Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm- Yapbozdaki Tek Eksik Parça

@yasminiesa

"Hilal? Güzelim lütfen yapma böyle."


Üzgün bir sesle konuşan Aslı odaya girdi, Nisa da onu takip ediyordu. İkili, yatakta cenin pozisyonunda yatan kızın yanına oturdular.


"Yine mi yemek yemedin?" diyen Nisa'nın sesi hafif öfkeli çıkmıştı. Kardeşinin kendini böylesine yıpratması onu kahrediyor, canını yakıyordu.


"Hilal? Konuşalım lütfen. Bu sessizliğin korkutuyor beni... Aklındakileri bizimle paylaş, bir hal çaresini bulmaya çalışalım. Olmaz mı canım?"


Nisa'nın cümlesi üzerine Hilal'den herhangi bir tepki gelmedi.


"Kardeşim lütfen... Sen böyle sustukça benim canım acıyor. Yalvarırım artık bize dön. Birlikte ağlayalım, böyle bir başına olmasın. Lütfen...'


Aslı'nın yalvaran sesi karşısında, Hilal 5 gün sonra ilk defa arkasını döndü ve arkadaşlarının gözlerine baktı. Acıyla bakan ela gözler kıpkırmızı olmuştu.


Onun bu halini gören Nisa "O herifi öldüreceğim!" diyerek ayağa kalktı ve öfkeyle kapıya yöneldi. Kardeşine bunu yapan, Burak denen o adamı mahvedecekti.


"Hayrunnisa..."


Hilal'in çatlak çıkan sesi karşısında Nisa durdu. Duyduğu isim ile aklı kafede yaşanan konuşmaya giderken, isyan dolu bir nefes alarak kıza döndü.


"Anlayamıyorum! Ben gerçekten anlayamıyorum Hilal. Yaa bu adam bana onlarca şeyi sayan adam değil mi?.. Sırf seni üzdüm diye neler dedi! Peki kendisi bunu sana nasıl yapabiliyor? Hadi bir halt yedi diyelim de... Şu 5 günde neden bir kere bile aramadı? Ulaş'a soruyorum tek kelime bile etmiyor, üstüne bir de beni geçiştiriyor. Neler oluyor? Ben... Burak'ın seni sevdiğini düşünmüştüm. Seven adam böyle mi yapar?.. Ne olduğunu da anlatmadın adam akıllı. Neler oluyor Hilal? Ne yaptı da... Bu haldesin?"


Gözlerini kaçıran Hilal, yeni bir gözyaşı yağmuruna tutuldu. Genç kızın titrediğini hisseden Aslı ona sarılırken, Nisa da üzgün bakışlarla yanlarına geldi ve her ikisine birden sarıldı.


"Ona çok kötü şeyler söyledim..." diyerek hıçkıran kızın ağlaması şiddetlenmişti.


"Neler söyledin?" diye fısıldadı Nisa yumuşak bir sesle. Arkadaşının konuşması gerekiyordu... İçindeki zehri dışarı vurması.


"Keşke seninle hiç tanışmamış olsaydık' dedim, ölüme aşık bir adama daha fazla aşık olamam dedim ve... Ve ben... Ben... Deliler gibi aşık olduğum adama 'Huzurlu ölümler' diledim."


Duydukları son cümle ile şaşıran kızlar geri çekildiler ve şaşkınlık dolu bakışlarla Hilal'e baktılar. Sinirleri bozuk olan kız, yaşananları hatırladığında gülmeye başladı. Onun bu anormal kahkahası karşısında Nisa ve Aslı bakıştılar.


Kısa süre sonra kahkahaları, ağlamaya dönüşen Hilal isyan dolu bir şekilde inledi.


"Ölecekti... Ölecekti... Paramparça olacaktı. Ölecekti. Ben... Ben onu bir daha göremeyecektim. Bir daha sarılamayacaktım. Aşık olduğum yeşil gözlerine bakamayacak, benimleyken attığı o muhteşem kahkahasını duyamayacaktım. Bir daha onun sesini hiç duyamayacaktım. Kelebeğim deyişini... Papatyam diyerek kokumu içine çekişini. O... O ölecekti. Ölecekti. ÖLECEKTİ!"


Hilal'in bir kez daha hıçkırıklara boğulması üzerine Aslı, yaşlı gözleriyle ona sarıldı.


Nisa ise sadece durdu. Hilal'in sözleri ruhuna saplanmıştı. Neler hissettiğini öyle iyi anlıyordu ki...

Her gün koşuşturma seslerini duyunca cama çıkar ve çalıştığı yerin yanındaki polis merkezine dikerdi gözlerini. O binadan sevdiğinin çıktığını gördüğünde pencerenin kabzasını sımsıkı tutar ve onun gidişini izlerdi. Sonrasında ise tüm gününü nefessiz bir halde geçirirdi. Aldığı hava ciğerlerine ulaşmaz, aklına sevdiği düştüğünde ise tüm vücudunu bir titreme sarardı. Ta ki... Onun merkez bahçesine giriş yaptığı ana kadar. Girişteki güvenlikçi tek bir mesaj atardı genç kıza.

'Geldi!' 

Mesaj sesini duyan Nisa, ne işi varsa bırakır ve sevdiğine koşardı. Ulaş, her seferinde aynı özür dileyen bakışlar ile karşılardı onu. Eğer aralarındaki ilişki 14 yıl önceye dayanamamış olsaydı... Büyük ihtimal Nisa'nın da, Hilal'in yaptığını yapması kaçınılmaz olurdu.


"Sen... Onu kaybetmekten korktuğun için mi kaçtın, kaçıyorsun?"


Nisa'nın cümlesini duyan Aslı, geri çekilerek ona döndü. Elleriyle oynayan Hilal ise bu soruya bir cevap vermemişti.


"Nisa'nın dediği doğru mu Hilal?"


"Doğru..." diye fısıldadı Hilal çatlak bir sesle.


"Ne oldu?" diye soran Nisa, psikolog moduna girdiğinin farkında bile değildi.


"Boş ver..." 


"Boş falan veremem Hilal. Sen bu haldeyken o dediğin olamaz. Ne oldu?"


Hilal'in yine sessiz kalması üzerine Nisa sinir bozukluğuyla güldü.


"Nisa!" diyen Aslı, başı ile Hilal'i işaret ederek bunun yeri olmadığını anlatmaya çalışıyordu.


"Neden sustuğunu biliyor musun Aslı?"


Aslı, soru dolu gözlerle arkadaşına baktı.


"Gerçeklerle yüzleşmemek için?"


Nisa, başını iki yana salladı.


"O da var ama asıl nedeni o değil. Biz olduğumuz için susuyor!"


"Ne?" diye sordu Aslı kaşlarını çatarak.


Hilal'in inkar için herhangi bir tepkide bulunmaması, Nisa'nın cümlesini doğrular nitelikteydi.


"Neden?.. Hilal?" diyen Aslı arkadaşına döndü.


Gözlerinin dolduğunu hisseden Nisa mırıldandı.


"Çünkü... Çünkü biz de aynı durumdayız. Bizim de sevdiğimiz adamlar aynı meslekte. Hilal, hislerini anlatırsa bizi de aynı gerçekliğe atacağını biliyor. Bu yüzden de susuyor. Bilmediği şey ise... Yaşanan hiçbir olay Ulaş'ı bırakmamı sağlayamaz."


Genç kızın, kışkırtırcasına konuşması üzerine Hilal "Öyle mi Nisa Hanım?" diye sordu.


Hilal'in başını kaldırarak kendisine bakması, Nisa'nın istediğine ulaştığının göstergesiydi. Bu durumdaki Hilal'i konuşturabilecek tek şeyin saldırı olduğunun bilincinde olan kız, Asena'yı ortaya çıkartmak için konuşmaya devam etti.


"Öyle Hilal Hanım! Ben en başından beri bu tehlikenin bilincindeyim ve Ulaş'ı çok seviyorum. Eğer böyle olmasaydı her gün onun göreve gidişini izleyemezdim. Yani..."


"Aynı şey mi? Gerçekten aynı şey olduğunu mu zannediyorsun? Ulaş... Ölmek üzereyken seni hiç aradı mı Nisa? Sırf son bir defa sesini duyabilmek için seni aradı mı? Senin gözlerindeki korkuyu silmek için yalanlar sıraladı mı sana? Gözleri ölmek istemiyorum diye haykırırken, dili ile 'Hadi bir şansımı deneyeyim. Mavi mi mor mu?' diye sordu mu? Sevdiğin, bir bombanın karşısında, belki de saniyeleri kalmışken, sana veda etmek için seni aradı mı?"


Aslı ve Nisa, duyduklarını idrak etmeye çalışarak bir süre durdular. Gözyaşları istemsizce yanaklarından süzülürken arkadaşlarına baktılar. Hilal'in acısı ayrı, empati yapmak ayrı canlarını yakmıştı.


O güne giden Hilal, bakışlarındaki kaybolmuşlukla konuşmaya devam etti. Sadece kelimeleri değil, iki kelime arasındaki boşluk bile acı doluydu.


"Böyle bir şey yaşamadıysan, boşa konuşmamalısın. Çünkü o his... Ben... Ben... 3 yıl önce teröristlerle dolu bir binadayken ya da terörist zannettiğim adam başıma silah dayandığında, hatta o lanet ormanda neredeyse saldırıya uğradığımda bile böylesine korkmamıştım... YOK! Burak o telefonu kapattığında... O an hissettiklerimin tarifi yok! Kaç dakika olduğunu bilmediğim o asırda... O kadar çok düşünce geçti ki aklımdan! Ben... Ben... Eğer... Eğer o ölmüş olsaydı... Kendimi öldürürdüm. Şimdi bu düşünce aklıma geldikçe intihar etmeyi nasıl düşünebildim diye kahrolsam da... O an öyle bir an ki... Düşünemiyorsun Nisa! Tüm hayallerini birlikte gerçekleştirmeyi planladığın insanı kaybetmek... Seni bomboş bırakıyor. Tüm dünyan kararıyor. Gerçekten... Her yer simsiyah oluyor. Nefesin kesiliyor, ciğerlerine hava gitmiyor. Tüm vücudunu baştan aşağı bir uyuşukluk kaplıyor. Ağlamak bile boş geliyor! Sadece kalakalıyorsun. Hep derler ya... Ölmeden önce yaşananlar gözünün önünden film şeridi gibi geçer diye... Ölmek üzere olan oydu, ama film şeridini ben izledim o gün."


Titreyen eli ile gözlerinden düşen yaşları silen genç kız arkadaşlarına baktı.


"Biliyor musunuz? O gün o odada... Kendimi öldürebileceğim 9 tane silah vardı. Emre, Tuncay ve Onur'un tabancaları, ne olur ne olmaz diye çantama koyulan çakı, meyve tabaklarının yanındaki 4 adet meyve bıçağı, masanın üstünde duran cam vazo... O saniyeler içerisinde defalarca kez silahlardan birini elime alıp kafama sıktım, meyve bıçakları ve çantamdaki çakıyla şah damarımı kestim, vazoyu kırıp, kesik parçayı bileğime sapladım... Defalarca kez!.. Yapardım. Eğer ona gerçekten bir şey olsaydı... Yapardım! Ben... Cesedine bile sarılamayacaktım. Onu son kez veda bile edemeyecektim. Sevdiğim adam paramparça olacaktı. Paramparça..."


Elleri ile yüzünü kapatan genç kız tekrardan hıçkırdı. Aslı ve Nisa ise Hilal'i teselli edecek durumda değildi. İkisi de ayrı dağılmışlardı çünkü.


"5 gündür kabuslarla uyanıyorum. O bomba patlıyor. Gerçekte patlamayan bomba, o kabuslarda her seferinde patlıyor! Hem de biz konuşmaya devam ederken, telefon açıkken... Günlerdir bağırışlarımdan dolayı beni uyandırdığınız kabus bu. Günlerdir sevdiğim adamın gözlerim önünde patlamasını izliyorum ben... Ve işin en ilginç yanı ne biliyor musunuz?"


Nisa ve Aslı sessiz bir şekilde başını iki yana salladı.


"Her uyandığımda... Onun nasıl bu hayata devam edebildiğini sorguluyorum. Bana... Kabuslarının şekil değiştirdiğini söylemişti. Başrollerinin değiştiğini... O zamanlar kastettiği şeyi kabullenmek istemedim. Ama şimdi bunu reddedemiyorum. Bana sözsüz olarak sevgisini itiraf ettiği günden beri bakışlarında bir şeyler değişti. Çünkü artık o geçmişinin başrolleri biz olduk. Ve kabusları da şekil değiştirdi. Bu da... Yaşanmamış olanların yaşandığı anlamına geliyor."


Genç kızın bakışları halının üzerindeki bir noktada takılı kaldı.


Burak 'Ben sana... Dokunmaya bile kıyamıyorum.' demişti. 'Bir erkek... Böyle bir şeyi düşünmektense sevdiğinin ölümüne razı olabilir.' demişti. Ve her gece kabuslarından, bu yaşanmayan durumu görerek uyanıyordu.


Hilal, onu anladığını düşünmüştü... Empati yapmıştı. Bu yüzden de birçok söyleneni alttan almıştı ya zaten. Ama empati yapmanın bazı durumlarda yeterli gelmediğini anlamıştı son günlerde. Sadece 5 gündür gördüğü kabuslar onu delirtirken, sevdiği neredeyse 18 yıldır bu kabuslar ile yaşıyordu.


'Bir insan gerçekte yaşanmamış bir şey yüzünden nasıl acı çekebilir?'


Burak'ın söylediği bu söz, sürekli aklında yankılanıyordu genç kızın. Hilal ile tanışmak kabuslarını azaltmak yerine daha da beterleştirerek arttırmıştı...


Hilal, Burak'a daha çok zarar veriyordu.


"Hilal?" 


Kendisine seslenildiğini duyan genç kız, bakışlarını Aslı'ya çevirdi. Arkadaşının endişe dolu bakışlarından ilk seslenişi olmadığını anlamıştı.


"Aklından neler geçiyor? Ne düşünüyorsun?"


Nisa'nın sorusu üzerine ona döndü. Arkadaşı endişeli bakışlarıyla kendisine bakıyordu.


O da Burak'a bakarken böyle endişeli mi görünüyordu acaba? Yardım etme ihtiyacı ile dolu ama yardım edemeyeceğinin farkındalığı ile mi bakıyordu elaları?


"Hilal'im..." 


"Aklımdan sürüyle şey geçiyor Nisa... Hangisini kelimeye dökeceğimi bilemiyorum, nereyi tutsam elimde kalıyor."


Nisa, derin bir nefes alarak oturuşunu dikleştirdi.


"Öncelikle o günü anlat."


Nisa, daha cümlesini bitirmeden Hilal başını iki yana sallamaya başlamıştı bile.


"Hilal!" diyen Nisa'nın sesinde bariz bir isyan vardı.


"Burak'a defalarca kez anlat dedim. Nasıl hissettiğini şimdi anlıyoru..."


"Burak olsaydı?" 


Hilal, Aslı'nın sorusu üzerine ona döndü.


"Ne?" 


"O günü anlat diyen sevdiğin adam olsaydı... Yine de susar mıydın?"


Konuşmak için ağzını açan genç kız, kısa sürede kapattı.


"Susmazdın! Anlattıktan sonra seni teselli edeceğini bilirdin. Biz şu an ne desek boş. O hiçbir şey demeden, sadece sarılsa bile yeter senin için..." diye mırıldandı Aslı, arkadaşının gözlerine bakarak.


Hilal, bakışlarını ellerine çevirdi. Haklıydı... Burak, hiçbir şey söylemeden sadece ona baksa bile Hilal, bülbül gibi şakımaya başlardı.


"Peki... Neden Burak bu zaman içerisinde gelmedi ya da aramadı?"


"Ona onca şey söyledim Nisa... Gerçi o da..."


Dudaklarında alay dolu acı bir gülümseme beliren kız, arkadaşlarına baktı.


"Burak bir oyun oynadı... Ben de gönüllü oyun arkadaşı oldum. İlk başta anlamadım. Aslında anladım... Gözlerindeki saklamaya çalıştığı korkuyla bana baktığını gördüğüm an... Anladım! Ama yalan olduğunu bile bile inandım. Aktif bir bombanın karşısında olduğu ve beni son kez görmek için aradığı düşüncesini... Kaldıramadım. Kim böyle bir gerçeği kabullenmek ister ki? İkimiz de bile isteye rol yapsak da... Her zamanki gibi gözlerimiz konuşuyordu. Telefonu kapatmak istediğinde... Ona veda edemeyeceğimi fark ettim. Gözlerimde nasıl bir ifade belirdi bilmiyorum ama... Orada her ne gördüyse, gözlerinin büyük bir acıyla kaplanmasına neden oldu. Ve o da... Yalanının derecesini büyüttü. Ölmek istediğini, hayat ruleti oynamaya karar verdiğini söyledi. Eğer hayatta kalırsa herkes gibi normal bir yaşam sürecekmiş..."


Başını öne eğen Hilal, derin bir nefes aldı.


"İnandım... Dedim ya 'O bir oyun oynadı, ben de bu oyunda gönüllü oyun arkadaşı oldum.' Bu yüzden... İnandım. İnanmak daha kolay geldi o an. Hissettiğim duygunun öfke ve hayal kırıklığı olması... O nefesimi kesen, ölmek istememe sebep olan acıdan daha iyiydi. Telefon kapandıktan sonra... Donup kaldım. Susmayan düşüncelerimle birlikte, delirme raddesine gelmiştim. O korku çok çok ağır geldi. Ben... O an sadece ondan uzaklaşmak istedim. Gelecekte de buna benzer bir olayı kaldıramayacağımı düşündüm. Her şey için çok geç olmadan... Bitsin dedim."


Genç kız alayla güldü.


"Komik değil mi? Geç olmadanmış(!). Onsuz bir hayatta yaşamaktansa, kendimi öldürmeyi seçecek kadar çok seviyorum onu. Ama geç olmadan bitsin diyorum. En başından çok geçti zaten... O kütüphanede yanına oturmak istediğim andan beri, her şey için çok geçti."


"Burak'ın asker olduğunu en başında bilseydin... Ondan uzak durur muydun? Belki de o gün hiç yanına gitm..."


Aslı, Hilal'in başını iki yana sallaması üzerine sustu.


"Aklıma ilk sızdığı zaman, Mardin'deki olaydı ya Paparazim. Geçenlerde konuşurken Burak demişti... Herkesten uzak dururken onun yanında kendimi güvende hissetmemin nedeni, onun kim olduğunu bilmemdi. Mantığım belki reddetti, anlamadı ama... Kalbim ve ruhum bunun farkındaydı. Onun kim olduğunu, bir asker olduğunu biliyordum aslında."


"O zaman? Bir asker yareni olmak zor... Bunu Emre en başında söylemişti. Aylarca onu sevdiğimi kabul edememe sebeplerimden birisi de buydu. Ben... Onu kaybetme korkumun mu, yoksa sevgimin mi daha üstün olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sonunda sevgim kazandı. Sevgi her zaman kazanır Hilal. Ve sen de Burak'ı çok seviyorsun."


Hilal, Aslı'ya hüzünle gülümsedi.


"Yalnız Aslı'm, zaten seven kaybetmekten korkar. Ne kadar çok seversen, o kadar çok kaybetmekten korkarsın..."


Tüm bu süreçte sessiz bir dinleyici olan Nisa, Hilal'e bakarak konuşmaya başladı.


"Bazı şeyleri farketmiş gibisin... Peki şu anki durum sadece kaybetme korkusundan mı? Nedense öyle olduğunu düşünmüyorum."


Hilal, hüzünlü bakışlarla Nisa'ya baktı fakat sessiz kaldı.


"Gerçekte kaçtığın ne Hilal'im? Tamam ilk başta düşünmek için uzaklaşmışsın, bu tehlikeyi kaldırıp kaldıramayacağını çözümlemek istemişsin. Ama kendin de diyorsun. Burak'ı çok seviyorsun. Kaybetme korkusu sevgiyle doğru orantılı.. Bunun bilincindesin. Peki şu an neyden kaçıyorsun?"


"Ben ona... Daha fazla zarar veriyorum." diye fısıldadı Hilal.


Şaşkınlık dolu bir sesle "Ne?" diyen Aslı, anlamsız bakışlarla arkadaşına baktı.


"Niye böyle düşünüyorsun?" diye sordu Nisa yumuşak bir şekilde.


Hilal gözünden bir damla yaş düşerken bakışlarını ellerine dikti.


"Eğer... Eğer ben olmasaydım, Burak böylesine kötü kabuslar görmezdi. Zaten geçmişi canını yakıyordu. Şimdi... Daha çok canı yanıyor."


"Değişen kabusları yüzünden?"


Hilal, yavaşça başını salladı.


"Peki... Senin ondan ne farkın var şu an?" diyen Nisa gözlerini dikmiş Hilal'e bakıyordu.


Arkadaşının keskin sesini duyan genç kız başını kaldırdı ve soru dolu gözler ile ona baktı.


"Burak'a sordun mu Hilal? Burak'a düşüncesini ve isteğini sordun mu?.. Şu an yaptığının, onun seni korumak adına yaptıklarından ne farkı var? Bu sizin ,ikinizin, hayatıyken kararı nasıl tek başına verebiliyorsun? "


Nisa'nın söyledikleri karşısında gözlerinde suçluluk beliren Hilal, elleriyle oynamaya başladı.


"Defalarca kez laf arasında 'Bunun bizim hayatımız olduğunu sürekli unutuyor. Benim adıma da kararlar veriyor.' diye isyan eden sen değil miydin? Tamam sevgi karşındakini düşünmektir. Doğru! Ama bu şekilde bir düşünce değil. Burak... Seninleyken mutlu. Lise zamanındaki o gençten gerçekten de çok farklı. Gözlerinin içi parlıyor Hilal. Sana bakarken dudaklarından tebessüm eksik olmuyor, sürekli sana baktığını düşünülürse... Hep gülümsüyor. Sen... Gülmeyi unutan bir çocuğa gülmeyi hatırlattın. Hatta... Çocukluğunu, ruhunu unutan bir insana çocukluğunu hatırlattın. Tam olarak neler yaşadığınızı bilmiyorum ama... Oldukça derin şeyler yaşadığınızın farkındayım. Tüm bu yaşananları hiçe mi sayacaksın?"


Hilal, kesik bir nefes aldı ve titreyen sesiyle konuştu.


"Ben... Eğer isteseydi arardı. Sen değil miydin ilk geldiğinde ona onca şeyi sayan?"


Nisa, başını iki yana salladı.


"Bu olanları öğrenmeden önceydi Hilal. Bitiren senmişsin... Burak, düşünmek için kaçan kişiyi arayacak biri değil. Gerçekten seven bir insan bunu yapmamalı zaten... Tabii bu düşünme süreci, çok uzun bir süreye yayılmadığı müddetçe. Ondan zaman istemişsin. Gerçi bunu pek normal bir şekilde yapmamışsın ama o anlamıştır. O sadece senin isteğini yaparak istediğin zamanı sana tanımış. Buraya kadar her şey yolunda ama... Toparla artık kendini. Enine doğru düşün her şeyi. Kapat gözlerini ve düşün. Onsuz bir gelecek istiyor musun? Onu bir daha görmemeyi kaldırabilir misin?.. Kabus görmesin diyerek bıraktığın adam, senin gidişinden nasıl etkilenecek? Yokluğunda daha mutlu olacağını düşünüyorsan... Bırak bitsin."


Tüm bunları söyleyen Nisa, ayağa kalktı ve kapıya doğru yürüdü. Aslı, Hilal'e kısa bir bakış atsa da, Nisa'nın ona dönmesi üzerine yerinden kalktı.


Bu, Hilal'in yalnız başına çözmesi gereken bir sorundu.


Kapıyı açan Nisa, çıkmadan önce arkadaşına baktı. Bakışlarını ellerine diken genç kız, suçlu bir çocuk gibiydi.


"Bir de... Gerçekten Burak'ı düşündüğün için mi yoksa kaldıramayacağını düşündüğün için mi kaçıyorsun bunu düşün. Ve unutma... Kaybetme korkusunu oluşturan kişinin kendisidir. Bu korku gayet doğal bir durum. Paylaşırsan hiçbir sorun kalmaz. İzin ver... Sevdiğin, sevgini alıp çoğaltırken, korkunu da üstlenerek azaltsın."


🦋


Hilal, camına vuran yağmur sesi ile güne uyandı. Gece boyu düşüncelerinin esiri olduğundan uyuyamamıştı ve bu yüzden kendini oldukça halsiz hissediyordu.


"Yalan söyleme! Kabus görmekten korktuğun için uyumadın." diye mırıldandı kendi kendine.


Saate bir bakış attığında 11.00 olduğunu görmüştü. Tüm gece ayakta kalmayı başarmış olsa da, sabah namazından sonra üzerine çöken yorgunluk ve uykuya yenik düşmüştü genç kız. Ve kabuslarla geçen onca uykunun ardından bu saate kadar uyuyabilmesi, gerçekten de mucizeydi.


Kaşlarını çatan Hilal, arkasına yaslanarak neden kabus görmediğini düşünmeye başladı. Günlerce kabus görüp de bugün görmememin bir nedeni olmalıydı...


Kulağına dolan melodi ile şaşkınlıkla duraksayan kız, yaslandığı yerden doğruldu ve yastığını kaldırdı. Telefonundan yükselen müzik sesi, neden kabus görmediğini tüm gerçekçiliğiyle yüzüne çarpmıştı.


Arkadaşları... O uyuduktan sonra, Burak ile birlikte söyledikleri şarkıları açmıştı. Ve sevdiğinin sesini duyan genç kız, kabussuz bir uykuya dalmıştı.


Hüzünlü bakışlar ile telefonunu eline aldı ve arkasına yaslanarak gözlerini kapattı.


🎶 Düşe kаlkа yаlpа yаlpа vаrdım hаnene

Fidаn gibi çiçek gibi dikildim bаhçene

Ay ışığım bаk bugün bir yаrın bin sene

Burdа аteş, toprаk, hаvа, su çok güzel gelsene 🎶


Burak, geçirdikleri o muhteşem gecede 'O zaman bu şarkı... Senin güzelliğinin, ânın güzelliği ile kavuştuğu bu gecede benden sana gelsin Ayışığım!' diyerek söylemişti bu şarkıyı. İkisine özel yazılmış gibi olan bu şarkıyı...


🎶 Özlüyorum hep, аşk mıdır sebep?

Özlüyorum hep, аşkımdır sebep. 🎶


"Özlüyorum hep... Aşkımdır sebep." diye fısıldayan kızın gözlerinden birkaç damla yaş düştü. O geceyle alakalı hatıralar aklına üşürken dudaklarında istemsiz bir tebessüm oluşmuştu.


["Gökyüzünde yine sen varsın!" diyen adam, kızın boynuna kollarını doladı ve onu kendine çekti.


Genç kız, arkasındaki adama bedenini yaslarken gülümsedi. Huzur denilen şey tam anlamı ile bu olmalıydı.


"Yanında da yine ben varım!" dedikten sonra sırıttı kız.


"İyi ki!.. Senin benim yanıma, benim senin yanına yakıştığım kadar hiçbir şey birbirine yakışmıyor Papatyam!" diyen adam başını kızın boynuna gömdü ve kokusunu içine çekti.]


Müzik sesi kesildiğinde titrek bir nefes alan Hilal gözlerini açtı.


Şarkı bitmiş, anılar gitmişti.


Fakat genç kızın unuttuğu bir şey vardı.


Ne söyledikleri tek bir şarkıydı, ne de yaşadıkları tek bir an!


Sıradaki şarkı çalmaya başladığında hızla yatağına oturdu. Elini acıyan kalbine götüren genç kız, günler sonra ilk defa ne yaptığını tam anlamı ile idrak ediyordu. Şarkı çalmaya devam ederken, bakışları dışarıda yağan yağmura çevrildi.


🎶 Birden ay ışığını kesti

Birde sen çok değiştin

Yaşananlar hiç yaşanmamış gibi

Söylenenler hiç söylenmemiş gibi 🎶


Gerçekten de öyle olmuştu... Ay, Hilal, birden ışığını kesmişti. Onca yaşananı yaşanmamış saymış, onca söyleneni söylenmemiş gibi yapmıştı. Değişmişti...


🎶 Birde sen karşıma geçtin

Başka biri var biri var dedin

İnanamadım gittiğine

İnanamadım bittiğine 🎶 


Belki karşısına geçip 'Başka biri var' dememişti ama 'Zamanı geri alabilir misin?.. Seninle hiç tanışmamış olmayı dilerdim.' demişti. Başka biri var demekten ne farkı vardı ki bunun? İkisinde de yaşananlara ihanet söz konusuydu. Gitmişti... Bitirmişti.


🎶 Ne sen baktın ardına ne ben

Hep ayrı yollarda yürüdük

Sustu bu gece karardı yine ay

Kaldı geriye cevapsız sorular

Uyandığımda onu ilk kim görecek

Bıraktığım düşü kim büyütecek 🎶


Onlar ayrı yollarda yürüyemezlerdi ki. Her yol birbirlerine çıkarken nasıl ayrı olurdu o yol?


Aslında... İkisi de ardına bakarak yürüyordu fakat ikisi de bir diğerini görmüyordu. Çünkü ay bulutların arkasına saklanmış ve her yeri zifiri karanlığa boğmuştu.


Gece susmuş, ay da kararmıştı. Çünkü Hilal kaçmıştı. Korkmuş ve kaçmış... Alfa'sını karanlığa hapsetmişti.


Genç kız, tüm hayatını geriye kalan cevapsız sorular ile geçirmek istemiyordu. Bu düşüncelerle hızla yataktan kalktı ve kıyafet dolabını açtı. Önüne gelen ilk kıyafetlerini aldı ve yine aynı hızla giydi.


Koşar adım kapısını açan kız holü geçerek dış kapıya vardı.


"Hilal?.. Nereye?" 


Mutfaktan çıkan Nisa, şaşkın bakışlarla arkadaşına bakıyordu. Portmantodan yağmurluğunu alan Hilal arkadaşına baktı.


"Sen haklıydın. Bu ikimizin hayatı... Korkularımı alıp azaltmasına izin vereceğim."


"Tamam da güzelim... Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Şu an..."


"Cevapsız sorular..." diye mırıldandı Hilal.


"Ne?" 


"Burak bana bir hikaye anlatmıştı... Yağmur adamın hikayesini. Yağmurla başlayan ve yağmurla sonlanan bir hikaye... Cevapsız Sorular'ın hikayesini. Bizim hikayemizin sonunun ne olacağını görmek için... Bundan daha mükemmel bir an olamazdı."


Genç kızın kapıyı açması üzerine Nisa, yanına giderek kolundan tuttu.


"Sesindeki umudu anlarım da... Umutsuzluk neden var?"


Hilal, gözlerini arkadaşının gözlerine dikti ve konuştu.


"Çünkü yağmur... Onun için en büyük hatırlatıcı. Geçmişin hayaletlerini ortaya çıkaracak yegane şeylerden. Eğer buna rağmen yanıma gelirse, her şey çok güzel olacak ama..."


Kolunu arkadaşının elinden kurtaran genç kız, hüzünle gülümsedi.


"Gelmeme ihtimali beni korkutuyor. Ben... Yoruldum Nisa. Bu son ona koşuşum, bu son çabalayışım. Eğer bugün gelmezse... Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olamayacak."


Ve Hilal, arkadaşının endişeli bakışları altında kapıdan çıktı.


🐺 


"Ahh... Bu yağmurda ne yapmaya çalışıyor bu kız?" diye öfkeyle söylenen Burak arabasını biraz daha hızlandırdı.


Yaklaşık 15 dakika önce Hilal, kendisine bir mesaj atmıştı.


Kelebeğim 🦋: Bugün günlerden... Yağmur adam. Sence bu seferki sorular da geçmişteki gibi cevapsız mı kalacak? Ben... Cevaplara da, sorulara da hazırım. Peki ya sen? Sen hazır mısın?


Mesajı gören adam, hızla Hilal'i aramış ve kapalı olan telefon karşısında afallamıştı. Endişeyle Nisa'yı aradığında, kızın dışarı çıktığını öğrenmiş ve verici sayesinde de sahilde olduğunu öğrenmişti.


"Hasta olacak..." diye mırıldanan Burak tuttuğu direksiyonu sıktı.


Yağmur damlaları arabanın ön camına vururken Burak hızını arttırdı.


"Bu yağmurda gerçekten... Allah'ım ben normal değilim biliyorum da bari çevremdekiler normal olsaydı. Hani birbirini çeken zıt kutuplardı? Ben mazoşist, o mazoşist olma yolunda... Gerçi onu da ben yaptım ya öyle."


Derin bir nefes alan Burak, öndeki aracı solladı. Dışarıdaki insanlar çil yavrusu gibi yağmurdan kaçarken, Kelebeği bile isteye bu yağmura çıkmıştı.


Düşünceleri ile tekrardan öfkelenen adam yine kendi kendine konuşmaya başladı.


"Göstereceğim ona gününü! Bir yanına varayım..." diyen adam duraksadı. Gözlerini özlem ve sevgi kaplarken mırıldanarak devam etti.


"... Ona sımsıkı sarılacağım."


Genç adam, cehennemden farksız bir 5 gün geçirmişti. Ne yemek yiyebilmiş, ne de uyuyabilmişti. Aklını kurcalayan onlarca düşünce, beraber çekindikleri fotoğraflara bakarken uçup gitmiş, birlikte söyledikleri şarkıları dinlemek ise koşarak ona gitmek istemesine sebep olmuştu. Hatta defalarca kez, kelebeğinin zamana ihtiyacı olduğunu kendine hatırlatarak, apartmanının kapısından geri dönmüştü.


Onu çok özlemişti.


Sahilin önündeki trafiğe takılan Burak, dakikalarını burada geçirmemek için bulduğu ilk yere arabasını park etti ve yanındaki şemsiyeyi alarak kapısını açtı. Hilal'in her zaman oturduğu banka doğru hızla koşmaya başladı. Koşarken bir yandan da karşı tarafta kalan bankları inceleyen adam, yaya geçidine ulaşana kadar durmamıştı.


Yaya geçidine ulaştığında, yanan kırmızı ışık karşısında duraksamak zorunda kaldı. İşte tam da o anda onu gördü. Üzerindeki yağmurluk kendisini bu şiddetli yağmurdan koruyamamış, bu yüzden de ıslanmıştı. Yağmurun ıslaklığı denizden gelen rüzgar ile birleştiğinden üşüyerek büzüşmüştü. Başı önde olan kızın üzgün hali, yağmurdan kaçmaya çalışanların kaçamak bakışlarla dönüp ona bakmasına sebep oluyordu.


Tam o esnada, genç kıza birinin şemsiye tuttuğunu gördü ve yaşanan sahne ile dudaklarında istemsiz bir gülümseme belirdi. 5-6 yaşlarında olan küçük bir erkek çocuğu, tüm centilmenliğini konuşturmuş ve kendisi gibi küçük olan şemsiyesini ıslanmasın diye Hilal'e doğru tutmuştu.


Yayalara yeşil yandığını gören Burak, karşıya geçmek üzereydi ki duraksadı.


Hilal, kahkaha atmıştı. Duruşu değişmiş, eğik omuzları diklenmişti. Çocuğun yanağından bir makas alarak gizemli bir şey söylermişçesine ona yaklaşmıştı. Kısa sürede ikisi de gülüyorlardı.


Sarsılmış olan Burak, geriye doğru bir adım attı. Başına güçlü bir ağrı saplanırken, düşercesine yanındaki aracın yanına çöktü. Derin derin nefesler alan adam, elini başına götürürken inledi.


Bulmuştu! Sonunda... Nedenini bulmuştu.


Gerçi... Hep biliyordu. Yine böyle şiddetli bir yağmur yağdığı günde vermişti kelebeğini bırakma kararını. Tam da az önce gördüğü kareydi buna neden olan olay. Aklına aylar öncesi gelen adam, titreyen elleri ile telefonunu çıkartarak Yağız'a bulundukları konumu attı.


Yapamazdı! Deliler gibi sevdiği kızdan... En büyük hayalini çalamazdı. Onu... Kendisine mahkum edemezdi.


Yaklaşık 8 Ay Önce


Kabussuz bir uykudan uyanan Burak, saatin gece 4 olduğunu gördü.


Yatağında hızla doğrulan adam, yıllar sonra ilk defa deliksiz bir 4 saat uyumasının şaşkınlığı ile etrafına bakındı.


Nasıl kabus görmedim ben?


Yastığının üzerinde duran kulaklığa baktığında başını iki yana salladı.


Nedeni bu olamazdı değil mi? Birlikte söyledikleri şarkılar, o berbat kabuslarının önüne geçecek kadar güçlü olamazdı ki...


Bu esnada burnuna gelen papatya kokusunu hisseden adam, tebessüm ederek eline baktı.


Kesinlikle delirmiş olmalıydı!


Deliliğin devam eden adam, eline sarmış olduğu fuları çözdü. İki gün önce bulduğu bu su yeşili fular ile oynamak en büyük alışkanlığı olmuştu. Kızın fuları arayışları vicdanını hafiften sızlatsa da... Ona bunu geri veremeyeceğinden emin olan adam, fuları burnuna görürerek, artık müdavimi olduğu kokuyu içine çekti.


"Güzel delirdim ha?" diye mırıldanan Burak arkasına yaslandı ve kulaklıkları alarak kulağına taktı.


O anda çalan şarkının Cevapsız Sorular olması, hoş bir tesadüftü.


Gözlerini tekrardan kapattığında aklına şarkıyı söyledikleri an gelmişti. Önce çekingence söylemeye başlayan genç kız, ona baktığında duruşunu güçlendirmiş ve öyle devam etmişti. Gözlerindeki mutluluk parıltıları ne de güzeldi ama.


Kütüphanede sırf yanına oturmak için 56 dakika boyunca beklediği zamanı hatırladığında sesli bir şekilde güldü. Sesi boş odada yankılandığında ise duraksadı. Gülmeyi unutan Soğuk Nevale az önce mutlulukla gülmüş müydü?


Neden kabus görmediğini biliyorsun...


İç sesinin söylediği ile hızla gözlerini açan Burak, kesik bir nefes aldı. Kendisine yabancı olan odanın duvarları üstüne gelmeye başladığında ise ayağa kalkarak balkona çıktı. Sabah ayazı kendisine kucak açarken, balkonun korkuluklarına direklerini dayadı ve gökyüzüne baktı. Yıllardır olanın aksine gözüne ilk çarpan şey, yıldızlar değil de ay olmuştu. Ayın hilal olduğunu gören adam derin bir iç geçirdi.


"Kaçamıyorum... Yoksa siz mi izin vermiyorsunuz kaçmama? Kayan yıldızları görmek için gökyüzüne bakan senden pek de bir farkım kalmadı sanırım baba ha?"


Elindeki fulara bakan adam sevgiyle gülümsedi. Bulunduğu durum aklına geldiğinde ise gülümsemesi solmuştu. Bakışlarını hilale çeviren adam konuşmaya başladı.


"Ona bunu yapmak istemiyorum. O adamı, onun vasıtası ile yakalamak istemiyorum. Onu kırmak istemiyorum. Ama her şeyden öte, sonunda çekip gitmek istemiyorum. Onu bırakmak istemiyorum. Kütüphanenede kendimi sürekli ona bakarken buluyorum. Aklıma sizin hikayeniz geliyor. Bu kadar benzerlik korkutuyor ama... Her sabah onu göreceğimin heyecanı ile mutlu oluyorum. Onu görünce tüm korkum kayboluyor. Her şeyi yapabilecekmişim, sonunda iyileşecekmişim gibi hissediyorum. Dün gece kabus görmememi, binlerce nedene bağlayabilirim ama... Tek nedenin o olduğunu biliyorum. Onun sesi ve kokusu.. Sizin acı dolu çığlıklarınıza ağır bastı."


Balkonda bulunan koltuğa oturan adam yıldızlara baktı.


"Biliyor musunuz ona gerçek soyadımı söyledim. Beni her gördüğünde 'Burak Kılıç beyler bugün de gelmiş, hoş gelmiş.' diyor ve... Bu benim gerçekten de çok hoşuma gidiyor. Sanki ruhumu görüyormuş gibi hissediyorum. 3 yıl önce de böyle hissettirmişti. O zaman kaçtım ama... Şimdi kaçamayacak gibiyim. Aslında... Kaçmak da istemiyorum biliyor musunuz? Kaçmaktan gerçekten de çok yoruldum. Bana iyi geliyor... Baksanıza! Sizinle konuşuyorum. En son ne zaman böyle konuşmuştum? Sanırım 18. yaş günümdeydi... Sizi düşününce gerçekten çok canım yanıyor. O kadar erken ve o şekilde ölmeniz... Miniğim... Sizi yok saymam, yıllardır suçluluk duygusu yüzünden sizi ziyarete gelrmemem... Hepsi üzerime geliyor, kendimi berbat bir evlat gibi hissediyorum. Ama onu görünce... O ela gözlere bakınca her şey geçiyor. Ben... Yıllar sonra ilk defa nefes aldığımı hissediyorum."


Elindeki fuları sıkan adam, derin bir nefes aldı.


"Hani bana sizin hikayenizi anlatırken 'Yıllar sonra karşılaşmaları bir işaret olmalı. Kaderlerini bir yazıldığının işareti.' derdin ya anne... Üç yıl sonra karşıma çıkması, görev meselesi... Bu da bizim işaretimiz gibi hissediyorum. Öyle olmasını istiyorum..."


Kararlı bir şekilde ayağa kalkan adam gökyüzüne baktı.


"Bu sefer... Üç yıl önceki gibi yapmayacağım. Ondan kaçmayacağım. Kadir Alacalı'yı yakalamanın elbet başka bir yolu vardır. O yolu bulacağım ve... En sonunda ona gerçekte kim olduğumu söyleyeceğim. Şu an asker olduğumu söyleyemesem de... Önümüzdeki günlerde yanında gerçek ben olacağım. O meraklı, hayat dolu küçük çocuk..."


🐺


Sonraki günlerde deliler gibi araştırma yapan Burak, verdiği sözü tutmuş ve Kadir Alacalı'yı yakalayacak başka bir yol bulmuştu.


Kadir Alacalı'nın şirketine girmek ve güvenini kazanmak!


En başından bu planı uygulamama sebepleri Kadir Alacalı'nın çok dikkatli ve paranoya düzeyinde evhamlı bir adam olmasıydı. Yeni bir elemanı asla almaz, aldığında ise tüm her şeyi ile araştırır ve mutlaka referans isterdi... Fotoğraflı kanıtlar ile birlikte.


Tüm bunların bilincinde olan Burak, şirketteki onlarca çalışanı incelemiş ve kendisi ile aynı beden yapısına sahip olanları ayıklamıştı. İşinin samanlıkta iğne aramaktan beter olduğunu düşünürken hiç tahmin etmediği bir olayla karşılaşmıştı. İncelediği tüm şirket yemeklerinde ve etkinliklerde yer almayan birisi... Raif Dürler!


Güvenlik bölümünde çalışan ve sürekli gece kameraları izleme görevini alan adam hakkında şirket kayıtlarından öğrenebildiği tek şey, 29 yaşında olduğu ve 2 yıldır Alacalı Şirketi için çalıştığı olmuştu.


Şirket sisteminden çıkıp kendi sistemlerinden araştırdığında ise Raif'in İclal adında 8 yaşında, nadir bir hastalığa sahip, bir kızı olduğunu görmüştü. Sabahları başka bir ek işte çalışan adamın tek derdinin kızını tedavi ettirmek olduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu elbet. Kısa bir süre araştırma yapan Burak, tedavi için Yunanistan'daki özel bir hastane ile iletişime geçmiş ve Raif'i ziyarete gitmişti.


Resmi prosedürlerden dolayı kim olduğunu açıklayamaması oldukça büyük bir soruna yol açmış ve Raif kendisini evden kovmaya kalkmıştı. Ta ki İclal Burak'ın yanına gelene kadar.


Karşısındaki adamın kızı ile şefkatli bir şekilde ilgilendiğini gören Raif, Burak'ın söyleyeceklerini, teklifini dinlemeye karar vermişti.


Tedavi masraflarını koşulsuz şartsız kabul etmeyen adamı hatırlayan Burak, hafif bir gülümseme ile oturduğu sandalyede arkasına yaslandı.


Raif'e KİT'ten bahsedemese de asker olduğunu açıklamış ve bilgilerini gizleyerek asker kimliğini göstermişti. Raif, Burak'ın yerine geçmesini kabul etse de vermek istediği yüklü miktardaki parayı reddetmişti. Burak, en sonunda paranın devlet ile alakası olmadığını şahsi olduğunu söylemek zorunda kalmıştı. Tabii bu durum Raif'i ikna etmek şöyle dursun, reddini arttırmıştı. Sonunda Burak parayı borç olarak vermeyi kabul etmiş ve Raif ile ailesini Yunanistan'a göndermişti.


Hanımı ve kızı uçak ile giderken, Burak adama bir tekne ayarlamıştı. Resmi olarak bakılırsa bu durum açığa çıkardı elbet ama hiç kimse iki yıl önce İstanbul'a gelen, Elazığ'lı Raif'ten şüphelenmemişti.


Şirkete ilk geldiğinde Burak afallamıştı. Hayatında ilk defa tam anlamı ile bir hayaletti. Bu duruma oldukça yabancı olan adam, yanındaki insanlara el sallayarak 'Hey! Ben de buradayım.' dememek için zor tutmuştu.


En sonunda ise kendi oluşturduğu hacker saldırısını engelleyerek Kadir Alacalı ile tanışmıştı. Kadir Alacalı'ya karşı yaptığı manipülasyon şaşırtıcı bir şekilde hızla sonuç göstermiş, evindeki kameraları yenilemeye ve güçlendirmeye karar veren Kadir bu iş için yeni gözdesi Raif'i(!) görevlendirmişti. Burak, gayet rahat bir şekilde evlerine girmiş ve kendi elleri ile kameraların kurulumunu yapmıştı.


Kadir Alacalı'nın, kızının odasının olduğu tarafa bakan kamerayı, sırf gösteriş için koydurduğunu öğrendiğinde memnuniyetle gülümsemişti.


Sorana 'İçeri oraya girebileceğim. Kör noktanın âlası bu nokta. Tabii ki de memnun olurum.' diyecek olsa da... Burak'ın asıl memnuniyetinin nedeni kesinlikle bu değildi. Drone ile bahçeyi kontrol ettiği her seferde, Hilal'in balkonuna doğru bakan kameranın üzerine drone'u sürüp kamerayı parçalamamak için zor tutan adam için... O kameranın aktif olmaması mükemmel bir haberdi.


Kelebek kızı hatırlayan adamın dudaklarında enfes bir gülümseme belirdi. Bir ay boyunca kütüphanede öylesine anlar, anılar paylaşmışlardı ki...


Derin bir nefes alan Burak, takvime baktı. Dört gün sonra, yani salı günü her şey bitecekti. Hilal, salı günü ailecek bir kokteyle katılacaklarını söylemişti. Burak da hırsızlığı o gün yapmayı planlıyordu. Şirketteki işinde bir hafta daha kalmayı planlayan adam, genç kızın yanında ömrü boyunca kalmayı planlıyordu.


Bakışlarını takvimden çekerek kameralara çevirdi. Son bir ayı, geceleri şirkette kamera kontrolü yaparak, gündüzleri ise Hilal ile kütüphanenede vakit geçirmekle geçmişti. Kütüphaneden çıktığında gece nöbet saatine kadar uyuyan adam aslında hayatından hiç de şikayetçi değildi. Her şeyden öte günleri hayat dolu kızla geçiyordu ve yine o kız sayesinde yıllar sonra uyuyabiliyordu.


Tek sıkıntısı masa başında olmasıydı. Sıkıntı ile derin bir nefes alan Burak, masa işinin gerçekten de hiç ona göre olmadığını bir kez daha fark etti.


"Raif? Nasıl gidiyor?"


Duyduğu ses ile başını kapıya çeviren adam karşısındaki kişiye baktı.


"Ahh. Kadir Bey! Kusura bakmayın geldiğinizi duymadım. Siz hâlâ gitmediniz mi?" diyen Burak ayağa kalktı.


"Otur otur. Şimdi çıkıyordum ben de. Önümüzdeki ihale için son kontrolleri yaptım. Başkasına bırakmayı sevmiyorum öğrenmişsindir... Herhangi bir sorun yok değil mi?"


"Yok efendim. Sisteme tekrardan bir saldırı olmadı... Gözüm bir yandan sürekli bilişim odasında. Zaten yeni elemanların maşaallahı var. Zehir gibiler."


"Aynen çok dikkatliler. Gerçekten o gün sen olmasaydın ne yapardık hiç bilmiyorum. Büyük bir felaketi durdurarak tüm şirketi kurtardın."


Burak, başını eğerek mütevazi bir şekilde gülümsedi... O felaketi çıkartan kendisi değilmiş gibi.


"Bu arada... Sisteme saldırı düzenleyeni buldunuz mu Kadir Bey?" diye sordu Burak karşısındaki adama bakarak.


Kadir, sinirle başını iki yana sallayarak mırıldandı.


"Yok daha bulamadım o şerefsizi!"


Şerefsiz falan ayıp oluyor ama... İnsanın yüzüne karşı da söylenmez ki böyle. Bu arada... Nah bulursun!


Burak, içinden geçenleri yüzüne yansıtmamak için yoğun bir çaba harcadı. Karşısındaki adamın bu öfkesi karşısında, kahkaha atma isteği gerçekten de çok güçlüydü.


"Acaba rakiplerinizden biri bir profesyonel mi tuttu? O yüzden mi bilişim bir iz bulamıyor?"


"Olabilir... Neyse ki sen vardın Raif. Bu arada kızın, karın nasıl? Kızının tedavisi nasıl gidiyormuş?"


Bunu duyan Burak istemsizce gülümsedi.


"İclal'in durumu iyiymiş. Biraz hastane kokusundan söylense de... Sonunda iyileşecek diye dişini sıkıyormuş. Güçlü kızım benim."


Kadir, dostça Burak'ın omzunu sıktı. Böyle bir şeyi beklemeyen Burak karşısındaki adama inceler gözle bakmaya başladığını görünce hızla gözlerini kaçırdı. Adamı şüphelendirmek istemiyordu. Elindeki kanıtlar bu kadar detaylı olmasa... Kadir Alacalı'nın suçsuz olduğunu düşünebilirdi.


'Acaba Hilal'den dolayı duygusal mı düşünüyorum? Sevilen bir baba faktörü olarak dinlediğim adam ne de olsa!' diye düşündü Burak.


"Aileni özlemiş olmalısın. Kızın da yanında olmanı istiyordur. Yunanistan'a ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?"


"Gidiş masrafları için Türkiye'de bir tanıdıktan borç almıştım. Onu ödemeden gidemem. Ayrıca orada iş bulup bulmayacağım da meçhul. Doktor tedavinin sürecinin ne kadar süreceği ile alakalı bir bilgi verdiğinde ne yapacağıma bakacağım efendim."


"İş meselesi için referans veririm. Hatta... Birkaç tanıdığa sorayım bir şeyler ayarlayabiliriz belki. Buradaki borç meselesini de merak etme. Çıkışını yaparken yüklü bir ikramiye vermeyi düşünüyorum. Gerçi borcunu onunla da ödeyemem ama... "


Burak, bakışlarındaki bariz şaşkınlıkla karşısındaki adama baktı.


"Niye bu kadar şaşırdın? Gerçi sen de haklısın. 2 yıldır burada çalışıyorsun ama bir kez bile karşılaşmadık. Aslında o da senin suçun. Duyduğuma göre şu hacker olayından önce kimseyle muhatap olmuyormuşsun. Sadece gece nöbetlerine gelip gidiyormuşsun. Hep yalnız takılıyormuşsun. Kızının durumunu bilen kimse yokmuş."


Burak, üzgün bir şekilde başını öne eğdi. Bu durum Raif'in yerine geçmesinde oldukça etkili olmuş olsa da kendisini üzmüştü.


"Öyle işte efendim. Biliyorsunuz İclal'deki hastalık oldukça nadir görünen bir durumdu. Benim de tek derdim para kazanmaktı. Dostluk kurmaya veya konuşmaya pek de önem vermedim. Sanırım sorular ile uğraşmak istemedim."


Kadir kendi kendine güldü.


"Neden güldünüz?"


"Dost... Değişik kavram."


Burak, kahverengi gözleri ile adama baktı. Kadir Alacalı kendisinde neden böylesine değişik duygular uyandırıyordu? Saçma düşüncelerini bir kenara bırakan Burak, aklına Kadir Alacalı'nın teröristler ile görüştüğü resim karelerini getirdi.


"Şu devirde dost bulmak zor zaten evlat. Herkes bir diğerinin kuyusunu kazma derdinde. En azından bizim meslekte böyle. Bu hayatta önemli olan ailedir. Sen kızına iyi bir baba ol yeter... Gerisi teferruat. Dediğim gibi ben iş olayını sorup soruşturayım tekrardan konuşuruz. Hadi sana hayırlı nöbetler."


"Size de hayırlı geceler..." diye mırıldanan Burak adamın arkasından bir süre baktıktan sonra ayağa kalktı ve odada tur atmaya başladı.


Bir süre sonra "Şu lens işi de diğer sinir bozucu şey!" diye söylenen adam cebindeki suni gözyaşını çıkarttı. Damlayı gözüne damlatırken, her gün lens takanlara da sabır dilemeyi ihmal etmedi. Gerçekten 7-24 yaşanır mıydı bu lanet meretle?


🐺 


Ertesi gün, kütüphanedeki Burak eğlenen gözler ile kızı izliyordu.


"Bilerek seçtin bu soruyu di'mi?" diyen Hilal'in sesi tripli çıkmıştı


Burak onun bu hali karşısında neşeli bir kahkaha attı. Artık onların bu haline alışmış olan daimi kütüphane sakinleri herhangi bir tepki vermese de, kütüphaneye ilk defa gelen kişilerin bakışları kendilerini bulmuştu.


"Bir gün senin yüzünden beni kovacaklar!" diye tısladı Hilal gözlerini kısarak.


"Çok konuşma bakayım. Senin benden hiçbir farkın yok." diye karşılık verdi Burak da aynı yüz ifadesi ile.


Adamın yeşil gözlerine bakan Hilal gülümsedi. Bu gülümseme tabii ki Burak konuşana kadar sürmüştü.


"Evvet. Şimdi gelelim soruma..."


"Hile yapıyorsun Burak! Bilerek kazık soruları ödüllü olarak seçiyorsun."


"Sen de aynı hileyi yapıyorsun Hilal. Seçim hakkı sende olduğunda bilerek kolay soruları seçiyorsun."


Hilal, gözlerini devirdi. Burak kesinlikle çok haklıydı.


İkili, beraber ders çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra bir oyun oynamaya başlamıştı. Sırası ile bir soru seçiyorlardı ve eğer Hilal o soruyu yaparsa Burak'a istediği bir konu hakkında herhangi bir soru soruyordu, yapamazsa da Burak ona... Ehh tabii bu durumda ikisi de soruyu cevaplayan değil de soran olmak için ufak hilelere başvuruyordu. Her seferinde cevap verecek kişi söylense de... İkisi de bu oyunun bağımlısı olmuştu. Bu sayede ikisi de birbirleri hakkında öylesine çok şey öğrenmiş ve paylaşmışlardı ki...


"Daha çözmedim." diye söylendi Hilal.


"İşte zaten sen çözemediğin için ben soru soracağım yaa..." dedi Burak gıcık bir gülümseme ile.


"Ha-ha-hah... Çözeceğim işte. Bekle biraz!"


"Kızım 35 dakikadır çözmeye çalışıyorsun. Dur düzeltiyorum. 15 dakikadan sonra soru ile bakışarak aşk yaşamaya başladın."


Adamın koluna vuran kız, sahte bir öfkeyle ona baktı.


"Çözeceğim..." diyerek soruya geri döndü.


Yanındaki adam gözlerini ona dikmiş böyle bakarken, düşünemiyordu ki soruyu çözsün!!


"Dııııt. Süre doldu. Üzgünüm(!)." diyen Burak test kitabını kızın önünden aldı.


"Yaa biraz sabırlı olsana... Çözeceğim diyorum!"


"Prematüre (erken) doğan birine sabırlı ol diyorsun yaa..."


Gözlerini deviren genç kız, adama baktı.


"Doğru. 8 aylıkken doğan birinden hayır mı gelir zaten?"


"Aa-aa! Şuna bak ya. 10 aylıkken doğandan mı geliyormuş o hayır?"


"Tabii ki... Sabırlı bir insanım ben."


"Valla sabırlı mı üşengeç mi bilemedim. Kızım sıkılmadın mı sen içeride? 10 ay nedir?"


"Prematüre biri ile bu tartışmayı yapamayacağım. Postmatüre (geç doğan) birini getirin bana..." dedi Hilal havalı bakışlarını kütüphanede gezdirirken.


"Üzgünüm efenim. Elimizde sadece bu var. İdare edeceksiniz artık."


"Şu an kulaklarımda 'İdare edemem anne. İdare edemem' repliğinin yankılanıyor olması...." diyerek güldü genç kız.


Onun bu tavrı karşısında onaylamazca başını sallayan Burak, kıza doğru döndü.


"Şimdi..."


"Acı bana Olric. Lütfeeeen. Bu hafta 4. kazanışın bu. Hep ben cevap verdim resmen. Lütfen lütfen lütfen lütfen."


"Cık! Her konuda olur ama bu konuda olmaz Kelebek. Acımak falan yok. Hazır mısın?"


"Değilim." diyen Hilal suratını asarak kollarını kavuşturmuştu.


"Şuna bak şuna. Böyle yaparsan vazgeçeceğimi mi düşünüyorsun?" dedi Burak arkasına yaslanarak.


"Evet?" 


"Dedim ya bu konuda olmaz."


"Nedeeeeen?" diye sordu genç kız isyankar bir sesle.


"Sorularıma cevap almak istiyorum çünkü." diyen Burak asıl nedeni içinden söylemişti.


Konuşmanı dinlemeyi seviyorum. Hakkında yeni şeyler öğrenerek seni tanımayı seviyorum. Kimselere söylemediğin sırlarını benimle paylaşmanı seviyorum. Ruhunu bana göstermeni seviyorum.


Genç kız, tüm bunları kelimesi kelimesine olmasa da... Adamın yeşil gözlerinden okumuştu. Bu yüzden de yenilgiyi kabul etti.


"Tamam hadi sor." 


"Pekalaaaa. Biliyorsun ilk ve tek kural... Dürüstlük!"


"Dürüstlük!" diye aynı anda tekrar etti Hilal de.


Ne ile karşılaşacağını bilmeyen genç kız derin bir nefes aldı ve adama baktı.


"Gönder gelsin... Bakalım bu sefer hangi değişiklik ile karşımdasın?"


"Gözler?" 


Bu kelime karşısında gülümseyen Hilal, trip atmayı bir kenara bıraktı ve ela gözlerini karşısındaki yeşil gözlere dikti. Kızın ela gözlerine kısa bir süre kilitlenen adam sorusunu sordu.


"En büyük hayalin?"


"Biliyorsun zaten. ALES'i kazanarak öğretim görevlisi olmak."


Gözlerini kısan Burak başını iki yana salladı.


"Cık! Değil... En büyük hayalini soruyorum"


"Tamam işte ben de onu söyl..."


"Geçen gün 'Olur da kazanamazsam ya da Boğaziçi mülakatını geçemezsem önce bir danışma merkezinde çalışırım sonra da kendi danışmanlık merkezimi açarım.' diyen sen değil miydin? Eğer en büyük hayalin öğretim görevlisi olmak olsaydı 'Bu sene kazanamasam da seneye mutlaka kazanacağım' demen gerekmez miydi?"


Burak'ın cümlesini duyan Hilal, büyük bir şaşkınlıkla adama baktı.


"Şu an tek cümlenle ayların emeğini çöp ettin resmen. Ben de hayalim için çırpınıyorum zannediyordum."


"Ben sadece senin sözlerini geri iade yaptım." dedi Burak hafif suçlu bir şekilde.


"Neyse sayende olan stresimin hepsi gitti. Çok teşekkürler(!)"


"Ne demek efenim. Teveccühünüz."


"Buraaaaak!" 


"Hilaaaaal!" 


İkili, birbirlerine bakarak gülümsedi.


"Sorumun cevabını alayım Hilal Hanım."


Dirseğini masaya yaslayan Hilal, yanağını da eline yasladı.


"Hmmmm... En büyük hayalim? Şey olur mu... Asker olmak?"


"Ne?" diyen Burak şok olmuş gözlerle lıza baktı.


Genç kız, onun bu şaşkın hali karşısında güldü.


"O kadar mı şaşırttım seni? Sessiz sakin benden beklemiyor muydun böyle bir cevap?"


"Beni şaşırtmak için söyledin yani öyle mi?"


"Hayır!" dedi Hilal, adama bakarak.


"Sen... Ciddisin!" 


"Ben... Ciddiyim! Niye bu kadar şaşırdın anlamıyorum Burak."


"Sen... Fazla hassas birisin. Bunu kaldıramazsın. Askerlik..."


Adamın sesindeki ve bakışlarındaki ifade karşısında Hilal ona baktı. Bunu farkeden Burak ise cümlesini tamamlamayarak sustu.


Biraz daha sabret Kelebek. Bir süre sonra neden bu şekilde tepki verdiğimi öğreneceksin.


"Askerlik?" diyen Hilal'in bakışları adamı inceliyordu. Az önce karşısındaki adamın, tanıdığı adamdan farklı biri olduğuna yemin edebilirdi.


"Askerliğimi doğuda yaptığımı söylemiş miydim?"


Adamın cümlesini duyan Hilal, bir anda gülümsedi.


"Neden güldün?"


"Sadece sen... Vatanın için fedakarlıklar yapacak birisin. Hiç bedelli askerlik yaptığını düşünmemiştim zaten. Düşüncemde haklı olduğumu görmek beni mutlu etti. O yüzden güldüm."


"Her fedakarlığın, bir derecesi olmalıydı ama..." diye mırıldandı Burak istemsizce.


Annemi, babamı ve miniğimi feda etmek, fazla bir diğergamlık örneği olmadı mı?


Hilal, ciddileşen adama baktı. Konuşmak için ağzını açmışken Burak ondan önce davrandı.


"Asker olmayı nasıl ve neden istedin ve... Neden olmadın?"


"Neden olmadığım belli. Annem izin vermedi, ben de onu çiğnemek istemedim. Şimdi... Eğer asker olmadıysan en büyük hayalin o değildir diyeceksindir sen."


Burak başını salladı. 


"Diyeceğim ama... Hikayeyi çok merak ettim. Anlatsan?"


Hilal, kendisine oldukça büyük ilgi ve heyecanlı bakan yeşil gözlere baktı.


'Sen istersin de... Ben anlatmaz mıyım?' diye düşünen kız başını sallayarak "Olur!" dedi.


"Bu hikayeyi daha önce kimseye anlatmamıştım. Aslı'ya bile..."


"Neden?" diye sordu Burak meraklı bakışlarla.


"Bilmem ki. Sanırım... Bana özel kalmasını istedim. Bir de... Aslında öyle büyük bir olay da değildi ama... Beni çok etkilemişti. Bunu anlayamayacaklarını düşündüm."


Tebessüm eden Burak sordu.


"Peki bana neden anlatıyorsun?"


Hilal, şaşkınca Burak'a baktı. Adam, tanıştıkları günden beri kartlarını ilk defa böylesine açık oynamıştı. Bakışlarını kaçıran kız yutkundu. O oynamıştı oynamasına ama Hilal'in bu soruya açıklıkla cevap vermesi imkansızdı. Genç kız, kendinde böyle bir cesareti bulamamıştı. Bu yüzden de işi şakaya vurdu.


"Birileri bilerek zor soru sordu ve beni de anlatmaya mecbur bıraktı. Neden olacak?"


Kızın ela gözlerine bakan Burak hafifçe gülümsedi.


Az kaldı Kelebek... Kelebeğim. Her şey bitsin... Ben sana geleceğim. O gün geldiğinde, ikimiz de sustuklarımızı konuşacağız... Çok az kaldı.


"O zaman anlat bakalım!"


"Hmm. 8. sınıfı yeni bitirmiştim. Hatta... Karne alalı sadece 3 gün olmuştu. Bana karnemin nasıl olduğunu sormuştu ondan hatırlıyorum."


Hilal'in gülümseyerek kurduğu cümle Burak'ın daha çok merak etmesine sebep olmuştu. 'Kim?' diye sormamak için kendini zor tutan adam, kızı dinlemeye devam etti.


"Ben... Çocukluğumu çok asosyal geçirdim Burak. Gerçi şu anda da pek farklı değilim. Çok çok yakın olduğum kişiler haricinde birileriyle pek konuşmam. Herkesle hemen anlaşabilirim aslında ama... Öyle işte. Küçükken de hayatımda sadece Aslı vardı. Bir ara başka bir arkadaşım daha olmuştu ama... Onunla da aram bozuldu. Lanet mi ödül mü olduğunu anlayamadığım bu şey yüzünden."


"Hangi şey?" diye sordu Burak kaşlarını çatarak.


"Adına ister analiz yeteneği de, ister altıncı his... Bir şekilde insanları okuyabiliyorum, söylemediklerini görüyorum. Kendimi bildim bileli böyle bu. Fakat kimse beni anlamadı. Annemle babamı çok severim ama... Onlar bile bu konuyu anlayamadı. Yani... Ben sadece küçük bir çocuktum onlara göre. Söylediklerim çocukça şeylerdi... His mi? O da ne? Çocuk hayal gücü işte. Dediğim şey doğru çıktığında ise şans ve tesadüf... Bu yüzden de çoğu zaman kendimi bir yere ait hissedemedim. Söylediklerim doğru çıktığında insanlar bana vebalıymışım gibi bakıyordu. Ben de o yüzden... Sustum. Hep içimden konuştum. Kendimi kitaplara vurdum oradaki karakterlerle konuştum. Onlar beni yargılamıyordu en azından... Neden öyle bakıyorsun?"


"Nasıl bakıyorum?" 


"Bilmem sanki..." diyen Hilal sessizleşti.


"Sanki ne Kelebek?.. Seni anlıyormuş gibi mi?"


Karşısındaki yeşil gözleri inceleyen kız, Burak'ın gerçekten de onu anladığını farketti ve afalladı.


"Beni... Anlıyorsun." diye fısıldadı genç kız.


Sanki yüksek sesle konuşsa o ânın büyüsü bozulacakmış gibi hisseden Burak, başını salladıktan sonra sessizce konuştu.


"Ben... Benim çevremdekiler gözlem yeteneğimi hiç yadırgamadı. Böyle bir yeteneğe sahip olmamdan daha doğal bir şey yoktu çünkü. Ben... Mükemmel analitik ve gözlem yapan iki kişinin çocuğuydum. Bu konuda bir sorunum olmasa da... Farklı sebeplerden dolayı ait olamama hissini yaşadım. Bu umurumda değilmiş gibi davrandım çoğu zaman ama... Bazen kendimi hep bir fazlalık gibi hissettim... Bir yük gibi. Çevremdekiler bunu duysa ağız burun bana dalarlar ama... Gerçek buydu. Ben de kendimi kitaplara verdim. Yeni diller öğrenmek, haritalar, puzzle'lar... Düşünmemek için hep kendimi oyaladım. Ve susmak... İnan bana Hilal, bu hayatta susmanın ne demek olduğunu bilen biri varsa o da benimdir. İçine içine konuşmanın, avazın çıktığı kadar susmanın ne olduğunu... Herkesten daha iyi bilirim. Bu yüzden evet... Seni anlıyorum. Seni, tahmin bile edemeyeceğin kadar çok iyi anlıyorum."


Hilal, elalarını adamın yeşil gözlerinden çekemedi. Merak ediyordu. Onun neler yaşadığını, neler gizlediğini, o yeşillerin hangi gerçekleri sakladığını çok merak ediyordu.


Zorlukla gözlerini kaçıran adam, biraz daha o elalara kilitli kalırsa bülbül gibi şakıyacağından korkmuştu. Boğazını temizledikten sonra konuyu kapatmak istercesine kıza baktı. Mesajı alan Hilal anlatmaya devam etti.


"O gün, kendimi çok keyifsiz hissediyordum. Gelecek kaygısı her tarafımı sarmıştı. Lise, yeni ortam, yeni insanlar... Daha tatilin bitmesine 3 ay vardı ama ben bunları düşünmeye başlamıştım bile. Ortaokulda herkes benim kendi halimde takıldığımı bilir, bana dokunmadan yaşardı ama lisede böyle olmazsa ne olacak diye düşünüyordum. Ayrıca... Babam beni koleje göndermek istiyordu ve böyle bir durum Aslı ile ayrılmamız anlamına gelirdi. Ne de olsa kolej masraflarını karşılayamazdı. Bir de o zamanlar annesi ve babası boşanma arifesindeydi. Ortalık bayağı karışıktı anlayacağın. Ben de tüm bu düşüncelerle evden çıktım ve kendimi birden parkta buldum."


Duraksayan Hilal, karşısındaki adama baktı.


"Söylesene Burak... 14 yaşındaki bir çocuk neden parka gider?"


"Bir banka oturup mutlulukla oynayan çocukları izlemek için..." diye mırıldandı Burak hiç beklemeden.


Adamın oldukça hızlı verdiği cevap karşısında Hilal şaşkın gözlerle ona baktı.


"Sen..."


Burak, omuzlarını silkti. Gözleri onlarca yaşanmışlığı barındırıyordu. Genç kız, soru sormak için ağzını açmışken Burak başını iki yana salladı ve "Sormasan?" diye bir ricada bulundu. Genç adam bu konuyu anlatmaya hazır değildi fakat Hilal sorarsa, ister istemez cevap vereceğinin farkındaydı.


Anlayışla gülümseyen kız başını salladı ve anlatmaya devam etti.


"İşte o gün kendimi parkta buldum ben de. En büyük dertleri salıncak sırası beklemek, kaydıraktan önce kaymak olan o ufaklıklara özenerek bakıyordum. Çocukluğumuzu sürekli unutmamızın en büyük haksızlık olduğunu düşünüyorum. Gerçi şimdi o zamanki sorunları küçük görsek de... O zamanlar gerçekten de büyük geliyor ve kötü hissettiriyordu o sorunlar... Kendimi hep yaptığım gibi kulağımdaki kulaklık ile dünyadan soyutlamışken, yanımdaki banka bir adam oturdu. Aslında pek onu takmadım ama... Oradaki varlığının oldukça farkındaydım. Değişik bir aurası vardı. Hani olur ya, bir ortama girdiğinde mutlaka fark edilen tipler... İşte o da onlardan biriydi."


Duraksayan Hilal karşısındaki adama takılmadan duramadı.


"Tabii eminim ki sen bu hissi çok iyi bilirsin!"


Burak buna güldü. 


"Tabii ki... 10 metre öteden fark ediliyorum ben."


"Aaa 100'dür o 100!" dedi Hilal gülerek.


"100 metre öteden bile fark edilen kişi, ben değilim... Sensin!"


Burak'ın yoğun bakışlar ile söylediği cümlesini duyan Hilal nefesinin kesildiğini hissetti. Kalp atışları hızlanan genç kız, utanarak başını öne eğdi. Adam, cümleyi öylesine kararlı bir şekilde söylemişti ki... Hilal buna itiraz etmeye kalkarsa kaybedeceğinden emindi. Genç kız, itiraz ederse yaşanacakları görmek istese de, sessiz kaldı. Her zaman bazı şeylerin zamanı olduğunu bilirdi ve... Şu o zamanın olmadığını hissediyordu. İkisi de, aralarındaki ilişkinin boyut değiştirmesine hazır değildi. Daha zamanı gelmemişti.


Bu yüzden de sessizce ellerine bakan kız, "Teşekkürler..." diye mırıldandı. Sanki söylenen söz, gerçekten hissedilen bir şey değil de nezaketen yapılan bir iltifatmış gibi...


"Eee sonra ne oldu?.. Gizemli adamın hikayesini merak ettim. Kaç yaşındaydı?"


Burak'ın da aynı tavır ile konuyu değiştirmesi karşısında başını kaldıran Hilal, yeşil gözlere baktı. Garip bir şekilde, tanıştıklarından beri gözleri farklı, dilleri farklı şeyi söylüyordu. Ve ikisi de böyle bir şey yokmuş gibi davranıyordu. Aslında Hilal'in böyle davranmasının tek sebebi karşısındaki adamdı. Çok iyi tanıdığını düşündüğü, fakat bazen kendisine kırk kat yabancı gibi gelen bu adam...


"Sanırım 30'larındaydı. Oldukça dinç duruyordu. Bu yüzden yaşını kestirmek zordu. Neyse işte... Bir süre o da benim gibi sessizce durdu. Arada bana bakışlar attığını hissetsem de ona dönüp bakmadım. Taa ki... 'Hey!' diye seslendiğini duyana kadar. Başka bir zaman olsa bunu umursamazdım ama... Hislerim onun kötü biri olmadığını söylüyordu. Ayrıca... Çok merak etmiştim. Parkta eğreti duran ama sanki oranın hakimiymiş gibi özgüvenle duran o adamı gerçekten merak etmiştim. Kendime olan güvenim sıfırdı ve... Onun kendine olan güveni, kulaklığımı çıkartıp ona bir bakış atmama sebep olmuştu."


Susan Hilal kendi kendine güldü.


"Beni tanıyorsun artık. Normalde oldukça uysalım di'mi?"


"Normalde evet! Fakat damarında basıldığında ya da karakterine bir şey dendiğinde tam bir kurt kesiliyorsun."


"Kurt kesilmek..." diye mırıldanan Hilal gülümseyerek devam etti.


"Sevdim bu terimi." 


Kıza bakan adam, istemsizce fısıldadı.


"Szeretem, ha te szereted." (Ben de sevmeni sevdim.)


Bildiği diller arasından Macarca'yı seçmesi bile adamın kıza verdiği değeri ayan beyan ortaya seriyordu aslında.


"Ne? Ne dedin?" diye sordu Hilal anlamsızca bakarken.


"Hiiiç." diyen adam kıza bakmaya devam ediyordu.


Hilal'in gözlerini kısarak kendisine bakması karşısında kendi kendine güldü. Şu bakışlara bak. Tam bir kurt... Tehlikeli bir Asena.


"Burak! Benim bilmediğim neye gülüyorsun?"


"Söz! Bir gün söyleyeceğim."


"Söz ama..." 


"Söz Kelebek söz. Hadi fazla reklam arası verdik. Anlat bakalım hikayeyi. Ne dedi de, masum adama pençelerini geçirdin?"


"Pençelermiş..." diyerek gözlerini deviren Hilal istemsizce gülümsüyordu. Bu adam ona ne derse desin itirazsız kabulüydü.


"Adam benim tek başıma parka gelip, bankta oturarak etrafı izlememe şaşırmış olacak ki 'Neden tek başına burada oturuyorsun?.. Sallanmak istiyorsun da diğerlerinden mi çekiniyorsun yoksa?' dedi. Normalde cevap vermezdim ama... O ikinci cümle sinirlerime dokunmuştu. Benden büyük birine vermeyeceğim bir tepkiyi verdim o an. Aslında... Sanırım gerçek kendim oldum. Ona bir bakış atarak 'İsteseydim yapardım. İstediğim bir şey için kimseden ne çekinirim ne de izin alırım!' dedim. Söylediğim hoşuna gitmiş olacak ki güldü hatta... Kendi kendine bir şeyler bile mırıldandı. O gün ne mırıldandığını sormadım. Bir kez daha görüşmüş olsaydık kesinlikle soracaktım ama... Bir daha görmedim onu."


"Üzerinde gerçekten büyük bir etkisi olmuş anlaşılan... Aradan geçen yıllara rağmen anlatırken gözlerin parlıyor."


"Oldu... Salıncak aşkımın sebebi odur mesela. Gülüşünün ardından 'Olması gereken de bu zaten. Ama sen salıncak işini yine de bir düşün istersen. Çocuklar salıncakta sallanmaya bayılırlar ve içindeki çocuğu salıncak ile şımartmak insanı oldukça mutlu ediyor' demişti. 'Ne yani, sen de mi sallanıyorsun?' diye sormuştum şaşkınlıkla. Şaşkınlığım karşısında kahkaha atmış ve gizli bir sır verir gibi fısıldamıştı. 'Ama sadece geceleri... Bu yaştaki ve bu cüssedeki birinin sallanması garip karşılanıyor. Tanıyan eden görse ömür boyu dillerinden kurtulamam' demişti. Bu öylesine hoşuma gitti ki... Şu an dahi bir salıncak gördüğümde koşarım. İçimden bir ses 50 yaşıma da gelsem sallanmaya devam edeceğimi söylüyor."


Burak, Hilal'in mükemmel bir gülümseme ile anlattığı bu olay karşısında gülümsedi ve mırıldandı.


"Sen böyle deyince aklıma, geceleri gizlice sallanan koca bir adam geldi... Onları tanıştırıp 'Gizlice Sallanan Baykuşlar' adlı bir dernek falan açtırsak iyi olurdu."


"İmkansız maalesef... Dediğim gibi bir daha hiç görmedim onu."


"Bu durum seni bayağı üzmüş gibi... Ne söyledi de ondan bu kadar etkilendin? Yani... Sadece bu kadarla sınırlı olmamalı bu gözlerindeki parlaklık."


"Yaa aslında... Durumun garipliğiydi ilk neden. Ben siyah kapişonumu kafama geçirmiştim ve gözümde de güneş gözlüğü vardı. Onun da başında siyah bir kep, gözlerinde de siyah güneş gözlüğü... İki ajan gibiydik ve bu durum çok hoşuma gitmişti. Her an 'Ajan Moon... Bir dahaki görev yerinizi söylüyorum!' diyecek gibiydi. Bu hissin en büyük nedeni de oydu aslında. Duruşu bile 'Ben gizemliyim!' diye bas bas bağırıyordu mesela. Az önce de dediğim gibi, senin auranı da onunkine benzetiyorum. Hatta... Seni kafede ilk gördüğümde, aklıma o adam gelmişti."


"İlginçmiş..." diye mırıldandı Burak.


"Bence de... Neyse işte bu salıncak diyaloğundan sonra bir süre sessizlik oldu aramızda. Düşüncelere dalmış gibiydi. Güneş gözlüğü takmayı sevme sebebim gözlerimi gizliyor olması. Bu sayede de insanları rahat izleyebiliyorum. Ben de onu analiz etmeye çalıştım... Başımı hafifçe ona çevirmiş, inceliyordum. Dışarıdan bakan biri asla böyle bir şey yaptığımı anlamazdı. Ama... Bir süre sonra onun bunu anladığını hatta kendisinin de aynısını yaptığını farkettim. Bu beni şaşırtmıştı. Bir süre sonra ise... 'Hakkımdaki tahminlerin neler bakalım Berceste?' diye sordu."


"Berceste..." diye tekrarlayan Burak devam etti.


"Farsça bir kelime değil mi? Anlamı 'Bir şiirdeki en güzel dize ya da beyit' demek diye hatırlıyorum. Ama isim olarak kullanıldığı anlamı bilmiyorum."


Fark ettiği gerçek ile Hilal'e bakan adam şaşkınlık dolu bir sesle konuştu.


"Farsça?" 


"Evet! Farsça bildiğimi söylemiştim."


"'Küçükken Farsça bir şiir kitabı buldum ve dil çok hoşuma gittiği için de öğrendim' demiştin." dedi Burak kızı onaylayarak.


"O kitabı tesadüfen bulmamıştım. İnternette Berceste kelimesini araştırırken, Farsça Bercestelerden oluşan bir kitap gördüm. Sonraki günlerde tüm kütüphanelerde, sahaflarda o kitabı aradım. En sonunda İdris adındaki yaşlı bir amcanın sahaf dükkanında buldum. Oldukça eski bir kitaptı. İdris amca farsça bildiğini ve beyitleri çevirebileceğini söylediğinde bunu kendim yapmak istediğimi söyledim. O da benden bir hafta sonra gelmemi istedi. O zaman gittiğimde bana bir defter hediye etti. Farsça beyitleri boşluklarla yazmış. Farsça kursuna gittiğim zamanlarda, her öğrendiğim kelimeyi İdris amcanın verdiği defterde ilgili kelimenin altına yazarak, beyitleri türkçe haline getirdim. Bulmaca gibiydi. Geçti o defter sadece o günlerin bir hatırası olarak kaldı. Her zaman orijinalinden okudum o şiirleri. Anlamadığım zamanlarda bile..."


"Bir hitaptan bir dil. Bunu da ancak sen yapardın zaten Kelebek." dedi Burak gülümseyerek.


Hilal, bu iltifat karşısında utanarak bakışlarını kaçırdı. Bu durum Burak'ın gülümsemesinin büyümesine sebep oldu.


"Peki ondan sonra ne oldu? Sana Berceste dedikten sonra?"


"Tabii ki de o gün hitap ilgimi çektiğinde 'Berceste?' diye sordum. Bana 'Seçilmiş, beğenilmiş' anlamına geldiğini söyledi. Sonrasında da 'İçimden bir ses, senin de bir seçilmiş olduğunu söylüyor. Haksız mıyım?' demişti. Gerçekten bayağı bir afallamıştım. Onu izlediğimi anlamakla kalmamış, benim o zamana kadar lanet olarak gördüğüm analiz yeteneğimi ödüle çevirmiş ve bana Berceste (seçilmiş) demişti. İlk defa... Birisi düşüncelerime, hislerime önem vermişti. Hiç tanımadığım, beni hiç tanımayan o adam bir anda çok yakın gelmişti bana. Ona neden böyle düşündüğünü sordum. Yani, dedim yaa... O zamana kadar hiçbir yetişkin bana inanmamış, beni anlamamıştı. Dudaklarında bir gülümseme belirdi. Bana değerli olduğumu söyledi. Sadece seçilmiş insanların bu tarz bir yeteneğe sahip olduğunu fakat eğer bu yeteneği, hisleri yok sayarsak onların bize küseceğini söyledi."


"Tanımadan sevdim... Bazen, kaybolan çocuklara böyle yetişkinler lazım oluyor. Zamanında, beni de kaybolduğum yerden çıkartan birisi vardı. Ona olan minnetimi ömür boyu ödeyemem. Şu an karşında bu şekilde durabiliyorsam onun sayesinde. Bana çok destek oldu."


Hilal, karşısındaki adama gülümsedi. Kendisini böylesine anlayan adama verdiği değer, paha biçilemezdi.


"Sanırım senin de bu şekilde karşımda durmandaki en büyük etken o."


Genç kız başı ile Burak'ı onayladı.


"Öyle. Hatta... Sürekli yaptığım alıntıların da en büyük nedeni o. O gün Shannon L. Alder'dan bir alıntı yapmıştı. 'Hayattaki en büyük pişmanlıklardan biri, kendiniz olmak yerine, başkalarının istediği bir bireye dönüşmektir.' demişti. Sonra da o alıntı üzerinden devam etmişti. 'Bir şeyi, sırf başka insanlar yapman gerekiyor dedi diye yapma. Hislerini saklama, düşüncelerini saklama. Tabii ki her gördüğünü herkese söyleme. Bazıları bunu kaldıramaz ama... Bu yeteneğini asla kötü bir şey olarak görme. Omuzların düşük oturma, bir yerlerde saklanma mesela. Kendinden emin ol! Her zaman kendi doğrularına güven, kendine inan. En önemlisi de sevdiklerinden asla düşüncelerini gizleme. Sevdiklerine verdiğin değerin hakkını ver. Yok yere gurur yapma ve en önemlisi... Sevdadan korkma Berceste. Sevda, korkulmayacak ya da hiçe satılmayacak kadar güzel bir duygu."


Derin bir nefes alan Hilal arkasına yaslandı ve elindeki kalem ile oynamaya başladı.


"Bana verdiği nasihatı kendi pişmanlıklarından kaynaklandığını anlamıştım. Sürekli 'Keşke o gün aklımdan geçen soruları sorsaydım, onunla biraz daha konuşsaydım.' diyorum. Sözleri, canımı yakmıştı. Söyleyiş şekli... Gözlerini görmesem de o gözlerin acı dolu olduğundan eminim.

Onun bana yardım ettiği gibi ben de ona yardım etmek istemiştim. Gerçi... Kaçarcasına gitti. Sanırım parkta karşılaştığı herhangi bir kıza böylesine şeyler söylemeyi beklemiyordu."


Düşünceli gözlerini Burak'a çeviren Hilal o güne geri gitmişti.


"Hadi bir oyun oynayalım diyerek parktaki kişileri sormuştu bana. 'Sence bu neyi sever, ne yapar?' diye. Bir süre oynadık. Her yanıtım ile şaşırdığını hissettim. Bana 'Bu kadar yetenekli olmanı beklemiyordum.' dedi. Hani... Yürümeye yeni başlayan bir çocuk her ayakta durduğunda ebeveynlerinin takdirini almak için onlara bakar ve 'Aferin benim yavruma!' dendiğinde mutlulukla dört döner yaa... Aynı öyle hissetmiştim kendimi. Böyle her şeyi yapabilecek güce sahipmişim gibi, yenilmezmişim gibi."


Burak, kızın heyecanı karşısında gözlerindeki sevgiyi gizleyemeyerek ona baktı.


"Gözlem, alıntılar, Farsça, salıncak, sevdiklerine verdiğin değer, özgüven ve kararlılık..." diye mırıldanan Burak devam etti.


"Gerçekten de seni sen yapan o olmuş."


Hilal'in dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi.


"Keşke onunla tekrar karşılaşma şansım olsaydı."


"Adı neydi?" diye sordu Burak. O adamı bulmak ve karşısındaki kızı mutlu etmek istiyordu.


"Bilmiyorum." diye mırıldandı Hilal hüzünle.


"Bilmiyor musun?" 


"Sormadım. Bana ismimi sorsaydı, ben de sorma cesaretini gösterirdim ama... Sormadı. Bu yüzden de bilmiyorum. Yaklaşık iki saat boyunca konuştuk. En sonunda giderken 'Bu yaşına rağmen insanları analiz etmede çok iyisin. Bunu lanet olarak görmen, yeteneğine haksızlık olur. Onu geliştirmelisin ve ileride yararlı işler yapmalısın.' dedi. Ben de 'Ne yapabilirim ki?' diye sordum."


"Ne dedi?" diye soran Burak'ın sesi meraklı çıkmıştı. Genç kız kendisini böylesine ilgiyle dinleyen adama bir gülümseme bahşetti.


"İstediğin herhangi bir şeyi yapabilirsin. Yeter ki... Vatanına bir katkın olsun.' dedi. Bilirsin vatan deyince akla ilk gelen asker oluyor. O günden sonra annemin başının etini yedim. Sürekli 'Ben asker olacağım.' deyip durdum. Ama izin vermedi. Beni sokakta bulmadığını, tehlikeye göndermeyeceğini söyleyip durdu. Belki kendince haklı ama... Bana güvenmesini isterdim, bana destek olmasını. O günden sonra kendimi bir şekilde hep o parka giderken buldum. Belki... Yine gelir diye. Gelmedi... Ben de çoğu zaman yalnız kaldığımı hissettiğimde ya da etrafta birilerinin varlığını istediğimde kendimi orada, o bankta buldum."


"Bunca yıla rağmen, oraya gittiğinde gözlerin hâlâ onu arıyor değil mi?"


Burak'ın acı dolu gözler ile sorduğu soruya sessiz bir şekilde "Evet!" diye karşılık veren kız, cesaretini toplayarak ona baktı ve sordu.


"Peki sen? Senin, gittiğinde gözlerinin birilerini aradığı yer neresi?"


Soru üzerine yutkunan adam gözlerini kaçırdı. Hilal, cevap vermeyeceğini düşünürken adam konuşmaya başladı.


"Memleketim... Doğduğum, büyüdüğüm, ömrümün yarısını geçirdiğim yer."


Gözlerini tekrardan kızın gözleriyle buluşturan adam hüzünle gülümsedi.


"Senin yine 0.01'lik de olsa bir ihtimalin var. Benim o da yok! Beklediğin kişilerin asla gelmeyeceğini bilerek beklemek... İnsanın canını daha çok acıtıyor."


Hilal, yeşil gözlerdeki acı karşısında nefessiz kaldığını hissetti. Karşısındaki adamın acı çekmesini istemiyordu.


Burak, arkasına yaslanarak kıza baktı.


"Peki sorumun asıl cevabı?"


Adamın gözlerindeki acı hiç oluşmamışçasına kaybolurken, Hilal karşısındaki adamın kaç farklı yüzü olduğunu merak etmeye başlamıştı. Nasıl bir insan acısını böylesine ustalıkla gizleyebilirdi?


Adamın cevap beklediğini fark ettiğinde kendini toparladı.


"Onca şey anlattım... Hâlâ mı bir cevap bekliyorsun?"


"Evet... Sen böyle yaptıkça o cevabı daha çok merak ediyorum bu arada."


"Nasıl yaptıkça?" diye sordu genç kızı soru dolu gözlerle.


Öne eğilen Burak, kız ile arasındaki mesafeyi kısaltılmış oldu.


"Soruyu ilk sorduğumda... O ela gözlerinde bir ifade belirdi. Yani aslında en başında sorunun cevabını biliyorsun ama kaçmaya çalışıyorsun. Tekrar soruyorum... En büyük hayalin ne Kelebek?"


"Söylemek istemiyorum."


Hilal'in kesin sesi karşısında Burak kaşlarını kaldırdı.


"Vaov. Hilal Alacalı? Şu ana kadar hiç böyle bir tepki vermemiştin. Bu yaptığın merakımı körüklemektdn başka bir işe yaramıyor biliyorsun değil mi?"


Hilal, sessiz kaldı.


"Ne olabilir ki? Yani... Bana onca şey anlatırken bunu söylememenin nedeni ne ola..."


"Anne olmak..."


Gözlerini adamın gözlerine diken genç kız onun sözünü keserek konuştu.


Duyduğu cevap, Burak Kılıç'ın yüzüne tokat misali çarpmıştı. Asla böyle bir şeyi beklemeyen adam, büyük bir şokla kıza baktı.


Adamın bakışları karşısında gözlerini ondan kaçıran Hilal, masanın üzerindeki eşyalarını toplamaya başladı. Genç kız insanları, öyle bir şokun peşine gelecek duygunun, sevinç ya da mutluluk olmadığını bilecek kadar iyi tanıyordu. Ve adamın gözlerindeki diğer duyguyu görmek istemiyordu... Görürse kaldıramazdı.


Üniversiteye başladığı günden beri Hilal'in en büyük hayali anne olmaktı. Çocukları hep seven genç kız, günün birinde bir anne olmak istiyordu. Sevdiği adamdan olan çocuklarının annesi.


Burak ile tanışana kadar yanındaki kişi hep siyah bir siluetten ibaret olmuştu. Fakat o hayatına girdiğinden beri... Genç kız, mükemmel bir mutluluk tablosu sunan çekirdek aileleri gördüğünde, istemsizce Burak ve kendisi ile alakalı bir an hayal ediyordu.


Kesik bir nefes alan genç kız çantasını aldı. Burak, yerinden kımıldamamıştı bile.


"Pazartesi görüşürüz..." diye mırıldanan genç kız kapıya doğru birkaç adım atmıştı ki arkasından adamın sesini duydu.


"Yağmur yağıyor. Yürüyerek gitme..."


Arkasını dönmeden başı ile onu onaylayan Hilal, titreyen yüreği ile dışarı çıktı. İkisi de yağmuru seven kızın, yürüyerek eve gideceğini biliyordu.


Yağmura çıkan genç kızın gözleri daha fazla dayanamamış ve yaşları serbest bırakmıştı. Yağan yağmurun altında yürümeye başlayan genç kız refleksle gözündeki yaşları sildi. Şu an ağlaması gerçekten de çok saçmaydı. Burak hiçbir şey söylememişti bile... Kendi kuruyordu.


'Öyle olmadığını biliyorsun. Kaskatı kesilen bedenini, yumruk yaptığı elini görmemezlikten mi geleceksin?'


İç sesinin söylediği şey karşısında başını sallayan kız, sesli bir şekilde cevap verdi.


"Evet! Görmemezlikten geleceğim. Onu kaybedemem. Ya onunla ya da hiç."


🐺


O cumartesi günü İstanbul sokaklarında, yağan yağmurun altında saatler boyu yürüyen bir adam vardı. Yağmur durmuş olsa da o, amaçsızca dolaşmaya devam ediyordu.


Hilal'den sonra kütüphanenin duvarları üzerine üzerine gelen Burak, zorlukla kendini dışarı atmıştı. Uzun bir süre oradan oraya yürüyen adamın, hiçbir şeyi düşünecek hali yoktu. Tek istediği zamanı geri alabilmekti. Mümkünse 17 yıl önceye... Mümkün değilse de sadece 5 saat önceye.


"O soruyu neden sordum ki? Neden?" diye mırıldanarak ara sokağa girdi ve duvarın dibine çöktü. Sırılsıklam olan adam titriyordu... Fakat titreyen bedeni değil, ruhuydu.


"Üşüyorum. Ben... Böyle mi hissetmiştin baba? O gün anneme veda ettiğinde... Böyle aciz mi hissetmiştin? Bana o berbat gün demiştin ya 'Canın yandığında Geçecek oğlum! Bunlar da geçecek diyen kişi olmak isterdim. Ağladığında... Erkek adam ağlar mı? demek yerine Al omzum senindir demek isterdim' diye. Baba benim canım çok yanıyor. Bana 'Geçecek oğlum' diyemez misin? Ben... Onu bırakmak istemiyorum ama... Ondan hayalini de çalamam."


Gökyüzüne bakan Burak, yıldızları göremediğinde nefessiz kaldığını hissetti. Etrafa bakınırken az ilerideki terk edilmiş binayı gördü ve koşar adım içeriye girdi. Merdivenleri hızla çıkan adam çatıya çıkıp da gökyüzünü gördüğünde derin bir nefes aldı.


Yavaş adımlarla kenara gelip oturan adam, gökyüzüne baktı. Burak'ın çatılara ya da yüksek yerlere meraklı olmasının tek sebebi gökyüzüydü. Gökyüzünü değerlisi yapan o günü hatırlarken yıldızlara baktı.


7 yaşındaki Burak yine gökyüzündeki yıldızları izleyen babasını görünce bahçeye çıkarak neden sürekli gökyüzünü izlediğini sordu.


'Dilek'imi izliyorum oğlum.'


'Nasıl yani?' diyen oğlunu, gülümseyerek kucağına alan Yiğit 'Annen bir keresinde bana her yıldız kaydığında beni hatırla demişti. Hani yıldız kaydığında dilek tutar ya insanlar. Ben de... Annenin yanında olmadığı zamanlarda gökyüzündeki yıldızlara bakıyorum.'


'Yıldız kayarsa bu annemin de seni düşündüğü anlamına mı geliyor yoksa?' diye sordu Burak babasına bakarak. Yiğit Kılıç ise bu duruma kahkaha atarak oğlunun saçlarını karıştırdı.


'O zaman her salise yıldız kayması gerekirdi oğlum. Annen beni her an düşünüyor çünkü. Gökyüzündeki yıldızlar orada olduğu sürece... Annen beni düşünüyor olacak.'


'Ama yıldızlar güneş olunca gidiyor. Sabah olduğu zaman annem seni düşünmüyecek mi?'


'Sabah olduğunda yıldızlar gitmiyor ki. Sadece biz, güneşin çok parlak ışığından dolayı göremiyoruz. Fakat onlar her zaman orada.'


'Peki o zaman annem beni de hep düşünüyor mu?' diye sordu Burak. Sesindeki kıskançlık karşısında Yiğit oğluna gözlerini kısarak baktı.


Konuşmanın başından beri bahçe kapısında duran Dilek, olaya müdahale etmesi gerektiğini hissederek bahçeye çıktı. Öz oğlundan bile kendisini kıskanan kıskanç bir kocası vardı ne de olsa. Ellerindeki meyve tabaklarını masaya bırakan Dilek, kocasının yanındaki sandalyeye oturdu ve oğlunu kucağına aldı. Yiğit'in tek kaşını kaldırarak kendisine bakması üzerine ona 'Seninle sonra ilgileneceğim' bakışı atan genç kadın oğlunun yanağını okşadı.


'Ben seni her zaman düşünüyorum zaten oğluşum. Buna hiç şüphen olmasın. Ama bak babanın dedikleri çok hoşuma gitti. Hani diyorsun ya 'Emre'lere gittiğimde ya da dedemlerde kaldığımda seni özlüyorum anneciğim.' diye... Bugünden sonra beni özlediğinde yıldızlara bakabilirsin. Geceleri parıl parıl parlayan yıldızları gördüğünde benim de seni çok özlediğimi, seni düşündüğümü ve seni çok çok sevdiğimi hatırlarsın. Gündüzleri ise... Sen beni, yıldızları, görmesen de benim seni gördüğümü bilirsin. Ben anneyim. Oğlumu her yerde, her zaman görürüm.'


Bu fikri çok seven Burak, kocaman gülümsedi.


'Dış kapının mandalı olan ben, sizi baş başa bırakayım mı?'


'Baba yaa...' diyerek gülen çocuk tekrardan babasının kucağına geçti.


'O zaman şöyle yapalım mı? Gökyüzü bizim buluşma noktamız olsun. Birbirimizi özlediğimizde gökyüzüne bakalım. Olur mu?' diye sordu Yiğit.


'EVVEEET!' diye bağırarak sevinçle ellerini çırpan Burak masanın üzerindeki meyve kasesine uzanmıştı.


'Bu güzel fikirlerinizden dolayı... Size kocaman birer incir veriyorum.'


'Kasedeki 7 incirin 5'ini kendine sakladı resmen. Neyse... Az ötede ye bakayım kendi incirini Küçük Alfa.' diyen Yiğit, Burak'ın masaya dönerek incirlerini yemesini fırsat bilerek karısına yaklaştı ve mırıldandı.


'Ben de Büyük Alfa olarak kendi incirimi yiyeyim bari.' diyen adam karısının dudaklarından bir öpücük çaldı.


Adam geri çekildikten sonra koluna vuran Dilek, faltaşı gibi açılmış gözleriyle kocasına baktı.


'Çocuk üç adım ötemizdeyken ne yapıyorsun Yiğit?'


'Ben askerim bir şey olmaz. Sessizlik ve refleks benim işim. Durumu kurtarırım da... Oğlumuzun bu aralar fazla üç adım ötemizde olduğunu düşünen tek ben olamam değil mi karıcığım?'


Dilek, kocasının şikayetçi ses tonu karşısında güldü ve arkası dönük oğullarına bir bakış attıktan sonra eğilerek kocasını öptü.


'Hadi kalk annemlerle gidelim. Dönüşte Burak'ı da orada bırakırız. Mükemmel ötesi manipülasyon yeteneğimle kendi istemiş gibi yaptırırım ben. Şöyle bir 5 gün falan...'


'Yiğiiiit!' dedi Dilek kocasına gülerken.


'Ne? Kızım özledim ben seni yaa... Aklımdan hiç iyi şeyler geçmiyor bu aralar. Kısa süre sonra çocuğun yemeğine uyku ilacı katacabilirim, şimdiden haberin olsun. Sonra neden haber vermedin deme!'


'Delisin sen...' 


'Sana deliyim Bal Göz.' dedi sevgiyle gülümseyen adam. Bakışları karısının gözlerinde dolaşıyordu.


'Aslında sürpriz yapacaktım ama... Oğlumun akıbeti için söylemeliyim sanırım.' diye mırıldandı Dilek.


'Neyi?' diye sordu Yiğit merakla.


'Uludağ'da iki gün sonraya yer ayırtmış olabilirim.'


'Gerçekten mi? Dur dur sevinmeden önce... Bizim incir delisi bu sırada nerede olacak?'


'Yanımızda tabii ki. Ailecek tatil yaparız diye düşün...'


'Dileeeek!'


Sırıtan kadın kocasına baktı ve onu daha fazla delirtmemek için gerçeği söyledi.


'Annemlerde kalacak. Hem Sinan da geliyormuş haftaya... Sıkılmaz yani.'


'Haftaya?.. Kaç günlük bir tatilden bahsediyoruz acaba karıcığım?'


'1 haftalık bir tatilden bahsediyoruz kocacığım.'


'HADİ BEE!' 


Yiğit'in yüksek sesli sevinç nidası karşısında Burak onlara döndü.


'N'oldu baba?' 


'Evet n'oldu kocacığım?' diyen Dilek gözlerindeki parıltılar ile ona bakıyordu.


'Yıldızlar bir anda daha çok parlamaya başladı da... Ona sevindim oğlum.'


Gökyüzüne bakan küçük Burak, kısa süre sonra başını iki yana salladı ve üzgünce babasına baktı.


'Yıldızlar aynı ama. Bazen gerçekten seni hiç anlamıyorum baba.' diyen çocuk biten incirlerinin yerine yenisini almak için eve girdi.


Oğlunun arkasından bakan Yiğit bilmiş bir şekilde 'İleride anlarsın oğlum!' diye mırıldandı. Sonrasında da oğlunu takip etmeyi bırakarak karısına yaklaştı.


'Demek bir hafta...'


Gökyüzüne bakan Burak mırıldandı.


"Beni sizin özleminizle bıraktınız gittiniz. Sizden bana kalan tek şey, bu gökyüzü konuşmaları oldu."


Bakışlarını aya çeviren adam hafifçe gülümsedi.


"Sayenizde gökyüzü benim için çok değerliydi. Ve kadere bakın ki... Karşıma gökyüzünden birisi çıktı. Sizi özlediğim her seferinde yıldızlara, onu özlediğim her seferinde de aya bakıyorum. Sorun şu ki... Ben onu özlemek istemiyorum. Hep yanıma olsun istiyorum."


Derin bir nefes alan Burak yutkundu.


"Ne yapacağımı bilmiyorum. Öyle bir olaya tanık olduktan sonra... Mutlu olabilir miyim ki? Bir... Bir aile kurabilir miyim? Bildiğim tek ailenin gözlerimin önünde parçalandığını görmeme rağmen... Her şeyi boş verip sil baştan başlayabilir miyim?.. Çok benziyoruz. Size öylesine çok benziyoruz ki bu durum beni delirtiyor. Ya sonumuz da aynı olursa?"


Yumruk yaptığı eliyle oturduğu taşa vuran Burak, çaresiz bakışlarla yıldızlara baktı.


"Şu an... Bir cevaba gerçekten de çok ihtiyacım var. Merak ettiğim sorunun cevabına çok ihtiyacım var. Bana cevap verebilmeni isterdim. Hiç... Hiç pişman oldun mu baba? O lanetli günde... Annem ile bir aile kurduğuna pişman oldun mu?"


Yanağından süzülen yaş silen adam, usulca konuşmaya devam etti.


"Ben... Hilal hayatıma girdikten sonra o günkü olaya bakış açım değişti. Eskiden o günü hep bir evlat olarak değerlendiriyordum fakat şimdi... Şimdi bir erkek olarak bakıyorum ve... Ona bir zarar gelmesi düşüncesi beni çıldırtıyor. Bencillik edip onun yanında olursam, onu kendi ellerimle ateşe atacakmış gibi hissediyorum. Ben... Gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum" diye mırıldandı Burak çaresizlik dolu bir sesle.


Bir süre orada öylece oturan adam, sorduğu soruların cevapsız olduğunu fark etti. Asla cevaplarını alamayacaktı. Son kez yıldızlara baktıktan sonra, bir aydır ev niyetine kullandığı binaya doğru yola çıktı.


🐺 


Pazar gününü karanlıkta cevapsız sorularıyla baş başa geçiren Burak, pazartesi günü dakika başı saate bakıyordu.


Kütüphaneye gidip gitmemek arasında bocalayan adam ne yapacağını düşünürken, bacakları ondan önce karar vermiş ve kendini kütüphaneye -Hilal'e- giderken bulmuştu.


Tüm kütüphaneyi arayarak kızı bulamadığında endişeli bir şekilde onu aramıştı. Kızın uykulu sesini duyduğunda ise dudaklarında bir gülümseme belirmişti.


Yaptıkları konuşmadan sonra yine dakikalarca yürüyen adam, eve ulaştığında tüm odayı yerle bir etmiş ve canından can alan o kararı vermişti.


Hilal, kendisi gibi bir enkazdan çok daha fazlasını hak ediyordu. Her gece geçmişinde yaşayan Burak, Hilal'i üzerdi, çok üzerdi. Bir gün en büyük hayalini, ondan çalacak kadar çok hem de...


Şimdiki Zaman


Yere oturan Burak, kıza değen her yağmur parçasını parçalamak istiyordu. Bünyesi hassas olan kızın hastalanabileceği düşüncesi onu mahvederken çaresizce fısıldadı.


"Gidemem ki yanına..."


Az önce gördüğü ufak kare, pandoranın kutusunun açılmasına neden olmuştu. Ve sonunda Burak'ın gizemli kabusları anlam kazanmıştı. Artık reddedecek bir şeyi kalmayan adam, bir süredir gördüğü ve hatırlamadığı kabuslarını artık hatırlıyordu.


Keşke hiç hatırlamasaydı!


Yeni kabuslarında... O dolaptan çıkan kişi kendisi değildi. Bazen kendisine benzeyen yeşil gözlü bir erkek çocuğu, bazen de kelebeğine benzeyen ela gözlü bir kız çocuğu...


Ellerini yumruk yapan adam, öfkeyle bağırarak sağ elini yere vurdu. Kabusları kademe kademe beterleşiyordu.


Dün gece bağırarak uyandığı kabusundan sonra camın yansımasından kendisine bakan yeşillerin, neden öyle kötü olduğunu şimdi anlamıştı Burak.


Dünkü kabusunda... O şerefsizler, dolapta saklanan küçük kızın hıçkırığını duymuş ve onu kolundan tutarak dolabın içinden çıkartarak sert bir şekilde yere fırlatmışlardı.


Hatırladığı sahneyle nefes alamadığını hisseden Burak, elini boğazına götürdü.


Yağmur, olanca şiddetiyle yağmaya devam ederken adamın gözlerinden akan yaşları da ardına katıyordu.


Burak, dün gece şanslıydı. Tam o anda uyanmış ve o lanet kabusun devamını da görmemişti. Sorun... Her gün, gördüklerinin üzerine yeni bir şeylerin eklenerek katlanmasıydı.


Kabusları, şekil değiştiren bir parazit gibiydi. Her geçen gün daha da çok zekileşen ve yavaşça ruhunu istila eden bir canlıydı sanki. İçten içd Burak'ı tüketiyordu.


Genç adam, bakışlarını genç kıza çevirdi.


Burak, en başından beri aile olma düşüncesinden kaçıyordu.


Çünkü Alfa ve Kelebeğin, Alfa ve Bal Göz'den tek farkı... Küçük bir Alfa'ydı. Belki de küçük bir Asena...


Yapbozdaki tek eksik parça... Bir çocuktu.


Ve Burak, bu yapbozu tamamlamamak için her şeyi yapardı.


Yapamayacağı tek bir şey vardı... O da sevdiğinden hayalini çalmaktı. En mutsuz anında olsa bile küçük bir çocuk gördüğünde gülümseyen kıza bunu yapamazdı.


İlk tanışmaları da ufak bir bebek sayesinde olmamış mıydı zaten? Hiç tanımadığı ufaklığı kurtarmak için canını tehlikeye atmamış mıydı genç kız?


Burak, sevdiğine bunu yapamazdı. Ondan bu hakkı (ç)alamazdı.


En büyük tabusu 'Baba olmak.' olan adam, en büyük hayali 'Anne olmak.' olan kadına aşık olmuştu.


Ve bir çocuk bile bu denklemin çözümünün ne derece imkansız olduğunu bilirdi.


🐺 


Burak ruhsuz gözleriyle, Yağız'ın koşar adım Hilal'in yanına gelmesini izledi. Kıza bir şeyler söyleyen adam, ölüden farksız olan kızı ayağa kaldırdı. Burak ise sadece izledi.


Ayağa kalkan Hilal'in sendelemesi üzerine onu kucağına alan Yağız, bakışlarını etrafta gezdirdi. Burak'ın durduğu yeri bulduğundaysa çok hafifçe başını iki yana salladı. Ayan beyan orada olduğunu belli etmemesinin tek sebebi Hilal'e bu durumu çaktırmamaktı.


Burak, acı bir şekilde güldü. Yağız'ın bu çabası boşunaydı. Hilal, adamın orada olduğunu adı kadar iyi biliyordu. Genç kız, adamın varlığını her zaman hissederdi.


İkili uzaklaştığında zorlukla ayağa kalkan Burak, bacaklarının titrediğini hissetti. Sersem bir şekilde birkaç adım atan adam, sert bir fren ve güçlü bir korna sesi duydu. Bu durum karşısında mimik bile oynatmayan Burak, o tarafa dönmeden yoluna devam etti. Yol hakkı kendilerinde olan sürücülerden de birkaç uyarı kornası gelse de, bu durum adamın gram umrunda değildi. Transa geçmiş gibi olan Burak, sonunda Hilal'in oturduğu banka ulaştı.


Bankın üzerindekini gördüğünde ise yenilmişlikle gözlerini kapattı. Titreyen eli ile bankın üzerindeki yıldızlı bilekliği alan Burak, kendisini taşımayan bacaklarından dolayı bankın üzerine çöktü.


Elini bilekliğin üzerinde gezdiren adam gökyüzüne bakarak olanca gücüyle haykırdı.


Her şey bitmişti! 


Rüya bitmişti... 


Loading...
0%