Yeni Üyelik
47.
Bölüm

47. Bölüm- Peki Şimdi Biz Neyiz?

@yasminiesa

"Yani o gün beni buraya getirdiğinde, aslında dünyana almıştın." diye mırıldandı Hilal gökyüzüne bakarken.


Kızın elini sıkan adamın dudaklarında bir gülümseme belirdi.


"Seni gerçek anlamda dünyama kabul ettiğim gün, her şeyi kabullendiğim gün... Fuları bulmamdan sonraki gündü aslında. Seni tanımak istiyordum. Seninle konuşmak istiyordum. Ağaç gördüğümde istemsizce aklıma üşüşen o cesur stajyer yanı başımdaydı ve ben... 3 yıl önce yaptığım gibi kaçmak istemiyordum. O fuları bulduğum gece, kulağımda söylediğimiz şarkılar, elimde... Elimde fuların uyuyakalmışım. O gece kabus görmedim. Söylemiştim zaten o zamanlar sayende kabus görmediğimi... O gün, yıllar sonra ilk defa Gökyüzü Sohbetleri'ni tekrardan yaptım. Annemle babama, seni anlattım. Ela gözlü Hilal'i..."


Derin bir nefes alan Burak, bakışlarını karşısındaki manzaraya çevirdi. Uzun bir süre sessiz kaldığında Hilal, adama döndü.


"Neyi anlatamıyorsun?.. O günü mü? Sahilde bıraktığın gün de var. Hangi birini çözeceğiz şu an? Ben... Elim elinde de olsa, kalbim kalbinde de olsa... Hâlâ çok kırgınım Burak. Hâlâ kızgınım! Beni sevdiğini söylemen kilidi açmış olsa da... O hislerimi, yaşadıklarımı, döktüğüm gözyaşlarını unutamıyorum. Yaşanan, anlatılan onca şeye rağmen gitmen... Tamam ben de yaptım o hatayı. Korktum! Seni kaybetmekten korktum! Bu yüzden de kaçtım ama... Bu kaçış sadece 5 gün sürdü. 15 gün değil... Ben..." derin bir nefes alan Hilal elini kalbine götürdü.


"Buram acıyor benim Burak. Çok acıyor..."


Kızın sessiz haykırışını duyan adam çaresiz bir sesle konuştu.


"Acımasın... Acıttığım gibi onarmasını da bilirim ben. Sana bunları yaşatmayı asla istemezdim Kelebeğim. Ömrümün sonuna kadar pişmanl..."


"Sen kalbimi, bütün benliğimi benden çaldın... Berbat günler geçirdim. Ruhsuz bakışlarla, sahte gülümsemelerle dolaştım. Sevdiklerimin hepsinin gözlerinde endişe ve çaresizliği gördüm fakat hiçbir şey yapamadım... Hırçınlaştım, sürekli çıkıştım, benliğimden çıktım! Sana çok kızgınım. Fakat öyle şeyler yapıyor öyle şeyler söylüyorsun ki... Seni sevmekten başka bir şey de yapamıyorum. Gerçi... Hiçbir şey yapmasan da seni sevmeye devam ederim. Ettim de... Ben, beni ezip geçen adamı sevmeye devam ettiğim için kendime kızdım. Kendime kızmama sebep olduğun için de sana kızdım. Sen..." derin bir nefes alan Hilal isyan dolu bakışlarla adama baktı.


"Aklım almıyor yaa. Ben, seni bu kadar çok severken... Nasıl gittin? Beni severken demiyorum bak... Seni severken nasıl gidebildin? Bana bunu nasıl yapabildin? Düşünüyorum, düşünüyorum ama... Cevabını bulamıyorum. 'Hava güzel ama sallanırken üşürsün. Bu yüzden hırkanı al' diyen adam... Beni sağanak yağışın ortasında saatlerce bıraktı. Kaç tane serum yedim biliyor musun sen? Bir ara tek öğünüm çorba, ilaç, serum üçlüsüydü..."


Başını öne eğen Burak, pişmanlıkla dolu bir nefes aldı.


"Ben..."


"Tek bir şey soracağım. Bir daha olsa... Yine aynı şeyi yapar mıydın? Şu an değil! Zamanı geri alabilsek, gittiğinde bunların yaşanacağını bilsen... Yine de gider miydin?"


Burak, soruya cevap vermedi... Ve herkesçe bilinen bir şey vardı ki, sükut ikrardandı. Bunun bilincindeki Hilal elini çekti.


Kızın elini çekmesi ile boşta kalan eline bakan Burak acı dolu bakışlarını kıza çevirdi.


"Ben... Benim çözümlemem gereken şeyler vardı."


Hilal'in dudaklarında alaycı bir gülüş belirdi.


"Bu yüzden de o yağmurda beni bırakt..."


"İNKAR EDEMEDİM!" 


Burak'ın kendine olduğu belli olan haykırışı, önlerindeki uçurumda yankılanarak kendilerine geri döndü.


Adamın ses tonu ve bakışları karşısında kesik bir nefes alan kız, olayın basit bir şey olmadığını fark etti. Söz konusu Burak olduğunda ne basit olmuştu ki zaten...


Cevaptan korktuğunu hissederek "Neyi?" diye fısıldayan Hilal, adamın yumruk yaptığı eline baktı. Hızlı hızlı nefes alıp verdiğini gördüğünde ise istemsizce mırıldandı.


"Hem... Sanırım o kadar gün boşuna geçmiş. Çözememişsin sorununu."


Kızın cümlesini duyan Burak, bedenini hafiften Hilal'e doğru döndürdü. Bakışlarından ciddiyet akan adam kendinden emin bir sesle konuşmaya başladı.


"Boşa geçmedi! Eğer boşa geçtiğini hissetseydim... Az önce sorduğun soruya 'Yine olsa asla öyle yapamazdım!' derdim. Sana yaşattıklarıma pişman olsam da... Yaşanması gerekiyordu. Yaşanmasaydı şu an yanında olamazdım, yine kaçardım. Ancak bundan sonra kaçmak yok! Ben artık... Mutlu olmaktan korkmak istemiyorum."


Burak'ın ses tonundaki bir tını Hilal'in kaşlarını çatmasına neden oldu.


"Bu ne demek?" 


"Konuşmamız gereken çok şey var. Anlatmam gereken o kadar çok şey var ki. Ve ben... Nereden başlayacağımı bilemiyorum."


"En başından başlamaya ne dersin? Düğümleri yavaş yavaş çözelim. Böylelikle... Hikayenin sonunda, gittiğin yerde, seni biraz daha haklı bulabilirim."


Derin bir nefes alan Burak konuşmaya başladı.


"Ben... Tellere takılmış uçurtmalar misali geçmişte takılı kalmıştım. Sonra sen geldin ve o uçurtmayı tellerden kurtarmak istedin. Bunun için çok çabaladın. Sonunda başardın ama... Ellerin yara oldu. Kolun, yüzün, elin çizildi be Kelebeğim. Kalbin... Kesiklerle doldu. Kanıyorsun, seni kanattım... Ruhunu kanattım ben. O bembeyaz ruhun benim yüzümden hep çizik dolu şu an. Ve sorun şu ki, ben sana 'Her şey bitti. Artık geçti.' diyemeyeceğim. Çünkü her şey yeni başlıyor. Asıl savaş, bu saatten sonra..."


"Tüm bunları öyle bir pişmanlıkla söylüyorsun ki... Sevdiğini söyledikten sonra 'Bizden olmaz bu yüzden de vedalaşmaya geldim!' diyeceğini düşünmeye başladım."


"Seni sevdiğim için pişman değilim. Hayatıma girdiğim için asla pişman değilim. Ama... Sen pişman olabilirsin. Şimdiye kadar olmadıysan da tam şu an... Olabilirsin!"


"Neden?" 


"Ben... Çok düşündüm. Ciddi anlamda! Eğrisini doğrusunu her şeyini...Her şeyi ile. Biliyor musun? Ben... Ben artık yarını hayal ediyorum. Geleceği belli olmayan yarın için hayal kuruyorum. Hatta bu yüzden, bugünü düzgün yaşayamıyorum. Sorunun hep geçmiş olduğunu zannetmiştim ama... Değilmiş."


"Değilmiş? Sorun geçmiş değilse... Ne?"


Ağzını açan Burak, tekrardan geri kapattı. Hilal'e tüm olanları nasıl anlatacağını gerçekten de bilmiyordu.


Hilal, yaşadıkları onca ânı düşünmeye başladı. Sorun geçmiş değilse ne olabilirdi ki? Yani geçmişten daha büyük bir olay...


"Gelecek mi?" diye fısıldadı genç kız aniden.


Kızın sorusunu duyan Burak, derin bir nefes aldı. Anlatmak çok zor olacaktı.


"Nedeni geçmiş olsa da... Evet gelecek! Neden, sonuca etki etti. Hem de... Çok çok fazla..."


"Burak... Ben hiçbir şey anlamıyorum."


Derin bir nefes alan adam, bakışlarını önlerindeki uçuruma çevirdi ve sessiz bir sesle sordu.


"Hatırlıyor musun? Yine bir yağmurda yürüyüp hastalandığın günü..."


"O günü unutmam... Mümkünmüş gibi sordun." diye mırıldandı Hilal.


O günden sadece iki gün sonra Burak operasyonu gerçekleştirmişti. Hilal'in hayatının dönüm noktası olan o günleri unutması mümkün değildi.


"Peki... O gün o yağmurda yürüme sebebin neydi?" diye sordu Burak.


"Ben yağmurda yürümeyi seviyorum o yüzden..."


"Hilal?" diyen adam, ciddi bakışlarını kıza çevirdi.


Adamın gözlerine bakan Hilal, kastedileni anladığından bakışlarını ellerine çevirdi ve yutkundu.


"Sorun... O gün söylediğim şey mi? Ben... Aslında..."


"Babanın şirketine girmiştim!"


Beklemediği bu cümleyle hızla başını adama çeviren genç kız, büyük bir şokla sordu.


"Ne?" 


"Ben... O fularla uyandığım gün, seni tanımak istediğim gün, sana bunu yapamayacağımı fark ettim. Bu yüzden de Alacalı Şirket'e girebilmek için yollar aramaya başladım. Şirket çalışanlarını araştırırken kızı hasta olan bir adam..."


🦋


Büyük bir şaşkınlıkla adamı dinleyen Hilal, yine aynı şaşkınlıkla sordu


"Sen... Ama... O zaman neden o gün benim üzerimden hırsızlığı gerçekleşt..."


Cümlesini tamamlayamayan kız sustu. Gerçek, sert bir kaya misali tüm benliğine çarpmıştı.


Nedeni o gün söylediği şeydi. En büyük hayali...


Ne demesi ne yapması gerektiğini bilemeyen kız, bakışlarını karşılarındaki manzaraya çevirdi. Belki de hayatında ilk defa, nasıl bir tepki vereceğini bilemiyordu.


Burak da, bakışlarını Hilal gibi karşılarındaki şehre ve denize çevirdi. Bulundukları tepeden her şey küçücük gözüküyordu.


İnsanlar küçüldükçe sorunları da küçülür müydü acaba?


İç geçiren Burak gözlerini kapattı. Öylesine karmakarışık hissediyordu ki... Aklındakileri sözlere dökmeye korkuyordu. Çünkü söyleyeceği her kelime ile yanındaki kızı daha fazla incitecekti. Yine de, konuşması gerektiğinin bilinciyle gözlerini açtı ve kızın yandan gözüken profiline baktı.


"O konu... Hilal, ben 11 yaşından beri her güne 'Bir aile kurmayacağım!' diyerek başlıyorum. Sence şu zamana kadar Sevda annem ve anneannem beni birileriyle tanıştırmaya kalkışmadılar mı? Ya da ara sıra söylenerek alttan alta laf sokmadılar mı?.. Yaptılar! Hepsinde tersledim, konuyu kapattırdım. Bu konuya olan hassasiyetimi anladıklarında, istemeyerek de olsa sessiz kalmayı öğrendiler, karışmadılar. 3 yıl önce... Seninle ilk tanıştığımızda ben..." duraksayan Burak tebessüm ederek bedenini kıza döndürdü.


"Seni tanımak istedim! Zeki bakışlarla beni inceleyen ela gözleri tanımak, gözlerindekileri sözlerinden dinlemek istedim. Korksan bile korkunu belli etmeden soğuk kanlı durman, hiç tanımadığın bana sorgusuz sualsiz güvenmen... Şu ana kadar onlarca kişiyi kurtardım ama... Hiç kimsede, senin bana güvendiğinde hissettiklerimi hissetmedim. Elimi tuttuğunda kalp atışlarımın hızlandığına yemin edebilirim. Ben..."


Duraksayan Burak yutkundu ve kısık bir sesle devam etti.


"Ben... O şerefsizlerden birini vurduğumda, o tarafa dönmek istediğinde ne yaptığımı bile anlamadan gözlerini kapattım. Çünkü istemiyordum! Benden korkmanı istemiyordum. Soğuk kanlı bir şekilde birinin canını aldığımı görmeni istememiştim. O ela gözlerin bana korkuyla bakma düşüncesi bile canımı acıtmıştı."


"Hayatımı kurtaran kahraman askerden korkmazdım ki ben..." diye mırıldandı Hilal, sevgiyle adama dönerek.


Başını hafifçe sallayan adam tebessüm etti.


"Biliyorum... O gün elimi bırakmadığında bunu anladım zaten. O kriz anıyla öylesine mükemmel bir şekilde başa çıktın ki... Aslında daha o anda vuruldum ben sana Kelebeğim."


Derin bir nefes alan adam, o günü hatırlayarak konuşmaya devam etti.


"Ağaca çıkmadan önce bana sarıldığında, kendimi çok garip hissetmiştim. O zamana kadarki bütün operasyonlarımda ölme isteğiyle oldukça ihmalkar davranan ben, o gün dünyanın en dikkatli insanıydım biliyor musun?.. Çünkü o ela gözlü cesur kızın üzülmesini istemiyordum ve bana bir şey olursa üzüleceğini biliyordum. Çünkü o kız bana 'Dikkatli ol!' demişti ve ben de onun bu isteğini yerine getirme isteğiyle yanıp tutuşmuştum. Sonrasında yaptığımız telefon konuşmasında... Kahkaha attığımı duyan dayımın şaşkın bakışları dün gibi aklımda. Seninle konuşmak öylesine keyifliydi ki... İstemsizce gülümserken buluyordum kendimi. Arada parlaman, kendinden asla taviz vermemen, o elaların çakmak çakmak olması..."


Başını önüne eğen Burak, kısa süre sonra ilgiyle onu izleyen kıza döndü.


"Ben aşkın ne olduğunu biliyorum Hilal. Küçükken bile... Aşkın varlığına her zaman inanıyordum. Babamın anneme, annemin babamın bakışlarında görmüştüm onu. En büyük isteğim de böylesine bir aşktı. Babama yüzlerce kez annemi ilk gördüğünde nasıl hissettiğini sormuştum. Her seferinde usanmadan dudaklarındaki gülümsemeyle anlatmıştı. O gün... Babamın anlattıklarını yaşadığımı biliyordum. 'Annenin bal gözlerini gördüğüm anda günün birinde onun helalim olacağını anlamıştım.' demişti. O ela gözleri gördüğümde aklıma ilk gelen 'Babam doğruyu söylüyormuş!' olmuştu."


Kalbinde koca bir ağırlık hisseden Hilal, sessizce adamı dinliyordu. Sonunda Burak istediği gibi çözülmüştü. Fakat konu hiç tahmin etmediği bir yere doğru gidiyordu.


Burak, düşüncelerini doğrularcasına konuşmaya devam etti.


"Eğer geçmişim yaşanmasaydı... O gün tuttuğum elini asla bırakmazdım. O telefon konuşmasının devamında olacaklardan kaçmazdım, seni arayıp bulurdum. Aslında... Başka şartlar altında tanışsaydık yine senden uzak kalamaz, geçmişime rağmen, tüm bunları yapardım. Fakat... O gün oradaki Efe faktörü... Beni durduran etken oldu."


Konuşmayı kesen Burak, kesik bir nefes aldı. Esen rüzgara rağmen içine çektiği hava ciğerlerine ulaşamıyordu. Adam, söyleyeceği kelimeleri özenle seçerek devam etti.


"Ben... Sen öylesine doğal hareketlerle Efe ile ilgileniyordun ki... Daha o an çocuklara olan düşkünlüğünü anladım. Az önce de söylediğim gibi... Benim bir aile kurma gibi bir niyetim yoktu. Yani... Bizden olmazdı! Bizim, ortak bir takvimimiz olamazdı. Bu yüzden ben de seni merak etsem de bu merakı yok saydım. Yıllar sonra... O kafede karşılaştığımızda, insanlara karşı mesafeli olma nedenini açıklayıp hüzünlendiğinde, o kızaran gözlerine dayanamadım ve seninle şarkı söylemeyi kabul ettim. O görev verildiğinde ise... Başkasının görev için bile olsa sana yaklaşma düşüncesi beni çıldırttı ve görevi aldım. Her şey gayet güzeldi. İçten içe bildiğim şeyi, bilmiyormuş gibi yaptım. Sonunda hayal muhabbetinde patlak verdi ve... Sırf bu yüzden soygunu senin üzerinden gerçekleştirdim. Benim bu yaptığım senin beni unutmanı sağlardı(!). Yine bu konu yüzündendi ekibe girdiğinde, seni kendimden uzak tutmak istemem. Birlikte bir geleceğimiz olamazdı. Fakat her şeye rağmen... Senden kendimi alamadım. O zaman da 'Ânı yaşayalım' dedim. Geçmişi ya da geleceği düşünmelim!"


Kıza dönen adam hüzünle gülümsedi.


"O yağmurlu günde, olanca kuvvetimle sana koşuyordum ben Kelebeğim. Öyle ki... Sırf trafiğe takıldı diye arabayı bulduğum ilk yere park ederek yanına koştum. Tam sana varıyordum ki... Sizi gördüm. Üzgün bir sen ve... Seni teselli etmek isteyen küçük bir çocuk. O berbat ruh haline rağmen o küçüğe güldüğünde... O an tüm inkarımın tükendiği andı. O an... En başından beri asıl savaşımın neden olduğunu anladığım andı. Hatırlamadığım kabuslarımı hatırladığım an..."


Boğazındaki yumruğu geçirmek için yutkunan Hilal, gözlerinin dolduğunu hissetmişti.


"Bunun... Burak bu konu için erken değil mi?" diye soran kızın sesi kısık çıkmıştı.


Hilal, bu çabasının beyhude olduğunu biliyordu aslında. Bu konu konuşmaları gereken bir konuydu.


Burak sevgi dolu yeşillerini, elalarla buluşturarak kızın elini eline aldı.


"Elini böyle sımsıkı tuttuğumda, sana seni sevdiğini söylediğimde sana bir söz verdim ben Hilal. Elbette önümüzde belirli bir yol var. Ama ikimiz de bu yolun sonunun evlilik olduğunu biliyoruz." dedi adam yumuşak bir sesle.


"Çocuk sahibi olmayı istemiyor musun?"


Hilal, böyle bir soruyu sormayı planlamıyordu aslında. Bir anda ağzından çıkmıştı ve soruyu soran sesi titremişti. Bunu duyan Burak, hüsranla gözlerini kapattı ve kızın elini biraz daha sıktı.


Gözlerini kırpıştıran Hilal, sağ yanağından düşen gözyaşını hissettiğinde, yanındaki adama belli etmeden hızlı hareketlerle onu sildi.


Bir asker olan adam ise, gözleri kapalı olmasına rağmen bu hareketi fark etmişti. Boğazı düğüm düğüm olan Burak, derin bir nefes aldı ve gözlerini açarak sevdiği kıza baktı.


Şu an... Hayatının en zor konuşmasını gerçekleştiriyordu.


Hilal'in bakışlarından kaçtığını fark ettiğinde acıyla gülümsedi. Bu kıza öylesine zarar vermişti ki...


Sevdiğine dürüst olmak isteyen adamın dudaklarından istemsizce şu kelimeler döküldü.


"Küçükken... 'Büyüyünce ne olacaksın?' diye soranlara nasıl cevap verirdim biliyor musun?"


Genç kız 'Ne?' diye sorarsa sesinin çatallı çıkacağının bilinciyle, başını iki yana sallayarak cevap verdi.


Gözlerini kapatan adam, fısıldarcasına konuştu.


"Babam!"


Hilal, duyduğu kelimeyle yanındaki adama döndü.


Gözlerini açan Burak, kızarmış yeşillerini kızın gözleriyle buluşturdu.


"Bunu duyan insanlar gülerdi. 'Tamam da baban olamazsın ki.' derlerdi. Ben de onlara 'Hayır olurum. Ben babam gibi... Mükemmel bir baba olacağım.' derdim. O küçücük yaşımda en büyük hayalim... Sahip olduğum aile gibi bir aileye sahip olmaktı. Babamın anneme bakışlarını kıskanırdım. Ben de günün birinde, birisine öyle bakmak isterdim. Annemler de bunun farkındalığıyla her seferinde bana takılırlardı. Bu yüzden de o gün konuşulan 'Gelecekteki gelinim!' muhabbeti ilk kez konuşulan bir şey değildi. Ama... Son oldu."


İki gözünden de birer damla yaş düşen adam, titrek bir nefes aldı.


"11 yaşına kadar bir aile kurmak isteyen o çocuk, 11 yaşından sonra hep 'Asla' dedi. 'Asla baba olmayacağım!.. Asla birini sevmeyeceğim!.. Asla bir aile kurmayacağım!'. Çünkü benim bildiğim o aile darmadağan olmuştu. Hem de öyle bir darmadağan ki... Geçen yıllara rağmen fotoğraflarımıza bakamıyorum. Çünkü aklımı dolduran sadece o acı dolu bakışlar oluyor. Acı dolu boş bakışlar..."


Gözlerini kapatan adam fısıldadı.


"Ya... Ya küçükken defalarca kez istediğim şey olur ve ailem gibi bir aileye sahip olursam... O zaman, sonu da mı aynı olur?"


"Alfa'm..." diye fısıldadı Hilal acı dolu bir sesle.


Bu hitabı duyan adam, gözlerini açarak kıza baktı.


"Sana demiştim yaa küçükken lakabım başkaydı diye... 'Küçük Alfa'ydı."


Duyduğu isim ile bakışlarındaki korkuyla adama bakan Hilal, Burak'ın başı ile onayladığını görünce kesik bir nefes aldı.


"Alfa babamdı. Kod adı: Alfa! 4 yıl önceki görevden sonra bu ad üzerime yapıştı. İlk başlarda karşı çıktım ama... Çoktan herkes öyle hitap etmeye başlamıştı bile. Ben daha ne olduğunu bile anlamadan bütün camia beni böyle tanıdı. Bir kez bir kod adını alırsan... Bir daha asla değiştiremezsin. Üç yıl önceki o günde, senden etkilenme sebeplerimden birisi de bana 'Alfa' demendi. Gerçekten her şey öylesine benzer ki... İstediğim oldu! Anneme benzeyen birini buldum, babama benzedim. Onlarınki gibi güçlü bir aşka sahibim. Şimdi sırada ne var? Her davada 'Acaba bu adam mı bizi mahvedecek kişi?' diye düşünmek mi?"


"Burak..." diye fısıldayan kızın gözlerinden usulca yaşlar dökülmeye başlamıştı.


"Ama doğru! Sıradaki o değil. Önce... Mutlu bir aile kurmamız lazım. Ondan sonra parçalanmasını bekleyebiliriz."


"Aşkım lütfen..." diyen Hilal artık hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.


Kızı kendine çeken adam, ona sımsıkı sarıldı. Gözlerinden yaşlar düşerken çaresizce fısıldadı.


"Ne yapacağım ben?.. Canım çok yanıyor. Deliler gibi korkuyorum. Hilal o gün benim en mutlu günümdü. Hayatımın en mutlu günüydü! Hayatının en mutlu günü cehenneme dönüşünce ne yapar insan?.. Her mutlu olduğumuz an korkuyorum. Mutlu olmaktan korkuyorum. Bir gün kabuslarımın gerçeğe dönüşmesinden korkuyorum. Bilmiyorum şu an sadece... Bizim onlara benzememizi engelleyen tek şeyin küçük bir çocuk olduğunu hissediyorum. Bu denklemin tek farklı faktörü o. Sanki o da tamamlanırsa... Denklem eşitlenecekmiş gibi hissediyorum."


Kızı bırakan adam, gözlerini kapatırken başını iki yana sallamaya başladı.


"Yok... Cık. Olmaz. Ben... Ben onların bir zarar görme düşüncesini bile kaldıramıyorum. Zarar görmelerindense, hiç olmamaları daha iyi."


Hilal, kafası karışmış bir şekilde adama baktı.


Neden çoğul konuşmuştu ki?


Burak'ın nefes alış-verişlerinin sıklaştığını fark ettiğinde, bu düşüncesini bir kenara bıraktı ve hızla sevdiği adamın ellerini tuttu.


"Bana bakar mısın Sevdiğim?" derken sesinde yoğun bir endişe vardı.


Kızın telaşlı ve korkulu sesini duyan adam gözlerini açtı. Yeşil gözlere bakan kız sevgiyle konuştu.


"Ne yapmamı istiyorsun? Ben... Seninle her şeye varım. Ama dediğim gibi seninle! İstediğin her şeyi yaparım. İstersen yine sadece anı yaşayalım. Kalıplar, kurallar, vasıflar falan umrumda değil. Yanında olacaksam... Geri kalan her şey teferruat."


Burak, kızınkine eş bir sevgiye sahip gözleriyle ela gözlere baktı.


"Ben... Tüm dünyaya seni sevdiğimi haykırmak istiyorum Kelebeğim. Elini tutarak 'Sevdiğimle, kız arkadaşımla tanışın!' demek istiyorum. Sadece ânı yaşamak istemiyorum... Gelecekle alakalı planlar yapmak istiyorum. Seninle 'Plan yaparken kimi düşünüyorsan, ona aitsin demektir!' sözünü yaşamak istiyorum... Erkek arkadaşın olarak ailenle tanışmak istiyorum mesela. Sonra... 'Beni hayata döndüren kişi işte bu güzel kız.' diyerek seni anneannem ve dedemle tanıştırmak istiyorum. Bir gün... Seninle Sakarya'ya gitmek istiyorum. Seni annemle babama götürmek istiyorum."


Kızın ellerini sıkan adam gözlerini kaçırdı.


"Tüm bunlara rağmen... Ben sana istediğin hayatı veremem Hilal. Senin istediğin hayat, benim tabum. Bu yüz..."


"İstediğim hayatın ne olduğuna kim karar veriyor?" diyerek araya girdi Hilal. Gözlerindeki ciddiyet sesinde hayat bulmuştu.


Kıza bakan adam hüzünle gülümsedi.


"İkimiz de biliyoruz ki sen... Sen çocukları çok seviyorsun ve..."


"Sen de çocukları çok seviyorsun!" diyerek adamın lafını tekrardan böldü Hilal.


İşte tam o anda Burak'ın gözlerinden öyle büyük bir acı geçti ki, Hilal gerçeği anladı.


Burak'ın asıl korktuğu Hilal'in günün birinde 'Ben çocuk istiyorum.' demesi değildi.


Burak'ın asıl korktuğu kendisinin böyle bir şeyi istemesiydi.


Aslında bunda garip bir şey de yoktu. Burak, en az Hilal kadar belki Hilal'den bile daha fazla çocuklara düşkündü. Eftalya ile aralarındaki ilişki olsun, CeyCey'ler olsun... Adamın onlarla nasıl anlaştığını hatırlayan Hilal, derin bir nefes aldı.


İsteyip de istemekten korkmak...


Hilal, bu çıkmazdan nasıl çıkabileceklerini bilmiyordu. İkili bir süre sessizce oturdu. İkisi de kendi iç dünyasında büyük bir savaş veriyordu.


"Sana anlatamadığım şeyler var." diye mırıldandı Burak.


Bunu duyan genç kız "Bana anlatamadığın çok şeyler var." demekten kendini alamadı.


"Haklısın!" diyen Burak'ın dudaklarında acı bir gülümseme belirmişti.


Genç kız, gözlerindeki hüzünle sevdiğine döndü.


"Şu an çok karışığım. O yüzden öyle dedim... Bana anlatmadığın ve ses tonuna bakılırsa da anlatamayacağın şey ne ile alakalı?"


Hilal'in sorusu üzerine içinden 'Miniğim' diye geçiren adam yutkundu ve sessizce konuştu.


"Geçmişle... Öğrendiğinde bana hak verebileceğin bir şey."


"Öğrenmesem de ben sana hak veriyorum ki Sevdiğim. Söylediklerini, nedenlerini..." diyen Hilal gülümsedi.


Burak'ın savaşları da, kaçtıkları da çok zordu.


Burak'ın bahsedemediği konuyu üstlemek istemeyen Hilal konuyu değiştirdi. Biraz muzip bir tonla konuşan kızın sesindeki bariz serzeniş hissediliyordu.


"Gerçi... Haklı olman, gittiğin için trip atmayacağım anlamına gelmiyor. İki hafta ortadan kayboldun resmen. Bu yüzden sana çok sinirliy..."


"Senin şehrindeydim."


Adamın cümlesini duyan Hilal, başını kaldırarak ona baktı.


"Bu ne demek?"


"Şu 15 günde... New York'taydım. Senin kütüphane günlerinde heyecanla bana anlattığın yerleri gezdim. Bir dahakine mutlaka beraber gitmeliyiz. O şehri, o parkı, kafeleri... Elin elimdeyken gezmek istiyorum."


Hilal, şaşkınca adama bakakalmıştı. Kesinlikle böyle bir şey beklemiyordu. Üzerindeki şaşkınlığı atamadan, Burak gülerek devam etti.


"Bir dahakine montumu değil de, beni valizine koysan olur mu Kelebeğim?"


🦋 


Aradan geçen saatlerde Burak, Hilal'e en başından başlayarak her şeyi anlatmıştı.


Yağmur altında kalıp hastalandığını söylediğinde Hilal önce üzülmüş sonra da çok kızmıştı.


Nisa olayını öğrendiğinde 'Bu kız o yüzden sana laf söylemeyi kesti.' diyerek yorumda bulunmuş, Nisa ile sevdiğinin kafedeki iş birliğini öğrenince de içten içe sevinse bile Nisa'dan hesap soracağını söylemişti.


Genç kızın en çok şaşırdığ kısım ise Profesör Richard ve Adele'in hikayesi olmuştu.


Cherofobia olayına pek şaşırmayan genç kız, bunu tahmin ettiğini fakat inkar ettiğini itiraf etmişti.


Burak, Profesör ile yaşanan her şeyi Hilal'e anlatmış olsa da Adele ile konuştuklarını anlatmamıştı.


Söylediklerinin sonu Miniğine çıkıyordu çünkü.


Hilal, anlamadıklarını fark etse de ısrar etmemiş, günün birinde hikayenin hepsini öğreneceğinden emin, adamı dinlemeye devam etmişti. Hilal'e fular olayını da anlatmayan Burak, o fuları özel bir an oluşturarak, özel bir şekilde vermeye karar vermişti. Onca olayın arasına sıkıştırmayacak kadar değerli bir hediyeydi onun için...


İkili, o gün daha öncesinde konuşmaktan kaçtıkları her konuyu konuşmuşlardı. Her iyi olayı anılar köşesine, her kötü olayı da tatlıya bağlayarak görünmez iplerin yanına kaldırmış, şimdi de huzurla gün batımını izliyorlardı.


"Sabah hüzünle güne başlarken... Gün batımını böyle seninle birlikte izleyeceğimi tahmin dahi edemezdim." diye mırıldandı sevdiğinin omzuna yaslanan kız.


"Senin güne başladığın sıralarda ben, pilotu rehin alarak 'Uçağı daha hızlı Türkiye'ye sür!' demeyi düşünüyordum." dedi Burak ciddi bir sesle.


Adamın cümlesini duyan Hilal neşeli bir kahkaha attı.


"Hadi be oradan!' diyememem iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi çözemedim." diyen genç kız muzip gözleriyle adama baktı.


"Valla iyi kötü bilemem fakat alışsan iyi edersin Sevdiğim. Bir ömrü benim gibi mazoşist bir deliyle geçireceksin." dedi Burak kızın alnına bir öpücük kondurarak.


"Mazoşistlik olmasa da deli kısmından bende de oldukça var Sevdiğim! İyi anlaşacağımıza eminim." diyerek gülen genç kız, adamın göğsüne biraz daha sokuldu. Burak'ın hızla atan kalp atışlarını duyduğunda ise mutlulukla tebessüm etti.


Burak, kollarını biraz daha sıklaştırdıktan sonra kızın papatya kokusunu içine çekti.


"Seni çok özlediğimi söylemiş miydim Papatyam?" diye fısıldayan adamın sesi boğuk çıkmıştı.


"Onlarca kez... Peki ben sana, seni çok özlediğimi söylemiş miydim Alfa'm?" diye sordu genç kız gözlerini kapatarak.


"Onlarca kez..." 


Kısa süre sonra kulağındaki fısıldamayı duyan Hilal, gülümseyerek gözünü açtı.


Burak "Aç gözlerini aç. Manzarayı kaçırıyorsun." diye mırıldandı.


"Daha sonra bir daha geliriz. O zaman da manzarayı izlerim." dedi kız neşeyle.


"Favori mekanımı böylesine sevmen beni çok mutlu ediyor biliyor musun?"


"Hee seni mutlu eden ben değilim de favori mekanını sevmem yani öyle mi? Peki!" diyen genç kız muzip bakışlarını alçalan güneşe çevirdi.


Burak'tan gür bir kahkaha yükseldi.


"Tripkolik Hilal'i de ayrı sevdim... Her halinle, beni kendine daha da fazla aşık etmeyi nasıl başarıyorsunuz acaba Hilal Hanım?"


"Bilmem. Sen söyle! Her kelimenle kalbimin taşikardi geçirmesini nasıl başarıyorsun mesela?"


Kızın ela gözlerine bakan adam, sevgiyle gülümsedi ve kıza biraz daha sıkı sarıldı.


Kısa bir süre sonra Hilal, aniden doğrularak adama baktı.


"Ne oldu?" diye soran Burak kaşlarını çatmıştı.


Sol elini adama doğru uzatan Hilal, mırıldandı.


"Emanetimi alayım."


Kızın kastettiği şeyi anlayan Burak omuzlarını silkerek ona baktı.


"Neden bahsettiğini anlamadım."


"Dedi... Kurduğum cümleden sonra gözlerinden ve dudaklarından saliselik gülümseme geçen adam."


Bu cümleyi duyan Burak bariz gülümsedi.


"Yalnız Kelebeğim... Biz ikimiz, deliliğin yanında oldukça tehlikeli bir çift olduk. İki Sherlock..."


"Bu da demek oluyor ki, benden habersiz hiçbir şey yapamazsın!" dedi genç kız ukala bir gülümsemeyle.


"Yapmam ki zaten!" diyen adamın gözleri ışıl ışıl parlıyordu.


"Biliyorum. Artık emanetimi alabilir miyim Beyefendi? Benim için çok önemli birinden hediyeydi o bileklik. Bugün öğrendim ki... Anlamı düşündüğümden çok daha fazla derinmiş. Ve bu durum, o adama bir kez daha aşık olmama sebep oldu."


"O adamın size aşık olduğu kadar olamazsınız Hanımefendi!" dedi Burak kendinden emin bir şekilde.


Gözlerini kısan Hilal kolunu havaya kaldırdı.


"Önce bilekliğimi alayım... Sonrasında kimin daha fazla aşık olduğunu kanıtlar ile kanıtlayacağım."


"Kanıtlar? Sözlere değil de gözlere göre olacaksa neden olmasın. Zamanında bolca öküzlük yapmış bulunmaktayım da. Oraları saymayalım." diyen adam cebinden yıldızlı bilekliği çıkardı.


"Aslında... Bana yıldızlı bir bileklik hediye etmen bile verdiğin değerin kanıtı." diye mırıldandı Hilal bilekliğe bakarken.


Parmaklarını bilekliğin üzerinde gezdiren adam, kıza bir bakış attı.


"Aslında cebimde durmasına alışmışım."


"Benim o!" diyen Hilal, Burak'a öldürücü bakışlar atmaya başlamıştı.


Kızın bakışları karşısında adamdan bir kahkaha yükseldi.


"Biliyorum. Beni buradan aşağı itecekmiş gibi bakmasan mı acaba Asena'm? Can güvenliğimden endişe ediyorum."


"Ahh endişelenme. Bilekliğim sendeyken itmem seni." dedi Hilal başını yana yatırarak. Kızın gözlerindeki muziplik karşısında, adam gülümseyerek mırıldandı.


"Seni seviyorum."


Genç kız, aniden gelen bu cümleyi ilk kez duyuyormuş gibi heyecanlandı.


"Ben seni itmeden, sen beni düşüreceksin anlaşılan." diyen Hilal elini bilinçli bir şekilde kalbine götürmüştü.


"Aa-aaa. Şu ana kadar alışamadın mı bana düşmelere?"


Burak'ın oldukça ukala bir şekilde sağ gözünü kırparak kurduğu cümle Hilal'in ağzı açık bir şekilde ona bakmasına neden olmuştu.


"Sana çok fazla yüz verdiğimi daha öncesinde söylemiş miydim?"


"Evet. Sözlerinle birkaç kere, mimiklerinle yüzlerce kere hem de." diyen adam sırıttı.


Adama yandan bir bakış atan kızın dudaklarında, istemsizce bir gülümseme belirmişti.


"Bilekliğimi vermemek için çok çabalıyorsun ama onu alacağım biliyorsun değil mi?"


"Biliyorum aşkım. Vereceğim zaten. Bayrağımdaki hilalimin yıldızı, gökyüzündeki dileğimin yıldızı... Senin! Her zaman senindi, her zaman da senin olacak. Sadece bilekliği almak için böylesine çabalaman hoşuma gitti." diyen adam kızın bileğini nazik hareketlerle tutarak bilekliği taktı.


Sonunda emanet sahibine geri dönmüştü.


"Sana bunu ilk hediye ettiğimde... Bunu yapmayı, bilekliği bizzat sana takabilmeyi çok istedim. Ama bilekliği veremedim bile. Seni az çok tanıyordum. 'Pahalı!' der, 'Gerek yok!' der kabul etmezdin. Bu yüzden de aldığım ayıcığın boynuna taktım. Her an yanıma gelerek 'Teşekkürler ayıcık yeter bunu alın!' demeni bekledim desem yalan olmaz. Fakat ertesi gün bileğinde görmek... O an hissettiğim mutluluğu tarif edemem. Sonrasında 'Neden yıldız?' diye sormaman işime gelmişti açıkçası. Büyük ihtimal dürüst olmak isterdim fakat dürüst olabileceğim bir konu değildi. Annemden konuşmaya hazır değildim, asker olduğumu ise söyleyemezdim."


"Bir anlamı olduğunu anlamıştım ama... Sanırım gözlerindeki 'Lütfen sorma!' bakışlarını gördüğümden sustum. Hem hoşuma gitmişti. Hilal'e hilali herkes verirdi ama Hilal'e yıldızı kim verirdi ki?.. Başkası olsa bu hediyeyi kabul etmezdim. Yeni tanıştığım bir adamdın. Ayıcığı alırken bile nasıl utanarak aldığımı biliyorsun. Eve gidip bilekliği gördüğümde ilk düşüncem 'Bunu kabul edemem.' olmuştu. Fakat sonra... Kendimi bilekliği bileğime takarken buldum. Sonrasında da çıkartmak istemedim. O üç ayda bile çıkartamadım..."


Devamında söylenmemiş olan 'Ama o gün çıkarttım!' cümlesi boşlukta yankılanmıştı.


"Özür dilerim..."


Burak, bu cümleyi kuran Hilal'e büyük bir şaşkınlıkla baktı.


"Özür mü diliyorsun? Gelmeyen bana tepki olarak yaptığın şey için özür mi diliyorsun?"


"Evet. Bu bileklik, bir tepki olamayacak kadar değerliydi. Benim için de... Senin için de."


"Hilal?" diye fısıldadı Burak gözlerindeki sevgiyle.


"Efendim?" diye karşılık verdi genç kız da aynı fısıltıyla.


"Sen nasıl birisin?" diyen adamın bakışlarında hayranlık parıltıları dolaşıyordu.


"Seni çok çok seven biriyim." dedi genç kız gülümseyerek.


Genç adam, kızı kendine doğru çekerek konuşmaya başladı.


"İyi ki... İyi ki tekrardan karşılaşmışız. İyi ki bana rağmen beni sevmeye devam ettin. İyi ki... Sevdiğim sen oldun. Hani demiştim ya aylar önce hastanenin çatısında 'Ben sadece sen varken korkuyorum' diye. Düşündüm de, bu doğru değil! Sen yanımdayken, ben kendimi dünyanın en güçlü insanı hissediyorum. Her insan sevdiğine bir şey olur korkusuyla yaşar. Bende bu durum, biraz daha fazla olsa da... New York'ta geçirdiğim günler birçok şeyi fark etmemi sağladı. Artık... Bu korkum paranoyaklık seviyesinde değil." diye mırıldanan adam kızın bilekliğine baktıktan sonra devam etti.


"Bu bilekliği almak gibi bir düşünceye sahip değildim. Ayıcığı aldığım alışveriş merkezinden çıkarken, bir kuyumcunun vitrininde gördüm. Normalde vitrinlere bakan biri de değilim ama... Gördüm işte. Görür görmez de, donakaldım. O bilekliği sana verme isteğim öylesine güçlüydü ki, kendimi içeri girip satın alırken buldum. Verici yerleştirmek, aklımın ucundan bile geçmemişti. Fakat sonra... Ne oldu bilmiyorum. Bahanem çoktu... Bir gün tekrardan seni bulmak kolay olsun diye, ya da soygundan sonra yaşanacak bir aksilikte tetikte olmak için. Hiçbiri asıl neden değildi. Asıl neden... Korkularımdı. O adam... Bukalemun lakaplı o şerefsiz olur da bir gün bir şekilde beni bulursa, sana olan hislerimi fark eder ve sana zarar vermeye kalkar diye aklım çıkmıştı. Daha o zamanlar adam akıllı bir şeyler yaşamamıştık bile ama bu düşünce beni çıldırtmıştı."


Geri çekilen adam kıza baktı. Kızın yüzüne gelen saçlarını nazik hareketlerle kenara ittikten sonra hafifçe tebessüm etti.


"Vericiyi çıkardım!"


Hilal'in gözlerinden büyük bir şaşkınlık parıltısı geçti.


"Şu anki durumumuzda... Daha fazla tetikte olursun diye düşünmüştüm." diye mırıldandı genç kız.


Burak başını iki yana salladı.


"Artık o paranoyak adam değilim. Amerika'dayken boş bir ânım bile yoktu. Her an kendimle bir savaş verdim. Her ânımda saçma kuruntularımı geçirmek için çabaladım. Öylesine çok kitap okudum ki. Hatta bulabildiğim tüm konferanslara katıldım. Birebir terapi almasam da... Terapi niteliği taşıyacak her faaliyeti yaptım. Profesörle konuşmalarım terapi misali geçti zaten. Onun da dediği gibi... Yıllarca mesleki olarak okuduğum kaynakların hepsini içimde bir yer, kendime uyarlamış aslında. Bir çözüm bulmak istediğimdeyse gün yüzüne çıktılar. Hâlâ sana bir şey olacak korkusunu hissediyorum. Fakat bu... Emre'nin Aslı için, Tuncay'ın Masal, Yağız'ın Almina, Onur'un Aytül, Ulaş'ın da Nisa için hissettiği korku gibi. Fazlası değil! O korku da bizim mesleğin getirisi... Onca kötülüğü yaşadığımız için süregelen bir korku."


Bilekliğine bakan Hilal'in bakışları adama çevrildi.


"Acılarla geçen dünler, mutlulukla geçecek günlere gebeymiş."


Kızın sözleri üzerine onu onaylayan Burak "Öyle!" diye mırıldandı.


Ortamdaki kasveti dağıtmak isteyen Hilal gülen gözlerle adama baktı ve şirin bir sesle cevabını bildiği soruyu sordu.


"Peki şimdi biz neyiz?"


"İş arkadaşı?" diyen Burak'ın dudaklarında hinlikle dolu bir gülümseme belirmişti.


Gözlerini kısan Hilal, ürkütücü bakışlarıyla adama baktı.


"İterim seni bak!" diyerek tıslayan genç kızın gülen gözlerinde, mutlu ışıltılar dolaşıyordu.


"Sen bana kıyamazsın bir kere." diyen Burak gülerek kıza bakıyordu.


"Bilemeyeceğim Beyefendi. İş arkadaşları arasında uçurumdan itmenin lafı olmaz."


Burak, gür bir kahkaha attı.


Kahkahası durduğunda "O ses tonun var yaa..." diye mırıldanan adamın sesindeki sahte korku hissediliyordu.


Hilal, meydan okuyan bakışlarını adama çevirdi.


"Senin pençeler benimkilerden de keskin Asena'm ve bu durum senden korkmama neden oluyor."


"Kork benden!" diyen Hilal sırıtıyordu.


"Cık cık cık... Çok ayıp ama sevgilim. İnsan bir 'Korkma aşkım ben sana zarar vermem' falan der."


"Ben yalnızca gerçekleri konuşuyorum sevgilim. İlişkimize başlarken yaşayacaklarının eğrisini doğrusunu söyleyeyim ama di'mi? Ona göre ayağını denk alırsın."


Neşeyle konuşan kızı bir süre yoğun bakışlarla izleyen adam, onu kendisine çekerek yanağına bir buse bıraktı.


Başını adamın omzuna yaslayan genç kız, elindeki eli sıktıktan sonra huzurlu bir nefes aldı.


"Elimin elinde olmasının huzuru... Şu an her şey bir rüya gibi geliyor."


"Bundan sonraki yegane amacım bu... Her ânımızı rüya gibi geçirmemizi sağlamak." diyerek duraksayan adam, papatya kokulusunun saçlarına bir öpücük kondurarak devam etti.


"William Dement'in çok sevdiğim bir sözü var. 'Rüyalar, her gece sessizce ve güvenli bir şekilde hayatımızın deli yönlerini açığa çıkarmamızı sağlayan öğelerdir.' diyor. Ben geceleri değil, birbirimizin yanında olduğumuz her an bu deli yönlerimizi ortaya çıkartmak istiyorum. Bu yüzden de rüya gibi yaşayalım hayatımızı. Birlikteyken, sadece rüyalarda var olabilecek imkansızlıkları hayata geçirelim. Gerçek hayatta 'Bunu yapamazsın!' diyenlere inat o rüyayı gerçekleştirelim. Özgür olalım, mutlu olalım, huzurlu olalım! Olur mu Sevdiğim?"


"Olur Sevdiğim... Olur!" diye fısıldayan kızın dudaklarında kocaman bir gülümseme vardı.


🦋 


Ertesi sabah, odasından hızla fırlayan Hilal'i "Hey hey hey! Nereye gidiyorsun?" diyen Aslı karşılamıştı.


"Sevgilim geldi kahvaltıya gidiyoruz." diye karşılık veren Hilal portmantodan aldığı ceketi giydi.


"Ahh. Sevgilisiymiş!" dedi Nisa iğneleyici bir sesle.


Hilal, onun bu ses tonu üzerine kaşlarını kaldırarak kıza döndü.


"Ne? Ulaş kaç aydır beni bir kahvaltıya bile çıkarmadı. Siz daha ilk günden kahvaltılara gidiyorsunuz. Bunun devamında ne gelir Allah bilir." diye söylenen kızın sözlerindeki isyan, ayan beyan kendini belli ediyordu.


"Git sevgiline çıkış kızım. Benimkine niye laf yapıyorsun?"


"Burak çıtayı fazla yükseltiyor Hilal. Böyle bir insan gerçek hayatta olamaz. Hayal ürünü falan olmasın bu adam?"


"Hee. Hayal ürünü. Bir kitap karakteri hatta(!).Bir git işine Nisa yaa."


Aslı, gülen gözlerle ikilinin atışmasını izliyordu. Dün akşama doğru Hilal eve öylesine mutlu gelmişti ki, geçen kötü günler kelimenin tam anlamıyla hepsi için unutulmuştu.


"Senin sevgilin yüzünden sevgilimi bir gün öldüreceğim. Bak ahanda buraya yazıyorum." diyen Nisa'nın gözleri muziplik ve mutluluk ile parlıyordu.


"O seninle sevgilin aranda. Ben gidiyorum. Erkek arkadaşım beni bekliyor." dedi Hilal ukala bir gülümsemeyle.


"Görmemişin sevgilisi olmuş... Aslı söylesene dünden beri Hilal kaç kere 'Erkek Arkadaş' ve 'Sevgili' kelimelerini kullandı?"


"Hmmm. 1 milyon kere?" dedi Aslı da Nisa'nın oyununa ayak uydurarak.


"Heh! Al birini vur ötekine." diyen Hilal dudaklarındaki tebessüme zıt bir şekilde gözlerini devirdi.


"Takıldığımıza bakma sen. Hak ettin be güzelim. Bence bu dünyada ikiniz kadar mutlu olmayı hak eden yoktur." dedi Nisa sevgi dolu bir sesle.


Gözleri parlayan Hilal, arkadaşına bir gülücük gönderdi.


"Hadi arkadaş eniştemi daha ilk günden bekletme... Ortağıma çok selam söyle. Az biraz Ulaş'ıma da ders versin!"


"Burak'a sövmeye gidip ortak olarak geri dönen sen... Hiç çaktırmadın ha Nisa. Dün akşam bunun hesabını sormadım ama soracağım! Bu arada... Sen ve Ulaş asla romantik takılamazsınız. Bünyenize ters sizin!" diyen genç kız, kapıyı açıp ayakkabılarını giymeye başlamıştı.


"Hahaha. Doğru bak!" dedi Nisa sırıtarak.


"Kayın enişteme çok selam söyle!" diyen Aslı ile ona baktılar.


"Biz şimdi elti mi olduk kız?" diyen Hilal kaşlarını havaya kaldırmıştı.


"Aynen. Eltiden ballıyım da kıskanç görümce, cadı eltiden daha beter olacak gibi."


"Eftalya... Eftalya beni seviyor ki." dedi Hilal mutlu bir şekilde.


"Eftalya beni de seviyor canım da... Kafedeki evlilik muhabbetini ne çabuk unuttun. Prenslerini aldığımızı öğrenirse yapacaklarını hayal edemiyorum."


Aslı'nın cümlesi üzerine usulca yutkunan Hilal dudağını ısırdı.


"Bittik biz!"


"Hem de ne bitme elticiğim."


Aslı'nın cümlesi üzerine üçlüden neşeli bir kahkaha patladı. Kahkahaları apartmanda yankılanırken karşı dairenin kapısı açıldı.


"Neşeniz bol olsun kızlar. Hayırdır neye borçluyuz bu neşeyi?"


"Kızlar anlatsın Duygucum. Benimkini ilk günden bekletmeyeyim ben. Hadi sonra görüşürüz." diyen Hilal hızla merdivenlerden aşağı inmeye başladı.


"Peki akşamdan beri bu kaçıncı 'Benimki' demesiydi?" dedi Nisa gülerken.


"2 milyon?" diyen Aslı ile bir kahkaha tufanı daha koptu.


"Oooo. Anlaşılan sizde bolca dedikodu mevcut... Eee kahvaltıyı kimin evinde yapıyoruz bakalım?"


"Sizin yetiştirmeniz gereken bir senaryo yok muydu Senarist Hanım?" diye soran Aslı, bir yandan da kapıyı 'Gel!' dercesine açmıştı.


"İşte o yüzden soruyorum ya kızım. Sizden havadisleri alacağım, sonra da onları yazacağım." diyen Duygu evinin anahtarını alarak kapısını çekti ve alışkın adımlarla karşı daireye geçti.


Duygu'nun sözlerini duyan Nisa "Maphuslara düştüğünde Mirza üzerine ikinciyi almaz umarım." diye mırıldandı.


"Maphus ha?.. Siz kimlerle sevgili oldunuz böyle?" diyen Duygu mutfak kapısının önünde durdu ve gözlerini kısarak kızlara bakmaya başladı.


Şirin bir gülümsemeyle "Hiiiç!" diyen Aslı, yanından geçerek mutfağa hızlı bir giriş yaptı.


"Kaç bakalım kaç."


"Biz seni ve Mirza'yı düşünüyoruz, gördüğümüz muameleye bak!" dedi Nisa gülerek.


"Bana Mirza falan demeyin. Hâlâ kızgınım o herife!" dedi Duygu, dolaptan aldığı çay bardaklarını masaya koyarken.


"N'oldu yine?" diye sordu Aslı dolaptan yumurta çıkarırk


"Hiç sorma yaa. KS'ye taktı Beyefendi!"


"KS? Hee şu senin kurgudaki Aras değil miydi o? Ona nasıl takmış olabilir ki?" dedi Aslı şaşkın bir sesle.


"Taktı işte. Çok sevgili kocam resmen beni yazdığım karakterden kıskanıyor! Delirtti beni sabah sabah."


"Misilleme yapıyor olmasın Duygucum? Hani iki hafta önce dekorasyon için şirkete gelen kadının saçını başını yolmuştun ya." dedi Nisa rafta çayı alırken.


"O kadının derdi dekorasyon falan değildi!.. Hem hepsi Mirza'nın suçu. Kim dedi ona git iç mimarlık oku diye. Düşünmeliydi 'Gelecekteki karım belki kadın müşteri kılıklı yellozlar yüzünden rahatsız olur. Başka bölüm seçmeliyim.' demeliydi."


Yumurtayı kırmak üzere olan Aslı durdu ve şaşkınca arkadaşına baktı.


"Ciddi misin Duygu?" 


"Ciddiyim! O yellozlar resmen kocam için geliyorlar şirkete. Geçen gün saçını yolduğum yelloza, telefonda arkadaşıyla kocam hakkında konuşurken duyduğum için daldım. Ayy yine sinirlendim bak." diye öfkeyle söylenen Duygu devam etti.


"Bu mevzuya girersem çıkamam. Bırakın beni de dökülün bakayım... Konuşulan her şey komşuluk ve kankalık kurallarınca bende kalacak. KS üzerine söz veriyorum!"


"Valla anlatabileceğimiz, elle tutulur pek bir şey yok." dedi Nisa demlediği çayı ocağa koyarken.


Duygu, dolaptan kahvaltılıkları çıkartırken "Anlatabildiklerinizi alalım." dedi ve hüzünlü bir sesle devam etti.


"Bir Ulaş ile tanışabildik resmen. Senin Emre'nin yalnızca adını biliyoruz. Hilal'inkini ise sokağa sürekli gelen siyah Aston Martin'den tanıyoruz. Ahh ahh. Siz böyle miydiniz? Bizim ayrımız gayrımız mı vardı? Ben artık Mirza ile atıştığımda 'Gidiyorum ben!' deyip kapıyı çarpıp buraya gelemeyecek miyim yani? Bitti mi komşuluk, kankalık, dostluk? Her şey buraya kadar mıydı? Ayrılıyor musunuz benden?"


"Şu acitasyona bak şu acitasyona! Sen senaristliği bırak oyuncu ol Duygu. Mükemmel oynuyorsun."


"Di'mi?" diyerek sırıtan kız tezgaha yaslandı.


"Hadi hadi dökülün bakalım. Bana, Mirza'ya 'Sen neden böyle yapmıyorsun?' diyerek trip atacağım hikayeler anlatın."


"Aşığım sizin bu ilişkinize vallaha!" dedi Aslı tavadaki yumurtayı karıştırırken.


"KS'm ile arama giriyor. Ben ne yapayım?" dedi Duygu omuzlarını silkerek.


"Sen evde de adama böyle sahiplik ekleriyle konuşuyorsan, kıskanır tabii bir kitap karakterini." dedi Nisa gülerek.


"Aşkı bana öğreten Mirza'm zaten. Aras tamamıyla ondan ibaret." dedi Duygu dudaklarındaki koca gülümsemeyle.


Sonrasında haylazca sırıtarak devam etti.


"Tabii kocamın ondan ilham aldığımı bilmesine gerek yok. Kendimi, en büyük hobim olan 'Onu çıldırtma.' eyleminden mahrum bırakamam di'mi?"


"Yalnız bir kez daha fark ettim kızlar. Biz hepimiz çok çok fenayız." dedi Aslı dudaklarındaki hin dolu gülümsemeyle.


"Bizi bu hale getiren erkekler utansın. Her şey müstehak onlara!" diyen Duygu'nun gözleri, tüm aşık kadınlar gibi mutlulukla parlıyordu.


🦋


"Kahvaltıya gitmeyecek miydik?" diye sordu Hilal geldikleri sahile bakarken.


"Gideceğimiz mekan az ileride."


"O zaman... Arabayı niye burada durdurdun?" dedi Hilal neredeyse fısıldayarak.


Geldikleri yer, ikisinin de hasta olmasına sebep olan o banktı.


"Hadi gel!" diyen adam arabadan inerek kızın da inmesini bekledi.


Hilal, soru işaretleriyle dolu gözlerle kendisine bakarken Burak, hiçbir şey söylemedi ve kızın elinden tutarak onu bankın yanına götürdü.


İkili banka oturduklarında Hilal "Neden buradayız?" diye sordu. Sesi istemese de kısık çıkmıştı.


"Bir anı güncellemesi yapmaya geldik!"


Adamın söylediği cümle, Hilal'in gülümsemesine neden olmuştu.


"Senden hiçbir şey kaçmaz değil mi?"


"Tabii ki de hayır! Sevdiğin bu banka her geldiğinde hüzünlenmeni istemiyorum. O yüzden de burada güzel bir anıya sahip olmak şart oldu."


Hilal'in kendisine bakan yumuşak bakışları karşısında gülümseyen Burak, sessiz bir şekilde konuşmaya devam etti.


"Fularımı artık alabilirim."


Elini boynundaki fulara götüren kız gözlerini kısarak adama baktı.


"Anı güncellemen bu mu? Dün akşam 'Yarın fularını da takar mısın?' dediğinde anlamalıydım zaten." diye söylenen Hilal, bir yandan fularını çözmek için hareketlenmişti.


Onu, elinden tutarak durduran Burak mırıldandı.


"Verebilirsin demedim. Alabilirim dedim."


Burak'ın cümlesi üzerine ellerini aşağı indiren kız, adama baktı. Burak'ın kaşlarını kaldırmasıyla da arkasını ona doğru döndü.


Yavaş hareketlerle fuların düğümünü çözerek çıkartan Burak, başını kızın omzuna koydu ve sağ elindeki fuları kızın göreceği şekilde havaya kaldırarak fısıldadı.


"Bu benim!" 


Aynı anda sol elindeki fuları da kızın görüş açısına sokan adam aynı ses tonuyla fısıldadı.


"Bu da senin!" 


Gördüğü fular ile gözleri şaşkınlıkla büyüyen genç kız, hızla arkasındaki adam döndü.


Onun bu hareketiyle aralarında milimetreler kalan ikili, bir süre birbirlerinin bakışlarında takılı kaldılar. Sonrasında kendini toparlayan Burak, yutkunarak geri çekildi. Gözlerini kırpıştırarak kendisine gelmeye çalışan Hilal bakışlarını fulara çevirdi.


"Adele mi verdi?" diye fısıldarken gözlerindeki şaşkınlığın yerini mutluluk almıştı.


"Evet! Bana Hazel'in hikayesini anlattı. Üzerinde benim montun varken tanıştığınız o günü..."


Hilal, başını öne eğerek gülümsedi.


"Kütüphanede bu detayı anlatmamıştım sanırım!"


"Montum unutulacak bir detay mıydı?" diye soran Burak'ın sesi muziplikle doluydu.


"Sen varken... Evet!"


Burak, gülerek konuştu. 


"İtiraf et! Burak'ın Alfa çıkmasına çok sevindin."


Hilal, dudaklarındaki gülümsemeyle adamı onayladı.


"Çoook hem de!"


Hilal'in çıkardığı fuları cebine koyan Burak, kızın saçlarını sağ omzuna aldı ve elinde kalan fuları yavaş hareketlerle kızın boynuna bağladı. Bunu yaparken, yeşilleri ela gözlerde dans ediyordu. Burak'ın yoğun bakışları, Hilal'in kalp atışlarını yükselmişti.


"Burak?" diye fısıldadı genç kız.


"Hmm?" diye karşılık verdi adam.


"Ben sanırım yine taşikardi geçiriyorum!"


Hilal'in bu cümlesini duyan Burak bir anda gülmeye başladı. Romantik ânı bozduğunu fark eden Hilal de gülmeye başlamıştı.


"İnsan seninle yaşlanmaz be Kelebeğim." diyen adam ayağa kalktı ve elini kıza uzattı.


Hilal, kendisine uzatılan eli tuttu. Sanki aradan iki hafta geçmemiş, sanki mesajı az önce atmış ve adam da gitmemiş gibi...


🦋 


Sahil kenarındaki mekana el ele giren ikili, anlaşmış gibi aynı adımlarla deniz kenarındaki masaya geçtiler.


"Dışarıda da oturabilirdik aslında." dedi Hilal camdan denizi izlerken.


"Hava soğuk. Üşürsün." diye mırıldandı Burak, kıza bakarak. Aklına istemsizce yine onu yağmurda bıraktığı gün gelirken, bakışlarını kaçırdı.


"Hey! Hani kötü anıları geçmişte bırakacaktık Sevdiğim? Az önce bankın orada anı güncellemesi yaptın yaa!"


"Elimde değil." diyen Burak'ın sesindeki hüzün hissediliyordu.


"Söyle o eline, elinde olsun o zaman."


Kızın bu kelime oyunu karşısında, Burak istemsizce tebessüm etti.


"İşte sevdiğim adam! Gülerken çok yakışıklı olduğunu biliyor musun?"


"Sadece gülerken mi?" diye sordu Burak tek kaşını havaya kaldırırken.


Hilal, onaylamazca başını salladıktan sonra konuştu.


"Senin bu ukalalağınla ne yapacağım acaba ben?"


"Senin de benden pek bir farkın yok yalnız Kelebek Hanım."


Gözlerini denize çeviren genç kız, bu yorumu duymamazlıktan geldi. Onun bu tavrı karşısında Burak neşeli bir kahkaha attı.


Onun kahkahasını duyan Hilal, bakışlarını adama çevirdi.


Gülmeyi unutan adama, gülmeyi hatırlatan kızdı o.


Yaşanan kötü anları öncesinde unutmamış olsaydı bile bu kahkahayı duyduğu anda unuturdu genç kız.


Bu düşünceler içerisinde aniden "Seni seviyorum." dedi.


Gözlerindeki parıltı artan adamın dudaklarında koca bir gülümseme belirmişti.


"Ben de seni seviyorum Kelebeğim." diyen adam gözlerindeki muzip bakışlarla ekleme yaptı.


"Profiterolden bile daha çok hem de."


Bu cümle ikilinin gülmesine neden olmuştu.


O sırada siparişlerini almaya gelen garsona istediklerini söyleyen ikili, dikkatlerini tekrardan birbirlerine yönlendirdi.


"Ne oldu dün akşam? Sinan Dayı çok kızdı mı?" diye sordu Hilal gözlerindeki hafif endişeyle.


"Ona hiçbir şey söylemeden, üstlerimizden süresiz izin alarak yurt dışına gittiğim için mi?" diye mırıldandı Burak.


"Böyle söyleyince durum hiç iç açıcı gözükmedi." dedi Hilal sıkıntılı bir sesle.


"Ben de bu düşüncelerle, kesin sıkı bir azar yiyeceğim niyetiyle gittim Sevda annemlere." diyen adam kıza baktı.


"Kızmadı mı?" dedi Hilal şaşkınlıkla.


"Ben de çok şaşırdım ama... Kızmadı. Başka şartlar altında olsaydı beni geberteceğini ama bu durumda kızmadığını söyledi. Sanırım kızmama sebebi gözlerimdeki mutluluktu. Dün öylesine bendim ki... Güldük, şakalaştık hatta annemlerden bahsettik. İlk kez onlar hakkında bir konu açtım. Geçmişteki anılar kervanına katıldık. Resimlerine bakmaya hâlâ cesaret edemesem de... Onlar hakkında konuşmama çok sevindiler. Anlayacağın... Oldukça güzel bir akşamdı." diyen adam kızın masanın üzerindeki eline uzanarak tuttu.


"Senin de olmanı istediğim güzel bir akşam."


"Ailenle vakit geçirmen gerekiyordu." dedi Hilal özür dilercesine gülümseyerek.


Dün, Burak birçok kez Hilal'i de Sevda'lardaki yemeğe davet etmiş, fakat genç kız hepsinde reddetmişti.


"Sen yokken o dediğin eksik oluyor ki..." diye fısıldadı Burak yoğun bakışlarla kıza bakarken.


"Biliyorum. Ama ben varken de gözün benden başkasını görmüyor. Birlikte olunca yanımızdakileri unutuyoruz. Muhabbet başka oluyor. En azından dün akşam için, gecenin başrolü biz değil, sen olmalıydın. Ailen, artık sadece benim yanımda değil, her daim o küçük çocuk olabildiğini görmeliydi."


"Olaylara hep farklı bir açıdan bakmanı sağlıyorsun ve bu durum çok hoşuma gidiyor." diyen adam elindeki eli sıktı.


Garsonun servis açmak için masaya gelmesi üzerine Burak istemeyerek de olsa elini çekti. Kısa süre sonra masayı çeşitli kahvaltılıklar süslemişti.


"Ye bakalım!" diyen adam eline yaslandı ve kıza bakmaya başladı.


Onun bu hareketi üzerine "Şu an ne yapıyorsun?" diye şaşkınca soran kızın çatalı havada kalmıştı.


"Zayıflamışsın... Kilo almadan bu masadan kaldırmayacağım seni."


"Uzun zamandır kurtulmak istediğim fazlalıklardan kurtuldum ve sen şimdi kalkmış onları geri aldıracağını mı söylüyorsun. Oldu canım başka?" diyen kız kaşlarını havaya kaldırmıştı.


Arkasına yaslanan Burak düşünceli bakışlarla kıza bakmaya başladı.


"O kadar anlamlı bir şey söylememiştim... Neyi düşünüyorsun?" diyen Hilal çatalını tabağına bıraktı.


"Söylediğinin gerçekler mi olduğunu yoksa sırf ben üzülmeyeyim diye işi şakaya mı vurduğunu..."


Başını hafifçe yana yatıran genç kız, adama tebessüm etti.


'Yalan söylemeyeceğim. İkisinden de biraz mevcut. Ama biz bu olayı... Benim hep bardağın dolu tarafından bakmayı tercih ettiğim olarak adlandırabiliriz bence?"


Kızın tatlı bir sesle söylediği cümle karşısında Burak gülümsedi.


"Öyle olsun bakalım Kelebek. İstediğin gibi yapalım."


İkili konuşarak kahvaltı ederken Hilal, aklına gelen şeyle adama baktı ve dudağını ısırdı.


"Alfa'm?"


"Bomba geliyor sanırım... Efendim Kelebeğim?" diyen adam kızın ne söyleyeceğini tahmin etmeye çalışarak ona inceledi.


"Şimdi sizinkiler bizim sevgili olduğumuzu biliyorlar yaa..."


"Evet?" diyen adam devamında neyin geleceğinin merakıyla kıza baktı.


"Eftalya da biliyor mu?"


Duyduğu cümle üzerine Burak başını esefle iki yana salladı.


"Söyleyemedim. Tepkisini kestiremiyorum. Seni çok seviyor aslında ama... Kız arkadaşım olduğunu öğrenince nasıl bir tepki verir bilemiyorum. Emre de sırf bu yüzden Aslı'yı söyleyemedi hâlâ."


"Ne yapacağız? Ben mi konuşsam?" diye sordu Hilal çözüm bulabilme isteğiyle.


"Deniz Kızım aşırı kıskanç. Seni tersleyecek ya da kıracak herhangi bir şey söylemesinden endişeleniyorum."


Hilal, derin bir nefes aldı.


"Öyle ya da böyle haberi olacak zaten. Biz bir ara Sevda Teyze'lere gidelim, birlikte Eftalya'yla vakit geçirelim. Sonra da bir şekilde açıklarız. Zaten beraber vakit geçirirken anlayacaktır."


Burak umutsuz bir sesle "Olur!" diye mırıldandı.


"Neden böylesine ümitsizsin Sevdiğim?.. Doğanın kanununun bu olduğunu, ileride onun da bir erkek arkadaşı olacağını anlatırız."


"Yemişim doğanın kanununu!" diye söylenen Burak'ın sesi sinirli çıkmıştı.


Onun bu tavrı karşısında, Hilal neşeli bir kahkaha attı.


"Eftalya birazcık bile sana çektiyse bizim işimiz yaş Sevdiğim. Bu kıskançlık da ne böyle?"


"Etraf şerefsiz dolu Hilal. Ne yapayım?"


"Heee. Tek nedeni etrafın şerefsiz dolu olmasıysa ben ileride görümcemi düzgün biriyle tanıştırırım."


"Hilaaaaaal!" diyen Burak gözlerini kısarak kıza bakmaya başlamıştı.


Sırıtan genç kız omuzlarını silkti. Onun bu hareketi karşısında Burak onaylamaz bir sesle konuştu.


"Neden tam şu an, gelecekte bu konuda arkamdan bir iş çevirecekmişsin gibi hissettim?"


"Öyle olma ihtimali yüksek olduğundandır aşkım."


"Herifin birinin kardeşimi üzeceği düşüncesi bile yumruklarımı kaşındırıyor. Bil istedim!" diyen adamın sesinde bariz bir tehdit vardı.


"Allahtan Eftalya büyümeden tanıştık... Kıza neler çektirirdin Allah bilir." dedi Hilal çayından bir yudum alırken.


Onu izleyen Burak, düşünceli bir şekilde arkasına yaslandı.


"Gönlünü yanlış birine kaptırıp da acı çekecek diye... Ödüm kopuyor. Neler duyuyoruz. Duymayı bırak ben defalarca kez farklı şekillerine şahit oldum. "


Burak'ın fısıltıyla kurduğu cümle Hilal'in tebessüm etmesine sebep oldu.


"Eftalya, doğru ile yanlışı ayırt edebilecek bir kız olacak. Karşısındakinin gözlerinde sevgiyi görmezse, onu bırakabilecek kadar güçlü birisi... Kendisinden asla taviz vermeyen, ayakları üzerinde durabilen ve herhangi bir sorunda bunu gizlemek yerine açığa çıkartacak birisi. Onu böyle yetiştireceğiz! Dünya gittikçe kötüleşse de... İyi iyiyi çeker. Bu yüzden de korkmana gerek yok."


Burak'ın eline uzanan kız gülümsedi. Adam, kızın ela gözlerine bakarken mırıldandı.


"Biliyor musun... Her saniye 'İyi ki varsın.' demek istiyorum Kelebeğim. Her salise 'Seni seviyorum.' demek."


"Boşuna ağzını yormana gerek yok Sevdiğim. Gözlerin, her zamanki gibi, bunu anlatıyor zaten."


🦋


Fabrikaya giren Burak arabayı park ettiğinde, Hilal hızlı hareketlerle arabadan indi.


"Otoparkı bile özlemişim resmen!" dedi genç kız neşeyle şakıyarak.


Onun bu hali karşısında kendi kendine gülen Burak, kızın yanına gelerek elini tuttu ve ikili üssün olduğu kata doğru çıkmaya başladılar.


"Ahh biricik Maze World'üm benim!" dedi Hilal bir odadan diğerine geçerlerken.


"Ben de ilk geldiğimde burayı labirente benzetmiştim." dedi Burak gülerek.


Hilal'in davranışlarını gören birisi yıllardır buraya gelmediğini düşünebilirdi.


İkili, kapının girişine geldiklerinde birbirlerine baktılar.


"Sence bizimkiler ne kadar saçmalayacaklar?" dedi Burak memnuniyetsiz bir şekilde.


"Bir sınır veremiyorum şu an. İşin içinde Onur da var ne de olsa."


Burak, sıkkın bir nefes aldıktan sonra şifreyi girmek için kapıya yöneldi.


"Pişt!"


Hilal'in sesi ile ona dönen adam, yanağında hissettiği dudaklarla duraksadı. Geri çekilen kız, parlayan gözlerini adama dikti.


"Bence bu sana akşama kadar karşılaşacağın tüm zorlukları göğüsleyecek gücü verir."


"Hmm. Öyle mi?" diyen adam, kıza yaklaşarak ellerini beline koydu.


"Akşama kadarsa... Akşam yenileme yapmamız gerekli yalnız!" diyerek gülen adam fısıltıyla devam etti.


"Ayrıca bu bana yetmez... Mücadelem zorlu!"


Sevgilisinin iki yanağından da yumuşak bir şekilde öpen adam, en sonunda alnına da bir öpücük kondurdu.


Kollarıyla kızın bedenini sardıktan sonra başını papatya kokulu saçlara gömdü.


"Hiçbir şey düşünmeden sana sarılmak, öylesine güzel bir duygu ki Papatyam!"


Gözlerini kapatan genç kız başını adamın göğsüne yasladı. Duyduğu hızlı kalp atışları, dudaklarındaki tebessümün büyümesine sebep olmuştu.


Bir süre böyle kaldıktan sonra Burak, istemeyerek geriye çekildi. Ona bakan Hilal gülerek kaşlarını kaldırdı.


"Yalnız... Fırsatları çok güzel değerlendiriyorsunuz Bay Olric!"


"Fırsatlar değerlendirilmek içindir Papatya Hanım. Ayrıca... Akşam bunun için bana teşekkür edeceksin."


Burak'ın kendinden emin sesi karşısında soru dolu gözlerle ona bakan kız sordu.


"Neden?" 


"Bizimkileri azıcık tanıyorsam, bugün itliğin âlasını yapacaklar ve bizi bir an bile baş başa bırakmayacaklar çünkü." diyen adam şifreyi girdi.


El ele içeriye giren ikili konfetiler ve "HİLAL YENGEEE OLEY. HİLAL YENGEEEE OLEY. HİLAL YENGEE OLEEEEEY!" bağırışları ile karşılanmışlardı.


🦋 


"O Onur'u geberteceğim!" dedi Burak belki de bir milyonuncu kez.


Gülümsemesini gizlemeye çalışan Hilal "Aşkım sakin ol!" dese de hiçbir etkisi olmamıştı.


"Sakin mi olayım? Ben ancak o herifi hastanelik edersen sakin olabilirim." diyerek söylenen Burak, arabayı Hilal'in evinin bulunduğu mahalleye çekti.


Artık gülmesini saklayamayan Hilal, araba kullanan adamın yandan profiline baktı.


Onur, üsse girdikleri andan itibaren 'Ben kanka yengemi çok özledim!' diyerek bir an bile Hilal'in yanından ayrılmamıştı.


Bununla da sınırlı kalmamış 'Komutanım siz yokken olan olayları incelemeyecek misiniz?' diyerek Burak'ın önüne tonla dosya yığmıştı.


Genç adam bütün gün dosyalardan bir an dahi başını kaldıramamış, diğerleri ise tüm gün Hilal ile muhabbet etmişti. Burak, bir şey söylemeye kalktığında ise diğer KİT üyeleri araya girerek, komutanlarının ani ayrılığı yüzünden oldukça afalladıklarıyla alakalı methiyeler dizmişlerdi. Yani kısacası, Burak'tan haber dahi vermeden gitmesinin intikamını bir güzel almışlardı.


"Yani şimdi... Burada tek Onur suçlu değil ki. Hepsi yaptı!"


"Onur iti, onu kaşıyayım diye gözlerimin içine bakıyordu Hilal'im. Sırf inadına seni güldürdü."


"Hee. Senin derdin dosyalara gömülmek falan değildi." diye mırıldandı Hilal farkındalıkla.


"Değildi tabii. O dosyalara zaten bakacaktım. Ama resmen nispet yaparcasına seni yanlarına alıp salona geçtiler beni odaya tıktılar. Hiçbir bok anlamadım okuduğum şeylerden. Aklım hep sendeydi. Bunu da planlamadılarsa ben de Burak değilim!"


Adamın sinirli bir sesle söyledikleri üzerine Hilal şaşkınlıkla güldü.


"Sen gerçekten sinirlisin!"


"Yok şakacıktan sinirliyim!" diyen adam gözlerini devirmişti.


"Kasıtlı olup olmadığını bilmiyorum ama... Özlemişim o ortamı!"


"Sıkıntı da burada işte." diye mırıldandı Burak.


"Nerede?" diyen genç kız soru dolu gözlerle adama baktı.


Arabayı evin yanındaki boş alana çeken Burak, kemerini çıkartarak kıza döndü.


"Ben seni deliler gibi özlemişken ve dün ile bu sabah geçirdiğimiz vakit, bu özlemin tırnağı bile olamamışken... Tüm gün senden ayrı kalmam! Ela gözlerinden, muhabbetinden, kahkahandan mahrum kalmam. İntikamlarını başka şekilde alsalardı daha iyi olurdu. Gerçi... Bu durumu tahmin etmemişlerdir."


Emniyet kemerini çıkartan kız, adama dönerek sevgiyle gülümsedi.


"Yani sen... Onlarla konuştuğum için değil, seninle konuşmadığım için sinirlisin?"


"Tabii ki de. Onlar senin arkadaşların. Niye onlarla konuştuğun için sinirleneyim ki?"


Bu cümle üzerine Hilal kendini "Gıcıklığın Serkan'a mı özel?" demekten alıkoyamadı.


"Cık! Serkan ile konuşmanı istememe sebebim..." duraksayan adam kıza baktı ve isyan edercesine konuştu.


"Kızım ben seninle konuşamıyordum bile. Ne zaman konuşsak ya tersledim ya da bir şekilde kavga ettik. Bu yüzden de Serkan'ın hatta Yağız'ın bile seninle konuşmasını kıskandım. Çünkü yanında rahatlardı! Kavga etmeden, bir sorun çıkarmadan, gayet sıradan şeylerden bile konuşabiliyordunuz. Ben ise sadece seni kırıyordum. Seni kırdığım için kendime kızgındım. Benimle değil de onlarla konuştuğun için de onlara... Ayrıca Serkan'ın hakkımda bir şeyler anlatma ihtimali da korkutmadı değil. Yani... Günün birinde geçmişimi öğreneceksen bunu başkasından değil de benden duymanı isterdim."


Gülümseyen Hilal, elini adamın yanağına koydu.


"Serkan da bunun farkındaydı bu yüzden bir şey anlatmadı. Hem... Anlatmaya kalksa bile ben izin vermezdim. Amacım geçmişini öğrenmek olsaydı birçok farklı şekilde, birçok insandan bir şeyler öğrenebileceğimden eminim. Ama benim istediğim bu değil. Yaşadıklarını yalnızca senden öğreneceğim. Başkasından değil!"


Burak, yanağının üzerindeki eli tutarak yumuşak bir şekilde öptü.


"Bir insanın bir insana karşı böylesine büyük duygular hissedebileceğini düşünemezdim. Babamın ya da annemin aşkı tarif edememesinin nedenini anladım. Bu duygu kelimelerle ifade edilemiyor. Sadece gözlerim ve hızla atan kalp atışlarım anlatabilir sana olan sevgimi."


Duyduğu cümlelerden sonra adama sarılan Hilal mırıldandı.


"Onlar yeter de artar bile."


Kısa süre sonra geri çekilen kız, muzip bakışlarla adama baktı.


"Yaaa. Gördün mü bak? Seni profiterolden bile daha çok sevdiğimi söylediğimde benimle dalga geçmiştin. Aşk anlatılamıyormuş değil mi?"


Kısık sesle kahkaha atan adam, başını aşağı yukarı salladı.


"Affedin beni Asena Hanım. Her zamanki gibi siz haklıymışsınız!"


Dudaklarını büzen genç kız, omuzlarını yukarı kaldırdı.


"Bilmem. Affetsem mi acaba?"


"Affet affet!" diyerek gülen adam kızın burnunu sıktı.


"Affedeyim bari. Çok ısrar ettin... Bu arada yarın da mı beni sen alacaksın?"


"N'oldu Hanımefendi? Benden çok çabuk bıktınız bakıyorum da."


"Yaa öyle değil Burak. Sadece, buradan sizin daire uzak. Onca yolu bir daha geri gideceksin, sabah geleceksin falan..."


"Sevda annemlerde kalırım ben de!"


Gülümseyen Hilal, gözlerindeki parıltılarla adama baktı.


"Yani şimdi sen... Benim için tüm düzenini mi bozacaksın?"


"Senin için yaptıklarımın yanında bu ne ki Kelebeğim?"


🐺 


Hilal ile vedalaştıktan sonra ana caddeye doğru yönelen adam, gördüğü yaşlı kadınla arabayı yavaşlattı. Başındaki beyaz yazma ve yüzünün hafif tebessümlü hali aklına anneannesini getirirken, Burak arabasını kadının yanına yaklaştırarak seslendi.


"Nereye gidiyordunuz Teyzeciğim? Gideceğiniz yere kadar bırakayım, elinizdekiler ağır görünüyor."


Yaşlı kadın, bariz bir temkinle Burak'ı süzdükten sonra konuştu.


"Sağ ol evladım. Torunumun evi az ileride..."


Kadının bunu diyerek yürümeye devam etmesi üzerine Burak yoluna devam etmiş olsa da aklı kadındaydı. İki elinde de poşet vardı ve poşetlerin torununa götürdüğü yemeklerle dolu olduğunu anlamıştı Burak. Dikiz aynasından kadına tekrar baktığında ona yardım etmezse içinin rahat etmeyeceğini anlayarak arabayı sağ taraftaki boş yere park etti ve hızla kadının peşinden gitti.


Yanına vardığında "İzninizle yardım edeyim!" diyerek kadına gülümsedi.


Yaşlı kadın, beklemediği bu davranış karşısında yanına gelen bu genç adama şaşkınlıkla baktı.


"Ahh. Buna hiç gerek yoktu."


"Sizi görünce aklıma anneannem geldi. Bu aralar ona pek hayırlı torun olamadığımı hatırladım. Şehir dışında yaşıyorlar ve uzun zamandır iş, hayat yoğunluğundan onları arayamadım. İzin verin size yardım edeyim. Böylelikle yaşadığım suçluluk duygusu biraz da olsa azalır."


"Peki o zaman evladım." diyen kadın elindeki poşetin birini Burak'a uzattı.


Burak'ın diğer poşeti de elinden almasıyla yaşlı kadın itiraz etti.


"Ama ağırdır evladım!"


"Ben ağır taşımaya alışkınım Teyze. Hem ağırsa sen niye taşıyorsun? Torununun nerede, niye seni almaya gelmedi?"


Kadın hafifçe tebessüm etti. Gözlerinde mutluluk parıltısı dolaşıyordu.


"Sürpriz yapmak istedim. Haberi yok geleceğimden."


Onun neşesini hisseden Burak da tebessüm etti.


"Ev ne taraftaydı?" diye soran adam telefonunun çaldığını duymasıyla duraksadı.


Arayanın Kadavra olduğunu gördüğünde meşgule atacakken kadının "Bak oğlum sen telefonuna." demesi üzerine cebindeki kulaklığını kulağına takarak telefonunu cevapladı. Bir yandan da kadının hafif yönlendirmesiyle yürümeye başlamışlardı.


"Geliyorum şimdi!" 


"Telefonunuzu ne de güzel açıyorsunuz Burak Beyimiz! 15 gündür açmadığınız telefonlardan sonra özürler dileyerek açmalıydınız!


Kadavra'nın kızgınlık dolu sesi ile Burak derin bir nefes aldıktan sonra mırıldandı.


"Özür dilerim!"


Telefonun karşı tarafındaki adamdan şaşkınlık dolu bir ses yükseldi.


"Ne?" 


"Hiçbirinize böyle bir muamele yapmamalıydım. Benim için endişelendiğinizin farkındayım. Yapacaklarımın sınırsızlığından korkuyorsunuz. Özellikle de sen!"


Son cümleyi kısık bir sesle söyleyen adam ile Kadavra bir süre sessiz kaldıktan sonra mırıldandı.


"Tabu konuları açıyormuşsun gibi hissettim ve bu hiç hoşuma gitmedi!"


"Ben benim tabuları aşmaya çalışıyorum. Bazı konularda başarılı olamayacak olsam da..."


"Rica ediyorum beni de ilgilendiren tabu konulardan uzak dur. Gerisinde ne halt yersen ye." diyen adamın sesinde rica hariç her şey vardı.


"Doğuka..." 


"Sakın!" diye tısladı telefonun karşısındaki Kadavra.


Onun ses tonu Burak'ın yürümeyi kesmesine neden olmuştu.


"Diyemiyorum lan! Sana Kadavra diyemiyorum. Adının Doğu olmasından değil... Bu lakabı aldığın gün geliyor aklıma. Peşini de lisedeki haylazlıklarımız sıralanıyor. Bir daha asla o haylaz çocuk olamayacağımı hatırlıyorum. Geçmişteki küçük çocuğa en yakın olduğum an... Lisede sizinle yaptığımız yaramazlıklardı. Her seferinde memnuniyetsiz gibi takılsam da o yaramazlığı ortaya atan kişi de bendim, en çok eğlenen kişi de!"


Gözlerini kapatan Burak, sessiz bir şekilde devam etti.


"Ne sen, ne de ben o çocuk olamayacağız artık. Bunu bilmek canımı yakıyor. Hilal'e rağmen... Tam anlamıyla o haylaz çocuk olamayacağımı bilmek canımı yakıyor Doğu!"


"Hilal'in tabuların konusunda yardımcı olduğunu söylememiş miydin?" diye mırıldandı Doğukan. Sesi hüzün ve kederle doluydu.


Kapattığı gözlerini açan Burak, acı bir şekilde güldü.


"Bu tabu meselesi değil, yaşanmışlık meselesi! Geçmişte yaşadıklarımın değil... Bu mesleğin getirisi. Her karşılaştığım şerefsizle kendimi daha da aciz hissediyorum. Dünyada böylesine kötülük varken, masumlar acı çekerken, bir yerlerde çocuklar.... Çocuklar ailesinin ölümünü izlerken hiçbir şey yapamıyorum. Yapamıyoruz! Hepsine yetişemiyoruz, olmuyor." diyen adam acı dolu bir sesle devam etti.


"O çocukların sonlarının da senin benim gibi olacağını bilmek canımı acıtıyor be kardeşim."


"Bu gibi anlarda... 'Bir şekilde askeriyeye girmene engel olsaydım keşke' diyorum."


"Engel olamazdın! Hayatımı bu yola adamamı kimse engelleyemezdi. Ben... Benim gibiler 'Keşke!' demesin diye uğraşıyorum Doğu. Çocuklar 'Keşke birisi beni o lanet günde kurtarsaydı.' demesin diye yaşıyorum. Yüzlerce hayatım olsa, yine aynı uğurda can vermeyi seçerdim."


Tüm bunları söyleyen adam, yanındaki teyzenin varlığını ancak hatırlamıştı. Bakışlarını kadına çevirdiğinde, onun kendisine hafif bir tebessüm sunduğunu gördü. Kadın ne bir soru sordu ne de bir yorum yaptı. Bu durum Burak'ın minnetle ona bakmasına neden olmuştu.


Boşuna anneanneme benzetmemişim. Karakterleri aynıymış. İkisi de aynı anlayışa sahip!


Burak, sessiz adımlarla yürümeye başladığında, kadın da adımlarını ona uydurdu.


"Ben masumca 'Gelirken adam akıllı yemek getir!' demek için aramıştım. Konu nerelere gitti." diye mırıldandı Doğukan.


Onun konuyu değiştirmesi ile Burak da işi şakaya vurdu.


"Aaa. Birileri pizza yemekten bıkmış anlaşılan!.. Ne istiyorsun?"


"Bilmem. Seni aradığımda açtım, sağ olasın doyurdun. İştah falan kalmadı!"


"Ayyy. Bak ne kadar da iyi kalpli bir insanım. Açları doyuruyorum."


"Çok sağ ol yaa(!)."


Doğukan'ın sesinin daha iyi geldiğini hisseden Burak tebessüm etti.


"Ne getireyim?" 


Bir süre karşı taraftan ses gelmedi. Sonrasında Doğukan'ın fısıltısı duyuldu.


"Mantı..." 


"Mantı..." diye tekrarladı Burak.


Mantı canavarı, yıllar sonra mantı istemişti. Bu, tahmin edilenden çok çok daha büyük bir olaydı.


"Tamamdır kardeşim... Ben de şimdi Hilal'in evinin oralardayım. Birazdan gelirim. Bana güzel bilgiler vereceğini umuyorum."


"Güzel çirkin bilemem ama ilginç bilgiler vereceğim kesin!" dedi Doğukan gizemli bir sesle.


"İlginç? Ah en sevdiğim!.. Hadi birazdan görüşürüz." diyen Burak kapatmak üzereyken Doğukan'ın sorusu ile duraksadı.


"Hilal yanında mı şu an?"


"Yok. Az önce bıraktım eve."


"Seni mecnun eden o kızla tanışmak isterdim."


Doğukan'ın mırıldanarak söylediği cümle üzerine Burak hüzünle gülümsedi.


"Eminim o da seninle tanışmak isterdi."


"Kaçtıklarımdan kurtarmak için mi? İkna gücü fazla yüksek. Bunu sadece bir telefon konuşmasından anladım. Tehlikeli bir kızı hayatına almışsın."


"Öyledir benim sevgilim." dedi Burak dudaklarında beliren kocaman gülümsemeyle.


Yanındaki teyzenin ona bir bakış attığını hissetse de pek önemsemedi. Bir daha karşılaşmayacağı birisinin yanında konuşmakta bir sakınca görmemişti.


"Sevgilin ha? Sana inziva yaramış... New York'a gitmişsin?"


"Siz benim hakkımda, benden habersiz bir fan sayfası falan mı kurdunuz? Ya da telekonferans yaparak dedikodumu mu yapıyorsunuz?" diyen Burak'ın sesi gülüyordu.


"Ahh. Eyvah! Yakalandık." dedi Doğukan eğlenceli bir sesle.


Gözlerini deviren Burak'ın dudaklarında bir gülümseme belirmişti.


Güzel dostlara sahipti. 


"Neyse hadi tutmayayım... Siz gelene kadar son rütuşları yapayım ki raporum eksiksiz olsun Komutanım."


"Bana adam akıllı bir bilgi veremezsen ikimiz de açığa alınırız farkındasın değil mi?"


"Bir Başkomiser'i vatan hainliği ile suçlayarak takip etmek ve bunu üstlerimizden habersiz yapmak sadece açığa alınmakla sınırlı kalmaz bence." diye mırıldandı Doğukan.


Haluk'un yakalandığı gün Başkomiser Asım'ın şüpheli davranışı Burak'ı oldukça işkillendirmişti. O günden kısa bir süre sonra Kadavra ile iletişime geçmiş ve sahada çalışan adamlarından birini Asım Başkomiser'in peşine takmıştı. İşte tek sıkıntı, bunun için resmi bir emre sahip olmamalarıydı. Resmiyet için kanıt gerekliydi. Kanıt olsaydı, Burak zaten adamı çoktan içeri tıkmıştı. Her zamanki klasik sorunlardı işte.


"Bir şeyler bulduysan sorun yok. Elle tutulur bir şey olmasa da herifin ne mal olduğunu bilerek devam ederiz en azından."


"Şüpheli birkaç hareketini yakaladım. Bu işlere ne kadar bulaştı bilmiyorum ama bir şeyler karıştırdığı belli."


"Tamamdır. Gelince konuşuruz." diyen Burak vedalaşarak telefonu kapattı.


Telefonu kapattıktan sonra birkaç adım ilerlemişlerdi ki, yaşlı kadın ona dönerek konuştu.


"Demek sevgilin var... Üzüldüm."


"Niye?" diye soran Burak kaşlarını çatarak karşısındakine baktı. Kadının verdiği cevabı duyduğunda ise hiç şaşırmamıştı.


"Oldukça beyefendi birisin. Seni torunumla tanıştırmak isterdim."


"Sevgilim duymasın. Sonra torununuzun can güvenliği tehlikeye girer." diye mırıldanan Burak'ın dudaklarında, istemsizce bir tebessüm belirmişti.


Hilal'i hatırladığı her anda olduğu gibi.


"Kız arkadaşın kıskanç mıdır?"


Bu soruyu "Evet?" diyerek yanıtlayan Burak, kadının amacını anlamaya çalışıyordu.


"Peki kıskançlık güvenmeme göstergesi değil midir?"


Burak, kadına ters bir bakış attı. Hilal'in ona güvenmediğini mi ima ediyordu yani? 'Yaşlı kadın zaten. Alttan alacağım!' düşüncesi ile derin bir nefes alan adam sakin olduğunu umduğu bir sesle konuştu.


"Kıskançlık göreceli bir kavram. Olan kıskançlık karşındakini hiçbir yere göndermeyerek kısıtlıyorsa, doğru değil tabii ki. Ama sevgiden kaynaklanan bir kıskançlıksa zaten doğal bir sınırla geliyor. Ne de olsa kişi sevdiğinin özgürlüğüne saygı duyar... Sevdiğini kıskanırsın çünkü dikkatinin hep üzerinde olmasını istersin. Sevdiğini kıskanırsın çünkü hiç kimsenin onu senin gördüğün şekilde görmesini istemezsin. Hilal'deki kıskançlık da bu Benim ondan başkasıyla ilgilenmeyeceğimi çok iyi biliyor. Ayrıca bana her şeyden çok güveniyor. Benim de ona güvendiğim gibi. Ama bu, haddini aşan insanlara tepki göstermeyeceği anlamına da gelmiyor!"


Söylediklerini duyan kadın tebessüm etti.


"Onu çok seviyor gibisin. Ondan bahsederken gözlerin parlıyor."


"Onu sevmesem neden sevgilim olsun ki?" diye sordu Burak gayet olağan bir şeyden bahsedercesine.


"Bu devirdeki gençler sevgiyi ağızlarında sakız yapmış durumdalar evladım. Sevgili olmayı bir tür oyun haline getirmişler. Sevgilisi olmayan, oyun dışında kalacağı düşüncesiyle bulduğu ilk kişiyi koluna takıyor. Hatta artık durum oyun olmaktan çıkmış, yarış olmuş!"


"Başta sevdiğime sonra da kendime bu saygısızlığı asla yapmam. O eli bir anlık hevesle tutmam ben. O eli tuttuğum an, ömrümü ona adayacağımın sözünü de vermişim demektir."


Yaşlı kadının dudaklarında kocaman bir gülümseme belirdi.


"Güzel seven adamlardanım diyorsun."


"Sevmek budur diyorum."


Yaşlı kadın başını onaylarcasına salladı.


Sanki bir imtihandaymış gibi hisseden Burak, kendi kendine güldükten sonra mırıldandı.


"Geçtim mi bari?"


"Geçtin!" diyen kadın da gülmüştü.


Merakına yenik düşen Burak, duraksadı. Kısa süre düşündükten sonra ise sormaktan kendini alamadı.


"Neden?"


Tek bir kelimeydi fakat kadın onu anlamıştı.


Neden bana böyle sorular sordun? Neden beni sınadı?


"Sence neden?" diye soran kahverengi gözlere baktı Burak. O gözlerdeki sevgiyi ve beğeniyi gördüğünde düşünceli bir sesle sordu.


"Sizin... Torununuz kim?"


Soru üzerine yaşlı kadın evet dercesine başını salladı.


"Nokta atışı! Zeki birisin. Torunumdan da daha azını bekleyemezdim zaten."


Burak karşısındaki kadına bakarken, ne diyeceğini bilmeyerek sesiz kaldı. Yaşlı kadın sevgiyle gülümseyerek elini uzattı.


"Tanıştığımıza memnun oldum genç adam. Ben Seher Gökmen. Kız arkadaşının anneannesiyim."


Burak, kadına bir bakış attı. Elini uzatırken gözlerinde hâlâ şaşkınlık parıltıları dolaşıyordu.


"Ben de Burak... Burak Aslan."


"Demek Hilal ile sevgilisiniz?" diyen kadın ile Burak kendi kendine güldü.


Bu koca İstanbul'da yardım ede ede Hilal'in anneannesine mi yardım etmişti yani? Bu nasıl bir tesadüftü?


"Daha çok yeni... Dün yaşandı her şey."


"Hilal'e söylemediği için kızmayın mı diyorsun yani?"


Başını kaşıyan Burak kafasını evet anlamında salladı. Saçma bir şekilde kendisini küçük bir çocuk gibi hissediyordu.


Anneannene benzettin ya... Hisler aynı işte Küçük Alfa!


"Şu an gitmen gerekiyor sanırım. Fakat seni daha yakından tanımak isterim Burak."


"Ben de bunu çok isterim Efendim. Şu ana kadar... Biraz fazla yoğundum. Bir türlü tanışma fırsatımız olmadı."


"Yoğunluktan mı, yoksa o eli bir kez tutarsan bu ömür boyu olacağı için... Bazı sorunları çözmeye çalıştığından mı?"


Burak, bakışlarını kadına çevirdi.


"Hilal, size benzediğini söylemişti... Haklıymış! Aslında az önce konuşurken Hilal ismini duyduğunuzda bana yönelen dikkatinizden anlamalıydım kim olduğunuzu."


"Az önceki konuşmaya şahit olmamı istemezdin sanırım ha?"


Burak, Doğukan ile konuştuklarını düşündü. Almasını bilen bir insanın, hakkında çok şey öğrenebileceği bir konuşmaydı. Karşısındaki kadının zeki bakan gözleri de her şeyi açıklıyordu. İstemeden fazla malzeme vermişti.


Burak dürüst olma isteğiyle mırıldandı.


"Bilemiyorum... Sanırım istemezdim. Size ve Melek ablaya, hakkımda ne kadarını anlatacağıma hâlâ karar veremedim. Yani..."


Duraksayan adam, derin bir nefes alarak konuşmaya devam etti.


"Yıllardır anlatma eyleminden oldukça uzağım. Daha yeni yeni anlatmaya başlamışken... Hilal'den başkası ile konuşabileceğimi zannetmiyorum. Fakat öğrenmek isterseniz, Hilal'e sorabilirsiniz elbette. O istediklerinizi anlatır."


"Sen ne zaman anlatmak istersen biz de o zaman öğreniriz evladım. Acelemiz yok nasıl olsa! Konuşmanı duymuş olmam pek hoşuna gitmese de bence iyi oldu. Çünkü sana çok kızmıştım... Torunumun, şu geçtiğimiz günlerde üzgün olmasına neden olduğundan! Fakat az önce, kızgınlığım buhar olup uçtu. Neden ya da niçini sizi ilgilendirir elbet ama aranızda var olan sorunu çözmüşsünüz... Nasıl ki torunum saf bir sevgiyle seni seviyorsa, sen de aynı şekilde onu seviyorsun. Bunu öğrenmiş olmak, bana yeter de artar bile."


Burak, gülümseyerek karşındaki kadına baktı.


"Anneannem ile iyi anlaşacağınıza eminim."


"Eminim ki anlaşırız ama önce 'Siz'i bırakabilir miyiz? Madem en başından beni anneannene benzettin beni... O zaman Seher Nine diyebilirsin?"


Kadının samimi cümleleri, Burak'ın dudaklarındaki tebessümün büyümesine neden olmuştu.


"İstediğin gibi olsun Seher Nine."


"O zaman bir isteğim daha var!"


"Nedir?" diye sordu Burak meraklı bir ses tonuyla.


"Hilal'e bu tanışmadan şimdilik bahsetmeyelim. Torunumun ne zaman senin varlığını itiraf edeceğini merak ediyorum."


Bu istek Burak'ın duraksamasına neden olmuştu.


"Beni sizin sorgunuza maruz bırakmamak için söylemeyebilir. Bir de her şey daha çok yeni..."


"İşte bu yüzden diyorum ben de. Hilal, benim bildiğimi öğrenirse Melek'e de söylemek zorunda kalacak. Melek... Kızım biraz sert tepki verebilir. Geçtiğimiz iki haftada yaşananlardan sonra sana bayâ bir bilendi. Onca olayın üzerine sevgili olduğunuzu öğrenirse, sizi rahat bırakmayarak onlarca soru sorar!"


Başını aşağı yukarı sallayan Burak hüzünle gülümsedi.


"Haksız da sayılmaz. O sadece kızını korumaya çalışıyor."


"Senin gibi hakiki sevgiyi bilen birinden kızını korumaya çalışıyor... Bu yüzden de haksız! Kızım geçmişte kötü şeyler yaşadı. Hilal'den az buçuk duymuşsundur. Bu yüzden de Hilal'e karşı fazla korumacı davranıyor. Fakat bir insanı aşktan koruyamazsın. Melek asla kabul etmez ama o, o adamla hakiki aşkı yaşadı. Hiçbir zaman anlayamayacağım bir şekilde ilişkileri bitti ama ben oğlumun, Hilal'in babasının, gözlerinde gerçek sevgiyi görmüştüm. Sanırım Melek'in aşka olan inancını kaybetmesinin nedeni de bu. Sevdiğinden aldığı darbe çok ağır geldi. Bedelini sana ödetmeye kalkarsa kızını karşısına alacak ama o maalesef hâlâ bunun farkında değil!"


"Melek ablaya da kızamıyorum ki... Yaptıklarım ortada."


"Sebepleri de ortada değil mi? En azından Hilal için! Torunum ona zarar verdiğini düşünseydi, seni ne kadar çok severse sevsin bu ilişkiyi sonlandırırdı. Fakat devam ettiğinize göre, demek ki haklı nedenlerin var ve Hilal de bunları biliyor."


"Hilal anlayışını da senden almış anlaşılan Seher Nine."


"Bu anlayış her insanda olması gereken bir şey aslında evladım. Maalesef insanlar iki kişi arasındia girmeye çok meraklı, bu yüzden de anlayış kavramını unutmuşlar."


"Öyle!" 


"Hadi ben seni daha fazla tutmayayım. Arkadaşın seni bekliyordur."


"Poşetleri taşıyayım önce... Kısacık yolu dakikalardır gidemedik." diyen Burak, yaşlı kadının torunun evine doğru yürümeye başladı. Bu sırada da değişik tanışmayı hatırladığından gülümsemişti. Kadının konuştuğunu duyunca ona döndü.


"Hayatımın en ilginç kısacık yoluydu. En son oğlumla yani Hilal'in babasıyla konuşurken böylesine eğlenmiştim. Kapalı bir kutu gibisin. Ne diyorlardı? Böyle iç içe geçen oyuncaklara..."


"Matruşka!" diyerek yardımcı oldu Burak.


"Heh evet. Matruşka! Bir matruşka gibisin Burak. Her açtığım oyuncakla başka bir yüzünle karşılaşacak gibiyim."


"Sanırım beni daha iyi anlatamazdın Seher Nine. Bu kadar kısa zamanda böylesine tanıman şaşırttı."


"Dedim ya... Oğluma benziyorsun."


Hilal'in evinin önüne geldiklerinde durdular. Burak, sorup sormama arasında gitse de sonunda sormaya karar verdi ve kelimelerini özenle seçerek konuştu.


"Oğlum diyorsunuz ama... Bazı şeyler oldukça kötü sonuçlanmış. Ona rağmen..."


"Melek'e olan sevgisi yalan ya da gerçek bilemem, ki ben yalan olduğunu da düşünmüyorum, ama gerçekten yalansa bile... Bana olan sevgisi gerçekti. Annesini kaybetmişti ve bana her 'Anne' dediğinde, ben gözlerindeki saf sevgiyi gördüm. Melek çok kızıyor o yüzden onun yanında asla demem ama şu bir gerçek ki, o benim oğlumdu. Ailesinin acısıyla omzumda ağladığı günden sonra... O benim oğlumdu! Bu yüzden olur da bir gün karşımıza çıkacak olursa, önce anne terliğini yiyecek, sonra da anne şefkatiyle karşılaşacak. Çünkü... "


"Anne olmak bunu gerektirir. Her ne olursa olsun... Evladını affetmeyi." diye fısıldayarak araya girdi Burak.


Onun gözlerindeki acıyı gören Seher, hüzünlü gözleriyle ona baktı. Tam o anda, karşısındaki çocuğun yaralı olduğundan emin olmuştu.


Gözlerinin kızardığını hisseden Burak, yutkunduktan sonra konuştu.


"Ben artık gideyim Seher Nine. Tanıştığımıza gerçekten de çok memnun oldum. En kısa zamanda tekrardan görüşelim. Bu sefer ayak üstü olmasın ama!"


"Kesinlikle görüşelim. Hayırlı akşamlar evladım!" diyen kadın Burak'a yaklaşarak sarıldı. Adam, ellerindeki poşetlerden dolayı karşılık veremese de sarılışı iliklerine kadar hissetmişti.


'En kısa zamanda anneannemler ile konuşmalıyım.' diyerek kendisine söz veren adam Seher Gökmen ile vedalaştıktan sonra arabasına doğru ilerledi.


İncelediği davaların da etkisiyle oldukça yoğun bir gün geçiren adam asıl günün (davanın) daha yeni başladığını hissediyordu.


Loading...
0%