları karşısında kahkaha atan adam "Yüzünüzün halini görmelisiniz!" dedikten sonra daha çok gülmeye başlamıştı.


"Hilal bu adama n'aptın Allah aşkına? Yani bu da çok... Korkut'ça olmuş! Şunun frekansı biraz daha Emre, Serkan falan yapsak? Korkut olmasın ama. Lütfen!"


Caner'in cümlesi üzerine gülen Hilal, Burak'a bakarak "Antenlere söylerim..." diye mırıldandı.


Caner, kastedileni anlamasa da Burak'ın dudaklarında beliren gülümseme, mesajın merciğine ulaştığını gösteriyordu.


"Bizi tanıştırmayı düşünmüyor musun Burak?"


Lale'nin sorusu üzerine ellerini cebine sokan Burak gözlerini kısarak kadına baktı.


"Az önce kocanın, ismi ile seslendiğine bakarsak... Zaten tanıyorsunuz!"


"Tanıştırmayacak mısın yani?" diye sorusunu farklı kelimeler ile yineledi Lale.


Kadının tanıştırana kadar bunu tekrarlayacağını bilen Burak, derin bir nefes aldı ve Hilal'e döndü.


"Zaten tanıyorsun ama... Lale ve eşi Caner!.."


Duraksayan Burak bu sefer de Lale'ye döndü.


"Ve bu da Hilal!" 


"Yani?" diye soran Lale'nin amacı belliydi. Burak ağzını açtı ve hemen sonrasında kapattı. İnsanlar sıfatlara ne de çok önem veriyordu! Haksız değillerdi belki ama... Aralarındaki ilişkiden kime neydi ki?


"Arkadaşım!" dedi en sonunda. Her ne kadar sıfatları deliler gibi kullanmak istese de... Çözmesi gerekenleri çözmeden olmazdı!


Adamın cümlesi üzerine Hilal şaşkınca ona baktı ve Farsça konuşmaya başladı.


"از کسب و کار دوستیابی به دوستی ؟ این یک موفقیت واقعی است."

(İş arkadaşlığından arkadaşlığa terfi? Bu gerçekten de büyük bir başarı.)


Burak, Farsça konuşan kızı duyduğunda gülümsedi. Ela gözlerdeki şaşkınlık sesine yansımıştı. Bugün onlar için bir milattı resmen. Burak'ın, anlattıklarından sonra susmaya pek de niyeti yoktu. Bu yüzden dudaklarındaki gülümseme büyürken konuştu.


"چرا شما تعجب پروانه؟ اگر شما در حال حاضر مثل این... اگر شما می توانید از تبلیغات غیر رسمی من شمارش نمی شنوند... من فکر می کنم شما دمدمی مزاجی!"


(Niye bu kadar şaşırdın Kelebeğim? Şu an bu haldeysen... Saymadığım gayri resmi terfileri duysan... Çıldırırsın sanırım!)


Hilal, kesik bir nefes aldı. Saymadığım gayrı resmi terfiler... Genç kız, Burak'ın kaç farklı cümle ile onu sevdiğini haykırabileceğini gerçekten de merak etmeye başlamıştı.


"Gençler özelse biz çıkalım?" diyen ses karşısında bakışmayı kesen ikili, eğlenen bakışlarla onları izleyen Caner'e döndü.


"Yok gerek yok! Siz çıkmak zorunda kalmayın diye Farsça konuşuyoruz. Gerçi... Zaten dışarıda olduğumuza bakılırsa... Nereye çıkmayı düşünüyordun?"


Burak'ın buz gibi olan esprisine katıla katıla gülmesi üzerine Hilal, yüzünü ekşiterek gözlerini kapattı. İçten içe adamın bu hali hoşuna gitmiş olsa da fazlası biraz fazlaydı sanırım.


Saniyeler sonra kulağının dibindeki nefesi hissettiğinde, genç kızın ensesindeki tüm tüyler havaya kalkmıştı.


"Hiç kapatma o güzel gözlerini. Beni sen bu hale getirdin... Katlanacaksın!"


Adamın fısıldayarak kurduğu cümlesi üzerine dudaklarında mükemmel bir gülümseme beliren Hilal, gözlerini açtı ve yeşil gözlere mutlulukla baktıktan sonra aynı fısıltı ile karşılık verdi.


"Çok da iyi yapmışım!.. Merak etme sonsuza kadar katlanmayı düşünüyorum. Ama bu tepki vermeyeceğim anlamına da gelmiyor Bay Soğuk Nevale! Bu arada... Lakabının nedenini de anlamış oldum sayende. Teşekkürler!"


Burak, şaşkın bakışlarla kıza baktıktan sonra güldü. İkisi de, lakabın nedeninin bu saçma espriler olmadığını çok iyi biliyorlardı. Fakat kızın olayları öylesine mükemmel bir şekilde çarpıtma özelliği vardı ki... Burak tam şu anda nedenin bu olduğuna inanabilirdi.


"Burak abi!"


"Burak abi!"


Senkronize bir şekilde söylenen bu kelimeler Hilal'in gülümsemesine neden oldu. Bu iki cimcime çok tatlıydı. Burak da aynı şeyi düşünüyor olacak ki gözlerindeki gülümseme ile cevapladı çocukları.


"Efendim CeyCeyler?" diyen adam yere çömelmiş ve çocuklar ile aynı boya gelmişti.


"Bu abla kim? Sevgilin mi?"


"Bu abla kim? Sevgilin mi?"


Soru üzerine Burak'ın bakışları kızı buldu. Başka bir zaman olsa Hilal 'Hadi yiyorsa cevap ver bakalım!' dercesine bir bakış atardı. Fakat adamın gözlerindeki hüzün bulutu, öyle bir bakış atmayı geçtim, olaya el atması gerektirdiğini hissettirmişti.


Bu yüzden Hilal de adam gibi çömeldi ve elini uzatarak adını söyledi.


"Ben Hilal! Sen hangi Cey'sin bakalım?"


"Tahmin et!" diyen küçük cimcimenin gizemli bir şekilde gülümsemesi, onun bu oyunu daha önce defalarca kez oynadığını gösteriyordu. İki numaralı cimcime de geldi ve meraklı bakışlarla Hilal'e bakmaya başladı.


"Bilirim ama!" dedi Hilal kendinden emin bir şekilde.


"Daha ilk defa tanıştık. Bu yüzden bilemezsin!" dedi iki numaralı cimcime.


"Ben bilirim dersem bilirim Ceylincim!"


Küçük kızın gözleri kocaman açılırken, Hilal, havada kalan elini birinci cimcimeye gösterdi.


"Ama Ceylancım elim havada kaldı!"


"Sen nasıl? Ama ama... Babannem bile bizi yanlış biliyor bazen."


Yan tarafındaki çoçuğun şaşkın cümlesi ile genç kız güldü.


"Aa-aa! Siz tek tek konuşabiliyor muydunuz Ceylin?" diyen Hilal elini aşağı indirmişti.


"Ceylan? Ağzını kapatmazsan sinek kaçabilir bence!" dedi karşısındaki cimcimeye.


"Bu bir teşatüf!" diyen Ceylan kollarını birbirine kavuşturmuştu.


"Evet. Çok çok teşatüf hemde!" diyen Ceylin de aynı şekilde kollarını kavuşturdu ve sağ ayağını yere vurdu.


"Teşatüf mü değil mi öğrenebiliriz... Tabii isterseniz?"


"Nasıl?" diye sordu Ceylin, ona biraz daha yaklaşarak.


"Şimdi siz içeri gider kıyafetlerinizdeki farklılıkları çıkartırsınız. Hmm üzerinize bir bakayım... Heh! Ceylin sen şu çoraplarını değiştirip ikizinle eş olanı giy. Başka farklı bir şey de yok zaten üstünüzde. Biz de şimdi içeri gireceğiz zaten. Yanımıza geldiğinizde... Tekrardan kimin kim olduğunu söyleyeyim. Kabul mu Ceycey'ler?"


Hilal'in sorusu üzerine küçük cimcimeler hevesle başını sallayıp içeri doğru koşuşturmaya başladı. Hilal doğrulurken Leyla şaşkın bakışlarla ona bakıyordu.


"Gerçekten nasıl bildin? Tesadüf müydü?"


"Söz konusu ben olduğumda hiçbir şey tesadüf değildir!"


Kızın söylediği cümle üzerine Burak, şakacı bir esefle başını salladı.


"Şuna bak şuna! Sonra da ukala ben oluyorum. Siz hayatınızda bu kızdan daha ukala birini gördünüz mü acaba?"


"Gördük. Sen!"


"Sen varsın ya oğlum!"


Lale ve Caner'in cümlesi üzerine Hilal, memnuniyet ile sırıtmaya başladı.


"Seni görmüşler Alfa'm!"


"Marifet gösterende..."


Burak'ın yoğun bakışlar ile kızı izlerken kurduğu kısık sesli cümle ile Hilal'in sırıtışı, sevgi dolu bir gülümsemeye dönüştü.


Adam da, diğerleri gibi kendisindeki bu değişim karşısında şaşkındı. Sürekli gülmek istiyor, sürekli... Birilerine laf atmak, boş lakırdılar yapmak istiyordu. Attığı kahkaha sesi, her seferinde aklına babasının kahkahalarını getirirken bu durum (ilk defa) kötü hissetmesine neden olmuyordu. Aksine gurur duyuyordu. Alfa'nın oğlu küçük Alfa, babasının (bu hayattaki ilk kahramanının, örnek aldığı ilk insanın) izinden gidiyordu.


"Yine nerelere daldın?"


Kızın, oldukça yakınından gelen sesi ile Burak bakışlarını ona çevirdi. Aralarında oldukça az bir mesafe vardı ve elaları buradan mükemmel görünüyordu. Burak, kızın yanağını okşama isteğine karşı koydu. Lale ve Caner az içeri girseler ne olurdu sanki?


Kızın endişeli gözlerini görünce ona mutlu bir gülümseme bahşetti.


"Bu sefer... Derin olsa da güzel yerlere daldım. Sen varken gayrısı mümkün değil zaten!"


Adamın bakışlarını inceleyen kız, oradaki mutlu ifadeyi görünce derin bir nefes verdi.


"Sözlerime inanmayıp, gözlerimi incelemen..." dedi Burak sıkkın bir şekilde. Sonrasında derin bir nefes alan adam, kendi kendine söylendi.


"Buna sebep olan ben olduğum için kızamıyorum da!"


"Sebep kendisi olduğundan kızarmıyormuş'muş! Sanki bana kızabiliyorsun da..." dedi Hilal, adama bilmiş bir bakış atarak.


Onun bu tavrı adamın gülmesine neden oldu. Hilal'in istediği de zaten bu olduğu için gözleri neşeyle parladı. Genç kız, sevdiği adamın hüzünlenmesini istemiyordu!


Tüm bunları sessiz bir şekilde izleyin Lale, kocasının kollarının arasına girdi ve başını onun göğsüne yaslayarak gözlerindeki yaşları gizledi.


"Hamilelik hormonları yine sahalarda sanırım!" diye mırıldanan Caner sıkıca karısına sarıldı.


Gözlerinden sessiz yaşlar akan kadın, başını usulca salladı. Burak'tan sadece 4 yaş büyük olsa da anneliğin verdiği his ile onu evladı gibi görüyordu.


Yıllar önce o berbat operasyondan sonra Burak ile görüşmek istemişti. Daha öncesinde birkaç kere görüştüğü adam, o zamanlarda kendisini pek de sıcak olmayan (oldukça soğuk) bir şekilde karşılamıştı. Fakat o zamanlarda bile Lale karşısındaki adamın bir derdi olduğunu hissetmişti. Ceycey'lere hamile iken karşılaştıkları bir seferde dudaklarında anlık beliren hüzün dolu gülümseme bunu kanıtlar nitelikte olmuştu.


Ama asıl Burak'ı tanıdığı gün, o olaydan sonraki gün olmuştu. İkizlerin huzurlu bir uykuda olduğu bir zamanda girmişti Burak odaya. Gözlerindeki yorgun bakışları gören bir insan onun 24 değil de 54 yaşında olduğunu zannedebilirdi. Bu bakışlar dağda geçirdikleri günlerin zorluğun çu kanıtlar nitelikteydi. Lale, kocasını binbir zorlukla odadan göndermiş ve rahatsız bir şekilde koltukta oturan Burak'a bakmıştı.


'Çok çok teşekkür ederim. Sen... Bir aileyi yok olmaktan kurtardın!" demişti Lale. Ve o an adamın gözlerinden çok büyük bir acı geçmişti.


'Teşekkür için yapmadım!' diyen Burak, oldukça soğuk bir sesle konuşmuştu.


'Kimsin sen?' 


Lale'nin sorusu üzerine Burak şaşkınca 'Ne?' diye sormuştu.


'Kimsin sen? Gerçekten de... Bu görünen kişi misin? Soğuk, alaycı... Ne yaşadın da böyl...'


Burak, hızla ayağa kalkmış ve kendi kendi mırıldanmıştı.


'Buraya gelmemeliydim!'


Bunu söyleyen adam tam kapıya yönelmişken, duyduğu bebek ağlaması ile duraksamıştı. Ağlayan bebek sayısı anında ikiye çıktığında Lale, iç geçirmişti. İkizlerin olmasının en zor yanı da buydu. Biri ne yaparsa diğeri de her zaman onu yapıyordu.


Hızla ilk uyanan (daha çok ağlayan) Ceylin'in yanına koşan kadın, onu alıp susması için sallamaya başlamıştı. Ceylin ağlamaya devam ederken Ceylan'ın ağlayaşı da şiddetlenince elmecbur onu da alacakken, yanından iki kol geçmiş ve Ceylan'ı almıştı. Gözlerindeki şefkat ile (daha 40'ı yeni dolmuş) bebeği aşina hareketlerle sallayan adama bakan Lale, kapıda duran kocasını farkedince o tarafa bakmıştı. Göz göze gelen ikilinin o anda kalbinden geçen tek istek, onları kurtaran bu yaralı adamı da bir gün birinin kurtarması olmuştu...


"Abla?" 


Duyduğu cümle ile düşüncelerinden sıyrılan kadın, kocasından ayrıldı ve gözündeki yaşları sildi.


"Ablaymış... Sensin abla! 3. çocuğuma hamile olabilirim ama kazık kadar adamın abla diyeceği kadar da yaşlı değilim Burak Bey!"


Lale'nin bu ani çıkışı karşısında Burak güldü ve Hilal'e dönerek konuştu.


"Ani duygu değişimleri yaşayan tek biz değilmişiz Kelebeğim!"


"Yalnız Alfa'm... Kadın hamile ya hani... Ondaki bu durum doğal. Anormal olan bizimkisi!"


"Biz normal miyiz de ilişkimiz normal olsun?" diyen Burak yapacak bir şey yok dercesine omuz silkti.


Hilal, adamı onayladıktan sonra tatlı gelen kapı önü muhabbetini içeriye taşımak için otele girdiler.


🦋 


"Yani sen... Burak'ın daha öncesinde 'Ceylan'ın gamzesi sağda, Ceylin'inki solda' dediğini hatırladın da, o yüzden mi bizimkileri karıştırmadın?" diye sordu Caner.


Hilal başı ile onayladı. 


"Çok dikkatlisin!" diyen Lale takdir dolu bakışlarla kıza bakıyordu.


Bu bakışlar karşısında utandığını hisseden Hilal "Yani biraz!" diye mırıldandı.


Ve bu cümlesi üzerine salonda neşeli bir kahkaha yankılandı. Öyle ki az ileride dergi okuyan birkaç konuk başlarını onlara çevirmişti. Bu konuklardan sahte kızıl saçlara sahip kadının kahkaha atan Burak'ı süzdüğünü fark eden Hilal derin bir nefes aldı. Umarım kan çıkmazdı!


"Mütevazilik senin lügatinde mevcut muydu Asena Hanım?" diyen adamı duyunca bakışlarını ona çevirdi genç kız.


"Sizde olduğu kadar Alfa Bey!"


Tam o sırada küçük ikizler koşarak geldiler ve Hilal'in önünde durdular.


"Ben kimim?"


"Ben kimim?" 


İkisinin de hevesle (aynı anda) sorduğu soru üzerine, Hilal sevgi dolu bir kahkaha attı. Ve onların bu tatlılığına dayanamayarak önce Ceylan'ı sonra da Ceylin'i aldı ve ikisini de (ayrı ayrı) dizlerine oturttu. Çocukları kucağına alırken, bir yandan da kim olduklarını söylemeyi ihmal etmemişti.


"Sen Ceylan'sın ve seeeen de... Ceylin'sin!"


İkizliğin hakkını tam anlamıyla veren küçükler, aynı şaşkın surat ifadesi ile birbirlerine baktı ve aynı şaşkın ses ile aynı cümleyi kurdular.


"Gerçekten bildi!"


"Gerçekten bildi!"


Gülmeyi durduramayan Hilal bu tatlı cimcimelere baktı ve "Öpebilir miyim sizi?" diye sordu.


"Önce ben!" 


"Önce ben!" 


"Hayır ben!"


"Hayır ben!'


Dudaklarını ısıran Hilal ne yapacağını bilemeyerek karşısındaki ikizlere baktı.


"Ama..." 


Önce yanına oturan bedeni, sonra da sol dizindeki çocuğun alınması ile gelen hafifliği hissetti.


"Hayır ben!" 


Duyduğu cümle ile afallayan kız Burak'a baktı. Adam muzır bakışlarla kendisine bakıyordu.


Bu şakacı bakışlara rağmen Hilal ağzından dökülen "Ne?" nidasına engel olamadı.


Onun bu şaşkınlıkla karışık heyecan dolu bakışları, adamın gözlerindeki eğlencenin, yoğun bakışlara dönüşmesine neden olmuştu.


"Tamam o zaman Burak abi! Önce sen beni öpebilirsin... Hilal abla da Ceylin'i öper. Ama sonra yer değiştireceğiz. Annem ve babam hep öyle yapıyorlar. Ve çoook da eğlenceli oluyor!"


"Ha?" diyerek kolundan çekiştiren kucağındaki çocuğa şaşkınca bakan Burak, onun ne söylediğini hatırlamaya çalışıyordu.


Ceylan kollarını birbirine bağladı ve kaşlarını çatarak "Sen beni dinlemiyor musun?" diye sordu.


Bunu yaparken kucağında durduğu (trip attığı) adamın göğsüne doğru sokulması oldukça ironikti. Ve Hilal, bu ironiye kalbini bırakmıştı. Burak'ın insanlar üzerindeki etkisini böylesine anlatan bir an daha olabileceğini sanmıyordu.


"Hiç öyle bir şey olur mu Ceylanım? Ben sadece... Tamam dediğin gibi yapalım o zaman!" diyen Burak yardım istercesine Hilal'e baktı. Neyi dediği gibi yapıyorduk? Ceylan ne demişti ki?


Hilal, adamın yardım çığlığını karşılıksız bırakmazken, bir yandan da 'Gerçekten de adamın tüm kontrolünü kaybetmesine neden oluyorum!' diye düşünüyordu.


"Evveeet. O zamaaaan.... Önce kucağımızda olan Cey'i öpücük krizine boğuyoruz. Sonra da diğer Cey'i alıp aynısını ona yapıyoruz. Sen de bunu kabul ediyor musun Ceylincim?"


Küçük kız başını sallarken, bu olaya şahit olan Lale ve Caner sessiz kahkahalar atıyorlardı.


"Birisi bana Burak'ın bu hale geleceğini söylese asla inanmazdım. Bu adam girdiği her ortamda kontrol manyaklığı ile nam salmış durumda!" dedi Caner, karısının kulağına doğru eğilerek.


Lale çektiği video'yu kapattı. Çektiği fotoğraflar ile birlikte Burak'a göndermek üzereydi ki... Kocası tarafından engelledi.


"Yapma!" 


Caner'in oldukça ciddi bir ses ile söylediği cümle ile Lale şaşkınca ona baktı.


"Neden?"


"Bir keresinde Burak'a 'Babalık sana çok yakışırdı!' demiştim. Bana bakışı... Ne olduğunu bilmiyorum ama o adam çok yaralı Lalem! Bu cümleyi söyledikten sonra her ay beni arayan, beni ziyaret eden adam, aylarca yanıma gelmedi. Telefon etmemekle kalmadı telefonlarımı bile açmadı!"


"Tamam ama..." diyen Lale karşısındaki manzaraya baktı. Burak ve Hilal çocukları kanepeye yatırmış (kendileri de kahkahalar atarak) onları gıdıklıyorlardı. Telefonu ile onların bu karesini de ölümsüzleştirdikten sonra kocasına döndü.


"Baksana! Şu an karşımızdaki adam o Burak değil. Aynı tepkiyi vermez!"


"Haklısın!.. Aynı tepkiyi vermez, milyar kat daha fazlasını verir. Ve o kızın bunu kaldırabileceğini hiç sanmıyorum!"


Lale, kaşlarını çatarak kocasına döndü.


"Niye böyle düşünüyorsun?"


"Burak, sevdiği her halinden belliyken kızı niye 'Arkadaşım!' olarak tanıştırdı sence? Ya da kız, gözlerinden ve sözlerinden sevgisini haykırırken neden buna neden razı oldu?"


Caner'in oldukça ciddi bir sesle söyledikleri üzerine Lale duraksadı ve elini istemsizce karnına götürdü. Bu dünyada anne olmak, ebeveyn olmak, kadar mükemmel tek bir duygu vardı. O da aşktı! Ve ikisi de kendi kulvarlarının birincisiydi.


Karşısındaki ikili aşk kulvarında, belki bazen tökezleseler de, başarı ile yüzüyor gibi gözüküyordu. Fakat diğer kulvar... Çok çok daha büyük bir meseleydi. Hele de çiftlerden biri asker gibi tehlikeli bir işte ise... Lale bakışlarını kocasına çevirdi. Doğumuna 2 ay kalan kadın, bazı geceler çok kötü kabuslar görüyordu. Hatta sırf bu yüzden Caner, akademideki işinden uzun süreli izin almıştı. O kabuslarda Caner bu doğumunda da tehlikede oluyor ve bu sefer... Hem onu hem de bebeğini kaybediyordu Lale.


Kadın dolan gözlerini, kızları ile oynayan adama çevirdi. Gerçekten de Burak'tan mükemmel bir baba olurdu. Ama önce... Kaçtıklarını kabullenmesi gerekiyordu. Lale'nin çektiği fotoğraflar ile videoyu ona göndermesi demek... Adamın daha fazla kaçamaması anlamına gelirdi. Kadın, telefonunun ekran kilidini kapattı ve derin bir nefes aldı. Bu resimleri göndermek demek, pandora'nın kutusunu açmak demekti ve bu... Çok büyük bir felakete neden olurdu!


🦋 


"Eee nasıl tanıştınız?" diye sordu Lale meraklı bir sesle.


Oldukça yorulan ikizler, öğlen uykusuna yatmışlardı... Tabii ki de Hilal ablalarından ve Burak abilerinden uyandıklarında gitmemiş olacaklarına dair kesin bir söz aldıktan sonra!


Lale'nin sorusu karşısında Burak'ın gözlerinde pişmanlık belirdiğini fark eden Hilal, derin bir nefes aldı. Bu çok saçmaydı! Evet ilişkilerinin ilerlemesi, hatta teknik olarak başlaması o zorunlu görev sayesinde olmuştu fakat... Asıl tanışmaları başkaydı ki! Bu yüzden de adama bir bakış atan genç kız, kendisine hevesle bakan Lale'ye döndü ve anlatmaya başladı.


"Ben... Psikoloğum! Üniversite son sınıftayken, yani 3 yıl önce, Mardin'de gönüllü bir staja katılmıştım. Yazacağım tez için oldukça etkili olacaktı bu staj. O çevrenin, çocuklar ve aileleri üzerindeki etkisini gözlemleyerek elimden geldiğince olumsuzlukları onarmaya çalışıyordum. Bir gün... Okul müdürümüz geldi ve bir ihbar aldıklarını, teröristlerin okula baskın yapacağını söyledi. Biz çocuklara hiçbir şey sezdirmeden tüm okulu boşaltırken, Ela adındaki küçük bir öğrencimi gördüm. Ne kadar ısrar etsem de çıkmadı ve bana... Daha bebek olan kardeşinin bodrum katta olduğunu söyledi."


"Bir bebeğin bodrum katta ne işi olabilir?" diye sordu Caner kaşlarını çatarak.


"Yanımdaki stajyer arkadaşım da aynı düşünce içerisindeydi. Yani... Bu durum çok uçuk bir şeydi! Ela, annesinin okulda hizmetli olduğunu, o gün bakacak kişi olmadığından dolayı kardeşi Efe'nin de onlar ile okula geldiğini söyledi. Ben de... Onu yanımdaki arkadaşa teslim edip bodrum kata indim!"


"Gerçekten mi?" diye soran Lale'nin sesi hayret doluydu. Bunun tek nedeni Hilal'in yaptığı hareket değil... Küçük kıza inanarak böyle bir şeyi yapmasıydı.


"Öyle bir durumda... Sen olsan ne yapardın?"


Hilal'in sorduğu soru üzerine Lale'nin eli karnındaki çıkıntıya gitti. Bu hareketi, cevabı fazlası ile vermişti.


"Şu an %0,1'lik bir ihtimal olsa da... Bodruma inerdim. Ama düşününce... Bahsettiğin yaşlarda aklı 5 karış havada bir gençtim. Bu yüzden... Bilemiyorum!"


Hilal, kadını onayladı. 


"Haklısın! Ben de... Bir süre bocaladım zaten. Ama çok uzun sürmedi bu durum. Yıllarca keşke demektense inmeyi tercih ettim. İyi ki de inmişim! Ya da şöyle söyleyeyim..." diye duraksayan kız Burak'a baktı ve gülümseyerek devam etti.


"Kurt iyi ki de gelmiş!"


Burak, dudaklarındaki hafif tebessümle başını iki yana salladı.


"Bu benim değil senin başarındı Asena. Arkadaşın yanımıza gelip senin aşağı indiğini söylemese... İçeride bir bebeğin kaldığını bilemez ve öylesine hızlı hareket edemezdim!"


"Sonra ne oldu?" diye soran Caner, Serkan'dan dolayı hikayeyi az buçuk biliyordu.


Hilal, tam ağzını açmışken Burak'ın konuşmaya başlaması ile gülümsedi. O günü adamın ağzından daha önce hiç dinlememişti. Neler hissettiğinin/düşündüğünün merakı ile oturuşunu doğrultan kız, sevdiği adamı dinlemeye başladı.


"İçeri girdiğimde direkt bodruma yöneldim. Bir yandan da bu cesur stajyere sayıp sövdüğümü itiraf ediyorum. Yani... Saldırı yapılacağını bildiği bir okulda, ışıkları bile açmadan bodruma inmişti. Işıkları açmaması da çok iyi olmuştu gerçi. Yoksa kesin yakalanırdı!"


"Bunlar sayıp söven bir insandan çok... Hayran kalmış bir insanın düşünceleri gibi geldi ama... Yine de sen bilirsin tabii!"


Lale'nin cümlesi üzerine Burak gülümsedi ve Kelebeğine baktı. Şu son günlerde yaşananlar, özellikle de bugün yaşananlar olmasaydı Lale'nin söylediğini sonuna kadar inkar ederdi. Fakat adam artık inkar aşamasını geride bırakmıştı. Bu yüzden de başı ile kadını onayladı.


"Aslında haklısın! Yani... Hangi deli bunu yapardı ki? Etkilendiğimi inkar etmeyeceğim. Hele de..." duraksayan adam, dudaklarını oynatarak devam etti.


'O ela gözleri gördüğümde!'


Adamın dudaklarını okuyan Hilal, mutlulukla gülümsedi. Sonrasında aklına gelen düşünce ile gözlerini kıstı.


"En yakın zamanda gece görüş eğitimi almalıyım sanırım... Ben o karanlıkta elimi bile zor görüyordum yaa!"


Burak ve Caner bu söylenme karşısında kahkaha attı. Caner rahat hareketlerle arkasına yaslanarak konuşmaya başladı.


"Yalnız Hilal... O eğitimden ziyade tecrübe ile oluyor. Az ay ışığı altında günlerimizi geçirmedik. Ki... O ay ışığı yine de görüş sağlıyordu bize. Karanlık talimlere katılabileceğini de pek sanmıyorum açıkçası!"


"Hiç mi oluru yok?"


"Ne bu karanlıkta görme aşkı?" diye sordu Burak muzip bakışlarla.


"Ben sadece şartları eşitlemeye çalışıyorum!" dedi Hilal gözlerini tavana dikerek. Kızın yüzündeki memnuniyetsizlik karşısında Burak kendi kendine güldü.


"Beni hiç çekemiyorsun değil mi?"


"من نمی توانم دستان خود را ببینم زمانی که من می توانم سبز خود را نمی بینم!.. کجاست عدالت؟"


(Ben, yeşillerini göremiyorken senin elalarımı görmeni çekemiyorum!.. Where is the adalet?)


Hilal'in Farsça söylediği cümle aslında gayet de anlamlı idi... Sondaki cümle gelene kadar!


"Sen kendini aştın Hilal. O sondaki cümle nedir? İngilizce-Farsça yeni çeviri mi?.. Patentini aldığını söyle lütfen. Bayağı para kırarız."


Hilal, hüsranla başını salladı.


"Ben ne diyoruuuum. Sen ne anlıyorsun!"


"من درک می کنم که من را درک خواهد کرد... من به نظر نمی رسد در حال حاضر در خلق و خوی ، پروانه! بیایید ناپدید شدن دستان شما خود را در سبزها من برای یک زمان گسترده تر به تعویق بیندازید. شما چه می گویید ؟


(Ben anlarım anlayacağımı da... Şu an ortam pek müsait değil gibi Kelebeğim! Elalarının yeşillerimde kaybolma kısmını daha geniş bir zamana erteleyelim. Ne dersin?)


Adamın cümlesi üzerine yutkunan Hilal Lale ve Caner'e bir bakış attı.


"Şey... Kusura bakmayın ya!"


Hilal'in çekingen cümlesi üzerine karı-koca bir kahkaha attı.


"Ne kusuru canım? Ben çok sevdim bu durumu!" dedi Lale sempatik bir şekilde.


"Kıskanmadım da değil hani. Eğer dil öğrenmek gibi bir niyetim olsaydı öğrenip, kesinlikle Caner'e de öğrettirirdim. Ama hiç o azim yok maalesef! Sadece bir hayal olarak kalacak gibi..."


"10 dil bildiğini biliyorum ama... Farsça bildiğini bilmiyordum Burak?" dedi Caner, soru dolu bakışlar ile adama bakarak.


Burak, adamın bakışlarının arasındaki parıltıyı görünce iç çekti ve mırıldandı.


"Kim ile konuştun sen?"


"Tüh! Yakalandım gördün mü... Serkan aradı geçenlerde. Öyle biraz konuştuk işte!"


"Hee... Biraz(!) konuşmuşsunuz belli!"


Caner masum bir şekilde sırıttı.


"Eee? Konu kaynadı. Sonra ne oldu?" diye sordu Lale gülerek.


"Burak beyler sabaha kadar anlatamayacak gibi. O yüzden ben anlatıyo..."


"Allah Allah! Konuyu dağıtan sen ama suçlu yine ben. Öyle mi?"


"Öyle tabii. Bak yine konuyu dağıtıyorsun... Neyse işte biz içerideyken adamlar geldi. Okula bomba koyacaklarını öğrendik ve Burak hızla hırkamı alarak çocuğu bana bağladı. Koşacakmışız. Sonra da montunu verdi ve dışarı çıktık..."


"Ahhh ahh! Biricik montum benim! Daha sadece 3 aylıktı. Yazık oldu. Çoook yazık! "


Burak'ın, hüzünlü bir şakacılıkla söylediği cümle üzerine Hilal, gözlerini kocaman açarak adama döndü.


"Ne oldu ki montuna?"


Lale'nin sorusunu duyan Hilal 'Sakın anlatma!' dercesine başını iki yana doğru salladı. Ama adam gözlerindeki intikam dolu bakışlarla sırıttı ve konuşmaya başladı.


"Ben profesyonel konu dağıtıcı olarak hemen açıklıyorum Hilalciğim olayı. Sen hiiiiç endişelenme(!). Şimdi..."


🦋 


Saatler süren konuşma, herkes için oldukça eğlenceli geçmişti. Kah Burak-Hilal atışması, kah Caner-Lale atışması derkeeen... Kahkahalar havada uçuşmuştu. Caner'in ikizlere bakmaya gitmesi ve Lale'nin de birkaç müşteri ile ilgilenmek için kalkması üzerine Hilal ve Burak baş başa kalmıştı.


"Uzun zamandır bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum!" dedi kahvesini sehpaya bırakan Hilal.


"Hele ben! Gerçekten Kelebeğim hayatıma öyle bir girdin ki... Kelebek etkisi teorisinin doğruluğunun kanıtı oldun!"


Burak'ın sevgi dolu gözlerle kurduğu cümle, Hilal'in dudaklarındaki tebessümün büyümesini sağladı.


"Gülmekten yanaklarım ağrıdı resmen!"


Adam, başı ile kızı onayladı. Tam o sırada yanlarındaki koltuğa biri oturduğunda kaşlarını kaldırdı ve soru işareti ile dolu gözleriyle gelen kişiye döndü.


Hilal, ilk geldiklerinde Burak'ı süzen çakma kızılı gördüğünde derin bir nefes aldı. Sanırım kan çıkacaktı!


"Merhaba yakışıklı... Ben Hale!"


Hilal'i yok sayarak elini Burak'a uzatan kadın, oldukça kendinden emin görünüyordu. Burak, kadına göz ucuyla bile bakmadan Hilal'e döndü ve Farsça konuşmaya başladı.


"او یک مرد واقعا احمق بود!.. و او قادر به دریافت در اینجا. آیا می کنید و یا باید من ، پروانه ؟


(Buraya gelebildiğine göre harbi harbi salakmış!.. Sen mi defedersin yoksa ben mi defedeyim Kelebeğim?)


"Harikulade!.. Yabancı dil bilen bir erkek! Konuştuğun hangi dil acaba? Çok hoş bir tınısı var. Fransızca mı?.. Ahh çok severim Fransızcayı. Ne dedin?"


Bu şaklabanlığa daha fazla katlanamayacağını hisseden Hilal, kahvesinde bir yudum aldı ve bardağı bırakmadan konuşmaya başladı. Ne olur ne olmaz! Belli mi olur laftan anlamazsa kahveden anlardı belki!!.


"'Mantıklı düşünecek olursak... Senin anlamanı isteseydi Türkçe konuşurdu zaten!' diyeceğim ama... Yanında bir kız varken bir adamın yanına gelebilmek gibi bir aptallık yaptığına bakılırsa... O mantık sende yok!"


"Sen... Bana ne dedin?" diye sordu Hale kızgın bir suratla.


"Aynen ne dedin?" dedi adam da kıza dönerek.


Hale, küstah bir şekilde gülümsedi. Böyle erkekleri iyi bilirdi o. Onlar gibilerinin yanına, diz altında elbiseler giyen, sıfır makyaj sünepe kızlar değil; kendisi gibi bakımlı, tuttuğunu koparan, dişiliğini kullanmayı bilen kadınlar yakışırdı.


"Hiç yakıştıramadım sana böyle bir şeyi." diyen adam ile kıza 'Ben kazandım!' diyen bir bakış attı Hale. Dudaklarındaki bilmiş gülümseme büyürken koltuğa biraz daha yayılarak bacak bacak üstüne attı. Bu sayede elbisesi biraz daha yukarı katlanmıştı. Kadının farketmediği şey ise... Geldiğinden beri adamın kendisine attığı tek bakışın, ilk geldiğinde 'Sen ne ayaksın?' dercesine attığı bakış olmasıydı.


Burak gözleri ile Hilal'e 'Bu iş bende!' dedikten sonra konuşmaya başladı.


"Aptal çok hafif kaldı Asena'm... Yüzsüz demeliydin! Onun gibileri en iyi tarif eden argosuz kelime bu çünkü. Argolu kısmına sen yanımdayken girmeyi hiç istemiyorum. Bu yüzden... O kastedileni anlar ve gider diye umuyorum... Umarım yanılmıyorumdur?"


Adamın kurduğu cümle ile gözleri kocaman açılan Hale, bembeyaz kesilmişti. Bu adam kendisine ne demek istemişti şimdi?


"Sen..." diye başladığı cümleyi, adamın sert bakışlarını görünce devam ettiremedi.


"İstersen 10 farklı dilde 'Defol!' diyebilirim. Ama senin gibi biri için nefesimi boşa tüketmek istemiyorum. Hadi beni uğraştırma... Başka kapıya!"


Hale, aldığı tepki ile donakalmıştı. Böyle bir şey beklemiyordu. O hiçbir zaman reddedilmemişti ki!


Hilal, kadının oturmaya devam ettiğini görünce elindeki kahve bardağını sıktı.


"Yok! Benim elim kaşınıyor... Birazdan kahveyi başından aşağı dökeceğim sahte kızıl Hale... 10 saniyen var! Eğer gitmezsen olay hiç istemediğim yerlere gidecek. Yanımdaki adamın kahveyi yanlışlıkla(!) döktüğüme şahit olacağını da hesaba katarsak... Beni hiçbir yere şikayet de edemezsin! Süren başladı! 10... 9... 8... 7..."


"Ne haliniz varsa görün!" diyen Hale öfkeli bir şekilde kalktı ve çantasını alarak resepsiyona yöneldi. Bir dakika daha bu otelde kalamazdı.


🦋


Aklı Emre'de olan Burak, Hilal'e birazdan geleceğini söyleyerek bahçeye açılan balkona çıktı ve içeriyi, Hilal'i, görebileceği bir şekilde korkuluğa yaslandı.


Çalan telefon açılmadıkça endişesi artan adam, sonunda telefonun açıldığını hissedince derin bir nefes aldı.


"Korkuttun!" diye mırıldandı telefonun diğer ucundaki Emre.


Burak, dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirirken aynı mırıltı ile karşılık verdi.


"Senin de benden pek bir farkın yoktu. Kilitlenip kalmıştın!"


"Sanırım biraz öyle oldu..." dedi Emre kısık bir sesle.


Gözüne ilişen görüntü ile Burak gülümsedi. CeyCey'ler uyanmış Hilal'in başına ekşimişlerdi. Kızı iki elinden tutarak kaldıran küçükler onu arka tarafa götürdüler. Büyük ihtimal oyun odasına...


"Gülümsüyor musun sen?"


Emre'nin sorusu üzerine Burak başını iki yana salladı ve güldü.


"Oğlum yapmasana şöyle şeyler! Sesimden güldüğümü anlamak falan... Birisi duysa izah edemeyeceğiz bu durumu bak!"


Emre, şaşkınlık ile duraksadı. 28 yılını onun ile geçirmiş olan Burak, bu duraksamanın şaşkınlıktan olduğunu anlamıştı. Şaşkınlığının nedenini de anladığı gibi...


"Sen... Espri mi yapıyorsun? Hem de gayet de mutlu bir sesle! Bu sabah olanlardan sonra... Seni bir enkaz olarak bulacağımdan emindim."


"Ben de emindim! Öylesine karanlığın içindeydim ki... Ama o gelip karanlığımı aydınlattı. Beni oradan çıkarttı!.. Biliyor musun? Ben... Ben ona söyledim Emre!"


Hattın ucunda bir sessizlik oldu. Burak, kardeşinin kesik bir nefes aldığını duydu.


"Hilal, ailen öld... Kaybettiğinde orada olduğunu biliyor mu yani?"


"Onu zaten biliyordu ki..."


"NE??"


Burak, yüzünü buruşturarak telefonu kulağından uzaklaştırdı.


"Sağ ol yaa(!). Gerçekten! Kulağımı patlatın gerizekalı!" diye söylenen Burak telefonu diğer kulağına geçirmişti.


"Boş ver şimdi kulağı sen!.. Nasıl? Ne zamandır biliyor? Hem... Bunu biliyorsa sen ona neyi söyledin?"


"İstediğimiz sorudan başlayabiliyor muyuz öğretmenim?"


Duyduğu cümle ile ayakta olan Emre, düşercesine koltuğa oturdu. Az ilerideki Buse'sinin endişeli bakışları karşısında sorun yok dercesine göz kırptı ve nefes almaya çalışarak arkasına yaslandı.


İstediğimiz sorudan başlayabiliyor muyuz öğretmenim?


Küçükken bu cümleyi o kadar sık kullanırlardı ki! Meraklı Dilek Kılıç'ın en çok sevdiği şeydi soru sormak. Sürekli Burak ile ikisine, peş peşe sorular sorar ve çocuklar da her zaman gülerek aynı cümleyi kurarlardı. Ya aynı anda... Ya da 'Bu sefer sıra bendeydi, sen sus!' kavgalarının arasında...


Burak, özlemle gülümsedi. Kalbinde hissettiği ferahlık öylesine güzeldi ki. Artık ailesi hakkında konuşabiliyor, onları hatırlatan cümleler kurabiliyor, anılarını anlatabiliyordu.


"Yas tutmaya başlayabilirsin kardeşim. Hilal senin rekorunu kırdı!"


"Ne demek istiyorsun? Burak... Şu an düşünemiyorum. Bu yüzden parçaları falan birleştiremiyorum. Rica etsem dolandırmadan anlatır mısın şu olayı?"


"Gülçin Hanım, geçmişim hakkında bildiklerini numaralandırmamı istemişti. Ben de 100 üzerinde 70 vermiştim sana. Ama Hilal şu an... 100 üzerinden 90 almış durumda. Eğer olayın olduğu mekan kısmını yani... Hayalet mahalle olayını saymazsak, yüzde 95'ini biliyor olur. Çünkü mahalle hariç... Bilmediği tek bir gerçek kaldı." Miniğim! Annemin tüm bunlar yaşanırken hamile olduğu gerçeği...


"Gerçekten mi? Anlattın mı? Yani... Söyledin mi?" diye fısıldadı Emre.


Adamın bu hali karşısında mutfakta olan Aslı Buse ona yöneldi. "İyiyim!" diyerek ona güvence veren Emre telefondaki konuşmasına geri döndü.


"Buse... Aslı mı orada?"


"Evet ama konumuz şu an..."


"Anlattın değil mi?" diye sordu Burak aynı soruyu adama yönelterek.


Soruyu duyan Emre yutkundu ve anlamamazlıktan gelerek sordu.


"Neyi?" 


"Yapma kardeşim! Şu geçen yıllarda ben nasıl yandıysam... Sen de öyle yandın! O gün anne babasını tek kaybeden ben değildim. Sen de kaybettin. Hem sen... Beni de kaybettin! Bu yüzden ne yaparsam yapayım peşimden geldin. Ölen ruhum, bedenimi de öldürmesin diye!"


"Burak..."


"Kabuslarını farketmediğimi mi düşünüyorsun? Lise zamanında sırf sen benden kabuslarını saklamak istiyorsun diye seni dürterek uyandırmamak için kaç takla attım haberin var mı senin? Gittim bir şeyi yere düşürüp ses yaptım, peşine göz yaşlarını benden sakladığın için uyuyormuş taklidi yaptım. Çoğunlukla yorgan altından sana eşlik ederken! Ben... Neden o gece çalışmalarını düzenledim sanıyorsun? O gecelerde yeni bir dil öğrenebilir, puzzle yapabilir veya harita ezberleyebilirdim. Hiçbir şey yapmadan sadece müzik de dinleyebilirdim. Ama... Senin notların düşmeye başlamıştı... Çünkü kabusların artmıştı. Kabul et veya etme... Benim her dakika yanında olmam o günü hatırlatıyordu sana! Ben de ikimiz için en iyi yolu seçtim. Hem okulda dikkatimizi veremediğimiz derslere çalışıyorduk hem de... Beraber vakit geçiriyorduk be oğlum! Eskisi gibi yan yanaydık! Ders bahanesi, o berbat günden sonra, birbirimizin gözlerine bakabilmemizi sağlamıştı. Ben... O olaydan sonra sana çok kötü davrandım ve... Bunu telafi etmek istiyordum! Beni İstanbul'a gönderen Salih babam değildi. Tamam fikri kafama o sokmuş olabilirdi ama... Zorla göndermemişti. Ben istemiştim. Çünkü... Kardeşimi çok özlemiştim!"


Emre, titreyen eli ile gözünden akan yaşları silerken söyleniyordu.


"Ulan! Yıllardır dökmediğim gözyaşını döktürdünüz bugün bana."


Burak, gözlerini kapatarak gülümsedi.


"Teselli olacaksa benim de durum aynı. Gerçi... Oğlum farkettim de ben şu son 1 ayda 29 yılın acısını çıkartmışım be! Hayatımda böylesine tuzlu su stoğu tüketmedim."


"Cık! İmkansız o dediğin! Bebekken ota boka ağlardın oğlum sen. Hiçbir şey o günlerinde döktüğün gözyaşı stoğunu geçemez!"


Burak neşeli bir kahkaha attı.


"Haklısın vallaha! En çok da 'Emre bana vurdu!' diyerek ağlardım sanırım."


"Hııı... Maalesef hatırlıyorum. O zamanlar da gıcıktın! Bana ilk vuran sendin, ama ben karşılık verince ağlayarak annemlerin yanına koşardın. Allahtan Yiğit ba..."


Emre, bir anda yanlış bir şey söylemişçesine sustu. Bu yüzden de yarım kalan cümleyi Burak tamamladı.


"Allahtan benim zeki babam, benim ne kadar üçkağıtçı olduğumu biliyordu da foyam ortaya çıkıyor, aklanıyordun. Yalnız... Seni ne kıskanıyordum be Emre! Deliler gibi gelmeni gözlerdim gelince de... Annem ve babamdan (gizli gizli) kıskanırdım seni. Gitmeni bile isterdim hatta bazen. Sonra giderken de gidiyorsun diye ortalığı ayağa kaldırırdım... 7 yaşına geldiğimde babam beni karşısına almış konuşmuştu. Adam baktı tabii kıskançlık konusunda o yaşımda master yaptım, 'Bir ayar vermeliyim oğluma' dedi. Gerçi... Kim kime ayar verdi emin değilim. En son... 'Bir daha o Enver'lere gitmeyeceksin' diyordu. Empati yaptırmayı daha el kadarken de iyi beceriyordum. O gün... Kıskançlığımı da babamdan aldığımı fark ettiğim gündü. Sonrasında annemden de bu kıskançlık genini kaptığımı fark ettim. Olan Hilal'e oluyor be. Yalnız düşününce... O da bu konudan benden farksız!"


Emre, dumur olmuş bir şekilde duruyordu.


"Hey! Orada mısın kardeş?.. Ne oldu? Bu yeni geveze Burak başını mı şişirdi?" diye sordu adam gülerken.


"Ben... Şu an yaşananların gerçek olup olmadığını düşünüyorum!"


"Bu yanlış replik değil mi Emre? Genelde kızlı erkekli ikili ilişki için kullanılan bir replik diye biliyorum. Kız tarafı daha çok kullanıyor hatta!"


"Burak..." 


"Cidden! Bak bu ses tonunu da Hilal beni sevdiğini söylerken kullanıyor genelde... Korkmaya başlamalı mıyım?"


"Hilal sana seni sevdiğini mi söyledi?" diye soran Emre şaşkınlıkla Buse'ye bakmıştı. Genç kızın onu mahremiyet sağlamak için kulaklığını takıp müzik dinlediğini görünce gülümsedi. Bu esnada Burak'ın konuşması ile dikkatini ona çevirdi.


"Evet! Niye bu kadar şaşırdın ki?.. Biz erkekler de böyle durumlarda pijama partisi yapıp çerez yerken yaşananları anlatıyor muyduk yaa?"


Emre bir kahkaha attı. 


"Ulan... Aklıma niye olur olmadık görüntüler getiriyorsun? Şu an Korkut'un saçını ördüğümü hayal ediyorum lan senin yüzünden!"


Duyduğu cümle ile Burak da güldü ve o da aklına gelen görüntüyü paylaştı.


"Biricik Hacker'ımızın o uzun parmaklarına oje ne yakışır ama değil mi?.."


"Şahin'in o güzel mavi gözlerine eye liner..."


"Yakışır haa! Gerçi Yağız bu dediğimizi duyarsa o eye liner'ı alır bir taraflarımıza sokar. Yalnız Emre... Ben şu an aklıma gelen görüntüden sonra bir daha Tuncay'ın yüzüne bakabileceğimi sanmıyorum!"


"Niye lan?" diye soran adamın sesi gülümsüyordu.


"Off bizim Tuncay oldu mu sana Tuncik! Ahh o şeker pembesi çiçekli pijamalar, çilek kızlı çoraplar. Ahh o pijamanın altı şort mu? O kıllı bacaklar... Kapat şu görüntüyü kapat!"


Burak, gülerek derin bir nefes aldı ve konuşmaya devam etti.


"Ne yapardık ama değil mi? Saatlerce telefonda milleti canlandırır, kılıktan kılığa sokardık! Götürmediğimiz yer kalmazdı. Özellikle okulda sevmediğimiz çocukları yapardık. Etek giydirir, aslanların karşısında dans falan ettirirdik. La oğlum düşününce... Bizdeki güzel kafaymış ha!"


"O zamandan belliymiş psikopatlığımız!" dedi Emre bir kahkaha atarak.


"Kusursuz İşkence Timine girmek için ilk kural... Psikopat olmak!"


"Psikopat olmak!" dedi Emre de onunla eşdeğer biçimde.


"Bugün senkronizenin âlasını yaşıyorum! Sen de başlama lütfen." dedi Burak iç geçirerek.


"Senkronize... CeyCey... Polonezköy'de misiniz?"


"Ahh zeki kardeş. En sevdiğim!"


"Burak?.. Doğruyu söyle kardeşim yalvarırım... Amansız bir hastalığa mı yakalandın?"


"Ciddi ciddi dinliyorum ben de bir şey söyleyeceksin diye!" diyen Burak gözlerini devirdi. Dudaklarındaki tebessüme tezat olarak.


İkili bir süre, yıllardır yaşamadıkları (bu aşina) konuşmanın tadını çıkarttılar.


"Hilal'e yolda gelirken annem ve babamı anlattım. Nasıl tanıştıklarını, neler yaşadıklarını... O kafede söylediğimiz Cevapsız Sorular'ın benim için neden böylesine değerli olduğunu... Ben... Çok özlemişim be kardeşim! Yiğit Kılıç ve Dilek Kılıç ikilisini çok özlemişim! İsimlerini söylemeyi... Anne, baba demeyi... Çocukluğumu çok özlemişim! En kısa zamanda herkese, koyduğum boykotu kaldırdığımı.... Kaldırdığımızı ilan edelim! Ben artık cümle arasında onları yâd etmek istiyorum."


"Şükran kesira..." diye mırıldandı Emre.


"İyi ki bir arapçan var. Olmasa ne yapacaktın acaba? Ben de tam 11 di... "


"Kes kes kısa kes! Ukala Burak sahalara döndüğüne göre ben sevgilimin yanına kaçıyorum... Mısır patlattı film izleyeceğiz beni bekliyor. Bu arada... Siz orada mı kalacaksınız?"


"Bilmiyorum!"


"Biliyorsun biliyorsun... Lale allem eder kallem eder orada kalmanızı sağlar!"


🦋


"Tamam o zaman. Güzel plan! Akşam yemekten sonra sahneye çıkar şarkı söylersiniz, gece de burada kalırsınız. Yarın yaptığımız güzel bir kahvaltıdan sonra da gidersiniz."


"Lale... Gece burada kalmak planlarımız arasında deği..."


"Asla... Katiyen gitmenize izin vermiyorum Burak. Caner sen de bir şey söylesene!"


"Burak senin sesin güzel miydi?" diye sordu Caner, adama bakarak.


"Ne?.. Ben onu mu kastediyorum? Şu an meselemiz bu mu kocacığım?"


"Tabii ki de bu karıcığım. Bunun ne kadar önemli olduğunu biliyor musun sen?... Lan oğlum madem güzeldi sesin, niye aylarca Ali'nin sesi güzel olmadığı halde sazı eline alıp kulağımızı si...


"CANEEER!" diyen Lale eli ile kocasının ağzını kapatarak edeceği küfrü susturdu. Sonrasında boşta kalan elini karnının üzerine koydu ve kocasına kızgın bakışlar atarken konuştu.


"Duyma oğluşum sen duyma. Duyma babanın o pis, bozuk ağzını sen!"


Caner, ağzındaki ele bir öpücük kondurduktan sonra karısının ağzındaki elini çekerek elinin arasına aldı.


"Ahh ahh. Annen kendi dediklerini hiç duymuyor hep bana çalışıyor be oğlum. Neyse sen hayırlısı ile bir doğ Ahmet Burak'ım... Biz ikimiz, bu 3 cadının üstesinden hakkıyla geliriz evelallah!"


Burak duyduğu isim ile şaşkın bakışlarını Caner'e çevirdi.


Lale "Önce soracaktık ya Caner!" dedi kısık bir sesle kocasına.


"Kabul etse de etmese de... Ben oğluma Ahmet Burak ismini koyacağım! İki kahramanın, iki yiğidin bu ismini..."


Burak titrek bir nefes aldı. Elinde hissettiği eli sıkıca tutarken Caner'e baktı.


"Güzel dağıttın be abi! Sağ olasın. Araya... Benim en büyük kahramanımın ismini de sıkıştırdığını bilmeden..."


"Ne?"


"Yiğit! Babamın adı... Yiğit! Ahmet Binbaşı ve babam ile aynı cümlede geçince... İki kahramanımla..."


Burak, yanağından düşen bir gözyaşını usulca sildi.


"Ne gün ama!.. Dünkü Burak... Hadi biraz daha geriye gidelim 10 gün önceki Burak olsa 'Asla bunu kabul etmiyorum. Kendinizi mecbur hissedip benim adımı koymayın!' derdi. Bu itirazın tek sebebi o küçük çocuğun kaderinin kendisininkine benzeyeceğinden korkması olurdu. Ama... Şu an ki Burak'ın diyeceği tek cümle 'Gurur duyarım! Çok çok gurur duyarım!' olacak!"


🦋


Aradan geçen 20 dakika Lale'nin gece kalmaları için ısrar etmesi ile geçmişti. Kadın, pratik zekasını harekete geçirerek tüm planı yapmıştı. Akşam 21.00 gibi tüm konukları ile beraber kamptaki kişileri bahçeye toplayacak ve bir müzik gecesi düzenleyecekti. Tatlılar, çerezler ve içecekler ile donatacağı bu gecenin en önemli kısmı da tabii ki sahne olacaktı. Burak ve Hilal'in şarkı söyleyerek başlatacağı bu gecede, illa ki birilerinin de şarkı söyleyeceğini savunmuştu Lale. Kadının haklı olduğunu hepsi çok iyi biliyordu. Kamp yapmaya gelirken alınacak ilk malzeme sesi güzel bir insan, ikinci malzeme de gitar olurdu çünkü.


"Kalacak oda var mı ki?" diye sordu Hilal.


Ve bu soru Lale'nin kazandığının işaretiydi. Bunun farkında olan kadın sırıtarak başını salladı.


"Çatı katı her zaman boştur. Oraya müşteri almıyoruz... Misafirlerimize aittir. Onun haricinde 2 odamız boş. Düzenli bir müşterimiz randevu ayırtmıştı fakat bugün iptal etti. Acil bir işi çıkmış... Ve yine bugün çıkışını yapan bir kadın var. Hiçbir müşterim için kötü konuşmak istememe ama... Sonunda gitti şükürler olsun. 1 haftadır burada ve ben sırf insanlığımdan sustum. 2 gün daha dursa kan çıkaracaktım!"


Hilal ve Burak çaktırmadan birbirlerine bir bakış attılar. Otelin müşterisini, sahibinden habersiz kışkışladıkları için yaşadıkları vicdan azapları Lale'nin bu cümlelerinden sonra geçmişti.


"Niye ki? Nasıl biriydi kadın?" diyen Hilal gülmemek için dudaklarını ısırdı.


Lale kendini anlatmaya vermişken Caner gözlerini kısarak Burak'a baktı. Asker olan adam bir şeyler döndüğünü anlamıştı... Burak ona göz kırparak 'Sonra anlatırım!' dercesine bir işaret yaptı. Caner gülerek başını salladı ve karısını dinlemeye başladı.


"... İşte tüm bunlar 2 gün daha devam etse delirecektim. Hayır oteli beğenmediysen niye kalıyorsun diyeceğim ama... Kadının derdi otel falan değil ki. Müşterilerime sardı resmen. İşi gücü yok tabii. Baba parası yiyen kalt..."


"LALEEEE!" diyen Caner eli ile karısının ağzını kapatarak edeceği küfrü susturdu. Sonrasında boşta kalan elini karısının karnının üzerine koydu ve karısına şakacı kızgın bakışlar atarken konuştu.


"Duyma oğluşum sen duyma. Duyma annenin o pis, bozuk ağzını sen!"


Lale, büyük bir şaşkınlıkla kocasına bakarak ağzındaki eli indirdi.


"Sen..."


"Yaa ben! Kaç yıl oldu ama sen hâlâ yaptığın şeyin aynı şekilde kendine döneceğini öğrenemedin karıcığım!"


Onların bu haline gülen Burak arkasına yaslandı ve mırıldandı.


"Siz kadınlar biz askerlerle baş edemezsiniz... Kabul edin artık! "


"Hadi yaa! Öyle miymiş Burak Bey?.. Bence biz kadınların gücünü hafife almamalısın!" diyen Hilal meydan okuyan bakışlar ile adama bakıyordu.


Kızın sesindeki tehditi duyan Burak yutkundu. Çok yanlış yerde çok yanlış bir cümle kurmuştu. Bu cümleyi erkeklerin arsında hava atarken söylemeliydi, kadınlar yanında iken değil! Caner 'Ne yaptın oğlum sen?' bakışları atarken, Lale konuşmaya başladı.


"Sizin askerliğiniz bize söktüğü tek bir an gösterin... Ömür boyu sözlerinize itiraz dahi etmeden, anında yerine getireceğimize söz veriyorum!"


Burak ve Caner bakıştı.


"Var mı?" diye sordu Burak.


Caner, sahte bir hüzünle başını salladı. Ve eğlenceli bakışlarının aksine üzgünce konuştu.


"Soruyor musun Burak? Kadın 'Sen gelmeden doğurmayacağım!' dedi ve dediğini yaptı. Daha nasıl açıklayabilirim aramızdaki ilişkiyi... Eee sende var mı bir şeyler?"


Bu soru üzerine Burak alayla güldü.


"Bende mi? Yapma abi!.. Bu kızın en büyük hobisi, ilk tanıştığımız andan itibaren bana posta koymak! Dediklerimi itina ile reddediyor, her zaman kendi istediğini yapıyor... Ve tüm bunları tüm timin karşısında yapıp tüm otorite sarsıyor!"


"Ne çektirmişim be?.. Çok mu bunaldın sen benden ve yaptıklarımdan?" diyen Hilal, küçük bir çocukla konuşuyormuşçasına bir ses kullanmıştı. Burak başını iki yana salladı ve yoğun bakışlarla kıza bakarken mırıldandı.


"Asla!"


🦋


"Gitar çalacak mısın?" diye sessiz bir şekilde sordu Hilal.


Soru üzerine Burak duraksadı. Bu duraksama karşısında genç kız, sorduğu sorunun cevabını almıştı.


"Çalamam. Ben... Yıllardır elime gitar almıyorum ve... Şu an bunu yapabileceğimi sanmıyorum!" dedi adam özür dilercesince.


Onu anlayış ile karşılayan Hilal, bahçeye baktı. Kamp alanındaki herkes bahçedeydi... Oteldeki herkes gibi. Tüm insanlar birbiri ile kaynaşmış hoş bir sohbet içerisindeydi. Kendileri de hepsinin gözünden uzaktaki arka bahçede duruyorlardı.


"Uzun zamandır böyle bir ortamda bulunmamıştım. Hatta... Belki de hiç!" diye mırıldandı Hilal bakışlarını gökyüzüne çevirerek. Bugün gökyüzündeki ayın hilal olduğunu görünce gülümsedi.


"Gökyüzünde yine sen varsın!" diyen adam, kızın boynuna kollarını doladı ve onu kendine çekti.


Genç kız, arkasındaki adama bedenini yaslarken gülümsedi. Huzur denilen şey tam anlamı ile bu olmalıydı.


"Yanında da yine ben varım!" dedikten sonra sırıttı kız.


"İyi ki!.. Senin benim yanıma, benim senin yanına yakıştığım kadar hiçbir şey birbirine yakışmıyor Papatyam!" diyen adam başını kızın boynuna gömdü ve isyanla mırıldandı.


"Sabahtan beri papatya kokunun hasretiyle yandım resmen. Bütün gün başka birileri ile birlikte olmak ne sıkıntıymış!.. KİT'te en azından sabah veya akşam bir şekilde sana sarılıyordum. Resmen 9 saattir sana sarılmıyorum! Kokunu içine çekmiyorum. Gözlerinde kaybolamadığım kısmını da unutmayalım lütfen. Yok yok! Bir daha böyle bir şey yapmayalım biz... Özledim seni ben!"


Hilal, ellerini boynundaki kollara götürdü ve mırıldandı.


"Sen ne tatlı bir şey oldun böyle yaa!"


"Marifet hamurda değil şerbette." diyen adam sarılışını sıkılaştırdı.


"Şerbet diye seslenmeye başlamayacağını umuyorum?" dedi Hilal sahte bir korku ile.


Burak neşeli bir kahkaha attı.


"Ne yapayım? Lakap takmayı çok seviyorum. Ama... Şerbet'e kadar da gitmez Kelebeğim. Endişelenme!"


Birinin boğazını temizlemesi üzerine Burak, Hilal'i bıraktı ve derin bir iç geçirerek Caner'e baktı.


"Hoş geldin!"


"Derken bile neden sövüyor gibisin?" diyen Caner gülmemek için kendini zor tutuyordu.


"Neden acaba?" dedi Burak baygın bakışlar ile karşısındaki adama bakarak.


"Vay be! Seni bu halde göreceğimi rüyamda görsem inanmazdım Burak!"


"Eğer bu hali, bizimkilerden birine, özellikle Zevzek ile Çakal'a anlatırsan rüyanda bile göremeyeceğin şeylere maruz bırakırım!" diyen Burak şirince sırıtmıştı.


"Mesaj alındı Komutanım!" diyen Caner eli ile asker selamı verdikten sonra gür bir kahkaha attı.


"Hadi gelin! Her şey hazırmış. Kamptakilerden birinin gitarı varmış. Lale seçtiğiniz şarkıları verdi, biliyormuş ikisini de. Seve seve parçaları çalacağını söyledi."


Caner'in sözleri üzerine sahneye doğru yönelen ikili mikrofonlarını aldılar. Ortam çok hoştu. Karnındaki kasılmayı hisseden Hilal, adama baktı. Ve böylelikle onu asıl heyecanlandıranın izleyen insanlar değil de bu yeşil gözlü adam olduğunu anladı. Burak ile bir oyun oynamışlardı. İkisi de seçtiği şarkıyı bir diğerine söylememişti. Lale, projeksiyon ile düzenek hazırlayıp şarkıyı yansımıştı. Olur da birinin söylediği şarkıyı diğeri tam bilmiyordur düşüncesi ile ikisine de kulaklık vermişti. Hilal, merak ile adamın seçtiği şarkıyı bekliyordu. Heyecanının asıl sebebi de buydu. Burak, gitariste şarkıyı söyledikten sonra kıza yaklaştı. Ve fısıldayarak konuştu.


"O zaman bu şarkı... Senin güzelliğinin, ânın güzelliği ile kavuştuğu bu gecede benden sana gelsin Ayışığım!"



(Hаyаller hаritаsındа her sаbаh bаşkа bir rotа

Aştığım sınır аrtık çok аrkаdа

Çok sevenler kitаbınа her аkşаm yeni bir mısrа

Sevdiğim şiir dönüştü destаnа


Düşe kаlkа yаlpа yаlpа vаrdım hаnene

Fidаn gibi çiçek gibi dikildim bаhçene

Ay ışığım bаk bugün bir yаrın bin sene

Burdа аteş, toprаk, hаvа, su çok güzel gelsene


Özlüyorum hep, аşk mıdır sebep?

Özlüyorum hep, аşkımdır sebep.


Lаcivert bir sаhildeyim

Bulutlаrа değer elim

Hаdi şаrkımızı söyleyelim


Düşe kаlkа yаlpа yаlpа vаrdım hаnene

Fidаn gibi çiçek gibi dikildim bаhçene

Ay ışığım bаk bugün bir yаrın bin sene

Burdа аteş, toprаk, hаvа, su çok güzel gelsene


Özlüyorum hep, аşk mıdır sebep?

Özlüyorum hep, аşkımdır sebep.)


Şarkı boyunca ikilinin gözü birbirinden bir an bile ayrılmamıştı. Burak'ın şarkının son cümlelerini oldukça yumuşak bir şekilde, kızın gözlerinin (ruhunun) içine bakarak söylemesi karşısında Hilal'in nefesi kesilmişti. Şarkı bitmiş tüm izleyenler alkışlıyordu. Fakat iki genç aşığın duyduğu bu alkışlar değil, hızla atan kalpleriydi. Yanlış anlaşılmasın kendi kalpleri değil, birbirlerinin kalpleri!


Gitarcı gencin hareket etmesi ile kendine gelen Hilal ve Burak bu hallerine güldüler. Birbirlerine bakarken ciddi anlamda dünyadan soyutlanıyorlardı.


Hilal, sevdiği adama yaklaştı ve seçtiği şarkıdan bahsetmeye başladı.


"Sözlerini ilk duyduğumda... Aklıma direkt biz gelmiştik. İmkansız gibi görünen bir meselemiz vardı çünkü. Fakat... Bugün yaşananlardan sonra... Her şeyin suyun kumsala vurması gibi olduğundan eminim! O zaman... Bu şarkı da benden sana gelsin aşkım!"


Kızın sözleri ile yutkunan adam, gülümsedi ve şarkıyı onayladı. Hilal, daha imkansız gibi görünen dediği anda anlamıştı kastettiği şarkıyı. Çünkü ilk duyduğunda, kendisinin de aklına ikisi gelmişti.


Hilal, 18-19 yaşlarındaki gence başı ile onay verdi ve şarkıyı söylemeye başladılar.



(Toprak yağmura ben sana aşık olduk yeniden

İmkansız gibi görünen bu mesele

Girdi aklıma her gece tanıdık bi melodi

Sen miydin sebebi?

Söylesene 


Bir kadın/adam gelir değiştirir seni

Alıştığın o sert, kararlı şeklini

Yüzbinlerce yıldır böyledir gider

Suyun kumsala vurması gibi... 

Vurması gibi 


Gök ağladı her sabah ben kayboldum yeniden

Şu camlardan süzülen tane tane

Ve hep uykuya dalmadan düşündüm geceleri

O yazdığın dizeleri ezberimde


Bir kadın/adam gelir değiştirir seni

Alıştığın o sert kararlı şeklini

Yüz binlerce yıldır böyledir gider

Suyun kumsala vurması gibi…

Vurması gibi)


'Bir kadın gelir' kısmında Hilal 'adam' demişti. Şarkının orijinali falan umurunda değildi. Söylediği kelime ile Burak'ın dudaklarında bir gülümseme belirmiş ve ikili seslerindeki gülümseme ile devam etmişlerdi şarkıya.


Şarkı bittiğinde tüm bahçedekiler ıslıklar çalarak onları alkışlıyordu. Gülerek selam veren ikili, tam inecekken Burak duraksadı. Hilal ona döndüğünde Burak'ın genç delikanlıya baktığını gördü. Delikanlının bir derdi olduğunu sezen adam sordu.


"Adın ne?" 


"Oktay..." 


"Hadi söyle bakalım karın ağrını Oktay!" dedi Burak gözlerindeki parıltı ile.


Delikanlı mahçup bir şekilde adama baktı. Burak'ın cesaretlendirici gülümsemesi karşısında kısık bir sesle konuştu.


"Kampa gelmeden önce ses tellerimden küçük bir operasyon oldum. Ani gelişen bir şeydi. Ve buraya gelmeyi çok istediğimi bilen ailem gelmeme çok zor izin verdi. Ameliyattan önce... Bu kamp için çok büyük hayallerim vardı ama..."


"Ameliyat işi olunca senin hayaller yattı... Çünkü şu an sesini kullanmak intihar etmekle eş değer. Halbuki sen... Şu ilerideki, cırtlak sarı montu ile tüm insanlardan ayrılan kıza şarkı söylemek istiyordun!"


Utançla başını kaşıyan çocuk çekingen bir şekilde Burak'a baktı.


"O kadar mı belli?"


Hilal araya girerek hayır dercesine başını salladı.


"Yok! Yanımdaki adam müneccim oluyor... O kendi anlamıştır. Senden kaynaklı değil yani!"


Bu cümle üzerine genç güldü.


"Eee aklındaki şarkı ne?" diye sordu Burak.


"Gerçekten söyleyecek misiniz?" diye soran çocuğun yüzü mutlulukla aydınlanmıştı.


Hilal, aklına gelenler ile gülümsedi ve konuştu.


"Şarkıya bağlı şimdi. Biz her şarkıyı söylemiyoruz. Mesela 'Yatcaz kalkcaz' olmaz!.."


"Ya da 'Şakşuka!'" diye araya girdi Burak.


Genç, gözlerini kocaman açarak başını salladı.


"Yok abi! N'aptınız siz? Amacım bir ilişkiye başlamak... Bitirmek değil! Ed Sheeran- Photograph!.. Uyar mı?"


"Kesinlikle evet!" 


"Tabii ki de uyar!" 


İkili aynı anda benzer tepkiyi vermişlerdi. Bu durum üzerine birbirlerine bakarak gülümsediler. Şarkı zevklerini aynı olmasına bayılıyorlardı. Onları yakınlaştıran en büyük nedenlerden biri de, bu zevkti zaten en başında.


"Kıza söylemek istediğin bir şey?"


"Herkesin ortasında mı? Yok sağ olun almayayım! Diğerlerinin bu ânımıza seyirci olmalarını istemem. Pek anlamı kalmaz öyle... Bize özel olmaz! Şarkıya başlayınca benim seçtiğim anlar zaten Feyza. Sonrasında da onunla konuşurum! Çok çok çok teşekkürler size de. Allah mutluluğunuzu daim etsin!"


"Amin..." 


"Amin!'


İkili bu dua ile birbirlerine baktılar. Mutlulardı. Hem de çok mutlu!


Oktay'ın gitarı çalması ile birbirlerinin gözlerinde iken başladılar şarkıya. İkisi de şarkının sözlerini ezbere biliyorlardı çünkü. Diğer 2 şarkıda olduğu gibi...



(Loving can hurt, loving can hurt sometimes

-Aşk incitebilir, aşk bazen incitebilir-

But it’s the only thing that I know

-Ama bildiğim tek şey bu.-

When it gets hard, you know it can get hard sometimes

-Aşk zorlaştığında, ki biliyorsun zorlaşabilir bazen-

It is the only thing that makes us feel alive

-Bizim yaşadığımızı hissetmemizi sağlayan tek şey bu.-


We keep this love in a photograph

-Biz bu aşkı bir fotoğrafın içinde saklıyoruz-

We made these memories for ourselves

-Bu anıların hepsini kendimiz için oluşturduk-

Where our eyes are never closing

-Orada gözlerimiz hiç kapanmıyor-

Hearts are never broken

-Kalbimiz asla kırılmıyor-

And time’s forever frozen still

-Ve zaman sonsuza kadar donmuş-


So you can keep me, inside the pocket of your ripped jeans

-Bu yüzden beni o yırtık kotunun cebinde saklayabilirsin-

Holdin’ me closer,’til our eyes meet

-Gözlerimiz kesişene kadar beni kendine yakın tut.-

You won’t ever be alone ,Wait for me to come home

-Asla yalnız kalmayacaksın, sadece eve gelişimi bekle+


Loving can heal, Loving can mend your soul

-Aşk iyileştirebilir, aşk senin ruhunu iyileştirebilir-

And it’s the only thing that I know (know)

-Ve bildiğim tek şey bu.-


I swear it will get easier,

-Yemin ederim her şey daha kolay olacak,-

Remember that with every piece of you

-Her bir parçanla bunu hatırla-

And it’s the only thing we take with us when we die

-Ve öldüğümüzde yanımıza alacağımız tek şey olduğunu-


Oh you can keep me

-Beni saklayabilirsin-

Inside the necklace you got when you were 16

-16 yaşındayken aldığın o kolyenin içinde-

Next to your heartbeat

-Kalp atışının yanında-

Where I should be

-Olmam gereken yerde-

Keep it deep within your soul

-Ruhunun en derininde sakla.-


And if you hurt me

-Ve eğer beni incitirsen-

That’s OK, baby, only words bleed

-Sorun değil bebeğim, sadece kelimeler kanar-

Inside these pages you just hold me

-Beni sadce bu sayfaların içinde tut-

And I won’t ever let you go

-Gitmene asla izin vermeyeceğim-


When I’m away

-Gittiğimde-

I will remember how you kissed me

-Beni nasıl öptüğünü hep hatırlayacağım-

Under the lamppost, Back on 6th Street

-Altıncı sokakta, sokak lambasının altında-

Hearing you whisper through the phone,

-Telefona fısıldadığını duyuyorum-


“Wait for me to come home.”

-Eve gelmemi bekle-) 


🦋 


Duasını bitiren Hilal, yorgun bir şekilde ayağa kalktı. Geç saatlere kadar eğlenmişlerdi. Bu eğlencede Burak ve Hilal çoğunlukla gözlemci olsa da... Kampçı gençler bir ara sessiz sinemaya onları da davet etmişti. Zaten bakışları ile bile anlaşabilen bu ikili, açık ara farkla oyunun kazananı olmuştu. Etraflarındaki insanl, ar onların bu ilişkisi karşısında şaşkın ve hayran bakışlarını eksik etmemişti.


Sabah ezanının okunduğunu duyan Hilal, başındaki yazmayı çıkardıktan sonra camın yanına gitti ve açtı. İçeriye temiz hava girerken, uzakta olduğu belli olan camiden okunan ezanı dinledi genç kız. O sırada gözüne bahçedeki karanlık siluet ilişti. Hamağın üzerindeki şekil doğrulmuş, oturuyordu. Büyük ihtimal ezan okunduğu için...


"Alfa'm!" diye mırıldanan kız, yatağın üzerindeki pikeyi aldı ve hızlı adımlarla kapıdan dışarı çıktı.


🦋 


Ezan'ın bitmesi ile hamağa geri uzanan Burak, kapattığı şarkıyı açtı. Favori albümü sadece 10 şarkıdan oluşuyordu. Bunların 6 tanesi Hilal ile söylediği şarkılar, diğerleri ise kızın tek başına söylediği şarkılardı! Gözlerini kapatan Burak, sabahın çiyini içine çekti. Bugün, teknik olarak dün çok yoğun geçmişti. Hem bedenen hem de ruhen!


Aslında, birçok yönden, güzel geçen günün akşamında yastığa başını koyan Burak, birkaç saatin sonunda kan ter içinde uyanmıştı. Aldığı eğitim sayesinde bedenini kontrol edebilen adam, genelde rüyaya/kabusa dalmadan önce mutlaka uyanırdı. Bu olmadan önce de en az 2-3 saat uyuyabilirdi. Fakat yaşananlar gece etkisini göstermiş ve adam akıllı uyutmamıştı onu. Yatakta dört dönen adam, bir süre telefon ile uğraşmış, en sonunda namaz vaktinin girmesi ile namazını kılmış ve kendini dışarıdaki bu hamağa atmıştı.


Tüm duyuları ile yanına birinin yaklaştığını hisseden asker kımıldamadı. Gelen kişinin kim olduğunu biliyordu. Işığının kesilmesi ile dudaklarında bir gülümseme belirdi. Işığını yine başka bir ışık Ayışığı kesmişti.


Hilal, adamın dudaklarındaki gülümsemeden, kendisini hissettiğini anladı. Saniyeler sonra Burak, gözlerini açtı ve kulağındaki kulaklığın tekini çıkararak ona baktı.


Aslında tek amacı adama pikeyi vermek olan genç kız, o yeşillerden akan uykuyu görünce istemsizce mırıldandı.


"Gelebilir miyim?.. Bana da yer var mı Alfa'm?"


Burak, sorusu üzerine kıza baktı. Kendisinin çizgileri de, durduğu yerler de hep belliydi! Defalarca kez kızın omzunda uyumuştu... Doğru. Omzundaydı ama! Yine de genç adam... Yorgundu. Bedeninin yorgunluğu ile baş edebilirdi fakat ruhunun yorgunluğu sadece Kelebeği yanındayken geçiyordu (iyileşiyordu).


Bu yüzden de adam (başka zaman olsa kızın böyle bir teklif yapmayacağını ve kendisinin de kabul etmeyeceğinden emin olduğu) bu teklifini kabul etti.


"Gel Kelebeğim gel! Ruhumda, kalbimde, aklımda zaten hep sen varsın!.. Bugün kollarımda da ol!" diyen adam, yanına uzanan kıza kulaklığının tekini uzattı. Kızı kollarına alan adam elini tuttuktan sonra papatya saçlara başını gömerek huzurlu bir uykuya daldı.


Loading...
0%