Yeni Üyelik
43.
Bölüm

43. Bölüm- Güzel Sevilenler

@yasminiesa

"Birisi o lanet olası sinir bozucu öğrencilik yıllarımı özleyeceğimi söylese 'Süper şaka ama(!)' derdim." diye söylenen Nisa yorgun bir şekilde sandalyeye oturdu.


"N'oldu? 2 aya çalışma hayatından bıktın mı?" diye sordu Almina, Nisa'nın bu söylenmesine gülümserken.


"Hiç sorma. Üniversite'ye geç gittim diye sızlanıyordum ama... Ne güzel dünlermiş be! Şu an neredeyse her vakit doluyum. Boş kaldığım zamanlarda da araştırma yapıyorum! Güya işimi elime aldım ama hâlâ öğrenciyim. Bu tempodansa 2 yıl daha yüksek lisans yapmayı tercih ederdim!"


Hepsinin izinli olduğu bu pazar gününde, Eftalya'da buluşmaya karar vermişlerdi. Sevda sağ olsun onlara her zaman kullandıkları masayı ayırmak ile kalmamış, aynı zamanda masanın gözden uzakta olması için birkaç ayarlama da yapmıştı. Araya eklenen bölmeler sayesinde masaları kafeden oldukça bağımsız kalmıştı. Ve ekip bu durumdan oldukça memnundu.


"Yalnız gençler... Bu günü bir daha zor buluruz ha. Kıymetini bilelim. Hepimizin izinli olduğu bir an... Samaryum elementi kadar nadir bulunur." dedi Masal, nişanlısının kollarındayken.


Onun bu cümlesine diğerleri çeşitli onaylamalar ve mırıldanmalar ile katıldılar. Bu esnada Onur, elini kaldırarak küçük bir çocuk gibi söz istedi.


Onun bu haline gülen Masal "Ne oldu?" diye sordu.


"Samaryum ne acaba?" 


"Akciğer kanseri tedavisinde kullanılan ve nadir bulunan bir element."


"Benim zeki, akıllı, güzel doktorum her şeyi de bilirmiş." dedi Onur çapkın bir gülümseme ile.


Tuncay, önündeki çatalı hızla Onur'a fırlattı.


"Ulan nişanlıma asılıp durma!!"


Çataldan kaçan Onur pişkince gülümsedi.


"Çok sinirli birisiniz Tuncay Bey. Biricik Masalımın yanın.. Ahh gerizekalı! Ya gözüme gelseydi?"


Kafasına yediği bıçak darbesinden dolayı başını okşayan Onur, sahte bir acıyla suratını buruşturmuştu.


"Başım acıyor. Doktooor derdime bul bir çare... Sustum!.. Sakin ol adamım ve elindeki silahı yavaşça yerine bırak!"


Silahını elinde çevirmeye başlayan Tuncay, alayla gülümsedi.


"Şu an şeytana uyup..."


"Yok yok! Şeytan kötü. Şeytan pis. Şeytana kış kış. Şeytana cıs."


"Onur senin akıl yaşın kaç acaba?"


Onur, duyduğu ses ile yutkundu ve yanındaki sandalyeyi çekip oturan kıza baktı. Aytül, kaşlarını kaldırmış bir şekilde sorusuna cevap bekliyordu.


"Normalde duruma uygun bir şekilde değişir fakat... Senin yanındayken hep 25?"


Adamın dudaklarındaki imalı gülümseme karşısında kalbi hızlanan Aytül, zorlukla gülümsedi.


"Farketmez yaa. Takıl sen öyle!" diye mırıldanan genç kız bir yandan da 'Daha fazla saçmalayabilir miydim acaba?' diye hayıflanıyordu.


Tuncay, yeni gelen kıza gülümseyerek "Aytül n'aber?" diye sordu bir anda.


"İyiyim. Aylar sonra izin yaptığım için ultra mutluyum. Amacım evde pineklemekti ama... Nisa çağırınca burada buldum kendimi!"


Tuncay hin dolu bakışlar ile Onur'a baktı. Sonrasında da dudaklarında beliren eğlenceli gülümseme ile Aytül'e döndü.


"Yaa. Deme..." 


"YENGEEEEM!!!" 


Onur'un bu bağırışı yüzünden kafedeki masalardan birkaç kişi onlara dönmüştü.


Onur, Tuncay'a 'Sakın Aytül'e saçma bir şey söyleme!' bakışları atarak Masal'a döndü.


"Biricik yengeciğim benim! Sen bu müstakbel kocanın ne kadan da harika bir insan olduğunu biliyor musun? O biiir Çağatay Ulusoy! O biiir İbrahim Çelikkol! O biiiir Nejat İşler! O biiir... Pablo Picasso. Sonraaa hmmm... O biiiir Newton! O biiiiir Tesla! O biiir..."


"Yeter!" dedi Tuncay gözlerini devirerek.


"Yeter mi gerçekten?" diye soran Onur şirince sırıtıyordu.


"Sonunda yusuf yusuf olacağın işlere girişmemeyi hâlâ öğrenemedin Onur!" diyen Tuncay, kollarını birbirine kavuşturmuş bir şekilde gülüyordu.


"Aaa ama öyle deme Barut. O zaman kimle eğleneceğiz biz? Kimi anasından doğduğuna pişman edeceğiz? Kime eşya fırlatacağız? "


Masadakiler sesin sahibine döndü. Burak dudaklarındaki gülümseme ile onlara bakıyordu. Masadaki boş yere geçen adam, önce Hilal'in sandalyesini çekerek oturmasını sağladı ardından da kendisi oturdu.


KİT üyeleri dün yaşananlardan sonra Burak'ın böylesine mutlu olduğunu görmeyi beklemediklerinden bir an şaşkınca ona bakmış, mutluluğunun gerçek olduğunu anladıklarındaysa kendi yüzlerinde de içten bir gülümseme belirmişti.


"Hepimiz tam olduğumuza göre... Ne yiyoruz? Vallaha buraya geleceğiz diye Nisa bir şey yememekle kalmadı, bana da yedirmedi resmen. Saat 13.00 oldu ve ben açlıktan ölüyorum!" diyen Aslı'nın sesi isyan doluydu.


"Ben de kahvaltıda az yedim. Eee... Kafe sizden sorulur çifte kumrular. Birinizin annesi kafenin sahibi, diğeri de aşçısı. Ne öneriyorsunuz bize bakalım?" dedi Aytül elindeki mönüyü incelerken.


Herkes kabataslak bir şekilde yiyeceklerini ayarlarken Burak ve Hilal birbirlerine baktı. Lale dediğini yapmış ve kahvaltı yapmadan ayrılmalarına izin vermemişti. Normalde 6.30'da ayağa dikilen Hilal ve Burak'ın, saat 10.30'da uyandıkları ve 11.00'de de tıka basa kahvaltı yaptığı düşünülürse... Aç değillerdi.


Burak, genç kıza gülümsedi. Yıllardır böylesine geç bir saatte, böylesine dinlenmiş bir şekilde uyanmamıştı. CeyCey'ler onları uyandırmasa belki de birkaç saat daha uyurlardı. Sabah aklına gelirken adamın gülümsemesi büyüdü.


Kulağını, Kelebeği ile birlikte söyledikleri şarkılar ve onlara eşlik eden kuş sesleri doldururken... Kendilerini ısıtan güneşin sıcaklığına, rüzgarın ağaçlarla yaptığı hafif dansının eklenmesi ve hamaklarının da bu dansa katılarak yavaşça sallanışı eşliğinde uyanmıştı genç adam... Önce burnuna papatya kokusu dolmuş sonra da ruhuna ela gözler dokunmuştu. Kollarının arasındaki sevdiğinin uyku mahmuru bakışlarla onu izlemesi... Ömrünün sonuna kadar her güne bu tatlı huzur ile başlayabilirdi Burak. Ve bir salise bile şikayet etmezdi bu durumdan.


"Siz yemiyor musunuz?"


Duyduğu soru ile kendine gelmeye çalışan adam, bakışlarını soruyu soran Nisa'ya çevirdi... Tüm masa gibi! Soru veya sorunun muhatabındaki insanlar değildi herkesin onlara dönmesine sebep olan... Nisa'ın ultra iğneleyici ses tonuydu.


"Pek aç değiliz?" diyen Hilal, Nisa'ya anlamsız gözler ile bakmaya başlamıştı. Ne olmuştu şimdi?


"Neden kahvaltı yaptınız? Buluşacağımızı sabah mesaj atmıştım. Gerçi... Aramıştım da aslında. Ama sen açmadın!"


Hilal, derin bir nefes aldı. Nisa hanımın derdi anlaşılmıştı. Ve genç kız, herkesin içinde bu tartışmayı yapmak istemiyordu. Yine de arkadaşını azıcık tanıyorsa bu konuşmayı yapmazlarsa günü hepsine zehir ederdi.


"Telefonumun odada kaldığını söylemiştim!" derken sesinin istemsizce sert çıkmasına engel olamamıştı Hilal. Ne diye hesap vermek zorundaydı ki?


"Hangi oda? Neredesin kızım sen? Dün sabah çıktın evden ve akşam da bir mesaj ile gelmeyeceğini haber vererek bizi onurlandırdın(!). Hadi telefon açmadın (anlamadım ama) anladım diyelim. Telefonlarıma geri dönmek çok mu zordu? Telefonlarımı açmayınca başına bir iş geldiğini düşündüm!"


"Başıma ne gelebilir ki Nisa?"


"Di'mi? Ne gelebilir ki? Senin gibi sıradan bir ofis çalışanının(!) başına ne gelebilir?"


Burak, öfkeli bir nefes aldı. Nisa'nın ses tonu adamın hiç hoşuna gitmemişti. Hilal'in 'Sakin ol!' dercesine elini hafiften yukarı kaldırması karşısında istemsizce gülümsedi. Kelebeğinin dikkati, her zaman (bir tartışmanın ortasında bile) kendisinin üzerindeydi.


Ve kendisi de onun küçük bir el hareketiyle bile sakinleşebiliyordu. 'Ağlanacak halimize gülmek deyimi de tam böyle anlar için oluyor sanırım Alfa!' diyen iç sesine 'Vallaha ben bu durumdan hiç şikayetçi değilim. Çok ağlamak istiyorsan az ötede ağla. Seninle uğraşamam!' diyerek postayı koydu.


Bu esnada sakinleşmeye çalışan (ve bunu beceremeyen) Hilal, sessiz bir şekilde konuştu.


"Sadece... Biraz hava almaya gittik!"


"Nereye diye soracağım ama... Anlatacak mısın sanki? Neyi anlattın ki şu güne kadar? Yaşadıklarınızın ancak %5'ini anlatmışsındır sanırım. O da ultra ısrarımızdan! Eee... Siz hala iş arkadaşı(!) modunda mısınız bakalım? El ele tutuşurken, birlikte havalar almaya giderken falan..."


"Bizim ilişkimiz niye size bu kadar batıyor?" diye soran Hilal artık öfkesini gizlemiyordu. Her şeyden önce Nisa'nın herkesin içinde bu konuyu açması ve onun ile bu şekilde konuşması çıldırmıştı genç kızı. 24 yaşındayken (sanki yanlış bir şey yapmışçasına!) birilerine ne diye hesap verdiğine ise hiç girmiyordu! Bunu düşünürse kafede kıyamet kopması kaçınılmaz olurdu çünkü.


"Vaay ilişkiniz ha Casper'ım? Sonunda iş ilişkiliğinden feragat ettiniz anlaşılan?"


"Ne yapmaya çalışıyorsun?" dedi Hilal dişlerinin arasından konuşarak.


"Tepkiye bak tepkiye! Ben sadece gerçekleri öğrenmek istiyorum. Aylardır benden (bizden) nasıl uzaklaştığının farkında mısın sen? Resmen yabancılaştın bize karşı! Hayatının en önemli olayını anlatmıyorsun... Ben sana her şeyimi anlatırke..."


"Anlatma o zaman! Ben ne zaman sana anlat dedim?" diye çıkıştı Hilal en sonunda. Bu çıkışın oldukça kırıcı olduğunu fark etmiş fakat çok geç kalmıştı. Laf ağızdan bir kere çıkardı.


Bu cümle üzerine Nisa'nın gözlerinden anlık bir kırgınlık geçti. Aslı'nın sakin ol dercesine Hilal'in koluna dokunması, koz için bardağı taşıran son damla olmuştu. Haklı olan kendisi iken Aslı, Hilal'e sakin ol diyorsa... Bu onun da bir şeyler bildiği anlamına gelirdi. Hayal kırıklığını, öfkeye dönüştüren genç kız konuşmaya başladı.


"Vay be! İşe bak... Sevgiliyi bulup arkadaşını satan tikilere uyuz olurdum. Başıma geldi görüyor musun sen şu işi?.. Sadece aylardır tanıdığın bir adam için, 6 yıldır tanıdığın bana böylesine posta koyduğuna inanamıyorum! Kardeşim kelimen tamamen palavraymış demek ki... Tamam! Ne halin varsa gör!.. İstediğinizi yapın. Karışmıyorum o değerli hayatınıza!"


Tüm bunları öfkeli bir şekilde söyleyen Nisa, ayağa kalktı. Masadakiler bu olanları şaşkınlık içerisinde izlerken, boğazındaki yumruyu yok saymaya çalışan Hilal, dolan gözlerini kırpıştırdı. Onun bu hali Burak Kılıç için son nokta olmuştu. Ayağa kalkan adam, kıza seslendi.


"HAYRUNNİSA GÖKMEN!"


Burak'ın yüksek sesle tam adını söylemesi üzerine hafifçe sendeleyen Nisa, durdu ve öfkeli bir şekilde adama döndü.


"Bana. Öyle. Seslenme!"


"Neden?" diye soran Burak'ın sesi oldukça sakindi. Bu esnada yavaş adımlarla yürüyen adam, kızın karşısına dikildi.


"SEVMİYORUM!" diye çıkışan Nisa'nın sesi istemsizce yüksek çıkmıştı. Genç kız, bedeninde dolaşan yüksek voltajlı negatif enerjiyi resmen hissediyordu.


Dudaklarında hüzünlü bir tebessüm beliren Burak, başını iki yana salladı ve usulca mırıldandı.


"Hayır... Çok seviyorsun aslında!"


Kaşlarını kaldırarak alayla gülen kız, karşısındaki adama baktı.


"Neden bahsettiğini bilmiyorum.. Şu an birilerine, birileri yüzünden fazla öfkeliyim. O yüzden iznin ile..." diyen Nisa gitmek için arkasını döndü. Fakat Burak, onu kolundan tutarak durdurdu ve gitmesini engellemek için de önüne geçti.


"Çekilir misin?"


"Hayır!" 


Nisa, öfke ile gözlerini kapattı. Bu sahneye daha fazla katlanamayan Ulaş, ayağa kalktı fakat Emre'nin kolundan tutması ile duraksayarak ona döndü.


"Bu onların meselesi. Bırak kendi aralarında halletsinler..."


Ulaş, derin bir nefes aldı. Her ne kadar bu durum hoşuna gitmese de Emre haklıydı. Bu yüzden de isteksiz bir şekilde yerine geri oturdu.


Burak'ı geçmek için bir hamle daha yapan genç kız, onun yine ve yeniden önünü kesmesi ile sinirle bağırdı.


"BURAK!!" 


"Hayrunnisa!!" 


Dişlerini gıcırdatan Nisa, öfkeli bir nefes aldı. Burak ise onun bir şey demesine izin vermeden konuşmaya başladı.


"Kimsenin sana öyle seslenmesine izin vermiyorsun, seslenene de çıkışıyorsun. Ve bunun nedeni sevmemen değil! Sevdiğinden! Zamanında çok sevdiğinden... Bu yüzden ya zaten... Bir tek Ulaş'a izin vermen! İlk başlarda sırf seni sinir etmek için öyle seslendiğinden tepki veriyordun... Fakat içten içe sevdiğin çocuğun sana öyle seslenmesi hep hoşuna gitti... Bu yüzden bahse girerim ki Ulaş, sevgili olduğunuzda 'Nisa' demiş ve sen de buna izin vermemişsindir... Ne dedin? 'Alıştım sanırım senin öyle seslenmene. Bana Hayrunnisa diyebilirsin!' mi?"


Nisa, titrek bir nefes aldı. Burak, söylediklerinin noktasına virgülüne kadar haklıydı. Fakat kendisi bunu asla kabul edemezdi. Kabullenmek tehlikeli sularda yüzmek demekti çünkü. Ve Nisa... Uzun zaman önce yüzmeyi unutmuştu. Gözlerinin dolmaya başladığını hissettiğinde bu duygusallığını yok saymak için öfkeyle konuştu... Her zaman yaptığı gibi!


"Gerçekten de ne saçmaladığını bilmiy..."


"BEN DE ÖYLE YAPIYORUM!.. BEN DE ÖYLE YAPTIM!"


Çaresiz bir sesle haykıran Burak, derin bir nefes aldı ve Nisa'nın şok dolu bakışları arasında daha sakin bir sesle devam etti.


"Acımı senin gibi öfkeye çevirdim. Soğukluğa, alaya vurdum... Onları çok sevdiğimden, çok canımı yanıyordu çünkü! Bu yüzden de onları hatırlatan her şeyi hayatımdan çıkarmaya çalıştım... Annemden kalan kitap sevgime tutunup onun gibi yeni diller öğrenirken, babamla yaptığımız maket puzzle geleneğini devam ettirip, onun en bütün hobisi olan harita ezberleme işini devralırken... Onların ismini bile anmıyordum. Çok saçma değil mi? Tüm hayatımı onlara göre düzenlerken, onlardan kaçmaya çalışıyordum."


Kendi kendine alayla gülen adam, acı dolu gözler ile devam etti.


"Beni leylekler getirdi moduyla hareket ediyordum. Herkese Salih babamı, babam olarak tanıtıyordum! Sırf birisi bir soru sormasın diye! Sırf... Aklıma onlar gelip de... Yetimliğim, öksüzlüğüm olanca kuvvetiyle beni yakıp yıkmasın diye!"


Burak, kıza doğru bir adım daha yaklaştı. Şimdi tam anlamıyla karşılıklı olarak duruyorlardı. Nisa, yanağındaki göz yaşlarını hissetti. Burak yüzünden tehlikeli sulara girmişti işte. 'Ağlamaktan nefret ediyorum!' diye düşünen kız, gözlerinden akan yaşları silerken başını öne eğdi. Onun bu hareketinin nedenini anlayan Burak, derin bir nefes aldı ve konuşmaya devam etti.


"Ağlamaktan nefret ediyorsun değil mi? Hele de başkalarının yanında... Hiç kimsenin senin zayıf noktasını görmesini istemiyorsun. Peki o zaman... Hilal'ime niye çıkışıyorsun be Nisa?.. Şu masada beni en iyi anlayanın sen olması gerekirken, ne diye çekip gitmeye kalkıyorsun?.. Baksana bana!"


Nisa, başını kaldırdı ve suçlu bakan gözlerini, adamın yeşil gözleri ile buluşturdu.


"Beni ne zaman bu halde gördün sen? 4 yıllık lise hayatımızda... Kaç kere gözlerimi tam anlamıyla içten bir şekilde gülerken gördün?"


Nisa, yavaşça başını iki yana salladı. Görmemişti! Burak hep soğuk dururdu.


"14-18 yaş aralığından bahsediyoruz Nisa! Yaşıtlarımız neler neler yapıp eğlenirken... Biz ağır bir ergenlik(!) yaşıyorduk. Kolumuza dokunana bile öfkeyle çıkışacak durumdaydık. Senin bu haline çirkeflik dediler, benimkine de ego! Halbuki ne çirkeftik ne de egoist. Biz sadece... Anne baba özlemiyle yanan iki yaralı çocuktuk!"


Nisan'nın ağzından bir hıçkırık kaçtı. Burak, derin bir nefes alıp hüzünlü gözlerle ona baktı.


"Hilal ile yaşadıklarımız sadece bizi ilgilendirir... Çünkü ben ona yaralarımı açıyorum. Ona... Ailemi anlatıyorum! Unuttuklarımı hatırlatıyor o bana! Dediğin gibi sadece %5'ini ancak anlatıyordur size. Çünkü geri kalan kısmı ya benim ruhumla dolu ya da... Öküzlüklerimle. Sen öküzlük dediğime de bakma ha! Maalesef o kadar da basit değil!.. Onu yakıp yıktım. Hem de defalarca kez! Size yaptıklarımı anlatsa...Tüm hakaretleri saydırıp 'Erkek işte hepsi aynı!' diyeceksiniz. Hilal'e çıkışacaksınız 'Sen bu söylenenleri nasıl sineye çekersin. Nasıl affedebilirsin?' diye... Anlamayacaksınız. Çünkü beni tanımıyorsunuz... Neler yaşadığımı bilmiyorsunuz! Nelerden kaçtığımı bilmiyorsunuz! Ve o kız ona yaşattığım onca şeyin üzerine... Bir de beni kardeşlerine karşı savunmak zorunda kalacak. Savunduğunda yine kötü olan o olacak. Kim bilir? Belki de bu sefer ona hakaret edeceksiniz!.. Damarlarınızda dolaşan feministlik her şeyin üzerinde ya çünkü. Bu hayattaki her şey, göründüğüne göre yargılanmalı ya(!). Sözler, gözlerden her zaman daha önemli ya(!). Bir erkek, her zaman her şeyi tüm yalınlığı ile söylemeli ve asla kaçmamalı ya(!)."


Duraksayan Burak gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalıştı. İçinde aktif olan kocaman bir volkan varken bu pek de mümkün değil gibiydi. Tüm masanın onları (onu) dinlediğini farkındalığı ile gözlerini açtı. Bu durumun (başkalarının, ne hissettiğini öğrenmesinin) kendisi için artık hiçbir şey ifade etmediğini ,gemileri yakalı uzun süre olduğunu, farkeden adam konuşmaya devam etti.


"Ne kadar uğraşırsanız uğraşın anlamayacaksınız Nisa! ANLAYAMAZSINIZ! Ne bizim ilişkimizi, ne de bizi anlayamazsınız!.. Kaçtıklarımın ne kadar büyük olduğunu, 17 yıl önce yaşanan o lanet olası olayın, hayatımı nasıl si*tiğini anlayamazsınız!.. Benim sadece o kızın elini tutabilmek için nelerle savaştığımı anlayamazsınız!.. Her gece nasıl işkencelere katlanmak zorunda olduğumu, tabularımın ne kadar büyük olduğunu ve o kızın bu tabuların altında ezilebilme pahasına benim için yaptıklarını anlayamazsınız!.. Söylemek isteyip de söyleyemediklerime girmiyorum bile... Girersem çıkamam çünkü!"


Nisa, şok olmuş gözlerle Burak'a bakıyordu... Masadaki diğerleri gibi. Şu zamana kadar Burak'ın böylesine açık konuştuğunu kimse duymamıştı.


"O yüzden rica ediyorum... Benim yüzümden ona bu şekilde çıkışma... Çıkışmayın!.. Üzgünüm(!) bazı şeyleri belki de sonsuza kadar öğrenemeyeceksin. Ama o merakını lütfen git başka arkadaşlarında kullan Nisa! Biz burada drama çekmiyoruz... Keşke sadece bir tuşla kanal değiştirebileceğim bir drama olsaydı hayatım. O zaman her şey daha kolay olurdu. Dün... Yıllar sonra hayatımın belki de açık ara en berbat gününü yaşadım ben. Ve eğer o olmasaydı... Şu an dipsiz bir karanlıkta boş duvarlarla bakışıyor olurdum. Kusura bakma(!) telefonlarını açamadı. Çünkü bir an bile beni gözden kaybetmemeye çalışmakla meşguldü... Asla cevap veremeyeceği sorularından kendince kaçmaya çalışıyordu. Ama senin gözün hiçbir şeyi görmediğinden (ya da görmek istemediğinden!) ne biz geldiğimizde diğerlerinin beni inceleyen bakışlarını fark ettin, ne de Aslı'nın bakışlarını..."


Burak, alayla güldü ve sesindeki iğneleme ile devam etti.


"Ya da tam tersi... Bu bakışları fark ettiğinden dolayı zaten Hilal'e çıkıştın! Aslı biliyor, ben nasıl bilmiyorum diye düşündün ve bu durumu kendine yediremedin değil mi?"


Nisa, pişmanlıkla gözlerini kaçırdı. Burak'ın gözlerindeki acı canını yakmış, sözlerinin doğruluğu ise kendinden utanmasına sebep olmuştu.


"Hadi ama! Niye gözlerinizi kaçırıyorsunuz Psikolog Hanım?.. Hadi bir tahmin yürütün bakalım. Aslı, neler olduğunu nasıl biliyor olabilir?"


Burak'ın sesinden, soruya cevap vermesi gerektiğini anlayan Nisa, neredeyse duyulmayacak bir sessizlikle mırıldandı.


"Emre..." 


"Bingo! Sen Aslı'yı sıkıştırmadan önce söyleyeyim... O da hiçbir şey anlatmayacak! Bazı şeyler (bazı anlar, bazı acılar, bazı mutluluklar) sadece iki kişiye özeldir çünkü. Öyle olmasa o kişi arasındaki bağ böylesine kuvvetli olmazdı. Yani... Sevgiliyi bulunca arkadaşlarını satan tikiler ne yapar bilmiyorum ama... Bir insanın sevdiğini bulunca onun ile vakit geçirip, özel anlar paylaşmak istemesinde bu kadar garip olanın ne olduğunu gerçekten öğrenmek istiyorum... Gerçekten de Ulaş ile yaşadığın her ânı kızlara anlattın mı Nisa? Hiç mi kendine sakladığın bir an olmadı? Tek kelime etmeden sadece durduğunuz veya dakikalarca bakıştığınız anları bile mi anlattın? Ya da sana seni sev..."


"Tamam! Tamam. Dediklerini, demek istediklerini çok iyi anladım Burak. Ben sadece... İşin eğrisini doğrusunu düşünmeden hareket ettim. Özür dilerim!"


Burak, başını iki yana salladı.


"Benden değil Hilal'den özür dilemelis..."


"Biliyorum! Ondan da dileyeceğim zaten. Ama öncelikle senden özür dilerim. Dediğin gibi... O masada seni en iyi anlaması gereken kişi bendim. Ya da... Lise zamanında kendini beğenmiş, alaycı, egoist o çocuğu anlaması gereken... Fakat herkes gibi ben de eleştirdim. Bunu fark etmediğim için özür dilerim."


"Fark etmediğin için şanslı say kendini. Çünkü o zamanlardaki Burak... Eğer yaralarını görmüş olsaydın ultra büyük bir misilleme ile karşılık verirdi. Gerçi çok değil... 1 ay önceki adam da aynısını yapardı. Neyse konumuz bu değil. Bu olay da tatlıya bağlandığına göre... Masamıza geçebilir miyiz? Ve sen..." diyen Burak, çok uzun zamandır (duvar kenarından) onları dinleyen kadına döndü.


Sevda, oğlunun ona dönmesi ile gözlerindeki yaşları hızla sildi. Burak bu durum karşısında esef dolu bir nefes aldıktan sonra bakışlarını Hilal'e çevirdi. Onun ela gözlerinin de kızarık olduğunu görünce kendi kendine güldü.


"Hayatımdaki kadınlar neden bu kadar sulu göz acaba?... Düşün bakayım önüme!"


Sevda, bu söyleneni ikiletmeden yerine getirip dinlenme odasına doğru yol alırken, Hilal mimik bile oynatmadı. Kaşlarını kaldıran kız inatçı gözler ile adama bakıyordu.


Onun bu hali karşısında adam sessiz bir kahkaha attı.


"Önüme düşer misiniz acaba Asena Hanım?"


"Bu da garip oldu gibi... Başka cümle seçimi?" diyen Hilal arkasına yaslanıp kollarını kavuşturmuştu.


"Yok başka cümle!.. Yeter otoritemi bu kadar sarstığın. Kalkıyor musun yoksa ben mi kaldırayım?" dedi Burak sahte bir kızgınlıkla.


"İyi çığırırım bil istedim!" diyen Hilal'in dudaklarında bilmiş bir gülümseme belirmişti.


"من می خواستم شما را به آن بسته تا به زیبایی!"

(Güzel sustururum bil istedim!)


Hilal, adamın Farsça kurduğu cümle ile yutkundu. Yani ne diye böyle bir cümle kurmuştu ki sanki? Bu çok...


Genç kızın dut yemiş bülbüle dönmüş hali karşısında "Mesela..." diyen Burak eğlenceli bir kahkaha attı.


Gözlerini deviren Hilal, ayağa kalkarken bir yandan da söyleniyordu. Bu durum Burak'ın daha fazla gülmesine sebep olmuştu. Adamın yanına gelen kız memnuniyetsiz bir şekilde sordu.


"Çok mu eğleniyorsun?"


"Hem de çoooook!"


Bu diyalog ile ikisinin de aklına dün yaşananlar gelirken gülümsediler.


"Bunun rövanşını çok pis alırım derken şaka yapmıyordun anlaşılan!" dedi Hilal hafif iğneleyici bir ses tonuyla.


"Yoo. Dünün rövanşı böylesine basit olmazdı inan bana. Amacım sadece dediğimi yaptırmak! Hani durduk yere inat ettin yaa..." diyen Burak, kıza doğru yaklaştı ve sadece onun duyacağı bir şekilde devam etti.


"Hem ne dedim ki ben? Masum bir cümle... Yanlış yerlere çektiysen de o senin hatan!"


Hilal'in bacağına doğru attığı tekmeyi usta bir hareketle savuran adam kahkaha attı.


"Ne bu vahşi hareketler Asena? Senin gibi cici bir kıza yakışıyor mu?"


"Cici kızmış... Göstereceğim ben sana şimdi cici kızı!" diyen Hilal etrafına bakınmaya başlamıştı.


"Bana bir şeyler fırlatmak için etrafını incelemiyorsundur umarım?" diye sordu Burak gülen sesi ile.


"A-aa. Lütfen ama! Ben sadece masum bir şekilde dekorasyonu inceliyordum. Yanlış yerlere çektiysen de o senin hatan!"


"Ups! Bu taş başımı ultra yardı sanırım Kelebeğim. Boşuna fırlatmak için bir şeyler arama!"


Adam, tüm bunları dalga geçercesine söylemese daha iyi olabilirdi tabii.


"Kaşınıyorsun Burak!"


Burak'ın marazlıkla parlayan bakışları ile ağzını açması üzerine Hilal, başını iki yana salladı. Parmağını tehdit edercesine adama sallamaya başlayan kız tıslarcasına konuştu.


"Sakın tek kelime etme!"


"Konuşmayınca susuyorum diye azar yiyordum. Şimdi de konuşuyorum diye... Senin de hep dediğin gibi. Where is the adalet Kelebeğim?"


"Tamam da sen..." diyen Hilal sustu.


"Tamam da ben?" diyen Burak kaşlarını kaldırmış, gözlerindeki parıltılar ile kıza bakıyordu.


"Sen... Siz kaç dakika sonra gelmeyi düşünürsünüz acaba? İşletmem gereken bir kafe var ya hani!"


Sevda'nın sesini duyan ikili gözlerini açarak birbirlerine baktılar ve aynı anda konuştular.


"Onun suçu!"


"Onun yüzünden!


Onların bu çocukça suçlaması üzerine tüm masa gülmeye başlamıştı.


"Ahahhahaah... Bu olmadı ama. Again please! Bu sefer parmağımız ile karşımızdakini göstermeyi unutmuyoruz. 3 deyince... Ahahahaa..."


Onur, gülüşlerinin arasında bu cümleyi söylerken, diğerleri akıllarına gelen görüntü ile daha çok gülmeye başlamıştı.


"Suçlu çocuk psikolojisi için tek madde bir adet anne olsa gerek. Baksana şunlara! Ahahahaa..."


Emre'nin cümlesi üzerine, dalga konusu olmaktan hoşlanmıyormuş gibi yaparak gülmemeye çalışan ikili birbirlerine baktılar. Ve göz göze geldikleri anda aynı anda kahkahalara boğuldular.


🦋


"Burak ile ilk tanıştığımız zamanı hatırlıyorum da... Çok değişti! Hele de Hilal ile aralarındaki ilişki..." diye mırıldandı Almina giden ikilinin arkasından bakarken.


"Gerçekten de öyle. Hilal'i yanıma geldiği günü hatırlıyorum da... Bu kadarını ben bile tahmin etmemiştim!"


Ulaş'ın söylediği cümle üzerine Emre, kaşlarını çatarak ona döndü ve şaşkın bir sesle sordu.


"Hilal'in yanına geldiği gün?"


"Bilmiyor musun?.. Hilal ekibe ilk girdiği gün yanıma geldi. Burak'ı tanıyıp tanımadığımı sordu. Ben de... Israrları üzerine (biraz da tehdit etmiş olabilir) dayanamayıp Burak'ın operasyonun dışına çıktığını ve yaptıklarını kısmen anlattım!"


"Vayy canına! Küçük Hanım sandığımdan daha tehlikeliymiş. Senin işin içinde olduğunu nereden anlamış ki?"


Yağız'ın cümlesi üzerine Aslı gülümsedi.


"Mesele Ulaş değildi ki. Hilal sadece... Burak'ı tanıyordu. Onun kendisine asla zarar verecek bir şey yapmayacağını biliyordu. Hep bilmişti! Bu yüzden o 3 ayda çok dağıldı."


"Burak'ın da pek bir farkı yoktu!" diye mırıldandı Emre yaşananları hatırlarken.


"Hilal biliyor mu olanları?" diye soran Ulaş'ın sesi endişeli geliyordu. Nisa sevgilisine baktı. Gözlerindeki hüznü görünce derin bir nefes aldı. Anlaşılan Burak kötü bir şeyler yapmıştı.


"Büyük ihtimal. Dün... Hilal'in tahminimden çok çok daha fazla şeyi bildiğini öğrendim! Bildiklerinin yanında... Bu 3 ayda yaşananlar bir hiç kalır ki... Salih amcam hastanedeyken Hilal bir şeyler duydu zaten. Bence Burak anlatmıştır!"


"Burak anlatmıştır... Bu cümle garip hissettiriyor! Suskun adam sonunda konuşuyor ha? Bu arada... Dün tam olarak ne oldu? Telefonda sesin iyi gelmiyordu!"


Ulaş'ın cümlesi üzerine durgunlaşan KİT üyeleri birilerine baktı. Onur alayla güldükten sonra konuşmaya başladı.


"Ne olabilir? Ben yine bir çocukluk yaptım ve... Bu sefer sonu az daha büyük bir felaketle bitiyordu! Gerçi... Gözükmeyen büyük bir hasara sebep oldum!"


Emre, daha ilk cümleleri duyduğunda başını iki yana sallamaya başlamıştı bile.


"Boşuna kendini suçluyorsun! Bilsen asla yapmazdın."


"Ne fark eder abi? Dün, ömrüm boyunca unutamayacağım bir an yaşadım. O silahı çıkarttığında ben..."


Sesi titreyen Onur, kesik bir nefes aldı.


"Bir şey yapmamak içindi o!" dedi Emre onu ikna etmeye çalışarak.


"Evet! Çünkü Hilal vardı. Eğer Hilal olmasaydı..."


"Hilal olmasaydı... Kardeşim hâlâ yürüyen bir ölü olurdu. Ve benim de ondan pek bir farkım olmazdı. Ayrıca... Dün o olay yaşanmasaydı Burak asla bazı şeyleri anlatmazdı... Tek Burak da değil!" duraksayan Emre bir anlığına başını önüne eğdi ve sonrasında karşısındaki kardeşlerine baktı.


"Dün siz de şahit oldunuz halime. Yıllardır ikimiz de bile isteye birçok şeyi öteledik. Burak bu hikayedeki başrol olsa da... O olay bende de çok büyük... Travmalara yol açtı. Dün yaşananlar bir tetikleyiciydi ve..."


Emre, Buse'nin elini tuttu. Ona bir gülümseme bahşettikten sonra tekrardan Onur'a baktı.


"Belki saçma gelecek ama... Şimdi iyi ki dün yaşananlar yaşanmış diyorum. Artık kaçmayı bırakmanın vakti gelmiş de geçiyordu. Ve senin bilmeden yaptığın o çocukluk olmasa... Biz aynı tas aynı hamam devam ediyor olurduk. Dün... Kardeşimle konuştum. 17 yıl önceki o muzip çocukla. O yüzden kendini suçlamayı bırak. Silah olayı da... Burak işte. Bu ilk vukuatı mı sanki? Aylar önce yaşananlar kadar korkunç değildi yaa!


"Yaptın mı yıktın mı oğlum yaa? Ne diye o berbat günü hatırlatıyorsun? Bak yine sinirlendim. Sen nasıl Burak'ın oyununa geldin Emre?" diye söylendi Yağız.


Bu cümle üzerine Tuncay lafa karıştı.


"Abi adam oscarlık oyuncu. Binbaşını bile kandırdı. Gerçekten de iyi gözüküyordu!"


Emre, sessiz kaldı. O zamanlar yaşananlarla alakalı olarak (kendisine göre) hâlâ kocaman bir boşluk vardı. Kardeşini azıcık tanıyorsa, Hilal'e karşı bir şeyler hissettiğinde operasyonun gidişatını değiştirir ve o soygunu başka şekilde gerçekleştirirdi. Fakat Burak, soygunu Hilal'i kullanarak (kızın güvenini sarsarak) gerçekleştirmişti. Bu yüzden de Emre, kardeşinin duygularının aşk/sevgi olmadığını düşünmüş, moral bozukluğunun da masum birinin hayatını tehlikeye atmaktan kaynaklandığını zannetmişti.


Ve tüm bunların üzerine iyi gibi gözüktüğünden operasyona gitmesinde bir sakınca görmemişti. Yağız'ın cümlelerinin sadece bir hüsnü kuruntu olduğuna emindi genç adam. Taa ki... Ölmek üzere olan kardeşinin 'Hilal' diye sayıklamalarını duyana kadar. Ve tam bu noktada Emre'nin aklında, Burak'a sormaya korktuğu bir soru belirmişti. Burak, Hilal’i kaybedeceğini bilmesine rağmen neden onun vasıtası ile girmişti o villaya?


"Heyy! Nerelere daldın?"


Sevgilisinin kulağına sevgi ile fısıldadığı cümle ile Emre yanındaki kıza döndü.


"Hiiç. Öyle aklıma bir şey geldi de... Sonunda yemekler de geliyor işte!"


🦋


"Beyler? Bırakır mısınız şu gündemdeki suçlar muhabbetini? Uzun süre sonra çıktığım izinde de o şerefsizlerin yaptıklarını duymak istemiyorum!"


Almina'nın isyanı üzerine masadaki kızlar anlaşmışçasına aynı anda kafalarını salladılar.


"Lan Onur. Kızlar ile birlikte kafanı sallaman da... Ne bileyim yani!"


Tuncay'ın imalı cümlesi ile Onur sahte hüzünlü bir iç çekti.


"Sen kızlara ne demek istiyorsun?.. Küçümsüyor musun yoksa onları? Sen böyle biri miydin Tuncay? Ben seni hiiiç tanıyamamışım. HİÇ!"


Masadaki kızların ona dönmesi ile Tuncay, şok dolu bakışlar ile Onur'a döndü. Onur, gözlerindeki hain parıltılar ile bıyık altından zevkle gülümsüyordu.


"Hanımlar? Bu herifin dolduruşuna gelmeyeceksiniz değil mi? Öyle bir şeyi kastetmediğimi biliyorsunuz!"


Tuncay'ın hafif korku dolu sesi karşısında kızlar gülmeye başlamışlardı.


"Bizden böylesine korkuyor olmanız bize yeter aşkım. Gücümüzün farkında olmanız gerçekten güzel!" dedi Masal gülerek.


Tuncay, çaktırmadan bir nefes verdi. Gerçi masadakilerin asker, polis, psikolog, savcı, doktor ve gazeteciden oluştuğu düşünülürse... Bu çaktırmadan olmamış, hepsi bu durumu fark etmişti. Ne de olsa hepsinin mesleğinin altın kuralı dikkat, ilgi alanı da insandı (insan davranışlarıydı).


"Ahh. Hep diyorum! Her zaman hanımcılık kazanır." dedi Nisa neşeli bir sesle.


Masadaki erkeklerin hiçbirinden bir ses çıkmadığında Onur kaşlarını çattı ve konuşmaya başladı.


"Yalnız hanımlar karşınızdakilerin aske.."


"Hacker! Zeki bir erkek ol ve kapa o çeneni!"


Burak'ın cümlesi üzerine herkes ona şaşkınlık dolu gözler ile baktı.


"Ne? Sen de mi abi ya?" diyen Onur ile Burak omzunu silkti. Kendisinin tuzu kuruydu. Ne de olsa dün bu tartışmayı yaşamış ve büyük bir zevk ile yenildiğini kabul etmişti.


"Ben sadece seni düşünüyorum. Tüm hanımlar tarafından linç edilmeyi ve... Herkesin ortasında güzel bir ayar yemeyi istiyorsan... O cümleni tamamlayabilirsin!"


Burak'ın imalı sesi ile yanındaki Aytül'ün varlığını hatırlayan Onur, kıza döndü. 'Yiyorsa devam et!' diyerek bakan bakışları gördüğünde hafifçe yutkundu.


"Ne demiş ünlü düşünür Nisa Türkmen 'Her zaman hanımcılık kazanır!'. Ne de güzel demiş ama... Lan gülmeyin! Hayatımda böyle geri vites atmadım ben."


"Ahahhaha... Nasıl atmadın? Oğlum sen her zaman geri viteste gidiyorsun zaten!" dedi Yağız gülerken.


🦋 


Bol kahkahalı muhabbet durulmuş... Masadakiler oluşan sessizlikte birbirlerine bakıyorlardı.


"Gençler? Şu iş konuşma boykotunu kaldırsak mı acaba? Biz 7/24 mesleği ile yaşayan insanlarız ya hani..." diye mırıldandı Yağız arkasına yaslanarak.


Almina, ısrarlı bir şekilde hayır anlamında başını salladı.


"O zaman... Konuşacağımız konuyu bulsan mı sevgilim?"


Almina, düşünceli bir şekilde sevgilisine baktı.


"Hmm... Hmmm... Hm..."


"Mina'm?" diye mırıldanan Yağız gülmeye başlamıştı.


"Buldum!" diyerek ona dönen kız ile tekrar gülümsedi.


"Sizi dinliyoruz Savcı Hanım?"


"Hepimiz bir çocukluk anısını anlatsa? Böyle yaramazlık yaptığı falan..."


Bu fikir hepsinin oldukça hoşuna gitmişti.


"Kim başlayacak? Benim aklımda şu an bir şey yok..." diye mırıldandı Ulaş arkasına yaslanırken.


Kısa süre sonra "Ben!" diyen Aslı'ya döndü tüm başlar.


"Evvet! Mikrofon sizde Muhabir Hanım." dedi Emre sevgi ile kıza bakarken.


"Hmm... Sanırım 10-11 yaşlarındaydım. Annem manava gitmişti. Benim de canım süt çekmişti. Ama öyle bir içesim var ki... Annemin gelmesini falan bekleyemedim ve... Süt ısıttım. Tabii sonrasında yaşananlardan sonra annem bir daha mutfağa girmeme izin vermedi!" diyen Aslı gülmeye başlamıştı.


"Ne yaptın? Evi mi patlattın?" diye sordu Burak şaka dolu sesiyle.


Aslı, adama baktı ve gülümsedi. Dün öğrendiklerinden sonra Hilal'e davranışlarındam dolayı Burak'a karşı olan kızgınlığı, bir kuş misali uçup gitmişti. Günün erken saatlerinde Nisa'ya söyledikleri ise... Burak'ın, Hilal'i (kardeşini) böylesine çok seviyor olması genç kızı çok mutlu etmişti.


"Evi değil de... Kısmen mutfağı patlatmış olabilirim!"


"Nasıl? Ocağa koyduğun sütü taşırdın desem..." dedi Emre anlamaya çalışarak kıza bakarken.


"Sütü ocağa koyduğumu hiçbir zaman söylemedim ki sevgilim... Annemin kesin kuralı vardı. Ocağı açmak yasak!"


"Ocağa koymadıysan nereye koymuş olabilirsin ki?" diye sordu Yağız.


"Mikrodalga diyeceğim ama... Bahsettiğin yıllarda böylesine revaçta değildi. Yani... Bizde yoktu." dedi Onur.


"Ahh zengin bebemizde yoksa Dünya'da bile yoktur!" dedi Tuncay alayla.


"Hahaha çok komik! Gereksiz herif... Sonra bir şey deyince ya da yapınca suçlu ben oluyorum." dedi Onur gözlerini devirerek, sonrasında ise Aslı'ya dönerek konuştu.


"Çatlatmasana adamı kızım! Haber mi sunuyorsun burada? Anlat işte. Ne yaptın fırına falan mı koydun?"


"Kettle..." diye mırıldandı Aslı.


"Kettle? Türkçesi su ısıtıcısı olan Kettle'dan bahsediyoruz değil mi sevgilim?" diyen Emre gülmeye başlamıştı.


"Sen kettle'da süt mü ısıttın?" diyen Ulaş ile masadakiler kendilerini tutamayıp gülmeye başladı.


"Yalnız Aslı... 40 yıl düşünsem su ısıtıcısında süt ısıtmak aklıma gelmezdi!" dedi Burak gülüşlerinin arasından.


"Off. Bence gayet de mantıklıydı. 'Ha süt ha su ne fark eder?' diye düşünüyordum ki... Fark edermiş. Kettle patladı!"


"Sana bir şey olmadı değil mi?" diye sordu Aytül.


"Yok yok olmadı. Ben içeride son ses müzik açmış dans ediyordum. Sesi bile duymamışım. Tam o esnada da annem geldi zaten... Bak ama onun çığlığını duydum. Sonrasında mutfağa elveda! 18 yaşına kadar hiçbir şekilde mutfağa girdirmedi beni. Gerçi 18'den sonra da geçen yılların intikamını alırcasına her gün mutfağa soktu. Hiçbir şey bilmiyormuşum da... Öğrenmezsem beni kimse almazmış da... Sanki ben..." diyen Aslı duraksadı ve yanındaki adama baktı. Emre, söylenmeyen cümlenin devamını biliyordu. Sanki ben evlenecektim de!


Adamın mavi gözlerine bakan Aslı gülümsedi ve sevgiyle konuşmaya başladı.


"Anneme dua etmeye başlayabilirsin sevgilim. Seni olası birçok zehirlenmeden kurtardı."


Emre, mutlulukla gülümsedikten sonra kızı kendine doğru çekti ve kolunu omzuna atarak kulağına fısıldadı.


"Ben senin o küçük mavi gözlerinle tanıştığım günden beri, önce seni veren Allah'a sonra da buna sebep olan annene her dakika dua ediyorum zaten Buse'm!.. Ayrıca senden gelecek her şeye (olası birçok zehirlenmeye bile) gözüm kapalı razıyım ben!"


İkili kendi halinde konuşurlarken Masal'ın konuşması üzerine ona döndüler.


"Zehirlenme demişken... Sıradaki anı benden olabilir!" diyen kız aklına gelenler ile gülerken anlatmaya başladı.


"Kendimi bildim bileli doktor olacağım diyordum. Bu yüzden de küçükken sürekli doktorculuk oynardım. 6 yaşındayken bir gün kuzenim bize geldi. Doğan abimi çok severim. Kardiyoloji'yi seçmendeki en büyük etken o oldu. Kendisi de bir Kardiyoloji uzmanı.. Neyse işte o zamanlar 22 yaşında 4. Sınıf öğrencisiydi. Staj ve okul arasında kafayı bulmuş ve gördüğü her yerde uyuma potansiyeline sahip tipik bir tıp öğrencisi... Yalvarmalarım sonucu stetoskobunu getirmişti o gün ama benimle oynamak yerine uyumuştu. Ben de buna çok sinirlendim!"


"Masalcım sen sinirlenme lütfen. En son sinirlendiğinde başkası ile sözlenmeye kalkmıştın. Ahanda şu Barut serserisini tutmasaydım birçok kere hapsi boylayacaktı!"


Onur'un cümlesi üzerine Masal umursamaz bir şekilde omuzlarını silkti.


"Kendi kaşınmıştı! Öküzlükte master yaptığı yetmemiş gibi bir de bana 'Ne halin varsa gör. Umrumda değilsin!' demişti. Ehh... Gördük ne kadar umrunda olmadığımı!"


Tuncay, nişanlısının iğneleyici ses tonundan dolayı derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini Onur'a dikti.


"Niye durduk yere bu konuyu açıyorsun canım arkadaşım(!)? Seni dayak manyağı yapmamı istiyorsan söylemen yeterli. Ben zevkle yerine getiririm zaten!"


"Hep şiddet hep şiddet! Çok kırılıyorum sen benimle bu şekilde konuş..."


"Sen biraz daha boş yap... Konuşacak ağzını şiddetle kıracağım ben!"


"Off bırak şunu Tuncay! Onur işte..."


"Biricik yengeciğim? Bu bir hakaret miydi? Pek iltifat gibi gelmedi de..."


"Onur? Haberin olsun biraz daha boş yapmaya devam edersen sinirleneceğim. Merak etme tırmaladıktan sonra yaralarına yavaşça(!) pansuman yaparım!"


"Sustum bile!" diyen Onur eli ile ağzına fermuar çekme hareketi yaptı.


"Birileri sustuğuna göre sen devam edebilirsin Masalcım." diyen Aytül ile Onur, kıza döndü.


Diğerlerinin orada olmasını umursamayan adam, kızın kulağına eğilerek konuştu. Sesindeki öfke ve kırgınlık hissediliyordu.


"Konuşmamın seni bu kadar rahatsız ettiğini bilmiyordum. Öğrendiğim iyi oldu!"


Aytül gülümsedi ve adama cesurca baktıktan sonra sadece onun duyacağı bir sesle mırıldandı.


"Konuşman değil... Tüm dikkati üzerine çekmen beni rahatsız ediyor Psikopat herif! Başkalarının sana bakması, senin onlarla ilgilenmen... Ve bu esnada da kendimi dış kapının dış mandalı gibi hissetmek hiç hoşuma gitmiyor!'


Onur, kızın söylediği cümleyi duyduğunda keyifle gülümsedi ve tekrardan kızın kulağına eğilerek konuştu.


"Saçma! Çok uzun bir zamandır o kapının içerisindeyken... Nasıl dışında gibi hissedebilirsin Angel'ım? Ve geldiğin andan itibaren tüm hücrelerim yanımda oturduğunu haykırırken bunu söylemen de ayrı bir ironi... Bilesin!"


Aytül, duyduğu sözlerin etkisi ve kulağının dibindeki adamın varlığından dolayı heyecanla nefes alırken Tuncay'ın alaylı cümlesi duyuldu.


"Gençler? Size hiç toplum içinde kulaktan kulağa konuşmanın kötü olduğunu söyleyen olmadı mı? Hem... Aile var burada ayıp yani!"


Onur'dan uzaklaşan Aytül, öldürücü bakışlar ile adama baktı. Onur'un geçmişte Tuncay'a yaşattıklarının acısını resmen kendisi çekiyordu. 'Ben masumum' dercesine şebek bir surat ifadesi ile omuzlarını silken adam, tüm gardını indirdiğinde ona bakmayı kesti. Şebek psikopat 2 saniye bile kızmasına izin vermiyordu.


"Ee sonra ne yaptın Masal?" diye Masal'a bir soru yöneltti genç kız. Konuyu değiştirmek için yanıp tutuşuyordu. Tüm masanın eğlenceli bakışlarla kendilerini izlediğini hisseden Aytül 'Niye normal insanlar gibi sıradan arkadaşlara sahip değilim ki? Hepsi de inceleme ve çıkarım konusunda birbirinden yetenekli. Gözlerinden hiçbir şey de kaçmıyor!' diye düşündü.


Aslında ikili Aytül'ün tahmininden daha fazla malzeme vermişti. Masada istemsizce(!) ikilinin dudak hareketlerini okuyan birileri vardı çünkü. Hilal, Burak'a baktığında onun da kendisi gibi dudak okuduğunu anlayarak bıyık altından gülmüştü.


"Farsça için teşekkürler Kelebeğim! Böylesine lazım olacağını hiç tahmin etmezdim." diyen Burak ile gülüşünü saklamak için eli ile ağzını kapattı genç kız.


"Böyle arkadaşları paklayan tek şey bu sanırım. Yalnız Alfa'm... Sakın bunu Onur'a karşı kullanma. Gider intikam için gerçekten de Farsça falan öğrenir o manyak!"


"Cık! Yemez o kadarı. Öyle bir şey yaparsa onu yaşatmayacağımı bilir. Yine de... Özel hayata saygı gerek. Okuduğumuz dudakları okumamış gibi yapmaaak... Dudak okumanın ilk kuralı!"


"Özel hayata saygıysa mesele... ilk kural dudak okumamak olmalı yalnız!"


"Hiç eğlenceli değilsin Papatyam!"


Duyduğu hitaptan hemen önce adamın derin bir nefes alma detayı ile gülümseyen genç kız, gözlerini kapattı.


Adamın ona sert çıkışlar yaptığı zamanlarda Asena demesini seviyordu ama... Papatya kokulu saçlarının kokusunu her içine çektiğinde Papatyam demesini apayrı seviyordu. Masal'ın konuşmaya devam etmesi ile gözlerini açıp arkadaşını dinlemeye başladı.


"... Annem ve babamla oynamaya kalksam da ikisinin de işi vardı. Ben de Doğan abicimle oynamaya karar verdim. Önce hasta(!) olduğu için uyuduğundan... Ona bir ilaç hazırladım. Mutfağa gittim. Bir bardak suyun içine... Ne bulursam koydum. Çilekli süt tozu, şeker, tuz, karabiber birkaç baharat daha hatta biraz da limon... Ahahaha yüzünüzdeki ifadeyi görmelisiniz şu an!"


Hepsi Masal'a şok içinde bakarken genç kız, onların bu haline gülmeye başlamıştı.


"Bunu gerçekten de yapmadın değil mi?" diye mırıldandı Ulaş.


"Yaptım!.. Yakın zamanlarda annem aşure yapmıştı. Onun içindeki malzemeleri görünce 'Çok şey var. Yemeyeceğim ben!' demiştim. Annem de 'Onun içinde çok şey olduğu için seni daha güçlü yapacak!' demişti. Ehh... Ben de çok şey kattım işte ilacıma ahahahah. Neyse asıl cümbüş buradan sonra başlıyor zaten. Oldum olası ilaç içmeyi sevmemişimdir. Bu yüzden de hep burnumu tıkayarak verirler ilacı bana. Ben de Doğan abime öyle yapacaktım ama... O benden çok büyüktü. Bakın günahımı almayın ama. Önce onu dürttüm 'Doğan abi hadi kalk oyun oynayalım' dedim. Ama kalkmadı. Büyük hata! Önce balkonda çamaşırları asan annemin yanından sessizce geçtim, gittim yatak odasına. Bir tane çarşaf, iki de yastık kılıfı aldım. Çarşafı ayaklarına dolandıktan sonra koltuğun bacaklarının etrafında iyice doladım. Sonra da yastık kılıfları ile ellerini koltuğun kenarına doladım. Bağlayamayacağımı biliyordum tabii bir oraya bir oraya diye nasıl doladıysam artık.... Sonradan kolunu bile oynatamadı. Yine de tüm bu hazırlık sürecinde bile uyanmadı. Kış uykusundaydı mübarek! Neyse bu iş bitince içeceği aldım elime, burnunu tıkadım otomatik olarak ağzını açtı nefes almak için. Bu arada da yavaştan uyanmaya başlamıştı. İçeceği ağzına boca ettiğimde çırpınmaya başladı. Ben de bir yandan 'Bak uslu dur çocuğum. Ben seni iyileştireceğim' gibi cümleler diyordum. O arada insafa gelip içeceğin yarısını verdim. Ama Doğan abim iyileşmek yerine kıpkırmızı olmuştu..."


Gülme krizine giren genç kız devam edemedi.


"Allahtan insafa gelip yarısını vermişsin Masal!" diyen Hilal de gülüyordu.


"Aynen! Yoksa adamı gerçekten de zehirleyip tahtalı köye gönderirdim sanırım. İşin en ilginç yanı... Annem ve babam gelip de korku içinde Doğan abime iyi olup olmadığını sorarlarken, ambulansı ararlarken ben hâlâ 'Çekilin ben doktorum!' diyerek hasta bulduğum için sevinçle ellerimi çırpıyormuşum. O olaydan sonra... Ailedeki herkes temkinle yaklaştı bana. Sanırım annemlerin sırf Tuncay'a inat herifin biri ile evlenmeme şaşırmamaları da bu olaydan dolayıydı. İstediğimi almak için her şeyi yapabileceğimi çok iyi biliyorlar..."


"Tehlikeli olduğunu biliyordum Masal ama bu..." dedi Burak gülerek.


"Biricik yengeciğimin böylesine tehlikeli olduğunu ben bile bilmiyordum abi!"


"Yaptığın onca boşun nedeninin de bu cahilliğin olduğunu varsayıyor ve bir daha yapmayacağını umut ediyorum!" dedi Masal gözlerini kısarak.


"Üzgünüm Öykücüm. Daha çok beklersin!"


Masal, esefle başını iki yana salladı. Bu adam asla akıllanmayacaktı. Fakat genç kız içten içe onun bu davranışlarından hoşnuttu... Tüm masa gibi! Mesleklerinin ağırlığı (hayat ve ölüm arasındaki savaş) her geçen gün, içten içe onları yıpratıyordu. Ve Onur'un bu şekilde davranması... Bu zor hayatlarını kolaylaştıran yegane şeylerden biriydi. Onun bu boş muhabbetleri kendilerini sıradan insanlar gibi hissedebilmelerini sağlıyordu.


"Sıradaki hikaye kimden bakalım?" dedi Nisa önündeki kahvesinden bir yudum alarak.


"Madem meslek ve oyundan açıldı konu.... O zaman ben olabilirim!" dedi Aytül elini hafifçe kaldırarak.


Onur dirseğini masaya, elini de başına yaslayarak kıza bakmaya başladı.


"Bakalım Angel ne yumurtlayacak?" diye mırıldanırken gözlerindeki ilgi, meraktan fazlaydı. Adam, kız en bayat hikayeyi anlatsa bile hiç sıkılmadan (heyecanla) dinlermiş gibi gözüküyordu... Ve masadaki herkes gerçekten de dinleyeceğinin farkındaydı.


"Ne anlatacaksın bakalım komiser? Bir kelepçe muhabbeti mi yoksa?" dedi Ulaş eğlenceli bir sesle.


Onur, derin bir nefes aldı ve yüzündeki sahte bir gülümsemeyle adama döndü.


"Bence o konuyu hiç açma Ulaş! Operasyonumu nasıl mahvettiğinizi hatırlayınca sinirlerim bozuluyor."


"Ulaş'mış! Lan oğlum Emre'ye, bana ve hatta Yağız'a adımız ile sesleniyorsun da... Burak'a ne diye abi diyorsun?"


"Sen hep böyleydin Ulaş! Beni hiiiiç çekemiyorsun. Ahh ahh çekilemeyen adam olmak da zor iş vesselam!'


Burak'ın cümlesi üzerine masadaki adamlar göz devirdi Hilal ise gülerek yanındaki adama baktı. Onun eğlenceli bakışlarla kendisine göz kırpması üzerine genç kızın gülümseyişi büyümüştü.


"İnsanın abisine ismi ile seslendiği nerede görülmüş? Ayrıca... Konuyu kaynatma Ulaş! O günü bana unutturamazsın!"


"O günü unutmamana sebep olan ben miyim? Bak gurur duydum şimdi!" dedi Ulaş gevşekçe gülerek.


Onur, yanındaki kıza bir bakış attı ve kahve gözleri görünce "Duymalı bence de..." diye mırıldandı. Bu mırıldanışı yanlarındakiler duymuş fakat herhangi bir tepki vermemişlerdi. O ânın sadece ikisi arasında olduğunu anlamış ve saygı duymuşlardı.


"Evvet! Hikayeni duyalım Angel!"


"O zamanlar 3'e gidiyordum. Annem..." diyen kız bir anda duraksadı. Babası şehit olduktan çok kısa bir süre sonra annesi kansere yakalanmış ve o da vefat etmişti. Bu kayıp geride kalan Fatih ve Aytül'ün hayatında ikinci bir tsunami etkisi yaratmıştı. Genç kız, eğer abisi olmasaydı hayat sınavından eksi puanla kalacağından emindi.


Onun bir anda durgunlaşması üzerine Onur uzandı ve elini tuttu. Aytül önce birleşen ellerine sonra da adamın kahverengi gözlerine baktı. Oradaki yoğun şefkat karşısında oturuşunu dikleştirdi ve anlatmaya devam etti.


"Annem üst kattaki komşuya gitmişti. Evde sadece ben ve 2 küçük kuzenim vardık. Onlar da o zamanlar anaokuluna gidiyordu. Küçükken favori oyunum polisçilikti. Genelde abimle oynardım ama o, o gün arkadaşları ile futbol oynamaya gitmişti. Baktım benim iki küçük kuzenden de hayır yok... Ben de tek başıma oynuyordum. Askılı siyah bir çantam vardı. İçine de silahımı koymuşum. Gizli bir görev için arabama bindim. Arabam ise... Kapıydı! Ya da kapının kolu mu desek?"


"Ne?" 


"Nasıl?" 


"Kapı derken?" 


Masadan çeşitli şaşkın nidalar yankılanırken Aytül gülmeye başladı.


"Ahahaha... Durun gençler daha yeni başladım. Şaşkınlığınızı birazdan anlatacağım sahneye saklayın. Aklınızda canlandırmaya unutmayın sakın ama... Bizim mutfakta koltuk vardı o zamanlar. Tam da kapının yanında. Araba olarak nasıl veya ne zaman keşfettiğimi hatırlamıyorum... Anlatacağım olay yaşanmasaydı büyük ihtimal kapıyı araba olarak kullandığımı bile hatırlamazdım zaten... Neyse işte ben koltuğa basıyorum oradan da kapının koluna geçiş yapıyorum. Sonra da bir ileri bir geri... Arabam gayet ucuz anlayacağınız. Ne benzin parası var ne de ödenecek vergisi!" diyen Aytül gülmeye başlamıştı.


Masadakiler de bu yoruma gülse de akıllarında soru işaretleri vardı.


"Düştün mü?" diye soran Almina'ya eş zamanlı olarak "Kapı mı koptu?" diye sormuştu Yağız da.


Aytül başını usulca iki yana salladı ve "Keşke..." diye mırıldandı.


"Keşke? Kızım ne oldu da bunlara keşke diyorsun?" diye sordu Onur şaşkın bir sesle.


"Bunlardan daha kötü bir şey oldu oğlum!" dedi Aytül iğneleyici bir sesle.


Onun bu tavrı karşısında Onur küçük bir kahkaha attı.


"Ne olduğunu anlatarak bizi onurlandırır mısınız acaba Angel Hanım?"


"Tabii ki de Psikopat Bey!.. Açtığın o ağzını kapat Onur. Şu onurlandırma kelime seçiminle alakalı iğrenç esprimsini duymak istemiyorum!"


"Kırıldım!.. Duyuyor musun sesi?"


"Birazdan masadakilerin yüzünde patlatacakları yumruklarının sesini mi?.. Evet duyuyorum!"


Aytül'ün bu hazırcevap hallerine ayrı bayılan adam, sessiz kalarak arkasına yaslandı ve eli ile işaret ederek anlatmaya devam etmesini söyledi.


"İşte ben kapı arabamla güzelce oynarken, geleceğim yere gelerek inmek için bir hamle yaptım. Veee... Kendimi bir anda havada sallanırken buldum. Yani... Ayağım ile yer arasında kocaman bir boşluk vardı!" diyen kız bir yandan da iki eli ile bunu gösteriyordu. Masadakilerin anlamsız bakışlarını görünce anlatmaya devam etti.


"Hatırlarsanız en başında silahımı koyduğum siyah bir çantadan bahsetmiştim. Nasıl oldu gerçekten bilmiyorum ama... Çantam kapının ucuna takılmış. Tek hatırladığım, bir anda boğazıma çıkan çanta yüzünden çırpınmaya başladığımdı. O arada maalesef kuzenlerime seslenmek gibi bir aptallık da yaptım. Tabii çocuklar beni kapıya asılı görünce ağlamaya başladılar. 'Annemi çağırın!' diyordum ama dediğimi bir ben duyuyordum. Zaten ödüm kopmuş bir de onları sakinleştirmeye çalıştım resmen!.. Sonra yanımdaki koltuk sağ olsun, birkaç debelenme sonucunda üzerine çıktım ve çantayı da boynumdan çıkardım. Günlerce boynumda çantanın izi ile dolaşmıştım. Kabuk falan bağlamıştı hatta... Bunlar yetmezmiş gibi sınıf öğretmenimiz 44 öğrencinin önünde beni tahtaya çıkararak boynuma ne olduğunu sormuştu. Eh ben de elmecbur anlatmıştım. Bizimkiler yetmemiş gibi bir de ondan azar yemiştim. İyi ki annemler tanınan insanlardı. Yoksa bu değişik hikayeme inanmayıp sosyal hizmetleri ve polisleri kapımıza dikmesi işten bile olmazdı!"


"Şimdi ben doğru anladım değil mi? Sen ciddi ciddi bir çantayla kendini kapıya astın?" diye sordu Onur gülmemeye çalışarak.


"Off ben asmadım Onur! Kendi oldu."


Kızın bu isyanı karşısında adam kahkaha atmaya başladı. Onun bu kahkahası fitili ateşleyen şey oldu ve tüm masa gülmeye başladı.


"Bir de bana psikopat diyor! Kıza bak..."


"Benimki yanlışlıkla oldu en azından. Birileri gibi bilerek kendimi vurdurtmadım Psikopat Herif!" diye söylendi Aytül.


"Onur, sen bilerek kendini mi vurdurttun?" diye sordu Almina gözlerini kocaman açarak.


"Heee ben vurdum hatta!" dedi Yağız rahat bir tavırla.


"NEEE?" 


Kulağını tutan Yağız, suratını buruşturarak sevgilisine döndü.


"Çok teşekkürler(!) Mina'm. Gerçekten!"


"Ben kimlerin arasına düştüm böyle?" diye mırıldandı Aslı masadakilere bakarken.


"Ben de sık sık bunu diyorum Kıvırcığım! Ahh ahh..."


"Hadi yaa! O gün sınırsız yetki veren sen değil miydin?" diye sordu Ulaş kollarını birbirine kavuşturarak


"Dünkü eyeliner'ı da unutmayalım..." diye mırıldandı Burak ağzının içinde.


Diğerleri onun ne kastettiğini anlamayarak bakarken, ikili göz göze geldikleri anda kahkaha atmaya başlamışlardı.


Hilal ile Aslı bakıştılar ve aynı anda konuyu bilmiyorum dercesine başlarını salladılar.


"Yalnız kendimi şu an oldukça dışlanmış hissettim beyler!" dedi Onur gözlerini kısarak ürkütücü bakışlar atarken.


Burak ve Emre bu bakışlardan etkilenmek şöyle dursun daha çok gülmeye başlamışlardı.


"Gülmeye devam edecekseniz biz kalkalım?"


Hilal'in sorusu üzerine Burak bakışlarını kıza çevirdi.


"O ses tonu da ne öyle Asena?"


"شما همیشه می خواستم چشم من به شما باشد... وقتی که من به جای دیگری بازگشت ، شما می خواهید به ناله مانند یک پسر کوچک و من مراقبت از شما را... این چیزی است که من متوجه شدم من می خواستم در حال حاضر. به اندازه کافی است که شما مراقبت از کسی به غیر از من گرفت و خندید در چیزی که من نمی دانم در مورد!"


(Gözlerimin hep senin üzerinde olmasını istiyordun ya... İlgim başka bir yere döndüğünde küçük bir çocuk gibi mızmızlanıp sana bakmamı sağlamak istiyordun... Tam şu an benimde bunu istediğimi farkettim. Yeter benden başkasıyla ilgilenip, benim bilmediğim bir şeye güldüğün!)


Kızın Farsça kurduğu cümleler üzerine dudaklarında tarifi imkansız bir gülümseme beliren adam yumuşak bir sesle mırıldandı.


"Tamam..."


"Neye tamam? Toplum içinde Farsça konuşmak da yeni moda oldu sanırım?" dedi Ulaş kaşlarını kaldırarak.


Burak, baygın bakışlarını Ulaş'a çevirerek şakacı bir alayla konuştu.


"Çekemediğini bu kadar da belli etmesen diyorum!"


"Taktın bir çekememeye! Ne diye çekemeyeyim ki ben seni? Altı üstü 10 dil biliyorsun, muhteşem bir görsel zekan var bu yüzden de bir gördüğünü asla unutmuyorsun. Harita bilgin mükemmel. Üst düzey tanıdıklarını toplasak buradan uzaya yol çıkar. Namını duyan suçlular bülbül gibi ötüyor falan..." diyen Ulaş daha fazla devam etmedi. Biraz daha konuşursa çekemediği gibi yanlış bir düşünceye kapılabilirlerdi.


"Artık 11 bu arada!" dedi Burak ukala bir gülümsemeyle.


"Adam tüm bunlardan sonra ukalalıkta haklı diyeceğim ama... O zaman ömür boyu dilinden kurtulamam." dedi Emre suratını buruştururken.


Burak eğlenceli bir kahkaha attı.


"Ahanda çekmeyenlerin başı da bu kardeş bozuntusu!"


"Aaa ne diye çekemeyeyim ki kardeşim? Lisedeyken 'Neyse al hadi bu sefer birinciliği sana verdim. Bilerek yanlış yaptım bir soruyu' diyerek beni lütuflandırıyordun sen!" diye söylendi Emre hoşnutsuz bir sesle.


"OHA!! O sınavlarda Burak bilerek mi izin veriyordu sana. Ben de sanmıştım ki..."


"Ne sanmıştın Nisa? Emre'nin beni geçebileceğini mi?.. Ben eşekler gibi ders çalışırken birinin beni geçmesi imkansızdı."


"Ders çalışırken? Sen derslerde uyuyordun!" dedi Nisa kaşlarını çatarak.


"Nisa, Nisa, Nisa... Söz konusu ben olduğumda hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını hâlâ öğrenemedin mi?"


"Uyumuyordun!" dedi Nisa farkındalıkla mırıldanarak.


"Cık! Uyumuyordum. İngilizcecinin dersleri hariç. Kadının İngilizcesi o kadar berbattı ki sırf duymamak için uyuyordum resmen. Vallaha uyuyabilmek benim için büyük lütuf olduğundan sene sonu kocaman bir çikolata kutusu göndermiştim kadına!"


"O senin işin miydi lan?" dedi Ulaş şaşkınlıkla.


Burak gülerek başını salladı.


"Geceleri ders mi çalışıyordun?" diye soran Nisa sonunda parçaları birleştirmişti.


"Bingo! Sonunda sırrımı çözdünüz Nisa Hanım."


"En azından derslerde uyuyan birileri yüzünden sürekli 3. olmuyormuşum. Sevindim!"


"Düşünüyorum da... Bu ikisi olmasaydı asla lisede o kadar çok ders çalışmazdım. Sırf geçme takıntısına çalıştım çoğu zaman. Ve o çalışmalar olmasa, üniversite sınavından öyle yüksek bir puan almam imkansızdı!" diye mırıldandı Ulaş.


"Teşekkür etmeye mi çalışıyorsun?" dedi Burak gülerek.


"Yooo. Ne münasebet!" diyen Ulaş ile masadakiler güldü.


"Eee. Sıradaki anı?" diye sordu Hilal masadakilere bakarak.


"Senden olsun!" dedi Burak kıza yandan bir bakış atarak.


"Benim öyle pek ilginç bir yaramazlığım yok ki. Ben gayet de uslu bir çocuktum!"


"Hıı sonradan cazgırlaştın yani?" diyen Burak sırıtıyordu.


"Yaa. Baktım karşımdaki kurdun teki... Onun dilinden konuşayım dedim!" dedi Hilal sahte bir iğnelemeyle.


"Anını bekliyoruz Kurt Hanım!"


"Off Burak... Gelmiyor aklıma bir şey!"


"Yardımcı olayım mı?.. Bir mont meselesi mesela?"


Burak'ın imalı cümlesini duyan Hilal, gözlerini kısarak adama döndü. Dün yaptığını, burada herkesin önünde de yapmasına izin vereceğini sanıyorsa Burak Bey çok yanılıyordu!


"Yok yok... Esrarengiz bir şekilde kaybolan mavi fularımın hikayesi daha ilgi çekici!"


Hilal'in cümlesi üzerine gözlerini kocaman açan Burak, başını hafifçe iki yana salladı. Adama yaklaşan Hilal, sadece onun duyacağı bir sesle konuştu.


"Bir daha o montun konusunu açarsan, fular ile karşılık veririm!.. Anlaşıldı sanırım?"


"این ، آقا!" 

(Anlaşıldı Komutanım!) 


Dudaklarında halinden memnun bir gülümseme beliren Hilal, arkasına yaslanarak kahvesinden bir yudum aldı.


Keyfi gayet de yerinde olan adam ise "Şuna da bak şuna!" diyerek sessizce gülüyordu.


"Siz niye geldiniz ki buraya? Anlayacağımız dilden de konuşmuyorsunuz zaten!" dedi Emre bir anda iğneleyici bir şekilde. Adamın gözlerindeki mutluluk ışıltıları, ses tonuna oldukça zıttı.


"Annemin kafesine gelirken sana mı soracağım lan?"


Burak'ın cümlesi üzerine Emre, hızla yerinde doğruldu. Bakışlarından şaşkınlık okunan adam, neredeyse duyulmayacak bir sesle konuştu.


"Sen... Ne dedin?"


"Sese bak... Gerçekten de olayı dramatize etmede üstüne tanımıyorum Emre! Hayır bal gibi duyduğun bir şeyi ne diye tekrardan soruyorsan?"


Burak, gayet rahat bir tavırla bunları söyledikten sonra kollarını masaya yaslayarak Emre'ye muzip bakışlar ile bakmaya başladı.


"Annem dedim! Bilmem kaçıncı Anne-Baba savaşlarını tekrardan zevkle başlatıyorum kardeşim. Bakalım akşam yemekte kimin istediği pişecek?"


"Oğlum bu da laf mı? Tabii ki de..." diyen Emre duraksadı ve ikili aynı anda cevap verdi.


"Eftalya!"


"Eftalya!"


"Yemek işinden girme hep Eftalya kazanır. Ama tatlı için iddiaya girebiliriz?" diyen Emre küçük bir çocuk gibi sırıtıyordu.


"Anlaştık!" diyen Burak yumruk yaptığı elini Emre'ye uzattı ve Emre de anında adamın bu hareketine karşılık verdi. Yıllardır, karşısındaki adamın (kardeşinin) gözlerinde olan bu muzip parıltıları görmeyi diliyordu. 4 yıl önce yaşadıkları olay, bunun asla gerçekleşmeyeceğini düşündürtmüştü adama. Fakat... Bakışları Hilal'e kayan Emre, minnettarlıkla ona gülümsedi. Bu genç kız, ikisinin de hayatına mucizeler ile girmişti. Ona Buse'sini getirmiş, kardeşini ise hayata tekrardan döndürmüştü.


"Anne-Baba savaşları?"


Bakışlar sesin sahibine döndü. Soruyu soranın bakışları ise tek bir kişide kilitliydi... Bu yüzden de kendisine dönen başları umursamadı. Böylesine hassas bir konuda soru sormaya cesaret edebilecek tek kişi ise, tabii ki de Hilal'di.


Burak, kıza gülümsedi. Hilal'in yeşile dönen elalarında - orada bulunanların asla anlayamayacağı- bir ifade gizliydi. Genç kız, izin istiyordu. Adamın yeşillerinde olumsuz bir duygu gördüğü anda konuyu değiştirmeye hazırdı. Fakat dün yaşananlar, adamın hayatında tarifi imkansız bir değişime neden olmuştu. Başı ile Emre'yi işaret eden adam konuşmaya başladı.


"Ahanda şu kardeş bozuntusu ile küçükken sürekli tutuştuğumuz iddiaların genel adı! Ne zaman ben İstanbul'a gelsem veya o Sakarya'ya gelse (ki bu daha sık olurdu) sürekli bir kapışma içerisinde olurduk. Birbirimizi deliler gibi sevsek de çoğu zaman çekemezdik. Klasik kardeşlik işte! Sonr..."


"Hop hop hop. Bir dakika! Sen beni çekemiyordun bir kere, benim seninle hiçbir sorunum yoktu. Ayrıca Burak Bey... Ne zamandır kıskançlık, çekememezlik oldu acaba?"


Burak, küçük bir çocuk gibi omuz silkti.


"Sonradan gelen sensin! Kim dedi üzerime kuma ol diye."


"Kumaymış... Ulan it!" diyen Emre önündeki peçeteyi top haline getirip adama fırlattı.


"Peçete top mu?.. Cidden mi? Hiç orijinal değilsin ama Emre!"


"Biz bir eve gidelim, zevkle göstereceğim ben sana orijinalliği!"


"Kuma muhabbetinin üzerine ev demeyeydin iyiydi be!.. Bak 2 gündür yanlış kelime seçimleri yapıyorsun Emre sonra se... Ahh! Bacağıma tekme mi attın sen?"


"Kapa çeneni Burak!" diyen Emre gülmemek için olağanüstü bir çaba harcıyordu.


"Abi? Roller karıştı galiba. Ekibin boş yapanı bendim ya hani!"


Onur'un cümlesi üzerine gözlerini kısan Burak, kötü bakışlar ile adama bakmaya başladı.


"Boş yapan?.. Boş yapanı kim bilmem ama en tehlikelisinin ekip lideriniz olduğunu duydum. Özellikle kendisine sataşana güzel had bildiriyormuş!"


"Ohh be... Hoş geldin abim! Canım abim benim. Bir an çok korktum pabucum dama atılacak diye. Gel elini ayağını öpeyim abi! Büyüksün abiii!"


Onur'un bu şebek halleri karşısında Burak başını iki yana salladı.


"Gerzek herif!" diye söylenen adamın sesindeki sevgi hissediliyordu.


"Kıtlıktan çıkmış bir hızla yemek yedik. Üstüne çay-tatlı, sonra kahve... Ve saat ancak 15.00 olmuş. Sanırım hayatı asla yavaş yaşayamayacağız."


Yağız'ın cümlesi üzerine tek kaşını kaldıran Almina, ona bir bakış attı ve konuşmaya başladı.


"Sen şuna 'Ben tıkınmadan oturamıyorum. Her şeyi yedik. Geriye ne kaldı?' desene... Boşuna felsefe yapıyorsun!"


"Cık cık cık! Çok ayıp. Ne diye sevgilinin foyasını ortaya çıkarıyorsun? Ben bu ekibin ağır abisiyim! Felsefemi bozma..."


Bu cümle üzerine gülen kız, adamın yanaklarını sıkarak bir çocukla konuşur gibi konuşmaya başladı.


"Çen büyüdün de ağır abi oldun. Ayy yerim ben seniii. Ay şuna bak şuna..."


"Minaaa!" diyerek gülen Yağız, kızın yanaklarındaki ellerini tutarak aşağı indirdi.


Masadakilerin gülüşlerini saklamak için verdiği çabayı görünce derin bir nefes alan adam, sahte bir esefle konuştu.


"Gülün gülün... Boğulacaksınız gülmemeye çalışırken. Ve sen Sayın Savcım! En kısa zamanda çalıştığın yere geleceğim. Bunun intikamını da çok pis alacağım!"


"Ne? Hayır!" 


"Evveeeeet! Siz kızlar bizim dişimizle tırnağımızla kazıyarak oluşturduğumuz tüm ağırlığı tek bir sözle/davranışla yıkarken... Bunun karşılığı olacağını asla unutmamalısınız!"


"Kamu spotu!.. Yağız Sancak gururla sunar. Erkeklerin haklarını savunalım. Erkekleri kadınlara yem etmeyelim! E... "


"Yeter Onur yeter! Fazla da şey yapma sen..." diye mırıldandı Ulaş arkasına yaslanarak.


Kızlar, birbiri ile bakıştıktan sonra zaferle gülümsediler.


"Yine birisi bayağı eğleniyor anlaşılan!" diyerek fısıldadı Burak, papatya kokulusuna yaklaşarak.


Başını mutlulukla sallayan Hilal de aynı fısıltıyla karşılık verdi.


"Sen varken hep!" 


"Diyorsun?"


"Dedim bile!" diyen Hilal sırıttı.


🦋 


Aradan bir süre geçmiş hepsi de Sevda'nın getirdiği dondurmaları yiyerek yanındaki ile muhabbet etmeye başlamıştı.


Hilal ise dondurmasını bir kenara bırakmış düşünceli bir şekilde saçı ile oynayordu.


En sonunda bu duruma dayanamayan Burak "Söyle hadi karın ağrını..." diye mırıldandı.


Adama bir bakış atan kız dudağını ısırdı.


"Şeeeyy..."


"Neeeyy?"


"Sen de anlatsana? Yani... Sizin Emre ile çok yaramazlığınız olmuştur! Sizi de dinlesek?"


İsmini duyan Emre, istemsizce Hilal'in söylediğine kulak kabartmış ve Burak'ın tepkisini merak ederek ona bakmıştı.


Kardeşinin baktığını hisseden Burak, bakışlarını ona çevirdi. Bir süre ona baktıktan sonra ela gözlüsüne geri döndü. Hilal'in amacını anlamıştı. Yalnız kaldıkları bir anda Burak istediği herhangi bir anıyı gayet rahat ona anlatabilirdi (anlatırdı). Fakat genç kız sadece kendisine değil, hepsine anlatmasını istiyordu. Geçmişini herkesin içinde konuşmasını...


Genç adam 'Neden olmasın?' diye düşündü. Hiçbir şey kaybetmezdi. Hatta birçok şeyi kazanırdı. Hem... Masada oturan kişiler herkes de değildi... Kardeşleri, dostlarıydı! Onlara anlatmayacaktı da kime anlatacaktı?


"Evet gençler sıradaki anımııız... Ben ve Emre'den gelsin!" dedi Burak ani bir kararla.


Cümleyi duyan masadakilerin gözlerinde yine, yeni ve yeniden şaşkın bir ifade belirdi. Burak, bugün kaç farklı şekilde onları şaşırtacaktı acaba?


"Eee ne anlatıyoruz kardeş?" dedi Burak, Emre'ye göz kırparak.


"Senin inadın yüzünden kaldırımda uyuduğum günü anlatalım mı çok sevgili kardeşim(!)?"


Emre'nin tıslarcasına konuşması üzerine Burak güldü.


"Yıllar oldu... Hâlâ mı kızgınsın bu konuda?"


"Hasta oldum senin yüzünden. Ve sen gözlerimin içine baka baka o dondurmayı yedin. Hem de alay ederek ve sırıtarak!.. Bir de soruyor musun kızgın mısın diye?"


Üzgün bir şekilde iç çeken Burak, neredeyse bitmiş dondurma kasesini uzattı ona.


"Al! Hepsi senin olsun." derken hin dolu bir sırtış vardı dudaklarında.


Emre'nin bir anda Arapça konuşmaya başlaması ile masadakiler anlamsız bakışlarla birbirine baktılar. Burak, ise gözlerini kocaman açmış bir şekilde adama baktıktan sonra öksürdü.


"Öhöm öhöm! Yeter... Yeter! Sayende kelime hazneme yeni... Kelimeler ekledim. Bu kadar da kızmana gerek yoktu. Anneme söylerim ikimize de bir kase daha getirir yani!"


"Hâlâ ikimiz diyor!" dedi Emre göz devirerek.


"Ne yaa? Seni düşünende kabahat!"


"Beni düşünüyormuş! Duy da inanma. Bu ne yaptı biliyor musunuz? Kendis..."


"Bir dakika! Niye suçlu ben oluyorum? Fikir senin değil miydi?" dedi Burak kaşlarını çatarak.


"Ben sadece..." 


Bu duruma el atmaya karar veren Aslı araya girdi.


"Sevgilim? Şu olayı başından anlatsanız da biz karar versek kimin haklı kimin haksız olduğuna. Akşama kadar bu tartışmayı yapacak gibisiniz!"


Aslı'nın cümlesi üzerine Emre ve Burak diğerlerine döndü. Hepsi de başları ile aynı anda kızı onaylayınca Hilal neşeli bir kahkaha attı.


"Dünyadan soyutlanmada benim suçum yokmuş Burak Bey!"


Kızın kendini aklamaya çalıştığını fark eden adam anında tepki verdi.


"Yok mu? Ben Emre ile tartışırken diğerlerinin burada olduğunun bilincindeydim!"


"Ama benimle tartışırken değilsin?"


"Dünden sonra hâlâ bu soruyu soruyor musun gerçekten Hilal? WhatsApp ihbar hattına yakalandıysak cezayı sana ödeteceğim!" dedi Burak kesin bir dille.


"Umrumda değil!" diye fısıldayan kız ile dudaklarında bir tebessüm belirdi.


Şahsen ceza Burak'ın da umrunda değildi. O E-5 otoyolunda, geçmişini itiraf etmişti genç adam. Trilyonlar da ödeyecek olsa... Yine dünkü gibi o yolda dururdu.


"Ve bunlar yine dünya dışına çıkarlar... Uzayda havalar nasıl gençler?"


Nisa'nın şakacı sesi ile Hilal, bakışlarını yeşil gözlerden ayırdı ve arkasına yaslandı.


"Bilmem... Üşümüyordum!"


Burak, bıyık altından gülümsedi. 'Sen varken ben üşümüyorum!' diyen kendisine bir göndermeydi bu cümle.


"Kim başlıyor?" diye sordu Emre, Burak'a bakarken.


"Sen başla! Fikir sahibi sensin... Devamını ben getiririm."


"Hmmm... 9 yaşlarındaydım. Bir gece, uyumam gerekirken kapı aralığından annemlerin izlediği filmi izledim gizlice. Aksiyonlu vurdu kırdılı bir şey... İşte orada ,birçok sahnede, kilitli kapı açma sahnesi vardı. Merak ettim ben de. Evde birkaç deneme yaptım falan... İnce bir sopa ile, anahtarı (kapının altına koyduğum kağıda) düşürüyordum. Sonra da alttaki boşluktan kağıdı çekip anahtarı alıyor kapıyı açıyordum. Biraz denemeyle işin ustası olmuştum artık. Tabii ki Sakarya'ya gidince ilk işim, Burak'a bununla hava atmak oldu. Bu kıskanç... O gece (ben uyurken) çalışmış, sabah geldi 'Hadi yarış yapalım' dedi. Ben gece çalıştığından bihaber balıklama atladım teklifine. Sonrasında bir baktım başa baş bitiriyoruz sürekli. Biraz zorlayınca da itiraf etti..."


Emre'nin duraksayıp Burak'a bakması ile adam devam etti.


"Birkaç gün kapı kilitleri ile uğraştık. Fakat çabuk sıkıldık. Rekorlarımız çok yakındı. Ve bu oyun da sıkıcı gelmeye başlamıştı. Daha öncesinde defalarca kez birbirimizi sandalyeye bağlayarak iplerden kurtulmaya çalıştığımız veya sapan ile hedeflere vurma oyunları vb. sürüyle oyun oynadığımızdan da... Yeni heyecanlar arıyorduk. O sırada aklıma arabalar ile ilgili izlediğim bir film geldi. Adam duran arabaların bagajlarını gizlice açıp içine giriyor ve bir süre yol aldıktan sonra o arabadan çıkıp başka arabaya geçiyordu. Bu kaçak yolculuk ile bir sürü yer gezmişti... Madem konumuz kilitti.. Dedim neden bagaj kilidi açmayalım?"


"Çünkü 9 yaşındaydık!" dedi Emre isyan dolu bir sesle.


"Sen de kabul ettin ya lan! Hiç duygu sömürüsü yapma şimdi. Fikre bayıldı beyefendi. Aldık alet edevatı... Gittik bizim arabanın yanına. Arka taraftaki sokakt..."


Burak, bir anda sustu ve yutkundu. Bahsettiği arka taraf... O gün Jammer'ın bulunduğu sokaktı. Aklında annesinin 'Arayamazsın! Jammer var..." sözleri yankılanırken kesik bir nefes aldı. O kalbindeki bıça...


Elinde hissettiği el ile şu ana dönen adam, kıza baktı. Onun bir anlık boş bakan bakışları, Hilal'in canını yakmıştı. Fakat bu an çok kısa sürmüş ve kızın ela gözlerini gören adam, geçmişinin prangalarından sıyrılmıştı.


Genç kız, dün yaşananlar olmasaydı... Adamın bu acısını görerek 'Devam etme. Bunu senden istediğim için özür dilerim!' derdi. Fakat dün yaşananlar yaşanmıştı... Etkisi de ömür boyu sürecekti. Karşısındaki adam, geçmişten açığa çıkardığı her anı ile birlikte içindeki çocuğa bir adım daha yaklaşıyor, söylediği her kelime ile gözlerinin daha çok parlamasına sebep oluyordu. Bu yüzden de genç kız fısıldadı. Sadece iki kelimeydi... Fakat tüm kelimelere bedeldi!


"Ben yanındayım!" 


Burak gülümsedi ve elinin üzerindeki eli tutarak 'Yanımdaysan iyiyim!' dercesine kızın elini sıktı.


Diğerleri ise yaşanan bu olayı (izlemiyormuş gibi yaparak) izliyordu.


"İstersen... Devam etme!" diyen Emre'ye baktı Burak ve başını iki yana salladı.


"Cık. Artık susmak yok! Devam edeceğim ama önce..." diyen Burak duraksadı ve kıza dönerek Farsça bir şekilde konuşmaya başladı.


"صحبت از آن ، من می خواهم یک لحظه به روز رسانی. ماه پیش دوباره در این کافه ، حتی در این جدول... شما دست من برگزار شد. برای آرام کردن من... شما آن را انجام دادید! اما من دوباره گاو نر بزرگ را... نگاه او را در چشم و او دست خود را نگه می دارد و... من او را تحت فشار قرار دادند. قصد... بود که هرگز آنچه من می خواستم! به محض دست خود را به سمت چپ دست من ، روح کل من در سرما بزرگ پیچیده شد. من متاسفم برای حرکت من! من فقط آن را خیلی دوست دارم که دست من نگه دارید... من ترس بود که شما می خواهم درک کنید که چگونه احساس می کنم... و بله! من قبلا می دانم که شما از ابتدا از همه چیز آگاه بوده اید. معدن فقط یک امید کم بودجه بود...


(Yeri gelmişken bir anı güncellemesi yapmak istiyorum. Aylar önce yine bu kafede hatta bu masada... Elimi tutmuştun. Beni sakinleştirmek için... Başarmıştın da! Fakat ben yine büyük bir öküzlük yaparak... Gözlerinin içine baka baka elini tutmuş ve... Onu itmiştim. Niyetim... İsteğim asla bu değildi! Elin elimden ayrıldığı anda tüm ruhumu büyük bir üşüme sarmıştı. Bu hareketim için özür dilerim! Sadece elimi tutmanı çok sevdiğimden... Hislerimi anlamandan korktum... Ve evet! Zaten en başından beri her şeyin farkında olduğunu biliyorum. Benimkisi sadece düşük bütçeli bir umuttu işte...)


Hilal, duydukları ile kesik bir nefes aldı. Diğerlerinin bakışlarını fark ettiğinde isyan dolu bir şekilde adama baktı ve konuştu.


"آیا آنها در عمومی ، آلفا گفت: ؟ شاید آنها را درک نمی کنند... من نمی توانم واکنش نشان می دهند. لطفا به روز رسانی حافظه خود را در حالی که شما تنها هستید! آنها را سرگرم کننده از ما برای زندگی با گفتن آنها قلب من را بشنود!


(Herkesin içinde mi söylenir bunlar Alfa’m? Onlar anlamıyorlar belki de... Ben tepki veremiyorum. Lütfen bundan sonra anı güncellemelerini baş başayken yap! Kalbimin sesini duyduklarını söyleyerek ömür boyu dalga geçecek bizimkiler!)


Neşe dolu bir kahkaha atan adam, umursamazca omzunu silkti.


"این زمان بود! علاوه بر این ، در حالی که من به اندازه کافی از من لذت گرفته ام... آیا فکر می کنید من شما را خالی ، پروانه تبدیل ؟


(Yeri gelmişti ama! Hem ben yeterince dalga konusu olmuşken... Sence seni boş çevirir miyim Kelebeğim?)


"Çok kötüsün!" diye söylenen genç kız, sonsuza kadar dalga konusu olmaya razıydı. Yeter ki... O zümrüt yeşili gözler acı ile dolu olmasındı.


Kızın elini tekrardan hafifçe sıkan adam, diğerlerine döndü.


"Reklam arası bittiii!.. Siz de izlememiş gibi yapmayı bırakıp izlediğinizi belli etmeye başlayabilirsiniz!" diyen Burak ile masadan çeşitli gülüşmeler geldi.


"Neyse işte... Emre ile gizlice bizim arabanın anahtarını aldık. Tek tek bagaja girip kilidi açmaya çalışıyoruz, bir sürenin sonunda (pes ettiğimizde) bagajın tepesine vurarak, kaldırımda ateri oynayan diğerine işaret veriyoruz... Bu yaklaşık 2 hafta sürdü. 2 hafta boyunca her şekilde kilit açmaya çalıştık. Tel tokadan tut, tornavidaya kadar! Bu sırada da Enver babamlar İstanbul'dan geldi. Gelirken bize bir kutu dondurma getirmişler... Emre ile bizim iddialarımız meşhurdu. Hele de söz konusu dondurmaysa! İddia kimden çıktı hatırlamıyorum ama... İddia basitti. 'Bagajı açan kutunun hepsini yer!'. 2 gün boyunca bagajı açabilmek için canımızı dişimize taktık. Arada da birbirimizden gizli buzdolabını açarak, hem dondurma hâlâ orada mı diye kontrol ediyor hem de iddiayı kazanmak için kendimizi gazlıyorduk... İkinci günün sonunda tüm gece kilidi nasıl açabilirim diye bilgisayarda araştırma yaptım. Bu yüzden de... Ertesi gün bagajda birazcık uyuyakalmış olabilirim!"


Adamın suçlu sesi karşısında parmağını ona sallayan Emre, gözlerini kısarak konuştu.


"Hiiiiç bahane üretme Burak! Senin yine inadın tuttu. O yüzden de açmam için vurmadın bagaja!"


"Tamam ilk başlarda inattı. Ama gerçekten uyuyakalmışım oğlum!.. Yoksa seni onca saat dışarıda bekletir miyim?"


"Gözümün önünde kutuyu yedin! Annem hastayım diye bir kaşık almama bile izin vermedi. Planlamış olabileceğini bile düşünüyorum şu an... Sen kalkmış ne diyorsun?"


"Tamam lan! Bu ne içerleme?.. Para vereceğim. Eve giderken al istediğin kadar dondurma!"


"Ha-ha-ha! Geçti borun pazarı sür eşeği Niğde'ye Burak!.. Dondurma kamyonu da alsan ömür boyu bunun lafını yapacağım. Annem ne kadar kızdı biliyor musun sen?" diyen Emre diğerlerine bakarak anlatmaya devam etti.


"Bu mal bagaja vurmayınca ben de inat ettim. Açmadım! Bir süre sonra ben de uyuyakalmışım. Güneş tam üstümdeydi haliyle mayışmışım işte. Annemin bağırmasına uyandım. Uyku sersemiyim zaten! Önce kızıyordu sonra Burak'ın olmadığını farkedip endişelendi. Ayaküstü güzel senaryo yazdı ha. Babamın ve... Dilek annemin de ona katılması ile tüm mahalle başımıza toplandı. Önce öğle güneşi tarafından çarpılan, sonra da rüzgarı yiyen ben hâlâ ayılamadığımdan boş boş suratlarına bakıyordum ki... Duyduğum kahkaha sesi ile kendime geldim. Kahkahanın sahibi babamdı... Yiğit babam!"


Dudaklarında hafif hüzünlü bir gülümseme beliren Emre, kardeşine baktı. Burak, o günlere giderken anlatmaya devam etti.


"Meğer biz en başında anahtarı gizli(!) alırken yakalanmışız. O zamanlar anlamadım ama şimdi bakınca... Babam her salı arabası ile ilçelere giderdi. Fakat o zamanlar arabayı almamıştı. Oyunumuz bozulmasın istemiş! Her gün bir köşede bizi izler izler, halimize gülermiş. Uyuyakaldığımız gün de bir Salı günüydü. Annemler mahallede oynuyoruz diye bakmaya gelmemiş... Bakınca da öyle bulmuşlar işte. Bagajın kapağını açan babamdı. Hatırlıyorum da... Yetişkinler arasında tek gülen oydu. Ondaki rahatlık kimsede yoktu zaten. Yaramazlıklarımıza asla ses çıkarmazdı. Yine de her zaman nerede ve ne yaptığımızı bilir, gözü hep bizim üzerimizde olurdu. Yanlış bir şey yapsak hemen müdahale eder ve bizim ruhumuz bile duymazdı. Öyle bir yönlendiriyordu ki... Kesinlikle kendi fikrimiz olduğunu düşünüyorduk. Bizim üzerimizde askerliğini kullanıyormuş resmen. Gerçi düşününce... Biz de Eftalya'ya yapıyoruz aynısını... İşte o gün de gayet rahat bir şekilde bagajı açıp 'Kalkın bakalım uykucular... Bu da gol değildi sanırım?' dediğinde 'Ben uyumuyordum bir kere!' diye çıkışmıştım. Yerdeki Emre gözlerini bile açamazken 'Ben de!' demişti. Emre 2 gün hasta yattı. Çoooook sıkıcıydı gerçekten. Sonunda iyileştiğinde... Babam ikimizi de yanına çağırıp onu takip etmemizi söyledi. Arabaya doğru gittiğini gördüğümüz anda Emre ile birbirimize bakıp sırıttık. Bize bagajın kilidini açmayı gösterecekti! "


Burak'ın başı ile Emre'yi göstermesi üzerine sözü Emre aldı. Masadakiler (heyecanlı bir tenis maçı izliyormuşçasına) başlarını hızla konuşmaya başlayan adama çevirdiler.


"Şu yaşımda... Babam 'Gelsene bir!' dediğinde hâlâ 'Bir şey mi yaptım acaba?' diye düşünerek üç buçuk atarım. Fakat... Söz konusu Yiğit babam olduğunda bunu asla yaşamadım. Burak'ın da dediği gibi... Yanlış düşüncelerimizi bize fark ettirmeden değiştirirdi. Ve bunu genelde hikayeler anlatarak yapardı. Bir hata yaptığımızda da aynı şekilde... Asla 'Sen bunu yaptın!' diye yüzümüze vurmaz, yaptığımız olaya çok benzer bir hikaye anlatır... Çıkarılması gereken dersi de yine bize bırakırdı! Ve her zaman... Yapamadıklarımızı yaptırırdı. Bu bir yaramazlık da olsa fark etmezdi. Hani bir reklam var ya... Çocuk sınıfta ıslık çaldığı için müdür babasını çağırıyor ve ona şikayet ediyor. Baba da 'Buradan çıkınca ben gösteririm ona nasıl ıslık çalınırmış!' diyor. Ve... Gerçekten de gösteriyor! Yine zil meselesinde de aynısı oluyor... Tam da o reklamdaki gibiydi işte. Aslında... Her zaman tüm yaramazlıklarımıza bir şekilde karışırdı. Sokaklarda dolaşır kaybolurduk ve... Gram endişelenmezdik. 'Baba!' dediğimiz an... Yanımızda biteceğini bilirdik çünkü... Su savaşı yapmayı çok severdik. Annemler kızıyor diye azar azar ama... Pet şişeyi delip oynardık. Ve bir anda... Sırılsıklam kesilirdik. Balkondaki babamız başımızdan aşağı bir kova su döker 'Savaş dediğin bu şekilde olur! Ne o öyle gıdım gıdım?' derdi. Hemen peşine ise kocaman bir havluyla gelir önce kurular, sonra da üstümüzü değiştirmeye gönderirdi... Panter lakabımı almama sağlayan da oydu. Kocaman ağaca tırmandığımı görünce 'Ne yapıyorsun sen?' diyerek hızla yanıma gelmiş 'Öyle değil böyle tırmanılır!' diye göstererek bulutlara kadar tırmanmamı sağlamıştı. Bu ve... Bunun gibi bir çok anı! Çocukluğumuz ondan ibaret. Bizim üçüncü oyun arkadaşımız oydu her zaman!.. Kahramanımız, örnek aldığımız adam! Geçmişe bir mercek tutabilsek ve o zamanları izlesek... Şu anki hareketlerimizin, sözlerimizin hatta mimiklerimizin tamamı ile ondan ibaret olduğunu görürdük. Hele de..."


Havada kalan cümleyi "Benim!" diyerek fısıldayan Burak tamamladı. Yanağındaki yaşları silen adam, çatlayan sesiyle mırıldandı.


"N'aptın oğlum yaa? Kaş yap dedik diye niye gözü çıkartıyorsun?"


Yüzündeki yaşları silen Emre, başını salladıktan sonra "Yılların birikimi... Patladı işte!" diye fısıldadı.


Ortamdaki bu ağır havayı dağıtmak isteyen Ulaş, Burak’a döndü ve olağanca bir alayla konuştu.


"O zamanlar da kazanmaya takıntılıymışsın demek!"


Ulaş'ın niyetini anlayan Burak, minnettar bakışlarla ona baktıktan sonra aynı alay ile konuştu.


"Az önce beni geçebilmek için deliler gibi ders çalıştığını söyleyen adamın bunu demesi de... Ne bileyim?"


"Hiç altta kalmazsın değil mi?" diye söylendi Ulaş memnuniyetsiz bir şekilde. Masadakiler ise sessiz bir şekilde (nedenini anladıkları) bu atışmayı izliyorlardı.


Burak, tam karşılık verecekken Hilal'in gülmeye başlaması ile ona baktı.


"Ne oldu?" 


"Hiiiiç. Aklıma birçok an geldi de..." diye mırıldandı Hilal gülmesini durdurmaya çalışarak. Burak'ın ona yenildiği, altta kaldığı onlarca an olmuştu ne de olsa.


"Benim de aklıma birçok ânın gelmesini istemeyiz bence!"


Adamın sahte tehditvari sesi üzerine dudaklarında bilmiş bir gülümseme beliren genç kız, elalarını yeşil gözler ile kavuşturdu.


"شما دوباره ' دوباره بد ، آلفا من... فراموش کرده اید ؟ من بزرگترین مبارزه تا کنون از دست داده ام. در پایان هر لحظه ، شما همیشه از دست دادن به من!"


(Yine sen zararlı çıkarsın Alfa’m... Unuttun mu? Ben senin kaybettiğin en büyük savaşınım. Her ânın sonunda yine bana yeniliyorsun!)


Kızın sonuna kadar haklı olan cümlesi üzerine yutkunan adam, sessiz bir şekilde konuştu.


"Bundan zerre pişmanlık duymuyorum!"


Onun, bu cümlesi üzerine gözleri parlayan genç kız keyifle gülümsedi.


"Bunlar yine şifreli yayına geçtiler! Hellooo... Biz de buradayız!"


Aslı'nın söylenmesi üzerine yine tüm masa senkronize bir biçimde başını sallamıştı. Dışarıdan bakanlar için oldukça komik gözüken bu an, içinde yaşayanlara göre gayet doğal sayılıyordu.


"Farkındayııız!.. Niye Farsça konuşuyorum zannediyorsun?" dedi Hilal eğlenceli bir sesle.


"Sen var ya... İyi ki bir dil öğrendin!" dedi Aslı şakacı bir bıkkınlıkla.


"Bize inat yapıyor o! Zamanında boşa hayal kurma diye o kadar çok dalga geçmiştik ki... Tabii nereden bilelim biz? 10 dil bilen bir adamla tanışacağını!" dedi Nisa isyan dolu bir sesle.


"Yalnız... Atladığın bir şey var Nisa!" dedi Burak dudaklarındaki gülümseme ile.


"Neymiş? Mors alfabesi ve işaret dili de biliyorum mu diyeceksin?"


"Cık!" diyen Burak başka bir şey söylemeyerek sustu. Diğerlerinin devamını beklediğinin bilincinde olan adam, sırf gıcıklığına devam etmedi.


"Eeeee abi?.. Devamı?" diye sordu Onur kısa süre sonra dayanamayarak. Tüm masa merak dolu bakışlar ile adama bakıyordu.


Burak ise yanındaki kıza döndü ve sevgi dolu bir sesle konuşmaya başladı.


"Dil öğrenme gibi bir hobim olmasaydı da.. Ben onun için Farsça öğrenirdim. Ki bu... Onun için yapabileceklerimin en hafifi!"


Hilal, mutluluk dolu bir gülümseme ile adama bakarken masadakiler söylenilen cümleyi sindirmeye çalışıyordu.


"Vay canına! 1 günde böylesine ne değişti kardeşim? Hiçbir şekilde şikayetçi değilim tabii de..."


Herkesin bu düşüncesini dile getirmeye cesaret eden kişi Yağız olmuştu.


"1 gün değil ki... Bunlara görev için(!) gittikleri terapi yaramış. Hikmet terapi koltuğunda mıydı acaba?" dedi Emre şakacı bir sesle.


"Hehe. Büyülü koltukmuş(!). Kimseye söylemeyin ama. Sır!" diye karşılık verdi Burak aynı şakacı ses tonuyla. Sonrasında da Yağız'a baktı.


"Ayrıca bu soruyu herkesten beklerdim de senden beklemezdim abi. Hilal ile 1 günde Küçük Hanım-abi samimiyetine ulaşan sen değil miydin?"


Yağız güldü ve başını haklısın dercesine salladı.


"Hilal etkisi diyorsun..."


"Kelebek etkisi!" diye mırıldanan adamın

gözleri yine ela gözlerdeydi.


"Şu Kelebek olayını biz de öğrensek mi artık?" diye sordu Emre merakla.


"Sen de çok şey istiyorsun ama!" diyen Burak anlatmayacağını ifade etmişti. Aslında anlatmasında hiçbir sakınca yoktu. Fakat adam, onlara özel bu ismin anlamını başkaları ile paylaşmak istemiyordu.


"Ne yaa?.. Hiçbir şey anlatmıyorsun zaten!"


Emre'nin trip dolu sesini duyan ekip üyeleri (içten içten) gülerek bakıştılar. Burak ise (açık açık) bıyık altından gülmek ile meşguldü.


"Emre bolca çerez getirmen şartıyla... Akşam kızlara bir şeyler anlatırken seni de çağırabilirim?" dedi Hilal alaycı bir ses tonuyla.


Onun bu cümlesi üzerine akıllarını dünkü konuşma doldururken iki koca adam ,aynı anda, büyük bir kahkaha patlattılar.


"Bunda bu kadar komik olan ne acaba?" diye sordu Tuncay ikisine de bakarken. Tuncik'in sesini duyan ikilinin kahkahası şiddetlenmişti.


Bir süre sonra "Sus Emre!" dedi Burak kahkahalarının arasından.


"Sen sus asıl! Ahahaha... Lan oğlum gülmesene. Sen güldükçe daha çok... Ahahahahah... "


Masadakiler bir süre baygın bakışlar ile onlara baktılar.


"Olaya Fransız kalmak da kötü be!" diye söylendi Hilal isyankar bir şekilde. Yine de sevdiği adamın şen kahkahalarından son derece memnundu.


"Yaa! Nasıl oluyormuş?" diye sordu Aslı sessiz bir alayla.


"Siz ikiniz arasında da bir şeyler yaşandığının farkındayım Aslı. Açtırma şimdi benim bayramlık ağzımı!" dedi Hilal, arkadaşına karşılık olarak.


Karşısındakini susturmanın ilk kuralı: Saldırıya saldırı ile karşılık ver!


Adamlar gülmeye devam ederlerken Hilal, gözlerini gülen adamlardan (gülen sevdiğinden) ayırmamıştı. En sonunda bu duruma dayanamayarak söylendi.


"Yeter artık!"


Burak'ın kolundan çekiştirmeye başlayan genç kız, annesinin dikkatini çekmek isteyen küçük bir çocuktan farksızdı o anda. Onun bu tatlı hareketine kayıtsız kalamayan Burak, kızın elini tutarak ona döndü.


Adam "Tamam tamam!" derken hâlâ gülüyordu. Fakat masadaki herkes bu gülüşün nedeninin, Hilal'in tatlı hareketi olduğunun farkındaydı.


Kıs süre sonra Aslı ve Hilal neden güldüklerini öğrenmek için adamları sıkıştırırken, kulaklarına bir telefon sesi çalındı.


"Kimin telefonu bu?.. İzindeyiz ama!" diye söylendi Almina isyanla.


"Bize ne zaman izin oldu ki?" diye karşılık veren Ulaş telefonunu çıkarmıştı.


"Neyse Ateş'miş! Onun da izin günü... Acil değildir. Ben sonra ona dönerim."


"Emin misin?" diye sordu Burak kaşlarını kaldırarak.


"Neyden emin miyim?"


"Sen değil miydin geçen izin gününde Saltukluları çökerten... Her izin gününde itina ile bela çektiğini söyleyen?"


Ulaş, bir an düşündükten sonra omuz silkti.


"Bak kafeye bomba falan düşmedi. Saatlerdir sakin sakin oturuyorum. Ne olabilir ki?.. Ateş bu! Saçmalayacaktır yine..."


"Ben de onu diyorum yaa oğlum. Ateş bu!.. Sana en çok benzeyen baş belası komiserin!"


"Doğru lan!" diyen Ulaş hızla aramaya yanıt verdi.


"Ne oluyor? Acil değils..."


"Abi yardım et!"


Ateş'in hafif bir korku ile kurduğu cümleyi duyan Ulaş, hızla oturduğu yerden ayağa fırladı.


"Neredesin?"


"Maslak..." diye fısıldadı telefonun diğer ucundaki Ateş.


"Neden?.. Neyse boşver şimdi nedeni! Saffet'leri aradın mı?"


"Aradım ama... Anadolu'da büyük bir çete baskını varmış. Destek istemişler bizimkilerden! Başka bir ekibi de... Arayamam sanırım!"


"Neden?.. Ulan Ateş! Ne karıştırıyorsun yine... Burak, buradan Maslak'a ne kadar var?"


"25-30 dakika fakat... Trafik işi sıkıntı. Bugün pazar!"


Ulaş kendi kendine "Lanet olsun!" diye mırıldandırken Aytül ayağa kalkmış, montunu giymeye başlamıştı.


"Durum bildir!" diye tıslayan Ulaş oldukça öfkeliydi.


"Amirim şimdiden böyle yapmasanız mı? Duyduklarınız hiç hoşuna gitmeyecek de..."


"ATEŞ! Delirtme oğlum beni. Öt hemen!"


Telefonun karşısındaki adam yutkunduktan sonra konuşmaya başladı.


"Hikayenin başını siz yoldayken anlatırım. Sonuç olarak... Şu an aşağıda yaklaşık 20 adam beni aramak sureti ile etrafta dolaşıyor... Ahh 30 oldu! Devamının geleceğine eminim... Çıkışları tuttular. İşin iyi tarafı benim polis olduğumu bilmiyorlar. Bir polisin onların inine girdiklerini öğrenmeleri pek de(!) iyi olmaz sanırım."


"Kimin ini?" 


"Büyük birilerinin..." diye mırıldandı Ateş yaramazlık yapmış bir çocuk gibi.


Ulaş, ağrımaya başlayan başını ovalamaya başladı. Gözüne, ayağa kalkan Burak ilişiğindeyse bakışlarını ona dikmişti.


"Ulan Alfa! Saltuk olayında beddua mı ettin sen?.. Ve sen ATEŞ! Oğlum oraya geldiğimde ağzını burnunu daha az kırmamı istiyorsan... Ağzında geveleme. Kimin mekanına girdin!"


"Bilerek girmedim... Gerçi bilsem de girerdim ya!"


"KİMİN MEKANINA GİRDİN DEDİM?" diye kükreyen Ulaş ile kafedeki birkaç bakış onlara döndü.


"Kutuların üstünde yukarıya doğru yükseldikçe büyüyen halkalar var. Kasırga gibi..." diye mırıldandı Ateş gelecek tepkiden korkarken.


Ulaş, deliler gibi gülmeye başladı. Onun bu hareketi üzerine hattın diğer ucundaki Ateş, gözlerini kapattı. 'Hey buradayım!' diyerek adamların karşısına çıksa, yaşama şansı daha yüksek olurdu. Abisi (Amiri) onu kesin öldürecekti!


"Yok yok kasırga işareti değildir o. Yanlış görmüşsündür sen!.. Sen bile Tornado'nun mekanına girecek kadar aptal olamazsın!"


"Yok artık!" diye mırıldandı Aytül şaşkın bakışlarla.


Tornado, çok ünlü bir uyuşturucu Baronu'ydu. Tornado'ya bağlı birçok küçük şubeyi çökerten İstanbul Emniyet'i, asıl adamı bir türlü yakalayamamışlardı. Çünkü adamın (kadın bile olabilirdi) kim olduğunu bilen yoktu. Mallarının üzerine kasırga işareti kazıyarak gücünü belli ettiğini düşünen sosyopat yüzünden, birçok insan/genç zehirlenerek ölmüştü.


"Büyüklüğüne ve adamlarına bakarsak... Ana mekanlarındayım!" dedi Ateş kısık bir sesle.


Gözlerini kapatan Ulaş, elindeki telefonu sıkarken öfkeyle karşısındakine küfürler etmeye başlamıştı.


"Abi küfürlerini sonraya saklasan?.. Adamlar İbo'yu kaçırdı. Onu bu itlerin elinden kurtarmam lazım!"


"İbo? Senin şu sokaktaki muhbirin mi?.. Sakın saçma bir kahramanlık yapma Ateş

Bu bir emirdir! Hemen konum at. Telefonunu da kapatma... Yoldayken şu olayın aslını astarını anlatacaksın!"


"Abi sakın tek gelme!"


"Tek gelmeymiş. Söylemesi kolay! Tornado'nun mekanına girecek kadar salak olan biril..."


KİT üyelerinin zaten ayakta olan liderleri gibi ayağa kalktığını gören Ulaş, cümlesini tamamlamadı.


"Kırıldım ama kardeşim! Her şeyden önce biz varken tek gitmeyi düşünmen komik. Ayrıca... Salak falan ayıp oluyor. Deli, mazoşist, piskopat, gözü kara gibi tabirleri tercih ederim."


Burak'ın dedikleri ile gülerek başını iki yana sallayan Ulaş mırıldandı.


"Sinan dayı sizi kesecek!"


"Nevzat Müdür de seni!.. Senin başının daha çok ağrıyacağı kesin. Ne de olsa biz her zaman sahne arkasındayız."


"Ulan Ateş! Bekle sen bekle... Bu başıma açtığın beladan dolayı 2 ay seni it gibi kullanmazsam, bana da Ulaş demesinler!" diye öfkeyle söylenen Ulaş sandalyedeki montunu alarak giymeye başladı. Karşısındaki kızı gördüğünde başını iki yana sallamaya başlayan adam konuştu.


"İşler değişti Aytül. Sen bu işe karışmıyorsun! "


"Neden?" diye soran kızın gözleri çakmak çakmaktı.


"Bu iş başımızı ağrıtacak Nevzat Müdür bunu öğrendiğinde sana da..."


"Ama bu çok zayıf bir bahane oldu Amirim! Aylar önce, üslerinden habersiz kılık değiştirerek çok prestijli bir avukatı ziyaret eden birileri vardı... Tanıdık geldi mi?" diyen Aytül omuzlarını silktikten sonra devam etti.


"Eminim ki bu olay, ondan daha az baş ağrıtacaktır!"


"Tehlikeli..." diye mırıldandı Onur.


Aytül, yanındaki adama baktı fakat... Kahverengi gözlerde gördüğü yoğun endişe ile bakışlarını anında kaçırdı. Yine de genç kız, konuşmadan durmamıştı.


"Benim için tehlikeli ama sizin için değil öyle mi?"


Onur, derin bir nefes aldı ve yumruğunu sıkarak kıza baktı.


"Gelmeni istemiyorum!"


"Ama ben gelmek istiyorum. Polisim ya hani... Tehlikede olan benim ekip arkadaşım ya!" dedi Aytül iğneleyici bir sesle.


"Polis olabilirsin fakat..."


Genç kız, adamın cümlesini alaycı bir kahkaha atarak yarıda kesti.


"Kızım mı?.. Sizin bu cinsiyetçi ayrımla..."


"BUNUN KIZ OLMANLA ALAKASI YOK!"


Adamın bağırması üzerine gözlerini ona diken Aytül, oldukça öfkeliydi.


"Hadi yaa! Ne ile alakası varm..."


"SENSİN!.. SEN OLMANLA ALAKASI VAR!"


Derin bir nefes alan Onur, sakinleşmeye çalışarak başını önüne eğdi. Aytül ise şok olmuş bir şekilde duyduğu cümleyi sindirmeye çalışıyordu. Korku dolu ses tonunu ve korku dolu bakışları...


Kısa bir süre sessiz kalan kız, titrek bir nefes aldı. O polisti!... Onun hayatı buydu. Her daim tehlikenin göbeğindeydi. Bu gideceği ilk çatışma değildi... Ve son da olmayacaktı! Karşısındaki asker ise bu gerçeği unutmuşa benziyordu.


"Onur ben..." 


"Biliyorum... Polissin! Biliyorum. Fakat bilmem..."


Cümlesini havada bırakan adam, başını kaldırıp kahve gözlere baktı. O gözlerden kararlılık akıyordu. Aytül ne olursa olsun o göreve gidecekti! Ki zaten... Bir asker olan kendisinin, kıza bunu yapmaya hakkı yoktu. Fakat tüm bu gerçekler... Onur'un içindeki korkuyu geçirmiyor, hatta tam tersine körüklüyordu. Vatanına aşık bir insanın, masumları korumak için ne kadar ileri gidebileceğini herkesten daha iyi biliyordu çünkü!


"Yanımdan ayrılmayacaksın!" dedi Onur kesin bir dille. Bu konu tartışmaya açık değildi. Fakat genç kız, bunu fark etmemiş olacak ki başını hayır anlamında sallamıştı.


"İlk olarak... Bana emir vermezsin! İkinci olarak..."


"Üzgünüm ama şu an maddelerin umrumda değil. Aylar önce gördüğün o psikopat adamın ortaya çıkmasını istemiyorsan... Gözümün önünden ayrılmayacaksın Angel! Yoksa bu sefer... Sadece bir kurşun sıyrığı ile kapanmaz olay."


Aytül, adamın çok çok ciddi bakışları karşısında yutkundu. O şebek adamın böylesine sert durduğu zamanların oldukça nadir olduğunu ve bu nadir anlarda da istediğini yaptırdığına birinci elden şahit olmuştu. Bu yüzden de sadece bir baş hareketi ile bu durumu kabul ettiğini belirtti.


"Arabandan çelik yeleğini alarak benim arabama geçeriz. Ne kadar az araba o kadar iyi... Yedek cephanen var mı?"


Aytül, hiçbir şey demeden dik bakışlarla adama baktı.


"Aytül!" 


"Ses tonuna bak!! Oradan bakınca sorguya çektiğin adamlardan biri gibi gözüküyorum?"


"Hayır. İnatçı bir kız çocuğu gibi gözüküyorsun!"


"Onur! Zaten kızgınım bu yü..."


"Şanslısın... Senin yerinde olmak isterdim. Hissettiğimin duygunun kızgınlık olmasını..."


Adamın kısık bir sesle söylediği cümle üzerine genç kız hüzünle adama baktı.


"Hiçbir zaman hissettiğim tek duygunun kızgınlık olduğunu söylemedim. Yine de... Sen nasıl..."


"Bu konuyu arabada veya sonra konuşsak? Acelemiz var!" dedi Onur, Ulaş ve Burak'a bakarak.


İkili, Ateş'in gönderdiği konumu açmış ve en kısa sürede nasıl gidecekleri hakkında tartışıyorlardı.


"Trafik şubeden tanıdıklarım var. Haber vereyim. O bir şeyler ayarlayacaktır eminim." diyen Burak'ın kastettiği tanıdıklar, Hilal'in saldırıya uğradığı gün tanıştığı Erol ve Kerem'den başkası değildi.


Cümlesini bitiren Burak, Onur'a çevirdi bakışlarını. O gözlerde gördüğü korku ve endişe ile derin bir nefes aldı. Hayatları asla kolay olmayacaktı!


"Onur! Siz Aytül ile benim arabayı takip edersiniz. Hepiniz çok sıkı hazırlanın! Orada pek iyi şeyler ile karşılaşmayacağız. Destek isteyeceğim... Şanslıysak Serkan boştadır, ekibini alıp gelir. O gelirse başkasına ihtiyaç olmaz. Yine de... Ulaş Emniyet'e haber ver fakat..."


"Çatışmaya girince... Biliyorum! Yoksa asla giriş izin vermeyeceklerdir. O iti birileri koruyor Burak... Ve ben o koruyanı bulduğumda... Güzel bir görüşme(!) yapacağım!"


"Aslında var aklımda bir şeyler... Yolda konuşuruz. Hacker'ı da bağla Ateş'le konuşmaya. Gelişmelerden geri kalmasın!"


Cümlesini bitiren Burak, ekibine baktı. Hepsi de sevdikleri ile vedalaşmıştı fakat... Kızların üzgün bakışları, adamların akıllarının burada kalacağının işaretiydi.


"Hanımlar... Lütfen ama! Aklımızın sizde kalması gerçekten de bizi tehlikeye atacaktır." diyen Burak'ın telefon geldiğinden beri Hilal'e bir kere bile bakmadığı gerçeğini, Hilal hariç kimse bilmiyordu.


Zaten bilmemeleri gerekiyordu. Ekip liderlerinin onlardan çok daha beter durumda olduğunu öğrenmeleri... Tüm dengelerini bozar ve gerçekten de yaralanmalarına neden olurdu. Burak... Tam da bu nedenden sevdiğine bakmamıştı. O ela gözlerdeki endişe bulutlarını bir kere görmüş olsaydı, şu anda verdiği tüm emirleri veremezdi.


"Hadi hanımlar! Hepiniz geri oturun bakayım. Aslı sen Eda'yı... Masal sen de Sema'yı arayıp buraya çağırır mısın? Hazır biz yokken iki dedikodunun belini kırın. Bak bu izni de zor bulursunuz ha. Hele de benden! Bu yüzden... İyi değerlendirmenizi tavsiye ederim. Yine de... Çok kulağımızı çınlatmayın lütfen! Olumsuz herhangi bir dolduruşun sonu karşısında erkek arkadaşlarınız size görüşme boykotu falan koyarsa da ben karışmam!"


Burak'ın sözleri hepsinin yüzünde istemsiz bir tebessüme neden oluşmuştu.


"Yalnız... Sema'nın nöbeti vardı bugün!" dedi Masal hüzünlü bir sesle.


"Cık! Ediz iddiayı kaybettiğinden nöbeti ona kitlemiş. Bir de gece 11'de arayarak söylemiş... Ediz'in tüm planlar çöp. Adam tüm gece grupta isyan etti. O kız çok fena! Şimdi düşündüm de... Sema'yı çağırmasanız mı acaba? Nisa ile ikisi, üzerine Masal, Aslı... Eda'nın da farkı olduğunu sanmıyorum. Bir aklı başında Almina var diyeceğim de... Nedense onun içinde de gizli bir cadı saklı olduğuna eminim!.."


"Az önceki isteğinin ne kadar tehlikeli olduğunu yeni mi idrak ettin Burak?biraz geç kalmadın mı?" diye söylendi Yağız sahte bir memnuniyetsizlikle.


"Vallaha beyler benim tuzum kuru. Ondan bu rahatlığım. Ayrıca... Eminim ki Asena'm hepsi ile başa çıkabilir."


"6 tehlikeli kadının dolduruşu ile mi?.. Kazandığım savaştan sonra bu da neymiş?" dedi Hilal gülerek.


Burak, kızın sesini duymasına rağmen ona dönemedi. İşi bitmemişti. Hızlı haraketler ile telefonunu çıkaran adam bir numaranın üzerine tıkladı.


"Selamün aleyküm Erol!.. Ben Yüzbaşı Burak... İyiyim elhamdülillah! Sana bir işim düştü de... Sağ ol! Bir arkadaşa veriyorum o durumu özetleyecek.... Tabii görüşürüz!"


Telefonu kulağından çeken Burak, Ulaş'a uzattı.


"Bahsettiğim trafik şubeden arkadaş... Olayı tüm yalınlığı ile anlatabilirsin. Güvenilir biridir... Dayıma haber verebilir misin Emre?.. Abi sen de Serkan'ı arayarak müsait mi bir sorsan?" diyen adam cebinden arabasının anahtarını çıkardı ve Emre'ye uzattı.


"Siz yeleklerinizi giyip hazırlanarak benim arabaya geçin. Ben de... Geliyorum şimdi."


Adamlar hiçbir şey demeden sadece başları ile onu onayladılar ve kafeden çıktılar.


Burak, derin bir nefes aldı. İşin en zor kısmı gelmişti. Elleri ile oynanan kıza bir bakış attığında durumunun sandığından çok daha fazla zor olduğunu fark etti. Hangisi için daha zordu orası tartışılır!


Vaktinin dar olduğunun bilincinde olan adam, kızın elinden tutarak lavaboların önündeki boş koridora götürdü.


"Kelebeğim?" 


"İyiyim ben!" diyen kızın, bunu söylerken adama bakmıyor oluşu oldukça büyük bir ironiydi.


"Hilal'im?" diye fısıldayan adam, kızın çenesinden tutarak başını kaldırdı ve gözlerini buluşturdu.


Ela gözlüsünün gözlerinde gördüğü korku, adamı mahvetmekle kalmamış diri diri toprağa gömmüştü.


Alnını adamın göğsüne yaslayan genç kız, gözlerini kapattı.


"İyiyim sadece... Korkuyorum!" diye fısıldayan kız, adamın kolundan (gömleğinden) tutarak yumruğunun içinde sıktı.


Kızı kollarının arasına alan adam, ona sımsıkı sarıldıktan sonra başını papatya kokulu saçlara gömerek gözlerini kapattı.


"Korkma Papatya'm!.. Seni yeni bulmuşken kaybetmeye hiç niyetim yok! Senden önce dünyanın en dikkatsiz adamıydım. Bu yüzden de korkmakta haklı olabilirsin. Ama korkacaksan önce şunu bilmelisin! Hayatıma girdiğin andan beri... Dünyayı geçtim Evren'in en dikkatli insanıyım ben. Sana her zaman geri döneceğim!"


Titrek bir nefes alan Hilal, geri çekildikten sonra duruşunu dikleştirdi ve güçlü bir şekilde konuştu.


"Söz verdin. Bana her zaman geri döneceksin!"


Kızın bu dik duruşu ve keskin bakışları adamın dudaklarında bir tebessüme neden olmuştu.


"Hoş geldin Asena'm!"


Adamın muzipleşen bakışlarına uyum gösterdi genç kız.


"30 saniye içerisinde 4 hitap?"


Dışarıdan bakan birisi bu ani değişen ruh hali karşısında afallardı. Anlayamazdı. İkilinin düşünmemek için alaya/şakaya vurduğunu... En büyük hobileri birbiri ile uğraşmak olduğundan, sadece o anlarda rol yapmadan gerçekten de iyi olduklarını... Genç kıza, adamın dakikalar sonra gideceğini unutturan şeyin bu muzip bakışlar olduğunu, adamın gönlü rahat bir şekilde gidebilmesini sağlayacak tek şeyin, kızın sağ gamzesini görmek olduğunu bilmiyorlardı çünkü.


Birbirinin gözlerinde kaybolmuş ikili için ise, her şeyden daha çok bildiği bir durumdu bu. Ömür boyu, bu anı (defalarca kez) bu şekilde yaşayacaklarını çok iyi biliyorlardı onlar.


"Baktım sen 1 hitap bile kullanmıyorsun... Dedim senin yerine de kullanayım!"


"Tripkolik beyimiz yine sahalarda bakıyorum... Alfa’m, Burak’ım, Olric'im sen bana yine trip mi atıyorsun?"


Memnuniyetsiz bir şekilde "Agucuk bugucuk demeyi unuttun Hilal!" diyen Burak, bıyık altından gülümsüyordu.


"Agucuk bugucuk. Oy oy..."


"Hilaaaaal!"


"Efendim sevdiğim?"


Hilal'in sevgi dolu sesi karşısında, Burak'ın dudaklarındaki şakacı gülümseme söndü. Kızın yüzüne doğru gelen saçlarını yumuşak hareketler ile geriye atan adam kısık bir sesle konuştu.


"Sevdiğim... Bir gün Alfa'm hitabın kadar seveceğim bir hitap olamayacağını düşünürdüm. Fakat... Bu hitabın onunla yarışır hale geldi. Şu bakışlarınla söylediğin o sevgi dolu kelime... Sadece 8 harf ile beni ,Alfa'yı, bozguna uğratıyorsun Kelebeğim. Gurur duy!"


Adamın parmaklarını tutan kız gülümsedi.


"Her şey karşılıklı!' diye boşuna mı diyoruz biz? Sen de... Kokumu içine çekerek Papatya'm diye fısıldadığın her an... Sadece 8 harf ile beni dumura uğratıyorsun. Bak yine ödeştik!"


Kızın mutlu sırıtışı karşısında Alfa sessiz bir kahkaha attı.


"Seninle başım dertte!"


"Niye şimdi durduk yere böyle dedin?"


"Durduk yere?.. Saha operasyonuna çıkmaya bayılan ben, şu an gitmek istemiyorum."


"Hadi git!.. Gitmen gerek. Sil şu endişeli bakışlarını lütfen... İyiyim gerçekten. Dikkat edeceğini söyledin. Ve ben sana güveniyorum!" diyen kız adamın yanağına hafif bir öpücük kondurdu.


"Seni seviyorum Alfa’m! Allah'a emanet ol."


Kızın alnına aynı şekilde (hafif) bir öpücük konduran adam, ela gözlere baktı.


"Dikkatli olacağım ve operasyon biter bitmez ilk iş sana haber vereceğim Kelebeğim. Sen de Allah'a emanet ol!.. Ve lütfen çok dedikodumu yapmayın."


Son cümle üzerine Hilal bir kahkaha attı.


"Diğerlerine posta koyup arabaya gönderdikten sonra vedalaşmak için beni kızların arasından alıp buraya getirdin... Bence şu an masa kaynıyordur!"


Başını kaşıyan adam yüzünü buruşturdu.


"Mükemmel malzeme veriyorum bu aralar... Bakalım sonumuz ne olacak?"


"Bugünkü ayard... Offf Burak gitmen gerekiyor! Sonra konuşuruz hadi..."


Derin bir iç geçiren adam, isteksiz bir şekilde kızın elini bıraktı ve geri geri yürümeye başladı.


Onun bu hali karşısında gülen kız hafif bir alayla "Kapıya kadar geçireyim mi?" diye sordu


"Bence gideceğim yere bırak! Sonra da ben seni gideceğin yere bırakayım... Ömür boyu buna devam edelim. Yolda gidip gelirken de konuşuruz."


Adamın söylediği cümle... Çok çok anlamlıydı. Sadece kendisine mi bu kadar anlamlı gelmişti? Satır aralarını okuyabilen kendisi mi anlamıştı oradaki gizli ve özel anlamı?


"Varım! Bir salise bile sıkılmadan, bir an dahi bıkmadan seni gideceğin yere bırakırım. Ömür boyu..."


"Bana öyle bakmayı kesmezsen... Gidemeyeceğim Kelebeğim!"


"Biraz daha gitmezsen... Yıllar boyu timin dilinden kurtulamayacağız Alfa’m!"


Omzunu silken Burak "Pek umurumda değil ama... Ateş var için ucunda! Zaten onu bulduğumuzda Ulaş'dan önce ben geçireceğim bir tane çenesine." diye mırıldandı.


Arkasını dönen adam birkaç adım sonra geri döndü.


"Gerçekten gidiyorum!"


"Gerçekten gider misin artık?" diyen Hilal gülüyordu.


"Akşama görüşürüz Papatya'm!"


"Görüşürüz Sevdiğim!"


🦋


"Yüzbaşım. Destek için ben de geleyim mi?"


Arabayı kullanan Burak, hoparlördeki adamı duyunca gülümsedi.


"Yanlış anlama ama... Trafik şubedeki birinin, böylesine büyük bir operasyon için böyle bir teklifte bulunması..." diye mırıldandı Ulaş.


"Ne oldu Erol? Çatışmayı mı özledin?.. Bu arada soru yanlış Ulaş! Asıl soruyu ben sorayım. Cinayet şubede oldukça üne kavuşmuş, meşhur bir komiser nasıl oldu da trafik şubeye tayinini istedi?


"Yüzbaşım araştırıyorsunuz madem çaktırmayın!"


"Adım Yüzbaşım değil... Burak! Ayrıca bizim işlere bir kere dahil olursan çıkamazsın Erol. Mecburen baktım!.. Arkandan birazcık iş çevirdim. Artık gayrı resmi KİT adamasın. Yakında resmiyet için bir görüşme alırsın!"


"Bir dakika... Ne?"


Adamın telefondaki şaşkın sesi karşısında Burak güldü.


"Burak'ın elinden uçan da kaçan da kurtulamaz kardeş. Geçmiş olsun!.. Sinan Dayı'nın ekibi büyütme çabalarına profesyonel bir şekilde karşılık veriyorsun Burak. Tebrikler."


"Ne demek efenim! Teveccühünüz... Şaşkınlığın geçtiyse sorumun cevabını alsam Erol?"


"Off. Ne olabilir sence? Hadi bir tahmin edin!"


"Kız arkadaş ya da eş!"


Telekonferans ile konuşmayı takip eden Aytül, hedefi 12'den vurarak konuşmuştu.


"Çok doğru hanımefendi!"


"Benim anlamadığım... Siz nasıl bunu kabul ettiniz?"


"Burada bana bir gönderme yoktur umarım Aytül?" diye sordu Onur.


"Aa-aa. Çok kırıldım. Hiç öyle şey olur mu Onur?(!)"


"Olmaz... Çünkü senden asla böyle bir şeyi istemem!"


"Ve Onur yürümüyor, koşuyordu..." diye mırıldandı Tuncay sessiz bir şekilde.


Onu sadece arabanın içindekiler duymuş ve gülerek onaylamışlardı. Onların hattından ses gelmediğinde, Burak ikisinin de bir daha ağzını açmayacağından emin Erol'a hitaben konuştu.


"Her şeyi anlarım da... Neden trafik?"


"Aysu asla cinayet şubede çalışmamı istemedi. Birçok kere bu yüzden atıştık..

Haksız da diyemem. İşime (katilleri yakalamaya) öylesine takıktım ki... Kendi istememe bile katılamadım. Nişanımın yarısında çıkıp cinayet mahalli incelemeye gittim!"


"N'aptın kardeşim sen?" diye mırıldandı Yağız.


"Hiç sorma! Yine de... Aysu tüm bunları sineye çekti. Düğüne 2 ay kala ağır bir şekilde yaralanmam ve üzerine daha yaram kapanmadan tekrar suçlunun peşine düştüğüm için 2. kez hastanelik olmam... İşte bunu sineye çekemedi. Nişanı attı... Havaalanından zor geri çevirdim onu. İşte o zamanlar cinayet şubeden başka bir şubeye geçeceğimi söyledim... Bana kısa bir süre vermesini istedim. Bu kısa sürenin 2 yılı da dolduğunda... Yine kızılca kıyamet koptu tabii. Yine büyük bir tehdit yedim. En sonunda da benim hatun infazımı verdi. '1 yılımı rahat yaşamak istiyorum. 1 yıl boyunca trafik şubede çalış. Sonrasında nereye geçeceğine bakarız. Ama cinayet ya da asayiş olmaz!' dedi. Anlayacağınız beyler... Cezalıyım şu an! Kendim ettim kendim buldum."


"Sende biraz fazla şey yapmışsın..." diyen Ateş'in sesi yakılandı arabada.


"Ne zamandır oradasın? Ulan Ateş... Bu 2 ayı 3 aya çıkarttım!"


"Yeni geldim ama... Adamlar şimdi gitti." diyen Ateş'in sesi isyan doluydu.


Arabaya biner binmez Erol sayesinde açılan trafikte hızla ilerlemeye başlamışlardı. Geçtikleri noktadaki trafik memurları başı ile selam veriyor ve adamlar geçer geçmez trafiği tekrardan kullanıma açıyorlardı. Bu sırada olayı anlatacak olan Ateş, saklandığı yerin yakınına gelen adamlar yüzünden, Ulaş'ın söylenmelerini erteleyebilmişti. Ama artık kaçışı yok gibiydi. Ulaş, bunu doğrularcasına konuştu.


"Anlat Ateş! Anlat... Önce saklandığı yerin nasıl bir yer olduğunu ve... Ne zamana kadar dayanabileceğini söyle!"


"Konteynerlerin tepesindeyim! Çıkana kadar ciddi anlamda canım çıktı. Kör bir nokta... Binanın çatısından gözükmüyor. Gözetleme kulesini de teğet geçiyor. Boylu boyunca konteyner ile aşk yaşadığıma bakarsak... Aşağıdan bakınca da gözükmüyordur. Yine de... Benim görüşüm iyi. Elimde sniper olsa birçoğunu indiririm. Sonra yerimi tespit edenler tarafından öbür dünyaya atta tabii..."


"Bu durumda bile dalga geçiyorsun yaa..." diye söylendi Aytül öfkeli bir sesle.


"Kızma apla!.. Ne yapayım? Karalar bağlasam da kurtulamayacağım... Hem ben ağlarsam hönküre hönküre ağlarım. Çok sesim çıkar... Yakalanırım sonra!"


"Ağlama kanka sakın! Geliyok biz."


"Oooo Onur reisim! Sen de mi buradaydın? Gel kurtar benii. Saçımı salacağım gelince. O zaman saçlarımdan çekip beni aşağı düşür beni tamam mı? Sana güveniyorum kaslı kolların ile tutarsın sen beni!"


"Sonra bir daha hiçbir şey tutamam... Yine de değer senin içiiiin!"


"Ahh... Ağlatma ama! Burada da toz ne çok böyle..."


"Allah'ım ne günah işledim?" diye mırıldandı Burak kahredici bir iç çekerek.


"Senin içinde de gizli bir ben olduğunu biliyorum abi. Hiiiiç isyan etme!"


"Çok sevgili Onurcuğum(!) Kaşınıyorsun. Ve ben zevkle kanata kanata kaşırım!"


Hattın diğer ucundan ses gelmediğinde Burak'ın dudaklarında memnuniyet dolu bir gülümseme belirdi.


"Evvet! Boş muhabbetinizi de kanla kestiğime göre... Anlat bakalım Ateş!.. Ayrıca oraya en yakın şubeye haber verdin değil mi?"


"Hee... Şey... O olay... Biraz karışık!"


"Nasıl karışık?" diye sordu Ulaş kaşlarını çatarak.


"Şey... En baştan başlayayım en iyisi! Bugün İbo'nun yanına gittim. Sokak kurdu... Yine yetiştirme yurdundan kaçmış. Oradakileri de topa tutacağım zaten şu işten bir kurtulayım. O kadar uyardım onları herhangi bir sorunda arayın diye! Neyse işte... Tüm gün takıldığı yerlerde gezdim. Takıldığı çocuklar ile konuştum. En sonunda da... Kendimi burada buldum! Birkaç çocukla beraber kaldırmışlar bunları. Amaç torbacıları yapmak. İtiraf ediyorum... Tornado'nun mekanı olduğunu bilmesem de... Büyük birilerine ait olduğu anlamıştım. İzin muhabbeti ile vakit kaybedemezdim!"


"Bu yüzden de kendini yem yaptın yani? Aferin sana(!). Şu şube muhabbeti ne?"


Ulaş'ın sorusu üzerine Ateş sessiz kaldı.


"ATEŞ!"


"Bana inanmadı..."


"Kim? Sorumlu komiser mi?.. Adını söyledin mi? Bu nasıl olabilir?.. Merak etme gerekli işlemler ya..."


"Onun bir suçu yok!" dedi Ateş keskin bir dille.


"Kimin?" diye soran Burak'ın sesi şüphe doluydu.


Ateş, derin bir nefes aldı. Anlatmaktan başka çaresi yoktu.


"2,5 ay önce ben... Off! İzin günümdü. Benim de evde canım sıkılmıştı. Birkaç arkadaşı aradım, sosyal medyada falan takıldım ama... En sonunda kafama göre sabit hat numaraları çevirip aramaya başladım!"


"İstanbul Emniyet'i Organize Suçlar ve Kaçakçılık şubesinin özel bir ekibinde olan 25 yaşındaki sen... Telefon mu işlettin?"


Ulaş'ın şok içerisindeki sesi hepsinin bakışlarında vardı.


"Yani öyle deyince de..."


"Peki bunun oraya yakın polis şubesi ile alakası ne Ateş?" diye sordu Emre duyacağı cevaptan korkarak.


"Yok yok! Tornado'nun mekanına girecek kadar salak olabilirsin ama bir polis karakolunu işletecek kadar olamazsın... Bunun cezası var!!"


"İlk aradığımda polis karakolu olduğunu bilmiyordum!"


"İlk?.. Kaç kere aradın Ateş?"


"Haftada iki... Bazen de üç!.. Ama çift taraflı hattı. Biri arasa meşgul çalmayacaktı."


Ulaş, sinirle gülmeye başladı.


"Bir de haklı gibi savunma yapıyor!.. Bunu neden yaptın gerizekalı yavrum?" dedi Ulaş dişlerinin arasından. Ateş'ten bir cevap gelmedi.


"Karşı hattaki kızdan hoşlandı..." diye mırıldandı Burak. Fakat mırıltısını herkes duymuştu.


"İlk aradığımda... Sanırım kızgın bir anıydı. Telefon işlettiğimi farkedince... Tüm kızgınlığını benden çıkardı."


Kendi kendine gülen Ateş devam etti.


"Hayatım boyunca onun gibi bir kızla karşılaşmadım. Bir kızın öylesine yaratıcı hakaretler söyleyebileceğini asla tahmin edemezdim. Bana onca hakareti saydıktan sonra... Şikayet edemedi. Çünkü kızdığı kişi amirleriydi ve... Eğer beni şikayet ederse işlem için telefonun dinlenmesi gerekiyordu. O da bunun farkındalığı ile bir şey yapamadı. İkinci arayışımda... Konuşmalarım kaydedildiği için kayıtlı olan hakaretlerini dinlettim önce..."


"Yine işlem başlatamasın diye... Çok kötüsün Ateş!" dedi Aytül hikayenin şaşkınlığı hâlâ üzerindeyken.


"O da aynı şeyi düşünüyor olacak ki... Bu sefer hakaretlerinin hedefindeki bendim. Sonrasındaki 2 hafta aramadım. Hem yoğunluk, hem de... Onu merak etmeye başlamıştım ve... Kim olduğunu geçtim evli mi veya erkek arkadaşı var mı onu bile bilmiyordum. Fakat 2 ay önce Olcay'ın yaralandığı o berbat operasyondan sonra ben... Sadece şansımı denedim. Saat gecenin 2'siydi. Onun orada olma ihtimali yoktu! Varmış... Beynim bu bir işaret olmalı derken kalbim... Saçmaladım o gün hastane koridorunda. Ruhumun en derinindeki saçmalıkları dinledi usulca. O geveze kız... Sadece sustu ve dinledi. Pür dikkat! Nefes alışverişlerini duyuyordum. Dinlediğini biliyordum. Hissediyordum!.. 2 ay böyle geçti işte. Her aradığımda 'Yine mi sen?' dese de... İçten içe aramamı beklediğini biliyordum. Operasyondan dolayı bir gün arayamadım ve ertesi gün açar açmaz 'Dün bir şey olmadı değil mi?' diye sordu..."


"Kızı bulman 5 dakikanı almazdı. Neden kim olduğunu öğrenmedin?" diye sordu Ulaş.


"Büyünün bozulmasından korktum..." diye mırıldandı Ateş.


"Tamam da kızı zaten sevmeye başl..."


"BİLMİYORDUM! İnkar ediyordum! Yani... Sadece bir sese, iki düşünceye aşık olamazdı bir insan. Ama az önce... Ölümün pençesindeyken sesini duyduğumda... Bir sese, iki düşünceye aşık olunabildiğini öğrendim. Ben o kızı görmeden... Adını öğrenmeden ölmek istemiyorum! O yüzden... Rica ediyorum beni şu boktan yerden kurtarın abi!"


Ateş'in sözleri üzerine arabayı bir sessizlik kapladı. Gözlerini kapatan adamın aklında dakikalardır aynı sahne dönüp duruyordu.


Ateş, konteynera ilk çıktığında numarasına dahi bakmadan en yakın şubeye bağlanmış ve telefon açılır açılmaz konuşmaya başlamıştı.


"Ben Maslak'taki... yerdeyim. Buraya acil bir ekip istiyor..."


"Bu sefer abartmadın mı?.. Yoksa zaten en başından beri planın böyle bir oyun muydu?"


Ateş, duyduğu ses ile donakaldı. Kalp atışları hızlanmaya başlarken ellerinde silahlar ile onu arayan adamları gördü.


"Bak beni dinlemen ger..."


"Niye? Kimsin ki sen? Yetkili biri olsan... Bir karakolu ne diye işletmek amaçlı arayıp durasın? Allah aşkına benim başımı daha fazla derde sokma. Ben batmışım zaten batacağım kadar! Uğraştığım onca şeyin arasında... Bir de bir çocuğun oyunlarıyla uğraşamam! Git bu oyunlarını başkasına yap..."


Kulağında 'dıt dıt dıt...' sesi yankılanan adamın canı çok ama çok yanmıştı.


Ateş, kesik bir nefes aldı. Kızın bir suçu yoktu, söylediklerinde sonuna kadar haklıydı. Ne de olsa kendisinin yaptığı şey hiçbir etiğe sığmıyordu. Yine de... Ölümle burun burunayken bile düşündüğü tek şey kızın ona inanmamış olmasıydı. Kızın, bir şey hissetmeyi geçtim, onu tiye bile almaması, adamın 'Beni mi arıyordunuz?' diyerek konteynerin tepesinde inmek istemesine neden oluyordu.


Ama... İbo vardı. Kardeşini ve diğer çocuklar işin içindeyken bu mümkün değildi. Ayrıca... Eğer ölürse Ulaş abisi onu gebertirdi. Uraz abisinin de tekrar tekrar diriltip bir kez daha öldüreceğinden emindi Ateş. Ayşe annesi çok ağlardı. Uygur babası ise... O yaşlı adam gerçekten çok üzülürdü. Ve Ateş'in son isteyeceği şey bile değildi bu durum. Çünkü yıllar önce... O zamanlar göreve devam eden Emniyet Amiri Uygur Yalçın sokaklardan kurtarmıştı onu.


Ateş o zamanlar sadece 9 yaşında, büyük bir çocuktu. İnsan haklarına göre 18 yaşından küçük herkes çocuk sayılırdı. Ama her çocuğun küçük olduğu koca bir yalandan ibaretti. Sokağın çocukları hiçbir zaman küçük olamazdı. Öyle bir lüksleri yoktu! Küçük oldukları an... Ölüm fermanlarının imzalanırdı. Çünkü sokak küçüğü alır ve zevkle ayağının altında ezerdi. Gram pişmanlık duymadan!


Uygur baba onu bulduğunda amcasının evinden kaçalı 3 yıl olmuştu. Daha kundaktaki bir bebekken askerdeki babası şehit olan Ateş... Hayata 1-0 yenik başlamıştı. Annesi yıllarca dişini tırnağına takarak çok ağır işlerde çalışmış ve sonunda kalbi buna dayanamamıştı. 5 yaşında öksüz kalmıştı genç adam. Bu hayattan aldığı 2. darbe olmuştu.


Daha fazlası olamaz derken yanına gönderildiği amcası ve yengesi esrarkeş çıkmış ve... Ateş düşüncelerini silmek istercesine başını salladı.


"Sanırım gerçekten ölüyorum. Hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçtiğine göre..." diye mırıldandı Ateş alayla gülerken.


Saçma bir şekilde belindeki yanık sızlıyordu. Hayal meyal hatırlıyordu. Amcasının kötekle ona vurduğu anları... Yengesi olacak kadının zorla yaptırdığı ev işlerini... Yine de o yabancı kadını öz amcası olan adama tercih ederdi. Sadece bir kere tokat atmıştı (ki onu da amcası onları izliyor diye yapmıştı). Onun haricinde köle gibi kullanmıştı çocuğu. Köle olmayı... Dövülmeye tercih etmişti o küçük çocuk.


Tüm bunları bölük pörçük hatırlasa da... Evden kaçtığı o gün dün gibi aklındaydı adamın. Keşke tek aklında olsaydı... Esrar alamayan amcası öfkeyle eve girmiş ve her zamanki gibi 'Bir de senin boğazınla uğraşıyoruz!' vb. cümleler ile onu dövmeye başlamıştı. Artık bu duruma alışan Ateş'in tepkisizliği karşısında deliren adam, sobadaki odunu aldığı gibi beline indirmişti küçük çocuğun. O acı...


Öfkeyle "Kes düşünmeyi Ateş! Kes..." diyen adam alnını soğuk konteynere yasladı.


Sokaklar kesinlikle o evden daha iyiydi. Bunu düşündüğünde sokakta kalmaya başlayalı sadece 10 gün olmuştu. Zamanla sokakların o adamdan bile daha kötü olduğunu öğrenmişti. Saklanmak... Ateş'in bu hayatta her şeyden daha iyi yaptığı bir şeydi. Aç kalsa da kimsenin onu bulamayacağı şekilde gizlenmek! Konteynerin tepesindeki adam 10 gün boyunca orada kıpırdamadan -aç bir şekilde- durabilirdi. İllaki bu süreçte az da olsa yağmur yağar ve susuz kalmasını engellerdi.


Ateş, sokaktaki 18. gününde... O eve geri dönmüştü. Onu büyük bir yıkıntı karşılamıştı. Alacaklılar gelmiş ve... Evi ateşe vermişti. İçindeki amcası ve yengesi de o yangında yanarak ölmüştü. Yıllar sonra 'Seni yetim bulup da barındırmadı mı?' (Duha-6) Ayet-i Kerimesi ile karşılaşmıştı genç adam. Aslında bambaşka bir anlam için indirilen bu ayet... Ona kendi geçmişini hatırlatmıştı. Ne de olsa amcası küçük bir yetimi barındırmamış ve... Kendisi de bu dünyada barınamamıştı!


Sokaklarda günlerini aylarını geçirmişti. Onu amcalarının yanına atarcasına bırakan polislere yardım için gitmemiş... Sokakta yaşamayı öğrenmişti. Dövüşmeyi, kendini korumayı, yiyecek bulmayı... O yiyecek için savaşmayı!!


Sonra şansı az da olsa yaver gitmeye başlamıştı. Bir gün uyuduğu çöplüğe bir grup genç gelmişti. Onlar da sokağın çocuklarıydı... Ateş ne de çok korkmuştu o gün! Fakat sandığı gibi olmamış... O gençler abi olmuştu ona. Timur abisi ona okuma yazmayı öğretmiş ve türlü türlü kitaplar okumuş, Hasan abisi onun kendisine güvenmesini sağlamış, Çınar abisi esprileri ile onu güldürmüş, Lütfü abisi ise sürekli verdiği çikolatalar ile ona çocuk olduğunu hatırlatmıştı.


Ateş bu anıyla gülümseyerek kendi kendine mırıldandı.


"Şuradan kurtulunca ilk işim tamirhaneye gitmek olmalı... Uzun zaman oldu, fazla ihmal ettim onları. Timur abimin yeni kitabını da kutlamış oluruz hem..."


Derin bir nefes alan adam, aşağıdaki hareketliliği fark edince kaşlarını çattı ve kenardaki telefonunu alarak kulağına götürdü.


"Geldiniz mi?" 


"Yok... Daha var." diye cevap verdi Burak.


"Eee o zaman bu gelen ki..."


Gördüğü kız ile cümlesini tamamlayamayan Ateş buz kesmişti. Oydu! Nasılını bilmiyordu ama adam o olduğunu biliyordu.


"SİZ KENDİNİZİ NE SANIYORSUNUZ? BIRAKIN BENİ!.."


Duyduğu ses ile Ateş, dakikalardır yattığı yerden doğruldu. Gerçekten de oydu!


"Hayır... Sakın Ateş!" dedi Ulaş. Kızın yüksek sesli çığırışını o da duymuştu.


"Oradaki Nisa abla olsa... Gitmez miydin abi?"


Ateş'in cümlesi üzerine Ulaş gözlerini kapattı. Bu soruya cevap vermek bile gereksizdi. Yine de... Kardeşini kaybetmek istemiyordu.


"Eğer ölürsen... Seni gebertirim!"


"Biliyorum!" 


"Anneme en küçük oğluna bir zarar geldiğini söyleyemem. Bu yüzden lütfen..."


"Merak etme abi... Ölmeye hiç niyetim yok! Her şeyden önce kurtarmam gereken kişiler var! Ayrıca Ayşe annemin su böreği partisi haftaya. Onu kaçıramam!"


Su böreğini duyan Burak’ın gözleri parlamıştı.


"Kesinlikle! Ayşe Sultan'ın su böreği partisini aylardır bekliyoruz biz... Sakın Ateş! Partinin iptali dahilinde seni bulunduğun delikten çıkarıp öldürürüm!"


"Anlaşıldı... Acele edin! Telefonu kırıyorum. Kırıldığını düşünürlerse şüphelenmezler!" diye mırıldanan Ateş konteynerin tepesinden inerken telefonunu yere fırlattı. Bu sürede adamların hâlâ daha onu fark etmemiş olması şans değil tecrübeydi.


"Az olsalardı..." diye söylenen adam, herhangi bir çatışma durumunun kızın hayatını tehlikeye atacağının bilinci ile silahını konteynerin tepesinde bırakmıştı. Yerdeki kırık telefonunu cebine koyan adam açıklığa çıkarak bağırdı.


"HEY SİZ ORADAKİLER! BIRAKIN KIZI!"


🐺


Yanındaki kıza bakmamaya çalışan Ateş söylendi.


"Canımı acıtıyorsun ama!"


"Kapa çeneni!!"


Adam, Ateş'in elini bağlarken kaslarını şişirdiğini anlamamıştı.


"Geçin içeri!" diyen adam silahı ile ikiliyi ittirdi. İkili, açık kapıdan içeri girer girmez kapı üzerlerine kapatıldı.


"Abi?"


Deponun iç taraflarından gelen ses, Ateş'in yere oturup hıçkıra hıçkıra ağlamak istemesine neden olmuştu.


"Ulan!" diyen adamın sesi titremişti. Kısa süre sonra devam etti.


"Buradan bir kurtulalım... Seni doğduğuna pişman edeceğim İbo!" diye söylenen adam iplerinden kurtuldu.


"Nasıl?.." diyen başka bir ses daha duyuldu deponun iç tarafından.


Ateş, konuşan çocuğa baktı. En fazla 13 yaşındaydı. Depoda 6 çocuk vardı. En küçükleri de o çocuktu... En büyükleri ise İbo. 15 yaşında!


"Burada mı döveyim dışarı çıkınca mı?"


"Önce ellerimi çözersen... Burada olur! Ama 2 yumruktan fazlasına izin vermem."


Ateş, çocuğa yaklaştı ve arkasına geçerek ellerini çözdü. İbo'nun yanında duran 15 yaşlarındaki çocuğu da çözdüğünde... Çocuk hiç duraksamadan yanındaki arkadaşının eline yöneldi. Geri kalanı onun halledeceğinden emin olan Ateş, İbo'ya döndü.


"Burna çalışmayalım lütfen. Çene iyi olabilir. Gözü..."


Ateş, konuşan çocuğu kendine çekti ve sımsıkı sarıldı.


"Yaşıyorsun! Önemli olan tek şey bu..." diyen adam geri çekildi ve karşısındakine, bir yetişkinin gözlerine sahip çocuğa, baktı.


"Çok kızgınım sana İbrahim! Ne diye yine sokaklara döndün?"


"Abi duramıyorum dört duvar arasında! Ayrıca... Her gece yorgan altında ağlayanların olduğu o yer bana iyi gelmiyor."


Ateş, derin bir nefes aldı. Onu o kadar iyi anlıyordu ki... Uygur babası onu yetimhaneye ilk götürdüğünde küçük çocukların en ufak bir sorunda ağlaması Ateş'i şaşırtmıştı. Yani... Bir insan neden oyuncağı kırıldı diye ağlardı ki?


Lise'ye kadar yetimhanede zor dayanmış, sonra da yatılı okula geçmek istediğini söylemişti. En azından o okuldakiler yetim veya öksüz değildi. Bu yüzden de ota boka ağlamıyorlardı...


"Haklısın. Biliyorum! Yine de bana gelseydin bir şekilde çöze..."


"Neyi çözeceğiz? Hayatıma format atıp baştan başlatabiliyor muyuz? Hem sen... Bildiğin halde beni yetiştirme yurduna göndermedin mi?.. Kaçacağımı da tahmin etmeliydin!"


Ateş, alaylı bir kahkaha attı.


"Edemedim beyim! Ben sokaklardan kurtulmak için o lanet yere dönmeyi bile göze almıştım çünkü!"


İbo, utançla başını öne eğdi. Abisine böyle çıkışması onu utandırmıştı.


"Bana bak!.. İbrahim! Bana bak!"


Başını kaldıran delikanlının ensesinden tutan Ateş, onun gözlerine baktı.


"Yetiştirme yurtları kötü... Fakat sokaklar çok çok daha kötü genç adam! Yurdun hissiz prensi olabilirsin. Ama buna katlanacaksın! Sokağa düştüğünde... Bir depoda kurbanlık koyun olmaktan çok daha iyidir, hissiz olarak adlandırılmak! Tüm seçenekler... Sokağın çocuğu olmaktan daha iyi bir seçenektir! Haa tabii sen... Yok ben o itlere dönüşmek istiyorum. Para için, yemek için, yaşamak için zehir de kullanırım, zehir de satarım her bokluğu yaparım diyorsan..." duraksayan Ateş geri çekildi.


İbo, gözleri kıpkırmızı olmuş bir şekilde adama bakıyordu. Ateş başını iki yana salladı.


"Daha çok beklersin! Çünkü ben nefes aldığım sürece... Ne rüyalarında ne de düşüncelerinde böyle bir saçmalık dolaşamaz! Ben kardeşimi sokakta bulmadım..."


Gülerek başını kaşıyan Ateş, suratını buruşturdu.


"Aslında sokakta buldum ama... Detaylara pek takılmamak gerek!"


İbo hayran bakışlar ile abisine baktı.


"Ben... Senin için o lanet yerde kalmayı kabul edebilirim abi. Tabii önce... Beni kurtarmaya gelmişken yakalanan senin, kendini ve bizi kurtarman gerek!"


İbo'nun bu cümlesi üzerine bakışlarını bilerek yakalanmasına neden olan kıza çevirdi adam. Açık kahverengi gözler az önceki gibi öfkeli bakmıyordu. Kızın iplerinden kurtulmuş olduğunu görünce tekrardan İbo'ya döndü ve konuşmaya başladı.


"Tekrardan oraya dönmene gerek yok!


"Bu ne demek?"


"Azıcık daha sabretseydin bugün burada olmazdık demek!"


"Allah aşkına abi... 3 gündür açım. Beynim çalışmıyor. Direkt söyler misin? Ne demek istiyorsun?"


Ateş, çocuğa sevgi ile baktıktan sonra gülümsedi.


"Şu demek kardeşim! Bu günden sonra akşam 22.00'da eve gelmezsen yandın. Tüm polis teşkilatına zevkle 'Kaçağı bulun!' anonsu geçerim!"


"Ne?" diye fısıldadı İbo. Abisi anladığı şeyi kastediyor olamazdı değil mi?


"Cuma günü onay verilmiş. Dün ancak ulaştı elime.. Velayetini kazandım! Resmi olarak velinim artık... Evimizdeki odan hazır. Ve sen bu son yaptıkların ile de ilk cezanı almış bulunuyorsun. 1 ay boyunca tüm ev işleri senden! Şanslısın ki ev yapımı yemekler satan mükemmel bir dükkanın üzerinde oturuyoruz. Yemek derdinden yırttın yani!"


İbrahim, hiçbir şey söylemeden adama bakıyordu.


"Türkçe konuşmadım mı ben?.. Hooop! Kime diyorum?" diyen Ateş eğlenceli bir kahkaha patlattı.


"Gerçek mi? Gerçekten mi?" diye soran çocuğun sesi titriyordu.


"Gerçekten..." dedi Ateş gözlerindeki nemli parıltı ile.


İbo bir anda Ateş'in üzerine atladı.


"Ne yapıyon oğlum? Koca adamsın... Az daha düşecektim!" diye söylenen Ateş, halinden memnun bir şekilde çocuğa sarıldı ve fısıldadı.


"Artık yalnız değilsin kardeşim! Değiliz..."


Omzunda ağlayan çocuğun sırtını sıvazlayan adamın mavi gözleri, kahverengi gözler ile kesişti. O an... Sadece bir sese ve 2 düşünceye vurulanın tek kendisi olmadığını anladı Ateş.


Bir süre sonra, İbo ondan ayrıldığında, kızın karşısına dikildi ve elini uzattı.


"Ben Organize Suçlar ve Kaçakçılık şubesinden Ateş Dalkıran."


Kız, şaşkın bakışlar ile adama baktı.


"Sen... Özel ekipten?"


"Evet de... Sen bunu nereden biliyorsun?"


"Ekibiniz hakkında... Sandığınızdan çok çok daha fazla şey biliyorum Komiserim!"


Başı ile havadaki elini işaret etti adam. Bu konuyu konuşmadan önce kızın ismini öğrenmek istiyordu.


"Hayat Yıldız!" diyen kız adamın elini tuttu.


"Şimdi sıra 'Yakında sizin ekibe gelecek olan komiser benim!' diyeceğin ve... Benim de büyük bir şok ile 'Ne?' diye tepki vereceğim bölümde mi?"


Gülümseyen kız başını 'Evet' anlamında salladı.


"Nasıl? Sen... Masa başında görevlisin. Telefon açıyorsun!"


"Masa başında falan değilim! O Recai denen biricik(!) amirim, şerefsizin birini dövdüm diye beni cezalandırdı. Şerefsiz de olsa ünlü iş adamı oğluymuş(!). 3 ay boyunca saha görevini yasakladı. Üstüne bir de telefon başına dikti! Bu olay tepemin tasını attıran olay oldu. Ben de uzun zamandır yapmak istediğim şeyi yaptım ve..."


"Bizim ekibe girmek için istekte bulundun! Oldukça yüksek puanlar ile testleri geçtin ve kabul edildin. 17 gün sonra ekibe geleceksin. Bu... Olaya bak!"


İkilinin eli hala birbirinin elindeydi. Ve ikisi de bunun bilincinde değildi.


"Peki siz ikinizin tanıştığı kısım nerede oluyor? İlk tanışmanız olduğunu söylemeyin inanmam! Ayy çok heyecanlı.. . Eee anlatın hadi! Safo senin çekirdeklerden kaldı mı? Onlarsız dedikodu moduna rahat giremiyorum!"


İbo'nun söyledikleri üzerine gülen Hayat, istemeyerek elini çekti.


"Yalnız... Bu çocuk fazla sen! Senden iki taneyle uğraşmak zor olacak."


"İdare ederi..." 


Duraksayan Ateş kızın söylediği cümleyi tekrardan gözden geçirdi.


"Seni kasteden kim? Ben kendimi kastediyordum!" dedi kız dudaklarındaki hafif tebessümle.


"Ooooooo! Abi, yengem yürümüyor direkt dalıyor. Gelecek hayatın için şimdiden başarılar ve çokça geçmişler olsun!"


"Hayatınız!' delikanlı!" dedi Hayat iddialı bir şekilde.


"Abi alana abla bedava. Ahh. Ne güzel gün be! Bir de karnım doysa tam olacak."


"Niye geldin?" diye sordu Ateş kıza bakarken.


"Niye mi geldim? Yardım isteyen sendin!"


"Bana inanmayıp git oyunlarını başkasına oyna diyen de sendin!"


Adamın kırgın sesi üzerine Hayat özür dilercesince gülümsedi.


"Kesinlikle düşüncelerim bu değildi. Recai Müdür vardı... Şöyle anlatayım! 3,5 ay önce (şu ceza olayından hemen önce) buradaki tuhaf hareketliliği farkettim ve Recai Müdür'e incelemek istediğimi söyledim. Reddetti, kızdı, üzerime düşmeyen vazifelere karışmamamı ve boş konuşmamı söyledi. Çok kısa süre sonra yoktan yere ceza verdi. Ve sahadan aldı!"


"Onların adamı!" dedi Ateş sinirle.


"Olabilir. Ya da yukarıdan bir yerden emir alıyor. Tek bildiğim... Buraya asla bir ekip göndermeyecek... Beni de engelleyecekti."


"Ve sen de tek başına geldin öyle mi? Mükemmel plan(!)."


Ateş, öfkeli bir nefes aldı. Kıza birşey olacağı korkusu onu çıldırmışken... Kız her şeyi bildiği halde tek başına geldiğini söylüyordu.


"Sen vardın..." 


Hayat'ın fısıltısı üzerine Ateş mavilerini kahvelere dikti.


"Peki sen onca adamın silahının hedefiyken... Benim korkudan aklımı kaybedeceğimi hiç düşünmedin mi? Kızım..." duraksayan Ateş artık adını bildiği kıza ismi ile hitap etti.


"Hayat... O adamlar sana zarar verseydi, zaten kurtarman gereken bir ben olmayacaktı!"


"Vayy bee! Yalnız ne fiyakalı sözler söylüyorsun abi. Benim bile dibim düştü. Tutsak oldukları depoda aşk itirafı yapmayan da ne bileyim zaten. Yürü abiii. Arkandayız biz!"


"İbo şimdi seni ayağımın altın... O gerçekten çekirdek mi?"


Ateş büyük bir şaşkınlık içerisinde, çekirdek çitleyerek onları izleyen çocuklara baktı.


"Hee... İster misiniz abi? Abla?" dedi çocuklardan biri şapkasını çıkarıp içindeki poşetti uzatarak.


"Safo zor an çekirdeğimizdir bizim. Kavga izlerken tek gitmiyor. Sayenizde aşk itirafının da kuru kuru gitmediğini öğrendik!..


"Lan oğlum 3 gündür açız demiyor musun sen?"


"Heee. Açız!"


"Doyurmaz belki ama... Niye çekirdek yemediniz?"


"Ayıp ettin ama abi! Zor an çekirdeği diyorum!"


"Şu an zor bir anda değilsiniz yani?"


"Zaten zor anda olduğumuzdan çıkardık yaa... Aşk itirafı izlemek zor an işte! Genelde kavga ekşın için saklarız. Zor anlar çekirdeksiz gitmiyor. Dedik bir kavga falan olur adamların arasında... Çıkartır yer, izleriz! Saklıyoruz o yüzden 3 gündür. Kavgaya değil aşka kısmetmiş!"


"Size inanamıyorum!" dedi Ateş gülerken.


"Gerçekten de çekirdeği bir kavga olur diye mi sakladınız?" dedi Hayat karşısındaki çocuklara bakarak. Hepsi aynı anda başını salladı. Bu durum karşısında Hayat neşeli bir kahkaha attı.


"Valla Safo'nun çekirdek başkadır. Neredeyse hiç bitmez! Ninesi zamanında tahiyyatın bereket, bolluk getirdiğini söyleyerek duayı öğretmiş. Saffet'in nefes de bayağı kuvvetli ha! Efsunlu falan galiba... Bir okuyor tahiyyatı var yaa... Off! Ye babam ye. Gram azalma yok!.. Bir ara Safo'nun bu durumunu mekan almak için bile kullandık. Ballandıra ballandıra anlattık olayı. Çocuklar içine cin kaçtı zannedip topukladı... Ahh be. Güzel mekandı ama he!.. "


"İster misin abi?" diyerek tekrardan uzattı Safo.


Çekirdekten alan Ateş bağdaş kurarak çocukların karşısına oturdu.


"Eee sonra?" diye heyecanla sordu. Bir yandan da çekirdeği çitlemeye başlamıştı.


Bu manzaraya bakan Hayat'ın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirdi. Sanırım bu güzel kalpli deli adama ve kalbi güzel sokağın çocuklarına alışabilirdi. Safo'nun uzattığı çekirdeği alıp adam gibi bağdaş kuran kız hikayeyi dinlemeye başladı.


Mavi gözlerin kendisine baktığını hissettiğinde ona döndü. Bu adama zaten alışmıştı. Ve ilerleyen dakikalarda çocukların güzel gülüşlerinde boğulduğunda... Onlara da alışmış olduğunu fark etti genç kız. Bu... Hayatının en mükemmel tutsaklığıydı. Ve Hayat bir ömür boyu bu tutsaklığa razıydı.


🐺 


Silah seslerini duyan Ateş sırıttı.


"Geldiler!" 


"Şimdi burada durup kurtulmayı mı bekleyeceğiz? Ama bu çok sıkıcı!" diye söylendi Hayat.


"Katılıyorum! Telefonunu alabilir miyim? Ve siz gençler... Şuradaki kutuların arkasına saklanıyorsunuz. Ben gelene kadar çıkmak yok!.. Kapat o ağzını İbo. Söylediklerime itiraz da yok!"


Hayat, çocukların saklanmasına yardım ederken Ateş telefondan ezbere bildiği numarayı tuşladı.


"Selam Aytül! Onur'u versene... Kanka gelip bizi depodan çıkarın daha. Kapıdan değil de camdan daha iyi olur... İki silah ve bolca mermi getirirsen de çok makbule geçer... Thanks!"


Ateş, yanına gelen Hayat'a baktı ve gülümsedi.


"Görev tamam Hayatım! Birazdan silahlarımız geliyor."


"Bu dünyada en sevdiğim şeyin silah ateşlemek olduğunu söylemiş miydim Ateşim?"


🐺 


Karşısındaki adamın bıçağı çıkarıp savurmasından kaçmayan Burak'ın yüzü çizilmişti.


"Ben senin..." diyen adam bir tekme ile bıçağı yere düştürttü ve adamın üzerine saldırdı.


İkili yere düşerken adam üstte kalmıştı. Kendisine doğru gelen polisleri görünce ayağa kalktı ve koşmaya başladı.


Burak, derin bir iç çekip adamın peşine düştü. 13 dakika sonra geri dönen adam oldukça öfkeliydi.


"Kaçtı şerefsiz!"


"Yaa! Neyse Yüzbaşım. Yapacak bir şey yok." dedi Organize Suçlar'ın asıl amiri olan Asım Başkomiser. Kendisinin değil de... Özel ekipteki Ulaş'ın daha çok ilgi görmesi adamı delirtiyordu. Bu yüzden de adamın kaçması karşısında yaşadığı mutluluğun nedeninin, Ulaş'ın başarısızlığı olduğunu düşünmek istedi Burak! Aksi halde...


"Sence onlara mı çalışıyor?" diye mırıldandı Ulaş ağzının içinde. Gözleri giden adamdaydı.


"Bilemem. Ama bu duruma sevindiği kesin!" diye karşılık veren Burak kulaklığındaki telsizden gelen haber ile gülümsedi. Ve Ulaş'a bildirdi.


"Hayırlı olsun kardeşim. Nur topu gibi sünnetliğimiz oldu."


"Ooo. Mükemmel haber! Hepimize tebrikler." dedi Ulaş gülerek.


Az önce gözlerinin önünde yaşanan sahne, tamamıyla kurgudan ibaretti. Burak, adamın bilerek onu yaralamasına izin vermişti. Kaçmasına da izin verdiği gibi... Adama saldırdığı sırada cebine verici yerleştiren Burak sayesinde, uyuşturucu işinde kilit isim olan adam, az önce KİT üyeleri tarafından paketlenmiş ve fabrikaya doğru yola çıkmıştı.


"Off. En nefret ettiğim kısım volume 1 başladı. Operasyonu kayıt al, hesap ver... Akşam olsa da sevgilimi arasam!"


Ulaş'ın cümlesi üzerine Burak, onaylamayarak başını öne eğse de sesini çıkarmadı. Kızı ne diye akşama kadar merakta bırakıyordu ki?


Kendisi adamın peşinden gittiğinde Kelebeğine operasyonun bittiğini, iyi olduğunu haber vermişti. Mesaj atarak!.. Ararsa kapatamazdı çünkü.


"Hilal seni mahvedecek!.. Hele de bilerek yaptığını öğrendiğinde."


"Neyi bile..?"


Yüzündeki yarayı hatırlayan Burak, suratını buruşturdu.


"Kolay gelsin şimdiden!" diyen Ulaş çağrıldığını fark ederek Burak'a döndü.


"Ben kaçar! Yarın görüşürüz."


Ulaş'ın gitmesi üzerine etrafını kolaçan eden Burak duvar dibine gitti ve oldukça şebek bir selfie çekti. Daha sonrasında çelik yeleğinin cebinden (yıllar önce) Emre'nin koyduğu yara bandını çıkardı. Bir gün işe yarayacağını asla tahmin etmezdi. Yaranın üzerine bantı takan adam aynı pozu verdi ve iki resmi de Kelebeğine attı.


-Ben iyiyim bir şeyim yok derken... Şu arkadaşı birazcık unutmuşum 😅😂. Neyse ki sorunu çözdüm. Akşama görüşürüz 🦋.


Mesajı atan adam tek bir hamle ile yarabandını çıkardı.


"Ahh... Lan bıçak çizdiğinde bu kadar acımadı bee! Bir kez daha neden bu yapışkan gereksiz seni takmamamız gerektiğini hatırlattı şerefsiz yarabandı."


Diğerlerine doğru yürüyen adam, telefonundan gelen bildirim sesi ile durdu ve mesajı açtı.


Kelebeğim 🦋: İnşaallah bana mesaj attıktan sonra hemen çıkarttığın o bant canını yakmıştır da... Bana oyun oynamaman gerektiğini hatırlamışsındır.


-Nasıl ya?


Kelebeğim 🦋: O yapışkan gereksiz şeyden ne kadar nefret ettiğini anlattığın zamanları unuttun mu? Unuttuysan da... Ben unutmadım!😏 Ayrıca Alfa'm... Sen Alfa'sın! Her ne kadar bu durum hoşuma gitmese de ufak yaralar sana vız gelir. Sırf benim için... Olmadığın kişi olmana gerek yok! Çok büyük bir yara olmadıkça her zaman yaptığın gibi takılabilirsin! Tabii bu... Görüştüğümüz ilk anda yarana merhem sürmeyeceğim anlamına gelmiyor 😅😂. Ehh ben de Kelebeğim ne de olsa!😍 Birinin senin peşinden arkanı (önemsiz gördüğün şeyleri) toplaması gerek. 💙


-İyi ki... O birisi sensin! İyi ki hayatımdasın Kelebeğim. Bu arada... Rapor verme işlerinden de ne kadar nefret ettiğimi söylemiş miydim? Şu an... Sana gelmemi engellediği için nefret düzeyim 26373737 kat artmış durumda!😡


🦋 


Telefonu çalan Hilal, sırıtarak telefonunu açtı.


"Alfa'nın Kelebeği buyrun?"


"Merhaba Kelebek Hanım... Alfa Bey'den size bir mesaj vardı!"


Burak'ın sesi karşısında yüzündeki sırıtma büyüyen kız mutlulukla konuştu.


"Dinliyorum..." 


"Diyor ki... Hava da bu gece çok güzelmiş. Tam da parkta sallanmalıkmış böyle."


"Parkta mısın? Bizim parkta?"


"Evvet!" dedi Burak kızın heyecanlı sesi karşısında kahkaha atarken.


Ayağa kalkan Hilal, aynada saçını düzeltti.


"Hemen geliyorum!" 


"Üzerine hırka almayı unutma!"


"Hani hava güzeldi?"


"Güzel zaten! Ama bu sallanırken üşümeyeceğin anlamına gelmiyor."


Gülümseyen genç kız, hırkasını aldı ve kızlara haber verdikten sonra dışarıya çıktı. Birkaç adım attıktan sonra takip edildiği hissi ile duraksadı. Yavaşça arkasını döndüğünde hızla üzerine gelen karartı ile ufak bir çığlık attı.


Karşısındaki karartı kollarından tuttuğunda, nefesi kesilen Hilal nefes almaya çalışıyordu. Kalbi kulaklarında atan kız adamı itti ve vurmaya başladı.


Karartının kahkahası tüm sokakta yankılanırken genç kız öfkeyle söyleniyordu.


"Pisliksin Burak! Aklım çıktı. Gülme... Gülme dedim!"


Kahkahalar ile gülen adam, kızın kendine vuran ellerini tuttu.


"Sen de vurma o zaman!" diyen adam hâlâ gülüyordu.


"Beni korkutmaktan zevk mi alıyorsun?"


Kızın sinirli sesi karşısında onu kendisine çeken adam, sıkıca sarıldı.


"Özür dilerim... Bu kadar korkacağını düşünmemiştim! Benim olduğumu anlıyorsun yaa... Şu 6. his ile. Onun rahatlığı vardı!"


"Bana parkta olduğunu söylemiştin!" diyen Hilal trip atan bir çocuk gibiydi.


"Parktaydım! Saat 23.00'de parka tek gelmeni istemedim. Ve evet park sadece 36 adım uzaklıkta. Biliyorum... Bu bahanemdi zaten! Baktım bugün gökyüzünde değilsin... Sesini duymam da özlemimi arttırmıştı. Ev+apartman+36 adım çok uzun bir süre geldi. Sen bana gelmeden ben sana geleyim dedim!"


İkili konuşurlerken parka doğru yürümeye başlamışlardı. Hilal, kolunu omzuna atan adama biraz daha sokuldu.


"Çok güzel demişsin sevdiğim. Seni affettim!"


"Teşekkür ederim Papatyam. Sizin affınız benim için çok önemli!.. Eee bugün biz gittikten sonra ne yaptınız?"


"Çok güzeldi. Bayağı eğlendik! Bu arada... Sen Ediz'in grup muhabbetini söyleyince... Nisa dedi ki 'Adamların bile grubu var. Bizim neden olmasın?'. Bu hepimizin hoşuna gitti biz de bir grup açtık. Aytül, akşam şok oldu telefonunda onca bildirimi görünce. Yakında yine buluşmak için sözleştik. Gerçi... Yoğun programlarımız, hepimizin boş olduğu bir anı çok zor bulacaktır! Büyük ihtimal birkaç sefer küçük görüşmeler (o an boş olanlar ile) olur... Sonra da hep beraber!"


"Bu buluşmaların ve grubun sonucunda başımızın yanmayacağını umuyorum ve... Şimdiden bunun boş bir umut olduğunu biliyorum. Grubunuzun adı ne?.. Wonder Woman ya da Kariyer Dedikoducuları falan mı?" dedi Burak gülümseyerek.


Salıncağa oturan Hilal, başını iki yana salladı.


Yanındaki salıncağa oturan adam merakla kıza baktı. Ve Hilal... Grubun adını söyledi.


"Güzel Sevilenler!"


Dudaklarında kocamsn bir gülümse olan adam hafiften sallanmaya başlarken mırıldandı.


"Sanırım... Şu zamana kadar kurulan hiçbir grubun ismi böylesine doğru olamazdı Kelebeğim!"


Loading...
0%