Yeni Üyelik
48.
Bölüm

48. Bölüm- Güneş Koydum Adını

@yasminiesa

Hilal, yanındaki perdeyi çekerek dışarıya baktı.


Olanca gücüyle yağan yağmurun arasında gördüğü karanlık silulet kalbinin teklemesine neden oldu.


Karşı kaldırımda oturan adam bacaklarını kendine çekmiş, dirseklerini de bacaklarının üzerine yaslamıştı. Onun öne eğik başını gören Hilal kesik bir nefes aldı.


Sevdiğinin canı yanıyordu. 


Yatağından hızla fırlayan genç kız, telefondakine sadece tek bir kelime fısıldadı.


"Burada!"


3 Saat Önce


Elini masanın üzerindeki kahve bardağına götüren Burak, boş bardağı görerek duraksadı.


"Ne ara bitti bu yaa?"


Oflayan adam, ayağa kalktıktan sonra gerilen bedenini esnetti.


Önceki gece, Doğukan'dan aldığı bilgileri incelediğinden sabahlayan adam, bu gece de yeni elde ettiği bilgileri araştırmakla uğraşıyordu. Önündeki dosyaya bir bakış attıktan sonra boş bardağı eline alarak mutfağa doğru yola koyuldu. Holden geçen adam sessiz adımlarla yürümeye özen gösteriyordu.


Emre bir şeyler çevirdiğini anlamıştı... Yakında kesin sorar.


Hilal de bir şeyler çevirdiğini anlamıştı...

Yakında kesin anlatırım. 


Tebessüm eden Burak, huzurlu bir nefes aldı. Hayatı nasıl da değişmişti böyle. Anlatmak kelimesi böylesine yabancıyken, nasıl da böylesine aşina olmuştu?


Hele de aşk... Bu kelimeyi herkesten daha iyi bilmesine rağmen yıllarca bundan uzak durmuştu Burak. Fakat ela gözlüsü, tüm tabularını yıktırmaya yeminli girmişti hayatına.


"İyi ki..." diye fısıldadı adam.


Onsuz bir hayat düşünemiyordu artık.


Hayat demek, Kelebeği demekti çünkü.


Bu düşüncelerle kahvesini hazırlayan adamın gözleri saate ilişti.


2.40


"Erken olsa arardım... Özledim."


Neyse artık... Sabah namazına kaldırırım, sesini de o zaman duyarım.


Kahvesini alan Burak, geldiği gibi sessiz adımlarla odasına doğru yürümeye başladı. Tüm gençliği bu evde geçmiş olsa da diğer evi tuttuklarından beri burada nadiren kalıyorlardı. Emre arada gelse de, Burak çoğu zaman işi bahane ederek kaçıyordu. Sevda annesinin gözlerindeki hüzün kalbini acıtıyordu çünkü. Herkesin ondan bir beklentisi olduğunun farkında olsa da, elinden hiçbir şey gelmiyordu.


Ya günün birinde gerçeği öğrenirlerse? Orada olduğumu, her şeyin şahidi olduğumu...


Kesik bir nefes alan adamın adımları yavaşladı. Düşüncesi bile kalbine bir ok misali saplanmıştı. Böyle bir durumda hepsinin ayrı ayrı dağılacağını, kahrolacağını çok iyi biliyordu.


Bunu asla öğrenmemeliler!


Kızaran gözlerini kırpıştıran Burak, düşüncelerini yok etmek istercesine başını iki yana salladı. Tekrardan yürümeye başlamışken duyduğu sayıklama sesiyle bir kez daha duraksadı.


"Hayır... Ben yüzme biliyorum ben deniz kızıyım bir kere. Hayır!"


İstemesizce gülümseyen adam, kızın odasına yöneldi. Kahvesini, odanın girişindeki komidine bıraktıktan sonra üstü açık kızın yanına doğru gitti.


"Hayır... Hayır..."


Sayıklamaların, rüyadan çok bir kabusu andırması karşısında Burak kaşlarını çattı.


"Deniz Kızım?" diyerek ufaklığa seslenen adam, kızı uyandırmak için dürttüğünde aynı anda birçok şeyi fark etti.


Kızın yüzünde, gözyaşı izleri vardı.


Tişörtü terden sırılsıklam olmuştu.


Ve bedeni ateşler içinde yanıyordu.


Titreyen elini kızın alnına götüren Burak, kor ateşe dokunmuşçasına geri çekildi. Nefes alış-verişleri hızlanırken başını iki yana salladı.


'Hayır... Benim hüsnü kuruntum. Ateşi o kadar yüksek değil.'


Mantıklı düşünmeye çalışan adam Eftalya'nın odasında bulunan ateş ölçerin nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı fakat başaramadı. Çünkü beyninde, yıllar önce Eftalya'nın doktorunun dedikleri yankılanıyordu.


'Çok önemli bir beyin ameliyatı geçirdi. Bu yüzden de ateşe karşı çok hassas... Bunu bu şekilde söylemeyi gerçekten istemem ama olayın ciddiyetini kavramanızı istiyorum. Yüksek ateş, büyük bir beyin hasarına hatta... Ölüme bile yol açabilir. Bu yüzden de herkesten çok dikkatli olmanız gerekiyor. Eftalya asla ciddi bir şekilde ateşlenmemeli.'


Hızlı hareketlerle dolapları açıp kapayan Burak, sonunda ateş ölçeri bulmuştu. Yutkunan adam, boğazındaki yumruyla Eftalya'nın yanına gelerek elektronik ateş ölçeri kızın alnına dayadı. Tüm bedeni gözle görülür bir biçimde titriyor, tüm hücreleriyse 'HAYIR!' diye haykırıyordu.


Deniz Kızına bir şey olursa... Gözleri dolan adam titrek bir nefes alarak ateş ölçerin düğmesine bastı.


Ekranda yazan sayılarla bir anlığına gözleri kararan Burak, küçük kızın yatağından destek alarak zorlukla ayakta durdu.


39.9 C°


"Eftalya'm... Güzelim..." diye fısıldadı.


Adamın, tüm bedeni gibi sesi de titriyordu


Kızdan herhangi bir dönüt alamadığında, yavaş hareketlerle kızın kıyafetlerini çıkarttı.


Kendisine göre yavaş, fakat aslında çok hızlı...


Burak, zaman kavramını kaybedeli çok oluyordu... Aslında kapıdan içeriye girip kızın ateşini fark edeli, ateş ölçeri bulalı ve kızın üstünü çıkartalı sadece 5 dakika olmuştu. Fakat onun için bu süre çok çok daha uzundu. Yarım saati geçtiğine yemin bile edebilirdi. Çünkü bu 5 dakikada öylesine çok şey düşünmüş, öylesine şeyler hissetmişti ki... Bir insanın bu kadar kısa sürede o kadar ağır şeyleri düşünmesi de, hissetmesi de imkansızdı.


"Deniz Kızım? Lütfen... Lütfen..."


Gözündeki yaşlar yüzünden doğru dürüst göremeyen adam, titreyen elleri ile kızı sarstı. Eftalya, yine tepki vermedi, anlamsız kelimeler sayıklamaya devam ediyordu.


Kısa süre sonra sadece iç çamaşırlarıyla kalan küçük kızı kucaklayan Burak, hızla odadan çıktı. Bu esnada sehpanın üzerindeki bardağa çarpmış ve sıcak kahveyi üstüne dökmüştü fakat bunun farkına bile değildi.


"EMREEEE! AMBULANSI ARA!"


Haykıran adam, duyduğu ses tonundan irkildi. Sesinde öylesine büyük bir çaresizlik ve acı vardı ki...


Koşarak banyoya giden Burak, büyük bir hızla duşakabine yöneldi. Eftalya'yı dizine oturttururken, bir yandan da tek eliyle suyun sıcaklığını ayarlamaya çalışıyordu.


Kısa sürede banyonun kapısında Emre belirdi.


Elinde silahı olan adamın gözleri, herhangi bir tehlike ararcasına etrafı inceliyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.


Ve mavi gözlü adam, karşısındaki manzarayı gördü. Silahı tutan kolu aşağı düşerken titreyen Eftalya'ya ve Burak'a bakakaldı.


"Ateşi mi var?" 


Emre'nin sesi öylesine kısık çıkmıştı ki Burak bu soruyu hayal ettiğini düşündü. Sesi çıkmayan Burak başı ile kardeşini onaylarken banyonun kapısında Sevda ve Enver belirdi. İkilinin de gözleri korkuyla doluydu.


"Neler oluy... Kızım!"


Sevda'nın kendisine yaklaştığını gören Burak, bir saniye bile beklemeden ılık suyun altına girdi.


Onu kimseye vermeyecekti.

Kardeşini kimseye vermeyecekti.

Bu kimse annesi bile olsa...


Vermeyecekti. 

Veremezdi. 

Bırakamazdı ki onu. 


Banyo kapısına sırtını dönen Burak, kucağındaki ufaklığa baktı. Miniğinin sevgisini de katarak sevdiği ufaklığa. Şöyle bir gerçek vardı ki... Hiç kimse Eftalya'yı onun kadar sevemezdi.

Annesi bile!


Çünkü Burak, onu iki misli seviyordu.... Miniğinin sevgisi ve Eftalya'nın bizzat kendisine duyduğu sevgiyle.


Gözyaşları akan suya karışırken, küçük kızı sımsıkı tutan adamın dudaklarından bir hıçkırık fırladı. Alnını kızın alnına dayayarak gözlerini kapattı ve sadece ikisinin duyabileceği bir şekilde fısıldadı.


"Bırakma beni! Yalvarıyorum... Yalvarıyorum Deniz Kızım. Sakın bırakma beni. Sen de beni bırakma! Sen de gidemezsin. Sen de bana bunu yapamazsın. Tam gerçek anlamda mutlu olmuşken tuttuğun elimi bırakamazsın. Söz... Söz ileride şerefsizin birini elinden tutup getirdiğinde onu çok hırpalamayacağım. Gerçekten bak! Ama sözümü tutabilmem için önce büyümelisin değil mi? Lütfen... Lütfen... Lütfen!"


Küçük kız kollarında tir tir titrerken, Burak da aynı şekilde titriyordu. Genç adamın ayakta durabilmesi bile bir mucizeydi.


Aradan belki saniyeler, belki dakikalar, belki de saatler geçtikten sonra Burak, omzunda hissettiği el ile kapalı olan gözlerini açtı. Omzundaki elin sahibinin Enver babası olduğunu biliyordu. Omzunu sıkan elle duruşunu güçlendiren adam, titreyen bedenini kontrol altına almaya çalıştı.


"Ateşi düşmüş mü bakalım mı oğlum?"


Enver'in sesi çok uzaktan geliyordu. O kadar uzaktı ki Burak anlamsız bakışlarla ona döndü. Duyduğu cümleyi anlamlandıramıyordu. Sanki kocaman bir şelalenin altında kalmış, çıkamıyordu.


Boğuluyordu, nefes alamıyordu.


Kaç dakika geçmişti?


Burak'ın kaybolmuş bakışlarını gören Enver'in gözlerindeki endişe yoğunlaştı. Kızına duyduğu endişenin üzerine, oğluna duyduğu endişe de eklenen adamın gözlerindeki acı çoğalmıştı.


"İyiyim ben." diye mırıldandı bu bakışları gören Burak. Kısık çıkan sesi, kıpkırmızı gözleri ve zorla kontrol altına aldığı titremesi iyi olmadığını bas bas haykırırken...


Enver, ona inanmadığını belli eden bir bakış attıktan sonra ateş ölçeri kızının alnına dayadı ve düğmeye bastı.


Her ne kadar güçlü gibi gözükse de Burak, adamın titreyen elini ve hızla inip kalkan göğsünü görüyordu.


Birinin güçlü durması gerekiyordu ve Enver babası bu görevi üstlenmişti.


O lanet günde de olduğu gibi...


"39.4 C°" 


Enver'in söylediğiyle düşüncelerinden kurtulan Burak adama baktı.


"Yüksek..." diyen acı sesi duyduğunda ise sol tarafına baktı.


Emre'ye tutunan Sevda, zorlukla ayakta duruyordu. Burak bir an için merak etti.


Annesi mi Emre'den güç alıyordu, Emre mi annesinden?


Emre'ye bakmamak için ayrı bir özen gösteren Burak mırıldandı.


"Düşmüş... Az önce 39.9 C°'ydi."


"Bunu nasıl fark edemedim ben? Eğer sen olmasayd..."


"Anne lütfen... Şu an kendini suçlamanın ve 'Eğer'lerin sırası değil." dedi Burak, Eftalya'ya bakarken.


"Kardeşim iyi olsun... Yeter!"


Kardeşim iyi olsun... 


Kardeşim iyi olsun... 


Kardeşim iyi olsun... 


"Ambulans çağırdım. Gelmek üzeredir. Gelmezse biz götürürüz ama... Durumu açıkladım ona göre serum ile gelerek ilk tedaviyi yapacaklar. Beklememizi söylediler." diyen Emre'nin sesi ile kendine geldi Burak.


Saat kaçtı?

O odaya girdiğinde beri kaç dakika geçmişti?

Eftalya kaç saattir ateşler içinde yanıyordu?

Peki ya saatlerdir uyanık olan Burak bunu nasıl fark edememişti?


"Eftalya'yı kurutalım, ambulansı beklerken de bezle soğuk kompres yaparız. Sen de üstünü değiştir oğl..."


Eftalya'yı almak için uzanan Sevda, Burak'ın bakışlarını gördüğünde cümlesini tamamlayamadı. Kızı bedenine doğru çeken Burak, sözsüz olarak onu bırakmayacağını söylemişti. Geri çekilen Sevda 'Tamam, tamam.' dercesine başını salladı.


"Siz aşağı inin, ben Eftalya'nın üzerine ince bir şeyler alıyorum. Enver sen de..."


"Tamam ayarlarım." diyen adam arkasındaki dolaptan havlu aldı ve beraber banyodan çıktılar.


Sevda, adamlar çıktıktan sonra titreyen bacaklarıyla kızının odasına yöneldi ve hızlı hareketlerle gerekli eşyaları toplamaya başladı. Kalbinde kızının korkusu olsa da düşünceleri sürekli Burak'ın bakışlarına kayıyordu.


Eftalya'yı böylesine sahiplenen oğlu, bir kardeşi olacağını bilseydi...


Nefes alamadığını hisseden Sevda, elini kalbine götürdü.


"Burak bunu asla öğrenmemeli..." diye mırıldandıktan sonra hazırladığı çantayo da alarak merdivenlere yöneldi.


🐺 


Koltuğa oturan Burak, kızarmış yeşilleriyle kollarındaki ufaklığa baktı.


"Deniz Kızım?"


Beşinci seslenişi olan adam bu seslenişte de bir geri dönüt alamadığında, yeniden o güne gitti.


'... Babam uyansın, sen ayağa kalk... Kardeşim de... Anne? Anne? Anneciğim niye konuşmuyorsun? ANNE! ANNEEEE!!! Baba? Babacığım? Annem uyanmıyor! Kalkın artık. Üşürsünüz siz burada!'


Nefes alış-veriş hızı değişen adam kucağındaki kızın inip kalkan göğsüne baktı.


'Bir şey yok. Hiçbir şey yok... Öyle bir şey yok! Sadece uyuyor.'


'Onlara da uyuyor demiştin!'


Aklından geçen son düşünce Burak'ın ruhunun buz kesmesine neden oldu. O düşünceyi söyleyen sesin, içindeki korku olduğunu biliyordu. O gün kendisine korkak diyen ve yıllar boyu yüzlerce kötü düşünceyi aşılayan o korku...


Kolunda hissettiği el ile gözlerini kapattı.


Ona bakmak istemiyordu. 

Ona bakmayacaktı. 

Ona bakamazdı.


Aklından geçenleri okumasını istemiyordu. Kardeşinin, Küçük Prensesi için hissettiği korkuyu daha fazla arttırmak istemiyordu.


"Bana bak..."


Emre'nin fısıltısını duyan Burak başını iki yana salladı.


"Kardeşim!"


Burak, hiçbir tepki vermedi.


"إذا لم تنظر إليّ، سأخبرك!"


(Bana bakmazsan söylerim!)


Emre'nin arapça kurduğu cümle Burak'ın şok içerisinde gözlerini açmasına neden oldu. Islattığı bezi Eftalya'nın alnına koyan Enver ikisine bariz bir şüpheyle bakıyordu.


Yapamazdı!


Kardeşinin düşüncelerini anlayan Emre kesin bir sesle konuştu.


"سأفعل! إذا كنت ستعيش في عواطفك فقط حتى لا يفهموا، سأفعل ذلك... سأخبره أنك كنت هناك ذلك اليوم الآن انظر إليّ!"


(Yaparım! Sırf onlar anlamasın diye duygularını içinde yaşayacaksan yaparım... O gün orada olduğunu söylerim. Şimdi bana bak!)


Emre'nin sesindeki kararlılık, Burak'ın bakışlarını ona çevirmesine sebep oldu.


Kardeşinin mavi gözlerini gördüğünde aklına, 17 yıl önceki o gün geldi... 4 yıl önce mağarada yaşananlar.


O zamanlardaki gibi bakıyordu Emre. Aynı acıyla, aynı hüsranla, aynı çaresizlikle...


"O bizim kardeşimiz... O senin kardeşin! İki ateş ona hiçbir şey yapamaz."


Benim kardeşim öldü!


Ve Burak Kılıç, yıllar sonra gerçek anlamda bu gerçeği kendine itiraf edebildi.


Onun kardeşi ölmüştü.

Ölmüş... 


Kalbine koca bir acı saplanan adam, kesik bir nefes aldı. Gözlerinden tekrardan yaşlar düşmeye başlarken isyan edercesine fısıldadı.


"Onu da kaybedemem."


"Zaten olmayacak öyle bir şey!" dedi Emre keskin bir sesle.


4 yıl önce Eftalya'nın beyin ameliyatı geçirdiğini öğrendikleri zamanki gibi, kendini mi yoksa Burak'ı mı ikna etmeye çalıştığını anlayamadı Burak.


Öz kardeşini kaybetmekten korkarken bir de benimle uğraşıyor. Bencil pisliğin tekiyim.


Aklından geçen düşünce, gözlerini kaçırmasın sebep olmuştu.


Bu evde, Eftalya'yı bu şekilde kucağında tutup bırakmayacak son insan benim.


Burak, bu düşüncelerde boğulmuşken aşağıya inerek yanlarına gelen Sevda elindeki ince örtüyü Burak'ın üzerindeki kızının üzerine serdi. Elini Eftalya'nın alnına koyarken endişeyle mırıldandı.


"Ateşi biraz daha düşmüş aslında... Niye uyanmıyor?"


Soru üzerine Enver, başını kaldırıp karısına baktı. Kocasının mavi gözlerini gören kadının kahverengi gözlerinden yaşlar düşmeye başladı.


Burak, hiçbir şey söylemeden Enver'in elindeki bezi aldı. Ayağa kalkan Enver, karısını kollarının arasına alarak kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı.


Titrek bir nefes alan Burak bakışlarını ikiliden çekerek Eftalya'ya çevirdi.


"Uyanacak..." 


Emre'nin fısıltısı, Burak'ın boğazındaki yumruyu arttırmıştı. O da söylediğine deliler gibi inanmak isteyerek aynı kelimeyi tekrarladı.


"Uyanacak..." 


🐺


"Endişelenmeyin. Sonunda ateşini düşürdük... Birkaç test yaptık. Bazı gerekli kontrollerden de geçecek. Onları sonucunu alana kadar uyutmamız gerekiyor."


Hepsinin aklındaki soruyu soran kişi Emre olmuştu.


"Neden?"


Yaşlı Doktor derin bir iç geçirdi.


"Ani bir uyanma, istemediğimiz sonuçlara neden olabilir. Herhangi bir... Sorun varsa onu tespit edip, gerekirse ilaç tedavisine başlayacağız."


Başını öne eğen Burak, dişlerini sıktı. Saniyeler sonra mırıltısı duyuldu.


"Sizin bu yumuşatmaya çalışmalarınıza ve göreceli konuşmalarınıza hastayım."


Bilal, karşısındaki adama baktı. Eftalya hastaneye geleli neredeyse bir saat olmuştu. Ve karşısındaki genç adam bu bir saati sırılsıklam olmuş kıyafetleriyle geçirmişti. Kendisine yapılan onca ısrara rağmen bir an bile müdahale odasından ayrılmamış ve üstünü değiştirmeye gitmemişti.


"Kesin konuşmamı mı istiyorsun? İyi o zaman! Eğer sen olmasaydın Eftalya şu an... Aramızda olmazdı."


Burak, başını kaldırarak doktora baktı. Bilal, sesindeki yumuşamayla devam etti.


"Durumu fark etmen, hızlı hareket etmen ve yaptığın ilk müdahale onun hayatını kurtardı. Kardeşinin hayatını kurtardın evlat."


Kardeşinin hayatını kurtardın evlat!


Duyduğu cümle karşısında Burak'ın beti benzi attı.


Aklına, yukarı çıktığı halde aşağı inen annesi geldi.


Annesinin, kendisini bıçaklarken karnının üzerinde duran diğer eli...

Daha doğmadan ölen miniği... Kurtaramadığı miniği...


Tüm bunları düşünen adamın gözlerinde tarifi imkansız bir acı belirdi.


"Hayır... Kurtaramadım!" diye fısıldayan Burak arkasını döndü ve yavaş adımlarla müdahale odasının önünden uzaklaşmaya başladı.


Nefes alamıyordu. 


Düşünceleri öylesine yüksek sesle baskı yapıyordu ki ruhu çektiği işkence yüzünden çığlık çığlığa bağrıyordu.


Burak, adımlarını hızlandırdı. Aklının mantıklı düşünen tarafında sadece tek bir düşünce yankılanıyordu.


Kelebeği, çektiği acıyı dindirirdi.

Papatya kokulusu, onu sakinleştirirdi. Asena'sı, onu teselli ederdi.

Sevdiği, ruhundaki yarayı iyileştirirdi.


Ve adam, bariz bir şekilde koşmaya başladı.


Burak Kılıç, olanca gücüyle Hilal'ine doğru koşuyordu.


🦋 


Sabah namazını kıldıktan sonra tekrardan yatan Hilal, camına vuran yağmur damlaları eşliğinde uykuya dalmıştı ki telefonunun sesi odada yankılandı.


Uyku sersemi bir şekilde gözlerini açan kızın kalbi korkuyla dolmuştu. Bu saatte kim neden arardı ki?


Burak mı acaba? 


Aklından geçen cümleyle dudaklarında gülümseme beliren kız, telefonuna uzandı. Ekranda yazan Sevda Teyze yazısı, kaşlarını çatmasına neden olmuştu.


"Hayırdır inşaallah." diye mırıldanan Hilal telefonu açtı.


"Efendim?" 


"Uyandırdığım için özür dilerim kızım ama ne yapacağımı bilemedim."


Hızla yatağında doğrulan Hilal, korkuyla konuştu.


"Ne oldu? Burak..." 


"Eftalya ateşlendi. Geçirdiği ameliyattan dolayı..."


Sesi çatlayan Sevda titrek bir nefes aldı.


"İyi mi?" diye soran Hilal'in gözleri dolmuştu.


O küçüğe bir şey olmasın lütfen!


"İyi... Doktoru ilk müdahalenin oldukça etkili olduğunu söyledi. Geçirdiği ameliyatyan dolayı risk altında bu yüzden bazı tetkikler yapmaları gerekiyormuş fakat olumsuz da konuşmadı. Ben... Seni Burak için aradım."


"Ne oldu?" diye fısıldayan Hilal'in nefes alış-verişleri hızlanmıştı.


Eftalya'ya deliler gibi düşkün olan sevdiği kesin kahrolmuştu.


"Burak çok sarsıldı. En sonunda da... Çekti gitti. Ne olduğunu biz de anlamadık... Evden çıkarken yanına hiçbir şey almamış. O yüzden de ona ulaşamıyoruz. Bir ihtimal oraya gelmiş midir diye aramıştım ama..."


Sevda daha konuşmayı bitirmeden, Hilal yanındaki perdeyi çekerek dışarıya baktı.


Olanca gücüyle yağan yağmurun arasında gördüğü karanlık silulet kalbinin teklemesine neden oldu.


Karşı kaldırımda oturan adam bacaklarını kendine çekmiş, dirseklerini de bacaklarının üzerine yaslamıştı.



Onun öne eğik başını gören Hilal, kesik bir nefes aldı.


Sevdiğinin canı yanıyordu. 


Yatağından hızla fırlayan genç kız, telefondakine sadece tek bir kelime fısıldadı.


"Burada!"


🦋


Aslı'nın odasının kapısını çalan Hilal, hiçbir şey söylemeden telefonunu ona verdi ve uyku sersemi kızın sorularını cevapsız bırakarak koşar adımlarla evin kapısından dışarı fırladı.


Peşinden kapının açıldığını ve Nisa'nın kendisine seslendiğini duyduğunda çoktan apartman kapısına gelen Hilal cevap vermedi. Genç kız tüm bedeninde endişe voltajları dolaşırken, sesinin çıkabileceğini düşünmüyordu.


Apartmanın kapısını açtığında önce yüzüne güçlü bir rüzgar dalgası, sonrasında da yağmur damlaları çarptı.


Nefes nefese kalmış kız birkaç adım attıktan sonra duraksadı. Çünkü yeşil gözlü adam başını kaldırmış acı dolu gözleriyle ona bakmıştı.


Yutkunan Hilal, titrek bir nefes aldıktan sonra kollarını iki yana açtı.


Ve Alfa... Tek tesellisine, sevdiğine, sevdiğinin kollarına sığındı.


🐺


Taksicinin iban numarasına parayı atan Burak, adamın telefonunu geri verdi ve kapıyı açarak arabadan indi. Yağmur damlaları bir kez daha sırılsıklam olmasına neden olurken mimik bile oynatmadı.


Kendisini öylesine hissiz hissediyordu ki bu durum onu korkuttu. Yine tüm dünyaya kendini kapatmış, yine acısını ruhuna gömmüştü. Ne acı hissediyordu, ne de herhangi bir duygu!


Bu hissiz Burak'tan nefret ediyordu.


Kelebeği hayatına girmeden önce hissiz Burak olabilmek için her şeyi yapan adam, şimdi bu hissizlikten kurtulmak istiyordu... Fakat bunun kolay olmayacağını tahmin etmeliydi.


Bir insanın 17 yılı, sadece birkaç ay içerisinde değişemezdi!


Bakışlarını yağan yağmura çeviren adam, istemsizce mırıldandı.


"Bugün de yağmur benim için yağıyor sanırım ha?.. Biz buradayız mı diyorsunuz? Yağmur Adam ve Çilek Kız..."


Dudaklarında acı bir gülümseme beliren adam elini havaya kaldırdı ve yağmur damlalarını yakalamaya çalıştı.


"Hikayeniz böyle bitmemeliydi. Birlikte bitse bile... Bu 90 yaşınıza geldiğinizde olmalıydı. Böylesine acı, böylesine yürek yakan, böylesine hüzün dolu olmamalıydı. Keşke sonunuz böyle olmasaydı. Keşke... Keşke..."


Titreyen sesiyle fısıldayan Burak elini acıyan kalbine götürürken, gözlerini de Hilal'in camına çevirmişti.


Bunu yapabilir miyim?.. Ona miniğimi anlatabilir miyim?


Çaresiz bir nefes alarak gözlerini kapattı.


Bu saatte, bu şekilde buraya gelirken aklından ne geçiyordu acaba? Telefonu bile yoktu yanında. Zile bassa... Tüm evi ayağa kaldıracaktı. Yağmur yağmasa neyseydi de... Bu yağmurda Kelebeğini aşağı da çağırmazdı. Daha yeni yağmur yüzünden hastalanmamış mıydı? Kendisinin yukarı çıkması işten bile değildi zaten. O zaman... Niye buraya gelmişti ki?


Hüsranla gözlerini açan adam, arkasındaki kaldırıma oturarak bacaklarını kendisine çekti ve sevdiğinin evine baktı.


Bahanelerini bir kenara bırakmalıydı. Asıl neden bunları hiçbiri değildi.

Cesareti yoktu... Miniğinden bahsetmeye cesareti yoktu. Fakat... İstiyordu da. Kelebeğininin onu teselli etmesini istiyordu. Kelebeğinin onun hakkındaki gerçekleri öğrenmesini istiyordu. Miniğini... Öğrenmesini istiyordu. Birisinin daha onunla birlikte miniğinin yasını tutmasını istiyordu. Ve bu kişinin de Hilal olmasını istiyordu. Sevdiği...


Dirseklerini bacaklarına yaslayan Burak, düşünceli bakışlarını ellerine çevirdi.


Öylesine çaresizdi ki...


Aklına saatler öncesi gelirken, boğazındaki yumruyu geçirmek için yutkundu. Başından aşağı inen yağmur damlaları duştaki anları anımsatmıştı.


Tepkisiz duran Deniz Kızı... 


Tepkisiz duran annesi... 


Tepkisiz duran babası... 


Tepkisiz duran Oktay abisi... 


"Düşünme... Düşünme. O günü düşünemezsin." diyerek düşüncelerinin önünü kesmek isteyen Burak'ın tüm bedeni titremeye başlamıştı.


İyi değildi... Hiç ama hiç iyi değildi!


Tam o an, bir şey oldu. 


Yağan yağmurun sesinden apartman kapısının sesi duyulmamış olsa da Burak, Kelebeğinin orada olduğundan emin başını kaldırdı.


Alfa, her zamanki gibi ruhunun diğer yarısını hissetmişti.


Aradaki mesafeye rağmen ela gözlerdeki bariz endişeyi fark eden adam, gözlerinin dolduğunu hissetti.


Dağılmak üzereydi... Ve belki de hayatında ilk defa dağılma fikri ona kötü gelmedi. Dağılsa bile, Kelebeği elinden tutar ve zamanı geldiğinde onu toparlardı.


Burak, O varken hiçbir şeyden korkmuyordu.


Bu düşüncelerle ela gözlü Kelebeğine koşmak için ayağa kalkacaktı ki kız kendisinden önce davrandı ve kollarını iki yana açtı.


Yağan yağmur, gözünden düşmeye başlayan yaşları gizlerken Burak ayağa kalkarak tek tesellisine, sevdiğine, sevdiğinin kollarına koştu.


🦋 


Hilal, kendisine sımsıkı sarılan sevdiğine aynı sıkı sarılmayla karşılık verdi.


Burak'ın bütün bedeni titriyordu ve genç kız bu titremenin nedeninin yağan yağmur veya esen rüzgar olmadığını çok iyi biliyordu.


"Ağla Sevdiğim... Ağla! Dök içindeki zehri, acıyı. Önce gözlerinden sonra da kelimelerinden..."


Adam için, sevdiğinin saçlarını okşayarak bu cümleyi kurması son nokta olmuştu. Gözyaşları peşi sıra düşerken hıçkırdı.


"Canım çok yanıyor. Canım çok yanıyor..."


Adamın acı dolu mırıldanmalarını duyan Hilal de gözyaşlarını serbest bıraktı. Elinden hiçbir şey gelmiyordu.


Tek yapabildiği ona sımsıkı sarılmaktı.


"Ben yanındayım." diye fısıldadı genç kız.


Onun bu cümlesi adamın sarılışını sıkılaştırmasına neden olmuştu.


İkili yaklaşık 10 dakika boyunca o yağmurun altında kaldılar. Bu sürenin sonunda Burak geri çekildi. Ellerini kızın belinden çekmeyen adamın kızarmış gözleri, ondan ayrılmayı istemediğini haykırıyordu.


"Hadi içeri gir... Çok yağmur yağıyor." diye mırıldanan adamın sesi çatallı çıkmıştı.


Hilal, başını iki yana salladı.


"Gözlerin 'Gitme, beni yalnız bırakma!' diye bağırırken dilinle 'Git!' diyorsun."


"Lütfen Kelebeğim... Daha yeni iyileştin."


"Sen de..." diye fısıldayan kız, elini adamın kalbinin üzerine koyarak devam etti.


"Ve sen sadece fiziksel olarak iyileştin. Buranın iyileşmesi için de bana ihtiyacın var."


Burak, kızın elini eli arasına aldı ve dudaklarına götürerek öptü.


"Titriyorsun Sevdiğim. Lütfen..."


"Seni bu halde bırakacağımı düşünecek kadar mı çok yağmur yedin Sevdiğim?"


Burak, sessiz bakışlarla karşısındaki kıza baktı. Gözlerinde endişe, korku ve acı olduğu halde sesini neşeli tutmaya çalışıyordu.


Onun bu bakışlarını gören Hilal, sessiz bir şekilde sordu.


"Ne düşünüyorsun?"


"Keşke normal bir insan olsaydım."


Burak'ın salise bile düşünmeden kurduğu cümle karşısında şaşıran Hilal "Ne?" diyerek karşılık verdi.


Kızın yüzündeki ıslak saçları geri iten Burak hüzünle gülümsedi.


"Gecenin bir yarısı bu halde kapına dayandım. Bilmiyorum Hilal... Daha önce defalarca kez bu dileği dilemiştim ama hiçbiri şimdiki kadar yoğun olmadı. Ben, hayatın boyunca benim gibi yaralı bir adamla uğraşmanı istemiyorum... Ama bak! Payına düşen ben oldum."


Adamın söyledikleri karşısında başını iki yana sallayan Hilal, yeşil gözlere baktı.


"Seni ne kadar iyi tanıdığımın hâlâ farkında değilsin değil mi?'


"Ne demek istiyorsun?" diye soran Burak soru dolu gözlerle kıza bakıyordu.


"Kaçıyorsun Burak... Bugün olanları anlatmaktan kaçıyorsun. Bu yüzden de konuyu başka yerlere çevirmeye çalışıyorsun."


"Gerçekten de bu şekilde düşünüyo..."


"Maalesef, bu düşüncelere gerçekten de sahip olduğunu biliyorum. Fakat şu an bunu dile getirme sebebin kaçtığından. Ve ben... Daha fazla kaçmana izin vermeyeceğim!"


Sevgi dolu gözlerle adama bakan Hilal gülümsedi.


"Karşımdaki adam artık kaçmak istemiyor. Kaçmak isteseydi gecenin bir yarısı soluğu yanımda almazdı."


Burak, gözlerini kapatarak kesik bir nefes aldı ve kısık bir sesle konuştu.


"Kaçmaktan çok yoruldum. Sana koşarken tek düşündüğüm yanında olmaktı. Fakat... Anlatabileceğimi düşünmüyorum, o gücü kendimde bulamıyorum. Yine de... İçimde bir yer, anlatmak istiyor. Bilmeni istiyorum."


Hilal, dilinin ucuna kadar gelen 'Neyi?' sorusunu yuttu. Bu konu merakla 'Neyi?' diye sorarak, ayak üstü anlatılacak bir şey değildi, farkındaydı.


Bu düşüncelerle ela gözlerini yeşillere çeviren kız, kararını vererek ciddi bakışlarla adama baktı.


"İçeri girmemi istiyorsun değil mi?"


Burak, bu soruyu başıyla onaylayarak yanıtladı.


"İyi o zaman... Hadi!" diyen Hilal, adamın elinden tutarak apartmana doğru yürümeye başladı.


"Ne yapıyorsun?" diye soran Burak şaşkın gözlerle kıza bakıyordu.


"Seni bu halde, bu yağmurda bırakmıyorum!" diyen kız arkasındaki adama bakmadan yürümeye devam etti.


"Hilal..." 


Burak'ın itirazlarını görmezden gelen genç kız, adamı çekiştirerek apartman kapısına geldi ve aralık olan kapıyı iterek içeri girdi.


Derin bir nefes alan Burak, apartmandan içeri gitmeyi reddederek durdu.


"Hilal, bu saa..."


"Üşüyorum Burak!" diyen kız bakışlarını adama çevirmişti.


Kızın gözlerindeki kararlılık Burak'ın duraksamasına neden oldu.


Yine inadı tutmuştu. 


Kızı kapıya kadar götürdükten sonra geri dönmeyi kafasına koyan adam, şimdilik onu onayladı ve birlikte yukarı çıkmaya başladılar. Evin kapısının önünde Aslı ile karşılaşmaları duraksamalarına neden oldu.


Hilal'in "Hastaneye mi?" diye sorduğu soruyu başıyla onaylayan Aslı'nın bakışları Burak'taydı. Nisa gibi...


Burak, başını önüne eğdi. Kimsenin onu bu halde görmesini istemiyordu.


'Kelebeğimden başka eklentisini unuttun!'


İç sesinin söylediği cümle bakışlarını Hilal'e çevirmesine neden oldu. Genç kızın üşüdüğünü belli etmemek için verdiği çaba derin bir nefes almasına neden oldu.


"Hadi Aslı! Arabayla gelmedim ama... Seni bırakayım."


Kurduğu cümle Hilal'in ona bakmasına neden oldu.


'Gitmene izin vermiyorum."


"Arkadaşın bu saatte yalnız..."


"Gitmene izin vermiyorum Burak! Gideceksen... Ben de gelirim."


İkili birbirine bakarlarken karşı dairenin kapısı açıldı.


"Hayırdır bu saatte?" diyerek evinden çıkan Mirza, Burak'ı görünce duraksadı.


Hilal, usulca gözlerini kapattı.


Buyur buradan yak! 


Mirza'yla Duygu, neredeyse Hilal ile eş zamanlı gelmişlerdi bu apartmana. Hilal'in berbat ötesi psikolojide olduğu zamanlarda Duygu kadar Mirza da yanında durmuş, kızları kardeşi bellemişti. Yağız kadar olmasa da Mirza da iyi abilik yapmıştı genç kıza.


Tek ona da değil hepsini koruyup kollamıştı.


Sıla teyzesi ne zaman işten geç gelse Mirza almıştı onu. Yine aynı şekilde Hilal veya Aslı geç saate kalsa arar, isterse almaya geleceğini söylerdi.


Mahalleli Mirza'nın bu tutumunu çok iyi bilir, bu yüzden de kızlara karışmaz, bir şey söylemeye veya rahatsız etmeye kalkışmazdı.


Gerçi şaşırtıcı bir şekilde son zamanlarda Mirza'nın bu korumacılığı azalmış, hatta Hilal'e yaptığı 'Neredesin? Almaya geleyim mi?' aramalarını kesilmişti.


Bu duruma pek anlam veremeyen Hilal, Mirza'nın dediklerini duyduğunda şaşkın bakışlarını Burak'a çevirdi.


"İyi misin, bu hâl ne? Bir şey mi oldu?"


Mirza, tüm bunları söylerken endişeli bakışlarla karşısındaki adamı inceliyordu.


"Derken?" diye sordu Duygu kocasına dönerek. Gözleri soru işaretleriyle doluydu.


Kızların bakışları Burak ve Mirza arasında gidip gelirken Mirza tekrardan konuştu.


"Emre'ye mi bir şey oldu? Burak konuşacak mısın?"


"Emre'yi de mi tanıyorsun?" diye soran kişi Aslı'ydı. Fakat onun sorusu da diğerleri gibi havada kalmıştı.


"Eftalya..." diye cümleye başlayan Burak sesi çatlak çıktığından duraksadı ve boğazını temizleyerek devam etti.


"Eftalya rahatsızlandı. Şu an... Daha iyi ama doktor tetkik yapması gerektiğini söyledi. Öyle..."


Hilal, açıklama yapan sevdiğine baktı. Burak birisine açıklama mı yapıyordu?


Mirza'ların karşı dairelerine taşınması tesadüf değil miydi yani?


"Burada olduğuna göre... Bu sefer ölüm operasyonuna gideceğinden korkmamıza gerek yok sanırım ha?"


"Onu da mı biliyor?" diyen Hilal daha ne kadar şaşıracağını bilemiyordu.


"Askerliğimi Bitlis'te yaptım. Burak, bizim taburdaki özel timdeydi. Ortak kullanım alanları sayesinde tanıyorum onları."


Mirza'nın açıklaması üzerine Hilal, kaşlarını kaldırarak adama baktı.


"Peki Soğuk Nevale nasıl oldu da seninle arkadaş oldu ve bununla da yetinmeyip beni sana emanet etti?"


Mirza hafifçe tebessüm ettikten sonra Hilal'e baktı.


"Düşündüğüm gibi kızmadın... Sevindim buna. Burak, buraya taşınmamıza vesile olmuş olabilir ama sadece göz kulak ol dedi. Aranızdaki ilişkiyi etkilenmesin diye Duygu'ya bile söylemedim..."


"Hee bana bile söylemedi!" diyen kadın, bakışlarını kocasına dikmişti.


"Üzgünüm aşkım ama arkadaşlarından bunu saklamanı istemedim. Seni tanıyorum, onlardan bu gerçeği saklarsan sahte bir arkadaşlık yapıyor gibi hissedecektin." diyen adam karısına özür dileyen bir gülümseme gönderdi, sonrasında tekrardan Hilal'e döndü.


"Bu Soğuk Nevale'yle nasıl arkadaş olduğumuza gelirsek... Pek arkadaş da olmadık aslında. Sadece... Kaçış yerimiz aynıydı. İkimiz de arka bahçedeki sessiz sakin tepeyi mekan bellemiştik. Gerçi... Burak'ın benden önce de orada olduğunu düşünürsek ben onun mekana sulanmış oluyorum. Neyse işte... Sonuç olarak orada durmama ses çıkarmadı. Onunla konuşmak da imkansızdı ki zaten kısa süre sonra Burak'ı arayan Emre ile arkadaş olduk. Sonrasında... Yine bir ortak noktamız oldu."


Mirza son cümleyi fısıldarcasına söylemişti. Ona bakan Burak mırıldandı.


"Ahmet Binbaşı..."


Mirza'nın gözlerinden büyük bir acı geçerken Burak, Hilal'e dönerek açıklama yaptı.


"Binbaşı, Mirza'nın amcasıydı."


"Başın sağ olsun..." diye mırıldandı Hilal hüzünlü bir sesle.


"Vatan sağ olsun!" diye yanıtladı Mirza gözlerindeki vatan aşkıyla ve karşısındakileri incelemeye başladı.


Hilal, belli etmemeye çalışsa da titriyordu. Aslı, endişeyle çantasını sıkıyordu. Bir an önce Emre'nin yanına gitmek istediği belliydi. Fakat en kötüsü Burak'tı. İyi gibi durmaya çalışan adam, hem ruhen hem de fiziken berbat gözüküyordu.


"Hadi Burak, Hilal üşüdü. Siz içeri girin, ben de Aslı'yı bırakayım. Hem Emre'ye de bir bakarım."


Mirza'nın söylediği cümle Burak'ın bakışlarını ona çevirmesine neden oldu. O yeşil gözlerde gördükleri Mirza'nın içten bir şekilde gülümsemesine neden oldu.


Burak, Hilal'i bir adamın bir kadını sevebileceği en üst sevgiyle seviyordu.


"Oğlum berbat haldesin. İnat etme... Laf söz muhabbetini takmanın sırası değil. Şu an olağanüstü haldeyiz ve şartlar da ona göre düzenlendi. Hadi gir şu eve!"


Burak, Hilal'e baktı. Genç kızın bakışları ciddileşmişti.


"Sana söyledim! Seni bu haldeyken bırakmayacağım Sevdiğim."


Yenilgi dolu bir nefes alan Burak, sonunda kabullenerek başını salladı.


"Duygu'm sen benim kenardaki kıyafetlerden bir şeyler ayarlayıp Burak'a verir misin? Ben de Aslı'yı bırakıp geliyorum."


Karısının bakışları karşısında gülen adam devam etti.


"Sorguya en kısa zamanda yetişmek için çok çabalacağım karıcığım hiç endişelenme... Ahh yaktın beni Burak!" diyen adam Burak'a muzip bir bakış atarak Aslı'ya yol verdi.


İkisi hastaneye giderlerken geri kalanlar da eve girdiler.


Hilal, Burak'ın elinden tutarak salona götürmüştü ki kapı çaldı. Duygu kıyafetlerin olduğu poşeti Nisa'ya uzattıktan sonra evine geçti.


Nisa'dan poşeti alan Hilal ise karşısındakini bitkin adama bakarak mırıldandı.


"Hadi bunları giy de... Uyuyalım."


Adamın hafif baş işaretini gördüğünde üstünü değiştirmek için odasına çekildi.


Burak, Hilal'in arkasından baktı ve derin bir nefes aldı.


Genç kızın 'Anlat!' diye ısrar etmeyeceğini anlamıştı.


"Etse daha iyi olabilirdi." diyen adam hüsranla gözlerini kapattı.


Daha ne kadar içindeki bu yükle yaşamak zorundaydı?


🦋 


Başındaki havluyu koltuğun kenarına bırakan Burak, arkasına yaslanarak gözlerini kapattı. Saatler önce yaşadığı korku geçmemiş hatta mümkünmüşçesine artmıştı.


Yaşananlar ve ihtimaller aklında tekrar tekrar dolaşırken Burak kesik bir nefes aldı.


Deniz Kızını kaybedebilirdi.


'Hâlâ böyle bir ihtimal var. Doktor umut dolu konuşsa da belki beyninde bir soru...'


Hilal, adamın kötü düşüncelerini hissetmişçesine odaya girdi. Gözlerini açan Burak, kızarmış gözleriyle kıza baktı ve hafifçe tebessüm etti. Bu 'İyiyim ben.' gülümsemesiydi. Fakat adamın gözlerini okumayı bilen Hilal bu gülümsemeye kanmamıştı.


"Saçını kurutacak mısın diye soracaktım ama siz erkeklerin çabuk kuruyan saçlarını unutmuşum!"


Genç kızın, adamı neşelendirmek için yaptığı sitem işe yaramış Burak'ın dudaklarındaki tebessüm sahici bir hale gelmişti.


Burak, minnet dolu bakışlarla sevdiğine baktı. Hilal'in elindeki kurutma makinesini gördüğünde elini uzattı.


"Gel!" 


Hilal'in anlamsız bakışlarla kendisine baktığını görünce tekrarladı.


"Gel!" 


"Saçımı mı kurutacaksın?" diye soran genç kızın sesi hayret doluydu. Onun bu tepkisi Burak'ın dudaklarındaki gülümsemenin büyümesine neden oldu.


"Evet." diye kızı yanıtlarken olağan bir şeyden bahseder gibi konuşuyordu.


Hilal, derin bir nefes aldıktan sonra hiçbir şey yapmayarak adama bakmaya devam etti.


"Ne oldu?" 


"Sanırım... Bendeki taşikardi tekrardan nüksetti. Kalbim kulaklarımda atıyor, nefesim falan kesildi. Elim ayağım birbirine dolaşmaya da başladı."


Kızın taramalı tüfek gibi peşi sıra sıraladığı cümleler Burak'ın keyifle kahkaha atmasına neden oldu.


"Üzerindeki etkilerimi duymak beni çok mutlu ediyor biliyor musun?"


Utandığı belli olan Hilal, her utandığında yaptığını yaparak saldırdı.


"Aaa ne güzel duyuyormuşsunuz Beyefendi. Benim bir sevgilim var hep kendisini gözlemleyerek bir şeyleri öğrenmek zorunda kalıyorum. Zor iş valla."


"Benden söylemesi... Sevgiliniz sizi nefesi kesildiğinde nefes alabilmek için, acıdan kahrolduğunda mutlu olabilmek için, hüzünlendiğinde sarılabilmek için kullanıyormuş. Sizi bu şekilde kullanan bir adama karşı dikkatli olmalısınız bence Hanımefendi."


"Başka kimi bu şekilde kullanacakmış acaba Beyefendi? Bu sadece bana özel."


"Sadece sana..." diye fısıldadı Burak gözlerindeki sevgiyle.


Gülümseyen Hilal adamın yanına gelerek kurutma makinesini uzattı. Kıza bakan Burak, bir hamleyle onu kendisine çekti. Böyle bir hareket beklemediğinden dolayı dengesini kaybeden Hilal kendini bir anda Burak'ın kucağında bulmuştu.


Burak, öne eğilerek kıza sarıldı ve papatya kokusunu içine çekti.


"Saçların ıslakken papatyalar daha yoğun kokuyor."


Adamın sarılışına karşılık veren kız, başını adamın omzuna gömmüştü.


"Öyle mi?" 


"Hı hı..." diye mırıldanan Burak derin bir nefes aldıktan sonra sıkkın bir sesle konuştu.


"Gözlerindeki endişe... Ne zaman orada olmayı bırakacak Papatyam?"


"Senin gözlerindeki acı orada olmayı bıraktığında Sevdiğim."


Geri çekilen Burak hüzünle gülümsedi. Parmakları kızın yanağında sevgiyle gezinirken, gözleri 'O dediğin imkansız.' diye bağırıyordu.


"Hadi... Bu gidişle seni tekrardan hasta edeceğim."


"Tekrardan? Ben zaten sana hep hastayım." dedi Hilal gözlerindeki muziplikle.


"Bu klasikleşmiş, iğrenç, buz gibi cümle bile sen söyleyince güzel geliyorsa... Ben de hastayım sanırım."


Adamın bir an bile beklemeden kurduğu bu cümle karşısında Hilal güldü.


"Biz iyi bir ikili olduk he!" diyetle yere oturan kızın saçlarını kurutmak için makineyi eline alan Burak'ın dudaklarında hinlikle dolu bir gülümseme belirdi.


"Bence de iyi bir ekip olduk iş arkadaşım."


Duyduğu kelimeyle dişlerini sıkan Hilal, elini yumruk yaparak adamın bacağına geçirdi.


"Ahh... Ne yapıyorsun kızım ya?"


"Oooo şimdi de kızın olduk ha? Ahh rütbe atladığıma çok sevindim(!)"


Burak, gür bir kahkaha attıktan sonra önündeki kızın başına bir öpücük kondurdu.


"Asena'yı içeri alalım lütfen Sevdiğim. O ortalıktayken şaka yapmaya korkuyorum."


"Yapma Burak... Sen şaka falan yapma! Hele de konu iş arkadaşı muhabbetiyse hiç yapma. Aylarca duyduğum yetti de arttı. Geri kalan hayatımda sen, ben ve iş arkadaşı kelimesinin aynı cümlede geçmesini istemiyorum!"


"Tamam Kelebeğim sakin. Bak sonra benden önce tependen çıkan dumanlar kurutacak ıslak saçlarını. Yazık günah... Boşuna taşikardi geçirmiş olacaksın."


Adamın ima dolu alaylı sesi, Hilal'in isyanla nefes almasına sebep oldu.


Burak, kızın isyanına rağmen dudaklarında tebessüm olduğundan emin kurutma makinesini çalıştırdı.


Adam saçını yavaş ve narin hareketlerle kuruturken Hilal gözlerini kapattı.


Sevdiği adam, çok değer verdiği saçını kurutuyordu. Var mıydı bundan daha güzeli?


Huzur dolu sessizlikle geçen dakikalardan sonra Burak kurutma makinesini kapattı ve parmaklarıyla, gelişigüzel bir şekilde kızın saçlarını taramaya başladı.


"Yalnız Burak... Daha önce birinin saçını kuruttun değil mi? Her şeyde mükemmel olman imkansız. Kesinlikle kurutmuş olmalısın."


Hilal'in şakacı sezernişi adam üzerinde istenilen etkiyi bırakmamıştı. Genç kız, şakacı bir sesle bu cümleyi kurarken Burak'ı güldüreceğini düşünse de adamın gözlerini yine hüzün bulutları kapladı.


"Evet. Kuruttum... Deniz Kızımın saçlarını."


Burak'ın kısık sesi karşısında Hilal dudaklarını ısırdı.


Yine dönmüş dolaşmış bodoslama mayın tarlasına dalmıştı.


Kızın saçlarını üçe bölerek örme pozisyonuna getiren adam, aynı kısık sesle konuşmaya devam etti.


"Biliyorsun ki Eftalya'nın evdeki hakimiyeti sağlam. Önceleri sadece şebek bakışlarla gelip 'Bugün sen kurut lütfen abiii.' derken, sonrasında yanına tarağıni da getirmeye başladı. Sonunda kendimi saçını örerken buldum. Kısa süre sonra bir öğrendik ki her banyodan sonra evdeki başka birinin yanına gidiyormuş... Emre de ben de 'Saçımı örün!' isteğini ilk geri çevirdiğimizde 'Siz nasıl askersiniz. Asker dediğin her işi yapabilendir!' diyerek acitasyonuna maruz kalmıştık. Onca cümleden sonra elmecbur saç örmesini öğrendik. Bir gün bunun böylesine yararlı olacağını hiç düşünmemiştim."


Kızın saçını örmeyi bitiren Burak, elini Hilal'e uzattı. Genç kız, onun istediğini anlayarak bileğindeki tokayı çıkartıp ona verdi. Tokayı bağlayan adam geri çekilerek eserine baktı. Koltuğun üzerindeki Hilal'in telefonunu alarak kızın saçın resmini çekti ve ona uzattı.


"Bak bakalım becerebilmiş miyim?"


Telefonu eline alan Hilal, kaşlarını kaldırarak resmi inceledi ve beğeniyle dudaklarını büzdü.


"Bundan sonra kuaföre gitmek yerine size geleceğim sanırım Burak Bey."


"Her zaman bekleriz efendim ama baştan uyarayım. Sadece bu şekilde örmeyi ve tokayla toplamayı biliyorum. Zaten örme muhabbetinde de bayâ sıkıntı çektim. Yeminle silah temizlemek, saç örmekten daha kolay."


Gülümseyen Hilal ayağa kalkarak koltuğa oturdu ve adama bakmaya başladı. Kısa süre sonra kızın sessiz bakışlarına dayanamayan Burak konuştu.


"Ne oldu?"


"Her seferinde, beni kendine daha fazla hayran bırakmayı nasıl beceriyorsun merak ediyorum. Eftalya için yaptıkların... Sen mükemmel bir abisin Burak Kılıç!"


Duyduğu son cümle, Burak'ın titrek bir nefes alarak başını iki yana sallamasına neden oldu.


"Nasıl hayır? Öylesin Burak. İkimiz de bunu biliyo..."


"Ben kardeşimi öldürdüm Hilal."


Burak'ın acı dolu bir sesle söylediği cümle, odada bomba etkisi yaratmıştı.


"Ne?" diye tepki veren Hilal'in tüm mimikleri şaşkınlığını yansıtıyordu.


Burak, elini ağrıyan başına götürdükten sonra aynı cümleyi tekrarladı.


"Ben kardeşimi öldürdüm..."


Acı, nefret, hissizlik... Adamın fısıltısı birçok olumsuz duyguyu barındırıyordu.


Ne yapacağını bilemeyen genç kız Burak'ın neden böyle söylediğini anlamaya çalışarak mırıldandı.


"Sevda teyzeyle konuştum Eftalya iy..."


"Miniğimi kastediyorum... Deniz Kızım'ı değil."


Hilal Gökmen duyduğu cümleyle gözlerini kapattı. Anladığını, anlamamış olmayı diliyordu.


Ne yani... Burak'ın bir kardeşi mi vardı?


"Nasıl?" diye soran kızın sesi neredeyse çıkmamıştı.


Burak, kesik bir nefes aldı ve güçlükle duyulan sesiyle yıllardır herkesten gizlediği gerçeği söyledi.


"Ben... Benim bir kardeşim olacaktı."


Sevdiğinin perişan hâli Hilal'in gözlerinin dolmasına sebep olmuştu. Burak, berbat bir şekilde devam etti.


"O gün... Daha o sabah öğrenmiştim bu gerçeği. O gün, o olaydan önce bu konuda konuşmuştuk hatta. Ben... Ben öylesine mutluydum ki Kelebeğim. O kadar heyecanlı, o kadar hevesliydim ki. Hani insan bir şeyi çok isterse olmaz yaa. Ben de çok istedim ve... Olmadı. Ama bu çok ağır. İstediğim oyuncağı almamış olsaydım, istediğim herhangi bir şeye sahip olmamış olsaydım olurdu. Neden Miniğimdi? Ben öylesine istemeseydim belki de..."


"Alfa'm..." diyerek araya girdi Hilal. Dolan gözlerinden yaşlar düşmeye başlamıştı.


Burak ise ağlayamıyordu bile. İnsanın acıdan ağlayamaması mümkün müydü? Ağlamaya hakkı olmadığını düşünmesi de ayrı bir acıydı.


"Hayal meyal hatırlıyorum. Birçok defa hayal dedim hatta ama... Öyle olduğunu biliyorum. Duyduklarımın gerçek olduğunu biliyorum. Bilmek istemiyorum ama gerçek olduğunu biliyorum."


"Neyi biliyorsun?" diye fısıldadı Hilal, adamın ellerini elleri arasına alırken.


"Annem... O gün benim yüzümden aşağı indi. O adamlar aile evinde babamın tek yaşamayacağını anlayıp evi gezerler ve odamı görünce beni ararlar diye. Çok silik ama hatırlıyorum... Duydum. Eminim! Babam anneme yukarı çık dediğinde annem bunları söyledi. Sonra... Sonrası yine bayıldım ama yüksek bir ses duyduğumda bir anlığına kendime geldim sanırım. Babamın annemden özür dilediğini 'Keşke o gün hiç karşılaşmasaydık!' dediğini duydum. Sonrası yine yok. Çok ağır gelmişti bu dilek. Gerçekten, gerçekten, kötü şeylerin yaşanacağının habercisiydi bu dilek. O yüzden geri kalan hiçbir şeye şahit olmak istemedim. Fakat, sanırım silah sesi beni tekrardan ayılttı. Ondan sonra da zaten..."


Tüm bedeni titreyen adam, dirseklerini dizlerine dayadı başını öne eğdi.


"Daha doğmadan dünyadan gitti. Annemin bir eli hep karnının üzerindeydi biliyor musun? O bıçağı kalbine saplarken de... Öldüğünde de. Keşke ben ölseydim. Miniğim öleceğine ben ölseydim. Ben nasıl iyi bir abi olabilirim? Kardeşinin ölümüne neden olan bir abi nasıl iyi bir abi olur ki? O kadar çok utanıyorum ki... Onların mezarına bile gidemiyorum. Ölümüne sebep olduğum yetmezmiş gibi tüm bunlara sebep olan kişiyi hâlâ bulamadım. Kardeşimden nefes hakkını çalanları bulamadım. Ailemi katledenleri bulamadım. O gün o lanet yerden tek ben kurtuldum! Ben yaşamayı hak etmiyorum. Gülmeyi de, mutlu olmayı da..."


Gözyaşları yanaklarına doğru süzülürken Burak titreyen elini gözlerine götürdü ve ağlamaya başladı. Hilal, yanındaki adama doğru sarılarak çenesini ona yasladı. Kendisi de ağlarken elini adamın omzuna koyarak 'Ben yanındayım!' dercesine sıktı. Adamın ağlayışı şiddetlenirken eliyle kızın elini tutu.



Aradan geçen dakikalarda Burak, Hilal'e Eftalya'yı bulduğunda hissettiklerini anlattı. Miniği yüzünden hissettiği suçluluk tüm kelimelerinde yankılanıyordu.


"Adı ne?" 


"Ne?" diye sordu Burak şaşkınca.


"Kardeşinin adı ne?" diye tekrarladı Hilal.


"Hilal'im biliyorsu..."


"İsim Burak. Biz bu hayatı hep bir şeylere isim vererek geçiririz. İsim bir kişilik belirtisidir. Vefat etmiş olabilir fakat senin bir kardeşin var. Peki biz bu kardeşinden bahsedersek ne diye hitap edeceğiz? O mu diyeceğiz? Bu ona bir saygısızlık olmaz mı? Senin Miniğin peki bizim neyimiz? Bu dünya için kardeşin kim?"


Burak düşünceli bakışlarını kıza çevirdi.


"O bir şahıs." dedi Hilal yumuşak bir sesle.


"Cinsiyeti bile belli değil ama..." diyen Burak'ın sesi çaresiz çıkmıştı.


"İstersen uniseks bir isim koyarız fakat... O bir şahıs olduğuna göre bir cinsiyeti de olmalı. Sen onun abisisin. Hayal edelim ki... Sen ediyorsun. Sen kardeşinin cinsiyetini biliyorsun Burak. Yıllardır öyle bir boşlukta falan değilsin. Sen Miniğin için kafanda belli bir kalıp oluşturmuşsun. Sence kardeşin kız mı olurdu erkek mi?"


Burak, sevdiği kıza baktı. Ona sahip olduğu için öylesine şanslıydı ki.


"Ben bu kızı daha fazla sevemem dediğim anda öyle şeyler yapıyorsun ki, seni daha fazla severken buluyorum Sevdiğim."


"Hislerimiz karşılıklı Sevdiğim." diyen kız tebessüm ederek sordu.


"Kız kardeşinin ismi ne olurdu sence?"


Burak, gülümsedi.


"Beni böylesine tanıyan sen, yardım etsen mi? Aklıma hiçbir şey gelmiyor. Annemleri de hiç duymadım. Öncesinde ihtimallerden bahsetmiş olsalar da..."


"Şu şekilde yardım edeyim. Ben neyim?"


"Çok sevdiğimsin. Her şeyimsin. Yaşama şükür sebebimsin. Nefes alma sebebimsin."


Böyle bir karşılık beklemeyen genç kız duraksadı. Sonrasında tebessüm ederek tekrardan sordu.


"Adım ne Burak?" 


"Valla çok ismin var. Kelebek, Papatya, Asena, Ay Kız, Sevdiğim.'


"Alfa'm?" dedi Hilal ciddi olmaya çalışarak.


"Kalbimdeki sızıyı sadece senin gülen gözlerin ve dudakların geçiriyor. Bu yüzden seni gülümsetmem. Ciddi durmaya çalışma aşkım. Bu hüzünlü konuyu ancak senin ışığın ile atlatabilirim."


Kızın elini elleri arasına alan adam tebessüm etti.


"Sen gökyüzüsün. Ve benim için gökyüzünde çok değerli simgeler var. Ama hepsi geceyle ilgili. Gündüz kayboluyorlar. Fakat gündüz her yeri ışıklara boğan, hatta geceleri çıkan nesnelere ışık sağlayan bir simge var."


Hilal, gülümsedi. Burak, onun anlatmak istediğini anlamıştı. İkisi de aynı anda fısıldadı.


"Güneş."


"Güneş." 


Bu kelimeyi birkaç kere tekrarlayan Burak, gözlerindeki parıltıları hissediyordu. İkili bir süre sessiz kalarak yaşanan ânı sindirmeye çalıştılar. Sonunda Hilal sevdiğine döndü ve şefkatli bir sesle konuştu.


"Peki bir diğer konuya geçelim... O gün onları kurtaramadığın ve hayatta kaldığın için mi böylesine suçlu hissediyorsun?"


Burak, hiçbir şey söylemeden kıza baktı.


Gözleri 'Evet!' diye bas bas bağırırken bir şey söylemesine de gerek yoktu zaten.


"Peki o zaman. Sen o gün... O dolaptan çıkmadığın için pişmansın. Peki sen o dolaptan çıksaydın annen mutlu mu olacaktı? Şimdi senin Eftalya için hissettiği korkunun kaç katını hisseden bir anne, oğlunun ölümüyle mutlu olur muydu sence?"


Burak, başını önüne eğdi.


"Olur muydu?" diye tekrarladı Hilal.


"Olmazdı." diye fısıldadı Burak.


"Peki... O gün senin onu, onları kurtarabilme ihtimalin var mıydı? Biraz daha hızlı davranıp ambulansı arasan..."


"Arayamazdım... Arayamadım, jammer vardı."


Hilal, derin bir nefes aldı. Küçücük bir çocuk olduğundan zaten elinden bir şey gelmezdi, bir de üstüne jammer meselesi vardı. Yine de sevdiği hâlâ kendini suçluyordu. Kurtaramadığından ve kurtulduğundan dolayı...


"Peki. Ya birinden yardım isteseydin? Yardı..."


Adam başını iki yana sallayarak kızı susturdu.


"O an, öyle bir şey de imkansızdı. Etraftaki herkes... Bize yardım edebilecek kimse yoktu." diyen Burak bakışlarını kaçırdı.


Şu an 'Hayalet Mahalle' hikayesini anlatmaya gücü yoktu. 32 kişi arasından sağ çıkan tek kişi olduğunu söylemek istemiyordu. Kendisinden dolayı da değil... Kelebeğinden dolayıydı bu isteksizlik. Genç kızın hassas kalbi her şeyin üzerine bu bilgiyi de kaldıramazdı. Söylediği her kelimeyle kızın gözlerindeki acı gittikçe büyürken bunu ona söyleyemezdi.


"O zaman... Hiçbir şekilde onları kurtaramazdın?"


"Belki bir şe..." diye cümleye başlayan adam, Hilal'in başını iki yana sallamasıyla sustu.


"Belkisi falan yok Sevdiğim. O zaman şu şekilde sorayım... Sorum Alfa'ya. O gün yardım çağırsan, hatta annen tam yaralandığı anda ambulansa binip hastaneye gitmiş olsa... Kurtulabilir miydi Yüzbaşım?"


Gözlerini kapatan Burak, hüsranla başını iki yana salladı.


Öyle bir yarayla kurtulması imkansızdı.


"Yani ne yaparsan yap kurtulamayacaklardı..."


Burak, gözlerini açmadan başını evet dercesine salladı.


"Peki hayatta kalman meselesi... Senin yaşaman onlarca insanın kurtulmasına sebep olmadı mı Alfa'm? Her şeyden öte sen beni kurtaran kahraman asker... O gün ölseydin, bu benim de ölümüm anlamına gelmez miydi?"


Gözlerini hızla açan adam, şok içinde kıza baktı.


"Niye bu kadar şaşırdın? Beni o bombalı saldırıdan kurtaran kişi sen değil miydin?"


"Evet de... Ben olmasam da birisi mutlaka seni kurtarırdı." dedi Burak kısık bir sesle.


"Belki... İhtimallerden bahsedeceksek o zaman babamın işi de var. Sen öyle bir plan kurmasaydın, babam konuşmasın diye hem ona hem de bana ve anneme zarar verebilirlerdi."


"Hilal..." 


"Şu an yüzlerce örnek sayabilirim aşkım. Senin hayatta olman Caner abinin, Lale'nin, Ceylan ve Ceylin'in, doğacak olan Ahmet Burak'ın yaşaması anlamına geliyor. Yine aynı şekilde Serkan ve Korkut'un yaşıyor olması da senin sayende. 4 yıl önce sen olmasan o gün ölürlerdi çünkü. Küçük Efe de senin sayende hayatta... Marmara Üniversitesi öğrencileri de. Kaan ve Kayra da. Benim bilmediğim onlarca insan. Hepsinin hayatta olmasının sebebi sensin."


Burak, belki de defalarca kez kendisine bu cümleleri kurmuştu. Fakat hiçbirinde, sevdiğinin ağzında duyduğunda hissettiklerini hissetmemişti. Genç kız, öyle büyük bir inançla bu cümleleri söylüyordu ki... Burak, ilk defa bu söylenenlere inandığını hissetti.


"Hem... Salih baba var." dedi Hilal gülümseyerek.


Kıza bir bakış atan Burak, onun konuşmaya devam etmesiyle ellerine baktı.


"Yani... Salih babanın 'Baba' olması senin sayende değil mi? Çok fazla konuşamadık belki ama... Onun da bazı şeyler yaşadığının farkındayım. Ve senin sayende hayata tutunduğuna da eminim. Sen dolaylı yoldan onu da kurtardın. Etrafındaki herkes Burak! Herkes seni çok seviyor, sana çok değer veriyor. Hepsinin hayatında çok çok önemli bir yere sahipsin. Sinan Dayı senin sayende ayakta duruyor. Tanışmamış olsam da, eminim ki anneannen ve dedenin de hayat sebebi sensin... Ve ben varım!"


Düşüncelere boğulmuş Burak, kızın son söylediğiyle bakışlarını ona çevirdi ve gözleriyle onu onaylayarak gülümsedi.



"Sen benim her şeyimsin Alfa'm. Hayatımda olmadığın bir hayat düşünemiyorum bile. İyi ki varsın dediğim insanın 'Keşke yok olsaydım.' diyor olması..."


Hilal kesik bir nefes aldı ve başını önüne eğdi.


Burak sevdiğine bakarken düşündü.


Haftalar önce 'Ölmek istemiyorum!' diyen o değil miydi?

Ölmekten deliler gibi korkan, sevdiğini son bir kez görmek yetmediğinden yaşamak için dualar eden o değil miydi?


"Sen hayatıma girmeden önce her şey çok daha farklıydı. Yaşamak istemiyordum, her yer çok karanlık geliyordu. Sonra sen geldin ve ben artık bu şekilde düşünmemeye başladım, yaşamak istedim fakat... Bugün olanlar o kötü düşünceleri tekrardan su yüzüne çıkardı."


"Peki o düşünceler her zaman su yüzüne çıkacak mı? Yani... Bir daha karaya vurmamak üzere gömmeni istesem, çok şey mi istemiş olurum?"


Burak, kızın elindeki elini sıktı.


"Senin istediğin hiçbir şey benim için çok olmaz. Sen iste, ben bir yolunu bularak onu gerçekleştireyim. Sen yeter ki iste!" diyen Burak derin bir nefes alarak devam etti.


"Fakat söz konusu geçmişim olduğunda, geçmişim yüzünden var olan tabularım olduğunda bunu nasıl yapacağımı bilemiyorum. Az önce söylediklerin oldukça mantıklı geldi. Söylediğin her şeyi kalbim kabulleniyor zaten ama aklımı da ikna etmeyi başardın. İşte tek sıkıntı bu iknanın geçici olmasından korkmam. Elini bıraktığımda kalbimin bu düşüncelerden vazgeçebilme ihtimali. Bu beni korkutuyor. Her seferinde her şeye sil baştan başlama düşüncesi... Gerçekten korkutucu!"


"Aaa-aaa. Aşkım hayırdır elini bırakmak falan? Ne oluyoruz? Ben 502'yle yapıştırdım elimizi, bırakamazsın elimi falan. Bana elini veren ruhunu kaptırıyor bilmiyor musun? Yazmıyor mu alnımda bu ya?.. Ah pardon alnımda yazan o değildi 'Dikkat Alfa benim! Yanına yaklaşanın kellesini alırım.' yazıyordu. Sorry. Hatlar karışmış."


Burak, önce şaşkın bakışlarla kıza baktı sonra gülmeye başladı. Hilal de onunla birlikte gülmeye başlamıştı. Kısa süre sonra Burak konuştu.


"Bu hangi Hilal'di? Kelebek daha naif, o değil. Asena'yı hafiften hissettim ama o da değil. Papatya da fazla aşk doluydu bunda muziplik bolca vardı. Kim oluyor bu?"


"Sevdiğin oluyor Alfa'm sevdiğin. Mix menü. Hepsi karışık."


Burak eğlenceli bir kahkaha attı ve kızı kendine çekti.


"Sevdiğim... Sevdim bu sevdiğimi."


"Ben de çok sevdim bu Hilal'i." diye mırıldandı Hilal gülümseyerek.


Bir süre bu şekilde kaldıktan sonra Burak uykulu bir sesle konuştu.


"Uykum var..." 


"Ninnin burada. Repertuarımdaki hangi şarkıyı istersiniz?"


Burak, gülümsedikten sonra mırıldandı.


"Bu da soru muydu Kelebeğim?"


🦋 


İkili kanepeyi açmış yan yana uzanmışlardı. Hilal, önce Cevapsız Soruları söylemiş sonra da gerçekten de adama ninni söylemişti. Burak, bu süreçte gülmekten uyuyamamış olsa da sonunda uykusuna yenik düşmüştü.


Hilal, uyuyan adama baktı. Bugün öğrendiği gerçek, ruhuna ağır gelmişti.


Burak'ın daha doğmadan kardeşini kaybetmiş olması, Eftalya'ya olanlardan dolayı yaşadığı korku...


Burak, ona Adele ile yaptığı konuşmayı da anlatmıştı. Sevda annesi hamileyken verdiği tepkiyi, Eftalya doğana kadar yaşadığı korkuyu... Hilal, adamın kelimelerinin altında yatan anlamları da duymuştu. Nefes aralarında saklı olan kelimeleri, gözleriyle söylediği cümleleri...


Burak, bu durumdan dolayı çocuk sahibi olmaktan korkuyordu. Kaybettiği miniğinden dolayı...


Hilal, elinin tersiyle uyuyan adamın yüzünü okşadı. Ve sevgiyle adamı izlemeye başladı.



Önlerinde aşmaları gereken çok engel vardı. Bazen yalpalayacak, bazen düşecek, hatta bazen de istemeseler bile birbirlerini kıracaklardı. Fakat bu ihtimaller Hilal'i korkutmuyordu.


Çünkü yalpaladıklarında birbirlerini tutacaklar, düştüklerindeyse birbirlerini kaldıracaklardı. Birbirlerini kırsalar bile, sonunda yine gönüllerini almayı bileceklerdi.


Neydi? 


Aşk, sevda; hem iyi günde, hem de kötü günde yaşanandı.


Kötü günler olmasa, iyi günlerin değeri nasıl böylesine değerli olurdu ki?


Her zorluk, elinden tuttuğun insana daha çok bağlanmana neden olurdu.


Hilal, elini adamın elini arasına yerleştirdi. Burak, uykusunda olsa bile bu eli hissetti ve sımsıkı tuttu. Bu durum Hilal'in dudaklarında kocaman bir gülümsemeye neden oldu.


Gelecek ne getirirdi bilinmez ama birbirlerini böylesine sevdikleri sürece her şeyin üstesinden birlikte gelirlerdi.


Başını adamın göğsüne koyan genç kız, sevdiğinin onun için çarpan kalpleri eşliğinde uykuya daldı.


🦋 


Sevda, yanlarına doğru gelen Burak ve Hilal'i gördüğünde hızla ayağa kalktı. Oğluna doğru koşan kadının gözleri dolmuştu.


"Yavrum..." diye mırıldanan Sevda Burak'a sımsıkı sarıldı.


Burak, sarılışı ile kalbindeki sızıyı azaltan kadını kollarının arasına aldı ve kokusunu içine çekerken gözlerini kapattı.


Hayat ne kadar garipti. Zamanında kendisinin kollarında kaybolduğu annesi, şimdi kendi kollarının arasında küçücük kalıyordu.


"İyi misin?" diye fısıldayan annesini duyduğunda usulca mırıldandı.


"Olacağım. Deniz Kızım bir uyansın... O zaman daha iyi olacağım."


Sevda, acı bir nefes aldı. Oğlunun sesindeki tını canını yakmıştı. Yine de düne göre çok daha iyi olduğunu hissetmesi içine su serpiyordu.


Bir süre sonra geri çekilen adam, yeşil gözlerinin yeniden kızardığının farkındaydı. Deniz Kızının Deniz gözlerini göreve kadar kalbi rahatlamayacaktı.


Bu sırada Enver de yanlarına yaklaşmış, inceleyen gözler ile Burak'a bakıyordu.


"Bakma şöyle baba..." diye fısıldadı Burak boğuk bir sesle.


Duyduğu kelime ile hafiften tebessüm eden Enver kollarını açtı.


Burak, adama sarılırken onlarca duygu hissetti. Gözlerini kapattığında bir an geçmişe gitti. Sanki ona sarılan kişi Enver babası değil de öz babasıydı.


"Eşek kadar oldunuz be!" diye mırıldanan Enver'i duyduğunda gülümseyerek gözlerini açtı.


"Yok yok siz yaş aldıkça çektiniz. Yanlış ayarda yıkandınız sanırım."


"Şuna bak şuna. Eşek sıpası nasıl konuşuyor?" diyen Enver Burak'ın koluna hafifçe vurmuştu.


"Eşek sıpası değil kurt sıpası... Bunu da ben mi söyleyeyim?" dedi Burak kaşlarını kaldırarak.


"Hilal kızım sen bu adama ne yaptın böyle?"


Hilal gülümseyerek adama baktı ve kesin bir sesle konuştu.


"Sadece sevdim!"


Genç kızın söylediği cümle hepsinin gülümsemesine neden olmuştu. Burak, kızın elalarına kilitlenmiş bir şekilde uzun uzun baktı. Hilal de sevgi dolu gözleriyle bu bakışlara karşılık verdi. Bir süre sonra Sevda'nın kurduğu cümle ikilinin bu bakışmasını bölmüştü.


"Burak... Doktorla konuşup yoğun bakıma aldırayım mı seni? Görmek ister misin Eftalya'yı?"


"Yanına almıyorlar diye biliyorum?" diyen Burak'ın bakışları onlara doğru gelirken duraksayan Emre'ye kilitlenmişti.


"Öyle zaten de belki ısrar edersek..."


Emre, yanındaki Aslı'ya bir şeyler söyledikten sonra arkasını dönerek yürümeye başladı. Aslı, endişeli gözlerle onu izlese de peşinden gitmeye yeltenmedi.


Bu duruma anlam vermeye çalışan Burak, Sevda'ya dönerek sordu.


"Emre?"


"Hee. O da girmek istedi aslında ama doktor izin vermez diye sormadık."


Burak, başını öne eğerek derin bir nefes aldı. İçinden onlarca kelime geçerken sessiz kaldı. Enver 'N'oldu?" diye sormasa sessiz kalmaya da devam ederdi aslında.


Karşısındaki çifte baktı Burak. Onun iyiliği için çabalayan, ama bu süreçte bazen hem kendisine hem de oğullarına zarar veren ikiliye...


"Keşke bana özel muamele yapmasanız."


Burak'ın cümlesi megafonla bağırmışçasına bir etki verdi. Sevda da Enver de irkildiler.... Fakat en çok Sevda. Enver birçok kez bu durum hakkında karısıyla konuşsa da Sevda bu durumu kabullenmemişti. Bu yüzden de oğlundan bu cümleyi duymak onu afallatmıştı.


"Biz öyle bir şey yapmı..."


"Anne farkında değilsiniz ama durumumdan dolayı bunu hep yaptınız. Ben kötü bir şey yaptığımda 'Ailesi yok, dikkat çekmeye çalışıyor.' diyerek kızmadınız. Fakat Emre daha azını yaptığında ona kızdınız. Emre benim bu durumumu kıskandı. Ben ise onun durumunu. Çünkü benim tek istediğim... Bana kızmanızdı."


"Sana kızmamız mı?" diye soran Sevda'nın sesi hayret doluydu.


"Kızmak dediğim ikaz... Emre'ye hep yaptığınız. Her anne babanın çeşitli zamanlarda çocuğuna yaptığı şey. Sizin bana hiç yapmadığınız şey! Siz hep beni alttan aldınız. Almamanız gereken anlarda bile alttan aldınız. İnanın bana annem ve babam, 17 yaşındayken arabayı kaçırıp insanlardan uzak bir yerde yarışa girdiğimi öğrenselerdi beni haşlarlardı. Siz ise sadece 'Bir daha bunu sakın yapma!' demekle yetindiniz. Olması gereken bu muydu? Emre aynı şeyi yapmış olsaydı aynı tepkiyi mi verirdiniz? Kesinlikle hayır!"


"Burak..." diyen Enver'i başını sallayarak susturdu Burak.


"Biliyorum baba. İnanın bana nedenlerinizin farkındayım. Bu saatten sonra geçmişe de gidemeyiz zaten. Sadece... Hepimiz Emre'ye bir özür borçluyuz sanırım. En çok da ben. Özellikle de..." Eftalya konusunda!


Burak bakışlarını Sevda'ya çevirdi.


"Doktorla konuşacaksan ya ikimizin içeri girmesi için izin al, ya da hiç alma. Ya da istersen sadece Emre için... Eftalya'mı o şekilde görmeyi kaldıracağımı da zannetmiyorum zaten." diye mırıldandı Burak.


Sevda tüm bu yaşananları sindirmek istercesine durdu. Burak'ın içinde tuttuğu, söylemediği çok şey olduğunu anlamıştı. Şimdi oğlunun söylediklerini düşününce, söylediklerinde haklı olduğunu, bu hareketleri daha önce birçok kez yaptığını fark etmişti.


"Peki neden şimdiye kadar sustun?" diye sordu Sevda düşünceli gözlerle.


"Çünkü artık... Emre'ye cevap verebileceğim."


"Neyin cevabını?" diye sordu Sevda kaşlarını çatarak.


"Neden Eftalya'ya bu kadar düşkün olduğumun..."


Enver "Nedeni bariz değil mi oğlum?" diye sorarken Burak'ın ailesini kaybetmesini bahsediyordu.


Burak ise onun dediğini duymadı, çünkü kendisine inanamaz gözlerle bakan kadına bakıyordu. Sevda başını hayır anlamında salladı.


Burak bu gerçeği biliyor olamazdı!


"O mezarlığa gittiğinde... 3 kişiyi ziyaret eden tek kişi sen değilsin anne."


Yaşlar Sevda'nın yanaklarından düşmeye başlarken kadın başını öne eğdi ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Enver, karısının aniden gözyaşlarına boğulmasına bir anlam veremezken Burak annesine yaklaşarak onu kollarının arasına aldı.


"Oğlum..." diye mırıldanan kadın alnını Burak'ın göğsüne yaslayarak ağlamaya devam etti. Korumacı bir tavırla annesinin omzunu saran adam 'Ağlama lütfen!' dememek için kendini zorladı. Kadının yıllardır içinde bu yükü taşıdığını bilen tarafı ağlamasının iyi bir şey olduğunu söylerken, evlat olsian tarafı annesinin her damlasıyla kahroluyordu.


Bir süre sonra geriye çekilen kadın kızarmış kahverengi gözleriyle oğluna baktı.


"Niye bildiğini söylemedin? Nasıl... Nasıl öğrenmiş olabilirsin ki?"


"Karşında, en büyük hobisi kapı dinlemek olan birisi var."


"O zaman sen..." diyen Sevda kesik bir nefes aldı.


"Evet! En başından beri biliyordum." diye mırıldandı Burak hüzünlü bir sesle.


"Ahh be oğlum. Niye söylemedin?"


"Senin söylememenle aynı sebepten. Zaten her şey yeterince acıydı. Daha fazla bu acıyı çoğaltmanın bir âlemi yoktu."


"Sen o yüzden Eftalya'ya..."


"Anne bu konuları konuşmasak? Düşündüğünüz her şeye evet diyeceğim. Fakat... Sizinle bu konuyu konuşmayı şu an kaldıramam. Özellikle de Deniz Kızım yoğun bakımda yatarken. Hem... Şu an Emre'nin yanına gitmem gerekiyor."


"Emre?" diyen Sevda etrafına bakındığında sadece Aslı'yı gördü.


"Emre nerede?"


"Bilmiyorum. Biraz hava almaya gideceğini söyledi." diyen Aslı, Burak'a bakıyordu.


"Hava almasına yardımcı olayım o zaman!" diyen Burak, belki de yıllar önce yapması gereken yüzleşmeyi yapmak için kardeşinin yanına gitti.


🐺


Çatıya çıkan Burak, duvarın üstünde oturan kardeşine doğru yavaş adımlarla yürüdü.


"Benden kaçarken benim mekana gelmen da ne bileyim..." diye mırıldandı Burak.


Burak'ın sesini duyan Emre ona dönmeden konuştu.


"Nereden böyle bir kanıya vardığını bilmiyorum ama senden kaçmıyorum. Biraz hava almaya, yalnız kalmaya ihtiyacım vardı ve kimsenin olmadığı tek yer de burasıydı."


"Yalnız kalmak istiyorum si*tir git' diyorsun yani?"


"Evet!" dedi Emre adama bakmadan.


Burak, hiçbir şey söylemeden kardeşinin yanına oturduğunda Emre derin bir iç geçirdi.


"Burak! Bir kere de kendi istediğini değil de karşındakinin isteğini yerine getirmeyi deneyebilir misin acaba? Yalnız kalmak istiyorum."


"Konuşmamız gerekiyor."


"Ben bir gereklilik duymuyorum."


Burak, yine sessiz kalarak karşısındaki manzaraya baktı. Güneş tepelerinde ışık saçıyor, deniz ise olanca maviliğiyle dalgalanıyordu.


"Güneş ve Deniz... Bu dünyadaki en çok sevdiğim şeyler sanırım."


"Hilal'i unuttun?" diyen Emre isteksizce konuşmuştu aslında. Tek amacı Burak'ı sinirlendirerek başından savmaktı.


"Hilal'i unutmak mı? Güzel espriydi. Sadece... Kulvarları farklı. Hilal'e duyduğum sevgi bambaşka."


Emre, derin bir iç geçirdikten sonra söylendi.


"Hadi Burak yandan yandan. Kafam davul gibi. Senin anlam veremediğim cümlelerinle uğraşamayacağım."


"Kendi kendini yiyeceksin, sonra da düşündüklerin için kendini suçlayacaksın ve ben bunu istemiyorum!"


Emre, dişlerini sıktıktan sonra anlamamazlıktan geldi.


"Neden bahsettiğini bilmiyorum."


"Tabii öyledir... Sen bilmiyorsan ben yardımcı olayım hemen. Nereden başlasak?"


"Hiçbir yerden. Defol Burak!"


"Yavaş yavaş mı gitsek? Hayatımız boyunca annenle babanın yaptığım her boku alttan almasından başlayabiliriz."


Emre, öfkeli bir nefes aldıktan sonra sakinleşmek istercesine gözlerini kapattı.


"Benim kardeşim, şu an aşağıda yoğun bakımda yatıyor. Seninle uğraşamam!"


"Senin kardeşin..." diye mırıldandı Burak hafif sinir bozucu bir sesle. Emre konuşmaya başlasa her şey daha kolay olacaktı fakat dünyaya gözlerini açtığından beri onu tanıyan adam, Burak'ın neyi neden yaptığını çok iyi biliyordu. Bu yüzden de adamın ses tonuna saldırmak yerine geri vites attı.


"Senin de kardeşin."


"Değil... Eftalya senin kardeşin."


"Ne yapmaya çalışıyorsun bilmiyorum ama başım ağrıyor Burak. Beni sal daha!"


"Sen de yoğun bakıma girmek istemişsin ama annen..."


Emre bakışlarını Burak'a çevirdi.


"Annen? Böyle yaparak mı beni konuşturacaks..."


Öfkeyle yumruklarını sıkan Emre, cümlesini tamamlamayarak önüne döndü.


"Konuşman gereken, içinde tuttuğun şeyler var yani?"


Emre, sessiz kaldı. 


"Annemin hamileliği boyunca gram tepki vermezken, Eftalya doğduğunda sevgi pıtırcığına dönüşmemi konuşalım mı?" dedi Burak ısrarcı bir sesle.


Başını öne eğen Emre derin bir nefes aldı ve sessiz kaldı.


Bu durum karşısında Burak sabrının tükendiğini hissederek bağırdı.


"İÇİNDEN KONUŞMA!"


"BEN SEN DEĞİLİM!"


Burak'a bakan Emre, daha sakin bir sesle konuştu.


"Ben sen değilim tamam mı? Senin gibi, karşımdakini darmadağın ettikten sonra hiçbir şey olmamış gibi yapamam. Sana söylediğim her kelime kendime zarar verecek. Ben senin gibi bunu kaldıramam. İçimdeki saçmalıkları söylersem, bir daha yüzüne bakamam!"


"İçinden geçirdiğinde, düşünmemiş mi oluyorsun yani?" diye sordu Burak alaycı bir sesle.


Onun alaycı sesi Emre'nin dişlerini sıkmasına neden olmuştu.


"Bak işte ben bunu yapamam. Kardeşimle bu ses tonuyla konuşamam!" diyerek çıkıştı.


"Beni sana saldırmak zorunda bırakan sensin Emre. Susan, konuşmayan sensin!" dedi Burak oldukça ciddi bir yüz ifadesiyle.


"Konuşacak bir şey yok!" diyen Emre, Burak'ın daha fazla ısrar edeceğini anladığından arkasını dönerek indi. Derin bir nefes alan Burak, da onu takip ederek birkaç adım önündeki Emre'nin kolundan tuttu.


"Bırak!"


"DESENE! Eftalya benim kardeşim neden sen benden daha fazla onu düşünüyorsun desene!"


Burak'ın sözleri, karşısındaki adam üzerinde istenen etkiyi vermişti.


Emre, öfkeyle Burak'ı itti.


"EFTALYA BENİM KARDEŞİM. BENİM! Ama abisi sensin. Bu nasıl oluyor? Ben nasıl öz kardeşimi senin kadar sevemiyorum? Neden ona bir şey olduğunda senin kadar endişelenemiyorum? Neden sen darmadağın olurken ben sadece dağılmakla yetiniyorum? Eftalya benim kardeşim ama ben kardeşimin abisi değilim. Abisi olsaydım senin gibi hissederdim. Abisi olsaydım varlığını ilk öğrendiğimde 'Bu yaşta abi mi olacağım?' diyerek isyan etmezdim. Abisi olsaydım geceleri gizlice yanına girip nefes alış-verişlerini dinleyen kişi sen değil ben olurdum."


Emre, isyan dolu bir nefes aldı.


"Hayatım seninle karşılaştırılarak geçirildi. Senin de aynı geçti. Bundan şikayetçi değilim gerçekten. Varlığından bir an bile pişman olmadım. Biz Edi ile Büdü'ydük. İkimizin de farklı özellikleri var ve birbirimizi tamamlıyoruz. Ama söz konusu o olduğunda... Ben abiliğimin kıyaslanmasını kaldıramıyorum Burak. Çünkü önde olduğum, 'Ama bunda ben böyleyim' diyebildiğim hiçbir konu yok. YOK! Eftalya söz konusu olduğunda sen hep benden öndesin. Bu matematikte önde olmak gibi bir şey de değil. O benim kardeşim. Ona olan sevgim, korkum öylesine büyük ki... Ama seninki her zaman daha fazla! Abi deyince Eftalya'nın aklına ilk gelen kişi sen oluyorsun. Eftalya'ya bir şey olduğunda sakinleştirilmesi gereken ilk kişi sen oluyorsun. Buse gelmese bana 'İyi misin?' diye soran bile olmayacaktı biliyor musun? Ben kardeşimi görmek istediğimde 'Yasak!', ama sana gelince değil! Ben bu durumdan çok yoruldum. Doktorunun bile seni teselli etmesinden değil, kardeşimi senin kadar sevemiyor oluşumdan çok yoruldum."


Emre, kızarmış mavi gözlerindeki acıyla karşısındakine baktı.


"Onun için canımı veririm... Fakat onda bile kesin sen benden daha büyük bir şey yapmış olursun."


Hüzünle gülümseyen adam arkasını döndü ve çatının çıkışına doğru yürümeye başladı.


"ÇÜNKÜ BİLİYORUM!" diye haykırdı Burak.


Onun cümlesi Emre'nin duraksamasına neden olsa da adam arkasını dönmedi.


"Çünkü bir kardeşi kaybetmenin acısını biliyorum."


Burak'ın sessiz cümlesi karşısında Emre arkasını döndü.


"Ben de biliyorum Burak. Kaç silah arkadaşımızı toprağın altına koyduk şu ana kadar? Kardeşim dediğimiz, birlikte yiyip içtiğimiz, birbirimize canımızı emanet ettiğimiz kaç kardeşimizi kaybettik? Ben de biliyorum o duyguyu. Fakat bu senin daha iyi bir abi olduğun gerçeğini değiş..."


"Ben 11 yaşından beri abiyim." diye mırıldandı Burak.


Onun söylediği cümleyi anlamlandıramayan Emre kaşlarını çatarak sordu.


"Ne?"


"Ben..." 


Sesinin titrediğini hisseden Burak duraksadı. Onun bu hâli, Emre'nin içinde büyük bir korkunun oluşmasına neden olmuştu.


"Hatırlıyor musun? Daha öncesinde birkaç kere söylemiştim. O günün... En mutlu günüm olduğunu."


Parçaları birleştiren Emre, ortaya çıkan şekilden öylesine rahatsızdı ki içten içe inkar ediyordu.


Kesinlikle bazı şeyleri yanlış anlıyor olmalıydı.


"Hep babam geldiği için olduğunu düşünmüştün." diye mırıldandı Burak.


Başını iki yana sallayan Emre gözlerine gelen gözyaşlarını hissetti.


"Söyleme..." diye yalvarırken duyacağı şeyden öylesine korkuyordu ki tüm bedeni titremeye başlamıştı.


"Ben söylemesem de gerçek değişmeyecek ki... Miniğimi daha doğmadan kaybettiğim gerçeği değişmeyecek. Dünyaya gözlerini açamadan kapkaranlık toprağın altına girdiği gerçeği değişmeyecek. Onu koruyamadığım, bir kere bile koklayamadığım, abi deyişini hiç duyamadığım gerçeğini değiştirmeyecek."


Bacakları tutmayan Emre, düşercesince yere oturdu. Elini acıyan kalbine götürürken dudaklarından şu kelimeler dökülmüştü.


"Annem... Hamile miydi?"


Kardeşinin yanına yere çöken Burak'ın sessiz gözyaşları yanaklarından dökülmeye başlarken başıyla onu onayladı. Fakat gözleri yaşlarla kaplı olan adam, onun bu hareketini görmemişti.


"Hamileydi... Bir kardeşin olacaktı."


Başını iki yana sallayan Burak onu düzeltti.


"Bir kardeşimiz olacaktı... Abi olacaktık."


Emre, başını kaldırdı. Yeşil gözlerdeki acının aynısı, mavi gözlerde de vardı.


"Sen o yüzden..." diyen Emre konuşmaya devam edemedi.


"Ben o yüzden, Eftalya'ya böylesine düşkünüm. Ben miniğim yerine de seviyorum onu Emre. Küçükken onu sallarken gözlerimi kapattığımda benimle dalga geçerdin ya 'Onu uyutacaksın sen uyumayacaksın' diye... Ben o zamanlar uyumuyordum ki. Hayal ediyordum. Hiç sallayamadığım, uyutamadığım miniğimi uyuttuğumu hayal ediyordum. Haklısın Eftalya'yı senden daha çok seviyorum. Çünkü Eftalya'ya olan sevgim, miniğimin sevgisiyle harmanlanarak gelen bir sevgi. Ona bir şey olmasından deliler gibi korkuy..."


Sesi titreyen Burak kesik bir nefes aldı ve devam etti.


"Deliler gibi korkuyorum Emre. Bana bu korkuyu tarif et desen edemem. Bu o kadar büyük bir korku ki beni çıldırtıyor. Ben o toprağın altına bir kardeşimi koydum zaten. Bir kardeşimi daha koyamam. Düşüncesi bile beni kahrediyor. Eftalya bana her abi diyerek koştuğunda miniğim de sesleniyormuş gibi hissediyorum. Sevda annemin hamile olduğunu ilk duyduğumda o kadar çok korktum ki... Ona da bir şey olacak diye öylesine korktum ki sanki öyle bir şey yokmuş gibi yaşadım. Ne kontrollere katıldım, ne de günden güne büyüyen karnına dokunabildim. O gece... Annemin karnına dokunmuştum biliyor musun? Bana 'Kardeşin burada daha çok küçük' demişti. Okulum bittikten sonra doğacağını söylemişti. Doğamadı Emre! O minik hep minik kaldı. Annen Eftalya'nın cinsiyetinin kız olduğunu söylediği gün..."


Başını iki yana sallayan Burak gözlerindeki yaşlarla kardeşine baktı.


"Gittim hüngür hüngür ağladım. Ben bir kardeş kaybetmiştim, abiliğim elimden alınmıştı fakat yıllar sonra tekrardan elime bir şans geçmişti. Enver babam bile 'Çok küçük!' diyerek onu eline almaktan korkarken ben bulduğum her anımda Eftalya'yı kucakladım, o mis gibi Cennet kokusunu içime çektim. Miniğimin gittiği yerden geliyordu o. Onu sevmemem, istememem mümkün müydü ki?"


Dağılmış olan Emre, kardeşine bakarak fısıldadı.


"Özür dilerim..."


"Asıl ben özür dilerim. Öyle hissetmene sebep olduğum, sana abiliğini sorgulattığım için."


İkili duvar kenarına yaslandıktan sonra bir süre oturdular. Emre'nin öğrendiği şeyi sindirebilmesi imkansızdı. Dakikalar sonra mırıldandı.


"Niye söylemedin diye soracağım, o günkü cevabı vereceksin."


"Ahh beni tanıyan bir kardeş."


"Burak..." diye fısıldadı Emre, şakacı bir sesle konuşan adama bakarak.


"Efendim?" 


"Sen... Onca şeyle nasıl başa çıkabildin? Oğlum bizi yıkmamak için yıllarca tek başına bir molozun altında kalmışsın. Buna nasıl dayandın?"


Burak, sanki yaşadıkları önemsizmiş gibi omuzlarını silkti.


"Pek de uslu durmadım ya... Saçma sapan şeyler yaptım. Ölmeye çalıştım falan. Ama... Eftalya bana iyi geldi. Sonrası zaten Hilal var."


"Öncesinde?" 


Burak derin bir nefes aldı. 


"Siz vardınız ya kardeşim. Salih babam, dayım, ninem, dedem, Sevda annem Enver babam. Fakat... Sanırım Ulaş ve Doğu'yla geçirdiğimiz o vakit her şeyden değerliydi. Lise zamanını unutmam mümkün değil. Gerçekten de genç gibi hissettiğim, haylazlık yaptığımız zamanlardı."


Duraksayan Burak bakışlarını Emre'ye çevirdi.


"Bak Doğukan da var..."


"Ne?" dedi Emre anlamaya çalışarak.


"Doğukan'la birbirimize söz verdik. Birimiz ölmeden diğeri ölmeyecek. Yaptığım onca saçmalıktan bir şekilde kurtulma nedenim bu olabilir. O ölmesin diye..."


Kaşlarını çatan Emre, bu yeni bilgiyi sindirmeye çalıştı.


"Böyle söz mü olur lan? Aklıma hiç hoş şeyler gelmiyor Burak."


Kardeşine bakan Burak sessiz kaldı.


Aklını, ipte sallanan Doğukan'ın görüntüsü doldururken gözlerini kapattı.


Ya o gün biraz daha geç kalsaydı?


"Doğu ya da sen... Saçma bir şey yapmadınız değil mi?"


"Ben hep saçma şeyler yapıyorum."


"Doğu?" 


Emre'nin endişeli sesi Burak'ın ona dönmesine sebep oldu.


"Sence bir insan öyle bir kazadan sonra... Saçma bir şey yapmadan durabilir mi? Ailemi kaybettiğimde o kadar küçük olmasam, ben de yapardım bir şeyler. Fakat siz hep beni göz kontrolünde tuttunuz. Doğukan o kadar şanslı değildi. Ona göz kulak olacak kimsesi yoktu. Ben de, bunu üstlendim işte."


"Doğukan senin o gün orada olduğunu, her şeye şahit olduğunu biliyor." diye mırıldandı Emre büyük bir farkındalıkla.


"Söyledim. Yani haykırdım desem daha doğru olur. Tartışıyorduk 'Sen beni anlayamazsın.' falan dedi. Ben de o hararetle söyledim."


"Peki ya..." 


"Miniğimi mi? Onu kimseye söyleyemedim ki. Dün geceye kadar Hilal'ime bile söyleyemedim. Bu arada... Ben yine kapı dinleyerek öğrenmiştim. Annem, annenle konuşurken."


Emre, şok bakışlarla Burak'a döndü.


"Annem biliyor mu?" 


"Evet..." diye mırıldandı Burak.


"Senin bildiğini..."


"Bilmiyordu. Dedim ya kimseye söyleyemedim. Kendime bile..."


Emre derin bir nefes aldı ve başını arkasındaki duvara yasladı.


"Sence kız mı olurdu erkek mi?"


Burak da onun gibi yaslanarak kardeşine döndü.


"Zaten sen vardın..."


"Kız istiyordun değil mi? Ben de Eftalya'nın kız olmasını istemiştim."


"Bu yaşta kardeş mi olurmuşmuş." dedi Burak, Emre'ye muzip bakışlarla bakarken.


"20 yaşındayken annesinin hamile olduğunu öğrenenlerin tipik tepkisi bu olmaz mı ama? Yaşıtlarımdan baba olan bile olmuştu yaa."


Burak, güldükten sonra Emre'ye döndü.


"Dün akşam Hilal'le konuşurken bana bir şey sordu."


"Ne?" diyen Emre'nin gözlerinde merak belirmişti.


"Kardeşimin isminin ne olduğunu."


"Var mıydı?" diye sorarken Emre'nin sesi kısık çıkmıştı.


"Yok. Daha çok yeniydi. Varsa bile, ben bilmiyorum." duraksayan Burak gözlerindeki heyecanla Emre'ye baktı.


"Ama ben bir isim koydum. Yani Hilal, her zamanki gibi yönlendirdi ben yaptım."


Duyduğu son cümle, Emre'nin istemsizce gülümsemesine neden olmuştu.


"Peki sevgilinin yönlendirmesiyle, kardeşimizin adını ne koydun bakalım?"


"Hadi tahmin et!" diyen Burak hafifçe gülümsedi.


"Oğlum ben müneccim miyim bunu nasıl bilebi..."


Burak'ın bakışlarının güneşte olduğunu görmesiyle az önce kurduğu cümleyi hatırladı.


Deniz ve Güneş demişti.


Deniz, Eftalya olduğuna göre Güneş de...


"Güneş..." diye mırıldanan Emre tekrarladı.


"Güneş."


"Güneş." diyerek onayladı onu Burak.


"Demek diğer küçük kardeşimizin adı Güneş. Sevdim... Her sabah göreceğim onu. Bu isim 'Gökyüzü Sohbetleri'nden geliyor değil mi?


Burak, gülümsedi. Kendisini böylesine tanıyan bir kardeşe sahip olduğu için çok şanslıydı.


"Bu arada... Ben bir şey yaptım." derken sesi hafifçe suçlu çıkmıştı.


"Ne yaptın?" diye sordu Emre soru dolu bakışlarla.


"Annemlere bana özel muamele gösterdiklerini söyledim."


"NE?" 


"Yani... Söylenmesi gerekiyordu."


"Zaman kavramın yok Burak. Yıllarca sustun sustun da şimdi mi konuştun?"


"Ne güzel işte tek seferde çıktı arad... Ahh. Ne vuruyorsun gerizekalı? Acıdı(!)."


Emre, gülen gözlerle Burak'a baktıktan sonra bakışlarını güneşe doğru çevirdi.


"Peki ya diğer söylenmesi gereken? Onu ne zaman söyle..."


"Hayır! Onu bilmeyecekler Emre. Bilemezler, söylemeyeceğiz." diyerek çıkıştı Burak.


Ailesi, o gün her şeyi gördüğünü bilmeyecekti.


Gözlerini kapatan Emre, yüzüne vuran güneş ısısını hissettiğinde hafifçe tebessüm etti.


"Günün birinde öğrenecekler. Hatta... İçimden bir ses sen söyleyeceksin diyor. Çünkü insan, her zaman 'Asla'larına yenilmeye mahkumdur."


Burak, da onun gibi gözlerini kapattı ve o da yüzüne vuran ışığı karşısında tebessüm etti.


"Gelecek zaman ne getirir bilemeyeceğim. Bildiğim tek şey, çok çok büyük bir şey olmadıkça söylemeyeceğim!"


🦅 


"Tamam Kartal. Gerekli dosyaları bana gönderirsin"


"Anlaşıldı Albayım." diyen Sinan telefonunu kapattı.


"Kartal'lık da lafta kaldı. Ahh eski günleri özledim. Dosya işleriyle uğraşmadığım, şerefsiz avladığım o güzel günleri..." diye kendi kendine mırıldanan Binbaşı, bahçedeki banka oturarak arkasına yaslandı.


Yorgun bir şekilde iç geçiren Sinan, elindeki acı kahveyi dudaklarına götürürken duraksadı. Aklını kahverengi gözler doldururken dudaklarında bir tebessüm belirmişti.


Yaklaşık 1 aydır itina ile Eftalya kafeye uğruyordu(!). Bu uğramaları artık alışkanlığa dönmüş, Sıla Hanım'ı görmediğinde kendini bir boşlukta hissetmeye başlamıştı. Kadınla muhabbet etmek öylesine zevkliydi ki Sinan, yıllarca yaşadığı hayatın bir hiç olduğunu düşünmeye başlamıştı.


Kahvesini içen adam kendi kendine güldü.


İşte tek sıkıntı Sıla Hanım'a kahveyi şekersiz içtiğini söylememiş olmasıydı. Bu yüzden kafeye her gittiğinde Sıla Hanım kendisine ve Sinan'a şekerli bir kahve hazırlıyor, muhabbet ederken birlikte kahvelerini içiyorlardı.


Elindeki karton bardağa bakan Sinan, yüzünü buruşturarak mırıldandı.


"Onun kahvesini özledim."


Şekerli olsun, olmasın farketmez onun yaptığının haricindeki kahveler tatsız tuzsuz gelmeye başlamıştı.


"40 yıl farz oldu..." diyen Sinan keyifle gülümsedi.


Günün birinde böyle duygular hissedeceği aklına hayaline bile gelmezdi. Geçmişte sadece 1,5 yıl süren oldukça başarısız bir evlilik yaşamış, o günden sonra da aşkın kendisine göre olmadığına karar vermişti.


Vatanına aşık birisi normal bir insana aşık olamaz mottosuna bağlı kalarak önüne gelen tüm şansları kendi isteği ile geri çevirmişti.


Yiğit Kılıç'ın kardeşine olan aşkına rağmen böyle bir mottoya sahip olması da ayrı bir ironiydi.


"Haklı çıktın sanırım Yiğit. Asıl sevdalılar vatan aşığından çıkıyormuş. Bir ayda böyle çarpılmama bakarsak..."


Kahvesinin dibini de kafasına dikleyen adam, ayağa kalkarak hastane binasına doğru baktı. Küçük Eftalya hepsini çok korkutmuştu. Neyse ki sonuçları iyi çıkmıştı. Doktoru son testin biraz uzun süreceğini söylemiş olsa da, olumsuz konuşmuyor olması hepsinin içine su serpmişti.


Elini gözüne siper eden Sinan, çatıdaki iki kişiyi fark etti. Başını olumsuzca iki yana sallayarak hastaneye doğru yürüdü ve kapıdan içeri girdi.


Acaba ne konuşuyorlar? 


Yine ne oldu bunlara?


Acaba ne konuşuyorlar? 


Klasik Burak-Emre işte. Tepelerdeler her zamanki gibi. Önemsizdir.


Acaba ne konuşuyorlar? 


Duraksayan Sinan, merakına yenik düşerek çatıya çıkan merdivenlere yöneldi.


Ehh Sinan Kor demek kapı dinlemek demekti.

53 yaşında olduğu gerçeği, bunu değiştiremezdi değil mi?


🐺 


Burak ve Emre, yoğun bakımın önüne geldiklerinde Sevda'dan önce kızlar tarafından karşılanmışlardı. Oğullarına doğru yürüyen kadın, Hilal ve Aslı'nın ondan önce harekete geçtiklerini görünce durmuştu.


Dudaklarında huzurlu bir gülümseme beliren Sevda yanına gelen kocasına yaslandı. Enver, hiç duraksamadan kolunu karısının omzuna attı ve onu biraz daha kendisine çekti.


"Sana demiştim.' Bu hergelelere boşuna kız bakıyorsun, onlar kendileri bulurlar' diye."


"Bunu derken sadece öyle olmasını umuyordun Enver. Sen de bir yuva kurmayacaklar diye endişeliydin."


Adam iç geçirdi. 


"Öyle. Emre bir gün Buse'yi arayacaktı zaten de Burak... Kardeşimin emanetine adam akıllı göz kulak olamadığım için kendimi suçlu hissediyordum. Eski haylaz çocuktan bir iz görmek beni öylesine mutlu ediyor ki. Konuşuyor artık! Yakında yine geveze diye şikayet etmeye başlayacağız sanırım."


"Edelim. Yeter ki geveze diyerek şikayet edelim. Yeter ki konuşsun! Parlayan gözleriyle bir şeyler anlatmasını çok özledim." diye mırıldandı Sevda.


Enver, karısının başına bir öpücük kondurarak gülümsedi.


"Sanırım o da başladı. Hilal'le sevgili olduğunu söylediği gün gözleri nasıl parlıyordu görmedin mi? Bu güzel kalpli kız Burak'ımızı iyileştirme yolunda korkusuzca ve çok önemli adımlar atıyor. Sevginin yenemeyeceği hiçbir güç yoktur sözünün kanıtılar resmen."


Aslı Buse'nin, Emre'nin elini sıktığını ve eğilerek bir şeyler söylediğini gördüler. Oğulları gözlerindeki hüzne rağmen gülerek kızı cevapladı.


"Burak'ın da dediği gibi Emre'yle konuşmalıyız sanırım." diye mırıldandı Sevda içindeki pişmanlıkla.


"Konuşsak da pek bir şey değişeceğini sanmıyorum. Oğlumuz da neyi neden yaptığımızın farkında. Her zaman, herkesten önce Burak'ı koruyan o değil miydi? Yine de bir konuşuruz... Bu arada sana hâlâ kızgınım." diyen adam son söylediğinin aksine karısına sarılışını sıkılaştırmıştı.


"Söyleyemedim ki Enver. Dudaklarımın arasından çıkamadı o cümle."


"O zaman yazsaydın sevgilim!"


Enver'in sitemli sesi Sevda'nın ona bakmasına neden oldu. Karısının kendisine baktığını gören adamın dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirdi.


"Bu koca yükü nasıl tek başına sırtlanabildin Sevdam?"


Kocasının şefkat dolu sorusu, Sevda'nın gözlerinin dolmasına neden olmuştu.


"Sana söylersem, her mezarlığa gittiğimizde bu konuya değinecektik. Ben gerçekten konuşmaya hazır değildim. Hem Burak, Sinan veya Ferdi Baba'yla Sultan Anne öğrenecek diye çok korkuyordum. Burak zaten biliyorsa... Onların da öğrenmesi gerek. Ben Sinan'a 'Bir yeğenin daha olacaktı. Ama daha doğamadan kaybettik' diyemem Enver. Onları kaybettiğimizde ne kadar yıkıldı biliyorsun. Ben bu gerçeği... Ona söyleyemem."


Enver, başını önüne eğdi.


O da söylemezdi!


İkisi bu konunun hüznü ve acısıyla konuşurken onları izleyen birisi vardı.


Burak, hüsran dolu bir nefes aldı. İçinden bir ses, karşısındaki ikilinin, dayısına bu durumu nasıl söyleyeceklerini tartıştığını söylüyordu.


"Neyi konuştuklarının farkındasın değil mi?"


Hilal'in yumuşak sesi, Burak'ın bakışlarının ona dönmesine sebep oldu.


"Söyleyemem... Söylemesinler. Bilmeseler olmaz mı?"


Hilal, yalvarırcasına konuşan adama gözlerindeki acıyla baktı.


"Güneş'i bilmesinler mi yani?"


"Kelebeğim." diyen adamın gözleri 'Yapma lütfen.' dercesine bakıyordu.


"Aşkım hiçbir sır sonsuza kadar sürmez. Günün birinde bu durumu öğrenecekler. O gün geldiğinde 'Neden bize söylemediniz? Bizim yas tutmaya, bunu bilmeye hakkımızı yok muydu?' derlerse ne cevap vereceksin? Onlardan yas tutma hakkını çalamazsın. Böyle yaparak onları korumuş olmuyorsun." duraksayan Hilal fısıldayarak devam etti.


"Yok sayarak... Gerçeği değiştiremezsin."


Duvara yaslanan Burak, başını önüne eğerek gözlerini kapattı.


Keşke gerçeği değiştirme şansım olsaydı.


Elinde hissettiği eli sıkan adam derin bir nefes aldı. Kalbinde Eftalya için duyduğu korku, aklında gelecekte olacaklar için kaygılar dolaşırken Kelebeğine sığındı. Onun yanındaki varlığı sayesinde ne kadar zor olursa olsun gerçeklerle yüzleşebilirdi.


"Bu atmosferden hiç hoşlanmadım millet. Eftalya iyi, hatta yakında uyanacak ne bu hal?"


Ediz'in sesini duyan Burak, gözlerini açarak ona baktı. Adam da inceler gözlerle kendisine bakıyordu.


"Dayınla mı atıştın?"


Soru üzerine Burak kaşlarını çattı.


"Ne? Hayır. Neden?" 



"


Sadece, bir süre önce karşılaştım ama aşırı dalgındı. Seslendim duymadı. Seni de böyle görünce..."


Yaslandığı duvardan doğrulan Burak, Ediz'e doğru birkaç adım attı.


"Nerede gördün? Bugün karşılaşmadım. Bir şey mi oldu ki?"


"Bilmem. Pek... İyi gözükmüyordu. Acelesi var gibiydi koşar adım uzaklaştı. Çatıya çıkan merdivenlerin orada gördüm."


Ediz'in cümlesini duyan Burak seneledi. Bakışları direkt Emre'yi bulan adamın gözleri feryat ediyordu.


"Duymuş mudur?" diye fısıldadı Emre.


Gözlerindeki yanmayı yok sayan Burak, boğazındaki yumruyla yutkundu.


"Ne zaman?" 


Ediz, olaylara anlam veremese de ciddi bir şey olduğundan emin karşısındaki adama baktı.


"Yani yarım saat anca olmuştur ama tam zamanını bilemiyorum."


Enver ve Sevda dahil hepsinin kendisine baktığını görünce başını olumsuzca salladı.


"Ameliyattan çıkmıştım pek dikkat etmedim. İstersen güvenlik odasından kame..."


Burak'ın telefonunu çıkartması ile cümlesini tamamlamadı.


Telefon açıldığında Burak bodoslama konuya daldı.


"Sana bir işim düştü."


"Bu da bir seçenek tabii." diye mırıldanan Ediz, anlam veremediği bu gerginliğin nedenini merak etse de sustu.


"Senin bana işinin düşmediği bir zaman var mı ki?"


Doğukan'ın söylenmesini takmayan Burak, gerekli talimatları verdi.


Kısa süre sonra Doğukan söylendi.


"Dayını neden arıyoruz acaba?"


"Hiç sorma... Aramak demişken nerede olduğuna da baksan çok iyi olur."


"Başkomiser takip ederim, Savcı takip ederim. Bir Binbaşı takip etmediğim kalmıştı. Umarım yakında Albay'ı takip et falan demezsin!"


"Doğu mesele ciddi!" diye tıklayarak konuştu Burak.


"Trilyon kere bana şu isimle seslenme dememe rağmen devam ediyorsun!Kesinlikle mesele çok ciddi Burak Kılıç!"


Telefonda Kadavra'nın çıkışmalarının yanı sıra klavye sesleri de yankılanıyordu. Arkasındaki sandalyeye oturan Burak, kendisini ânın akışına bıraktı ve Doğu'ya rahat bir şekilde cevap verdi.


"Adım Burak soyadım da Kılıç. Niye bastıra bastıra söylüyorsun?"


"Şuna bak yaa. Sevgiliyi buldu tabuları yıktı resmen!" diyen Kadavra'nın sesindeki memnuniyet duyuluyordu.


Arkadaşı için seviniyordu. Fakat bu kendisinin de aynısını yapacağı anlamına gelmiyordu.


Konuşmanın devamı bunu kanıtlar nitelikteydi.


"Ahh ne güzel de dedin. Tam kamu spotu değil mi? Sevdiğin k..."


Doğukan, Burak'ın cümlesini kesti ve kesin bir dille konuştu.


"Kızlar yaralı adamları sakın sevmeyin. Sizi yakarlar, yıkarlar litrelerce gözyaşı dökersiniz... Katılıyorum mükemmel kamu spotu!"


Burak, derin bir nefes aldı. 


"Ahh seninle konuşurken benimle konuşanların neler hissettiğini anlıyorum."


"Nasıl hissediyorlarmış?" diyen Doğukan'ın sesindeki meydan okuma hissediliyordu.


"Ortam müsait değil. Daha geniş bir zamanda uzunca açıklarım. Merak etme!"


Bunu söyledikten sonra sessiz kalan Burak, tam konuşmaya başlayacaktı ki Kadavra konuştu.


"Sen çıktıktan 7 dakika sonra çatıya çıkmış. 8-9 dakika kadar kalmış sonra da inmiş. Yalnız Burak... Çatıda ne konuştunuz? Sinan dayı hiç iyi gözükmüyor. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim."


Başını duvara yaslayan Burak, hüsranla gözlerini kapattı.


Bu şekilde öğrenmemeliydi! Burak'ın ağzından olmazdı. Burak'ın o içten içe haykırışlarıyla değil.


Kesik bir nefes alan adam, Doğukan'ın cümlesi ile gözlerini açtı.


"Telefonunu hastanenin önündeki arabasına bırakıp yürüyerek uzaklaşmış. Birkaç sokak takip ettim ama ara sokağa girdi. İzini süremiyorum... O gün orada olduğunu mu öğrendi?"


"Hayır!" 


Burak'ın ani çıkışı etrafındakilerin ona bakmasına neden oldu.


"Sakin! Bir şey demem biliyorsun. Gerçi senin çıkışın bana değil kendine. Bir gün öğrenecek. İstesen de istemesen de..."


"Yeter Doğukan!" 


"Bana. Doğukan. Deme!"


Her kelimeyi üzerine basarak söyleyen adamın sesi oldukça ürkütücü çıkmıştı.


"İstesen de istemesen de adın bu!" dedi Burak sakin bir şekilde.


"Her günüm beni kurtardığın için sövmekle geçiyor biliyor musun? Eğer o gün beni kurtarmasaydın bu isim saçmalığıyla da uğraşmazdık. Rahmetli der geçerdik. Ama beyefendinin kahramanlığı tutt..."


"Aynı duruma düştüğünde benim yaptığımı yapmayacağına dair bana kesin bir ifade ver... Kendi ellerimle bitireyim işini!"


Burak'ın oldukça ciddi çıkan sert sesini duyan Emre ona baktı. Sakinleşmeye çalışan adam sessiz bir şekilde devam etti.


"Sana söyledim Doğu. Yaşamamızı istiyorlarsa yaşayacağız. Ölüm gibi bir şey olsa da yaşayacağız. Hem..." duraksayan Burak bakışlarını ela gözlere çevirdi ve gülümsedi.


"Hayat, onca acıya-sıkıntıya katlandığın için seni ödüllendiriyor."


"Peki ya o ödül için, ceza bizsek?"


Doğukan'ın acı dolu fısıltısını duyan Burak yutkundu. Bazen kendisinin mi yoksa onun mu daha kötü durumda olduğunu düşünüyordu.


Senin en azından, olanları hatırlatacak fiziksel yaraların yok!


Doğukan'ın konuşmasıyla dikkatini ona verdi.


"Bir daha... Bu konuyu açarsan seninle de görüşmeyi keserim. Sen sorunlarının üstesinden kısmen gelmiş olabilirsin fakat ben bunu yapamam. Bacağım çok fazla efor sarf ettiğimde sızlarken, yüzüm..."


Cümlesini tamamlayamayan Doğukan kesik bir nefes aldıktan sonra devam etti.


"Ayrıca Hilal'i yanına yaklaştırmamak için neler yaptığını hepimiz biliyoruz. Canımı yakarsan bir salise bile düşünmeden canını yakarım. Ve bu konuda bana saldırırsan, seni Hilal'den vururum Burak! Hiç acımam. Çünkü o apayrı canımı yakıyor. Ona göre davranırsın." diyen Doğukan sesindeki acıyı gizlemeye kalkışmamıştı. Kısa süre sonra devam etti.


"Sor soruştur. Sinan Dayı'yı bulamazsan tekrardan haber ver. Ben de bir bakayım bu arada. Hadi hoşça kal."


Adamın karşılığını beklemeyen Kadavra telefonu kapattı. Doğukan'ı düşüncelerinin arkasına atan Burak, ayağa kalktı.


"Nereye?" diye soran Sevda elindeki telefonu kapatarak yanlarına geldi.


"Dayımı arayacağı..."


Annesi "Bence gerek yok." diyerek sözünü kesti.


"Neden?" diye sordu Emre kaşlarını çatarak.


"Az önce Sıla'yı aradım. Sinan'ın geleceğini, gelmezse haber vermesini söyledim. Ondan haber bekleyelim. Eğer 'Gelmedi.' diye ararsa o zaman bakarsın."


"Annem neden?" diye sordu Aslı bakışlarındaki şaşkınlıkla.


Emre ve Hilal'in gözlerinde de aynı şaşkınlık vardı.


"Dayım bu ay biraz fazlaca Eftalya'ya uğradı. Belki yine ayakları onu oraya götürür diyor annem." diye yanıtladı Burak bu soruyu.


Onun bu dolaylı cümlesi, Aslı'nın duraksamasına neden olmuştu.


"Ne yani annem ile Sinan Sayı...?"


Genç kız cümlesini tamamlayamayadı.


Böyle bir şey olabilir miydi? Peki varsa, nasıl bir tepki vermesi gerekiyordu?


"Aralarında resmi bir şey yok fakat keyifli bir muhabbetleri olduğu kesin." dedi Sevda elindeki telefona bir bakış atarak.


'Umarım, umduğum gibi olur ve Sinan Sıla'nın yanına gider.'


"Gidecek." 


Burak'ın kesin sesi ona dönmelerine neden oldu.


"Ben nasıl Hilal'e sığındıysam, dayım da ona sığınacak. Buna eminim!"


Aslı, hâlâ öğrendiği bilgiyi sindirmeye çalışıyordu. Şu zamana, annesiyle ikisi birlikte tek başlarına gelmişlerdi. Nasıl...


'Sen nasıl Emre'yi sevdiysen, annen de onu öyle sevmiş olamaz mı?'


'Ama ya yine zarar görürse ben bunu kaldıramam.'


'Sinan Dayı annene zarar verir mi sence?'


"Aslı?" 


Aslı'nın içsel savaşını bölen ses Burak'a aitti. Genç kız başını kaldırarak ona baktı.


"Realist düşünmeni istiyorum. Bir gazeteci olarak düşün. Yine aynı olumsuz duygulara sahip olursan, aklına takılan bütün soruları olanca dürüstlüğüyle cevaplarım." dedi Burak samimi bir sesle.


Aslı'nın bakışları sevgilisini buldu. Emre, ona bakarak tebessüm etti. Genç kız düşündü.


Sinan Dayı, sevgilisi hayatının geri kalanında ondan bir şeyler saklamasın diye KİT'e girmesine ön ayak olan insan değil miydi?


Böylesine ince düşünceli bir insan, annesine zarar verir miydi?


Bir vatan sevdalısı, vatan aşığı bir kadını kırabilir miydi ki?


Bakışları Burak ve Emre arasında gidip geldi. Bunu düşünmesine bile gerek yoktu.


Bir vatan sevdalısından daha mükemmel bir sevdalı görmemişti. Bu adamlar çok güzel seviyordu.


Bakışlarını Burak'a çeviren Aslı hafifçe tebessüm etti.


"Yani biz şimdi teknik olarak kuzen mi oluyoruz?"


Aslı'nın bu cümlesi hepsinin gülümsemesine neden olmuştu.


"Pek tavsiye etmem." dedi Burak gülerek.


"Neden?" diye sordu Enver gülen oğluna bakarken.


"Teknik olarak gidiyorsak... Benim süt kardeşim de kuzeni oluyor. Ben kendimi biliyorum. Öyle bir durumda bunların nikahını basıp 'Durun! Siz evlenemezsiniz. Dayım beni büyüten insan olduğu için teknik olarak babam oluyor. Emre de benim kardeşim olduğuna göre teknik olarak kardeşsiniz. Bu nikah geçerli olamaz!' derim. Sonra Emre düğün gününde katil olur. Hilal de Emre'yi gebertir falan. Bu iş kan davasına kadar gider."


Uzun süren sessizliği bozan kişi kahkaha atan Hilal oldu.


"O neydi öyle?" diyen Aslı büyük bir şokla adama bakıyordu.


Aslı'nın sorusu hepsinin gülmesine neden olmuştu.


"Burak Kılıç fırtınasıydı." dedi Hilal gülmeye devam ederken.


"Kardeşim senaristliği düşünür müsün? Sende mükemmel bir şekilde, Hint dizisi senaristi ışığı görüyorum. Kanal 7'ye ver yazdığın senaryoları, 10 sezon garanti bak." dedi gözleri gülen Emre.


Aklı dayısında olan Burak, kardeşinin kendine sataşmasına aynı şekilde karşılık verdi. İçinden bir ses dayısının, huzurunun yanında olduğunu fısıldıyordu. Bu yüzden de endişelenmesine gerek yoktu.


🦅 


Sevda'nın telefonunu kapatan Sıla gülümsedi. Henüz erken saatlerde oldukları için daha kafeyi açmamışlardı. Kafeyi açmadan önce Sinan Bey'i görecek olması içten içe onu heyecanlandırıyordu.


"Kahveyi gelince mi yapsam? Yani doğal olarak yoksa soğur. Ne yapıyorum ben böyle liseli ergenler gibi?.. Neden gelecek ki acaba?"


Kendi kendine konuşan kadın, sakinleşmek istercesine derin bir nefes aldı. Sevda, sadece Sinan'ı kafeye gönderdiğini ve bir şey alacağını söylemişti.


"Benim için bile gelmeyecek. Niye bu kadar heyecan yaptıysam?"


Düşünmemek için çabalayan Sevda, onun işi olmamasına rağmen bir bez alarak barista tezgahını temizlemeye başladı. Aslında iç tarafta, mutfakta ve kilerde, kontrol etmesi gereken işler vardı ama Sinan Bey buraya geldiğinde onu karşılamak istiyordu.


"Delireceğim cidden." dedi duraksayan kadın ve elini hızla atan kalbine götürdü.


"Sanırım kalbimde bir sorun var. En yakın zamanda doktora randevu alayım. Bu hızlı ritmin başka açıklaması olamaz."


Aslında bu duygunun ne olduğunu biliyordu kadın. Herkesten çok iyi biliyordu da... Yine de hayatında ilk defa bu duyguyu tattığı için afallamıştı.


Eski kocası olacak o adamla görücü usulü, alelacele evlenmişti. Tanıma imkanı olsaydı asla evlenmezdi ama o zamanlar onun çevresinde sevgililik denen bir şey yoktu. Bir aydan fazla nişanlı kalmaksa neredeyse günah sayılırdı. Küçük yaşta daha kendini bile tanımadan, tanımadığı bir adamla evlendirmişlerdi onu.


Düşüncelerini bozan şey duyduğu sesti. Kapının üzerinde birinin geldiğinin habercisi olan çan çaldığında, kalbini hızlandıran adam döndü.


"Hoş geldiniz Sinan Bey."


Sesi sonlara doğru azalan Sıla, karşısında duran berbat haldeki adama büyük bir şok içerisinde bakakaldı.


Adam, kızarmış bal gözleriyle ona baktı ve adını fısıldadı.


"Sıla..." 


Şu zamana kadar anlaşmış gibi birbirlerine hep saygı ifadeleriyle hitap etmişler, ne kadar yakın hissederlerse hissetsinler aralarındaki mesafeyi hep belli bir seviyede tutmuşlardı.


Bu yüzden de Sıla, elindeki bezi fırlatırcasına tezgaha atıp adamın yanına koşarken, bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının bilincindeydi.


"Sinan... Ne oldu?" diye sorarken kahverengi gözlerinde öyle büyük bir korku vardı ki, bu samimi endişe Sinan'ın tüm duvarlarını yıktı geçti.


Yanına gelen kadına sımsıkı sarılan adam, burnuna dolan kahve kokusuyla birlikte hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.


Böyle bir hareketi beklemeyen Sıla, anlık şaşkınlıkla duraksadı.


Aklı 'Kocaman adamı bu hale getirecek ne olabilir?' diye düşünürken, kalbi 'Bu önemli mi? Sana sığındıysa hakkettiği değerle bunun karşılığını ver.' demişti.


Kalbinin sesini dinleyen kadın, omuzlarında ağlayan adamın sarılışına karşılık vererek, teselli edercesine sırtını sıvazlamaya başladı.


🦅 


"Özür dilerim." diye mırıldandı Sinan çatlak sesiyle.


İkili bir süre sonra ayrılmışlar, Sinan toparlanmak amacıyla lavaboya giderken Sıla da kafenin kapısındaki yazıyı 'Kapalı'ya çevirerek ikisine de kahve yapmaya gitmişti.


Şu an, kahveleri önlerinde karşılıklı oturuyorlardı.


"Gerçekten üzgünüm." diye tekrarladı Sinan.


"Buraya gelmek gibi bir niyetim yoktu. Kendimi birden burada buldum. Sizi zor durumda bırakmak, en son isteyeceğim şey bile değil."


"Zor anında, yanıma gelerek mi beni zor durumda bıraktın?"


Sıla'nın yumuşak ses tonu karşısında Sinan kahverengi gözlere baktı.


"Ne oldu Sinan? Ne seni bu hale getirdi?"


Gözlerinin tekrardan dolduğunu hisseden adam, bakışlarını ellerinin arasındaki kahvesine çevirdi.


"Ben... Ben bugün bir şey öğrendim."


Adamın titreyen sesini duyan Sıla, cesur bir hamleyle adamın bardağı tutan eline dokundu. Bu temas, Sinan'ın gözlerini kapatmasına neden oldu.


"Ne öğrendin?" 


Sıla öylesine naif, öylesine incitmemek istercesine bu cümleyi kurmuştu ki adamın sol gözünden bir damla yaş firar etti.


Gözlerini açmayan adam, yavaşça bardağı bıraktı ve elini ters çevirerek kadının elini tuttu. Sıla'nın cesaret verircesine elini sıkmasıyla ağzından şu cümleler döküldü.


"Dileğim hamileymiş. Benim, bir yeğenim daha olacakmış."


Kadın, duyduğu cümleyle kesik bir nefes aldı.


"Koruyamadıklarım arasına bir kişi daha eklendi. Fakat bu seferki çok acı. Çok! Ben ne yapacağım Sıla? Ailemi bile koruyamayan ben, hangi hakla 'Askerim' diyebiliyorum? Ben o şanlı üniformayı giymeyi hak etmiyorum."


Sıla, başını iki yana salladı. Adamın çaresizlik dolu sesi gözünden birkaç damla yaşın düşmesine sebep olmuştu.


"Deme öyle. Bu doğru değil."


"Nasıl değil? Şerefsizin birisi benim ailemi katletti. İkizimi -küçük kardeşimi-, abi dediğim insanı, daha doğmamış yeğenimi katletti. Fakat ben buna engel olamadım. Hadi o zamanlar dağda görevdeydim diyelim de... Geçen bunca yıla rağmen o şerefsizi bulamadım. Hiç acımadan 32 kişinin ölüm emrini veren, büyük küçük demeden herkesi katlettiren o adam hâlâ dışarda bir yerlerde. Elini kolunu sallayarak geziyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum."


Kadının elini sıkan Sinan, gözlerini açtı ve kıpkırmızı gözleriyle Sıla'ya baktı.


"Sen, gözünden bile sakındığın kız kardeşin için otopsi istemek nedir bilir misin? O doktora o soruyu sormaya çalışmak..?"


Sıla gözlerinden akan yaşların çoğaldığı hissederken başını iki yana salladı. Bu sallayış hayır demek değil 'Lütfen. Lütfen düşündüğüm şeyi söyleme.' demekti.


"Merak etme! Tecavüze uğramış olsaydı, şu an karşında oturuyor olmazdım. İnançlarıma rağmen, Burak'a rağmen kendimi öldürmüş olurdum. Öyle bir yükü kaldıracak kadar güçlü değilim."


Sıla, adamın elini sıkarken titrek bir nefes verdi. Konuşmaya devam eden Sinan'ın cümlesini duyduğunda ise buz kesti.


"Sanırım kardeşim de böyle bir durumu kaldıramayacağı için kendi canına kıymak zorunda kaldı."


"Ne?" diye fısıldayan kadının gözlerinde büyük bir acı belirmişti.


"Otopsi istememin diğer sebebi buydu. Gerçi otopsiye gerek kalmadı. Tabip daha ilk bakışta düşüncemi doğruladı. Bıçakta sadece bizimkilerin parmak izi olması da kesinleştirdi. O gün ne oldu bilmiyorum ama Dileğim..."


Yumruğunu sıkan adam hüsran dolu bir nefes aldı.


"O gün nasıl bir cehennemdi ki hamile olan kardeşim canına kıydı? Düşününce bile delirecek gibi hissediyorum. Aklıma gelmeliydi. Tehlikenin büyüklüğünü hissedip onlara koruma sağlamam gerekiyordu. Ya da Yiğit bu görevi ilk söylediğinde, 'Reddet!' demeliydim. Fakat o görev sayesinde o kadar çok masum insanı kurtardı ki..."


Ayağını sallayan adam karşısındaki kadına baktı.


"Ben aileme ne diyeceğim? 'Bir torununuz daha olacaktı. Ha bu arada kızınız da öldürülmedi kendini öldürdü.' mü?"


"Sinan... Kendine biraz nazik davranır mısın?"


"Bunu hak ediyor muyum ki? Ben..."


"Hak ediyorsun. Hiçbir şey senin elinde değildi. Sen görevdeydin. Böyle olacağını bilemezdin. Kimse bilemezdi."


"Yine de..." 


"Yok yine falan! Her şeyden önce Dilek bunu istemezdi. Onunla tanışmıştım. O asla senin bu hâle gelmeni, kendini böyle suçlamanı istemezdi. Ayrıca... Ben de bunu istemiyorum. Seni bu şekilde görmek canımı yaktı."


Sıla'nın cümlesini duyan Sinan, kadının gözlerinin içine baktı. Bu öylesine bir bakıştı ki kadın, adamın ruhuyla baktığını ve ruhunu gördüğüne yemin edebilirdi.


"Desene o söz gerçekten de doğruymuş." dedi adam gözleri kadının kahve gözlerindeyken.


"Hangi söz?" diye fısıldadı Sıla.


"Kahven nasıl olsun?' diye sormuştum ona, 'Senin elinden olsun.' demişti. İşte o an onu delicesine sevdim.' sözü."


Kadın, bakışlarındaki şaşkınlık ve kalbindeki heyecan ile adama bakarken, Sinan boştaki eliyle kahveyi aldı ve bir dikişte bitirdi.


Kahve bardağını yerine koyarken, kahve gözlü kadına fısıldadı.


"Ben 40 yıldır kahvemi sade içerim. O gün, sırf senin elinden içmek için şekerli istediğimi söyledim. Ve şu an niyetim, ömrümün sonuna kadar şekerli kahve içmek."


Dudaklarındaki kocaman gülümsemenin parıltıları gözlerine yansıyan kadın, adamın yaptığı hareketin aynısını yaparak kahvesini dikledi ve aynı ses tonuyla konuştu.


"Ben de normalde kahvemi sade içerim. Sırf sana eşlik edebilmek, seninle aynı lezzeti tadabilmek için şekerli içiyordum. Niyetine de eşlik edebilirim sanırım. Ömrümün sonuna kadar şekerli kahve yapmaktan sıkılacağımı sanmıyorum. Sonunda seninle içeceksem..."


🦋 


"Demek çok korktunuz? Ne kadar korktunuz? Çok korkun çünkü beni çok seviyorsunuz. Ama çok korkarsanız üzülürüm. Siz beni çok sevin ama az korkun olur mu?"


Odadaki herkes büyük bir mutlulukla hastane yatağında yatan Eftalya'nın şakımasını dinliyorlardı.


"Turp gibi turp. Çenesi sağlamsa gerisi mühim değil." dedi Enver yanındaki erkeklere dönerek.


Onların gülmesi üzerine küçük kız bakışlarını onlara döndürdü.


"Siz bana mı gülüyorsunuz?"


"Olur mu hiç Deniz Kızım. Sen uyandın diye mutluyuz onun için gülüyoruz." dedi Burak küçük kıza gülümseyerek.


Eftalya, ona bakarken durgunlaştı. Bu durumu fark eden Burak, kaşlarını hafifçe çatarak sordu.


"Ne oldu?" 


"Ben..." 


Duraksayan kız dudaklarını büzdü, gözleri hafifçe dolmuştu. Bunun üzerine Burak durduğu duvar kenarından kızın yatağının yanına geldi ve oturdu.


"N'oldu Deniz Kızım?"


"Ben bir rüya gördüm."


"Ne gördün?" diye sordu Sevda kızına endişeyle bakarken.


"Böyle yağmur yağıyordu ama soğuk da değildi, sıcak gibiydi. Sonra Yosun Prensim vardı ve bana..."


Olayı anlayan Burak başını önüne eğdi. Demek ki Eftalya'nın bilinci tam anlamıyla kapalı değildi. Küçük kız, onu dikkatli gözlerle izlerken devam etti.


"Bana 'Sakın bırakma beni. Sen de gidemezsin. Sen de beni bırakma' diyordu... Neden bana bakmayı bıraktın Burak abi?"


Çünkü söz konusu sen olduğunda gözlerim her şeyi anlatıyor. Özellikle de kızarmış gözlerim...


"Abi?" 


Eftalya'nın söylediği kelime, Burak'ın kalbine bir ok misali saplandı. Küçük kız, çevresindeki insanları fark ettiği günden beri abilerine hiçbir zaman abi diyerek seslenmemişti. Eftalya'nın Burak abisi ve Emre abisi vardı. Biraz daha büyüdüğünde ise Yosun Prensi ve Gök Prensi...


Duyduğu hitap Burak'ın başını kaldırarak kardeşine bakmasına sebep olmuştu.


"Efendim Küçüğüm?"


"Diğer giden kim?" 


Burak, mavi gözlere baktı. Kardeşine yalan söylemek istemiyordu. Bakışlarını Hilal'e çevirerek sessizce sordu.


'Bu soruya vereceğim cevap Eftalya'yı olumsuz etkiler mi?'


Hilal, dudaklarını 'Söyle!' dercesine oynattı.


Dürüst ol diyordu. Ne olursa olsun karşındakine dürüst ol, dürüstlüğü aşıla. Küçük görme, anlamaz deme sadece dürüst ol. Belki yaşına göre hafiflet ama asla dürüstlükten şaşma!


Sevda araya girip 'Annesi ve babasını kastediyor...' derken Burak kısık bir sesle cevapladı.


"Kardeşim."


Eftalya'nın güzel gözleri şaşkınlıkla kocaman oldu.


"Senin kardeşin mi var?"


Bir süre durduktan sonra eli ile kendini göstererek tekrardan sordu.


"Benden başka bir de?"


Onun sesindeki kıskançlık Burak'ın istemsizce gülmesine neden olmuştu. Kızın elini alarak üzerine kocaman bir öpücük kondurdu.


"Var... Ama yok."


"Nasıl? Anlamadım. Hiii ateş anlama şeylerime şey mi yaptı yoksa? Ben hep anlarım. Her şeyi hem de. Ef demeden Eftalya'yı bile anlarım."


Tuttuğu eli sıkan adam güldü. Odadaki herkes ikilinin diyaloğunu gülümseyerek izliyordu. Aslında oldukça acı bir konuydu fakat küçük kız öylesine tatlıydı ki bu ağır konuyu bile hafifletiyordu.


Bu Eftalya'nın, Burak'a nasıl böylesine iyi geldiğinin kanıtıydı.


"Ateş anlama şeylerine şey yapmadı. Ben anlatma şeylerinde şey yapıyorum."


"Yosun Prensim. Ateşlenen benim. Benim rolümü niye çalıyorsun?"


Burak, neşeli bir kahkaha attıktan sonra kızın burnunu sıktı.


"Bilmiş şey seni."


Eftalya'nın soru dolu gözlerini fark edince tekrardan durgunlaştı ve durumu nasıl açıklayacağını düşünmeye başladı.


"Hmm... Boncuk'u hatırlıyor musun? Dur dur bakma öyle dik dik. Tabii ki de hatırlıyorsun. Soru yanlış oldu özür dilerim."


"Dilemelisin. Ben biricik Boncuk tavşanımı nasıl unuturum?" dedi Eftalya hafif tripli bir sesle.


"Peki Boncuk şimdi nerede?"


Üzgün bir şekilde iç çeken Eftalya mırıldandı.


"Cennet'te."


"İşte benim kardeşim de Cennet'te."


Dolan gözlerini kırpıştıran küçük kız üzgünce "Yaa..." dedi.


"Yaa." diyerek tekrarladı Burak buruk bir sesle.


"Peki adı ne?"


Burak, derin bir nefes aldı.


"Güneş..."


"Kız mıydı?"


Bu soru Burak'ın, Hilal'e bakmasına neden oldu. Bir süre ela gözlere bakan adam kardeşine dönerek mırıldandı.


"Evet!"


"Peki ben neden bilmiyorum bir kardeşin olduğunu?"


Bu yeni soru Burak'ın tekrar düşünmesine neden oldu. Ne söyleyecekti?


Bu esnada odanın bir köşesinde duran Sinan yanındaki Sıla'nın elini tutmuş bu sahneyi izliyordu. Burak'ı ilk gördüğünde yaptığı tek şey sadece sarılmak olmuştu. Onun yanında aciz bir hâle bürünmek istememişti, Burak da böyle istiyor olsa gerek ki hiçbir şey anlatmamış, konuyu da açmamıştı. Bu yüzden Eftalya'nın soruları aslında Sinan'a verilen cevaplar oluyordu. Burak, birçok şeyi küçük kızın anlayacağı şekilde söylese de 28 yıllık yeğenini tanıyan Sinan söylenmeyen kelimeleri duyuyordu.


"Çünkü kardeşimi çok çok küçükken kaybettim. Bu yüzden de ondan konuşmak... Beni üzüyordu."


"Yani şimdi ben seni üzüyor muyum?"


Eftalya'nın masum sorusu o haline rağmen Burak'ı gülümsetti.


"Hayıııır. Olur mu öyle şey?"


"Ama hani ondan konuşmak seni üzüyordu."


"Artık değil..." Çok değil!


"Peki ne değişti?"


Eftalya'nın sorusu üzerine Burak'ın bakışları Hilal'i buldu. Eftalya, bunun üzerine Hilal'e baksa da bir şey söylemeden konuya döndü ve başka bir soru sordu.


"Peki sen kardeşini çoooook mu seviyorsun?"


"Evet..." diye fısıldayan adam, sıradaki sorunun 'Benden de mi çok?' olmasından korkmaya başlamıştı.


Fakat Eftalya onu şaşırttı.


Eftalya herkesi şaşırtarak yeni bir soru sordu ve aldığı cevabın üzerine başka bir soru sordu. Bu son soru öyle bir soruydu ki, dokuz kelimeyle koskoca Alfa'yı darmadağın etmişti.


"Peki o seni seviyor mu?"


"Ben... Severdi büyük ihtimal. Bunu öğrenecek kadar çok... Vaktimiz olmadı."


"O zaman ben, onun yerine de seni sevebilir miyim?"


Duyduğu cümleyle gözlerini kapatan Burak'ın gözlerinden yaşlar akarken, küçük kolların ona sarıldığını hissetti ve dikkatli hareketlerle bu sarılmaya karşılık verdi. Bir süre sonra küçük kız fısıldadı.


"O yosun gözlerinden çok fazla tuzlu su çıkmasın olur mu abi? Sonra üzülüyorum ben."


"Ahh be Deniz Kızım. Dağıt ondan sonra tuzlu su çıkarma de!"


Geri çekilen küçük kız anlamaya çalışarak ona baktı.


"Dağıtayım mı? Ne dağıtacağım? Postacı mıyım ben?"


Küçük kızın çirkef bir sesle kurduğu cümle odadaki havayı dağıtmış, herkes gülmeyi başlamıştı. Bunun üzerine Eftalya da keyifle gülümsedi. İzlendiğini hissettiğinde yanındaki Hilal'in ona dikkatle baktığını gördü.


Dudağını ısıran küçük, yakalandığını anladı ama anlamamazlıktan gelerek önüne döndü.


Hilal ise ona bu denli benzeyen küçüğü hayretle izlemeye devam etti.


Sırf ortamdaki hüzünlü havayı dağıtmak için salağa yatmış, o cümleleri herkesi güldürmek için kurmuştu. Aslında birçok şeyin farkındaydı fakat her seferinde anlamamış gibi yapıyordu. Büyük ihtimal Burak'a sorduğu sorularla onu konuşturacağını bilerek, sorularını peş peşe sıralamıştı. İçindeki acıyı hissettiği için de son cümleyi kurmuştu.


Hilal'in dudaklarında da Eftalya'nınkine benzer bir gülümseme belirdi.


Bu ufaklıkla çok iyi anlaşacaklardı.


2 Gün Sonra


"Şey... Birazcık ayıp ve kovmak gibi olacak ama bu ablalar neden hâlâ buradalar?"


Eftalya'nın sorusu üzerine herkes şaşkınca ona döndü.


Bu sabah hastaneden çıkıp eve gelmişler, şimdi de akşam yemeğinden sonraki çay faslındalardı.


"Kızım?" dedi Enver şaşkın bir sesle.


"Ama gitsinler demedim ki. Soru sordum babacığım."


"Sorduğun soruyu, gitsinler anlamına geleceğini bilerek 'Birazcık ayıp ve kovmak gibi olacak' kelimeleriyle sorman ne kadar doğru peki?"


"Hmm. Haklısın babacığım. Soruş şeklimden dolayı sizlerden özür diliyorum. Tekrar sorayım o zaman. Ben iyileştim. Benim içinse kalmanıza gerek yok. Benim için değilse kimler için buradasınız?"


Eftalya'nın bastıra bastıra konuşması herkeste tedirginlik yaratırken Burak kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastırdı.


Bu küçük kız ona fazla mı benziyordu ne?


Hilal de aynı şeyi düşünmüş olacak ki Burak'a bir bakış attı ve onun halini görünce gözlerini devirdi.


Aslı, kem küm ederek cevap vermeye çalışırken Hilal odaya bombayı attı.


"Ben Emre abin için, Aslı ablan da... Diğer abin için burada!"


Odadakiler şok içinde Hilal'e bakarken Eftalya gözlerini devirdi.


"Çocuk mu kandırıyorsun Hilal abla?"


"Yooo çocuk bizi kandırıyor. Bal gibi de biliyorsun neden burada olduğumuzu. Niye bilmiyormuş gibi davranıyorsun?"


Hilal, Burak'ın bakışları yüzünden bu cümlesini zorlukla tamamlamıştı. Adam, bakışlarında haklıydı aslında. Ne de olsa öylesine söylerken bile Aslı ile sevdiğinin ismini birlikte söyleyememiş, diğer abin diyerek geçiştirmişti.


Adamın bakışlarından kurtulmak için ona baktı ve şirince sırıttı. Bu sırıtış işe yaramış Burak bakışlarını Hilal'den çekmişti.


Ve yeni hedefi Emre'ydi. 


Eftalya tam konuşacakken Emre eli ile onu durdurdu.


"Bir dakika küçük kardeş..." diyen adam Hilal'e döndü ve isyan edercesine konuştu.


"Yenge ne yapıyorsun yaa? Senin yüzünden üç buçuk atıyorum şu an! Eftalya'nın gazabından daha büyük tek şey bu Alfa bozuntusuydu. Sayende aynı anda ikisiyle birden yüzleşiyorum. Çok teşekkürler(!)."


"Ne demek efenim her zaman..."


Burak'ın bakışlarının kendisine dönmesiyle "Değil! Yaptığım çok saçmaydı." diyerek tamamladı cümlesini.


"Biri. Beni. Takabilir. Mi. Artık?"


Eftalya'nın çığırışı odadakilerin ona dönmesine neden oldu.


"Bu ilişki midir nedir başlarken bana sordunuz mu?"


Aslı, korkuyla Emre'ye bakarken Hilal omzunu silkti.


"Valla Eftalyacığım senin bu Burak abin beni o kadar süründürdü ki bir de senin iznini alacak pozisyonum yoktu. Abinin yaptıkları yüzünden daha aileme bile söyleyemedim gerisini sen düşün!"


Hilal'in kendinden emin ve yakınır cümleleri Eftalya'nın abisine dönüp hesap sormasına neden oldu.


"Ne yaptın abi, Hilal ablaya?"


Duraksayan kız başını kaşıdı.


Burak, gülümsedi. Hilal ve manipülasyonları...


"Doğru reprik bu değildi sanırım. Kafamı karıştırdın Hilal abla yaa. Benim şu an siz kızlara, abilerimin aklına girdiğiniz için hesap sormam lazımdı."


"Tek akıllarına değil, kalplerine de. Yalnız bir şeyi merak ediyorum. Senin eski Türk filmlerini izliyor olma ihtimalin yüzde kaç?"


Bu soru üzerine odadaki tüm başlar Sevda'ya çevrildi.


"Ne? Seviyorum o da seviyor."


"Olan bize oluyor be anne." dedi Emre ağız içinden.


"Aynen Sevda." dedi Sinan da iç geçirerek.


"Konuya dönelim." diyerek araya girdi Eftalya.


"Olan biten şeyin konusu mu olurmuş? Sen ne zaman anladın onu söyle bakalım?"


Eftalya, karşısındaki dişli rakibine baktı. Sonra da kıvırcık saçlı Buse'ye döndü. Bu Ay Kız onu zorlayacaktı. En iyisi Kıvırcık Buse'ye yönelmesiydi.


"Hop hop. O da en az senin kadar cadı. Susuyor diye masum sanma. Bence sakince halledelim bu meseleyi. Yolunmuş saçlarla bitmesin sonu."


Hilal'in cümlesi üzerine Eftalya elini sarı saçlarına götürdü.


"Saçıma bir şey yapmazsın?" derken tereddütlüydü.


"Hilal yapmaz da Asena'yı bilemiyorum. Sence Asena ne kadar ileri gidebilir Alfa?"


"En son beni uçurumdan aşağı atacak olan Asena mı?" diye sordu Burak gülerek.


Eftalya ikiliye baktı. Ve isyan edercesine konuştu.


"Hilal abla sen sessiz sakin biriydin ya. Hani bana bitanem diyordun falan?"


"Abinin beni getirdiği son hâl bu işte bitanem."


Küçük kız, elini çenesine koyarak durum değerlendirmesi yapmaya başladı. En sonunda konuştu.


"Birkaç şartım var!"


"Ne?" diye sordu Aslı. Sonunda bir çözüm yolu buldukları için sevinmişti.


"Hmm... Öncelikle prenslerimle her istediğimde görüşeceğim. Sizi istersem gelirsiniz, baş başa kalmak istersem gelmezsiniz. Sonraaa... Her gelmenizde sevdiğim çilekli sütten alacaksınız. Bir de evlendiğinizde bol bol sizde kalmaya geleceğim ve prenslerimle yatacağım."


"Diğer tarafta ben yatacaksam neden olmasın..." diye mırıldandı Hilal.


Bu cümle üzerine Eftalya, mavi gözlerini kısarak Hilal'e baktı. Hilal de bu bakışlara inatçı gözlerle karşılık verdi.


Kararı kesindi ve bu konuda bir tavizi yoktu.


"Hilal çok da şey yapmasan mı acaba?" dedi Emre kardeşine bakarken.


İşin ucunda Eftalya'nın onlara diş söktürme ihtimali vardı. Hem de bolca vardı.


"Şartını kabul ettim ki. Kendi şartımı da ekleyerek." dedi Hilal kollarını birbirine dolarken.


Burak, dudağındaki gülümsemeyi göstermemek için başını önüne eğdi. Bu muhabbet biraz daha uzarsa kahkahayı basacağından emin, sakinleşmek istercesine derin bir nefes aldı.


"Abimi o kadar çok mu seviyorsun? Beni karşına alacak kadar?"


Eftalya'nın cümlesi odadakilerin şaşkınca birbirine bakmasına neden oldu. Sonrasında da Sevda'ya baktılar.


Kamu Spotu: Küçük çocuklara Türk filmleri izletmeniz birçok yönden sakıncalı olabilir.


"Birazdan abimi bırakmak için kaç para istiyorsun söyle?' diyecek bence." diye fısıldayan Burak artık alenen gülüyordu.


Onu duyan tek kişi yanındaki Emre'ydi.


"Tek tırsan ben miyim şu an? Bu ne rahatlık?"


"Sevdiğime güvendiğimden süregelen bir rahatlık bu kardeş. O, bu zorlu görevin üzerinden hakkıyla gelecektir."


Burak'ın dediği gibi de olmuştu. Hilal, yumuşayan bakışlarıyla Eftalya'nın yanına koltuğa oturdu.


"Abini çok çok çok seviyorum. Ama bu sevgim, seni karşıma almaz. Sen benim bitanem değil misin? Ben nasıl seni karşıma alayım?"


Eftalya, kızarmaya yüz tutmuş mavilerini çok kısa süreliğine abisine çevirdi. Sonrasında tekrardan Hilal'e baktı.


"Peki o seni çok çok çok mu seviyor? Benden bile mi çok?"


Geçen gün sorulmayan soru bugün sorulmuştu.


Eftalya bakışlarını Hilal ve Aslı arasında gezdirdi. Bu davranışı sorusunun sadece Hilal'e olmadığını kanıtlar nitelikteydi.


Eftalya'nın ağlamaya yüz tutmuş sesi karşısında dayanamayan Emre, koltuktan kalmak üzereyken Burak onu tuttu.


"Ona güven! İnan bana bizden daha başarılı olacaktır. Biz düz adamlarız. Bir tarafı yaparken diğeri yakarız falan... Sonra hiçbirini toparlayamayız."


Emre kısa bir süre ona baktıktan sonra başını salladı.


"Luna'yı çok mu seviyorsun?"


Eftalya konudan alakasız olan soru için kaşlarını çatsa da cevap verdi.


"Evet çok seviyorum. Çok çok hem de."


"Peki Burak abini mi daha çok seviyorsun yoksa Luna'yı mı?"


Soru üzerine Eftalya başını iki yana salladı.


"Ama biri köpeğim. Onunla oyunlar oynuyoruz. Diğeri de abim. Onunla konuşuyoruz, oyunlar oynuyoruz. Nasıl bu soruya cevap vereyim?"


"Anneni mi daha çok seviyorsun, Emre abini mi?"


"Hilal abla..." dedi küçük kız ikaz dolu bir sesle. Bu soruları sevmemişti.


"Babanı mo daha çok seviyorsun anneni mi?"


Kızın iki elini eli arasına alan Hilal yumuşak bir şekilde tekrardan sordu.


"Sağ elini mi daha çok seviyorsun, sol elini mi?"


Küçük kız, ela gözlere baktı. Yavaş yavaş kastedileni anlamaya başlıyordu.


"Bir insan birçok kişiyi sevebilir. Fakat hepsinin kalbindeki yeri başkadır. Bazılarını çok sever. Bazılarını çok çok sonsuz çok sever mesela. Abin de bizi sonsuz çok seviyor. Yine Emre abin de Buse abla ve seni sonsuz çok seviyor. Sadece sevginin türü farklı. Seni kardeşleri olarak seviyorlar, bizi ise sevdikleri kadın olarak. Anneni, anneleri olarak seviyorlar babanı ise babaları olarak... Fakat onlara hangisini daha çok sevdiğini sorsan cevap veremezler çünkü ikisini de aynı miktarda seviyorlar. Nasıl ki ellerinden biri olmazsa eksik olursun, bizden birisi eksik olursa onlar da öyle olur. Yani... Bu seçim yapılamaz. Sana olan sevgisi de seninle yaşadıkları da farklı. Benimle de aynı şekilde. Anladın mı?"


Küçük kız ellerini tutan elleri sıkarak gülümsedi ve başını salladı.


Burak ise bir eli yanağında aşk dolu gözlerle hayatının en önemli insanlarını izliyordu.


"Pişt!"


Ona seslenen Emre'yle bakışlarını ona çevirdi. Elindeki telefonu görünce kaşlarını kaldırarak sordu


"Ne yapıyorsun?" 


"Onlara bakışlarını çekiyorum. biricik yengeme atacağım. Sana sinirlendiğinde izler siniri yatışır diye."


Burak'ın 'Niye' dercesine bakışlarını görünce devam etti.


"Bunun nedenini anlatamam. Görmen lazım. Onlara bakarken gözlerinde beliren ifadeyi... Görmelisin." diye mırıldanan Emre telefonu Burak'a uzattı.


Gördüğü görüntü karşısında adamın dudaklarında huzurlu bir gülümseme belirdi.



"Bak bu kıyağımı unutma kardeş. Asena gazabından kurtarıyorum burada."


Burak, bakışlarını tekrardan sevdiğine çevirdi ve mırıldandı.


"Çok seviyorum be."


"Hangisini daha çok?" dedi Emre kaşlarını kaldırarak. Dudaklarında gıcık bir gülümseme vardı.


Bunun üzerine Burak, bir an bile duraksamadan yanındaki yastığı Emre'nin kafasına geçirdi.


Bu hamleye hazırlıklı olan Emre de elindeki yastığı ona geçirdi. İkili yere düşerek tepinmeye devam ederken Hilal ve Aslı şaşkın bakışlarla onlara bakıyordu.


Bu duruma alışkın olan Sinan, Sevda ve Enver muhabbetlerine kaldıkları yerden devam ederken Eftalya kollarından çekiştirerek kızların dikkatini çekti.


"Ayy kızlar boş verin şimdi bunları. Önce hanginizin hikayesini dinliyoruz? Hem... İleride benimkiyle aramı da yaparsınız di'mi? Şu yerde döğüşenlere çaktırmadan tabii."


"Sevda Teyze?"


Hilal'in seslenmesi üzerine hepsi ona döndü.


"Bir ihtimal Eftalya'yı altın günlerine de götürüyor olabilir misin?"


Sevda'nın gözlerini havaya dikmesi üzerine Enver sakin bir sesle sordu.


"Karıcığım?"


"Ayyy ben masumum. Kafede yapılan altın günlerine denk geliyor hep. Kan mı çekiyor nedir."


Onun isyan dolu cümlesi herkesin kahkaha atmasına neden oldu.


Hüzünlü başlayan günler, boş neşeli, kahkahalı bitmişti.


Loading...
0%