@yasminiesa
|
Elindeki dosyaya şüpheli gözlerle bakan Burak, Doğukan'a bakarak "Emin misin?" diye sordu. "Eminim. Yani... En azından o civarda yaşadığına." diyen Doğukan sıkıntılı bir nefes almıştı. Kadavra, Asım Başkomiseri takip ederken onu takip eden başka birisinin daha varlığını keşfetmişti. İşin sıkıntı kısmı, adamın izini hiçbir şekilde sürememiş olmasıydı. Adam, sokakları oldukça iyi biliyor olmalıydı ki tüm kameralardan kaçmayı başarmıştı. Başka çaresi kalmayan Doğukan sonunda peşine birini taktırdığında da bunu fark etmiş ve bir daha da ortaklıklarda gözükmemişti. Ellerinde olan tek şey adamın yaşadığı semtti. "Çok sağ ol yaa(!)." Burak'ın gözlerini devirerek kurduğu cümle karşısında Doğukan da gözlerini devirmişti. Dışarıdan bakan birisi iki koca adamın göz devirmesine okkalı bir kahkaha atardı. Liseden beri tanışan ikili, bir araya geldikleri zaman iki ergenden farksız olabiliyordu. "Sen iyice beni emrin altında çalışan biri belledin. Tepkilere bak!" diye söylendi Doğukan dişlerini gıcırdatarak. Sesinin aksine bakışlarından muziplik akıyordu. "Emrim altında çalışmıyor musun?" diyen Burak'ın dudaklarında ukala bir gülümseme belirmişti. Oturduğu koltuğa daha da yayılan Alfa, kollarını kavuşturarak arkadaşından gelecek karşılığı bekledi. Defalarca kez bu diyaloğu yaşasa da bıkmazdı adam. Doğukan'ı sinir etmek en büyük hobilerinden birisiydi çünkü. "Çalışmıyorum! Ben devlete bağlıyım." "Ben de o bağlı olduğun devletin hatırı sayılır bir üyesiyim." Doğu, alayla güldükten sonra başını iki yana salladı. "Ölsen devletin ruhu bile duymaz. Kendini çok büyük görüyorsun Ukala Herif." "Hayır! Sen beni çok hafife alıyorsun Kompleksli Herif." Kadavra, Burak'a acıyarak baktıktan sonra başını iki yana salladı. "Günlerim senin gibi biri neden benim arkadaşım acaba diye düşünmekle geçiyor biliyor musun?" "Ahh ne demişler. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim." Burak'ın iğneleyici cümlesinden sonra arkasına yaslanan Doğukan, döner sandalyesini adamı görecek şekilde çevirdi. Karşısındaki adam, her zamanki gibi yüzünün sol tarafını hafif uzattığı saçıyla kapatmıştı. Bu durum Burak'ın derin bir nefes almasına sebep oldu. Kardeşi daha ne zamana kadar kaçacaktı acaba? Hâlâ kaçmayı bırakamayan adamın bunu demesi de ayrı trajikomik. Dua et de Doğukan'ın kaçışı seninki kadar uzun olmasın. Düşünceli gözlerini adamın yüzünde gezdirdi Burak. O saç yığının altında bir yara izi olduğunu biliyordu. Alnından başlayarak kaşını yaran ve yanağının başlangıcına kadar uzanan büyük bir yara... Bakışlarını Doğukan'ın sol parmaklarındaki dikiş izine çevirmemek için olağanüstü bir çaba harcadı genç adam. Doğukan'ın refleksleri, sol gözünün zarar görmesini engelleyen tek şey olmuştu. Gerçi adam bundan dolayı da az daha parmaklarından oluyordu. Kazadan sonra yoğun bakımın önünde endişeyle beklediği saatleri hatırlayan Burak, gözlerini adamın yüzünden çekerek önündeki dosyaya çevirdi. Kaza haberini ilk aldığında en ufak bir tepki bile verememişti. Bunun nedeni Doğukan'ın kaburgasındaki kırıklar, ciddi bir biçimde kırılan ve belki de asla iyileşmeyecek olan sağ bacağı değildi. Gözünü kaybetmek üzere oluşu bile değildi hatta. Doğukan'ın da kendisine dönüşeceğini bilmesiydi. Ecem, Emre, Ulaş, Hakan, Nisa ve diğer arkadaşları onun yaşadığına sevinirken, Burak bir kenarda öylece durmuştu. Diğerleri bilmese de o çok iyi biliyordu. Bir daha kardeşinin içten kahkahasını duyamayacağını, gülen gözlerini göremeyeceğini, haylazlıklarına şahit olamayacağını herkesten daha iyi biliyordu. Kendinden biliyordu! Diğerleri de kısa zamanda öğrenmişlerdi bu gerçeği. Fizik tedaviyi reddeden Doğukan, gelen yemek tepsilerini yerlere fırlattığında, 'Adımı söylemeyin duymak falan istemiyorum. Ben öldüm! Beni öldü farz edin!' diyerek hepsini görmeyi reddettiğinde, geceleri kabuslarından uyanıp sinir krizleri geçirdiğinde... Kalpleri acıya acıya öğrenmişlerdi. Ailesi ölürken kurtulan birisi, bir daha gülemiyordu. Gözleri önünde ailesinin ölüşünü gören birisi, bir daha yaşayamıyordu. Burak hep böyle düşünmüştü. Kelebeği ile tanıştığı günden sonra ise, izi kalsa da bu yaranın iyileşebileceğini öğrenmişti. "Burak?" "Efendim?" dedi adam düşüncelerini susturmaya çalışarak. "Nasılsın?" Arkadaşının düşünceli sesiyle oturduğu yerde doğrulan Burak, ona baktı. Nasılım? Endişeliyim. Senin için endişeleniyorum. Günün birinde o kazayı az da olsa atlatıp, dışarıya çıkabilecek misin merak ediyorum. Ömrünün sonuna kadar kendini eve hapsedeceğinin düşüncesi beni kahretse de, bunu düzeltmek adına hiçbir şey yapamadığım için bok gibi hissediyorum. "Şu an... Biraz endişeliyim." diye mırıldandı tüm bu düşündüklerini açıklamak istercesine. Doğukan, açıkta kalan sağ gözünü, Burak'ın yeşil gözlerine dikerek bariz bir ikazla konuştu. "Endişelenmek aklına yeni mi geldi? Başkomiseri takip ettirdin, adam akıllı açığını da bulamadın. Bulduklarımızsa kesin kanıt sayılmaz... Bu arada o herif neden Başkomiseri takip ediyordu sence?" 'Sakın!' diyordu Doğukan. 'Sakın aklındaki endişelerini benimle paylaşmaya kalkma. Bir daha o haylaz çocuk olamam. Beni köşeye sıkıştırmaya, konuşmaya kalkarsan diğerleriyle olduğu gibi seninle de görüşmeyi keserim.' Arkadaşının kararlı bakışını gören Burak, hiç istemese de konunun değişmesine izin verdi ve sorulan soruyu cevapladı. "Bilmiyorum. Burnuma hiç iyi kokular gelmiyor. Eğer Tornado'nun işiyse adam sadece bir piyondur ve ben bunu istemiyorum. Bana piyon değil, şaha ulaştıracak bir vezir lazım. Tornado takmadıysa da... Hapse atmayı planladığım adamı kurtarmış olacağım. Sorun şu ki adamı kurtardığım an enseleneceğim. Bizimkiler şüphelenecek. Ne diyeceğim onlara? 'Adamı takip ettirirken fark ettim canım. Önemli bir şey değil!' mi? Acaba Başkomiser hakkında kesin bilgi bulmadan harekete geçmesem mi?" Doğukan başını iki yana sallayarak düşünceli bir şekilde konuştu. "Peşindeki kişi birkaç gündür ortalıklarda gözükmüyor Burak. Asım Başkomiser'in emniyet dışındaki rutini aynı. Gittiği yerler, saatleri, günleri falan... Eğer peşindekinin amacı ona zarar vermekse bunu çok kolay halleder. Adam şu an %90 tehlikede." "Biliyorum." diye mırıldanan Burak'ın sesi oldukça memnuniyetsiz çıkmıştı. "Ne yapacaksın peki? Sizinkiler bir şey demez zaten de, dayın zor durumda kalır." Burak, başını hafifçe sallayarak onu onayladı. "Öğrenirse, bildirmek zorunda. Kesin kanıt olmadığı halde bir başkomiseri takip ettirmem de başımızı yakacaktır." "Bizim mi? Oğlum sen direkt 'Emri ben verdim!' diyerek beni aklayıp suçu üstlenirsin." "Ahh beni tanıyan bir kardeş." dedi Burak gülümseyerek. Ona bakan Doğukan hafifçe tebessüm etti. "Senin gamzen varmış ya lan!" Arkadaşına bir bakış atan Burak kaşlarını kaldırarak "Abartmasan mı?" diye söylendi. "Nasıl abartmayayım? Oğlum bu çok büyük bir olay." "Off Doğukan! Sanki daha önce hiç görmedin." Burak'ın ismini söylediğini duyan Doğukan'ın dudaklarındaki tebessüm izleri silindi. Burak, Hilal'in mahallesinde telefonla ona çıkıştığından beri ona Kadavra dememişti. İsmiyle hitap edildiği her seferinde ise Doğukan durgunlaşıyordu. "Neden?" diye fısıldadı Burak. Onun sorusunu duyan Doğukan düğümlenen boğazını hissetti. Başını öne eğerken yine o güne gitmişti. Kulaklarında lastik sesi yankılanırken hızlı hızlı nefes almaya başladı. Kısa süre sonraysa acı bir sesle mırıldandı. "O gün... O- o kaza olduğunda ikisi de benim adımı haykırdı. O uçuruma yuvarlanırken asıl zararı alan kendileriydi ama düşündükleri tek şey bendim. Düşüşten sonra kendime geldiğimde, o ölümcül sessizlik beni deliler gibi korkutmuşken annem..." Gözünden bir damla yaş düşen adam, titreyen sesiyle devam etti. "Annemin benim adımı sayıkladığını duydum. Babam kendine geldiğinde ilk bana seslendi. Hayatım boyunca ismimi duymak hiç bu kadar canımı acıtmadı biliyor musun? Annemin 'Önce Doğukan'ı çıkart.' diye çığırışı..." Başını kaldıran Doğukan, kıpkırmızı gözleriyle arkadaşına baktı. "Önce o çıkmalıydı be kardeşim. Babam beni çıkartmaya çalışırken, bacağım sıkıştığı için çok vakit kaybetti. Eğer onu çıkartsaydı... Her şey daha farklı olur muydu?" Kesik bir nefes alan adam, ellerine baktı. Elindeki ve kollarındaki yanık izleri müdahalelerden sonra silinmiş olsa da, parmaklarındaki dikiş izi belli oluyordu. Onları sildirmemişti. Yüzündeki yara izini sildirmediği gibi. Kadavraydı o... Ağır yaralı bir ölü. Ruhundaki izlerin bedenine yansımasını istiyordu. O gün yaşananları dün gibi hatırlayan adam usulca fısıldadı. "Her şey farklı olur muydu bilmiyorum ama... En azından gözlerimin önünde patlamamış olurlardı di'mi?" Acı bir nefes alan Burak, gözlerini kapattı. Kardeşinin sesindeki acı ruhuna saplanmış olsa da içindeki umut başını çıkarmış tebessüm ediyordu. Doğukan, ilk defa kartlarını bu kadar açık oynuyordu. Yıllardır susan adam, bu sefer susmamıştı. Burak bunun huzuruyla kısık bir sesle konuştu. "Ben de çok düşünüyorum. Onlarca ihtimal, onlarca seçenek. Her şey nasıl daha farklı olabilirdi acaba diye... Bulamadım cevabını. 'Vakti gelince insan dünyadan göç edermiş.' der hep dedem. Aklımda onun bu cümlesi yankılanırken her ihtimalin önü kesiliyor. Tek diyebildiğim..." "Keşke böyle olmasaydı!" "Keşke böyle olmasaydı!" Doğukan ile aynı anda mırıldanmışlardı. Dilekleri aynı olan adamlar, bu dileğin gerçeği değiştirmeyeceğini çok iyi bilseler de dilemekten kendilerini alamıyorlardı Farkında olmasa da, Doğukan da Burak gibi iyileşme sürecine girmişti. Yavaş yavaş eski alışkanlıklarına dönüyor, ailesini hatırlatan işlerle uğraşıyordu. "Üniversiteden gelen teklifi ne yaptın?" Burak'ın ani sorusu, Doğukan'ın kendine gelmesini sağladı. Arkasına yaslanarak oturuşunu düzelten adamın bakışları istemsizce koridorun sonundaki odaya çevrilmişti. Onun bakışlarını takip eden Burak "Kabul etmişsin." diye mırıldandı. "İtiraz ettim, peşimi bırakmadılar. Notları vereceğim dedim, kabul etmediler. En sonunda başımdan savmak için düşüneceğimi söylediğim, sanki kabul etmişim gibi formülleri gönderdiler." dedi Doğukan hüsran dolu bir sesle. Doğukan'ın anne ve babası oldukça meşhur bilim insanlarıydı. Tüm hayatları laboratuvarlarda geçen ikili, tek oğullarına da bu konuda sıkı bir eğitim vermişlerdi. Aslında onların istediği bir şey değildi bu durum. Okuma yazmayı öğrenen Doğukan'ın, okuduğu ilk şeyler formüllerin yazılı olduğu kağıtlardı. Hiçbir şey anlamamış olsa da bu gizemli kodları okumak, çocuğun hayatta en çok sevdiği şey olmuştu. Günün birinde karı koca oğullarının, bileşenlerin çoğunu ezberlediğini öğrenmişler ve şaşkınlık içerisinde ona bakakalmışlardı. Doğukan'ın savunmasıysa basitti. 'Oyun hilesi kodu gibiydi.' demişti küçük çocuk. Ortaokulun sonlarında bilime merakı artmış, lise zamanındaysa evlerindeki laboratuvara girerek deneyler yapmaya başlamıştı. Yine de tüm bunlara rağmen, hiçbir zaman bu işi meslek olarak düşünmemişti. Onun için bileşenler, çözeltiler, formüller, deneyler birer oyundan ibaretti. Asıl ilgi alanı oyunlar olan adam deney yapmayı değil kod yazmayı seçmişti... Tercihen oyun kodu. Tabii yaşadıklarından sonra, hayatında oyun namına bir şey kalmamış ve sonunda da Burak sayesinde askeriyeye girmişti. Bakışlarını evindeki laboratuvarın kapısından çeken Doğukan, karşısındaki adama baktı ve sıkıntıyla konuştu. "Tüm bunlar Asaf Amca'nın işi. Benim gibi tecrübesiz birine öyle formüller gönderilir mi? Bu konuda resmi bir eğitim almadım. En son yıllar önce laboratuvara girmiştim. Evi havaya uçursam ne olacak?" "İstediğin de bu değil mi?" Burak'ın ciddi sesini duyan Doğukan hüzünle gülümsedi. "Bu! Onlar gibi ölmek istiyorum. Onların ne hissettiğini bilmek istiyorum. Zaten o gün orada ölmem gerekiyordu." Burak, başını kanepenin arkasına yasladı. "Bu çok psikopatça bir düşünce. Patlayarak ölmek istemek..." Tavanla bakışan adam acı bir sesle devam etti. "Ve bende de aynı psikopatça düşünce mevcut. Onlar gibi ölmek istiyorum. Kalbimden vurularak ya da... Bıçaklanarak. Acaba ne kadar çok acı çekmişlerdir, nasıl hissetmişlerdir diye düşündükçe çıldırıyorum. Doğu... Ne yapacağız biz? Ne zamana kadar böyle yanacağız?" Sol gözünden bir damla yaş düşen Doğukan, başını iki yana salladı ve fısıldadı. "Bilmiyorum! Kabuslar peşimi bırakmıyor. Ailemi her düşündüğümde nefesim kesiliyor. Neredeyse her gün 10 yıl önce yaşanan olayın hayalet ağrılarıyla boğuşuyorum. Dışarı çıktığımda bir- bir araba gördüğümde boğuluyorum, krize giriyorum. Böyle boktan bir hayatım var ama sana verdiğim söz yüzünden de hiçbir halt yapamıyorum. Artık ölmek de istemiyorsun. Ne yapacağız biz değil de, ne yapacağım ben olmalı bence." Arkadaşının sitemli sesini duyan Burak, hüzünle gülümsedi. Bakışları, ilerideki sehpanın üzerinde duran alüminyum tabakta dolanırken geldiğinden beri sormak istediği soruyu sordu. "Ne zamandan beri kadayıf tatlısı yiyorsun?" Soruyu duyan Doğukan, kesik bir nefes aldı. Ailesi vefat ettiğinden beri en sevdiği tatlıdan da vazgeçmişti adam. Annesinden başka birinin kadayıfını yiyemezdi ki o. Fakat geçen günlerde... İş biraz/bariz değişmişti. Arkadaşının ısrarcı bakışlarını gördüğünde savunmacı bir sesle konuştu. "Hiç bakma öyle. Tamamen tesadüftü. Bilerek yapmadım." Kaşlarını kaldıran Burak saklayamadığı alayla konuştu. "Sevgilisini aldatan kişiler gibi tepki veriyorsun şu an. İsteyerek yapmadım ne lan?" "Burak!" Arkadaşının tıslayarak adını söylemesi üzerine ciddileşen Burak öne doğru eğildi. Ellerini dizlerinin üzerinde birleştiredek karşısında duran adama incelercesine baktı. Doğukan kesinlikle değişmişti. Ama neden? "O zaman düzgün anlatır mısın şu olayı?" Konuşmazsa, Burak'ın kendisini rahat bırakmayacağını bilen Doğu isteksiz bir şekilde anlatmaya başladı. "Karşıdaki pizzacı, sürekli sipariş verdiğim..." "Eee ne olmuş ona?" "Çok saçma bir big menü hazırlamış." diye mırıldandı Doğukan. "Oğlum düzgün anlatacak mısın şu olayı!" "Off. Yaklaşık bir ay önce... Yine her zamanki gibi big menü istedim. Biliyorsun big menüde bazen değişiklik yapıyorlar. Bu sefer... Kadayıf eklemişler. Çok saçma! Pizza menüsüne kadayıf mı eklenir?" "Hmmm. İlginç bir düşünce ama neden olmasın?.. Belki yan dükkandaki tatlıcıyla anlaşmışlardır." "Öyle olmuş zaten. Bu olay tatlıcıda büyük oranda artışa neden oldu." "Buraya ilk taşındığında sufle alıp beğenmediğin ve 'Ben bir daha oradan bir şey almam!' dediğin tatlıcıdan mı bahsediyoruz şu an?" diye sordu Burak tek kaşını kaldırarak. "Yaa. Orası! Dükkanın 3 yıldır nasıl ayakta durduğunu merak ediyordum. Onlar da anlamışlar sanırım ürünlerindeki lezzetsizliğini, çalışan değiştirmişler." "Bu da yeni bir sufle sipariş verdiğin ve beğendiğin anlamına geliyor sanırım?" Doğukan, adamı başıyla onayladı. "Kadayıf peki?" "O gün ben... Kadayıfı görünce dağıldım. Bir tatlı ne hale getirdi beni. Sen de ortaklıklarda yoktun. Hatta... Hazır sen teli falan kapatıp ortadan kaybolmuşken yıllar önce yarım kalan işi halletmeyi bile düşündüm." "Anlamadım?" diyen Burak'ın sesinde bariz bir öfke seçiliyordu. "Yapamadım ama. Bakma öyle!" Burak'ın kızgın bakışları karşısında, isteksiz bir şekilde konuşmaya devam etti. "Gerçekten kafam atmıştı. Bilinçli bir ânımda değildim. Kadayıfı ortadan kaldırmak için elime almıştım ki tabağın altından bir kağıt düştü. Kağıdın üzerinde yazan şey..." duraksayan Doğukan derin bir nefes aldı ve arkadaşına bakmadan kısık bir sesle mırıldandı. "Gitmek gerekir bazen, fazla yormadan, daha çok bıktırmadan.. Eğer vaktiyse, ardına bile dönüp bakmadan." "Can Yücel." diyen Burak'ın gözleri düşüncelere bürünmüştü. Acı bir şekilde gülen Doğukan başını aşağı yukarı salladı. "İlk okuduğumda bir anlığına..." Sesi çatlayan adam sustu ve ellerine baktı. Aklından geçen düşünceyi söyleyecek kadar güçlü değildi fakat Burak boşlukta sallanan cümleyi duymuştu. 'İlk okuduğumda bir anlığına yazanın Ecem olduğunu düşündüm. Ona veda ettiğim şiirle, bana geri gelmiş gibi.' "Sen..." diye başlayan Burak, Doğukan'ın hızlı hızlı konuşmasıyla susmak zorunda kaldı. "Kağıdın arkasında 'Gitmeden önce bir soluklanıp kadayıfımızdan yerseniz, gitmekten vazgeçebilirsiniz bence. -Hayata Tatlı Molası :D' yazıyordu. Pizza'cının ve tatlıcının sayfalarına girdim. Tüm yorumlar bu şiir ve notla doluydu. Bazıları aynı şakayla karşılık vermiş, bazıları da daha duygusal şeyler yazmış. Hepsinin yorumunu birleştiren tek şey, tatlının ne kadar lezzetli olduğuydu. Ben de..." Duraksayan Doğukan yutkundu. Onun yerine, durumu anlayan Burak konuşmuştu. "Sen de... Yedin! Merak ettiğinden falan değil, kötülemek için. Sana yaşattıkları şeyin hıncını çıkartmak için. Fakat işler umduğun gibi gitmedi sanırım?" Başını öne eğen adam sağ elinin parmaklarını, sol elindeki yaranın üzerine götürdü. Parmakları yara izinin üzerinde dolaşırken iç sesi bas bas bağırıyordu. "Gerçekten kadayıf güzeldi ha? Sana göre bile güzeldi. Gitmekten vazgeçirecek kadar hem de." Gitmekten vazgeçiren o değildi. Belki birazı, ama hepsi değil. Ecem geldi aklıma. Onu görmek istedim. Hemen ardından bu evden dışarı çıktığımda, lanet olası bir araba gördüğümde, patlama sesine benzer yüksek sesler duyduğumda krize girdiğimi hatırladım. Yaralı, çirkin yüzümün ve acı içindeki ruhumun; onun güzel yüzünün ve ışıl ışıl parlayan ruhunun yanına yakışmayacağını düşündüm ve vazgeçtim. Ona gitmekten vazgeçtim. Fakat aynı zamanda bu dünyadan gitmekten de vazgeçtim. İçimdeki aptal aşık hâlâ onunla bir geleceği olacağını ümit ediyor çünkü. Olmayacak desem de parmaklarım sözümü dinlemedi ve o ipi tekrardan boynuma geçirmeme izin vermedi. "Hey..." Burak'ın yumuşak sesini duyan Doğukan başını kaldırdı ve kızarık mavi gözlerini arkadaşının yeşil gözlerine dikti. "İçinden konuşmak yerine..." "İçimden konuştuğum için dahi kendime söverken, bir de sana anlatmamı mı istiyorsun? Güzel espri!" Doğukan'ın iğneleyici sesiyle Burak derin bir nefes aldı. "Peki. Bu konuyu kapatacağım ama önce... O sehpadaki tabak 1 ay önceki tabak mı yani?" "Hayır!" "Ve?" "Bunu anlatıyorum ve sonra da evimden defoluyorsun. Bugün çok fazla oldun. Başım ağrıyor!" "Anlaştık!" diyen Burak arkasına yaslanmıştı. "Kadayıf gerçekten güzeldi ve ben de..." "Kadayıfı beğendin mi gerçekten?" "Güzeldi dedim yaa! Niye tekrarlatıp duruyorsun?" dedi Doğukan bıkkın bir şekilde. "Lise zamanında, seninle bizim semtin en meşhur kadayıfçısına gitmiştik onu bile beğenmemiştin. Şimdi buna güzel demen şaşırttı." "O kadayıf ann..." Doğukan söylemek üzere olduğu cümlenin etkisiyle bir anda sustu. O kadayıf annemin yaptığına benzemiyordu. Ama bu kadayıf benziyordu. O yüzden Doğukan bir bağımlı gibi, neredeyse her gün kadayıf istemişti o dükkandan. Her kadayıf, yanında kendine has notuyla gelmişti. Adam her sipariş verdiğinde içten içe merak etmişti gelecek notu. En sonunda ise kadayıf değil güllaç göndermişlerdi. 'Gitmek istediğiniz yeri ötelemek isterken, şeker komasına gireceksiniz. Avukatınızın bir gün bizi dava etmesini istemedik ve size daha hafif olan bu tatlıyı gönderdik. Bunu da seveceğinizi umuyorum. Afiyet olsun :).' Doğukan, Burak'ın değişik bakışlarla kendisine baktığını gördüğünde ne olduğuna anlam vermeye çalıştı ve dudaklarındaki hafif tebessümü fark etti. Sanki kötü bir şey yapmış gibi kendini suçlu hisseden adam, anında ciddileşerek arkadaşına baktı. "Sonuç olarak... O kafeden tatlı siparişi veriyorum." "Ve gelen notları saklıyorsun!" Burak'ın bakışları bilgisayar masasının yanındaki raftaydı. Daha önce boş olan raftaki kağıtlar kendini belli ediyordu. "Öyleyse ne olmuş? Off Burak benim için de eğlence oldu işte. Tatlıcının bildiğin daimi müşterisi oldum. Bazen gerçekten de saçma salak notlar gönderiyorlar. Bir bulmaca gibi her seferinde gelecek notu merak ediyorum. Kendimce bir oyun buldum." "Bilgisayar kodları gibi gizemli bir oyun..." diye mırıldandı Burak yalnızca kendisinin duyacağı bir şekilde. Doğukan, yıllar önce bilgisayar kodları sayesinde hayata tutunmuştu. Dayısıyla konuşan Burak onun yeteneğinden bahsetmiş ve askeriyeye katılmasını sağlamıştı. Gizemli şeyleri seven Doğukan, kendine verilen kodları çözmek için yaşama katlandı denilse yalan olmazdı. Verilen eğitimlerden dereceyle geçen adam, kod yazma ve siber suçlarda uzun süre görev almış KİT'in açılmasıyla da resmi olarak KİT üyesi olmuştu. Şimdi de notları gönderen kişiyi bir gizem olarak görüyordu. O zaman bu... Yeni bir yaşam amacı bulduğunu mu gösteriyordu? Düşünceleri, Burak'ın aniden ayağa kalkmasına neden oldu. "Ne oldu?" "Gidiyorum. Evimden defol demedin mi?" Burak'ın tripli sesi Doğukan'ın hafifçe gülümsemesine neden oldu. "Git bence de. Çok sık görüşüyoruz bu aralar. Sıkıldım senden." "Cık cık cık. Kalbimi kırıyorsun sevgilim." dedi Burak bariz bir alayla. "Sevgilin ondan başkasına sevgilim demene kızmıyor mu Yüzbaşım?" Doğukan'ın sorusu üzerine Hilal'i düşünen Burak'ın dudaklarında enfes bir gülümseme belirmişti. "Onu düşününce bile böyle gülümsüyorsan... Vay be! Hayırlı olsun kardeşim. Sonunda yoldan çıkan tren rayına geri kavuştu, yolculuğun güvenli hale geldi." Burak, gülümseyerek arkadaşını onayladı ve ayağa kalkarak vedalaştı. Kapıdan çıkmak üzereyken aklına gelen şeyle duraksadı "İş konuşmaya diye geldim, iş hariç her şeyi konuştum resmen. O adamın tam konumunu ne zamana bulursun?" "Bugünden geçti. Sabahlasam da yarına da bulmam imkansız. Pazartesi diyelim?" "Erken saatlerde olsun. Yarın Pazar. Asım Başkomiser yazlığına gidecek. Ne olur ne olmaz ben birkaç kişi koyacağım gözetleme için. Pazartesi iş başı yaptığında da kiminle görüştüğünü, nereye gittiğini kontrol edemeyiz. Suikaste uğrarsa halk kahramanı olacak ve ben bunu kesinlikle istemiyorum. Yaptığı her yasa dışı işin cezasını ödeteceğim o adama. Tornado ile olan bağlantısını da ortaya çıkaracağım. Ona göre acele etmelisin. Önce biz harekete geçmeliyiz." "Anlaşıldı. Yalnız... Kimle gideceksin adamı kaldırmaya? Tek gitmene izin vermem. Gerekirse her şeyi göze alıp Emre'yi, Binbaşı'nı ararım yaptıklarımızı anlatıp adına destek isterim ama tek göndermem." "Merak etme tek gitmeyeceğim. Büyük ihtimal Ateş'i alacağım. Ulaş'a haber verirsem o da üstlerinden gizli iş çevirmiş olacak. Bunu istemiyorum. Olur da yakalanırsak 'Ateş'e, Ulaş'ın haberi vardı dedim ama Ulaş bilmiyordu.' diyerek ikisini de aklarım. Ayrıca herhangi bir olumsuz durumda benim asker kimliğimi değil de Ateş'in polis kimliğini göstermek daha güvenli. İşin içine asker karşınca insanlar işkilleniyor." "Tamamdır. Adamı bulunca ararım. Operasyonu da ortak hallediyoruz. Takipte olacağım. Herhangi bir sorunda sizinkilere haber vereceğim." "Anlaşıldı komutanım!" diyerek kapıdan çıkan Burak alaycı davranışının aksine gülümsüyordu. Arkadaşının onu düşündüğünü, onun için endişelendiğini herkesten daha iyi biliyordu çünkü. Kendisinde de aynı endişe mevcuttu. Bu düşüncelerle yolun karşısındaki tatlıcıya doğru yürüdü ve kararlı adımlarla içeriye girdi. "Tam da kapatmak üzereydik. Bu yüzden de pek çeşitimiz mevcut değil maalesef." Kendisine mahcup gözlerle bakan garson kıza bir bakış atan Burak, gördüğü ilk masaya oturdu. "İstediğim şey mevcuttur bence!" "Ne istemiştiniz?" "Bir pizza meselesi varmış." Garson, kasa tarafındaki orta yaşlı kadına bakarak tebessüm ettikten sonra Burak'a döndü. "Evet. Şaşırtıcı bir şekilde oldukça rağbet gördü. Size hemen bir porsiyon kadayıf getiriyorum." "İstediğim şey kadayıf değil!" diyen Burak'ın sesi istemsizce sert çıkmıştı. Garson kız, şaşkınlıkla duraksayarak ona baktı. "Peki nedir?" "O kadayıfı yapan kişi." Burak'ın kesin bir dille söylediği cümleyi duyan kasadaki kadın, yanlarına yaklaştı. Genç garson ise ne yapacağını bilemez bir şekilde bir patronuna bir de Burak'a bakıyordu. "Bu davranışınızı pek sevmedim. Saat 22.00 olmak üzere. Kapatmak üzereyiz bu yüzden..." "Ama daha kapatmadınız değil mi? 22.00'a 15 dakika var. Ve ben... Şefinizle görüşmeden hiçbir yere gitmiyorum." "Kimdiniz?" diyen kadın bakışlarını Burak'ın gözlerine dikmişti. "Kadayıfı yapan ve notları yazan kişiyi merak eden, sıradan birisi!" Burak'ı süzen kadın kaşlarını çattı. "Sıradan birine benzemiyorsunuz ama?" "Ahh gerçekten! Sıradan olmadığım her hücremden akıyor değil mi?" Onun buram buram ukalalık kokan sesi, kadının kaşlarının biraz daha çatılmasına neden olmuştu. "Beyefendi birazdan kocam gelecek. Olay çıkarırsanız, karşılıksız kalmaz. Rica ediyorum sessiz sakin bir gece geçirelim." "Olay çıkarmaya değil, onunla görüşmeye geldim." "Neden?" Anlık bir duraksama yaşayan Burak, kadına baktı. "Teşekkür edeceğim. Sayesinde arkadaşım ölümden döndü." "Ölüme sürükleyen de ben iken ne teşekkürü?" Mekanda yankılanan fısıltı, Burak'ın derin bir nefes almasına neden oldu. Yanılmamıştı. Arkasını dönmeyen adam, gülümseyen sesiyle konuştu. "Böylesine bir şey yapacağını tahmin dahi edemezdim Ecem." Kızın ismini söyleyen Burak, ayağa kalkarak arkasını döndü. Mutfak tarafından çıkan kız, kıpkırmızı olmuş mavi gözleriyle kendisine bakıyordu. "O... Nasıl?" Ecem'in çatallı sesi duyan Burak, ona anlayış dolu bir bakış attı. "Eskisinden daha iyi gibi. En azından artık o kadar da çok susmuyor." "O gün... Gerçekten de saçma bir şey yaptı mı?" Bakışlarını kızın gözlerinden çeken adam, hüsran dolu bir nefes aldı. Bu sessizlik, en büyük cevap olmuştu. "O kadar mı çok yaşamak istemiyor?" Kızın sesindeki acı Burak'ın tekrardan ona bakmasına neden olmuştu. Geçen 10 yıla rağmen Ecem'in hâlâ Doğukan'ı seviyor olması... "Sana onun adresini mesaj attığımda, böylesine ileri gideceğini tahmin etmemiştim." Burak'ın cümlesi üzerine Ecem bir anlığına üzerindeki önlüğe baktı. Doğukan için tüm hayatını değiştirmişti. Belki de hiç göremeyecek olmasına rağmen hem de. "Bana, eğer kapısına dayanırsam o kapıyı açmayacağını ve bir daha hiç kimsenin yüzüne bakmayacağını söylemiştin. Ben de... Kendimce bir şeyler yaptım işte." Başını hafifçe eğen Burak gülümsedi. "Bana 'Tehlikeli bir kızı hayatına almışsın.' diyen adam, aynı oranda tehlikeli bir kızla karşı karşıya desene?" "Tehlike mi? Ben olduğumu anlar diye ödüm kopuyor." diye fısıldadı Ecem. Gözleri duvardaki saate ilişen Burak, izleyicilerine baktıktan sonra Ecem'e geri döndü. "Bir yerde oturup konuşabilir miyiz?" "İsterseniz burada konuşabilirsiniz. Dükkan kapansa bile Ecem üst katta yaşıyor zaten. Sorun olmaz." dedi tatlıcının sahibi olan kadın. Bu bilgi Burak'ın kıza bir bakış atmasına neden olmuştu. Demek üst katta yaşıyordu. Doğukan'ın evinin tam karşısında. "Yok biz... Başka yerde konuşalım İclal abla. Tatlıcıya giren birinin uzun süre çıkmaması dikkat çeker." "Onun dikkatini çeker sanırım?" diyen kadın karşı binaya bakmıştı. 'Acaba ne kadarını biliyorlar?' diye düşünen Burak, Ecem'e bir bakış attı. "Arka sokakta bir kafe var. Orada buluşalım. Ben... Ön kapıyı kullanmıyorum. Sen geç, ben de gelirim." "Peki arka tarafta herhangi bir kamera var mı?" diye istemsizce bir soru yöneltti Burak. "Yok ama güvenlidir. Öyle ıssız bir yer değil. Caddeye açılıyor." Burak, savunmacı bir şekilde araya giren tatlıcının sahibi olan İclal'e baktı. Bu soruyu sormasının nedeni ıssız olacağı için yaşanacak tehlikelerden çok, Doğukan'ın bir şeylerde şüphelenip kameralarla incelemesinden doğacak tehlikeydi. Kadını anladım dercesine başını sallayan Burak, çıkışa doğru yöneldi. "Burak?" Ecem'in seslenmesi üzerine duran adam ona döndü. "Efendim?" Genç kız, tezgahın arkasına geçerek önünde duran birkaç kadayıfı paket yapmaya başlamıştı. Bir yandan da açıklama yapıyordu. "Adam akıllı bir yemek süresince burada kalmadın. Şimdi çıkarsan şüphelenir. Boş çıkma, eve aldığını düşünsün." Kızın, bu zekice düşüncesi karşısında takdir dolu bir gülümseme bahşeden adam, eline tutuşturulan paketi alarak dışarıya çıktı ve arabasına bindi. Yan sokağa hemen dönebilecekken dönmeyen Burak, yolu uzatmış olsa da arkadaşının herhangi bir şeyden şüphelenmemesi için eski rotasından şaşmamıştı. 🐺 "Pastanelerin ile şu an kim ilgileniyor?" diye sordu Burak kahvesinden bir yudum alarak. "Ablam. O zaten finansal kısmındaydı. Pek de bir değişiklik olmadı anlayacağın." "Olmadı mı? Pastaneler zincirine sahip meşhur bir pastacı olan sen, şu an küçücük bir tatlıcıda çalışıyorsun. Yetmemiş gibi Anadolu yakasındaki lüks evini bırakıp Avrupa'ya gelerek iki göz bir odada mülteci hayatı yaşıyorsun." "Sen de mi başlayacaksın?" diye mırıldanan Ecem, başını öne eğerek kahve bardağıyla oynamaya başlamıştı. Onun bu halini gören Burak öne doğru eğildi ve hafifçe tebessüm etti. "Pişt!" "Hmm..." diye karşılık veren kız başını kaldırmamıştı. "Ben, seni bu dünyada eleştirecek son insan bile olamam. Her şeyi geçtim... Kardeşimin artık mutlu olmasını istiyorum. Bu yüzden de sonuna kadar savaşmalısın. Olur da bir gün vazgeçmeye karar verirsen büyük bir bencillik yaparak seni durduracağım. Çünkü artık her günümü 'Acaba bugün yarım kalan işini bitireceği gün mü?' korkusuyla geçirmek istemiyorum. Gözlerinde acıdan başka bir duygu görmek istiyorum. Fakat..." Ecem, dolan gözleriyle Burak'a bakarken adam derin bir nefes aldı. "Doğukan, tahmin dahi edemeyeceğin kadar çok yaralı Ecem. Önünüzde çok çok uzun bir yol var. Her şeyi geride bırakacak kadar ona değer veriyor olsan da bu..." "Değer? Ben onu seviyorum Burak!" Genç kızın kesin bir dille söylediği cümle Burak'ın dudaklarında hüzünlü bir tebessüme neden oldu. "Bunu ona söylediğinde sana ne diyecek biliyor musun?" "Sen beni değil, lisedeki o çocuğu seviyorsun ve ben artık o çocuk değilim. Ayrıca aradan geçen onca yılda sevgi kalmaz!' diyecek." Ecem'in söylediği sözler, onun bu konuyu oldukça uzun bir süre düşündüğünü belli ediyordu. Genç kız, kararlı gözlerini adama dikti. "Onu, bana attığın mesajla mı hatırladığımı düşünüyorsun Burak? Ben onu hiç unutmadım ki, hatırlayayım! Yıllar önce ona gideceğim bütün yolları kapatmış olsa da, o berbat ruh haliyle bana onlarca şey saymış olsa da onu unutmadım. Ben onu beni sevdiği için sevmedim ki, sevgisini görmediğimde unutayım. Ben Doğukan'ı sizin okula transfer olduğum günden beri seviyorum. Sınıfa ilk girdiğimde o kahkahasını duyduğumda, mavi gözlerini gördüğüm ilk anda vurulmuştum ona. Bana bir bakış atıp sizinle konuşmaya döndüğünde başkalarının aksine sevinmiştim. Demek ki her önüne gelen, ona her bakan kızı ciddiye almıyor diye. Düşündüğüm gibiydi de! Sizin tayfa... Ömrü hayatımda sizin gibi adamlarla tanışmadım desem yalan olmaz. Siz iki günlük heveslerin peşinde değildiniz. Bunu fark ettiğimde onu ayrı sevdim. Günlerce, aylarca uzaktan izledim onu. Her hareketini ezberledim. Sevdiği, nefret ettiği her şeyi aklıma kazıdım. Gözleri gözlerimde olmasa da, gözlerimin ona değiyor olması bana yetiyordu. Sonra... Şu Kadavra ismini aldığı gün! İşin rengi o gün değişti işte." Kendi kendine gülümseyen kız, yıllar önceki o günü hatırladı. O gün okullarında çok değişik bir konferans yapılmıştı. Müdür Enver Taşkın'ın okulda olmamasını fırsat bilen Fen Bilimleri öğretmeni müdür yardımcısını ikna etmiş ve tıbbi bir konferans düzenlemişti. Eskiden Sağlık Bilimleri lisesinde görevli olan öğretmen, eski günlerini yad etmek istemiş olacak ki bu tıbbi konferansı düzenlenmişti. Birkaç tanıdığı yardımı ile de canlı bir görsel şölen hazırlamıştı. İlk başlarda her şey normal başlamıştı. Önce Anatomi ile giriş yapan öğretmen, vücut organlarını hem makette hem de slaytta tanıtmıştı. Konferans oldukça yararlı olsa da tıp okumak istemeyenlerin ne işimiz var bizim burada demesine neden olmuştu. Öğrenciler birbirine bakıyor ve hepsi de aynı mimikler ile omuz silkiyordu. Bu sorgulama işinin başını da Doğukan çekiyordu. Fenci'ye ultra gıcık olan Doğu, kadın tıp okullarındaki kadavra odalarını resmini ve videolarını gösterirken gizlice salondan çıkmıştı. Bu esnada tüm öğrenciler çıt bile çıkarmadan videoyu izliyor ve morg odalarını gördükçe içten içe korkuyorlardı. Fenci, slayttan sonra 'İşte karşınızda bir Kadavra örneği!' demiş ve sahneye üstü kapalı bir sedye getirmişti. Sedyeyi gören öğrenciler aralarında fısıldamaya başlamıştı. 'Gerçek değildir di'mi?' 'Yok yaa makettir o!' 'Kızım ben tırstım. Az önce o kadar boş, ürkütücü yerleri gördükten sonra bu...' 'Ayy ben bu gece asla uyuyamam yaa. Korkuyorum!' 'Ben dedim size bu Fenci saykopat diye. Niye kimse engel olmuyor kadına? Bildiğin şu an bize psikolojik şiddet uyguluyor. Madem böyle bir senaryo hazırlayacaktı sadece 12'leri alsaydı yaa. Küçükler korktu.' Öğretmen bu fısıltıları duymuş ve bıyık altından gülmüştü. Çocuklara kendince bir ders vermek isteyen Fenci, diğer öğretmenlerin onaylamayan bakışları altında konferans salondaki ışıkları karartmış, bununla da yetinmemiş projeksiyon ile arkaya büyük bir morg resmi koydurmuştu. Amacı çocukları korkutmaktı. Bu kadar basit(!). Otoritenin korku olduğunu düşünen, saygının sevgiyle değil korkuyla olduğunu düşünen yobaz bir insandı. Kontrol bende, ben ne dersem yapmak zorundasınız, ipleriniz benim elimde demeye getiren kadın, hiç kimsenin konferansını bölmesine izin vermemişti. Çocukların korkması onu engellememiş tam tersine zevkle devam etmesini sağlamıştı. Salondaki çocukların korku dolu bakışlarıyla kendini iyice yücelmiş hisseden kadın, dudaklarındaki hin dolu gülümsemeyle maket Kadavra'nın olduğu örtüyü açtı. Ve açmasıyla çığlık çığlığa bağırarak kaçması bir oldu. Örtünün açıldığını hisseden Doğukan gözlerini fal taşı gibi açmış, kadınla göz göze geldiğinde ise sağ gözünü kırpmıştı. Sahne arkadasında bulduğu boyalarla ağzını yüzünü sahte kana bulayan adam, tüm salonun bakışları altında yavaşça sedyede doğruldu. Onun bu hareketi başta Fenci olmak üzere salondaki herkesin çığlık çığlığa bağırmasına neden olmuştu. Bu sahne yaşanırken, yurt dışı planı ertelenen Enver okula gelmiş ve konferans salonunda karşılaştığı manzara ile bir saniye bile duraksamadan ışıkları açmıştı. Onunla eşdeğer bir şekilde sahnenin ışıkları da açılmıştı. Olaya el atması gerektiğini düşünen Burak sahne ışıklarına koşmuş ve ikisi birbirinden habersiz ışıkları açmıştı. Salon aydınlandığında Fenci yerde baygın yatıyor, küçük sınıflar da ağlıyordu. Öğrencilerin birçoğundan küfürler yükselirken sedyenin üzerindeki Doğukan elini havaya kaldırdı. "Selam!" Salondakilerin korku dolu bakışları yavaş yavaş öfkeli bir hal alırken, Doğukan'ın yüzü kahkaha atmamaya çalıştığı için kıpkırmızı kesilmişti. Kısa süre sonra dayanamayan delikanlı kahkahayı bastı. Emre, Ulaş, Hakan ve Doğukan'ı tanıyan sınıf arkadaşları dahil birkaç öğrenci de durumun trajikomikliğine gülmeye başlamışlardı. Fenci hâlâ yerde baygın yatıyordu. Eden, misliyle bulmuştu. Öğretmenler yeni yeni kendine gelirken, gülmemek için dudaklarını ısıran Burak Enver babasının öfkeli bakışlarını görerek "KADAVRA!" diye bağırdı. Sahnedeki Doğukan ona döndüğü an başıyla kaçmasını işaret eden Burak, gülümseyerek sahne ışıklarını kapatan düğmeye bastı. Kadavra'yı o gün müdürün ve öğretmenlerin gazabından kurtaran kişi Ecem olmuştu. En başında böyle bir konferansın yanlış olduğunu, slaytın korkutuculuğunun ve öğretmenin olumsuz tavrının doğru olmadığından bahsetmişti. Her şeyden önce küçük sınıfların öyle bir ortamda olmaması gerektiğini ve Doğukan'ın da sadece şaka amaçlı o sedyeye yattığını, slaytı izlemediğinden de olayın böylesine büyüyeceğini tahmin etmediğini söylemişti. Korkusuzca müdüre bakarak 'Eğer birine ceza verecekseniz, başta müdür yardımcısı olmak üzere tüm hocalara vermelisiniz Hocam. Hiç kimse o Fen öğretmenine(!) dur demedi çünkü.' demişti. "O gün sessiz sakin, kenardan izleyen Ecem olmayı bıraktığım gündü. Ve o da sonunda beni fark etti." diye mırıldandı Ecem. "Emin misin?" "Neyden?" "Seni o gün fark ettiğinden." diyen Burak arkasına yaslandı. Ecem, anlamayan bakışlarla kendisine bakıyordu. "Sence ona bakmadığın anlarda ne yapıyordu?" "Ne?" "Asıl ona bakmadığın anlarda onu görmeliydin diyorum." "Bu ne demek? Anlamıyorum Burak." "Sence bir insan, Doğukan gibi bir insan... İzlendiğini anlamaz mıydı?" "Ne?" diye fısıldayan kız farkına vardığı şeyle sersemlemişti. "Sen nasıl ki onu izlediysen, o da bakmadığın her an aynısını yaptı. Senin davranışlarını inceledi. Sen mutluysan gözleri parlardı. Eğer üzgünsen... Seni üzen konuyu çözmek için her şeyi yapardı. Doğukan, o Fenci'ye neden o kadar takıktı zannediyorsun?" Kalp atışları hızlanan Ecem çıkmayan sesiyle konuştu. "Çünkü Fenci Doğukan'a sürekli sataşıyordu." Burak başını iki yana salladı. "Çünkü Fenci her fırsatta burslu olarak geldiğin için seni aşağılıyor, ailenin maddi durumunu sana karşı kullanıyordu. Sen gelmeden önce Doğukan, Fenci'nin gözdesiydi. Anne ve babası oldukça tanınmış kişiler olduğundan, kadın sürekli Doğu'nun suyuna gidiyordu. Amacı, onlar sayesinde ünlü fen profesörleriyle görüşüp torpille kendini yüksek yerlere aldırtmaktı. Sonra sen geldin! Ve her şey değişti. O gün azar yemesin diye savunduğun çocuk, zaten senin için öyle bir hamlede bulunmuştu Ecem. Salondan çıkıp kulise geçmeden önce slaytın resmini çekip Enver babama atmış. 'Sizce bu konferans küçük sınıflar için ne kadar uygun hocam? Birinin buna dur demesi gerekiyor.' diye. Yaptığı şey ne kadar doğru tartışılır elbet ama 18 yaşındaki haylaz bir çocuktan farklı bir şey de bekleyemezdik." Öğrendiği bu yeni bilgiler Ecem'in dolu gözlerinden birkaç damla yaşın düşmesine neden oldu. Başka şartlar altında olsaydı, o kendine öğretmen diyen kadının davranışları yüzünden okulu bırakırdı. O kadın yüzünden ağladığı günlerden birinde Nisa ve Damla yanına gelmiş ve bir daha da asla gözyaşı dökmesine izin vermemişlerdi. İlk başlarda okuldan birileri de burslu olduğu için onu aşağılarken kısa sürede bu durum geçmiş ve Ecem o kadına rağmen mutlu bir lise hayatı geçirmişti. "Doğu senin hakkında ileri geri konuşan tüm öğrencilere haddini bildirdi. Geriye tek o kadın kalmıştı o da kendi bacağına sıktı Doğukan da bu durumu çok güzel kullandı. Enver babam zaten kadının ne mal olduğunu biliyordu fakat işlem başlatacak nedeni yoktu, Doğukan'ın ona attığı pası gole çevirdi ve kadını şutladı." Ecem duyduğu futbol terimleriyle hafifçe tebessüm etti. Lisedeyken futbol aşığı Doğukan, bulduğu her fırsatta futbol terimleriyle konuşurdu. Burak'ın kendi düşüncelerini değil de Doğukan'ın sözlerini söylediği anlaşılıyordu. Burak'ın konuşmaya devam etmesi üzerine kızın dudaklarındaki tebessüm soldu. "Yani hastanedeyken sana 'Sadece 2 aydır çıkıyoruz. Seni tanımıyorum bile. Ne zannetmiştin? Seninle bir hayat kuracağımı falan mı? Bu çok çocukça bir düşünce. Böyle bir şey yaşanmasaydı bile, okul bitmeden ayrılacaktım zaten senden.' dediğinde söylediklerinin kelimesi bile doğru değildi. Sen de bunun farkındaydın ki onca söze rağmen onu aramaya devam ettin. Kızsa da, hakaret de etse onu bırakmayacağını anladığında da sana Can Yücel'in o şiirini gönderdi işte." O günleri hatırlayan Ecem gözlerinden sessiz gözyaşları dökülmeye başlamıştı. Elleri buz gibi olan genç kız gözlerindeki çaresizlikle Burak'a baktı. "Beni sevse bile, yanında istemiyordu. Beni yanında istemiyordu. Yanında kalırsam tüm kapıları yüzüme kapatacaktı. Sürekli beni tersleyecek, beni kendinden uzaklaştırmaya, soğutmaya çalışacaktı. Korktum Burak. Çok korktum! Tüm bunları neden yaptığını bilsem de amacına ulaşır ve ondan uzaklaşırım diye çok korktum. Ondan nefret etmekten çok korktum.. Yanındayken uzak olmak mı uzaktayken yanında olmak mı, onsuz onu sevmek mi yoksa onunlayken sevmemek mi daha iyiydi?" Ellerini yüzünü kapatan Ecem, hıçkırıklarını bastırmaya çalıştı. Kızın çaresizliği Burak'ın kalbine saplanmıştı. Hilal de zamanında böylesine çaresiz mi hissetmişti? Düşüncelere dalan adam, Ecem'in tekrardan konuşmaya başlamasıyla bakışlarını ona çevirdi. "Ben de istediğini yaptım. Onu bıraktım! Aramaktan vazgeçtim, unutmuş gibi yaptım. Ailem de bu konuda çok zorladı aslında. Abim sürekli 'Seni yanında istemiyor işte niye gidiyorsun?' diyordu. Annem ise 'Nasip değilmiş kızım. Arkadaşlığınızı bitirin.' diyordu. Babamın sevgili olduğumuzdan haberi yoktu ama şüphelenmişti. O da kendince beni bu sevdadan vazgeçirmeye, unutturmaya çalışıyordu. Bir yerden sonra evde Doğukan'ı geçtim lise yıllarımdan konuştuğumda bile onun hakkında nasihat vermeye başladılar. Hepsi kendince beni düşünüyordu ama ondan ayrı kalınca mutlu olacağımı düşünmeleri saçmalığın daniskasıydı. Geçici bir şey zannettiler sanırım. Halbuki o zamana kadar kimseyi kalbime almamıştım ben. İnsan kalbine alacak kadar değer verdiği birini unutamıyor. Beni bir tek ablam anladı. Doğukan'dan bahsetmeme de tek o izin verdi. Herkese karşı iyiymiş gibi rol yaparken, defalarca kez ablamın omzunda ağladım." Derin bir nefes alan kız, soğuyan kahvesine bir bakış attı. "Büyüdükçe bana karışmayı bırakırlar diye ümit ediyordum ki tam tersi oldu. Üniversite bittikten sonra yine eve geri döndüm. Abim ve ablam evlenmişti. Birkaç yıl her şey iyiydi. Şu an sahibi olduğum pastaneler zincirinin ilk dükkanını açtım. Küçücük bir dükkandı. Borç harç girişmiştik ablamla. Dükkan tahmin ettiğimden daha çok rağbet görmüştü. Artık az gelirli değil, orta gelirli bir aileydik. Ve sonra eve bir bomba düştü. Annemler 'Evlenme yaşın artık geldi. Bak şunun oğlu sana talip.' demeye başladılar. Her önüme geleni, daha görüşmeden reddettim. Bu durum ailemin hiç hoşuna gitmiyordu. Neredeyse her gün 'Sakın bize o çocuğu unutmadım diye saçmalamaya kalkma. Yıllar oldu!' vb. cümleler duymaya başladım. En sonunda onlarla kavga ettim, başka bir eve kiraya çıktım. Ablam, annemlerle aramı düzeltmek için çok uğraştı. Beni düşündükleri için böyle davrandıklarını bilsem de neredeyse 3 ay konuşmadım onlarla. Amacım bir daha böyle bir olay yaşanmamasıydı. Kimle aşık attığımı bilmiyordum tabii." diyen Ecem olumsuzca başını iki yana salladı. Önündeki kahveyi masanın ortasına doğru iten genç kız başını kaldırarak Burak'a baktı ve adamı şoka sokan o cümleyi kurdu. "2 yıl önce bir yaz günü... Düğünüm vardı!" "Ne?" diye fısıldadı Burak, kıza bakarak. Bir süre bakışlarını mekanda gezdiren kız, üzgün bakışlarıyla anlatmaya devam etti. "Annemlerle barıştıktan sonra uzun bir süre hiçbir sorun yaşanmadı. Yine de tek yaşamaya alışmıştım, dükkanın da evime yakın olmasını bahane ederek o eve geri dönmedim. Bir gün annemler yemeğe davet etti. Kuzenlerimin geleceğini söylemişti. Meğer tek kuzenlerim değilmiş. Kuzenimin iş yerinde bir arkadaşı da geldi. Ahmet!" Hüsranla nefesini veren kız, ellerine bakarak anlatmaya devam etti. "Daha en başında tavrımı koydum aslında. İlk başlarda soğuk davrandım. Olmadı! Tersledim. Yine olmadı! Sürekli pasta dükkanıma geliyordu. Bir gün dükkan sahibiyle tartışırken geldi, olaya müdahale etti. Başka bir gün saygısız bir müşteriye haddini bildirdi. Baktım bu şekilde olmayacak 'Ben başkasını seviyorum!' dedim. Bana ne dedi biliyor musun?" Ecem başını kaldırmış sorusuna cevap beklemeye başlamıştı. Burak, başını iki yana salladı. Bu hikayenin nereye gideceğini çok merak ediyordu. "Peki o başkası seni seviyor mu? Seviyorsa niçin yanındaki o değil, neden gelmeyecek birini sevmeye devam ediyorsun Ecem?" Burak, kızın gözlerine daha fazla bakamayarak başını öne eğdi. "Arkadaşın... Benim ne istediğimi sorma zahmetine bile girmeden beni terk etti Burak." Ben de aynısını sevdiğim kıza yaptım. Kesik bir nefes alan Burak'ın tüm hücreleri acıyla kıvranıyordu. "Arkadaşının yaptığı şey yüzünden neden pişmanlık çekiyorsun?" Ecem'in cümlesi üzerine Burak'ın dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. "Arkadaşımın yaptığı şey yüzünden değil, kendi yaptığım şey yüzünden. Doğukan ile birbirimize fazla benziyoruz." Ecem, ona onaylamaz bir bakış attı. "Aferin Burak. Aferin gerçekten(!). Peki o kız da benim yaptığımı mı yaptı?" Duyduğu cümleyle bakışları öfke dolan Burak, Ecem'e baktı. Tam konuşacaktı ki Ecem ona izin vermedi. "Sen bir ihtimalle bile böylesine çıldırdıysan... Doğukan ne yapar acaba? Sanırım artık eşitiz onunla ha? O beni terk etti yıllarca arayıp sormadı, ben de hayatıma başka birini aldım." "Evlendin mi?" diye soran Burak alacağı cevaptan korkuyordu. Ecem evet derse Doğukan'ın yarım bıraktığı işi tamamlayacağından emindi. "Evlensem burada mı olurdum?" Duyduğu cümleyle derin bir nefes veren adam sitemle konuştu. "Düğünüm vardı.' dedin." "Çünkü vardı." "Baştan anlatabilir misin şu olayı?" Başını sallayan Ecem anlatmaya başladı. "Ahmet, yıllardır içimi yiyen fakat dile getiremediğim soruyu sormuştu bana. O gün gitti ve uzun süre ortalıklarda görünmedi. Sanırım bana düşünmem için zaman tanımıştı. Bir süre sonra yine gelmeye başladı. Artık ona karşı duvar oluşturmayacak kadar yorgundum. Ben de akıntıya bıraktım kendimi. İşin içinde ailem olunca... Apar topar nişan yaptılar. Ahmet her seferinde, bunu gerçekten isteyip istemediğimi sordu. Eğer istemiyorsam 'Anlaşamadığımızı, kafamın uyuşmadığını söylerim senden bilmezler.' dedi. Bu düşünceli tavrı bana 'Acaba?' dedirtti. 'Acaba bana onu unutturabilir mi?" Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme beliren Ecem kızarık gözleriyle Burak'a baktı. "Ahmet'i sevdim. Gerçekten sevdim. Bana destek oldu, yanımda oldu beni anladı. Hayallerime ortak oldu. Beni hep yüreklendirdi. O olmasaydı küçük pasta dükkanımın pastaneler zincirine dönüşmesi imkansız olurdu mesela. Birlikte geçirdiğimiz zaman çok değerli. Bana çok iyi bir arkadaş oldu." Burak'ın anlayışlı bakışlarını gören Ecem yıllardır sustuklarını anlatmaya devam etti. "Sorun da buradaydı işte. O benim arkadaşımdı! Çok çabaladım. Gerçekten çok çabaladım. Ona başka bir gözle bakabilmeyi öylesine çok istedim ki. Beni böylesine değerli hissettirirken onu sevebilirdim. Ama olmadı. Asla ikimiz olamadık ki. Doğukan'ın hayali hep bizimleydi. Ahmet ile tanıştıktan sonra fark ettim. Sevdiğim tatlı sütlaçken kadayıfa dönüşmüş, en sevdiğim yemek mantı olmuş, hiç sevmediğim bilgisayarlar halkında ultra donanıma sahip olmuşum, koyu bir futbol taraftarına dönüşmüşüm. O seviyor diye! Sevdiğim seviyor diye! Kullandığım kelimelerden mimiklerime kadar, baştan ayağa Doğukan olmuşum ben Burak. Yokluğunda onun sevdiklerini sevmiş, sevmediklerinden nefret etmişim. Ahmet hakkımda söylediği her gözlemle bana bunu gösterdi. Tarif ettiği kişi Ecem değil Doğu'ydu. Buna rağmen... Göz göre göre bu evlilik yoluna devam ettim. Nişanı atmak şöyle dursun düğün tarihini öne çekelim dedim." "Peki ne oldu da... Vazgeçtin?" "Ben vazgeçmedim!" diyen Ecem'in gözlerinde bariz bir öfke vardı. Doğukan'a kızıyordu. Onu bu hale getirdiği, tüm bunları yaşattığı için... "Sen vazgeçmedin? Yani o adamla gerçekten de evlenecek miydin?" Burak, sesinin iğneleyici çıkmasına engel olamamıştı. Buna hakkı olmadığını bilse de yıllarca Doğukan'ın nasıl yandığını gören adam kendini tutmamıştı. "Bilmiyorum. Belki de sadece... Evlenmeye kalkarsam, durdurmaya gelir diye umdum. Gelip beni engellemesini istedim. Elini bile tutamadığım bir adamla nasıl evlenecektim ki?" Son cümlesini fısıldayarak kuran genç kız, masanın üzerindeki ellerini birleştirdi. Kendini oldukça berbat hissediyordu. "Bir gün Ahmet bana yemeğe gelmişti. Asıl amacımız düğün mekanı için gerekli şeyleri seçmekti. Ciddi ciddi evleniyordum. Gerçi gelinlik olmadan evlenecektim sanırım. Gelinlik seçmeye gitmedim. Hatta katologtan bile bakamadım. O beyaz elbiseyi giydiğimde yanımda hayal ettiğim tek bir kişi vardı, o da yanımda olmamak için her şeyi yapardı. Neyse işte... O akşam, Ahmet bana küçük bir hediyesi olduğunu söyledi. Ben ne olduğunu merak ederken bana paketi uzattı. Açtığımda..." Titrek bir nefes alan Ecem gözlerini kapattı. Gözlerinden birer damla yaş düşerken dudaklarını birbirine bastıran kız fısıldadı. "Bana bir Beşiktaş forması almış." Kıza üzgün gözlerle bakan adam, derin bir nefes aldı. Ecem'i bu halde görmek Burak'a hiç iyi gelmemişti. Hilal'e yaşattıklarının pişmanlığını ömür boyu çekeceğini bir kez daha fark eden adam elini yumruk yaptı. Gözlerini açan Ecem, Burak'a bakmadan anlatmaya devam etti. O günü tekrar yaşadığı belli oluyordu. "O formayı gördüğümde, aklıma Doğukan'ın geldiğini söylemeye gerek yok sanırım. Bana aldığı ilk ve son hediye olmuştu. Birbirine eş iki Beşiktaş forması! Okulda herkes bize takılırdı. Neredeyse her gün formalarımızı giyiyoruz diye. Normalde futbolu sevmezdim. Doğukan sayesinde Beşiktaş fanatiği olmuştum. O kaza günü... Doğu'nun üstünde o forma vardı. Benim üstümde de olduğu gibi. Evdeyken giydiğimde Fenerbahçe'li abimin laf üstüne laf söylemesine rağmen o gün giymiştim. O forma üstümdeyken Doğukan yanımda gibi hissediyordum. Ve... Sanırım hissetmiştim. Bana ihtiyacı olduğunu hissetmiş gibi o formayı giydim. O gün... Beni aramıştı biliyor musun?" Ecem'in söylediği cümle Burak'ın bakışlarında şaşkınlık olarak yankılandı. "O sabah mı?" diye soran adamın sesi sonlara doğru kısıldı. Ecem'in bakışları her şeyi anlatıyordu. "Ölmek üzereyken... Beni aradı. Bayılmadan önce duyduğu son ses bendim. Hıçkırıkları hâlâ kulağımda. O acı dolu sesi..." Nefes alış-verişleri hızlanan kız gözlerinden yaşlar akarken Burak'a baktı. "Konuşamadı bile Burak. Canı nasıl yanıyorsa... Tek kelime çıkmadı dudaklarından. Ayağının, gözünün, elinin acısı değildi bu. O gün... Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını anlamıştım. Yine de hastaneye koşarken tek istediğim yaşamasıydı. Onu kanlı bir şekilde ambulanstan indirirlerken oradaydım ben. Yanmış ellerini, kırılmış berbat haldeki bacağını, sol parmaklarındaki cam parçasını... Hepsini gördüm. Yarılmış başından o kadar çok kan akıyordu ki..." Burak edindiği bu yeni bilgiyi sindirmeye çalışırken Ecem'in ağlaması şiddetlenmişti. Genç kızın bu halini gören Burak, oturduğu yerden kalkarak kızın yanına geldi ve ona sarıldı. Kızın sırtını teselli edercesine sıvazlarken bir yandan da iki arkadaşının sonunun, mutlu bitmesi için dua ediyordu. Bir süre sonra sakinleşen Ecem geri çekilirken, Burak da yerine geçti ve masadaki boş bardaklardan birine su doldurup kıza uzattı. Ecem'in elleri öylesine titriyordu ki birkaç yudum içtikten sonra bardağı masaya geri bırakmak zorunda kalmıştı. "Niye bunu hiç söylemedin?" "Ne diyecektim Burak? Ameliyattan sonra onu o halde görmemi istemeyen adama 'Ben daha kötüsünü gördüm merak etme mi?' Doğukan'ın o gün beni aradığını hatırlayıp hatırlamadığını bile bilmiyorum. Beni ararken kendinde miydi emin değilim. Kriz geçiriyordu sanırım. Ambulanstan çıkarttıklarında baygındı. Peşinden giderken ambulans görevlilerinden birine Dicle Teyze ile Remzi Amca'nın nerede olduğunu sordum. Onların..." Söylemeye dili varmayan Ecem ellerine baktı. Yardım gelene kadar araba yanıp kül olmuştu. Cesetleri kül haline gelmiş, kalan parçaları gömebilmişler, oraya da mezar demişlerdi. Fakat Doğukan hiçbir zaman bunu kabul etmemiş, o kazanın olduğu yeri satın almış ve halka kapatmıştı. Orada temsili 3 mezar vardı. Boş ama hiç olmadığı kadar dolu. Toparlanmaya çalışan Ecem, elindeki peçeteyle gözlerindeki yaşları sildi. "Ahmet'in aldığı forma, kapalı kutuyu açan anahtar oldu. Ciddi anlamda dağıldım. Evde kalamayarak kendimi dışarı attım. Sadece yürüdüm. Ayaklarımın dermanı kalmayana kadar yürüdüm. En sonunda, yürümeyecek hâle geldiğimde bir kaldırımın kenarına düşercesine oturdum. Sonra da yanıma o oturdu... Ahmet. Parmağındaki yüzüğü çıkardı ve aramıza koydu." Ecem'in dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirdi. "Başka bir dünyada, Ahmet'le biz olabilirdik. Kalbim Doğu'yla dolu olmasaydı onu gerçekten severdim. Fakat bu hikayede... Olmadı. Bana en başından beri sonumuzun böyle olacağını bildiğini fakat yine de devam ettiğini söyledi. Beni iyileştirmek istediği için bile isteye her şeyi görmezden geldiğini söyledi. O zamanlar, ona bunu yaşattığım için kendimi çok pişman hissediyordum. Sonra aradan bir yıl falan geçti. Kuzenimden duydum. Hayatına biri girmiş. Bir gün elinden tuttuğu kızla kafemin kapısından içeri girdi. Kızla göz göze geldiğim ilk anda, onun her şeyi bildiğini anlamıştım. Oldukça temkinli bakışlarla beni inceliyordu. Vereceğim tepkiyi merak ediyordu. Hissettiğim tek şey mutluluktu biliyor musun? Hem vicdan yükünden kurtulmuştum, hem de arkadaşımın mutlu olmasına sevinmiştim. Ahmet o gün bana 'O zamanlar aslında seni değil de, seni iyileştirme düşüncesini sevmiştim sanırım.' demişti." Ecem, bardağından bir yudum su içtikten sonra anlatmaya devam etti. "Bazen ben de öyle düşünüyorum. 'Acaba Doğukan'ı değil de, onu iyileştirme düşüncesini mi seviyorum?' diye. Bunca yıl buna mı takılı kaldım acaba?" "Gerçekten mi Ecem? Yaşadığın onca şeyden sonra böyle mi düşünüyorsun?" "Nasıl düşünmeliyim Burak? Bir hayalete aşık biriyim ben. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum. Sen bana o mesajı atmamış olsaydın tüm ömrüm bilinmezlikle geçecekti." Kızın sitemkar sesi Burak'ın ona bir bakış atmasına neden oldu. "Ses tonun... Doğukan'ı sevdiğini bilmesem nefret ediyorsun derdim." Genç kız isyan edercesine Burak'a baktı. "Ediyorum zaten. Onu deliler gibi sevsem de aynı oranda öfkeliyim. Beni nasıl bırakabildi? Hadi o zamanlar o psikolojisiyle bıraktı ama yıllar geçti. Ben ona zaman tanımak için her şeyi yaptım 10 yıl içerisinde bir kere olsun bana gelemedi mi?" "Gelemez." diye mırıldandı Burak. Ecem istemsizce gözlerini devirdi. Burak'ın arkadaşını düşündüğü için böyle konuştuğunu düşünmüştü. "Biliyorum yaşadıkları berbat ötesi. Ama bana bir izin verse... O kazadan sonra ona dokunmama izin vermedi. Benim tek istediğim ona sımsıkı sarılmak. Başka hiçbir şey istemiyorum. Anlat da demeyeceğim. Sadece sarılacağım." "O hiçbir zamana sadece sarılmak olmuyor ki..." dedi Burak kısık bir sesle. Ecem, söylediği şeyi anlamaya çalışarak adama baktı. "Bir adam, sevdiği kadın ona sarıldığında tüm savunmasını indirir. Aklına küçükken her düştüğünde koştuğu annesi gelir. Annesine sığınma ihtiyacının yerini, sevgiliye sığınma ihtiyacı almıştır. Tüm dünyanın karşısında buzdan kale olarak dursa da, sevdiğinin yanında o buzlar buhar olup uçar. Siz bizim ruhumuzu görüyorsunuz Ecem. İlk başlarda bu durum korkutucu gelse de sonrasında sevmeye başlıyor insan. Ve günün birinde... Hayatının kabusunu anlatmak istiyor. Teselli edilmek istiyor çünkü. Sevdiği kız tarafından teselli edilmek." "Yani sen o kıza yaşadıklarını anlattın?" Burak başını hüzünle iki yana salladı. "O günü anlatamam. Hilal de senin gibi anlatmanı istemiyorum dese de gözleri öyle söylemiyor. Ama ben... Yapamam." "Ancak anlatırsan az da olsa üstesinden gelebilirsin." dedi Ecem anlayışlı bir şekilde. "Şuna bak şuna! Az önce anlatmasını istemiyorum diyordu şimdi ne diyor! Hepiniz aynısınız. Kandırıyorsunuz bizi." Burak'ın yarı sitemli yarı şakacı ses tonu karşısında Ecem'in dudaklarında geldiklerinden beri ilk defa içten bir tebessüm belirmişti. Ona bakan Burak ciddileşti. "Normalde... İki kişi arasına girmeyi hiç sevmem. Bu sizin hikayeniz ve ikinizin yaşamanız gerektiğini düşünüyorum. Fakat müdahale etmem gerektiğini hissettim. Aylar önce Hilal başka bir arkadaşlarımızın ilişkisine karışmaya kalkmış ve onu engellemeye çalıştığımda da bana o kıza savaşması için bir şans vermesi gerektiğini söylemişti. Ben de sadece sana bu şansı vermek istedim. İtiraf ediyorum seni burada bu şekilde görmeyi hiç beklemiyordum." "Mesajını gördüğümde... Yıllardır bu ânı beklediğimi anlamıştım. 2 gün sonra her şeyi ayarlamış bir şekilde buradaydım. Biraz tesadüf, biraz kendi çabamla o tatlıcıda işe girdim. Pizza olayının tüm masraflarını kendi cebimden karşıladım. Pizzacı adam oldukça gıcık biriydi. İclal ablaya da kısmen hikayemi anlattım... Artık hep istediğim gibi Doğukan'a çok yakınım ama yanına gidemiyorum. Tatlıyı birçok kere kendim götürmek istedim ama bir türlü cesaret edemedim. Anlar diye korktum. Sonra... O aradığında bir kere bile olsa o telefonu açmak ve sesini duymak istedim ama..." Başını öne eğen kız titrek bir nefes verdi. "Biliyor musun bu sıralar robotik sesler meşhur. Belli başlı yerler cihaz taktırıyor telefonlarına." dedi Burak yumuşak bir sesle. Başını hızla kaldıran Ecem, adama baktı. "Tek düze bir sesin cevap vermesini istediğinizden cihazı taktırdınız. Aynı zamanda bekleme müziği de seçersiniz. Ayrıca sipariş için, kılık değiştirme konusunda yardım edebilirim." "Gerçekten mi?" diyen kızın sesi günler sonra ilk defa umutlu çıkmıştı. "Yalnız... Tekrar söylüyorum Ecem. Vereceğin savaş tahmin ettiğinden çok daha zorlu." dedi Burak ikaz edercesine. "Biliyorum ben her şeye hazırlıklı..." "Doğukan evden çıkmıyor Ecem. Çıkamıyor." "Nasıl yani?" diyen kız kaşlarını çattı. "Doğukan yıllardır evinden dışarıya adım atmıyor. Bir araba freni, kornası duyduğunda krize giriyor." "Evinden hiç mi çıkmıyor?" diyen genç kızın sesi şok doluydu. "Bilgisayardan olsa bile ilk başlarda araba görmeyi kaldıramıyordu. Sonrasında monitörden görmeye alıştı ama... Gerçekte bir araba göremiyor. Araba sesleri duyulmasın diye evindeki tüm camlar ses geçirmez. Evinde cam açtırmıyor, havalandırma sistemiyle yaşıyor. Camdan dışarı bakmasın diye perdeleri bile açmıyor. Kendi kendini bir mezara hapsetmiş durumda. Aynı zamanda... Yüzündeki yarayı saklamak için her şeyi yapıyor. Evinde bir tane bile ayna yok. Ben gittiğimde de yarasını saçıyla gizliyor. Bacağı desen..." "Bacağı mı? Burak bacağı iyi. Doktor demişti. Çok ağır ameliyatlardan geçti ama tamamen iyileşti demişti." "Fiziksel hiçbir sorunu yok zaten. Psikosomatik ağrısı var. Beyni, o gün yardım gelene kadar, müdahale edilene kadar hissettiği acıyı hatırlıyor. Doktor bacağındaki kırığa ve yaraya rağmen yürümeye çalıştığını söylemişti hatırlarsan. Çok efor sarf edince yine aynı acıyı hissettiğini söylüyor. Bazen efor sarf etmesine bile gerek kalmıyor. Kabuslarından uyandığında veya o günü hatırladığında... Ayakta bile duramıyor, yere düşerek bağırmaya başlıyor." Nefes alamadığını hisseden genç kız, elini böğrüne götürerek nefes almaya çalıştı. "Hani dedin ya futbol diye... Futbol'un f'sini bile duymak istemiyor artık Ecem. Oynama zaten yalan. Görüştüğü tek insan benim. Yani yüz yüze. Eğer onu bir şekilde askeriyeye almasaydım kendini herkesten izole ederdi. Şimdi telefonda da olsa, kulaklıkta da olsa insanlarla konuşuyor en azından. Adını bile söylememe izin vermiyor. Artık onu bu konuda dinlemesem de... İsmini söylediğimde gözlerinde gördüğüm acı, kendimi suçlu hissetmeme neden oluyor. Ayrıca..." Duraksayan Burak, usul usul gözyaşı döken kıza baktı. "Sanırım kendini senin yanına yakıştıramıyor." "Ne?" diye fısıldayan kız hayret dolu bakışlarla adama bakmaya başladı. "Yüzündeki yara..." "Ama bu çok saçma!" diyen Ecem gözlerini Burak'a dikti. "Ben onu yakışıklı olduğu için sevmedim ki! O düşüncelerini yansıtan gözlerine vuruldum. Düşündüklerini öğrenmek istedim. Kahkahasıyla gülümsedim. Onu neleri güldürdüğünü merak ettim. Onu tanımak istedim. Kalbini tanımak istedim. Dış görünüşü umrumda değil!" "Biliyorum. Fakat aşması gerekiyor. Yaralarıyla barışması gerekiyor ve fiziksel olanlardan ziyade ruhundakilerle barışması lazım. Ve bu hiç kolay bir şey değil. Benim hâlâ kendimle verdiğim savaşlar var. Belki de ömrüm boyunca vermeye devam edeceğim... Senden asıl kaçma sebebi de bu! O yaralı haliyle seni bitirmekten korkuyor. Bana 'Ya onun için ceza bizsek.' demişti. Düşününce..." "Haklı mı diyeceksin? Sevgilini çağıralım ona da bu düşüncelerini söyle istersen?" diyen Ecem'in gözlerinde öfke kırıntıları dolaşıyordu. Masada öne eğilen kız karşısındaki adama baktı. "Bu hayatı sen mi seçtin Burak?" "Ne?" "Diyorum ki... Geçmişte her ne yaşadıysan bunu yaşamayı sen mi seçtin?" "Hayır." diye fısıldayan Burak o güne geri dönmemek için derin bir nefes aldı. "Doğukan da aynı şekilde yaşadıklarını seçmedi değil mi?" "Nereye varmaya çalışıyorsun Ecem?" "Ya aynı şeyi biz yaşasaydık? Yaralı olan biz olsaydık, siz çekip gider miydiniz? Bizi kabuslarımızla tek başımıza mı bırakırdınız?" "Asla!" "O zaman hayatımızı mahvediyormuşsunuz gibi davranmayı kesin. Ben sevdiğim adam için her şeyi yapacağım. Olmadı günün birinde kapısına dayanacağım, bir şekilde kabul etmesini sağlayacağım. Onu yalnız bırakmayacağımı anlamasını sağlayacağım! Denedim ben. Onsuzluğu da denedim... Ama olmuyor! Başka birini sevmeye çalıştım ama yapamıyorum. Bu hikayenin yarım bitmesine izin vermeyeceğim. Anlattıkların, neden savaşmam gerektiğini bir kez daha gösterdi bana. Sevdiğim, yıllardır bir ölüden farksız yaşıyormuş. O Kadavra isminin mutlu ve bir komik bir anda alındığını tekrardan hatırlatmam lazım ona. O ismi aldığı gün sayesinde biz olduğumuzu..." Arkadaşının kararlı gözlerind bakan Burak arkasına yaslanarak derin bir nefes aldı. Artık Doğukan için de iyileşmenin adı vardı. 🦋 "Hoş geldin kızım." diyen Melek eve giren kızına sarıldı. "Hoş buldum anneciğim. Valla mis gibi kokular geliyor. Kurt gibi acıktım." diyen kız istemsizce gülümsedi. Aklına sevgilisi gelirken daha dün sabah birlikte olmasına rağmen adamı özlediğini fark etmişti. Anneannesinden çıktığında ilk iş Alfa'sını aramalıydı. "Hey! Kime diyorum?" "Ha? Ayy kusura bakma anne dalmışım. Ne demiştin?" "Anneannen bir orduya yetecek şey hazırladı diyorum. Sabahtan beri bir şeyler pişirmekle meşgul. Artık torununu nasıl özlediyse." Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Hilal, mutfaktaki anneannesinin yanına giderek ocağın başındaki kadına arkadan sarıldı. "Ayy dur kızım dur. Yakacaksın bir yerlerini." diyen kadın ocaktan uzaklaşarak torununa sarıldı. "Hoş geldin güzel gözlüm." "Hoş buldum biriciğim. Özledim valla. Geçen geldin bize ama erken kalktın. Konuşamadık adam akıllı." "Konuşuruz konuşur." diyen kadın geri çekilerek masanın üzerindeki kahvaltılıkları gösterdi. "Hadi hadi önce iş. Götür bakalım bunları oturma odasına." "Götüreyim de... Burada da yiyebilirdik bence." diyen kız masadaki tepsiyi eline aldı ve mutfaktan çıktı. Oturma odasına girdiğinde karşılaştığı manzarayla kaşlarını çatan genç kız, tabakları yerleştirdikten sonra aceleyle mutfağa geri döndü. "Masa neden 4 kişilik ve neden yeni takımını koydun? Misafir mi var? Söylememiştiniz." "Ben de yeni öğrendim. Anneannen misafir çağırmış." diyen Melek kollarını kavuşturarak annesine baktı. "Eee anne. Hilal de geldiğine göre bu sır gibi sakladığın misafiri söyleyecek misin?" Dudaklarında bilmiş bir gülümseme beliren Seher, kızaran biberleri tabağa koyarken mırıldandı. "Oldukça yakışıklı bir beyefendi." "Ne?" diyen Hilal şaşkınca annesine baktı. Melek de aynı şaşkınlıkla yaslandığı yerden doğrulmuştu. "Anneanne sen şimdi... Biriyle mi görüşüyorsun?" Torununun tepkisi Seher'in kocaman bir kahkaha patlamasına neden oldu. "Ayol ne biriyle görüşmesi? Bu yaştan sonra... Cık cık cık. Bu yakışıklı bey bana gelmiyor." "Kime... Geliyor?" diye soran kızın kalbi korkuyla sıkışmıştı. Anneannesi, bu korkusunun yersiz olmadığını gösterircesine konuştu. "Sanaaa!" Ela gözlerini büyüten genç kız, ne yapacağını bilemeyerek donakaldı. Burak onu öldürecekti. 'Burak Kelebeğine kıyamaz bir kere. Ama gelecek adama süper ötesi kıyar. Artık hapishaneye don atlet götürürsün Hilalciğim. Ben demiştim sana Burak ile sevgili olduğunuzu annenlere söyle diye. Bak gördün mü neler oldu? Hadi şimdi çık işin içinden.' "Şey anneanne..." "Anne nasıl böyle bir emrivaki yapabilirsin? Hilal daha yeni..." susan Melek sakinleşmek istercesine derin bir nefes aldı. "Hilal daha yeni ne? Yoksa bilmediğim bir ilişkisi mi vardı?" diye sordu Seher masumane bir sesle. "Yok! İlişkisi falan yok. Birisi vardı fakat bu saatten sonra aralarında bir şey olamaz." Melek'in kesin bir şekilde kurduğu cümle Hilal'in inanamayarak ona dönmesine neden oldu. "Buna sen mi karar veriyorsun?" Genç kız, sesinin sert çıkmasının önüne geçememişti. "Bu nasıl bir konuşma tarzı? Hâlâ o adamı seviyorum demeyeceksin değil mi?" "Peki ya sen?" diyen Hilal gemileri yakmıştı. "Ben ne?" diye soran Melek kaşlarını çatmıştı. "Sen o adamı sevmekten vazgeçebildin mi?" Duyduğu cümleyle nefesi kesilen Melek, kızına bakakaldı. "İnsan bir kere sevince... Silip atamıyor değil mi?" diye fısıltıyla devam etti Hilal. "Seviyor diye her şeye katlanmalı mı bir kadın? Ülkemizde onca şey bu sevgiden(!) kaynaklanıyor. Sevgi bu değil! Sevgi incitmez, sevgi yakmaz/yıkmaz. Ne çabuk unuttun ateşler içinde yattığın, ağlayarak uyandığın o günleri? Seviyorum diyecek ve o adamın sana yaşattıklarını yok mu sayacaksın yani? Bu kadar basit mi?" "Değil! Ben öyle bir insan mıyım anne? İki söze kanıp, beni üzecek bir adama geri mi döneceğim?" "Dönmedin yani?" diyen Melek'in sesi iğneleyici çıkmıştı. "Döndüm!" dedi başını kaldıran Hilal. Gözleri hafifçe kızaran kız kararlı bir şekilde devam etti. "Bana öyle bir nedenle geldi ki... Döndüm!" "Hadi yaa. Onca şey için haklı bir nedeni varmış yani? Saçma! Bir insan ya sever ya da sevmez. Seviyorsa yanındadır. Sevmiyorsa da değildir. Nokta!" "Hep böyle miydin? Yoksa... O gittikten sonra mı böyle oldun?" Hilal'in sorusu mutfağa bomba misali düşmüştü. Anneannesi başını iki yana sallarken Hilal devam etti. "Hep böyle siyah beyaz mıydın anne? Hiç mi grin yoktu?" "Siyah, beyaz ve gri mi? Ben pembe, sarı kırmız, turuncu yeşil, mavi... Tüm o renklerdim. Fakat o benden gökkuşağındaki renklerimi aldı. Senden de alınmasın diye uğraşıyorum. Gerekirse kötü bir anne olurum ama sen parlamaya devam edeceksen sorun yok." Gözünden bir damla yaş düşen genç kız başını önüne eğdi. İçindeki küçük kız babasını merak ediyor, ne olursa olsun onu affetmek istiyordu. Annesinin gözlerindeki acıyı gören tarafı ise babasından nefret ediyordu. Neden bizi bırakıp gitmişti? Önlerindeki konunun aciliyetini hatırlayan genç kız, düşüncelerini toparlamaya çalışarak annesine baktı. "Burak bana zarar vermez anne." "Verdi ya Hilal! Günlerce sustun, hastalandın, ölü gibi yaşadın ya kızım! Gitti o adam! Seni bıraktı Hilal. Günlerce geri gelmedi. Ya ileride de aynı şeyi yaparsa? Seven gider mi?" "Gider anne. Gerçekten nedeni varsa gider. Kanaya kanaya da olsa gider." "Neymiş bu gerçek neden? Bize söyle, biz de bilelim." "Seni ilgilendiren bir şey olsaydı söylerdim anne. Ama bu bizim hikayemiz. Bize özel!" Hilal'in kararlı sesi Melek'in ona uzun uzun bakmasına sebep olmuştu. Kızı, şu an babasına ne kadar çok benzediğini bilse ne yapardı acaba? Ela gözleri çakmak çakmak olmuş, bedeni savunduğu davadan asla vazgeçmeyeceğini haykırıyordu. Aklına, son zamanlarda sıklıkla olduğu gibi Ege düşerken Melek dişlerini sıktı. Güçlüymüş gibi görünmekten çok yorulmuştu. Onu özlemiyormuş gibi yapmaktan, keşke demekten... Mutfaktaki harareti dağıtan şey çalan zil sesi oldu. Hilal, kocaman açılmış gözlerini anneannesine dikerken yutkundu. "Tam vakti! Saat 10'da geleceğini söylemişti." "Anneanne az önce ne söylediğimi duymadın sanırım. Benim bir sevgilim var." dedi Hilal hararetli bir şekilde. "Duydum duydum. Sadece masum bir kahvaltı. Ne olacak?" "Burak, o masum kahvaltının niyetini öğrenirse... Neler olacağını hayal bile edemiyorum." "Nereden öğrenecek ki?" diyen ninesini duyan Hilal tüm sinirlerinin gerildiğini hissetti. "Ben söyleyeceğim. Onunla aramızda gizli bir şey olsun istemiyorum." "Bizimle aranda olabilir ama. Sevgilin olduğunu bile söylemedi..." Melek, kızının isyan dolu bakışlarını gördüğünde sustu. "Anlamanız için megafon alıp bağırmam kı gerekiyor? Ben Burak'ı seviyorum! Elini tutabilmek için bir sürü savaş verdim zaten. Siz de yapmayın lütfen. Bana güvenmek bu kadar zor olmamalı." Ela gözlere bakan Melek'in aklını bir sahne doldurdu. 'Ne işler karıştırıyorsun Ege? Ben o adamlardan hiç hoşlanmıyorum. Lütfen onlarla görüşme. Yalvarıyorum sana.' 'Ben ne yaptığımı biliyorum. Lütfen bana güven Meleğim.' Melek ona güvenmişti. Ve güvendiği o adam, 4 ay sonra onu boşayıp ortadan kaybolmuştu. "Anne? İyi misin?" Gözlerinin dolduğunu hisseden Melek başını salladı. Konuşmaya kalksa sesi çatlak çıkacaktı. Neden bu sıralar sürekli onu hatırlıyordu ki? Yıllarca profesyonel bir şekilde yok saymış, görmezden gelmişti. Peki şimdi ne değişmişti? 'Kızının aşkı sana onu hatırlatıyor. O ela gözler de senin için her şeyi yapardı. Hilal'in Burak için yaptıkları, Ege'nin senin için yaptıklarını hatırlatıyor.' İç sesinin söylediklerini yok sayan Melek, başını öne eğdi. Kadının canı çok ama çok yanıyordu. Zilin bir kez daha çalması üzerine Hilal, aceleyle anneannesine döndü. "Nine lütfen geleni geri gönderir misin?" "Sen gönder!" dedi Seher kesin bir dille. "Anneanne!" "Ben çocuğa yeterince mahçup oldum kızım. Bir de evimden kovamam. Ya sen gidersin durumu uygun bir dille anlatır 'Anneannem erkek arkadaşım olduğunu bilmeden size vaatlerde bulunmuş. Çok üzgünüm ama gider misiniz?' dersin ya da ben çocuğu evime davet eder, karnını doyurduktan sonra yolcu ederim." "Vaat diyor yaa! Ahh çıldıracağım." diyen Hilal sakinleşmek için derin bir nefes aldı fakat sakinleşmek şöyle dursun daha da çok öfkelenmişti. "Hiiç kızma torunum. Eğer bir sevgilin olduğunu söyleseydin tüm bunlar olmazdı. Bizden bunu sakladığına inanamıyorum." "Ben de, sizin benden babamı sakladığınıza inanamamıştım!" Hilal'in cümlesi, iki kadının da afallamasına neden olmuştu. Genç kız onlara bakarken konuşmaya devam etti. "Bu iş gerçekten de hiç iyi yerlere gitmiyor. Daha yeni yeni, uzattığınız zeytin dalını tutabilmişken Burak konusunda bana hesap sormamalısınız. Gerçeği saklamak için kendinizce haklı nedenleriniz olduğunu söylediniz. Benim de aynı haklı nedenlerim vardı. Sorgulamadan bu durumu kabul etmeniz hepimizin hayrına olacak." Öfkeli bir nefes alan Hilal, sert adımlarla kapıya doğru yürüdü. Kapıdaki her kimse buraya geldiğine bin pişman olacaktı. Çünkü genç kızın nazik davranmaya hiç niyeti yoktu. Annesine, anneannesine hatta hiç görmediği babasına duyduğu öfkeyle hızlıca kapıyı açtı. "Kusura bakmayın ama..." "Oooo. Dişlerinin arasından konuşmalar, alev alev yanan gözler falan... Ateşli ve sert kız en sevdiğim." "Sen..." diyen Hilal yaşadığı şoktan dolayı konuşamamıştı bile. "Ben... Yeni süs ağacınız. Tanıştığıma memnun oldum. Baktım kapıyı açmıyorsunuz dedim çatıdan halat sallandırıp camdan mı girsem? Sonra da daha ilk günden böyle alengirli işler yapmayayım düşüncesiyle vazgeçtim. Seher Ninem elbet açar kapıyı diyordum kiii... Kelebeğim açtı." "Seher Ninen? Nasıl yaa? Senin ne işin var burada Burak?" Yeşil gömlekli adam, dudaklarında kocaman bir gülümseme belirirken kıza göz kırptı. "Sevgilimi özledim geldim. Fakat bakıyorum da sevgilim beni özlememiş." "Sen olduğunu bilmiyordum ki!" "Kim zannettin?" Burak'ın sorusu üzerine Hilal kaşlarını kaldırdı. Demek beyefendi arkamdan iş çevirip anneannemle tanışmış ve benden habersiz kahvaltıya gelmişti ha? Dudaklarında bilmiş bir gülümseme beliren genç kız, kollarını birbirine kavuşturarak sağ omzunu kapının pervazına dayadı. "İşte anneannem de beni yakışıklı mı yakışıklı, beyefendi mi beyefendi birisiyle tanıştıracağını söylemişti. Ben de onu bekliyordum ama daha gelmedi. İstersen geç içeriye beraber bekleyelim." Burak, tek kaşını kaldırarak kıza baktı. Yaslandığı yerde doğrulan Hilal savunmacı bir şekilde konuştu. "Ne? Aklımdan binbir tane senaryo geçti Burak. Bana böyle bir şeyi nasıl söylemezsin." "Seher Nine ile anlaştık. Benim geleceğimi söylemeyecekti bir nevi sürpriz yapacaktık ama bu... Ne diye böyle bir şey söyledi sana?" diyen adamın sesi kızgın çıkmıştı. Böyle bir şeyin ihtimali bile sinirlenmesine neden olmuştu. "Onlara sevgili olduğumuzu söylemediğim için aklınca intikam almaya kalktı." Burak, başını hafifçe yana eğerek kızı incelemeye başladı. Bir süre sonra kısık bir sesle konuştu. "Yanlış insandan yanlış hamle. Öz baban konusunda onlara hâlâ kırgınken sana böyle bir şeyin hesabını sormalılardı." İçeriye bir bakış atan genç kız, üzgünce gülümsedi ve pişmanlıkla fısıldadı. "Sanırım ikisine de biraz sert çıktım. Özellikle... Anneme." Onun bu üzgün haline dayanamayan adam, birkaç adım atarak kızın yanına ulaştı ve uzanarak kendine çekti. Hilal, alışkın hareketlerle adama sokulurken gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Adamın kendine has kokusu iliklerine kadar işlerken, geriye ne üzgünlük ne de öfke kalmıştı. "Masayı merdivene kursaymışım keşke." Kapının diğer tarafından gelen alayla karışık sitemli ses ikilinin gülümsemesine neden oldu. "Torunun izin verirse geleceğim Seher Nine." diyen adam tüm suçu Hilal'e atmamışçasına gülerek geri çekildi. Onun bu hali, genç kızın adamın koluna bir tane geçirmesine neden olmuştu. "Valla Asena'm ben ömrü hayatımda senden yediğim kadar çok dayak yemedim var ya." diyen adam sanki kolu acımışçasına yüzünü buruşturuyordu. Gözlerini deviren Hilal, adamı kapıda bırakarak içeriye geçti. Ayakkabılarını alelacele çıkaran Burak, kızın yanından geçip Seher Nine'ye yönelirken farsça mırıldanmayı ihmal etmemişti. "اما آیا فقط یک لحظه در آغوش گرفتن از پشت نبود که جلوی سفر شما را به این اندازه بگیرد؟ آه زمان اشتباه جای اشتباه!" "Yalnız tam da böyle trip atmanı engellemek için arkadan sarılmalık bir an değil miydi? Ahh yanlış zaman yanlış yer!" Adamın cümlesi karşısında aniden duraksayan Hilal, gülüşünü saklamak için başını önüne eğdi. Burak'a hâlâ kızgındı. Bunları düşünürken adamın attığı kahkahayı duyduğunda hızla başını kaldıran Hilal, karşısındaki manzarayla mutlu bir nefes aldı. Sevdiği adam ve biriciği anneannesi ayaküstü koyu bir muhabbete dalmışlardı. İkisinin de gözleri gülüyordu. "Babana benziyor." Duyduğu cümleyle şaşıran genç kız, mutfak girişindeki annesine döndü. "Ne?" "Burak... Daha ilk gördüğüm gün bunu hissetmiştim. Saçma bir hüsnü kuruntu olduğunu düşünerek yok saydım. Fakat şu an karşımdaki sahne... Baban da, annemle böylesine iyi anlaşırdı. Annem onu olmayan oğlu yerine koymuştu. O ise, kaybettiği annesinin yerine. Burak'ın mimiklerine bakıyorum da... Sanki karşımda o varmış gibi. Sevdiğin adamın, sevdiğim adama -zamanında sevdiğim adama- böylesine benzemesi beni çok korkutuyor kızım. Burak'ın da sana kötü şeyler yaşatmasından korkuyorum. Şimdiden neler yaşattı!" Derin bir nefes alan genç kız, sevdiği adamı izlemeye başladı. Seher ile konuşan adam ise hafifçe başını öne eğip gülümsedi. Sevdiği tarafından izlendiğini bilen Alfa, bu durumdan oldukça memnundu. "Babamın nedeni neydi bilmiyorum ama... Onun nedenlerini biliyorum. Anlattı, haklı buldum ve affettim. Bana olan sevgisinden de gram şüphe duymuyorum. Yani anne... Onunla arama giremezsin. Onu kötü davranırsan da karşında beni bulursun." Annesini kapının yanında bırakan genç kız, önündeki ikilinin yanına yürüdü. "Ben kurt gibi açım. Kahvaltıya geçsek mi artık?" Onun, kurt kelimesini bastırarak söylemesi üzerine Burak sırıttı. "Yolu gösterin Asena Hanım." diyen adam, kızın kendini oturma odasına yönlendirmesiyle o tarafa geçti. Hilal yürürken bir yandan da adamı sıkıştırmayı ihmal etmedi. "Ne konuştunuz o kadar?" "Siz ne konuştunuz?" Burak'ın kendisine ciddi bakışlarla sorduğu soru Hilal'in ona bir bakış atmasına neden oldu. Adam, konuştukları konunun kendisi olduğunu ve nedenini adı kadar iyi biliyordu. Yine de bunu daha uygun bir zamanda konuşmak istediği için kızın sorusunu cevaplayarak, kendi sorduğu soruyu yok saydı. "Seher Nine'me aslında ona seherde açılmış bir demet gül almak istediğimi ama ona alırsam Melek Abla'ya da melek çiçeği almadan geçmeyeceğimi, onun da bu durumu riyakarlık olarak göreceğini ve hepimizin moralini bozacağını bu yüzden de çiçek yerine poğaça-simit aldığımı söyledim. En azından karnım doyar." Adamın nefes bile almadan kurduğu cümle karşısında Hilal şaşkınca güldü. Masaya oturan adama sevgi dolu bir bakış atan kız bariz bir mutlulukla sordu. "Biliyor musun?" "Neyi?" "Olric olduğunda seni apayrı sevdiğimi. İç sesini dışa vurarak, gözlerinde haylazlık parıltılarıyla konuşman... Ne kadar da yol katettiğimizi daha iyi anlamamı sağlıyor." Burak'ın dudaklarında kızınkine eş değer bir gülümseme belirdi. "Şu an dönüştüğüm adam... Çoğu zaman beni de şaşırtıyor. Sürekli gülerken buluyorum kendimi. Yabancı olduğum fakat bir o kadar da aşina hissettiğim bir duygu bu. O dolaptaki çocuk, artık özgür. Sayende!" İkilinin yoğun bakışlarını içeriye giren Melek bölmüştü. Toparlanan Hilal çaydanlığı almak için mutfağa yönelirken Melek, Burak'a onaylamayan bir bakış attı. Melek Gökmen, ikilinin ilişkisini oldukça zora sokacak gibiydi. 🦋 "Bundan da al evladım!" diyen Seher biber kızartmasını Burak'a uzattı. "Dama atılan pabucumun çıkardığı sesi duyan var mı acaba?" Hilal'in tripli çıkan sesi Burak ve Seher'in gülmesine sebep olsa da Melek hiçbir tepki vermemişti. Kadın, kahvaltının başından beri olduğu gibi sessizliğini ve suratsızlığını korumaya devam ediyordu. Bu duruma daha fazla dayanamayan Burak çatalını tabağının kenarına bıraktı ve önüne bakarak mırıldandı. "Melek abla biz siz değiliz." "Sen..." diyen kadın başını kaldırmış öfkeli gözlerle Burak'a bakmaya başlamıştı. Başını kadına çeviren Burak oldukça ciddi bakan gözleriyle ona baktı ve keskin bir sesle konuştu. "Geçmiştekinin bedelini bana ödetemezsin. İnan bana şu ana kadar onlarca bedel ödedim, geçmişten gelen başka bir hayaletin bedelini daha ödeyemem. Bana bunu yapmaya hakkın yok." Adamın sözleri karşısında bir anlığına mahcubiyet hisseden Melek sabahtan beri takılmış bir plak gibi kurduğu cümleyi söyledi. "Kızımı neden bıraktığına dair bir açıklama yaparsan..." Kadın, Burak'ın başını iki yana sallaması üzerine cümlesini tamamlayamadı. "Ben yapmam gereken açıklamayı kızına yaptım. Sana hiçbir açıklama yapmak zorunda değilim. Bu bizim hayatımız. Sen sadece seyirci olabilirsin. Ve herkes bilir ki seyirci sadece izleyicidir. Senaryoda hiçbir etkileri bulunmaz. Yalan söylemeyeceğim. Atlatmamız gereken sorunlarımız var. Dahası da çıkacaktır karşımıza. Düşeceğiz, hatta belki de birbirimizi düşüreceğiz... Fakat bu düşüşlerden birlikte kalkacağız. Garantisini verebileceğim tek bir şey var. Ne yaşanırsa yaşansın ben Kelebeğimin elini bırakmayacağım. O da aynı şekilde. Senin bu davranışların kızınla aranı açmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Biz buralara gelebilmek için çok acılar çektik, çok şeyler yaşadık ve senin iki söylemin bizi ayıramaz." "İkiniz de benzer cümleler kurdunuz." diye mırıldandı Melek. Burak, Hilal'e baktıktan sonra tebessüm etti. "Aynı hisleri hissettiğimizdendir." Adamın bu cümlesi Hilal'in de tebessüm etmesine neden olmuştu. "Melek abla... Kızını korumaya çalışıyorsun. Anlıyorum! Ama onu benden koruma lütfen. Şu ana kadar yaşananlarla iyi bir izlenim bırakmadığımın farkındayım fakat ben sadece onu korumaya çalışıyordum." "İşte sorun da burada ya... Kızımı neyden korumaya çalışıyordun?" Başını öne eğen Burak ayağını hafifçe sallamaya başlamıştı. Kısa süre sonra istemeye istemeye mırıldandı. "Korkularımdan..." "Bu ne demek?" Annesinin sorusunu duyan Hilal memnuniyetsizce mırıldandı. "Biliyordum böyle olacağını. En dibe kadar inmeye çalışacaksın anne. O sorunun peşine başka soru, sonra da başka derken... İnmemen gereken derinliğe ineceksin." "Cevap vermek zorunda değil!" dedi Melek. Bunu duyan Burak alayla güldü. "Niye güldün?" "Niye mi güldüm? Melek abla ben senin aksine Hilal ikimiz arasında kalmasın diye her şeyi yaparım. Ama bu her şeyin de bir sınırı var. Farkına varmadan yaralarımı eşeleyip duracaksın ve ben bir yerden sonra susmayacağım. 'Karşımda sevdiğimin annesi var, sakin olmalıyım!' diyemeyeceğim. Çünkü içimdeki yaralı kurt bir kere dışarı çıkınca karşısındakinin kim olduğuna bakmıyor. Direkt saldırıyor. Sandığının aksine... Hilal, beni senin saldırılarından korumuyor. Benim saldırılarımdan seni koruyor! Eşelersen misliyle karşılık veririm ve o bunu çok iyi biliyor. Rica ediyorum benimle senin aranda kalmasına izin verme. Ondan annesini alan kişi olmak istemiyorum." Melek, son duyduklarıyla kaşlarının istemsizce kalktığını hissetti. "Öyle bir durumda seni seçeceğinden eminsin yani?" "Öyle bir durumda seçim yapmasına izin vermeyeceğim. Gerekirse ömrü hayatımızda bir daha seninle görüşmeyiz ama onun annesiyle iletişimini kesmemesi için her şeyi yaparım." Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme beliren adamın gözleri boşluğa dalarken kısık bir sesle devam etti. "Kanadı olmayan bir kuş uçamaz, uçamıyor. Olanca hızıyla betona çakılıyor ve bu çarpmanın hasarını hiç kimse iyileştiremiyor. Onlarca uçan kuşun arasında uçamadıkça, diğerleri gibi olamadıkça herkese/her şeye öfkeleniyor. İçinde canım yanıyor beni görün çığlıkları atarken, dışına hiçbirini yansıtamıyor. Sanki yansıtsa ne olacak ki? Değişen hiçbir şey olmayacak. İnsanların acıma dolu bakışları hariç..." Burak'ın acı dolu sözleri masada ölümcül bir sessizliğin oluşmasına neden olmuştu. Hilal, adamın bacağının üstünde duran eline uzandı ve sıkıca tuttu. Genç kızın bu hamlesi, adamın gergin olan bedeninin gevşemesini sağlamıştı. Masadaki gerginliği hisseden adam onlara bakarak konuştu. "Kahvaltıya diye toplandık adam akıllı bir lokma bile yiyemedik. Bırakalım şimdi bu konuları. Yemekten sonra geniş geniş konuşuruz." Burak'ın sözleri üzerine herkes anlaşmış gibi çatalı eline almıştı. "Her yerde Alfa'lığını konuşturuyorsun. Sözün emir niteliğinde." diye fısıldadı genç kız adamın kulağına doğru. "Cık! Millet konunun ağırlığından kaçmaya çalışıyor." diye karşılık verdi Burak da aynı fısıltıyla. Genç kız, geri çekilerek gözlerini kıstı. "Gerçekler. Şakaya vursan da vurmasan da..." "Olric gitti ketum Alfa geldi." diyen genç kız gözlerini devirerek çatalını eline aldı. Onun bu hamlesi adamın gülümsemesine neden olmuştu. Sevdiğini gülümsetmeyi başarmanın mutluluğu içindeki Hilal, büyük bir iştahla tabağındakileri yemeye başladı. 🦋 Kalan dakikalar havadan sudan sohbetlerle geçmişti. Şaşırtıcı bir şekilde Melek de birkaç yerde muhabbete dahil olmuş, hatta birkaç muhabbeti de kendisi açmıştı. "Ayy! Tüh gördün mü işi?" Seher'in yakınması üzerine tüm masa ona döndü. "Ne oldu anneanne?" "Bunu nasıl unutabildim? Dur dur geliyorum şimdi." diyen kadın alelacele yerinden kalktı. "Ne oldu şimdi? Neyi unuttu ki?" diyen Melek meraklı gözlerle, mutfağa giden kadının peşinden bakıyordu. Bir süre sonra anneannesinin elinde kahvaltılık tabağıyla geldiğini gören Hilal kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Hayır! Hayır. Lütfen düşündüğüm şey olmasın. "Sen nasıl bunun yokluğunu fark etmezsin torunum." diyen anneannesini duyan Hilal müdahele etmesi gerektiğini bilse de çok geç kalmıştı. "Bizim kız incir reçeline bayılır. Sen sever misin oğlum?" Tabağı masaya bırakan kadın kapağı açtı. Burak, kilitlenmiş bir şekilde kaseye bakıyordu. "Reçel bitmiş ben de kavanoz açmak zorunda kaldım. Allah'tan bu seferki kolay açıldı. Bu kavanozları neden biz yaşlıların açacağı şekilde tasarlamamışlar?" O da yıllar önceki o lanet günde aynı isyanda bulunmuştu. Kavanozu neden çocukların açacağı şekilde yapmadıklarını sormuştu kendi kendine. O gece o kavanozu açabilse her şey daha farklı olabilir miydi? Ya da o kahvaltılık tabağında reçel olsaydı... Burak gecenin bir yarısı reçel için uyanmamış olsaydı. Reçele bakan adam, kendisine seslenen kızı duymuyordu. Orada değildi ki! Yıllar önceki o geceye dönmüştü tekrardan. Kulaklarında reçel kavanozunun kırılma sesi yankılanırken, annesinin kalbine sapladığı bıçak doldurdu aklını. O saçma reçel sevdası olmasaydı o bıçak asla orada olmazdı. 'O bıçak orada olmasaydı, adamlar söylediklerini yaparak annene tecav...' "SUS!" Burak'ın tepkisi Melek ve Seher'in şok içerisinde ona bakmasına sebep olurken Hilal, titreyen elleriyle adamın başını kendisine çevirdi. "Beni dinle. Bana bak! Ben buradayım. Benimle kal Alfa'm. Yalvarırım." Adamın boş bakan bakışları, kızarmış elaları gördüğünde acıya büründü. Gözlerini kapatan Burak, yanaklarındaki ellerin varlığıyla sakinleşmeye çalıştı. Kapalı gözlerinden birer damla yaş düştüğünü hissettiğinde kesik bir nefes aldı. Ömrünün sonuna kadar o günde hapsolacaktı. Hep bir şeyler onu tetikleyecek ve yine o güne dönecekti. Uyanıkken kabus görmekle kalmayacak, ayıkken de kabus görecekti. "Keşke o günü silebilseydin." diye fısıldayan Burak gözlerini açarak kaybolmuş gözleriyle karşısındaki kıza baktı. Kelebeğinin yanağındaki yaş izlerini gördüğünde dudaklarında acı bir gülümseme beliren adam, hüzünlü bir şekilde iç geçirdi. "Ya da dileğimi düzeltiyorum. Keşke seni ağlatıp durmasam." Genç kızın gözlerine bakan Burak'ın bakışları masadaki reçele, düşünceleriyse o güne gitmemek için yoğun bir çaba harcıyordu. Seher ve Melek'in kendisini izlediğinin bilincinde olan adam, bu aciz hâlini daha fazla göstermek istemediği için yanağının üzerindeki elleri tutarak yavaşça aşağı indirdi. Çatlayan sesiyle "İzninizle... Ben bir yüzümü yıkayıp geliyorum." diyerek ayağa kalkan adam, genç kızın ruhunu gören bakışlarından uzaklaşmak istercesine hızla odadan çıktı. Bilmediği evin girdiği holünde açık kapı sayesinde banyoyu bulan Burak, nefes almaya çalışarak kendini içeri attı. Avuçlarını lavabonun kenarına dayayan adam, aynada gördüğü acı dolu kızarmış yeşillerle gözlerini kapattı. Başını öne eğerken hayatında bir gününü normal yaşayamayacağından artık emindi. Bugünün sıradan bir tanışma olması gerekiyordu. Sıradan bir pazar kahvaltısı... Toparlanmaya çalışan Burak, nefes alış-verişlerini zorlukla düzene soktu ve musluğu açarak soğuk suyu yüzüne boca etti. An'da kalmak için ultra çaba harcıyor, bu günü zehir etmemek içinse ultra büyük bir istek duyuyordu. Banyonun kapısının açıldığını duyduğunda başını kaldırarak gözlerini açtı. Aynadan gördüğü kızla bir süre bakışan adam, ona hüzün dolu bir tebessüm gönderdi. Hilal, adamın aklından geçenleri biliyordu. Adam, her zamanki gibi kendi derdinden geçmiş Hilal'i düşünüyordu. Ona daha iyi bir sevgili olamadığı için pişmanlık duyuyordu. Başını 'Öyle değil. Asla böyle düşünmüyorum.' dercesine iki yana sallayan genç kız, yavaş adımlarla sevgilisinin yanına yaklaştı ve alnını onun sırtına yasladı. Bu temas, Burak'ın tekrardan gözlerini kapatmasına neden olmuştu. İkili bir süre öyle durdular. Burak düşündüğü onlarca şeyi düşünmüyormuş gibi yaptı, Hilal ise kalbindeki ağır sancı yokmuş gibi davrandı. Birlikte oldukları sürece gerisi önemsizdi. Bir şekilde, çok zor da olsa her şeyin üstesinden geleceklerdi. Fakat bunun için zamana ihtiyaçları vardı. Oldukça uzun bir zamana... 🦋 Masaya geri döndüklerinde reçel tabağının yerinde yeller esiyordu. Seher ve Melek hafif merak barındıran endişeli gözlerle Burak'a baksalar da herhangi bir soru sormadılar. Kahvaltının son demleri de yaşanan olayla sona ermiş, masada çay faslı süregeliyordu. Burak konuşandan dinleyici moduna geçmiş, etrafında dönen bariz bir zorakilikle yapılan havadan sudan muhabbeti dinliyordu. En sonunda bu duruma dayanamayan adam, ortaya bombayı bıraktı. "Ben 11 yaşındayken, annem ve babamı... Öldürdüler." Elindeki çay bardağını yavaşça masaya bırakan Seher, hüzün dolu bakışlarıyla Burak'a bakmaya başladı. Şahit olduğu telefon konuşmasından dolayı adamın acı bir geçmişi olduğunun fark etmişti. Yine de duyduğu gerçek içini acıtmıştı. Melek ise böyle bir şey beklemediğinden şok dolu bir sesle "Ne?" diyerek tepki verdi. "Anlatmak zorunda değilsin, biliyorsun." diyen Hilal ile tüm başlar ona döndü. "Öyle ya da böyle öğrenecekler Hilal. Ha bir gün önce, ha bir gün sonra ne fark eder?" diye mırıldanan Burak bakışlarını, dakikalar önce incir reçelinin olduğu noktaya dikti. "Ben, kendimi bildim bileli incir aşığıydım. Onlarla... Birçok şey gibi bu sevda da öldü." "Ben özür dilerim yavrum. Bilseydim..." Burak, Seher'e hafifçe tebessüm etti. "Bilmen imkansızdı." Melek, konuşmak için ağzını açmıştı ki geri kapattı. Bu durumu fark eden Burak bakışlarını ona çevirdi. "Niye sustun Melek abla?" Melek, bir süre önüne baktıktan sonra düşünceli gözlerini adama çevirdi. "Sıla aileni kaybettiğini söylemişti ama böyle bir şey beklemiyordum. Yaşadığınız sorunlar... Bu durumla mı ilgiliydi?" Burak, yavaşça başını salladı. "En büyük etken. Asker olmam da tuzu biberi." "Peki ya hiç... Bu mesleği bırakmayı düşünmedin mi?" Melek'in sorusu üzerine Burak'ın dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirdi. "Düşündüm." Adamın ciddi çıkan sesi karşısında Hilal şaşkınca ona baktı. Lafzen değildi. Burak gerçekten de bunu düşünmüştü. Daha öncesinde de buna benzer bir diyalog yaşamış olsalar da Hilal adamın böyle bir ciddiyetle bu konuyu düşündüğüne ihtimal vermemişti. "Tamam da... Sen başka türlü yapamazsın ki. Sen bırakmak istesen de ben izin vermem." dedi genç kız ömrünü vatanına adamış olan adama bakarken. "İstesem de bırakamayacağım zaten Hilal." "İstemiyorsun da!" dedi Hilal kesin bir dille. İkili bir süre bakışlarıyla bunun savaşını verdiler. Burak'ın askerliği bırakamama nedeni, anne ve babasına benzeyecek olmalarından daha öte bir şeydi. O vatanını, insanları korumayı/kurtarmayı çok seviyordu. Ve Hilal, sevdiği adamdan sevdasını almayacaktı. Her operasyona gittiğinde kalbi ağzına da gelse, endişeden ölecek gibi hissetse de ondan böyle bir seçim yapmasını istemeyecekti. Burak'ı sevme nedenlerinin başında, vatanına olan aşkı gelirken, nasıl kendisi için vatanını bırakmasını isteyebilirdi ki ondan? "İstesen de neden bırakamazsın?" Melek'in sorusu üzerine Hilal, bıkkın bir şekilde ona döndü. "Anne, Burak'ı sorgulamayı keser misin artık?" "Bu sorgulama değil. Merak ediyorum ve tanımak için de sorular soruyorum. Neden her söylediğim üzerine bana saldırıyorsun Hilal?" "Çünkü itina ile hassas noktadan vuruyorsun Melek abla." Burak'ın söylediği cümle üzerine kadın ona baktı. Burak iç geçirerek konuşmaya devam etti. "Şunda bir anlaşalım mı? Ben sizin hep hayal ettiğiniz damat adayı değilim. Bana sorduğunuz herhangi bir soru, beni bambaşka zamanlara sürükleyebilir. Mesela bana 'Filanca günde biz bunu, yapıyorduk sen ne yapıyordun?' diye sorarsın, sana 'Ben o gün dağda kardeşlerim şehit olmasın diye çarpışıyordum. Şu kadar silah arkadaşımı kaybettim." diye cevap veririm. Öncelikle bu durumu kabullenmeniz, hepimizin yararına olur. Sizin hayatınız ve benim hayatım arasında kocaman bir uçurum var. Siz sergilere/davetlere giderken, ben siz yaşamınıza devam edin diye terörist avlıyordum." Melek, Burak'ın söyledikleriyle başını öne eğdi. Şu zamana kadar bir askerle veya bir polisle tanışma şansı olmamıştı. Onların böylesine ağır şeyler yaşadığını hep bilse de bizzat karşısındakinden duymak bambaşkaydı. "Bunda anlaştıysak..." duraksayan Burak önce Seher'e sonra da Melek'e baktı ve arkasına yaslanarak anlatmaya başladı. "Annemin adı Dilek'ti. Öğrencilerini çok seven bir edebiyat öğretmeniydi. Çoğu zaman öğrencilerini o kadar çok sevmesi, benden büyük abileri ablaları kıskanmama neden olurdu. Bu yüzden de hep yaşımdan büyük işlere kalkışırdım. Annem öğrencilerinden birinin çok güzel şiir okuduğunu söylediği için 4,5 yaşında ilk şiirimi ezberlemiştim. Evdeki ses cihazına annem şiiri okurken kaydetmiştim. Türkçe sözlerini ezeberlemem kolay olsa da... Şiir aslen Macarcaydı ve ben dilimin bile zor döndüğü o şiiri dinleye dinleye ezberlemiştim. 5 yaşındayken de okuma yazma öğreneceğim diye tutturmuştum. Yani liselilerle yarışacaksam okuma yazma bilmem gerekliydi değil mi?" Burak'ın anlattıkları masadakilerin gülümsemesine neden olmuştu. "6 yaşında gayet de güzel yazı yazıyordum. Çünkü annem sınav kağıtlarını okurken bir öğrencisinin güzel yazısını övüp duruyordu. Ben de kitaplardaki yazılardan baka baka boş deftere geçiriyor, eğri büğrü yazımı düzeltmeye çalışıyordum. Sonrası malum. Sürekli kitap okuyor, annemle o kitabı tartışıyordum, şurası böyle olsaydı daha iyi olabilirdi diye. Ne de olsa öğrencileriyle öyle yapıyordu." "Senin senaryo yeteneğin o zamanlardan kalma yani." Hilal'in şakacı sesi karşısında sırıtan Burak, başını aşağı yukarı salladı. "Bu cephede günler böyle geçerken diğer tarafta babam vardı. Kendisine benzediğim." Genç adam son iki kelimeye fısıldayarak söylemişti. "Babamla ilişkim anneminkinden farklı değildi. Babamın adı Yiğit'ti. Bu dünyada adının hakkını böylesine veren birisine rastlamadım. Asla da rastlayamayacağım. Babam benim örnek aldığım kişiydi. Annem de öyleydi ama babam daha bir farklıydı. Aynı gözlere/mimiklere, aynı karaktere sahip olmamızın bunda büyük etkisi vardı. Babamın kopyasıydım. O ne yaparsa, salise bile geçmeden aynısını kopyalardım. Onun sözü benim için kanundan farksızdı. Tüm dünya 'Bu böyle değil!' dese, babam 'Bu böyle.' dese ben babama inanırdım. Ağzından çıkacak iki kelimeye bakardı her şey. O isterse sevdiğim şeyden bile vazgeçebilirdim. Bana sahip olduğum vatan aşkını aşılayan kişi o'dur. Çocukken tek hayalim... Onun gibi birine dönüşmekti." Yanında oturan sevdiğine bakan adam, boğazındaki yumruyu geçirmek istercesine yutkundu. "Dönüştüm de... Ondan öğrendiğim sevgiyle Hilal'i seviyorum. Onun aşıladığı sevdayla vatanımı koruyorum. Yaşasaydı, ona böylesine benzediğimi görseydi eminim ki benimle gurur duyardı." Sesi titreyen adam başını öne eğerek derin bir nefes aldı. "Ben, babamı yıllarca spor salonu işleten ve vatanını çok seven birisi olarak bildim." "Ama?" diye sohbete dahil olan Seher gelecek cevabı merakla bekliyordu. "Aslında babam eski bir askermiş. Eski bir MİT ajanı. Ben doğunca iznini istemiş." Melek'e bakan Burak dudaklarındaki hüzünlü tebessümle devam etti. "O izin hiçbir zaman istenmiyor be Melek abla. Askeriyeden isteniyor ama kalpten istenmiyor, vicdandan istenemiyor. Bir şeyleri değiştirebilecek gücün olduğunu bildiği halde hiçbir şey yapmadan duramıyor bizim gibiler. Belki tüm dünyayı kurtaramam ama bir kişinin tüm dünyasını kurtarabilirim düşüncesiyle nefes alıyoruz biz. Babamda da durum farksızdı. MİT'i bıraktıktan yıllar sonra verilen görevi reddedemedi, birçok insanı kurtardı fakat..." Başını öne eğen Burak cümlesinin devamını getiremedi. Hilal ise yanındaki adama bakarken ne kadar yol kastettiklerini bir kez daha fark etmişti. Burak, ona bu hikayeyi anlatırken 'O göreve gitme sebebi benim. Ben öyle demeseydim belki göreve gitmezdi.' diyerek kendisini suçlamıştı. Fakat artık salt gerçekleri görmeye başlamıştı. Yaşananların en ufak bir kırıntısı bile onun yüzünden değildi. 🦋 "Burada da yeni aldığı bebeği yanına almış, uyuma numarası yaparken 'Bizi çek anne!' diye bağırıyordu. Gerçi sonradan gerçekten de uyuya kaldı." Burak, gülümseyen gözlerle albüme bakarken gözüne ilişiği fotoğrafla yanındaki Melek'e doğru döndü. "Peki ya burada?" Küçük Hilal, gözleri kıpkırmızı bir şekilde kameranın kadrajına bakıyordu. Resmin öncesinde çok ağladığı belliydi. "Onun hikayesi ayrı garip. Hilal, lise zamanında bu fotoğrafın hikayesini öğrendiğinde o günü hayal meyal hatırlamış ve Psikolog olmaya karar vermişti. Onun için oldukça önemli bir adımdı, bu yüzden albümden çıkartmıyor." "Çok ağlamış ama..." diye mırıldanan Burak'ın sesi üzgün çıkmıştı. "Ooo. Birileri sevgilisine hiç de kıyamazmış." Seher'in muziplikle dolu sevecen sesi karşısında Burak yeşillerini elalarla buluşturdu. İkilinin gözleri uzun süre kenetlendiğinde Melek gülerek onlara baktı ve takılarak sordu. "Biz kalkalım isterseniz?" "Hayır demem!" diyen Burak ile Hilal'in gözleri kocaman olmuştu. "Burak!" "Ne?" diyen adam, kızın kızaran yüzünü fark ettiğinde yüksek sesle bir kahkaha attı. Kahkahası sona erdiğinde dalga geçmek için ağzını açmıştı ki Hilal dişlerinin arasından konuştu. "Bunun bedelini fena ödetirim!" "Asena mı geliyor? En sevdiğim!" diyen adamın dudaklarında ima dolu bir gülümseme vardı. "Off. Seninle uğraşamayacağım şu an. Meyveni yediysen çıkabilirsin." "Çıkışa gel diyorsun yani. Oluuur." Esef dolu bir şekilde iç geçiren Hilal, gözlerindeki muzip bakışlarla konuştu. "Neydi benim günahım?" "Kurt'un inine girmek." Ailesinin karşısında flörtleştiği için delirdiğini düşünen Hilal, buna devam etmekten kendini alamadı. "Yaa sorma. İlk başlarda hiç de misafirperver değildi o kurt." "Öyle mi diyorsun? İnine girmene izin vermiş ama." "Zorla girdim!" dedi Hilal gözlerini kısarak. "Çıkarmamış ama?" derken Burak'ın sesi tereddütlü çıkmıştı. Hilal'in alaylı kahkahası bu tereddütünde ne denli haklı olduğunu gözler önüne sermişti. "Bu mecazı sonlandıralım en iyisi." diye mırıldandı adam. "Bence de. Sen zararlı çıkarsın. Her zamanki gibi." diyen Hilal'in dudaklarında ukala bir gülümseme belirmişti. "Demek çıkarmaya kalksan da benim inatçı torunum çıkmadı?" Seher'in meraklı sesini duyan Burak ona döndü. "Doğru söyle Seher Nine. İkimizin hikayesini deliler gibi öğrenmek istiyorsun!" "Sağlam bir hikayeye benziyor." diyerek araya giren Melek'in sözleri, onun da aynı meraka sahip olduğunu ispatlamıştı. "Kesinlikle! Anlatırsam beni sağlam dövebilirsiniz." dedi Burak yarı alay, yarı hüzünle. "Buna inanmıyorum." Melek'in keskin sesi ona bakmalarına neden olmuştu. "Neye inanmıyorsun?" diye soran kişi Hilal'di. "Kızımı, hep üzmüş gibi konuşuyorsun Burak." "Üzdüm çünkü." diyen Burak'ın modu düşmüş, sesi kısık çıkmıştı. "İnanmadığım şey bu işte. Hilal'i sadece üzmüş olsaydın şu an burada olamazdın. Kızım kendisini mutlu etmeyen birini sevmezdi. Sevse bile, vazgeçmesi gereken yeri bilirdi. Demek ki onu mutlu etmişsin. Senin savaşmaya değer olduğuna inanmış ve bu yüzden de tüm gücüyle savaşmış." Melek'in sözleri Burak'ın gülümsemesine neden oldu. "Sanırım artık beni taşlamayacaksın Melek abla?" "İlk tanıştığımızda senin kızımı sevdiğini anlamış ve sana karşı olan duvarlarımı indirmiştim. Fakat son olanlar, haliyle sana karşı önyargımı geri getirdi. Bugün yaşananlar ise.. Aranızdaki bağı görüyorum Burak. Kör değilim. Senin kötü biri olmadığın da ortada. Bu yüzden, size güvenmeye karar verdim." "Olması gereken de bu zaten." diyen Burak ileri gittiğini bilse de konuşmaya devam etti. "Zamanında birinin seni engellemesini ister miydin?" Soru karşısında kesik bir nefes alan Melek, hiç duraksamadan "İsterdim!" diye yanıtladı. Burak, kadının kahverengi gözlerinin bambaşka bir hikaye anlattığının bilinciyle konuştu. "Dürüst olmalısın! Bana olmasan da... Kendine karşı dürüst olmalısın." Acı bir şekilde gülen Melek, başını iki yana salladı. "Dürüstlük hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Yalanlarla iyi böyle." Melek'in cevabı yıllar önce kendisini bırakanı hâlâ sevdiğini kanıtlar nitelikteydi. Kadın da bunun farkında olacak ki konuyu değiştirdi. "Bu fotoğrafın hikayesini öğrenmek istemiyor muydun sen?" Kadının yönlendirmesine ayak uyduran Burak, tekrardan fotoğrafa baktı ve merakla kadına döndü. "Hilal burada 7 yaşındaydı. O zamana kadar da hep bazı şeyleri hissederdi ama empati yeteneğinin ne denli güçlü olduğunu kanıtlayan şey bu olay olmuştu." "Saçma mı gelir bilmiyorum ama... Hâlâ kalbimde aynı sızıyı hissediyorum. Gerçekten de çok üzülmüştüm." Hilal'in konuşmasından hiçbir şey anlamayan Burak, soru dolu gözlerle ona baktı. Melek'in anlatmaya başlamasıyla da ona doğru döndü. "Bir gece, sabaha karşı Hilal ateşlendi. Ne olduğunu da anlamadık, sürekli ağlıyordu. En sonunda ateşini düşürdük oldukça huzursuz bir uykuya daldı. Birçok kere uyandı geri uyudu falan öyle sabahı ettik. Sabah erkenden kalktı, televizyonun başına geçti. Ateşi yoktu ama mızmızlığı devam ediyordu. Bir süre sonra yine ağladığını duyarak apar topar yanına gittim. Bir eli kalbinin üzerinde diğeriyle de televizyonu işaret ediyordu. Sürekli de 'Tek kurtulan oymuş. Yalnız mı kaldı şimdi? Ama havalar soğudu üşür şimdi dışarıda.' deyip duruyordu." "Ne? Kim?" diye sordu Burak. "Ben de aynı durumdaydım. Sonra haberleri gördüm..." "Hilal'in bir kuşu vardı. Onu kaybedeli çok kısa süre oluyordu. O haberin onu bu denli etkilemesinin asıl nedeni buydu bence." diyerek araya girdi Seher. Burak, anlamaya çalışan bakışlarını bir ona bir diğerine çeviriyordu. "Olabilir. Ama bayâ etkilendi bu olaydan. Günlerce uykusundan ağlayarak uyandı. Uyumak istemiyorum diye huzursuzluk yapıp durdu. Uzun bir süre bu haldeydi. O günden sonra haber falan açmasına izin vermedim." "Neden..." diye soran Burak başına giren ağrıyı hissederek derin bir nefes aldı. Aklında sürekli 'Tek kurtulan oymuş, havalar soğudu.' cümleleri yankılanıyordu. Hilal 7 yaşındayken Burak 11 yaşındaydı. Bahsedilen haber... "Sen de küçüktün o zamanlar, hatırlar mısın bilmem. Sakarya'da bir olay olmuştu. Korkunç bir vahşet. Büyük, küçük ayrımı yapılmaksızın bir mahalle dolusu insan katledilmişti. Ülke'de hatta Dünya'da büyük çaplı bir yankıya neden oldu bu durum. O olaydan sadece tek bir kişi kurtulmuştı. 1 çocuk! Burnu bile kanamamış yavrunun, ailesi onu korumuş/kurtarmış. Yani haberlerde öyle deniyordu. İşte Hilal'in ateşlendiği gece o olay yaşanmış. Sabahında haberlerde böyle bir şey görünce de huysuzluğu arttı. Herkes ölenler için yas tutarken, Hilal'in dediği ilk şey 'O çocuğa ne olacak?' olmuştu... O çocukla empati yapmıştı." "Empati değildi anne. Yani... Bilmiyorum neden öyle olduğumu ama küçük olmama rağmen hatırlıyorum. Böyle nefesim kesilmişti. Hani ciğerlerini üşüttüğünde nefes alıp verirken bir acı saplanır, tam nefes alamazsın ya onun gibi bir şeydi. Canım çok yanmıştı. Sanki gerçekten çok kötü bir şey olmuş ve ben..." Hilal, bir anda sustu. Beyni parçaları birleştirirken, elleri o parçaların birleşmemesi için ayırıp duruyordu. Nefes alış-verişi hızlanan kızın tüm bedeni titremeye başladı. 17 yıl önce, Sakarya, ailesinin kurtardığı çocuk... Gözleri dolan genç kız, yeşil gözlere bakmaya korkarak öylece durdu. Bu olamazdı... O olamazdı. Öyle bir vahşete şahit olmuş olamazdı. Öyle bir acıyı yaşamış olamazdı. Hissettiği vicdan yükü 32, minik Güneş ile 33, insanın arasından kurtulduğu için olamazdı. Bu kadar büyük olamazdı. Olmamalıydı! "Sanki gerçekten çok kötü bir şey olmuş ve sen hissetmişsin gibi." Odada yankılanan acı dolu fısıltıyı duyan Hilal'in ağzından bir hıçkırık koptu. Ellerine bakan kız acıyla fısıldadı. "Hayır hayır. Bu değil. Böyle değil. Sen olamazsın. Sen olma! Öyle bir acıyı yaşamış olma. Bu çok fazla Alfa'm. Çok fazla." Genç kızın ona bakmamaya çalışarak hıçkırmaya başlamasıyla titrek bir nefes alan Burak, yalpalayarak ayağa kalktı ve kızın yanına yaklaştı. Melek ve Seher şaşkınlık dolu gözlerle birbirlerine baktıktan sonra ayağa kalktılar ve odadan dışarı çıktılar. Burak bu durumu farkına bile varmamıştı. Aklındaki tek şey sevdiğiydi. Tekli koltukta oturan kızın yanına ulaşan Burak, elleriyle yüzünü kapatmış Hilal'in önünde tek dizinin üstüne çöktü ve usulca fısıldadı. "Gözyaşlarının çok canımı acıttığını daha önce söylemiş miydim?" Adamın sesini duyan Hilal ellerini indirmeden mırıldandı. "Onca acıya tek başına katlanmış olman da benim canımı yakıyor." "İnan bana seni bu halde görmek daha çok canımı yakıyor. Bana bakar mısın Sevdiğim?" Hilal, başını iki yana salladı. Bir süre sonra ellerini tutan Burak ile kayıtsız kalamayan kız, adamın ellerini yüzünden çekmesine izin verdi fakat gözlerini açmadı. "Kelebeğim bana bakar mısın?" Sevdiğinin yalvarırcasına çıkan sesiyle gözlerini açan Hilal adamın yeşil gözlerini gördüğünde tekrardan hıçkırdı. "Ben bunu nasıl telafi edeceğim? Yokluğumda, acıyla geçen o günlerde açılan yaralarını nasıl iyileştireceğim? Yaşadığın acıları nasıl silebileceğim? Sana nefes aldırmayan tüm o şeyleri nasıl unutturacağım?" Gözlerini bir süre kızarmış elalarda gezdiren adam fısıldadı. "Kapat gözlerini." "Ne?" "Kapat gözlerini." diye tekrarladı Burak yumuşak bir sesle. Hilal, dediğini yaparak gözlerini kapattığında ona doğru yaklaşarak kızın önce sağ gözüne sonra da sol gözüne ufak bir öpücük bıraktı Burak. Adam geri çekilirken, Hilal eş zamanlı olarak ela gözlerini açtı ve ona baktı. Aklına hastane odasında yaşanan sahne gelirken Burak hafifçe tebessüm etti. "Bak gördün mü? Sustun!" Genç kız, hiçbir şey söylemeden kızarmış yeşil gözlere bakarken Burak sevgiyle ona baktı. "Aylar önce gözlerimi öptüğünde bana küçükken düştüğümüzde, sevdiklerimizin acısını unutalım diye yaralanan yeri öptüklerini ve kabus görmeyeyim diye de gözlerimi öptüğünü söylemiştin. İşe yaradı! Sen yokken hâlâ kabus görmeye devam etsem de... Sen varken asla kabus görmüyorum. Sen varken gülebiliyorum, kahkaha atıyorum. Benliğimi öylesine ele geçirdin ki artık sen yokken de gülebiliyorum. Sen değil miydin saatler önce bana ne kadar yol katettiğimizi söyleyen? Benim için her şeyi yaptın zaten. Daha ne yapabilirsin ki Kelebeğim, gözlerindeki yaşı silmekten başka?" "Ben... Bana niye söylemedin?" diye sordu Hilal kısık bir sesle. "Yaşananlar o zaman çok ses getirmişti. Şimdi bile herhangi bir olay olduğunda Hayalet Mahalle olayını tekrardan gündeme getiriyorlar. Ailesinin ölümünü görmüş bir çocuk olmak başkaydı, 32... Kardeşimle beraber 33 kişinin öldüğü bir olayın en büyük kurbanı olmak bambaşka. Duyduğunda bu hâle geleceğini tahmin etmiştim. Tahmin etmediğim şey..." Duraksayan Burak inanamaz gözlerle kıza baktı ve devam etti. "Senin benim için bu kadar gözyaşı dökmüş olabileceğindi. Gerçekten de bu olaydan dolayı mı psikolog oldun?" Hilal, başını aşağı yukarı salladı. "Ruhunun iyileşmesine ihtiyacı olan kişileri iyileştirmek istedim." "Ve geldin beni buldun?" diyen adam konuşulan konunun ağırlığını almak istercesine muzip bir ses tonuyla konuşmuştu. "Sen beni bulmadın mı?" diyen Hilal de onun bu oyununa ayak uydurdu. "Immm. Bilmem ki... Bence biz bir gün Efe'yi ziyarete gidelim. O olmasaydı o gün karşılaşamazdık." diye mırıldanan adam parmaklarını kızın yanağında gezdirerek gözyaşı izlerini sildi. Karşısındaki adamın en büyük tesellisin, sevdiğinin mutlu olması olduğunu anlayan Hilal, kaşlarını yukarı doğru kaldırdı ve bilmiş bir şekilde konuştu. "Yani... Bence Efe olmasa da karşılaşırdık. Ben pek uslu bir kız değilim. Kesin yine ortalığı karıştırırdım." "Ahh. Buna hiç şüphem yok Papatyam." diyen adam, kızın saçından aldığı bir tutamı parmaklarının arasına dolamıştı. Kızın, gözleriyle yüzünün her santimini incelediğini fark eden adam, ayağa kalktı ve ellerini tutarak kızı da kaldırdı. Hilal ona bakmaya devam ederken Burak sevdiğini kendine çekti ve gözlerini kapattı. "İyiyim ben! Sen kollarımda olduğun sürece, papatya kokunu içime çektiğim sürece iyiyim." diyen adam bir süre sonra hızla geri çekildi. "Ya da vazgeçtim. İyi değilim!" "Ne oldu?" diye soran Hilal'in bakışlarında korku dolu bir ifade belirmişti. "Ne yapacağız?" Burak'ın telaşlı sesini duyan kızın kalp atışları hızlanırken korkuyla sordu. "Ne oldu?" "Sana sarılıp papatya kokunu içime çektiğimde elalarını göremiyorum." "NE?" "Diyorum ki bana iyi gelen şeylerin ilk sırasında sana sarılmak mı geliyor yoksa elalarını görmek mi geliyor bilmiyorum. Ne yapacağız?" Elini hızla atan kalbin götüren kız sakinleşmeye çalıştı. Burak onun bu halini gördüğünde sırıtarak konuştu. "Bence boşuna uğraşıyorsun?" Adama bir bakış atan kız, gözleriyle neden diye sorsa da dile dökmemişti. Gözlerinde neden sorusundan daha yoğun olan trip vardı çünkü. Burak akıllısı(!) onu ne kadar korkuttuğunun bilincinde miydi acaba? "Korkudan dolayı hızlanan kalbini sakinleştirmeye çalışman çok yersiz diyorum Sevdiğim. Şu an hızlı atma sebebi korkudan heyecana döndü çünkü. Söylediğimden etkilendiğinden o hızlı ritim!" diyen Burak'ın dudaklarında kendini beğenmiş bir gülümseme belirmişti. Gözlerini deviren kız, gülümsemesini saklamaya çalıştı. Adamın az önceki hali, telaşı ve çaresiz bakışlarla sorduğu soru aklına gelirken gülüşünü daha fazla saklayamayan kız kollarının arasında durduğu sevdiğine baktı. "İyi ki varsın. Biliyorsun değil mi?" "Asıl sen... Sen iyi ki varsın Kelebeğim." Vee bölüm biteeeer. Asıl ben iyi ki varım uleeyyyn asdadadss 😂. Çok uzun bir süre beklettiğim için özür dilerim. Duyurularımı takip edenler haberdar. Reelde yaşadıklarımın artçı depremininin etkisi altındaydım. Kendimi tünelin ortasında trenden atılan ve zifiri karanlıkta kaybolan birinden hallice hissediyordum. Ne yazmak, ne de okumak... İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Sabahtan akşama kadar boş boş tablette dizi izliyordum. Sanki hayattaki tek amacım bir diziyi bitirip diğerine geçmek gibiydi. Norm Ender'in Depresyon Oteli şarkısının klibi gibiydi her şey. Ekran başında geçen günler... Bir ara ciddi anlamda korktum valla. Yazamayacak, okuyamayacak kadar tükenmiş durumdaydım. Her seferinde yazıya, kelimelere sığınan ben yüzleşmek istemediğim için kaçtım. Bazen, Burak karakterinin bana benzemediğini düşünürdüm. Ben daha çok Hilal'dim. Hayata hep pozitif yönden bakan, karşısındakiyle empati yapan, anlayışlı ve her şeyden öte kendini çözümlemeyi seven ve sorunlarını çözen birisi. Ama öyle değilmiş! İçimde bir yerlerde bir Burak gizliymiş. Zaten o orada olmasa Burak karakteri olamazmış. Mükemmel bir şekilde kaçma yeteneğine sahipmişim. Kulaklarımı, gözlerimi gerçeklere sağır, kör bırakmak için her şeyi yapabilirmişim. Canımın yanmaması için profesyonel bir şekilde -MIŞ gibi yapabilirmişim. Öyle işte. Berbat günler, aylar geçirdim. Düştüğüm yerden kalkıp yola nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. Yine de kendi kendime karar verdim. Günün birinde 'Yeter! Toparlan artık!' diyerek kendimi azarladım ve elimden tutarak kendimi kaldırdım. Sonrası karışık. Sanki her şey bu kararıma bağlıymış gibi iyi şeyler üst üste gelmeye başladı. En sonunda da başvurduğum ve en başından beri gitmek istediğim Anaokulu'ndan haber aldım. Bir öğretmen taşınmış, kontenjan boşalmış ve beni çağırıyorlarmış. Bunu yazarken bile şükürler olsun diye bir nefes aldım. Gözlerim dolu dolu. Bu arada bunları neden yazıyorum onu da bilmiyorum 🙈😂. Sonuç olarak depresyondan çıktım ve işe girdim. Öncesinde depresyondan dolayı yazamadığım bölümü, şu an işte olduğum için yazamadım 😅🙈. Hafta sonu ve tabii ki çocukların uyku vaktinde ninni eşliğinde kitabı yazdım asdadadss. Bölüm uzun değilmişçesine duyuruyu da uzatayım😅🙈📣. Özledim sizi 😍💙. Bu bölüm Doğukan'ın hayatına giriş yaptık. Bu ultra bir giriş oldu. Yani bölümün 7000 küsür kelimesi onlara ait. Ben yine aklındakini yazıya dökerken ekledim de ekledim. Bu yüzden de bölümü tahmin ettiğim yerden çok önce bitirmek zorunda kaldım🤦🏼♀️. Neyse işte günün birinde Doğu'nun yaşadığı kazayı o güne giderek, %99 AĞLAYARAK yazacağım. Neden? Çünkü ben malım. Psikopatım, mazoşistim. Kendime acı çektirmeye ve drama bayılıyorum 🤦🏼♀️🤦🏼♀️. O gün ne zaman gelir meçhul bu arada 🤷🏼♀️. Gelelim diğer meçhul bölüme. Hilal ve babasının karşılaşması. Gerçeklerin öğrenilmesi... Bunun için çok beklediğinizi biliyorum. Fakat sanırım biraz daha bekleyeceksiniz. Yani şöyle bir şey var. Ben bir dahaki bölüme bir fotoğraf ortaya çıkarırım Hilal görür gerçekleri öğrenir ya da Salih, Hilal'in Kadir Alacalı'nın kızı olduğunu öğrenir ikiyle ikiyi çarpar ve Hilal'in kızı olduğunu anlar ve istediğiniz gibi her şey gün yüzüne çıkar. Peki ya sonra? 'Aaa o benim babammış/kızımmış.' diyerek bir ilişki mi yaşamaya başlayacaklar? Ben bunu istemiyorum! Hilal ve Salih'in her şeyden bihaber bir şekilde baba-kız olarak vakit geçirmeleri ve birbilerini koşulsuz sevmelerini istiyorum. Aralarındaki yoğun sevginin Baba-Kız oldukları için değil de Salih-Hilal oldukları için gerçekleşmesini istiyorum. Birbirlerini tanıdıkları için, karakterlerini/düşüncelerini sevdikleri için birbirlerine değer vermelerini istiyorum. Kan bağı kaynaklı bir sevgi olmasın diye uğraşıyorum. Çünkü zaten telafi etmeleri gereken, acısını hep hissedecekleri koskoca 24 yıllık bir kayıpları var. Gerçeği öğrendiklerinde İki Yabancı modunda olup, mesafeye sahip olmalarını istemiyorum. Bu yüzden de onların birlikte vakit geçirdikleri belli başlı sahneler yazacağım. Eğer bu kitap sadece Hilal ve Burak üzerine kurulu olsaydı çoktan bitmişti. İstediğiniz gibi baba olayını da öğrenmiştik. Ama bilin bakalım bu hikayede ne yok? Evveeet. Doğru cevap. Yazarın elinin/hayallerinin/karakterlerinin ayarı yok asdadadss 😜😂. Sürüyle çift, sürüyle hikaye 😅😁. Sizi bilemem ama ben bu durumdan gayet memnunum valla. Maalesef bu durum yüzünden bazı gerçekler ötelenecek fakat aklımda gayet güzel sahneler var 😈. Hadi sizi daha fazla bekletmeyeyim de bölümü paylaşayım. Sizi çok seviyorum 😍. Allah'a emanet olun 💙. |
0% |