@yasminiesa
|
📣Yazar'dan;
İlk bölümler 2019 yılında yazıldığı için belli başlı, ufak tefek yazım/noktalama yanlışları mevcuttur. Düzenlendiğinde paragraf yorumu kaybolduğundan düzenlemeyi tercih etmiyorum. Bu ufak hatalarımı görmezden gelmenizi rica eder, keyifli okumalar dilerim 🌼
🦋
Düşünme yetisini kaybeden Hilal titrek bir nefes aldı. Karşısında, bu hayatta canını en çok yakan insan duruyordu. Ela gözlerinin dolduğunu hissedince başını hızla önüne eğdi. Sakinleşmeye çalışırken fark etmeden durum değerlendirmesi yapmaya başlamıştı.
Askeri bir üsteydi. Terörle mücadele ekibine katılmıştı. Karşısında duran adam ise katıldığı ekibin lideri, aynı zamanda yıllar önce onu kurtaran askerdi. Bunlarda bir sorun yoktu. Asıl sorun aylar önce evini soyan hırsızın da aynı kişi olmasıydı. Aylardır aklında onca neden, onca senaryo dönmüştü. Ama hiçbirinde hırsızı bir asker değildi...
Kalp atışlarının kulaklarında attığını hisseden genç kız Sinan Binbaşı'nın söylediklerini hatırladı. Bu ekip üst mertebedeki insanları ,teröristlere fon sağlayanları, yakalamak için kurulmuştu. Babası sandığı adam aslında kaçakçı falan değildi. Vatan hainiydi. Terörist yandaşçısı...
O gün kütüphanede gördüğü Burak zaten onun için oradaydı. Onu kullanarak babasını yakalamak için.
"Askersin..." diye mırıldandı başını kaldırarak. Her daim ona tebessümle bakan yeşil gözler, şu an buz kütlesinden farksızdı. Boş bakan gözler yutkunmasına sebep oldu. Yine de gözlerini, zaafı olan yeşillerden çekemedi. Onu o kadar çok özlemişti ki...
Kütüphane günleri geldi aklına. Günler boyu onlarca anısını paylaştığı adam, yıllar önce birkaç saatini geçirdiği ve ara sıra aklına düşen Alfa mıydı yani?
İlk tanıştıkları ânı hatırlarken elaları istemsizce zümrüt yeşili gözleri bulmuştu. 'Sakin ol, ben askerim.' diyerek hayatına giren kahramanının göz rengini hep merak etmişti genç kız. Zifiri karanlık bodrum ve karanlık orman yüzünden rengini seçemediği gözler işte tam karşısında duruyordu.
Ancak bu gözler ne kütüphanedeki gibi yumuşak bakıyordu, ne de Mardin'deki gibi nazik bir yaklaşımla doluydu.
Burak, ifadesiz gözlerle onu izliyordu. Fakat Hilal karşısındaki adamı tanıyordu. İfadesiz gözlerinin arkasına saklamaya çalıştığı acıyı, ruhunu daraltan özlemi... Görüyordu.
Hilal'in gördükleri doğruydu. Eksiği yok, fazlası vardı hatta. Dışarıdan bunu belli etmese de adam darmadağın olmuştu. Aylardır özlemiyle yanıp kavrulduğu kızı karşısında görmek yetmiyormuş gibi bir de burada, bu üsde, görmek... Titrek bir nefes alan Burak zorlukla yutkundu. Bu dünyadan ve kendisinden uzaklaştırmaya çalıştığı kız, yine bu dünyanın içine düşmüştü.
Hilal'in şok dolu elalarında saklayamadığı sevinç kırıntıları belirirken geçmişe gittiğini hissetti adam. Daha önce de görmüştü bu bakışları.
Olanca ışıltısıyla parlayan bal gözlerde. Bir daha asla parlayamayacak olan bal gözlerde...
Bal gözlüsü her zamanki gibi duygusuzluk maskesini kırarken, Hilal gözlerindeki ifadeyi görmesin diye bakışlarını kaçırdı Burak.
Zaman kavramını kaybeden genç kız adamla bakışırken yeşil gözlerden anlık geçen acıyla Burak göz temaslarını kesti.
Acaba adı gerçekten de Burak mıydı?
Ortamdaki gerginlik elle tutulacak dereceye gelmişti. Alfa'dan açıklama alamayacağını bilen Hilal, Binbaşı'na dönerek "Burada neler oluyor?" diye sordu. Binbaşı da sessiz kalınca tekrardan Alfa'ya baktı.
"Niye soruyorsam? Görünen köy kılavuz istemez dedikleri bu olsa gerek." diye mırıldandı.
Hilal'in çakmak çakmak bakan elalarını gören Burak onu ne kadar özlediğini bir kez daha fark ederken bir seçim yapması gerektiğini hissetti.
Ona bir adım atarak her şeyi sil baştan mı başlatacaktı yoksa aylar önce yaptığı gibi arkasına bile bakmadan kaçacak mıydı?
Derin bir nefes alan adam, kararını ela gözlü kelebeğin üzerinden soygunu gerçekleştirdiği gün verdiğinin bilinciyle acımasız asker moduna büründü.
"Hadi ya! Her şeyde bir düşüncen(!) var. Bu sefer neler kurdun acaba?" dedi Alfa alaycı bir sesle.
"3 yıl geçmesine rağmen alaycılığından bir şey kaybetmediğini görmek ne de güzel(!) Alfa" dedi Hilal.
Alfa'nın gözlerindeki şaşkınlığı görünce "Şaşırma hemen. Düne kadar Alfa olduğunu bilmiyordum. Kim olduğunu anlasaydım... Bunu söylerdim zaten. Her şeyi söylediğim gibi" dedi. Son cümleyi fısıldayarak söylemişti.
Alfa, hiçbir şey demeden ona baktı. Yumruk yaptığı eli, tek tepkisiydi.
Hilal, yeşil gözlere bakarken cevabından deliler gibi korktuğu soruyu sordu.
"Adın gerçekten de Burak mı?"
Karşısındaki adam sorusuna cevap vermedi. Oluşan sessizlik ve diğerlerinin ifadelerine bakılırsa adı hakkında yalan söylememişti. En azından söylediklerinden biri doğru diye düşündü.
Hilal'in sorusundaki korkuyu duyan Burak kalbinde bir sızı hissetmişti. MİT tarafından Kadir Alacalı görevi ilk verildiğinde, adamın kızının üzerinden soygunu gerçekleştirmekten başka çareleri olmadığı söylenmişti. Burak, kızın Hilal olduğunu bilmeden önce olanca şiddetiyle bu duruma karşı çıkmıştı. Kızın terörle bir ilgisi yoksa yanına yerleştirilen kişiyle bir gönül bağı kurabileceğini belirtmiş, sivilleri olaya karıştırmayacağını söylemişti.
Sonra ekranda o belirmişti. Kafede beraber şarkı söylediği, Mardin'deki cesur kız.
Burak'ın inkarı o an bitmişti. MİT'ten herhangi birinin ya da KİT'teki kardeşlerinin Hilal'e yaklaşma düşüncesi delirtmişti askeri.
Böylece hayatının en büyük hatasını yapmıştı Alfa. Göreve gönüllü olmuştu.
'Seçim şansın olsaydı eğer, bir kez daha aynı hatayı yapar mıydın?'
Adamın düşündüklerinden bihaber olan Hilal zeki bakışlarla karşısındaki askerleri incelerken yeşil gözlü adama gözleminin sonucunu bildirdi.
"Adın Burak."
42 gün boyunca ruhunu görmesine izin verdiği kıza bakan Burak iç sesinin sorusunu cevapladı.
'Yüzlerce kez aynı hatayı yapardım. Yapardım da... Hepsinin sonunda yine kaçardım. Kelebeğin ömrü 2 gün sürmesin, uzun olsun diye.'
"Evet. Adım Burak." diye mırıldandı adam ela gözlerde kilitlenmişken.
Onların bu özel konuşmasından rahatsız olan Yağız, yanındaki Onur ve Tuncay'a baş hareketiyle gidelim işareti vermişti ki elini havaya kaldıran Emre onları durdurdu. İkili öylesine kendi yüzleşmelerine yoğunlaşmıştı ki bu durumu fark etmediler.
"Soyadını gerçekten söylediğini düşünmüyorum. O yüzden... Soyadın Kılıç değil di'mi?" diye sordu bu sefer de Hilal.
Soruyu duyan Alfa hızla Binbaşına baktı. Sinan Binbaşı'nın bal rengi gözlerinde saf bir şok belirmişti. Onun bir şey söylemesinden korkan Burak hissettiği telaşı gizleyerek Hilal'e döndü.
'Bu kadar acziyet yeter.' diye düşünen adamın bakışları sertleşmişti.
"Adım doğru. Yalanı yakalayabilen birine adımı yanlış söylemek, yakalanmama neden olurdu. Sadece... Adım doğru. Geri kalan her şey... Yalan!" dedi.
'Asıl bu söylediğin külliyen yalan Yüzbaşı.' diye usulca fısıldadı iç sesi.
Hilal'in dudaklarında acı bir tebessüm belirdi. "Adın doğru, soyadın yalan. Oyuncak fabrikası doğru, sahibi olman yalan. İşletme okuman da yalan ama işin insanları işletmek olduğu için yalana girmiyor sanırım. Sonra... Sonrasının yalan olduğunu söylüyorsun. Ama ne var biliyor musun? Sana inanmıyorum Burak Kılıç(!)"
Bana inanmayacağını biliyorum Kelebek ama inanman için her şeyi yapacağım. Git! İkimiz için de en iyisi bu.
Burak derin bir nefes aldı. Binbaşına dönerek "Türkiyede binlerce bu eğitimi almış kişi varken onu mu getirdin? Gerçekten mi? Onu nasıl ekibe alabilirsin? O bir..." dedi ve sustu.
"Niye sustun? Devam etsene. 'O bir teröristin kızı' desene" dedi Hilal.
Kızın hırçın ses tonunda gizlenen acı canını yakarken bu gerçeği açıkladığına inanamayan Burak, Binbaşı'na döndü. Sinan'ın yüzünde şaşkın bir ifade olduğunu gördüğünde afallamış bir şekilde Hilal'e baktı.
"Bilmiyordun." diye fısıldarken Hilal'den çok kendine söylemiş gibiydi.
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" diye sordu Hilal.
"Bilseydin anlardım Hilal."
"Anlardın? Emin misin? Yalanı yakalayabilen biri, profesyonel yalancı olur. Ben de onlardan biri olamaz mıyım?"
"Bilseydin bilirdim..." diye mırıldanan Burak'ı duyduğunda acı bir kahkaha attı Hilal.
"İşte bu çok doğru. Bilirdin... Çünkü anlatırdım. En kolay göreviniz bu olmuştur Yüzbaşım. Buldunuz size güvenip,ruhunu açan salak kızı... Kasayı patlatırken zorlanmışsınızdır. Keşke şifreyi sorsaydınız(!)"
İşlerin karışacağını fark eden Yağız, Emre'ye yaklaşarak fısıldadı.
"Çıkalım işte Emre. Bariz fazlalığız burada."
"Bırak eteklerindeki taşları döksünler abi. Bu yüzleşme şimdi yaşanmazsa bir daha bu kadar yalınlığıyla yaşanmaz." diye karşılık verdi Emre bakışları kardeşindeyken.
"Tamam yüzleşme yaşanmasın demiyorum da biz..."
"Biz olmazsak Burak çekip gider. Hilal ile asla aynı ortamda gönüllü bulunmaz." diye mırıldandı Emre gerginliği 10 metre öteden belli olan kardeşini incelerken.
"Baksana. Tek ben mi görüyorum? Hilal hissettiklerini anlayacak diye ödü kopuyor. Açık vermemek için tüm bedenini kasmış ama ne fayda? Gözleri zaten tüm hislerini bas bas bağırıyor. Kontrollü olmasıyla ünlü Alfa şu an bu haldeyse o kızla yalnız kaldığında tüm hislerini sessiz/sözsüz haykırır. Burak asla buna izin vermez. Yani... Ya ikisi burada herkesin içinde bu hesaplaşmayı yaşayacak ya da Burak gidecek ve sonrasında da bu yüzleşmeyi yaşamamak için sürekli Hilal'den kaçacak. Ben kardeşimi tanıyorum. Kaçmak konusunda ondan daha profesyonelini bulamazsın. Anlayacağın bu yüzleşme şu an yaşanmak zorunda Şahin. Biz sağır kesilelim, görmezden gelelim. Bizim herhangi bir tepkimiz, gitmeye kalkışmamız Burak'ın savunma mekanizmasını harekete geçirir. Görünmez olup yaşananların yaşanmasına izin verelim."
Emre'nin sözlerindeki haklılık payının bilincindeki Yağız hafifçe başını sallayarak geriye çekilirken Emre de Binbaşı'na bir bakış atarak kardeşine dönmüştü.
Hilal'in gelmesi iyi mi olmuştu kötü mü?
Hilal'in saf alay dolu 'Keşke şifreyi sorsaydınız(!)' cümlesi havada yankılandığında yeşil gözlerden birçok duygu aynı anda geçti. Karşısındaki kızı ne denli yaktığının maalesef bilincindeydi.
'En kolay göreviniz bu olmuştur Yüzbaşım. Buldunuz size güvenip,ruhunu açan salak kızı...' diyen kız kendisinden de ondan farksız olduğunu bilse ne yapardı acaba? Anlattığı her anının doğru olduğunu, yıllardır sustuklarını gönüllü bir şekilde Hilal'e anlattığını bilse ne yapardı?
'Ne mi yapardı? Bilmiyor musun ne yapacağını? Bu hikayenin sonu da trajediyle bitecek gibi ha Alfa?'
Burak sıkıntıyla nefes verdi. Bir süre ona bakan Hilal "Aslında... Sen de haklısın. Ne de olsa sadece emir kulusun. Düşününce... Paranoyak bir teröristi yakalamanız gerekiyor. Evine girip, kasadaki dosyaları almak için de ailesinden birini kullanmanız gerekli. Kolay yem ise ben. Her şeyi anlarım da... Keşke ayakta bile zor duracak kadar hasta olduğum gün... Bana bunu yapmasaydın. Gerçi hakkını da yememek lazım. Grip ilacı diye uyku ilacı vermeden hemen önce... Benim için çorba pişirmiştin" dedi.
Gözlerini kaçıran Burak elini ensesine götürdü. Hilal'in her cümlesi bir tokat misali yüzüne çarpıyordu.
Onun bu halini gören Hilal 'Çantamdaki ağrı kesiciyi çıkarıp versem mi acaba? Tır çarpsa bu kadar sarsılmazdı sanırım.' diye düşündü.
"Gerçekten seni anlıyorum Burak. En azından bütün eğitimimi ve empati yeteneğimi kullanarak anlamak için ultra çaba sarfediyorum. Hasta olmasam eve davet etmezdim büyük ihtimal. Bunu sen de biliyordun. O yüzden o günü bulmanı da anlıyorum ama... Ama bir şeyi anlayamıyorum. Ne kadar çabalarsam çabalayım bu konuda ne eğitim ne empati kalıyor. Haklı diyemiyorum" dedi Hilal ve derin bir nefes aldı.
Herkes merakla devam etmesini beklerken Hilal sustu. Gözlerini karşısındaki adama dikmiş sadece ona bakıyordu. Bir süre sonra Burak'ın yeşil gözleri, gözlerine değdiğinde konuşmaya devam etti.
"Sen... Beni teröristin biriyle karşı karşıya getirdin. Tek ben olsaydım 'kendi hatam zaten. Mecbur çekeceğim' diye düşünürdüm. Ama... Ama Annem de vardı. Hiç mi düşünmedin? Kasasında, çok değer verdiği paralarını ve hayatının sigortası olan belgeleri bulamayan adamın yapabileceklerini... Ya o gün, o adam bütün cezayı bize kesseydi? Bir teröristin ailesiyiz diye... Biz de mi suçlu oluyoruz size göre? Bizim, o koruduğun masumlardan olabileceğimiz... Hiç mi aklına gelmedi?"
"Neden gelsin ki? Kötü biri olsa da siz onun ailesi değil misiniz? Mükemmel olmasa da... O senin babandı. Biraz kızar, azarlardı. Zaten bir kaç güne belgeler incelenir, biz de onu yakalamış olurduk" dedi Burak ciddi bir sesle.
Hilal acı bir şekilde gülümsedi ve "Değildi" diye mırıldandı.
Kafası karışan Burak "Ne değildi?" diye sordu.
"O adam... Benim... Benim babam değildi... Değilmiş" dedi fısıldayarak. Bunu sesli söylemek canını yakıyordu. Muhtemelen gelecekte de yakacaktı. Tüm hayatının bir yalan üzerine kurulduğu gerçeği...
"Anlamadım!" diyen Burak büyük bir şok yaşıyordu. Hilal'i karşısında görmek yetmiyormuş gibi bir de onun söyledikleri...
"Zaten zarar vermez diye düşünerek beni her şeyden habersiz o evde baygın bıraktığın gün... Eğer o polisler gelmeseydi... O adam... O adam bize neler yapardı tahmin bile edemiyorum" dedi Hilal sonuna doğru sesi kısılırken.
Yumruk yaptığı elini sıkan Burak bir kez daha gözlerini kaçırdı. Askeriyede tepkilerini en iyi kontrol eden asker oydu. Tepkisiz kalmalarıyla, içi öfke doluyken bile sakin görünmesiyle ünlüydü. Ama şu an ,o karşısındayken, tepkisiz duramıyordu.
Hiçbir şey yaşanmamış gibi yapamıyordu...
Derin bir nefes aldıktan sonra Hilal'e baktı. Ela gözleri kızaran kız, oldukça savunmasız görünüyordu. O güne kadar, asker olarak, başına bir sürü şey gelmişti fakat hiçbiri karşısındaki kırmızı gözler kadar canını yakmamıştı.
Bir şey söyleme! Umursama. Sakın tek kelime etme Burak. Konuşursan anlar. Sakın soru sorma!..
"O gün mü öğrendin?"
Hilal, Burak'ın sorduğu soruyla alaycı bir şekilde gülümsedi ve "İstersen oturalım. Sana neler hissettiğimi falan anlatayım hatta... Yapmadığım şey değil nasıl olsa" dedi.
Burak uzunca Hilal'e baktı. Anlatmana gerek yok. Gözlerin her şeyi yansıtıyor zaten. Her zamanki gibi... İçinden geçenlerin aksine küstah bir şekilde güldü ve "Olur! Dediğin gibi yapmadığın şey değil nasıl olsa" dedi.
"Yapma Burak! Lütfen yapma! Gözlerin bambaşka bir hikayeyi anlatırken sözlerinle... Sözlerinle beni yaralamaya çalışma. Herkesi kandırabilirsin... Ama beni kandıramazsın"
"Sen kimsin ki?.. Anlamıyor musun? Her şey OYUNDU! Hiçbiri gerçek değildi. Bunu anlaman için ne yapmam gerekiyor? Söyle yapayım. Sen de yakamdan düş!.. İşe bak yaa. Elimi verdim kolumu kaptırdım."
Titrek bir nefes alan genç kız, Burak'ın hâlâ yumruk olan eline bir bakış attı. Karşısındakini önemsemediğini söyleyen birine göre oldukça gergindi. Cümlesini bitirdiğinde dudaklarından söylediğine kendisinin de inanmadığını belirten alaylı bir tebessüm geçmişti. Her şeyden önce gözleri... Yeşil gözlerinde hiçbir duygu yoktu. Yaptığı isyana sahip birinin gözlerinde bıkmışlık, yorgunluk, tiksinme hatta öfke ve nefret olurdu. Burak'ın gözleri ise duygusuzluk maskesine bürünmüştü.
Bir insan umursamadığı birine karşı öfkesini ve nefretini neden gizlemeye çalışsın ki? Tabii gizlediği duygular bunlar değilse...
Bu düşünceler içindeki genç kız duruşunu güçlendirerek adama baktı.
"Bitti mi?" diye sorarken sesi sakindi. Dışarıya yansıttığı sakinliğinin aksine içinde fırtınalar kopuyordu.
"İnanılmazsın." diye alayla söylenen Burak ekleme yaptı.
"Söylediklerimi hiç mi duymuyorsun?"
"Demek her şey oyundu?" diye mırıldanan Hilal adamın iddiasını çürüteceğinden emin bir şekilde Burak'ın yanındaki Emre'ye seslendi.
"Emre?"
Ona seslenen kıza anlık şaşkınlıkla bakan adam "Efendim?" diye karşılık vermişti.
"Burak ile kardeş misiniz?" diye soran Hilal'in kendinden emin bakışları Burak'ın üzerindeydi.
Soruyu duyan Emre, Burak'a baktıktan sonra "Burak benim kardeşim. Ama... Kan bağımız yok." dedi.
"Süt bağınız var ya. Kardeşisin işte. Kan kardeşi muhabbetine girmiyorum bile..." dedi Hilal.
Bunu duyan Emre'nin "Sen bunu nereden..." diye başladığı cümleyi "Ne yapıyorsun?" diyen Burak böldü. Sorunun muhattabı ise Hilal'di.
"Her şey oyundu dedin ya... Hiçbir şey gerçek değildi hani. Dediğin gibi mi diye kontrol ediyordum. Bana anlattığın süt kardeşin gerçekmiş mesela. Anlattığın anıların uydurma olamayacak kadar gerçekti... Merak ediyorum. Anlattıklarını anlatsam... Yüzde kaçı doğru çıkar acaba? Bence... %90'ı doğrudur. Belki de daha fazlası? Ne dersin? Deneyelim mi?" dedi Hilal, Burak'ın gözlerine meydan okurcasına bakarak.
'Denemeyelim.' diye düşünen Burak bir an her şeyi boşvererek kızın elinden tuttuğu gibi buradan çıkmayı düşündü. Özürlerini dileyip mecburiyetlerini anlattıktan sonra asıl yalanın biraz önce söyledikleri olduğunu itiraf ederek her şeye tekrardan Alfa ve Kelebek olarak başlamak istediğini söylemeyi düşündü. Neredeyse bunu yapacaktı da.
Ona büyük bir özgüvenle bakan ela gözler, bal gözlere dönüşmeseydi eğer...
Aklına yaşananlar geldiğinde ruhunun buz kestiğini hisseden Burak sinirle gülerek kıza çıkıştı.
"Yine yazmaya başladın!"
"Yazmıyorum!.. İstediğin kadar inkar et. Bu hayatta herkesten önce hislerime güverim ben. Gerçi kime ne anlatıyorsam? Sen zaten bunu da biliyorsun."
"Hislerine fazla güveniyorsun"
"Hislerime güvenmeyeceksem... Bu ekipte olmamın bir anlamı olmaz."
"Zaten olmamalısın. Neden buradasın... Hilal?" diye sordu Burak yorgun bir şekilde. Kız geldiğinden beri ilk kez ismini söylemişti. Bunu özlediğini fark etti.
Onun halini gören Hilal, konuyu değiştirmesine izin vererek "Vatanım için?" dedi.
"Babanın yaptıklarını telafi etmek için hayallerinden mi vazgeçtin?"
"Yok. Hayallerim elimden kayıp gittiği için buradayım" diye mırıldandı Hilal.
Cümlesi üzerine Burak kaşlarını çattı. "Bu ne demek?" diye sordu.
Hilal sessiz kalınca "Bu ne demek dedim Hilal?" diye sorusunu tekrarladı.
Hilal "Duydum" diyerek onu tersledi.
"Ne oldu? Yoksa... Üniversite babanın yaptıklarını sorun mu etti?"
Burak'ın sorusundan ziyade ses tonu Hilal'in gözlerinin dolmasına sebep oldu. Oyundu diyen adam, ilgiyle ona hayatı hakkında soru yöneltiyordu. Her an teselli vermeye hazır bir ses tonuyla...
"Kazandığıma eminsin! Bana olan güvenin gözlerimi yaşarttı(!)" dedi Hilal. İşi şakaya vurmaya çalışıyordu fakat karşısındaki adam dolu gözlerini farketmişti. Burak'ın ona şefkatle baktığını gören Hilal "Bakma öyle! Hayatımı mahveden sen iken... Öyle bakma!" diye çıkıştı.
Burak derin bir nefes aldı. "Ben sadece bana verilen görevi yerine getirdim. Ben olmasam..." dedi ve sustu.
Söylemek üzere olduğu şeyin ihtimali bile canını sıkmıştı. Onun yerine başkasının bu göreve gitmesi, Hilal'in o kimseyle yakınlaşması ihtimali... Burak farkında olmadan yumruğunu tekrardan sıktı.
"Başkası olsa bana matematik çalıştırır mıydı?' Sanırım bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Sonuç olarak... Senin hayır işi olarak görüp bana ders çalıştırman... Zaten tepetaklak olan hayatımın seyrini değiştirdi."
"Bilmece gibi konuşmayı kesip ne olduğunu söyler misin?"
"ALES'i kazanamadım... Olan bu."
"Saçma!"
"Saçma... En son bu kelimeyi, babam sandığım o adam, senin kasasını patlattığını söylediğinde kullanmıştım. O gün, karnıma doğru attığı matematik testlerinden sonra elime kitap bile alamadığım göz önüne alınırsa kazanamamam doğal... Diyeceğim ama bana inanmazsın di'mi? Her ne kadar matematiği anlamadığımı söyleyip sızlansam da yapabiliyordum. Çünkü... Seviyordum."
Hilal, düşündüğü şeyi yapmış olamazdı. Başı dönen Burak nefes alış-verilerini kontrol altına almaya çalıştı. Başarılı olamayan adam "Sen... Soruları çözmedin?" diye fısıldadı.
"Bingo!" diyerek gülen Hilal'in gözleri acı doluydu.
Burak'ın onu bu kadar iyi tanıması, bir yandan onu mutluluktan havalara uçuruyor, diğer yandan ise (davranış şeklinden dolayı) derin bir çukurun dibine gömülmesine sebep oluyordu.
Burak, karşısında duran kıza baktı. Canı yandığı halde, her zaman dik duran kıza... 3 aydır itina ile yaşananlardan kaçmıştı. Hem de geçmişten gelen kabuslarını, Hilal ile birlikte söylediği şarkıları dinleyerek bastırdığı halde... Şimdi ise kaçtığı ,onun her şeyi olan kız, tam karşısında duruyordu. Gözlerindeki acıyla, beni gör! diye bas bas bağırarak.
Halbuki Burak, tanıştıkları andan beri onu görüyordu. Ne kadar istese de onu unutamamıştı. İnsan ruhuna kazıdığını nasıl unutabilirdi ki?
Fakat tüm bunlara rağmen Burak, kabul edemezdi. Ona karşı bir şeyler hissettiğini... Çünkü onu hayatına almak, ölüme atmakla eş değerdi.
Bal gözlü annesini kollarının arasındayken yitirdiği o güne dönmemek için çabalarken ela gözlere döndü tekrardan. Özlediği gözler inatla ona bakıyordu. Annesine benziyordu Hilal. Sadece inadı ile de değil. Tüm davranışlarıyla... 'Ya sonu da onun gibi olursa?' düşüncesiyle birlikte nefesi kesildi. Ömür boyu o elaları görmemeye razıydı. Yeter ki ona bir şey olmasındı...
Bu lanet dünyaya adım attığında Hilal'in ,Kelebeğinin, güvende olması mümkün değildi. Bunu birinci elden tecrübe etmişti. Bu yüzden... Bir şekilde onu bu dünyadan uzak tutmalıydı. Belki sözleriyle Kelebeğinin ruhunu öldürecekti. Ama en azından... Nefes almaya devam edecekti. Onsuz da olsa...
Bu düşüncelerle birlikte "Bu ekip... Oradan bakınca 'Hayallerim gerçekleşmedi. Mecbur öbür seçeneğe kaldım" deyip gelebileceğin yer gibi mi gözüküyor?" dedi acımasız bir şekilde.
Sorusunu duyan Hilal bir an afalladı. Sorusundan değil, soruş şeklinden dolayı afallamıştı.
"Bu sefer ne oldu?" diye mırıldandı Hilal isyan ederek.
Burak'ın hızına yetişemiyordu genç kız. Sadece iki dakika önce dünyanın en merhametli insanıyken, iki dakika sonrasında gaddar birine dönüşüyordu.
"Seninle çalışmak istemiyorum. Olan bu! Şimdi bile saçma sapan triplere giriyorsan... İleride neler dersin, yaparsın Allah bilir. Farkındaysan ,ki olduğunu hiç sanmıyorum, biz burada ciddi bir iş yapıyoruz. 2 gün sonra 'Ayy ben vazgeçtim yaa' diyeceğin bir iş değil bu. Hele kendi kendine gelin güvey olup, hayal kuracağın bir yer HİÇ DEĞİL! Bu yüzden kapı hemen şurada gördüğün üzere. Hızlıca uza lütfen(!)"
Hilal istemsizce 2 adım geriledi. Gözleri dolmuştu. Keşke tekrardan karşılaşmasaydım diye düşündü. En azından sonu kötü bitse de Burak onu hiç kırmamış, ona nefretle bakmamış olurdu.
"Çıkmak için, o attığın 2 adımdan fazlası gerekli. Devam et! Yoksa... Yürümeyi de mi bilmiyorsun? dedi Burak küçümseyici bir şekilde.
"Burak yeter! Sen istesen de istemesen de Hilal de bizimle çalışacak. Şimdiden iyi anlaşmaya başlasanız sizin için daha hayırlı olur" dedi Sinan Binbaşı otoriter bir şekilde.
"İstemiyorum! Ve onunla çalışmayacağım. Ne yapacaksın çok merak ediyorum? Beni üstlerine şikayet mi edeceksin? Her yerde bulabileceğin sıradan bir kız için... Benim gibi bir askerini karşına almak istediğine emin misin Binbaşım?"
"Gerekirse evet!" diyen Binbaşını duyan Burak, hissiz bir kahkaha attı.
"Vay canına! Demek benden daha değerli o kız. Peki! Yalnız Binbaşım... Farkındaysan ,aynı kanı taşımasa da, bir teröriste yıllarca baba diyen bir kızı sorgusuz sualsiz ekibe alarak tüm ekibi tehlikeye atıyorsun. Üstlerimiz buna ne der acaba?"
Burak'ın cümlesinin bitimine eş değer olarak Hilal'in gözünden bir damla yaş düştü. Hızlıca onu silerken, avazı çıktığı kadar susmaya devam etti.
"Ekibin lideri sen olabilirsin ama kurucusu de benim. Ben senin üstünüm. Sen ise benim altımsın. Ama maalesef bu gerçeği her zaman unutuyorsun... Ben ekibimi senden daha çok düşünüyorum. Emin olabilirsin!"
Burak acıyla tebessüm etti ve "Ne düşünme ama(!)" diye mırıldandı.
Onu buraya getirerek bana ne yaptığın hakkında bir fikrin olsa... Acaba yine de bu bunu yapar mıydın Sinan Kor? diye düşündü. Sonrasında Hilal'e bakmadan konuşmaya başladı.
"İstemiyorum dedim. Onunla çalışacak olan ben değil miyim?... İlla söyletecek misin? İyi o zaman. Bunu sen istedin! Ona... Ona güvenmiyorum. Onunla çalışamam! Bir aydan uzun bir süre görev gözüyle yaklaşıp, yalanını yakalamaya çalıştığım bir kimseye güvenip, onunla iş yapmamı benden nasıl beklersin?.. Her söylediğini sorgulayacağım. Her davranışında 'Acaba babası için mi geldi? İntikam mı almak istiyor? Rol mü yapıyor?' diye düşüneceğim. Bu beni yavaşlatır. Güvenmediğim bir insanla çalışmak... Beni öldürür!" Sustuktan sonra içinden ekledi. Ona bir zarar gelme düşüncesi bile beni kahrederken, gerçekten zarar görürse, hiç düşünmeden peşinden giderim. Ölürüm. Bunu anlamak bu kadar mı zor?
Hilal'in başı döndü. 'Yeter!' diye çığlık çığlığa bağırmak istiyordu. Fabrikanın çatısına çıkıp ,ruhu ölen, bedenini oradan bırakmak istiyordu. Burak, bana güvenmiyor. Halbuki güvenmek, sevmekten daha önemliydi. Bir insana edilecek en güzel iltifat 'sana güveniyorum' demekti. Bir kimse güvendiğinde kendini gösterirdi. Düşüncelerini, kalbini, ruhunu ,insanı kendisi yapan her şeyi, güvendiği kişiye gösterirdi. Güvendiğini severdi. Burak ise ona güvenmiyordu. Ve Hilal aylardır onu kandıran bu adamı seviyordu. Çünkü güvenmişti (güveniyordu). Hem de tüm yaptıklarına rağmen. O ise hiç güvenmemişti. Burak gözlerine bakarak 'Her şey oyundu' dediğinde bile bu kadar canı yanmamıştı.
Hilal, Binbaşına döndü. "Ben..." diye başladı. Fakat sesi çatlayınca sustu.
Binbaşı kararlı bir sesle konuşmaya başladı.
"Sen de, o da bunu kabul etseniz iyi olur. İkiniz de sözleşme imzaladınız. Senin 2 yılın kaldı Alfa. Hilal de 2 yıllık imzala..."
"Ona sözleşme mi imzalattın? Hem de 2 yıllık?" diye araya girdi Burak. Yaşadığı şok sesinden okunuyordu.
"Sözleşme imzalatmadan buraya nasıl getirebilirdim? Bizi nasıl açıklayabilirdim?.. Bu işin ciddi bir iş olduğunu az önce kendin söyledin. Her önümüze geleni alamayız"
"Tabii sözleşme imzaladı. Vayy aferin ona(!). Daha önceden söyleseydiniz efendim. Ben de konuyu bu kadar uzatmazdım. Hadi hemen ekibe alalım onu(!). Haa bu arada... Bana da bir sözleşme ver. Yoldan birini çevirip imzalatayım. Uzun zamandır ekibe birini daha alsam mı diye düşünüyordum. Bir imzayla oluyormuş ya o..."
"YETER! Haddini aşalı çok oldu Burak Aslan. Sabrımı taşırmana ise çok ama çok az kaldı. Yeter! Kendine gel! Benim kim olduğumu unutma!" diye sertçe çıkıştı.
Burak'ın arkadaşları (ekiptekiler) sessizce bu atışmayı izliyorlardı. Hilal ise... Hilal, karşısındaki adamdan bir umut ışığı bekliyordu. Sözlerinden değil, gözlerinden/bedeninden... İçindeki Kelebek hala umutluydu. Çünkü adam onca sözü söylerken gözlerinden başka her yerdeydi.
Burak "Senin kim olduğunu unutmam... Mümkün değil Binbaşım!" diye mırıldandı.
Binbaşı sessizce Burak'a baktı.
"Son söz benim... Evlat. İstesen de istemesen de itaat edeceksin. Burada benim sözüm geçiyor. Ayrıca Hilal, hiçbirinizi zarar verecek bir şey yapmaz. Ben ona kefilim... Sözümü bitirmedim Burak. Hilal ile 2 aydır ,deneme süreci adı altında, ufak davalarda beraber çalışıyoruz. Bu ekibe girebileceğini kanıtladı. O sözleşmeyi önümüze gelene vermediğimizi en iyi sen biliyorsun. O bunu hakettiği için burada!"
Burak cümlesini bitiren Binbaşına bakakaldı. "Hayır" diye fısıldadıktan sonra hızla Hilal'e döndü. Dakikalardır bakmadığı kızı incelemeye başladı. Önce bileğindeki morartıları, ardından da yanağındaki ,fondötenle kapamaya çalıştığı, izi gördü. Hızlıca yanına gidip kolunu tuttuğunda, kızın yüzünü buruşturmasıyla tüm direnci tuzla buz oldu.
"Naptılar sana?" diye mırıldandıktan sonra yavaşça Hilal'in bileğindeki morluğu incelemeye başladı. Hilal sessizce "Bir şeyim yok" diye fısıldadı ve bileğini çekti. Bu hareketini beklemeyen Burak refleksle bileğini tutunca, canı yanan Hilal'in ağzından istemsizce bir çığlık döküldü. Bu, Burak için son noktaydı.
Hızlıca Binbaşına dönüp yakasına yapıştı. "N'APTIN SEN?" diye bağırırken rütbe gram umurunda değildi. Hilal ve ekiptekiler bu hareketin şokunu atlatamamışken, Emre hızlıca Burak'ın yanına geldi ve kolunu tuttu.
"Kardeşim saçma..." dediği cümlesi Burak'ın tehditkar bir sesle "KARIŞMA!!!"demesiyle sonlandı.
Binbaşı "Ne yapacaksın? Kafa mı atacaksın? Senin sağ kroşe daha iyiydi sanki? Canımı yakmak istiyorsan onu kullan bence(!). Yalnız şahitler varken bunu yapman iyi olmaz asker!" dedi.
"Hilal'i bu ekibe almayacaksın!"
Binbaşı soğuk bir kahkaha attı ve konuşmaya başladı. "Emredersiniz komutanım(!). Ben ne diyorum sen ne..."
"Ne yaptınız? Kızı sınamak için ne yaptınız?.. O, bu kadar mı önemli? Sıradan birini ne diye bu işe alet edersin? ANLAYAMIYORUM!!" diye çıkıştı Burak.
Binbaşı Burak'ın kulağına eğilerek, sadece onun duyabileceği şekilde konuşmaya başladı.
"3 ayda 4 kez! Yaptığın dikkatsizlikler yüzünden hem kendinin hem de arkadaşlarının canını tehlikeye attın. Tek bu olsa yine iyi! 3 kere yaralandın. 2'si sıyrıktı sorun değil ama... Ama 1 ay önce aldığın yara... 2 kez kalbin durdu Burak. Seni kaybediyordum evlat. Seni korumak için her şeyi yaparım. Bu uğurda... Gerekirse seni bile karşıma alırım. Sen bana Dileğimin emanetisin."
Duyduklarından sonra Burak da Binbaşının kulağına doğru fısıldadı.
"Pişman olacaksın. Onu ekibe aldığın için çok pişman olacaksın! Beni korumak isterken... Diri diri toprağa gömen sen oldun!"
Burak, Binbaşının yakasını bıraktıktan sonra çıkışa yöneldi. Binbaşı ise onun kolunu tutarak durdurdu.
"Bırak! Büyüğümsün demem... Seni ,o çok methini duyduğun, sağ kroşemle yüzleştiririm. Hem... Sözleşmemin feshi için de bir bahanem olur." dedi Burak kolunu çekiştirirken.
"Nereye?" diye sordu Binbaşı onu takmayarak.
'Cehennemin dibine!"
"Çocuk gibi davrandığının farkında mısın?"
"Bazı sebeplerden... Erken büyümek zorunda kaldım. Ondandır!" dedi Burak, Binbaşına bakarak.
"Böyle yaparak... İstediğini yaptırabileceğini mi düşünüyorsun? İnat olabilirsin Alfa! Ama inan bana... Ben senden daha inatçıyım"
"Biliyorum... Ben son sözümü söyledim. Beni kaale almadığın için köpekler gibi pişman olduğun zaman... Ben yanında olmayacağım. Şimdi... Bırak kolumu!"
Binbaşı, Burak'ın kolunu tutmaya devam etti. Burak alaycı bir gülümsemeyle "Hee. Eskisi gibi 'emredersen dediğini yapmam' moduna girdik galiba. Kolumu bırakır mısın lütfen?.. Ahh HADİ AMA! İstesem kurtulacağımı bal gibi biliyorsun... Benimle uğraşma ve bırak kolumu!.. DAYI BIRAK!!!" diye bağırdı Burak.
Hilal duyduğu hitapla afalladı. Binbaşı Sinan, Burak'ın dayısı mıydı yani? Aralarında asker, komutan ilişkisi yoktu. Evet. Ama... Aile dostu olmalarını falan beklemişti. Öz dayısı olması...
"Anlamadım? Burak sen... Binbaşına Dayı mı dedin?" diye soran Yağız'a baktı Hilal.
Ne yani bilmiyor muydu? Diğerlerinin yüzüne baktığında, Emre hariç hepsinin şaşkın olduğunu farketti.
Binbaşı ,Burak'ın dayısı, da şaşkındı. Kısa süre sonra "Temelli gitmeye falan karar verdin sanırım? Bu gerçeği açıkladığına göre" dedi alayla. Fakat sesinin aksine gözlerinde korku vardı.
"Bütün askeriyeyi ayağa kaldırmayacağını bilsem 'Neden olmasın?' derim ama... Herkesi seferber edip telaşa vermeye gerek yok. Hakkımda arama emri çıkarttırmadan önce de söyleyeyim... Geri geleceğim. Başka çarem yok. Ne yaparsan yap... 'S*ktir git!' diyebileceğim bir insan değilsin... Maalesef. Çocuklara gerekli açıklamayı yaparsın. Ve sen Emre... Peşimden gelmek gibi bir hata yaparsan... Neler yapabileceğimi hayal gücünden seç! Tehdit malzemesi bulamayacak kadar sinirlerim bozuk" diyen Burak kapıya doğru gitmeye başladı.
Hilal, Burak'ın arkasından baktıktan sonra "BEN?" diye seslendi.
Hilal'in sesini duyan Burak adım atmayı kesti. Arkasını dönmeden önce "Sen o sözü söyleyebileceğim son insan bile değilsin! Ama bunu hiçbir zaman bilemeyeceksin" diye mırıldandı.
Hilal, Burak'ın ona dönmesiyle tebessüm etti ve "Şimdi gözlerimdesin" diye kendi kendine mırıldandı. Az önce bileğini tutarken bile gözlerine bakmamıştı. Sanırım bakmadığında Hilal'in korkusunu anlayamayacağını düşünmüştü. Ses tonu ve bütün bedeni onu ele veriyordu zaten. Dayısının yakasına yapışırken, aslında 'Ona zarar gelmesindense, onsuzluğa mahkum olmaya razıyım' diyerek bas bas bağırdığının farkında değil miydi? Sanırım değildi. Burak, Hilal'i fazla hafife alıyordu. Hilal, söz konusu sevdikleri olunca en ufak detayı/ayrıntıyı kaçırmaz, sevdiğinin neye ne tepki vereceğini, mimiklerine/gözlerine hatta sözlerine kadar ezbere bilirdi.
"Sen!.. Sana şimdilik bir şey yapamıyorum. Büyük patronumuzun(!) himayesi altındasın. Bil diye söylüyorum. Sana ekibi dar edeceğim. Kendi ayaklarınla geldiğin gibi... Kendi ayaklarınla gideceksin" dedi Burak ela gözlere bakarken.
Beklediğinin aksine ela gözler gülüyordu. Onca hakaretin peşine gittin Binbaşı'nın yakasına yapıştın. Telaşla kızın bileklerine baktıktan hemen sonra! Ne bekliyordun ki? Hilal o. Hani zekasına hayran olduğun kız...
"Kitaplar karıştı sanırım Burak! Biz, kötü çocuğun, yeni gelen kıza kötü davranıp okulu dar ettiği, kızın da saf salak davranışlarla çocuğun her yaptığını sîneye çekip sustuğu sonunda da... Kızın, çocuğun ruhuna dokunduğu watty kitabında değiliz!"
"Yalnız... Biz zaten kitapta değiliz Hilal Hanım!.. Kitap okumaya ara vermezsen çözeceğimiz davalarda kafandan kurup bizi yönlendireceksin"
"Dedi en az benim kadar kitap kurdu olan adam. Merak etme sen onca kitaba rağmen ekibin başına geçebildiysen benim okuduklarım sorun olmaz. Bu arada yanılıyorsun! Herkes kendi hayatının kahramanı olduğuna göre... Her hayat bir roman. Ve bildiğin üzere... Ben mutsuz sonlardan nefret ederim. Yazarı olduğum bir kitabın mutlu olması için her şeyi yaparım. Buna... Diğer kahramanlarla savaşmak da dahil"
"Bir yerde son varsa orada mutluluk yoktur Hilal" dedi Burak
"Son her zaman olacak. Kimse bunu değiştiremez. 'Ben ölümsüzüm, sonum yok' diyen biri var mı bu hayatta? Belki hikayeleri ölümsüzdür. Fakat kendileri değil. Ve sanıldığının aksine... Mutsuz bitince akılda kalıcı olmuyorlar. Yüzünde tebessüm oluşturuyorsa o zaman ölümsüz, akılda kalıcı oluyor. Ayrıca... Bir insan sonu geldiğinde mutluysa, hiçbir pişmanlığı yoksa ve... Ve sevdiği yanındaysa o zaman mutlu son olmuş olur... Ben Pollyanna değilim. Hayatta elbet üzüntüler/mutsuzluklar olacak (oluyor). Bunu biliyorum. Kötü anlar olmazsa iyi anların kıymetini bilemez insan. Önemli olan o kötü anları nasıl geçirdiğin. Kiminle... Aslında tam bu duruma uygun bir söz var da... Hatırlatırsın onu ileride bir gün söylerim"
"Şimdi niye söylemiyorsun?" dedi Burak meydan okuyan bir sesle. İç sesi oğlum n'apıyorsun yaa? Az önce nasıl davranıyordun şimdi nasıl davranıyorsun? Nedenlerini bilmesem sende Dissosiyatif kimlik bozukluğu (çoklu kişilik bozukluğu) olduğunu düşüneceğim diyerek araya girdi.
Hilal, Burak'a baktıktan sonra "Söylerim. Ben söylerim de... Sen! Sen söyleyeceklerimi kaldırabilecek misin? Unuttun mu? Kendine yalan söylemekten nefret eden benim. Sen ise gerçeklerle yüzleşmemek için duvar ören, herkesten önce kendine yalan söyleyensin. Bence bugünlük yeter. Önümüzde 2 kısacık yıl var zaten!" dedi.
"Her anı burnumdan getirmeye kararlısın anlaşılan" dedi Burak alayla.
"Eyvah! Kendimi ele verdim. Gördün mü işi?" dedi Hilal gülerek.
Burak, Hilal'in gülüşü ile hızlanan kalbine kızdı. Sonunda kaybedeceğin bir savaşa girdiğinin farkında mısın acaba? diyen iç sesine 'Evet haklısın. Sonunda onu kaybedeceğim. İşin tek iyi yanı bu sefer yanına ,yanlarına, gitmeme kimse engel olamayacak' diye cevap verdi.
Ciddileşen Burak "Ben gidiyorum. Bir şey olursa arayın... Mümkünse aramayın!" dedi Emre'ye bakarak. Ardından kapıya doğru gitti.
Tam çıkmak üzereyken Hilal peşinden "Burak!" diye seslendi. Burak arkasını dönmeden durunca "Özlemişim!.. Yaptığımız münazaraları. En çok da seni dumura uğratmayı" dedi gülen sesiyle.
Burak sessiz kalarak gitti. Fabrikadan çıkarken dudaklarında ,engel olamadığı, kocaman bir tebessüm vardı.
🦋
Burak'ın çıkmasının ardından telefonu çalan Binbaşı, rahat konuşabilmek için odalardan birine geçti. İlk geldiğinde mekanı deliler gibi merak eden Hilal ise yaşananlardan sonra salondaki koltuğa oturabilecek gücü kendinde zor buldu.
"Sanırım senin yerinde başkası olsaydı... Çoktan gitmişti" dedi Emre karşısındaki koltuğa otururken. Diğerleri de kalan koltuklara oturmuştu.
"'Yüzsüzsün' diyorsun yani?" dedi Hilal, Emre'ye bakarak.
"Hayır! Öyle değil de... Bilmiyorum... Burak zor birisidir. Genelde neyi neden yaptığını anlayamazsın" diye mırıldandı. Kendince Burak adına özür diliyordu. Ama buna gerek yoktu ki...
"Bu söylediğin onu tanımayanlar için geçerli sanırım. Az önce... Neden öyle çıkıştığını anlamak zor değil. Şöyle anlatayım... Daha dün tanıştığım Serkan, bu işin kolay olmadığıyla alakalı bir ton şey söyledi ve beni vazgeçirmeye çalıştı. Serkan beni tanımadığı halde bunu yaptıysa... Onun böyle davranmasına şaşmamalı"
Yağız ona bakarak "Hilal... Haklılar biliyorsun değil mi?" dedi endişeyle.
"Sen de mi 'kızlar bu işi yapamaz' diyenlerdensin?
"Hayır öyle değil. Ayrıca feministliğini ortaya çıkartırsan arkama bakmadan kaçarım. Şimdiden söyleyeyim" dedi Yağız gülerek.
Hilal de tebessüm ettikten sonra "O zaman... Korkup hepinizi gammazlayacağımdan endişeleniyorsunuz?" diye sordu.
"Alakası yok! Sadece... Biz erkekler koruma içgüdüsüyle yaşarız. Kaç yaşında olursak olalım bu değişmez. Sen gözünü bile kırpmadan tehlikenin içine atılınca... Doğal olarak o da... Yani biz de engellemeye çalışıyoruz" dedi Yağız.
Hilal onlara bakarak "Siz de ekibinizin tek kızını korursunuz o zaman. Olmaz mı?" diye sordu tatlı bir şekilde.
Ona dönen Yağız'ın gözlerinden acı geçerken "Ya... Ya koruyamazsak?" diye sordu.
Dudaklarında acı bir tebessüm beliren adama baktı Hilal. Ne olduğunu bilmese de karşısında yaralı bir adam olduğuna emindi. Ona gülümsedi ve konuşmaya başladı.
"Kız kulesi hakkında bir efsane vardır. Hikayeye göre Selçuklu Sultanlarından biri, rüyasında çok sevdiği kızı Hanım Sultan'ın, bir yılan tarafından ısırılarak öleceğini görür. Vesveseye kapılan Sultan, kızını kuleye yerleştirir. Kendisi dahil kimsenin kuleye girip çıkmasına izin vermez. Hatta su ve süt dahi özel borularla akıtılır adacığa. Derken yıllar sonra Hanım Sultan hastalanır. O güne dek bilinen en iyi hekim tarafından zar zor iyileştirilir genç kız. Bunun üzerine pek çok farklı yerden Hanım Sultan'a hediyeler yollanır, bunların arasında da bir sepet üzüm vardır. Üzüm sepetinin içine gizlenmiş olan yılan, o gece Hanım Sultan'ı zehirleyerek ölümüne neden olur... Demek istediğim... Ne yaparsan yap olanla ölene çare yoktur. Herkes kaderinde olanı yaşar. Bazı şeyler sadece bahanedir. Yaşanması gerekiyordur, bu yüzden de yaşanır. Benim yüzümden cümlesi kadar insana acı veren bir cümle, yok denecek kadar azdır. Bunu söyleyen insan 'Her şeyin Allah'ın takdiri olduğu' gerçeğini unutmuş oluyor maalesef"
Hilal'in anlattıklarını duyan Yağız'ın mavi gözleri kızardı. Bakışlarını kaçırarak "Sonra görüşürüz" dedi ve gitti. Hilal arkasından bakarken 'keşke hiç konuşmasaydım' diye düşündü.
"Doğum gününde... Arkadaşınla konuştukların... Bunu kastetmiştin değil mi?" diye soran Onur'a baktı Hilal.
"Susmayı öğrenmem gerekiyor değil mi? Ya da... Görmemem gerekiyor" diye mırıldandı başını öne eğerek.
"Hey! Konuşmayı bu kadar seven birine sus demek, intihar et demekle eş değer. Ayrıca görmemek de ne? O güzel gözlerin söylediğini duymasın kırılırlar sonra" dedi Onur şakacı bir sesle. Ardından ciddileşerek devam etti.
"Kendine haksızlık etme Hilal! Yağız'ı şu ana kadar hiç böyle görmedim. Hayatı hakkında bize tek kelime etmediği için ne yaşadığını da bilmiyoruz. Ama sen geleli bir saat bile olmamışken tek bir bakışınla, bir hikayeyle onu bu hale getirdin. Sandığının aksine... Bu kötü bir şey değil. Geçmişinden çıkması gerek. Ve... Sen bunu başarabilecek gibisin. Ayrıca bu söylediğim yalnızca... Yağız için geçerli değil!"
'Anladım' dercesine başını sallayan Hilal, Emre'ye baktı. Hatırladığı şeyle gülmeye başladı. 'Ne oldu?' dercesine kaşını kaldıran Emre'ye "Aslı... Doğum günümde demişti yaa 'Zoru hemen başarırız. İmkansız ise biraz zaman alır' diye... O zaman neden şaşırdığınızı anlamamıştım. Şimdi düşününce... Benim deli farkında olmadan askerlerin felsefesi olan sözü askerlere söylemiş. Komiğime gitti. Neyse... Ben gideyim artık. Bugün öğrendiklerimi sindirmem gerek" dedi ayağa kalkarak.
"Seni biz bırakalım... Umarım itiraz etmeye çalışmıyorsundur. Şu an şehir dışındaki bir fabrikadayız. Unuttun sanırım?" dedi Emre de ayağa kalkarak.
Tüm bu süre boyunca sessiz olan Tuncay "Ben hastaneye gidecektim zaten. Ben bırakırım" dedi.
"Vayy canına! Sen konuşabiliyorsun" dedi Hilal muzip bir şekilde.
Tuncay güldü ve "Ben daha çok izlemeyi/dinlemeyi tercih ediyorum. Pek konuşmam. Geveze kesildiğim nadir anlar da yok değil tabii" dedi.
"Bir biz rastlayamadık o anlara" dedi Emre gülerek.
"Öyle deme abicim. Ben gördüm. Masal Hanımın yanında papağana dönüşüyor Barut Beyimiz" diyen Onur sırıtıyordu.
"Onur o kadar çok bedduamı aldın ki... Bir gün köpekler gibi aşık olacaksın. Ben de senin o halinle bir güzel eğleneceğim" dedi Tuncay.
"Aşk kiiim ben kim? Sen hayal kurmaya devam et Tuncaycım. İstersen Masal da kurabilirsin tabii" diyen Onur'u duyan Tuncay yanındaki yastığı kaptığı gibi Onur'un kafasına fırlattı. Sehpanın üzerindeki ağır bibloyu eline aldığındaysa Onur çoktan odaya kaçmıştı.
"Kendini tebrik etmelisin bence Tuncay. Yıllardır bu adama nasıl katlanıyorsun?"
"Ben ne yapayım yaa. Takıldı peşime harp okuluna geldi. Orada mecbur bir arada kaldık. Eğitimden sonra tam kurtuldum derken süt dayın sağolsun ikimize de 5 yıl sözleşme imzalattı. 2 yıla kurtulacağım inşallah" diyen Tuncay'ın ciddi olmadığı belliydi.
Emre ise duyduğu süt dayı kelimesine takılmıştı. "İlk başlarda torpil olarak anlaşılmasın diye söylemedi(k). Sonrasında... Soru sorarsınız diye. Geçmişi sorarsınız diye...Sizden dolayı da değil aslında. Dayısından dolayı. Komutan/askerken sorun yok da dayı/yeğen ilişkisine girerlerse geçmişi açıp duruyor Sinan dayı. Burak da bunun olmasına fırsat vermemek için söylemedi. Yaşadıkları... Sandığınızdan daha ağır. Bu konuyu benimle bile konuşmuyor" son cümleleri Hilal'e bakarak söylemişti.
Hilal önce yere ardından da Emre'ye baktı. "Ben artık buralardayım" dedi sadece. Emre tebessüm etti ve "İyiki" diye fısıldadı.
🦋
Araba şehre doğru ilerlerken Hilal camdan dışarıyı izliyordu. Dün Alfa'yla karşılaşacağını bir arabada öğrenmişti. Şimdi ise Alfa'nın aslında Burak olduğunu öğrenmişti. Radyoda çalan kısık sesli müziğin arasından Tuncay'ın sesi duyuldu. "Zor bir gündü ha?"
"Evet. Zordu. Fazlasıyla..."
"İyi idare ettin. Emre haklıydı. Senin yerine başkası olsa çoktan gitmişti. Gerçi öyle bir durumda... Böyle bir konu da olmazdı"
Hilal, Tuncay'a baktı. Kastettiği şeyi anlasa da sessiz kaldı. Onca imayı yapmasına rağmen, yine de sesli bir şekilde ona olan hislerini başkasına söyleyemiyordu.
"Hastaneye gideceğini söyledin. Bir sorun yok değil mi?" diye sordu Hilal konuyu değiştirerek.
Tuncay güldü ve "Yok. Nişanlım Masal, doktor. Onunla buluşacağız" dedi.
Hilal, Tuncay'a bakarak "Onu çok seviyorsun" dedi tebessüm ederek.
"Evet. Ama bunu kabullenmem oldukça uzun sürdü. Biliyor musun? Masal'a benziyorsun. Karakterleriniz zıt ama inadınız ve inancınız tıpatıp aynı. Gerçi... Öyle olmasa yanımızda duramazdınız sanırım"
Hilal tekrar camdan dışarı baktı. Kısa süre sonra Tuncay'a dönerek "Fazla özel kaçmazsa... Nasıl tanıştınız?" diye sordu.
"Ben 18 yaşımdayken... Abim yaralandı. O da asker. Babam gibi... Yaklaşık 1,5 ay hastanede kaldı. Bunun çoğu yoğun bakımda geçti. O zamanlar hastanede stajyerlik yapıyordu Masal. Gel git arkadaş olduk. O, ben ve Onur. Onur da abim için bekliyordu. O zamanlar tanıştık. Gerçi bu başka hikaye... O süreçte Masalla arkadaş olarak takılsak da ikimiz de birbirimizden etkilenmiştik sanırım. Abim iyileştikten sonra yazışmaya devam ettik. Ta ki ben... Harp okuluna girene kadar. Orası bambaşka dünya Hilal. Farklı bir hayat. Eline silahı aldığında... İş ciddiye biner. Gerçekten düşünmeye başlarsın. Kısa süre sonra irtibatımız kesildi. Okulun yoğunluğundan dolayı olduğunu düşündüm. Bana yazdığı mesajlara karşılık vermedim ve sonunda... O da yazmadı ben de... Aradan yıllar geçti. Geçen yıl bir operasyonda... Yaralandım. Oldukça ciddiydi. Fizik tedavi falan yaklaşık 2 ay hastanede kalmam gerekti. Ve bil bakalım doktorum kimdi? Onu tekrar gördüğümde... Hissettiğim duyguların tarifi olamaz. Ama ben... O 2 ayı onun burnundan getirdim diyebilirim. Sürekli tersledim. Onu o kadar çok ağlattım ki..."
Kırmızı ışıkta duran Tuncay, direksiyonu sıktı. Kısa süre sonra konuşmaya devam etti.
"Şimdi pişman olsam da... Yine olsa yine aynı şeyleri yapardım. İnan bana o bileğindeki izleri görünce Burak az tepki verdi. O anda aklından geçenleri o kadar iyi biliyorum ki. En kötüsü de 'Ya bir gün gerçek olursa?' düşüncesi... Ben bomba imhacıyım Hilal. Bir gün... Bir şeyler ters giderse gömülecek bir naaşım bile olmayacak. Uğraştığımız adamlar bizim kimliğimizi öğrendiği anda... Bize değil sevdiklerimize zarar verecekler. Bir zaafımız olduğu anda kendi piminizi kendimiz çekmiş oluruz"
"Şu an nişanlıymışsınız. Nasıl oldu da..?"
Tuncay güldü ve "Masal! Dedim ya senin kadar inatçı diye... Beni yenemeyeceğini anlayınca teslim oldu. Ve başkasıyla evlenmeye karar verdi"
"N'aptı? N'aptı?"
"Ciddi ciddi başkasıyla evlenmeye kalktı. İlk başlarda kaale almadım. O adamla gezdiğini gördükçe çıldırsam da... En iyisinin bu olduğunu düşündüm. Ama sonra... Kız isteme işi çıktı. Bu son noktaydı"
"Engel oldun"
"Evet. Merasimi bastım. Masal'ın elini tuttum ve sözlüsü olduğumu söyledim. Ortalık karıştı tabii. Karşıdaki adam da ailesinin isteğiyle bu işe girişmiş bu yüzden pek sorun etmedi. Sadece Masal'ın ailesi ters bir şekilde karşıladı. Bu şekilde karşılarına çıkmam falan... Onlara nedenlerimi anlatınca beni anladılar. Aramız çok iyidir. Beni çok severler. 3 aydır nişanlıyız işte. Düğün ne zaman olur bilmiyorum. Yine de... Hep diken üstündeyim. Bu saatten sonra onu bırakamam elbette fakat... Kabusların da beni bıraktığını söyleyemem. Büyük ihtimal son nefesime kadar da bu korkuyla yaşayacağım"
Hilal, gözünden düşen yaşları sildi. "Bizim hikayemiz sizinkinden çok daha zor olacak. Bugün öyle dik durdum belki ama... Her zaman bu şekilde olabilir miyim bilmiyorum. 'Tek kanatlı kuş uçmaz' derler. Burak'tan... Ondan ufak bir ışık görsem -reddedemeyeceğim/reddedemeyeceği bir şey- o zaman her şey daha kolay olacak. Aklımda o kadar çok soru var ki. Ne yapacağımı şaşırdım"
"Bu sizin hikayeniz. Ben veya bir başkası karışamaz. Sen sadece... Sen sadece vazgeçme Hilal! Bu hayatta Burak'ı iyileştirebilecek tek sen varsın. Sen ondan vazgeçersen... Burak karanlıkta boğulur. Ve sonu... Sonu toprak altı olur"
Hilal "Vazgeçmeyeceğim" diye fısıldadı söz verircesine. Tam o esnada radyoda maNga-Cevapsız Sorular çalmaya başladı. Tuncay ona bakınca Hilal 'kalsın' diye işaret etti. Arkasına yaslandı ve gözlerini kapatıp düşünmeye başladı.
Kaçırdığım bir şey var. Önemli bir şey. Ama ne? Dönüp dolaşıp o güne geri dönüyorum. Burak nasıl beni bir teröristle baş başa bırakabilir? Madem böyle davranmasının nedeni zarar görmemden korkması... O zaman beni nasıl o adamın insafına bıraktı? Gerçekten sevse... Böyle bir şeyi yapabilir miydi? O gün, o polisler gelmeseydi... Polisler? Polis?
Hilal hızlıca gözlerini açtı. "Tuncay! Rota değişti. Benim... Benim bir yere uğramam gerekiyor. Adres..."
🦋
Hilal karakolun önünde kaç dakika durduğunu bilmiyordu. Duyacaklarından çok duymama ihtimali olanlar canını yakıyordu. Telefonu eline alıp aramayı düşündüyse de vazgeçti. Eğer tahminimde haklıysam, burada olduğumu öğrenip ona haber vermesine izin veremem.
Karakolun içerisine girip organize suçlar bölümüne gitti. İlk başlarda kendinden emin tavırla hareket ettiğinden pek dikkat çekmemişken, büroya gelip Ulaş Başkomiseri ararken hemen farkedildi.
"Birini mi arıyorsunuz?"
"Evet ben Ba..." diye başladığı cümleyi adını duymasıyla tamamlayamadı.
"Hilal!"
Ulaş şaşkın bir şekilde karşısındaki kıza bakıyordu. Hilal, başkomiserin yanına gidip "Biraz konuşabilir miyiz?" diye sordu.
"Bir sorun mu var?"
"Dışarıda konuşursak sevinirim"
"Peki! İstediğin gibi olsun. Nurgül ben biraz dışarı çıkıyorum. Bir sorun olursa ararsın. Yakınlarda olacağım" dedi ve önden yürümeye başladı.
Parka geldiklerinde önce Ulaş banka oturdu. Ardından da onun yüzünü görecek şekilde Hilal...
"Hilal n'oldu? Bir sıkıntı mı var?"
"Müthiş bir zekaya sahipsin. Kim bilir günde kaç davayla ilgileniyorsun ama 3 ay önce tanıştığın beni unutmamışsın" dedi Hilal iğneleyerek.
"İltifat mı ettin, laf mı soktun?.. Sizin hikaye pek normal bitmedi. Bu yüzden ben de haliyle hatırlıyorum. Eee.. Bunu söylemeye mi gelmiştin?"
"Yok!3 ay önce elimde hiçbir bilgi olmadığından dava açmak istememiştim ama şimdi bir dava açmak istiyorum. Önce sana danışmak istedim. Nereye gitmem gerekiyor? Bu konularda hiçbir bilgim yok. Beni yönlendirebilir misin?"
"Bu ne demek? Yani... Elinde hiçbir bilgi yok. Nasıl dava açacaksın ki?"
"Burak Aslan"
"Sen nasıl... Bunu başka birine söyledin mi?.. Hilal, boş boş yüzüme bakma ve cevap ver!"
"Suçluyu yakalamak isteyen bir polis, bu soruları sormazdı sanırım ha?
Ulaş derin bir nefes aldı. Eliyle alnını ovaladı ve "Ne biliyorsun?" diye sordu.
"Tahmin edemeyeceğin kadar çok şeyi. Bildiklerimin ortalığı karıştıracağına eminim. Bu yüzden sorularıma cevap vermeni istiyorum! Burak Aslan'ı tanıyor musun?"
"Beni tehdit mi ediyorsun?"
"İstediğin şekilde değerlendirebilirsin. Ben sadece... Artık nefes alabilmek istiyorum Ulaş! Senden alacağım cevaplar... Bunu gerçekleştirecek. Tüm hayatım buna bağlı. Tek... Tek benim hayatım da değil. Onun da hayatı buna bağlı. Benim savaşmama!.. Bana savaşmak için bir neden ver! O nedeni asla ondan öğrenemeyeceğimi ikimiz de biliyoruz. Lütfen bize yardım et! Tekrar soruyorum. Burak Aslan'ı... Tanıyor musun?"
Ulaş biraz duraksadıktan sonra "Evet! Burak Aslan'ı tanıyorum" diyerek Hilal'in sorusunu yanıtladı.
|
0% |