Yeni Üyelik
50.
Bölüm

50. Bölüm- En Fazla Ne Olabilir Ki?

@yasminiesa

Karşısındakinin telefonu açmasını bekleyen Burak, sabırsızlıkla ayağını sallamaya başladı. Karşı taraf telefonu açtığında selam sabahı es geçen adam konuya bodoslama daldı.


"Yalnız mısın?" 


"Evet dersem... Gece gelecek misin?"


Dişlerini birbirine sürten Burak, sakinleşmeye çalışırcasına derin bir nefes aldı. Karşıdaki, onun bu öfkesinin bilincinde olsa da sırıtarak devam etmişti.


"Ama bizim ev olmaz tatlım. Benim küçük İbo cin gibi. Aramızdakileri fark edip herkese ilan falan eder. İkimiz de yanarız."


"Ateş!" 


Burak'ın ultra öfkeli ve ikaz dolu sesi karşısında Ateş ciddileşmeye çalışan ama başarılı olamayan ses tonuyla şakımaya devam etti.


"Kiminle görüşüyorum acaba? Burak Arslan mı yoksa ekip lideri Yüzbaşı mı? Ya da biriciğim Alfa?"


"Sence?" diye söylenen Burak elinde olsa telefonu adamın yüzüne kapatır, numarasını da engellerdi.


"Yani sen beni Burak olarak aramazsın. Bu beni çok kırıyor bu arada. KİT'in Yüzbaşı'sı olsan... Ulaş abimi arardın. Beni arayan sadece biriciğim Alfa'm olur. En sevdiğim!"


"Biliyor musun şimdiden aradığıma bin pişman ettin."


"Pişman olsan neye yazar. Şimdiye telefonu yüzüme kapatmadığına göre bana çok pis işin düştü di'mi? Ehh bu yüzden de beni çekmek zorundasın abi. Ve evet! Üzgün değilim."


Ateş'in oldukça neşeli çıkan sesi Burak'ın gözlerini devirmesine neden oldu. Bu dünyadaki en yanlış insanların birinden yardım istiyordu şu an.


Ateş, Onur ve Korkut Bermuda Üçgeni'nin en tehlikeli, en delirten gereksizi hangisiydi acaba?


"Hangi gizli operasyonda yardım edeceğim?"


Ateş'in nihayet ciddi çıkan sesi ile Burak derin bir nefes aldı ve sıkıntıyla konuştu.


"Gerçekten gizli ve... Biraz/bariz sıkıntılı."


"Bu ses tonu da ne biriciğim? Endişe etme benim arkam sağlam. Tüm suçu başkomiserime atarım. Temiz iş!"


"Hain seni." diyerek gülen Burak konuşmaya devam etti.


"Atacağım konuma gel. Soran olursa..."


"İbo'yla alakalı bir durum mu var? Hemen geliyorum. Önce ekipten birine söyleyeyim de neden ortadan kaybolduğumu merak etmesinler."


"Okay! Teçhizatlı gel. Çelik yeleğini mutlaka giy. Bizi ne bekliyor bilmiyorum."


"Anlaşıldı kaptan. Bekle beniiiiii geleceğim."


Telefonununu kapatan Burak arabasına yaslanarak gülümsedi.


"Gereksiz. Yeminlen gereksiz." diye söylenen adam bu işin sonunda olacakları düşünerek durgunlaştı. Herhangi bir tersliğin sonuçları çok büyük olabilirdi.


"Elimde olsa seni bu işe karıştırmazdım be Ateş." diye mırıldanan adam, konumu arkadaşına attıktan sonra kaçındığı konuşmayı artık yapması gerektiğinin bilinciyle sevdiğini aradı.


🦋 


"Kız nereye?" 


Arkasından bağıran Duygu'ya telefonunu işaret ederek "Sevgilim!" diye fısıldayan Hilal, kızları mutfakta bırakıp odasına geçti.


"Günaydın Alfa'm."


"Günaydın Kelebeğim. Nasılsın?"


"İyiyim. Duygu geldi, kahvaltı yapacağız şimdi."


"Yaa... Tutmayayım o zaman ben seni."


"Halbuki ben, beni sadece sen tut isterdim. Üzdü."


Kızın, hüzünlü çıkan sesi Burak'ın gülmesine neden oldu.


"Düşmelerin bana olunca doğal olarak tutuşlarını da ben gerçekleştiriyorum. Alıştın tabii. Sen de haklısın."


"Şuna şuna... Sabah sabah bu ne ukalalık Alfa Bey?"


"Benim ukalalığın mesai saatleri yok Asena Hanım. Sabah akşam fark etmiyor."


Yatağına oturarak arkasına yaslanan Hilal'in aklı, ister istemez dün anneannesinde yaşananlara gitmişti.


"İyi misin?" diye soran kızın durgun sesini duyan Burak derin bir nefes aldı.


'Hadi şimdi birazdan göreve çıkacağını söyle söyleyebiliyorsan Burak Efendi!'


"Ben iyiyim de sen değilsin sanırım Kelebeğim. Senin üzülmen benim kötü olmam için başlıca sebep biliyorsun değil mi?"


"Biliyorum biliyorum da..."


"Da'sı falan yok Hilal. Beni düştüğüm kuyudan tutup çıkarttın sen. Şimdi tüm yaşananları tekrardan gün yüzüne çıkartmaya gerek yok. Yalan söylemeyeceğim. O gün gerçekten berbat bir gündü. Tek annemle babam da değil... Yardım isteyecek kimsenin olmadığını anlamam, tüm o ışıkları yanık evleri görmem, Oktay abim... Yıllarca o gün yaşadıklarım yüzünden berbat haldeydim. 11 yaşındayken ölü bedenler görmüştüm ben. Askerde ilk kez ölü bedenleri görenler renkten renge girerken ben tepki bile vermemiştim. Belki de Soğuk Nevale olmamın başlıca sebebi bu olmuştu. Sonuç olarak... Sen geldin. Artık o gün, o kadar canımı yakmıyor. Canım yandığında, sana sığınacağımı bilmek en büyük tesellim. Elini tuttuğumda dünyanın en güçlü insanı haline dönüşeceğimi biliyorum. Bu yüzden üzülme! Beni iyileştiren senin gülen gözlerin iken üzülme ne olursun."


Dolu gözlerini kırpıştıran Hilal, adamın kendisini görmeyeceğini bilse de başını aşağı yukarı salladıktan sonra fısıldadı.


"Tamam."


Kızın hafif çatlak çıkan sesi Burak'ın hüsranla gözlerini kapatmasına neden olmuştu.


"Şu an yanında olup sarılmak vardı."


Onun bu sözü, Hilal'in gülümsemesine neden oldu.


"Neyse ki bir saate yanındayım."


Duyduğu cümleyle boğazını temizleyen Burak'ın sessizliği Hilal'in kaşlarını çatmasına neden olmuştu.


"Alfa'm?" 


"Ben de seni bu yüzden aramıştım."


"Ne oldu?" diye soran kızın sesindeki endişe hissediliyordu.


"Daha söylemeden endişeli Kelebek modunu açtın. Önce bir söylese miydim acaba?"


"Sesin sıkıntılı geliyor Burak. Ne yapayım?"


"Normalde bunu sana söylemezdim fakat haber vermemi istiyorsun. Haber verdiğimde ve sen böyle yaptığında da aklım sende kalıyor."


Burak'ın serzenişi Hilal'in kaşlarını çatmasına sebep oldu.


"Neyin haberi?" 


Hilal, bu soruyu sormak için sormuştu aslında. Genç kız adı gibi biliyordu Burak'ın söyleyeceği şeyi. Adam onu şaşırtmayarak konuştu.


"Bir süredir bir şeyler karıştırdığımın farkındaydın zaten. Şimdi adamın birini paketlemeye gidiyorum."


"Kiminle?" 


"Ateş'le buluşacağız birazdan."


"Peki bizimkiler?" diye soran Hilal'in sesi kısık çıkmıştı.


"Haberleri yok. Büyük ihtimal güzel bir papara yiyeceğim sonrasında."


"Neden peki?" 


"Olay biraz fazla karışık Sevdiğim. Adamı yakalamak için elimde herhangi bir delil yok. Sırf hislerimle harekete geçiyorum şu an. Biliyorsun ki her şeyi üstlerimize bildiriyoruz. Onlardan 'Alfa öyle hissediyormuş hadi adama baskın düzenleyelim." diyerek izin alamayacağımıza göre..."


"Tehlikeli değil, değil mi?"


Kızın cümlesi karşısında Burak'ın dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirdi.


"Bizim işte hep bir tehlike var ya Sevdiğim."


'Her geçen gün bunu bir kez daha fark etmek canımı yakıyor be Alfa'm.'


"Biliyorum. Senin, benim için çok çok dikkatli de olacağını biliyorum. Sana güveniyorum. Bana sağ salim geri dön Sevdiğim." diyen kız sesine hafif öfkeli bir tını ekleyerek devam etti.


"Ayrıca buluştuğumuzda bunu telefonla haber vermenin bedelini ödeteceğim sana. Daha dün beraberdik!"


"Aynı anda fazla dram yüklemesi yapmayayım dedim. Senin de bir sınırın var."


Burak'ın savunmacı çıkan sesi karşısında Hilal gözlerini devirdi.


"Sen gel gel. Ben sana dramı da göstereceğim yüklemeyi de."


"Sesin ultra şiddete meyilli biri gibi çıkıyor. Acaba gelmeden önce, can güvenliğim için hakkında uzaklaştırma kararı falan mı çıkartsam?"


"Kararı çiğneyen ben değil de sen olursun gibime geliyor ama çok istiyorsan çıkart!"


Arabasına yaslı olan Burak, gökyüzünde soluk bir şekilde gözüken hilale baktı.


"Senden uzak kalmak mı? Denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Hayatımın en güzel yenilgisi, hâlâ gökyüzündesin!"


Önce güneşe sonra da aya bakan adam gülümsedi.


"Kardeşim ve sevdiğim aynı karede. Bir adam başka ne ister ki?"


Gülümseyen Hilal içinden 'Ailesini ziyarete gitmek.' diye geçirse de bunu dile getiremedi. Burak'ın artık Sakarya'ya gitmesi lazımdı ve Hilal bu konuyu açmaya korkuyordu. Alacağı tepkiyi tahmin etmek çok da zor olmasa gerekti.


"Benim kapatmam gerekiyor Kelebeğim. Doğukan'la son rütuşları geçeceğiz."


"Tamam. Allah'a emanet ol Alfa'm."


"Sen de Allah'a emanet ol Hilal'im. Ayrıca boşuna endişeleniyorsun. Sadece bir adamı paketleyeceğiz. En fazla ne olabilir ki?"


🐺 


"ATEŞ DİKKAT!" diye bağıran adam, Ateş'i tuttuğu gibi önündeki arabanın arkasına atladı.


Silah sesleri ardı ardına devam ederken Ateş öfkeyle söylendi.


"Bitmiyor a*ına koyduklarım. Bana masum bir operasyon olduğunu söylemiştin abi. Hayallerimle oynuyorsun bak. Kandım ben sana. Bilseydim böylesine süslenip püslenmezdim. Biricik siyah kotum artık mevta senin yüzünden."


"Allah aşkına bir sus Ateş!"


"İki sussam?" 


"Ulan!" diyen Burak ona ters bir bakış atıp şarjörünü değiştirdi.


"Yalnız bu son şarjör!" diye mırıldanan Alfa, saldırmak için onların çıkmasını bekleyen adamların nerede olduklarını hesaplamaya çalışıyordu.


"Çok güzel. En azından bir bütün mermin var. Benim son iki kurşunum kaldı. Hadi tek atış ve tam isabetle bitirelim şu işi."


Bunu diyen Ateş silahı kendi başına çevirdi.


"Napıyon gerizekalı?" diyen Burak saf bir inanamamazlıkla Ateş'e bakıyordu.


"Napıyım abi? İşte herkesten gizli operasyona çıktım sonra mahalle arasında siviller etraftayken çatışmaya falan girdim. Büyük ihtimal tüm bunlar yüzünden mesleğime elveda diyeceğim. Onca resmi yazı, özür, mahkeme falan zora sokmayayım milleti dedim. Şimdi tüm o işler için onlarca kağıt gidecek. Ben yanmışım o garip ağaçların ne suçu va... Ahh salak herif! Kulağımın dibinden geçti o mermi. Gidiyordu be güzel kulağım." diyen Ateş elini kulağına götürdü.


Hissettiği ıslaklı ve sıcaklıkla kurşunun değerek dibinden geçtiğini anlayan Ateş saklandığı yerden başını çıkarttı. Ondan bu hamleyi bekleyen Burak gülerek ona eşlik etti.


"Ben intihar edebilirim ama siz beni vuramazsınız ulaaaaan!" diye bağıran Ateş kalan iki mermisiyle iki adamı art arda yere sermişti.


2 Saat Önce


"Bana ihtiyacın vardı demek. Çok duygulandım Biriciğim!" dedi Ateş arabaya biner binmez.


"Sana değil, kimliğine!"


"İki dakika duygulanıp hayal kurmama bile izin vermiyorsun abi yaa... Giderim bak."


"Nah gidersin!" diyen Burak gaza biraz daha yüklenmişti.


"Tamam tamam. Hızlanma yav gitmiyorum hiçbir yere." diyen Ateş, takmayı unuttuğu kemerini hızlıca takmayı da ihmal etmemişti.


"Bak işte böyle kemer taktırırlar adama."


Ukala bir sesle kurduğu cümleden sonra arabanın hızını düşüren Burak, ciddiyetle yanındaki adama baktı.


"Bu sefer durum gerçekten vahim."


Hafifçe başını sallayan Ateş, Burak'a doğru döndü.


"Onu anladım zaten abi. Sesindeki sıkıntıyı en başından beri farkındayım."


"O yüzden mi işi gırgıra vurup duruyorsun?"


Burak'ın sataşarak söylediği cümle Ateş'in ciddiyetle "Evet!" diye yanıtlamasına neden olmuştu.


"Senin alaycılığın ve ukalalığın, benim şakalarım ve boş yapmalarım... İkisi de aynı kapıya çıkıyor. Escape!"


"Tüm sırrı bozdun." diye mırıldanan Burak yola bakmayı kesip yanındaki adama döndü.


"Nasıl gidiyor?" 


"Güzel gidiyor. Gittiğine inanamayacak kadar güzel hem de." diyen Ateş gözlerini yoldan çekmeden konuşmuştu.


"Bir yerde tepetaklak olmaktan korkuyorsun değil mi? Her şeyin alabora olmasından."


Duydukları, Ateş'in dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirmesine neden olmuştu.


"Ben pek alışkın değilim böyle tasasız, tümseksiz dosdoğru gitmeye. Uygur Baba beni ilk bulduğunda... Hep bir şeyler bekledim biliyor musun? Günün birinde gelip 'Sana o kadar yardım ettim. Şimdi sıra sende. Şunu şunu yap!' demesini çok bekledim. Karşılıksız iyiliği kim neden yapardı ki? Sokaklarda iyilik kelimesi yok. Hep bir takas! Takas olmayınca bir afalladım. Sonra alıştım ama bazen onlarlayken..."


Söylediklerinden, söylemek üzere olduğu şeyden, hoşlanmayan Ateş yüzünü buruşturarak sustu. Fakat Burak susmamıştı.


"Kendini sığıntı gibi hissediyorsun. O aile tablosundaki fazlalık parça."


Ateş, şaşkın gözlerle Burak'a baktı.


"Nasıl?.. Sen de mi? Ama bu çok saçma!"


Direksiyonu sıkan Burak acıyla güldü.


"Saçma ya da değil. Hiçbir şey öz ailenin yerini tutamıyor. İçimdeki bir parça hiç susmuyor, her seferinde vura vura gerçekleri hatırlatıyor."


Arabayı bir süre derin bir sessizlik kapladı. İkili kendi düşüncelerinde, geçmişlerinde, boğulmuştu.


"Düşünüyorum da Hayat'ın ailesiyle, ailem diye tanıştırabileceğim kimsem yok. Bir süre keş akrabalarımın yanında dayak yiyerek, bir süre de leş sokakların kucağında çöplük yiyerek büyüdüm desem... Nasıl tepki verirler acaba?"


"Dün bana verilen tepkinin benzerini." diye fısıldamaktan kendini alamamıştı Burak.


Ona bakan Ateş kısık bir sesle sordu.


"Ne oldu ki dün?"


"Hilal'in ailesiyle tanışmaya gittim. Dağıldım, dağıttım geldim."


Adamın üzgün haline bakan Ateş iç geçirdi.


"Sana da oluyor değil mi abi? Sen de 'Onun karşısına çıkmasaydım, daha iyi birini bulabilirdi. Normal bir hayata sahip olabilirdi.' diye düşünüyor musun?"


"Düşündüğüm her seferinde, Hilal o düşünceyi alıp daha da uzağa fırlattı. Arada yine düşünsem de bensiz bir hayatı istemediğinin farkındayım. Birkaç gün önce bir arkadaşım geçmişte yaşadıklarımızı yaşamayı bizim seçmediğimizi, yaralı olanın ben/biz değil de o/onlar olsa karşımızdakini tek bırakıp bırakmayacağımızı sordu."


"Bu soruya cevap vermeye tenezzül etmek bile gereksiz. Ayan beyan ortada." diye mırıldandı Ateş.


"Aynen! Yanımızda tutarak bencillik yaptığımızı düşünüyordum ama sanırım öyle değil. Onların yanımızda olmasını engelleyerek asıl bencilliği yapıyoruz. Onlar sadece bizi seviyorlar Ateş. Bırakalım da teselli etsinler, bizim misliyle karşılık verdiğimizi bilerek sevsinler. Saçma düşünceler, olumsuz duygular elbet bir gün aşılır."


"Yanımızda onlar varken aşılır." diye mırıldanan Ateş usulca devam etti.


"Ben hep aşkın zayıflık olduğunu düşünürdüm. Hatta belki de ayak bağı. Ben kendi kendime yeterdim, mutluydum... Ama öyle değilmiş. Mutluluğun ne olduğunu onun gülen gözlerini görünce anlıyorum. Eskiden tadı tuzu olmayan yemeklerin tadında sorun yokmuş. Tek yediğimden çıkmıyormuş o tat. 5 dakikada sırf karnım doysun diye boğulurcasına yediğim yemek, yemek değilmiş. Sevince insan gücünden çalmaz, gücüne güç katarmış."


Yanındaki adama dönen Ateş, hafifçe tebessüm etti.


"Tüm bunlara rağmen, arada yanıma uğrayan o saçma düşünceleri sana havale edeyim mi? Geldiklerinde kızar mısın onlara abi?"


"Kızmak ne kelime. Onları vahşi kurt pençesiyle tanıştırırım. İstediğin zaman gönder gelsin kardeş!" dedi Burak sevgiyle gülümseyerek.


🐺


"İkimiz de baştan ayağa siyah giyinmese miydik acaba? Çok mu dikkat çekiyoruz?"


"Biz hep dikkat çekiyoruz. En azından ben!"


"Hilal yengem seni ve egonu idare ederken zorlanmıyordur inşaallah?" diyen Ateş yanındaki adama memnuniyetsiz bakışlarla bakıyordu.


"Çaktırmıyor ama o da en az benim kadar egoist." diyen Burak sağ tarafa döndü. Ateş onu takip ederken konuşmayı ihmal etmemişti.


"İşte asıl nokta da bu abi. Çaktırmamak! Herkesin içinde bir egoist vardır ama bunu dışa vurum yaparak böbürlenmiyorlar."


"Böbürlenmek için çok nedenim var. Niye kendimle övünmeyeyim ki? Yakışıklıyım, zekiyim, zenginim. Ahh düşündükçe gerçekten de mükemmel bir insanım ben."


"Mazoşist olduğunu biliyordum ama aynı zamanda narsistmişsin de!" diye söylenen Ateş ile Burak omuzlarını silkerek güldü.


"Gerçekleri söylemek ne zamandan beri narsistlik oluyor?"


Ateş, yanındaki adamla başa çıkamayacağını fark ederek derin bir iç geçirdi.


Onun bu haliyle dalga geçmek için ağzını açmıştı ki kulaklığındaki Doğukan'ın sesini duydu.


'Sanırım az ilerideki bordo apartman!'


Üç bina sonraki apartmana bakan Burak hafifçe duraksamıştı.


"Sanırsın?"


"Koskoca İstanbul'da adını sanını bilmediğin birini aramak sandığın kadar kolay bir şey değil Burak Efendi. Kolaysa gel sen bul!"


"Relax. O bina olduğunu farz edersek, kaçıncı kat bilmiyorsun değil mi?"


"Yok. Onu siz halledeceksiniz artık."


Burak, bıkkın bir nefes alsa da bir yorum yapmadı.


"Adamın resmini bana atar mısın abi?"


Burak, Ateş'in ricasını ikiletmeden yerine getirdi ve onun az ilerisinde bulunan bakkala girmesini izledi. Bir süre sonra Ateş başını sallayarak yanına yaklaştı.


"Bordo apartmanmış! Bakkal iki yıldır 3. kattaki dairenin boş olduğunu 1,5 ay önce de bu adam tarafından kiralandığını söyledi. Gizemli biriymiş. Sesi soluğu çıkmazmış."


"Peki ne dedin bakkala?"


"Bir soruşturma için görgü tanığı olabilir. Şahitliğine ihtiyacımız vardı' dedim."


"Tamamdır! Hadi gidelim. Adamı sessizce alacağız."


İkili rahat hareketlerle apartmana doğru giderken bakkal sahibi de başını camekandan uzatmış onları izliyordu.


"Kesin mahalleliye durumu yayacak bu herif." diye söylendi Burak.


"Farkındayım. Durumun şu an gizli olması gerektiğini, herhangi birine bir şey söylerse onu da merkezde misafir etmek zorunda olduğumuzu söyledim. Biz gidene kadar kimseye tek kelime edemez."


"Kimliğin?" diye kısık bir sesle soran Burak merdivenleri çıkmaya başlamıştı.


"Çömezmişim gibi konuşuyorsun abi. Parmağımı bilerek ismimi kapatacak şekilde tuttum. Sonra direkt sorulara geçince arada kaynadı soramadı ismimi."


Arkasından gelen Ateş'e bir bakış atan Burak mırıldandı.


"Çömez olduğunu düşünseydim, seni yanıma alarak hayatımı sana emanet etmezdim."


Hayran olup, örnek aldığı adamdan bu cümleleri duyan Ateş'in gözleri parlarken dudaklarında da kocaman bir gülümseme belirmişti.


Kapının önüne geldiğinde duraksayan Burak, kulaklığın diğer ucundaki Doğukan'a hitaben konuştu.


"İnceledin değil mi? Kaçabileceği hiçbir yer yok."


"Yok! 3. kattan atlamadığı sürece hiçbir şekilde o evden çıkamaz. Yalnız Burak, drone ile camdan bakıp yer tespiti yapayım dedim ama... İçeride kimse gözükmüyor. Adam evde değil sanırım."


"İyi! Araştırmak için güzel fırsat. İçeride bekleriz biz de kendilerini." diyen Burak montunun iç cebindeki maymuncuk koleksiyonunu çıkarttı.


"Her daim hazırlıklıyım diyorsun?" diyerek gülen Ateş yanındaki duvara yaslanarak kollarını kavuşturdu ve kapının kilidiyle uğraşan adama baktı. Burak çok kısa sürede kilidi açtığında Ateş şaşkınlıkla doğruldu.


"Nasıl yaa?"


"Öyle yaa. Kilit açma muhabbetine küçüklüğümde başlamıştım ben. Bir de alet edavat var elimde." diyen Burak temkinli adımlarla eve girerek silahını çıkarttı.


Ateş ile ikisi tecrübeli hareketlerle tüm evi dolaşarak adamın evde olmadığına kanaat getirdikten sonra etrafı incelemeye başladılar.


"Burada adam akıllı eşya yok abi. Yatak bile yok. Bu adam burada mı kalıyor?" diyerek içeriye seslenen Ateş, tek tük yiyeceğin bulunduğu buzdolabını kapattıktan sonra Burak'ın yanına gitti.


"Bir şey buldun mu?"


"Bak bakalım burada neler var?" diyen Burak elindeki resimleri Ateş'e uzattı.


"Asım Başkomiser." 


Mırıldanan Ateş resimleri incelerken gördüğü resimle donakaldı.


"Burası benim mahsur kaldığım, Tornado'nun mekanı değil mi?"


"Ta kendisi! Baskından günler önce oradaymış. Oranın varlığını biliyormuş yani. Mekana gittiğimizde neden sadece piyonları enselediğimiz de açığa çıktı böylelikle. Şerefsiz herif, Tornado'ya haber uçurup adamların kaçmasını sağladı büyük ihtimal."


Öfkeli bir nefes alan Ateş elindeki fotoğrafı sıktı.


"Bir şeyler karıştırdığının farkındaydım ama onların adamı olmasını sindiremiyorum. O üniformayı hangi yüzle giymeye cesaret eder? Bir de 3 gün sonra bu herife başarılarından dolayı ödül verecekler! Komik gerçekten(!)."


"Ödül mü? Nerede?" diye soran Burak'ın düşünceli sesi Ateş'in ona bakmasına neden oldu.


"Bizim merkezin bahçesinde. Çok büyük çaplı olmayacak ama üst düzeyden birçok kişi ve gazeteciler de orada olacak. Tek Asım Başkomiser'e değil, Müdürümüz'e ve birkaç şubenin Başkomiseri'ne de ödül verilecek."


Elindeki krokiye bakan Burak, onu Ateş'e doğru çevirdi.


"Bu bahçeden bahsediyoruz sanırım."


"Burası bizim merkez... Bombalı saldırı mı düzenleyecekmiş bu şerefsiz?"


Ateş'in nefret dolu sesini duyan Burak başını iki yana salladı.


"Hiç sanmıyorum. Şuradaki kağıtlarda Sniper modelleri var. M21 hakkında da bayâ bir araştırma yapmış."


"Suikast o zaman?"


"Büyük ihtimal." diyen Burak önündeki belgeleri incelemeyi bırakıp diğer odaya geçti. Odadaki maket insan figürüne yaklaşan adam az ilerideki oyuncak oklara baktı.


"Sniper'la birini vurmayı düşünüyor ve talimleri oyuncak okla mı yapıyor?"


Odaya giren Ateş'i başını iki yana sallayarak yanıtlayan Burak maketi incelemeye başladı.


"Ben de anlamadım. Hayır bütün ok izleri de hayati olmayan yerlerde."


"Buraları vurmamalıyım!' diyerek mi alıştırma yaptı yani? Çok saçma!"


"Bence de!" diye mırıldanan Burak evin geri kalanına baksa da kayda değer bir şey bulamadı.


"Tam bir suikastçi ini burası. Hiçbir şahsi eşya yok. Planlardan ve suikast yapacağı kişiye ait resimlerden ibaret."


"Asım Başkomiser, Tornado'ya yamuk yaptı ve o da işini bitirmek için adam mı tuttu yani? Hem de gözdağı vermek istercesine kameraların olduğu bir yerde mi bitirecekler işini? O zaman o Asım denen başkomiser bozuntusu kahraman ilan edilir."


Ateş'in sesindeki isyan kendini belli ediyordu.


"O herifin ne mal olduğunu ortaya çıkaracağım. Geberip gebermemesi bir şeyi değiştirmez. Ayrıca adamın paralı bir suikastçi olduğunu düşünmüyorum."


"Neden?" diye sordu kulaklığın öbür ucundaki Doğukan.


"Sadece... Öyle hissediyorum. Açıklayamam." diye mırıldanan Burak resimlerden birini eline aldı.


"Sanki daha çok şahsi bir şeymiş gibi. Sanki bu kamerayı tutan gerçekten de Asım'dan ölesiye nefret ediyor. Birçok resimde kamera'yı oynatmış. Eli deklanşörde değil de o adamın boğazında olmak istiyor gibi..."


Fotoğrafa bir süre bakan Burak, başını iki yana sallayarak düşüncelerinden kurtulmak istedi.


"Bilmem. Öyle işte! Sadece benim hüsnü kuruntum da olabilir. Fakat bu işin altından gerçekten de çok büyük şeyler çıkacakmış gibi hissetmekten kendimi alamıyorum." diye mırıldanan Burak fotoğrafı masaya geri bıraktı.


"Şimdi ne yapıyoruz?" diye soran Ateş'e sıkkınca bakan Burak "Bekliyoruz!" diye mırıldandı ve arka taraftaki koltuğa doğru yöneldi.


🐺 


Yaklaşık yarım saatin sonunda Doğukan'ın "Çabuk çıkın oradan!" demesi üzerine ikili oturdukları koltuktan kalkarak aynı hızla silahlarını çıkarttılar.


Burak, arkadaşına olan sonsuz güvenini gösterircesine kapıya doğru yönelirken 'Ne oldu?' diye sormamıştı bile.


"Etrafınızı sarıyorlar! Karşı binaya birkaç şüpheli adam girdi. Mahallenin başına da aynı şekilde şüpheli bir minibüs yaklaştı. Şu an yanınızdaki binanın çatısına adamlar çıktı bulunduğunuz binaya geçmeye çalışıyorlar... Minibüsteki adamlar indi. Apartmana doğru yaklaşıyorlar. Neredesiniz?"


Doğukan'ın telaşlı bir sesle kurdukları Burak'ın okkalı bir küfür fırlatmasına neden olmuştu.


"Dış kapıya geldik. Dışarısı ne durumda?"


"5 adam var, binaya çok yaklaştılar. Apartmandan çıkmazsanız orada çatışmak zorunda kalacaksınız! Düzeltiyorum. İkinizin de tek kurşunla işinizi hallederler o apartman girişinde. Çabuk çıkan şuradan Burak! Ben en yakın karakola haber veriyorum, ekip göndersinler."


"Sakın adımızı verme. Hatta iki dakika bekle ilk kurşundan sonra ara."


"Delirdin m..."


"Çatışma olmadan ihbar veremezsin! Her şey ortaya çıkar. Mahalle ortasında çatışacak olmama neden olanların hepsinin ben..."


Küfürler ederek apartmandan dışarıya fırladı Burak. Ateş de duraksamadan onu takip etti. Siyahlar içindeki ikiliyi gören adamlar silahlarını çıkartırken, Ateş ve Burak iki tanesini yere indirmişti bile. Her iki taraf da araçları kendilerine siper alırken, karşı apartmana saklanan adamlar da binanın üçüncü katından olaya dahil olmuştu.


"ATEŞ! Bunların işini hemen bitirmemiz gerekiyor. Herhangi bir kurşun bir sivile gelmemeli!" diyen Burak canını tehlikeye atma pahasına başını saklandığı yerden çıkartarak karşı binadaki boş dairede bulunan adamların ikisini vurdu.


Camlar patlıyor, isabet eden kurşunlar yüzünden arabaların alarmları çalıyordu. Kurşun seslerinin ardı arkası kesilmezken birkaç evden çığlık sesleri yankılanıyordu. Mahalledeki kedi köpek korkuyla oradan oraya koştururken, kuşlar havalanarak kaçışmaya başlamıştı.


Ortalık savaş alanından farksızken Burak "İyi ki okul saati!" diye fısıldadı ve bariz korkarak bu savaştan etkilenen herhangi birisi var mı diye etrafa bakınmaya başladı.


Ateş ise Burak'ın karşı apartmanda vurduğu adamların yanındakini haklarken, az kalsın karşı kaldırımdaki bir adam tarafından vuruluyordu.


Kendini zar zor arabanın arkasına atan Ateş, şarjörünü değiştirirken yanındaki Burak'a baktı. Nefes nefese olan adamın tüm damarlarında adrenalin dolaşırken bakışlarında ölümcül bir ifade vardı.


"İyi misin abi?"


"DEĞİLİM! Herhangi bir sivile bir zarar gelsin... O Tornado denen iti bulduğumda tanınmaz hale getireceğim! Ömrünün sonuna kadar acılar içinde gebermesini sağlayacağım. Yaptıklarının cezasını her hücresinde hissedecek o p*ç!"


Burak'ın sesindeki öfke öylesine güçlüydü ki Ateş karşısındaki adama bakarak yutkundu. Alfa; isminin hakkını veriyordu. Adamdan yayılan enerji öylesine güçlüydü ki Ateş iliklerine kadar ürperdiğini hissetti.


Bu öfkeyle karşıdaki arabaların arkasındaki şerefsizlere yönelen Burak arabanın camını parçalayarak bir tanesini kafasından vurdu. Vurulan arkadaşını gören adam anlık panikle başını çıkarıp bakmak gibi bir hata yaptı ve gördüğü son şey siyahlara bürünmüş kasketli adam oldu. Kalan adamı da kaçmak üzereyken vuran Ateş derin bir nefes aldı.


"Beyler! Az önce çatıda olan adamlar ortadan kayboldu. Arkanızı kollayın. Her an apartmand..."


Doğukan, cümlesini bitiremeden apartman girişinde beliren adamla Burak bir el ateş etti. Anında ölen adam yere düşerken, peşinden gelen böyle bir şey beklemediği için afallamış ve Ateş'in kurşununa kurban gitmişti.


"2 gitti kaldııı..." diye neşeyle şakıyan Ateş sorusunu Doğukan'a hitaben sormuştu. Ona bir bakış atan Burak, bu neşenin korkuyu gizleme isteğinden dolayı olduğunu fark ettiğinden sesini çıkarmadı.


Eğer daha fazla adam varsa ikisi de hapı yutmuştu. Sıradan bir operasyon olacağı düşüncesiyle yanlarına yeterli şarjör almayan adamların mermileri bitmek üzereydi.


"Karşı binaya 3 girmişti hakladınız. Arabanın arkasına siper alanlar da öldü. Bulunduğunuz binanın çatıda da 2 kişi vardı onlar da bitti. Başka var mı diye bakıyor... S*ktir! Drone'u vurdular. Siper alın!"


Şarjörünü değiştirmek üzere olan Burak, Doğukan'ın cümlesiyle sol taraflarındaki hareketliliği fark etti.


"ATEŞ DİKKAT!" diye bağıran adam, Ateş'i tuttuğu gibi önündeki arabanın arkasına atladı.


Silah sesleri ardı ardına devam ederken Ateş öfkeyle söylendi.


"Bitmiyor a*ına koyduklarım. Bana masum bir operasyon olduğunu söylemiştin abi. Hayallerimle oynuyorsun bak. Kandım ben sana. Bilseydim böylesine süslenip püslenmezdim. Biricik siyah kotum artık mevta senin yüzünden."


"Allah aşkına bir sus Ateş!"


"İki sussam?" 


"Ulan!" diyen Burak ona ters bir bakış atıp şarjörünü değiştirdi.


"Yalnız bu son şarjör!" diye mırıldanan Alfa, saldırmak için onların çıkmasını bekleyen adamların nerede olduklarını hesaplamaya çalışıyordu.


"Çok güzel. En azından bir bütün mermin var. Benim son iki kurşunum kaldı. Hadi tek atış ve tam isabetle bitirelim şu işi."


Bunu diyen Ateş silahı kendi başına çevirdi.


"Napıyon gerizekalı?" diyen Burak saf bir inanamamazlıkla Ateş'e bakıyordu.


"Napıyım abi? İşte herkesten gizli operasyona çıktım sonra mahalle arasında sivilleri tehlikeye atarak çatışmaya falan girdim. Kaç araba hasar aldı bakmak istemiyorum. Evlere kurşun isabet ettiyse ve herhangi birine bir şey olduysa... Büyük ihtimal tüm bunlar yüzünden mesleğime elveda diyeceğim. Onca resmi yazı, özür, mahkeme falan zora sokmayayım milleti dedim. Şimdi tüm o işler için onlarca kağıt gidecek. Ben yanmışım o garip ağaçların ne suçu va... Ahh salak herif! Kulağımın dibinden geçti o mermi. Gidiyordu be güzel kulağım." diyen Ateş elini kulağına götürdü.


Hissettiği ıslakla ve sıcaklıkla kurşunun teğet geçtiğini anlayan Ateş, saklandığı yerden başını çıkarttı. Ondan bu hamleyi bekleyen Burak 'Sonunda!' diye düşünerek ona eşlik etti.


"Ben intihar edebilirim ama siz beni vuramazsınız ulaaaaan!" diye bağıran Ateş kalan iki mermisiyle iki adamı art arda yere sermişti.


Burak da acımadan adamların üzerine sıkarken bilerek hayati organlarına ateşlememişti. Bunu fark eden Ateş "Abi?" diyerek soru dolu gözlerle ona döndü.


"Konuşturacak adam lazım. Bu postanın kıyafetleri, silahları farklı. Paralı askerden daha fazlasılar."


4 adamı bu şekilde indiren Burak, etrafına bakınmaya başladı.


"Bittiler mi Doğu herhangi bir yerden çevreyi görebiliyor musun?"


"Maalesef hayır! Körüm şu an. Yeni drone yolda ama ancak akşama ulaşır(!). Biz nasıl böyle bir aptallık yaptık? Çok hafife aldık bu operasyonu! Çok!"


"Gerçekten öyle oldu!" diyen Burak saklandığı yerden çıkmaya kalktı fakat Ateş onu engelledi.


"Ne yapıyorsun abi?"


"Görünürde kimse yok."


"Tamam da..." diyen Ateş'in gözleri endişe doluydu.


"Bunu söylediğime gerçekten inanamıyorum ama beni delirten gereksiz Ateş'i, endişeli Ateş'e tercih ederim."


Derin bir nefes alan Ateş etrafına bakındı.


"Kurşunum bitti seni koruyamam. Ben çıkıyorum."


Ateş'in kararlı çıkan sesi Burak'ın hafifçe tebessüm etmesine neden oldu. Başıyla onu onaylayan Alfa, herhangi bir tehlikeye karşı ultra diken üstündeydi. Arabanın arkasından doğrulan Ateş birkaç adım atmıştı ki duyduğu sesle durdu.


Polis sirenleri tüm mahalleyi kaplarken mahallenin başında ve sonunda polis arabaları gözüktü.


"İşte şimdi sıçtık!" diye mırıldanan Ateş 'Ne yapacağız?' dercesine Burak'a baktı. Burak çatışma esnasında ters çevirdiği kasketini düzeltirken başını iki yana salladı.


"Adamın birini yakalamaya geldiğini ve çatışma çıktığını söyleyeceksin. Benim kimliğim ve varlığım açığa çıkmayacak. Liderlerine gizliliği sağlamaları için Hayalet Kod mesajı göndereceğiz. Ben de ekipten sıradan biri olacağım. Doğu, Ulaş'a..."


"Polislerle eş zamanlı olarak Ulaş'a da haber verdim. Aytül ve Hayat'la birlikte yolda şu an."


"Hayat, beni öldürecek."


"Seninki merhametli direkt işini bitiriyor. Hilal, beni süründürecek."


"Etrafınız sarıldı! Atın silahlarınızı teslim olun!"


Polis arabalarından inen 7 kişinin, kendilerine doğrulttuğu silahlara bakan ikili birbirlerine döndüler.


"Ulaş gelene kadar hiç kimsenin o eve girmesine izin verme. O fotoğrafları bizden başkası görmeyecek!"


"Aranızda fısıldamayın! Size silahlarınızı bırakıp teslim olmanızı söyledim. Yerine getirmezseniz ateş açmak zorunda kalacağız."


Burak, yaşı fazla olmayan polise baktı. Bir tahminde bulunması gerekirse meslekte 3. yılı olduğunu söylerdi. Yine de gözleri bambaşka şeyler söylüyordu. O tetiğe bir an bile düşünmeden basardı. Diğer polislerin aksine...


"Askerliğini sınırda yapmışsın!"


Burak'ın kurduğu cümle adamın dikkatini ona yönetmesine neden olmuştu. Adam kendisini incelerken ellerini havaya kaldırarak onlara yaklaşan Burak silahını elinden bırakmamıştı.


"Silahlarınızı bırakın!"


Burak, uyarıyı yapan kıza döndü. Yeni bir tahmin... Kız bir çömezdi fakat buna rağmen duruşundaki özgüven, Burak'ın dudaklarında hafif bir tebessüme neden oldu. Zorunda kalırsa o tetiğe düşünmeden basardı. Sonrasında yaşanacakların altından da alnının akıyla kalkardı. Ateş'in de yanına geldiğini hisseden Burak, elindeki silaha bir bakış attı.


"Kellemi alabilirsiniz fakat silahımı bıraktıramazsınız!"


Burak'ın kendisine yönelmiş 7 silah yokmuşçasına rahat tavrı, sesindeki ve duruşundaki güç hepsinin dikkatini çekmişti.


"Kimsin sen?" diye soran kişiye döndü bakışları.


"Bir kimse, hiçbir kimse!" diyen Alfa yanındaki Ateş'e baktı.


"Yakında muhabirler damlar. Ben kaçıyorum." diyen Burak silahını yerine yerleştirecekti ki Kadavra'nın söylediği şeyle karşısındaki memurlara baktı ve bağırdı.


"SİPER ALIN!" 


Bunu söyleyen Alfa'nın genç polis kızı tutup yere yuvarlanması ve kendisini ona siper etmesi çok kısa sürmüştü. Kız daha ne olduğunu anlamadan her şey bir anda gerçekleşti ve etrafta ardı arkası kesilmeyen dört el silah sesi yankılandı.


'Adam, beyaz apartmanın çatısında. Saat 3 yönü."


Dürbünden yansıyan güneş ışığının parlaması sayesinde adamın yerini anında tespit eden Burak, silahındaki son iki kurşunu da o herif için harcamıştı.


Başına aldığı kurşunlarla anında ölen adam, tünediği yerde emanet gibi durduğundan olsa gerek apartmanın çatısından aşağı düştü.


Polisler şok dolu gözlerle 8. kattan park halindeki arabanın üstüne düşen adama bakarlarken Burak ayağa kalktı ve yerdeki kıza baktı.


"İyi misin?" 


Sesini çıkamayacağını hisseden kız başını sallayarak onu onaylarken, ekip liderleri koşarak yanlarına geldi.


"İyisin değil mi? Melike... Yaralanmadın değil mi?"


"İyiyim abi. Korkma." diye kısık sesle cevap verdi kız.


Burak, gelen adamın bakışlarındaki korkuyu gördüğünde 'Abi' lafzının öylesine söylenmediğini anlayarak kesik bir nefes aldı.


Bugün de bir abi, abiliğinden olmaktan son anda kurtulmuştu.


Düşüncelerinin hiç iyi bir yöne gitmediğini fark eden Burak, yüzünü ısıtan Güneş'e bir bakış attıktan sonra teyit etmek için cevabını bildiği soruyu polislere hitaben sordu.


"Siz de iyisiniz değil mi?"


Polisler ne yapacağınız bilemez halde ona bakarken Ateş, Burak'ın yanına geldi ve yakınırcasına konuştu.


"Senin sağ bıraktıkların artık sağ değil."


"Farkındayım. Onların işini bitirmeyi, bizim işimizi bitirmekten daha önemli saymaları hayatımızı kurtaran tek şey olabilir." diye mırıldanan Alfa dudaklarında beliren soğuk gülümsemeyle devam etti.


"Çok yanlış bir hamlede bulundu o it! Beni öldürmeliydi. Konuşturacağım bir adam olması fark etmez, her türlü onu bulup o deliğe tıkacağım. Beni yaşatmakla hayatının hatasını yaptı."


İçinde dolanan öfkeye engel olamayan Burak "Yaralanan var mı diye bakın!" dedikten sonra sert adımlarla çatıdan düşen adama doğru yürümeye başladı. Bu esnada Ateş, diğerlerine polis kimliğini gösteriyordu. Gerçi buna gerek kalmamıştı. Yaşananlardan sonra onların yetkili olduğunu herkes anlamıştı.


Doğukan'ın zekice hamlesi belki de hepsinin hayatını kurtaran şey olmuştu. Drone vurulduktan sonra bulundukları mahalleye en yakın mağazadan drone satın almış, mağazadakilerin de yardımıyla net üzerinden tüm bağlantıları gerçekleştirerek drone'u mahalleye geçirmişti. Drone girer girmez fark etmişti sniperıyla yerleşmek üzere olan o şerefsizi. Burak'a 'Çatıda!' diye haber vermesiyle duraksamadan harekete geçen ve adamı haklayan Alfa, büyük bir kıyımı durdurmuştu.


"Sen olmasaydın adamın yerini bu kadar kolay tespit edemezdim. Bugün kaç kere hayatımı kurtardınız acaba Kadavra Bey?"


"Birkaç trilyon falan?"


Burak, öfkeli olmasına rağmen gülümsemekten kendini alamadı. Arkadaşının sesindeki korkuyu es geçmek istemeyerek konuştu. Bir yandan da arabanın üstündeki adamın ceplerini karıştırıyordu.


"Sayende burnumuz bile kanamadı. O sesindekini silebilirsin." diyen Burak adamın cebinde bulduğu birkaç fişi ve tek kullanımlık telefonu cebine atarak görünmeyeceği bir kuytuya doğru çekildi.


"Korktum be oğlum! İkiniz orada tek, adamlar etrafınızı sarmış, cephane desen yok denecek kadar az. Bir an..."


Duraksayan Burak, yanındaki duvara yaslanarak Doğukan'ın yaşadığı şeyi düşündü. Kilometrelerce uzakta olmasına rağmen her şeye kanlı canlı şahit oluyordu. Herhangi bir şey olsa elinden hiçbir şey gelmeyecek sadece izleyici olabilecekti.


Yıllar önce olduğu gibi!


"Atlattık işte. Çok düşünme. Bugün de ölmedik çok şükür. Vakit gelmemiş hâlâ."


"Gelmesin zaten!" diye çıkışan Doğukan kısık bir sesle devam etti.


"Biliyor musun üstümde şu an mont var."


"Mont?" diyen Burak'ın sesi ultra şaşkın çıkmıştı.


"Geliyordum! Çıkmak üzereydim. Siren seslerini duymasam çıkacaktım da. Yetişemeyeceğimi bilsem de, oraya geldiğimde bir şey yapamayacağımı bilsem de çıkıyordum!"


Burak, duyduklarını sindirmeye çalışırken nefesini tuttuğunun farkında bile değildi.


"Bu eve ilk taşındığımda demiştim ya 'Beni buradan hiçbir güç çıkaramaz. Ancak cesedim çıkabilir şu kapıdan!' diye. O iş öyle değilmiş. 10 yıldır yaşamamı sağlayan sen... Beni buradan çıkartacak güce sahipmişsin. Bendeki yerin, tahmin ettiğimden çok daha büyükmüş kardeşim. Bu yüzden sakın ola ölme. Anlaşmayı falan da s*ktir et! Anlaşmadan dolayı değil kardeşim olduğun için sakın öleyim deme!"


Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Burak, bakışlarını drone'a çevirerek başını aşağı yukarı salladı.


"200 yaşına kadar ölmeyip sana musallat olacağım. Söz veriyorum!"


Burak'ın gülerek kurduğu cümle, Doğukan'ın da gülümsemesine neden olmuştu.


"200 de çokmuş be oğlum. Senin bu yeni versiyon çekilir mı onca sene?"


"Yiyorsa çekme." diyerek gülen Burak az önce yaşadığı çatışmanın etkilerini yeni yeni hissetmeye başlamıştı. Başını arkasındaki duvara yaslayan adam, kendini kastığı içi gerilen kaslarının sızlamasıyla yüzünü buruşturdu.


"Az daha bok yoluna gidiyordum ya la."


"Yeni mi anladın gerizekalı? Daha deminden beri ne konuşuyoruz biz?"


"Eskiden bir çatışmadan çıktığımda böyle hissetmezdim." diye mırıldanan Burak'ın sesi esef doluydu.


"Sen eskiden korku hissetmezdin çünkü... Yani kendin için. Artık canın kıymetli bu yüzden de yaşananlar etkiliyor. Sonunda aklın başına geldi. Zaten olması gereken bu hissettiğin korkuyu yaşamaktı. Zamanla alışırsın."


"Sanırım..." diye mırıldanan Burak yanına yakalaşan memuru gördüğünde toparlanmak istercesine yaslandığı yerden doğruldu.


"Herhangi bir yaralı vatandaşımız yok! Bilmek istersiniz diye düşündüm."


Duyduğu ile şükür dolu bir nefes alan Burak, kulaklığın ucundaki Doğukan'ın da aynı rahatlamayı yaşadığını hissetmişti. Karşındaki komiserin konuşmaya devam etmesiyle dikkatini ona verdi.


"Ben komiser Melih Durmaz. Kardeşimi kurtardığınız için size ne kadar teşekkür etsem az."


Konuya direkt giren komisere bakan Burak başını iki yana salladı.


"Adamın hedefi biz değildik zaten."


"Bunu bilemeyiz. Belki de biz siper aldığımız için önce kolay olanları halledeyim sonra diğerlerini indiririm diye düşündü. Ayrıca siz onu vurmasaydınız o adam bizi keklik gibi avlayacaktı. Her türlü hayatımızı kurtardınız Komutanım!"


Komutanım kelimesini duyan Burak memnuniyetsiz bir şekilde iç geçirdi.


"Komiser Ateş sizin asker olduğunuzu söylemedi ama sorduğunuz sorudan, reflekslerinizden, hatta attığınız adımlardan sizin asker olduğunuzu anlamak zor değil. Merak etmeyin buraya geldiğim ekiptekiler zeki insanlar. Onlar da benim gibi fark ettilerse bile asla bu konudan konuşmazlar. Yine de gereken ikazı ben yaparım. Gerçi... Benden daha üst düzeylerin ikazına hep birlikte maruz kalacakmışız gibi hissediyorum."


Burak, çok hafif bir omuz silkme hareketi yaptı. 'Yapabileceğim bir şey yok!' diyordu adam.


"Bu arada... O kadar mı belli oluyor doğuda görev aldığım?" diye soran Melih'in sesi büyük bir merak barındırıyordu.


"Cık! Başkası anlamaz. Fakat ben ve benim gibiler o bakışı nerede görse tanır. Çok fazla karşılaştım gözlerdeki o bakışlarla. Görev yerin neresiydi Melih?"


"Şırnak Komutanım!"


"Şırnak..." diye mırıldanan Burak ister istemez 4 yıl öncesindeki o günlere dönmüştü. Sınır incelemesi diye gittikleri ve o lanet helikopter kazasının yaşandığı zamana. Sonrasında mağarada yaşananları hatırladığında dişlerini sıkan Alfa "Komutanım?" diyen Melih ile kaybolmuş bakışlarını ona çevirdi.


"Sanırım istenmeyen anıları canlandırdım. Şırnak deyince akla çoğu zaman hoş şeyler gelmiyor."


Melih'in cümlesi Burak'ın hüzünle gülümsemesine neden olmuştu.


"Bizzat Şırnak'ta yaşamadım ama yaşananların fitili orası olmuştu."


Melih, anladım dercesine başını salladı. Yanlarına bir araba yaklaştığını fark eden Burak başını biraz öne eğdi fakat araba geçip gitmek yerine durdu.


"ULAN!" diye bağırarak inen arabanın şoförü, sakinleşmeye çalışarak yanlarına geldi.


"Madem benden habersiz iş çevirip adamımı alıyorsun, bari yüzüne gözüne bulaştırma gerizekalı. Nasıl toplayacağım şimdi bu durumu ben?"


Başını kaldıran Burak, Ulaş'a baktı.


"Tüm sorumluluk bende gerizekalı!"


Alfa'nın ses tonu Melih'in yutkunmasına neden olurken Ulaş'ta gram etki etmemişti.


"Hiç bana asker ayakları yapma! Şu geçtiğimiz yarım saatte neler yaşadım ben, biliyor musun sen? Ya nasıl böyle bir dikkatsizlik yaparsın aklım almıyor. Ölebilirdiniz!"


"Beklemiyordum böyle bir şeyi Ulaş. Gerçekten! Yoksa her şeye rağmen önlem alırdım."


"Yaralanmadınız değil mi?" diye soran adamın sesindeki yoğun endişe hissediliyordu. Bakışlarını önce Burak'ın üstünde sonra da ilerideki Ateş'in üzerinde gezdirdi. Bu sırada Hayat'ın da koşarak Ateş'in yanına gittiğini gördü. Aytül de peşinden gidiyordu. Komiserlerinin durumla ilgileneceği bilen Ulaş dikkatini Burak'a çevirdi.


"Yok! Bir şey olmadı. Şanslıydık. Adamlar bariz aptaldı. Yani ben, girdiğim apartmanın çatısında olanların yerinde olsam apartman girişine inip avlanmak yerine çatıdan direkt kafaya tek kurşunla işi hallederdim. Gerçi menzil sıkıntı olabilirdi. İşi garantiye alıp 3. kattaki yuvadan halletmek daha güvenliydi."


"Öyle bir anlatıyorsun ki 'Tüh yaa. Niye öyle yapmadılar?" diye üzüleceğim neredeyse." diye söylenen Ulaş'ın sesi kızgın çıkıyordu.


"Bugün karşılaşacağım herkesin modu böyle olacak sanırım?" diyen Burak, Ulaş'ın sesindeki ve bakışlarındaki kızgınlığı işaret etmişti.


"Özellikle bir kişininki misliyle. Habersiz operasyona çıktın. Umarım seni çiğ çiğ yemez."


"Asena'yı mı kastediyorsun? Onun haberi var."


Ulaş, şaşkınlıkla ağzını açtı ve başını iki yana salladı.


"Ona haber veriyorsun ama bana söylemiyorsun!"


"Onunla kendini bir mi tutuyorsun oğlum? Gerçi basit bir operasyon demiştim. En son 'En fazla ne olabilir ki?' diyordum hatta. Gördük ne olduğunu. Kesin beni kesecek." diye mırıldanan Burak, Hilal'in yaşananları öğrendiğinde vereceği tepkiyi şimdiden tahmin edebiliyordu.


Saniyelik oluşan sessizlikte Melih'in telefonu çalmaya başlamıştı. Telefonu açan adam bakışlarını az ilerideki kız kardeşine doğru çevirdi. Karşı tarafı dinledikten sonra "Tamam. Anladım!" diyerek kapattı.


"Muhabirler gelmek üzereymiş Komutanım. Bir de sosyal medyaya çatışma anını yükleyenler olmuş. O hengamede canlarını tehlikeye atarak video çekmeleri takdire şayan doğrusu!"


Melih'in isyan edercesine söylenmesi Burak'ın başını esefle iki yana sallamasına neden oldu.


"Kurşunlar üzerime yağarken benim düşündüğüm tek şey onların hayatıyken, onların tek düşündüğü alacağı like'lar, izlenmeler, yorumlarmış desene? Neyse... Canları sağ olsun! İyi ki yaralanmamışlar."


Onun söyledikleri Melih'in hüzünlü bir şekilde gülümsemesine neden oldu.


"Dünyanın çivisi çıktı be Komutanım. Yaşanan onlarca felaketin nedeni de bu olsa gerek. İnsanlık öldü! Eskiden, atalarımız 'Sağ elin verdiğini sol el bilmemeli.' Hadis-i Şerif'ine uyarak yaptığı iyilikleri kimselere göstermezlermiş. Şimdiyse sadece göstermek için yapılıyor o iyilikler. İşin içine riya karışınca yapılan ne kadar iyilik sayılıyor orası meçhul."


"Haklısın Melih. Birisi öldürülürken müdahale etmek yerine kameraya çekenler mi dersin, depremde enkaz altından kurtulanı önce çekip prim kasmak isteyenler mi dersin... Hepsi var maalesef ülkemizde. Bunlar olduğu kadar diğerleri de var ama. Canlarını tehlikeye atarak birilerini kurtarmaya çalışanlar, uyumadan yemeden içmeden saatlerce enkaz altında bir mucize arayan insanlar da var."


"İnsanlık ölmemiş dedirten anlar..." diye mırıldanan Ulaş, Burak'a bakarak devam etti.


"Ve kişiler! Senin gibi hakiki vatan aşıklarının çoğalması için şimdiden dua etmeye başlayalım. Belki biz göremesek de çocuklarımız, torunlarımız görür bu dünyanın iyi halini."


Ulaş'a bakan Burak neredeyse fısıldayarak konuştu.


"Yanlış dua etme ama. Yaşadıklarımı hiç kimse yaşamamalı."


Ulaş, arkadaşına üzgün bir bakış atarken Burak toparlanarak derin bir nefes aldı.


"Hadi ben kaçar! Bu gidişle muhabirlerle röportaj yapacağım yoksa." diyen Burak ikisini de selamlayarak uzaklaştı.


"Doğu videolarda herhangi bir falso..."


"Yok! Sizin bulunduğunuz taraftan (sırtınızdan) çekmiş. Yüzleriniz hiçbir şekilde görünmüyor. Zaten öyle çok uzun bir video da değil. Sildirecektim ama izleyen bir sürü kişi olmuş. Kaldırmak şüphe uyandırırdı."


"Tamamdır!" diyen Burak arabaya doğru yürümeye başladı. Bir yandan da kara kara düşünüyordu.


Suikastçi adam neredeydi?


"Doğu adamlardan hiçbiri o resimlerdeki kişi değildi di'mi?" diye sordu Burak.


"Hayır. Olaydan sonra, az önce, drone'dan tüm çatışmayı bir daha izledim. Ateş'le de konuştum ama saldırganladın hiçbirinin sağ elinde doğum lekesi yok. Senin vurduğun Sniper'da var mıydı?"


"Yoktu. Ee o zaman nerede bu Suikastçi?" diye soran Burak elini ağrıyan başına götürdü.


O adamı bulamazlarsa ellerinde suikast olayından başka hiçbir şey olmayacaktı. Tornado hakkında hiçbir şey öğrenememişti.


"Drone'la çevreye bir baksana. Toplanan kalabalığın arasında ya da köşe başlarında şüpheli birisi var mı?"


"Bir dakika... "


Bir dakika beş dakika olmuş, Burak bir ara sokakta kaldırıma oturmuş yaşananları düşünüyordu kş Doğukan'ın heyecanlı sesi duyuldu.


"Buldum!.. Buldum Burak. Etrafta yoktu ben de aramayı genişlettim. Sanırım kısa süre önce geldi, son hali gördükten sonra da geri dönüyor. Arabayı bıraktığın sokağın bir üstündeki sokakta şu an. Telefonuna drone'un konumunu ve bilgilerini atıyorum sen de takip et."


Gelen bilgileri hızla girerek drone'a bağlanan Burak, adamın tam önüne çıkacağını hesaplayarak soldaki sokağa saptı.


"Burak mermin bitti. Ulaş'a haber ve..."


"Silah kullanmayacağı bir şekilde saldıracağım. Bıçağım var."


"Yine de..."


"Ulaş'a sürüyle dert açtım zaten Doğu. Oradan ayrılması şüphe çeker. Ayrıca o gelene kadar adam kaçabilir. Bu riski göze alamam."


Burak'ın, sesindeki kararlılığı duyan Doğukan elmecbur sessiz kaldı. Burak ise kısa süre sonra adamın geçeceği yere pusuya yatmış avını bekliyordu.


Av hızlı adımlarla yanına geldiğinde, Kurt saklandığı yerden çıkarak olanca gücüyle avına saldırdı.


🐺


Çenesini oynatan Burak, ters bakışlarını arka koltukta baygın yatan adama çevirdi. Adam, sandığından daha çevik çıkmıştı.


Burak'ın gözüne patlattığı yumruktan sonra hızlı bir atak yapan adam dizini Burak'ın karnına geçirmişti. Burak, bu kadar ani tepki beklemediğinden afallasa da hızlı toparlanarak kafasını adamın burnuna geçirmişti. Tekrar bir saldırı yapacağı sırada suikastçi birkaç adım geri çekilerek Burak'ı süzmeye başladı.


"Seni kim gönderdi?" diye tıslayan adamın sesi nefret doluydu.


"Sorumu çaldın! Çok kırıldım ama." diyen Burak duraksamadan adama tekrardan saldırdı.


İlk yumruğu savuran adam, ikinci yumruğu savuramamıştı. Sağ gözüne aldığı darbeyle geri çekilmek yerine saldırarak Burak'ın gözüne bir yumruk attı.


Yumruğun etkisiyle hafifçe geri sendeleyen Burak, adamın bileğini tuttuğu gibi çevirdi. Canı yanan adamın ağzından küçük bir inleme dökülse de ayağını hızla Burak'ın dizine geçirdi.


Bu ani hareket Alfa'nın adamın bileğini bırakmasına neden olmuştu. Geri çekilen Burak, başını hafifçe yana yatırarak karşısındakine baktı.


"Sonunda birileri beni ciddiye aldı sanırım?"


Suikastçinin sesindeki alay, Burak'ın öfkeyle gülmesine neden olmuştu. Tam konuşacaktı ki adamın söylediği cümleyi duyduğunda duraksadı.


"Bir savunma, yüzde doksan dokuz saldırı. Nasıl ama?" diyen adam, Burak'ın duraksamasını da fırsat bilerek ona bir yan tekme attı. Yediği tekme şapkasının düşmesine neden olurken Burak içinden kendisine saydırıyordu.


'Şu an babanı hatırlama sırası mı? Odaklan!'


Dişlerini sıkarak âna odaklanan Burak, kararmış bakışlarını adama çevirdi. Onun ürkütücü yeşil gözlerini gören adam irkilerek kesik bir nefes almıştı.


Sonrası kolay olmuştu. Burak, sert hareketlerle üst üste adama saldırmış ve kısa zamanda adamı paketlemişti.


'Sonrasının hâlâ fazla kolay olduğunu düşünüyorum. Bu işin altından bir bokluk çıkacak demedi deme!'


"En son şom ağzımı açtığımda sokak ortasında baskın yedik. Olumsuzu çekmeyelim şimdi." diye mırıldanan Burak içindeki garip histen kurtulamıyordu.


Benzinlikten geçerek fabrika yoluna giren Alfa, yaptığı bayıltıcı iğnenin adam üzerinde ne kadar süre etki edeceğini bilmediği için hızlı hareket ediyordu. Hakkı vardı ki adam dayanıklı çıkmıştı.


Telefonunu eline alan Burak, Tuncay'ı aradı. Telefon bir süre çaldıktan sonra karşı taraf açtı.


"Teslimatınız vaar. Lütfen kargo ücreti ile kapıya çıkınız."


"Kargo ücretinden kastın köteğimse elimde hazır bekliyorum ben. Geldiğini haber vermen iyi oldu ama bak!"


Dayısının ultra sinirli sesini duyan Burak telefonu usulca kulağından uzaklaştırarak numaraya baktı. Eeee Barut yazıyordu.


"Başkasının telefonunu açmak çok ayıp bir hare..."


"Bekliyorum Asker! Çabuk gel!"


Sinan Binbaşı, sert bir sesle söylediği cümleden sonra telefonu yeğeninin yüzüne kapattı. Sıkkın bir nefes alan Burak yüzünü buruşturdu.


Başı çok büyük beladaydı!


🐺


"... Sabahtan beri kaç telefon aldım biliyor musun sen? Anlayamıyorum ya! Gerçekten seni anlayamıyorum Burak. Ne zaman kendi başına bir şeyler çevirmekten vazgeçeceksin? Ne zamana kadar canını hiçe sayıp ateşe dalacaksın?"


Sinan'ın tüm sözlerini sesini çıkarmadan suçlu psikolojisiyle dinleyen Burak, son cümleyi duyduğunda alev alev yanan gözleriyle ona döndü ve sertçe çıkıştı. Üzgün ve endişeli gözlerle bakan Hilal, bu çıkışmanın asıl nedeniydi.


"Orada dur dayı! Ben..."


"Dayı değil Binbaşı, Asker. Binbaşı!"


Onun öfkesine misli öfkeyle karşılık veren Burak, dişlerinin arasından konuştu.


"Orada durun Binbaşım! Ben böyle olacağını bilmiyordum. Bilseydim, bile isteye tedbirsiz bir şekilde oraya

gitmezdim."


"Tabii biliyoruz senin ne kadar tedbirli bir insan olduğunu. Her kurşunun önüne itina ile atlıyors..."


"Kabullenecek misin artık?"


Burak'ın buz gibi çıkan sesi, Sinan'ın anlamaz gözlerle ona bakmasına sebep oldu.


"Neyi?" diye soran Binbaşı biraz daha sakinleşmiş gibiydi.


"Değiştiğimi!.. Şu anki beni, eski bana göre değerlendirmeyi ne zaman bırakacaksın dayı?"


Burak'ın isyan edercesine fısıldadığı cümle, Sinan'ın duraksamasına neden olmuştu. Göz ucuyla Hilal'e bakan Binbaşı, az önce ne kadar büyük bir hata yaptığını yeni anlamıştı. Hilal'e göreve gittiğini haber veren ve işi biter bitmez de 'İyiyim merak etme!' diye mesaj atan adam, belki de dünyadaki en tedbirli insandı. Onu tedbirsizlikle suçlaması hataydı.


"Haklısın. Özür dilerim! Yine de ha..."


"Haber mi vermeliydim? Size gelip 'Merkez şubedeki Asım Başkomiser'den şüpheleniyorum. Tornado'nun yardakçısı olabilir. İşlem başlatalım.' desem ne diyecektiniz?.. Ben hep böyle miydim Binbaşım? Bu ekip ilk kurulduğunda, sırf seni zora sokmayayım diye her şeyi söylemiyor muydum? Sonra ne oldu? Size 'Bu milletvekili yardımcısı suçlu!' dedim. Bana neredeyse iftiradan dava açıyordunuz. Siz o adamın ne mal olduğunu anlayana kadar kaç tır yasadışı silah sattırdı acaba? Ahh... O adamın ne mal olduğunu anlamanızı sağlayan isimsiz ihbarı yapan da bendim bu arada! O gün iyice öğrendim kanıtların önemini! Bana hiç şimdi duygu kasmayın haber vermedim diye. Beni buna siz mecbur bıraktınız. Şimdi azarlamaya da hakkınız yok! Amirlerine de böyle söylediğimi iletirsin."


Burak'ın öfkeyle konuşmasını dinleyen Sinan hafifçe tebessüm etti.


"Şu an... Babana ne kadar benzediğini biliyor musun? Gözlerin, sözlerin, davranışların hatta hislerin. Sanki karşımda Yiğit varmış da onunla tartışıyormuşum gibi."


Duyduğu cümleler Burak'ın boğazının düğümlenmesine neden olurken Sinan devam etti.


"Amirlerimiz... Senin yaptıkların hakkında ne diyor biliyor musun? 'İki Alfa da birbirinin aynı. Yeni sürüm eski sürümü aratmıyor. Bir daha Alfa isminde bir istihbaratçı istemiyorum, baş ağrıtma konusunda birebirler.' Bu ve bunun gibi onlarca cümle. Gerçeği bilmedikleri halde ikinizi benzetiyorlar. Bu durum içten içe hoşlarına gitse de onların da hesap vermeleri gereken yerler olduğu için söylenip duruyorlar. Belki de... Şu ana kadar ceza almama sebebin onu hatırlatmandır. Baban şimdi bile seni koruyordur. Kim bilir?"


Boğazındaki yumrunun büyüdüğünü hisseden Burak yutkundu.


"Babamı tanıyorlar mı?" diye fısıldayan adamın sesindeki gurur hissediliyordu.


"İstihbaratçı olup da efsanevi Alfa'yı tanımayan mı var? Şu an yüksek mertebelerde olanların çoğu, şahsen tanıyor hatta. Senin kim olduğunu bilseler görüşmek isteyeceklerine adım kadar eminim."


Burak, başını önüne eğdi. 9-10 yaşlarındayken babasının arkadaşlarıyla gideceği yemeğe gizlice kendisi de gitmişti. Yani o her zamanki gibi gizli yaptığını zannetmişti. Annesine 'Ben babamla gidiyorum merak etme anneciğim.' yazan bir not bırakan küçük çocuk, babasının doblosunun bagajına saklanmıştı. Tabii yemeğin İstanbul'da olacağı detayını bilmeyen küçük, ne zaman varacağız düşünceleri arasında uyuyakalmıştı.


Uyandığında bir restoranın mescidinde bulmuştu kendini. Sesleri takip ettiğinde bir masa dolusu adamla karşılaşmıştı. Yaklaşık 20 kişi vardı ve onların kendilerine sevgi dolu yaklaşımlarını daha dün gibi hatırlıyordu Burak.


"Ama benim kim olduğumu öğrenmeyecekler." diye mırıldanan adam derin bir nefes almıştı.


"Ekibimin önünde beni azarlama senfonin bittiyse gidebilir miyim Binbaşım?"


Yeğenine bakan Sinan, başını hafifçe aşağı yukarı salladı. Resmi olarak çok fazla sorun vardı. Yazması gereken açıklamalar, özürler... Fakat Burak'ın şu an bunları yapacak psikolojisi olmadığı anlaşılıyordu.


Dayısından onay alan Burak, hiçbir şey söylemeden Hilal'in yanına gitti ve kızın elini tutarak üst kata doğru yöneldi. Merdivenlerden çıkarken arkasına bakmadan "Uyandığında bana haber verin. Hacker, adamın parmak izi taramasını yapıp kim olduğunu bul. Kim olduğunu bulamamış olsan da uyandığı gibi sorgu odasına alın. Bir an önce onunla konuşmak istiyorum." diyen adam, dinlenme odasına girer girmez sevgilisini kollarının arasına aldı.


🦋 


"Haberi ilk duyduğum zaman bir an aklımdan geçse de ihtimal vermemiştim siz olduğunuza. Sonra nete video koydular. Videoyu görür görmez sen olduğunu anladım." diye mırıldanan Hilal tendürdiyot döktüğü pamuğu adamın patlayan kaşının üzerine götürdü.


"Korkmuşsundur." 


"Aklım çıktı. Tam sana mesaj atacaktım ki sen 'İyiyim!' diye mesaj attın. Bu arada... Bu mu iyi halin? Ağzın gözün burnun dağılmış!"


"Sana mesaj attığımda bu halde değildim ki. Tek parça bir şekilde arabaya doğru gidiyordum. Sonra adamın yakınlarda olduğunu öğrenince almaya gittim ve sonuç bu."


"Yalnız seni fena benzemiş Alfa'm." diyen kız adamın yüzünü inceledi. Gözlerinde endişe kırıntıları dolaşsa da dudakları gülmemeye çalışmaktan kasılmıştı.


"Dayak yemiş olmam bu kadar mı hoşuna gitti. Gülüyorsun resmen!" diyen Burak şaşkınca kıza bakıyordu.


"Dayak yemen değil ama karizmayı çizdirmen hoşuma gitmedi değil. Az biraz egondan kurtulmuş olurum."


"Bunun bir strateji olduğunu hiç düşünmedin değil mi?"


Burak'ın oldukça ciddi çıkan sesi Hilal'in kaşlarını çatarak "Ne?" diye tepki vermesine neden olmuştu.


"Kızların, saçma bir şekilde, kavgacı erkeklerden hoşlandığını biliyorsun. Yüzümdeki yaralar merak edip durdururlars... Ahhh!"


Burak'ın kendisini sinir etmek için ukala bir şekilde söylediklerini susturmak için her zamanki gibi koluna vurmuştu Hilal. Fakat adamın bu seferki tepkisinin gerçek olduğunu fark eden kız endişe ve korku karışımı bir sesle sordu.


"İyi misin? Özür dilerim. Yaralandın mı yoksa?"


"Şşşt sakin Kelebeğim. Silah saldırısından korumak için bir komiserle birlikte yere düştüm. Gerçi ondan önce Ateş'le de aynı durum gerçekleşti. Hafif bir darbe aldı kolum sanırım. Az önceye kadar farkında bile değildim. Dokununca acıyor sadece bir şeyim yok yani." diyen adam kızın endişeli bakışlarının değişmediğini gördüğünde ani bir hareketle onu kucağına oturttu.


"Burak ne..." diyen kız adamın kendisine sarıldığını hissettiğinde derin bir nefes aldı. Adama doğru sokulurken sağ elinin parmaklarını adamın parmakları arasında geçirdi. İkili uzun bir süre bu şekilde kaldılar.


Konuşarak değil de susarak anlaşılması gereken bir andı. Hilal, tüm endişelerini söyledi Burak tüm endişelerini duydu ve teselli etti. Sözsüz, sessiz... Sadece sarılarak.


Adamın güçlü kalp atışları eşliğinde huzurla gülümseyen kız sessizce fısıldadı.


"Bir şey sorabilir miyim Sevdiğim?"


Onun sesindeki çekingenliği duyan Burak konunun 'Aile' olduğunu anlamıştı.


"Sorabilirsin Sevdiğim." diyen adamın sesinde gram tereddüt yoktu. Kız ne sorarsa sorsun, adam tüm dürüstlüğüyle o soruyu cevaplayacaktı.


"Neden az önce öyle dedin? 'Kim olduğumu öğrenmeyecekler.' dedin. Eskiden ailen hakkında konuşamadığından soyadını kullanmıyordun. Peki ya şimdi neden Alfa'm?"


Soruyu duyan Burak kızın belinde olan sol koluyla kızı biraz daha sıkı sarmıştı. Sevdiğinin yanında olmasına ihtiyacı vardı. Bir süre duraksadıktan sonra kısık bir sesle konuştu.


"O emri veren hâlâ dışarıda bir yerlerde dolaşırken adımın yanına o soyadını alamam. Beni bulur falan diye değil. Sadece... Burak Kılıç olacaksam o şerefsizi yakalamam lazım. O herifi yakalamadığım sürece o soyadını hak etmediğimi düşünüyorum. Doğru bir düşünce değil biliyorum ama kendime engel olamıyorum. Kimliğimi yeniden kazanmam için, kimliğimi benden çalanı yakalamam gerek. Ancak o gün geldiğinde kimliğimi alıp ailemin yanına gidebilirim. Onun haricinde Burak Kılıç olamam. Ailemi hâlâ ziyarete gidemiyorken olmaz!"


"Anladım." diye mırıldanan Hilal bu konuda bir şey yapamayacağının farkındaydı.


"Adam uyandı Bura..."


Aniden açılan kapı ile birlikte irkilen Hilal, gelen kişinin Yağız olduğunu gördü.


Yağız, bodoslama daldığı odada karşılaştığı manzara ile mahcup bir hale bürünerek başını hafifçe öne eğdi.


"Kusura bakmayın. Adam uyandı haberiniz olsun." diyen adam kaçarcasına odadan çıktı.


Hilal'in kalkmak için herhangi bir hamlede bulunmaması Burak'ın kaşlarını kaldırmasını neden olmuştu.


"Senin şu anda 'Senin yüzünden abime bu şekilde yakalandık. Off Burak yaa.' demen gerekmiyor muydu Papatyam?" diyen adam çenesini kızın omzuna koymuştu.


"Belki. Ama demeyeceğim. Kapıyı çalsaydı! Ne kadar korktuğumu gördü, sevgilimin beni sakinleştirdiğini tahmin etmeliydi."


Hafifçe geri çekilen Burak'ın gözlerinde gerçek bir şaşkınlık vardı.


"Arsız Hilal mi oluyor bu şimdi?"


"Realist Hilal oluyor aşkım realist Hilal." diyen genç kız adamın yanağına bir öpücük kondurduktan sonra ayağa kalktı.


"Hadi gidelim de şu herifin kim olduğunu öğrenelim!" diyen genç kız elini sevgilisine uzattı.


Burak, sevgi dolu bir hayranlıkla karşısındaki kıza bir süre baktıktan sonra uzatılan eli sıkıca tuttu.


"Gidelim bakalım Ela Göz!"


🐺


Sert bir şekilde sorgu odasının kapısını açan Burak, aynı sert adımlarla yürüyerek adamın karşısındaki sandalyeye oturdu. Emre, de yanına geldiğinde adam, Burak'a bakarak konuştu.


"Polis misin?" 


"Polissem? Avukatımı istiyorum diye mi başlayacaksın yoksa? Üzgünüm(!). Burada avukat yok. Avukat da, savcı da, hakim de biziz. Bu yüzden bizi uğraştırmadan konuşman, vereceğimiz cezayı hafifletir."


"Askersin." diye mırıldanan adamın gözleri sadece Burak'ın üzerindeydi. Onun bakışlarındaki çözemediği bir ifade, Burak'ın kaşlarını çatmasına sebep oldu.


"Kimsin sen?" 


"Adım Özgür. Sen?.. Senin adın ne?"


Emre, inanmamazlıkla gülerken Burak sadece adama baktı.


"Ben de Alaaddin. Ne ikram edelim sana çay/kahve?"


Burak'ın sesindeki alay biraz zorlama çıkmıştı. Bunu fark eden Emre, kardeşine bir bakış attı. Burak ise bu cümleyi en son söylediğinde, karşındakine gerçekten de ikramlarda bulunduğunu hatırlamıştı. Toparlanmaya çalışarak adının Özgür olduğunu söyleyen adama baktı.


"Direkt konuya gireyim. Asım Başkomiseri neden öldürmeye çalışıyorsun?"


Duyduğu isim, adamın mavi gözlerinde çok güçlü bir nefretin belirmesine neden olmuştu.


"Başkomisermiş! Si*mişim onun komis..."


"Nerede olduğunu unutup duruyorsun! Konuşmalarına dikkat et." diyerek araya girdi Emre.


Konuşması üzerine Özgür ilk kez onu muhatap alarak Emre'ye baktı.


"O adamın tarafındaysanız baştan söyleyin, bu sorguyu burada bitireyim."


"Sorgunun ne zaman bitip, ne zaman başlayacağına sen mi karar veriyorsun?" diye soran Emre sinirlerinin iyice gerildiğini hissetmişti.


İşin garip tarafı Burak'ın tüm yaşananlara sessiz kalmasıydı. Bu sessizliğin adamı incelediğinden süregeldiğini bilse de, tek nedenin bu olmadığını hissediyordu Emre.


"Sorgu demek benim söylediklerim, konuşmam anlamına geldiğine göre... Evet ben karar veriyorum!"


"Seni gayet rahat konuşturabileceğime bahse girerim."


Burak'ın söylediği cümle, Özgür'ün derin bakan gözleriyle ona bakmasına neden olmuştu.


"Bu bahsi görüp arttırabilirim. Yalnız bahsin konusu önemli mesele. Eee? Kim üzerine bahse giriyoruz? Aile nasıl?"


Emre, yaşanacakların korkusuyla Burak'a döndü. Burak ise sakin bir şekilde konuştu.


"Senin ailen üzerineyse olur."


"Üzgünüm. Mezarda olanların üzerine bahse girmeyi etiğe aykırı buluyorum."


"Ben de." diye mırıldanan Burak, Özgür'ün bakışlarında okuduğu kederi nasıl yorumlaması gerektiğini düşünüyordu. En sonunda derin bir nefes alarak hislerine göre hareket etmeye karar verdi. Buraya kadar hisleriyle gelmişse devamında da aynısını yapabilirdi. Bu yüzden de sorgu esnasında pek sık yapmadığını yaparak, düşünceleriyle harmanlanmış sorular sormaya başladı.


"Asım'ı gerçekten de öldürecek miydin? Onu takip ettiğini biliyorum ama kendi kendine yaptığın alıştırmalarda, mankenin üstündeki okların hepsi zararsız yerlerdeydi. Sanki bilerek o kısımları işaretliyormuşsun gibi..."


"Ne yapıyorsun?" diye soran Sinan'ın sesi hafif kızgın çıkmıştı.


"Binbaşım, Yüzbaşım ne yaptığını biliyordur. Biz karışmasak? Adamı getiren kendisiyken onu bile isteye manipüle edip davayı yanlış yönlendirmez. Kontrolü ona bırakalım. Ayrıca ben de orada oturan adamın öldürme niyetinde olabileceğini düşünmüyorum. Özgür, gizli saklı suikast yapmak yerine meselesi olduğu adamın karşısına geçerek hesabını halledecek tiplere benziyor. Bu işin içinden farklı şeyler çıkabilir. Haluk davasında da olduğu gibi."


Hilal'in söylediklerini duyan Burak, cama doğru kısa bir bakış attıktan sonra Özgür'e malzeme vermek istemediği için önüne döndü.


Kelebeğinin kendisine olan sorgusuz güvenine ayrı, kendisini korumasına apayrı bayılıyordu.


Özgür ise bir şeyler döndüğünden şüphelenerek Burak'a bakmıştı.


"Her sorgunu böyle mi yapıyorsun? Şüphelerini ortaya serip, yönlendirerek?"


"Peki ya sen sana her saldırana böyle mi yapıyorsun? Önce 'Bir savunma, yüzde doksan dokuz saldırı.' diyerek dalıyorsun sonra da geri mi çekiliyorsun?"


Özgür, hiçbir şey söylemeden Burak'a baktı.


"Madem susacaktın seni paketlememe niye izin verdin?"


Soruyu duyan Emre gözlerindeki şaşkınlıkla kardeşine döndü ve "Neler oluyor?' dercesine adını söyledi.


"Alfa?" 


Duyduğu isim, Özgür için son nokta olmuştu.


"Alfa..." diye mırıldanan adamın sesi titremiş, Burak'a bakan gözlerinden ise büyük bir duygu seli geçmişti.


"Kimsin sen?" diye soran Burak artık sabrının tükendiğini hissediyordu.


Bu tanımadığı adamı nereden tanıyordu?

Neden onunla konuşmak istiyordu?

Neden onun katil olmayacağından böylesine emindi?


Özgür, bir anlığına anlatmayı düşünse de sonrasında anlattıklarını kanıtlayacak hiçbir delili olmadığını hatırladı. Karşısındaki adamın ona inanmama ihtimali onu kahretmişti. Gerçi, karşısındaki askerin gerçekten de o olduğundan emin bile değildi.


"Konuşmayacak mısın? Neden beni öldürmeye çalıştın?"


Gözlerini inanamazlık bürüyen Özgür'ün ağzı resmen açık kalmıştı. Parmağıyla kendini gösteren adam, şok içinde soruyu tekrarladı.


"Ben, seni öldürmeye çalıştım?"


"Çalışmadın mı? Evinin etrafınaki adamlar bizi pusuya düşürdü. Şimdi hiç masum ayakları..."


"Hedef siz değildiniz. Bendim!"


Özgür'ün sert çıkan sesi karşısında Burak iç geçirdi. Söylediği cümle Özgür'ün gardını takınmasına neden olmuş, indirdiği tüm duvarları yeniden takınmasını sağlamıştı.


"Neden?"


Adamın yine sessiz kalmasıyla Burak elini yumruk haline getirdi.


"Susmaya devam etmen faydasız. Bugün, yarın, bir hafta sonra, bir ay sonra... Bir gün illa ki konuşacaksın. Ne kadar geç konuşursan o kadar zararına olur Özgür."


Burak'ın adamın adını kullanması odadaki iki kişinin de bakışlarında aynı şaşkınlığın belirmesine neden olmuştu. Resmi olarak teyit edilmeden sadece adamın söylediğiyle bu hitabı kullanması, onun sözüne güvendiğinin kanıtı olmuştu.


"Şöyle bir bakıyorum da... Ben senden büyüğümdür. Özgür demen kırdı. Abi demen gerekiyor."


Adamın sonlara doğru kısılan sesi Burak'ın derin bir nefes almasına neden oldu. Konuşmak üzereyken kulaklığında duyduğu Hacker'ın sesiyle dikkatini ona verdi.


"Adı gerçekten de Özgür. Özgür Kaya! 34 yaşında, Kocaeli doğumlu. 7 yaşındayken annesi bir vur-kaç kazasına kurban gitmiş. Yetimhane kayıtlarına göre babası o 10 yaşındayken başka bir kadınla evlenmiş ve oğlunu yetimhaneye bırakmış. 4 yıl önce o da hayatını kaybetmiş. Özgür, yetimhaneye gittiği ilk günden beri sürekli sorun çıkartmış. Hakkında sürüyle şikayet var. Birçok kez yetimhaneden kaçmış. 12 yaşındayken kaçtığı bir seferinde de hırsızlık yaparken yakalanmış. İlk suçu olduğundan sadece 1 ay vermişler. Listesi bundan sonra kabarıyor. Önceleri küçük olarak yaptığı hırsızlıklar zamanla derecesini büyütmüş ve böylelikle sürekli ıslahevind girip çıkmaya başlamış. 17 yaşındaki suçu son suçu gözüküyor. Bir eve hırsızlığa girdiği için 11 ay yatmış içeride. Şans eseri 18'e girmeden çıktığı için hapishaneye gönderilmemiş. İçeride en uzun kaldığı süre de bu son olay. İçeride mi bir şey oldu bilmiyorum ama çıktıktan sonra bir daha hiç sabıka kaydı olmamış. Bir trafik cezası bile yok! Şu an demir işlemeciliği yaparak geçimini sağlıyor. Gerçi geçimini sağlamak terimi az kalır. Florya'da oldukça ünlü bir demir işlemeciliği dükkanın sahibi. Oldukça ünlü ve zengin müşterilere sahipmiş. Gerçi dükkanı çok uzun süredir kapalıymış. Nedeniyse bilinmiyor. "


"Peki ya karısı?" 


Burak'ın söylediği cümle, Özgür'ün bir anda başını kaldırmasına neden olmuştu. O gözlerde gördüğü acı Burak'ın doğru bir noktaya parmak bastığını kanıtlamıştı.


"Karısı yok!" 


"Nasıl yok? Gözleri öyle söylemiyor."


Adam başını iki yana salladı. 'Devam etme!' diyordu. Burak ise onun uyarısını hiçe sayarak devam etti.


"Parmağında yüzük izi var. Gerçi yüzüğün bulunduğu parmağa bakarsak, nişanlısı oluyor sanırım. Uzun bir süre nişanlı kalmışlar. O iz, yüzüğün sadece birkaç ay durmasıyla oluşmaz. Nişanlına haber verel..."


"Yapma dedim!" diyen adamın sesi acı doluydu.


"N'oldu? Ayrıldınız mı yoksa? Gerçi daha trajik şeyler bekliyorum ben. Boynundaki kolyede iki yüzük var. Ya seni terk etti ya da ö..."


"BURAK YAPMA!" 


Sorgu odasında Özgür'ün sesi yankılanırken, herkes şok dolu bakışlarla adama baktı.


"Beni nereden tanıyorsun?" diye soran Burak'ın sesi duygudan yoksun çıkmıştı. Bu adam kimdi?


"Seni tanımıyorum." diye mırıldanan Özgür'ün sesi oldukça soğuk çıkmıştı. Burak'ın az önce kendisine yaptığını hatırlamasıyla öfkeyle devam etti.


"Benim tanıdığım Burak, böylesine duygudan yoksun değildi. Karşısındakinin acısını gördüğünde bunu asla kullanmazdı."


"Beni nereden tanıyorsun? Eğer konuşmazsan, sadece duygudan yoksun olmadığımı yeri geldiğinde de çok iyi bir cani olduğumu göreceksin." diyen Burak ciddi anlamda kontrolünü kaybetmek üzereydi.


"İşkence mi yapacaksın? Öldürmeyecek ama süründürecek..."


"Gerekirse evet!" dedi Burak dişlerinin arasından konuşarak.


"Bana bu iyiliği gerçekten de yapar mısın? Öldürme, ama deliler gibi acı çekmemi sağla! Öylesine acı çekeyim ki, çektiğim acı şu kalbimin üzerindeki lanet acıyı geçirsin. Sadece 5 dakikaya bile razıyım. 5 dakikalığına ruhsal acımı dindirecek bir fiziksel acı çekmemi sağlar mısın? Biraz daha bu acıyla yaşamaya devam edersem ya insanlıktan çıkacağım, ya da arabamı uçuruma sürüp hayattan çıkacağım. İstesem bile ikisini de yapamam ama. Lanet olası bir umut yüzünden elim kolum bağlı, hiçbir şey yapamıyorum."


Özgür'ün acı dolu isyanı, Burak'ın başını önüne eğmesine neden oldu. Adamın hassas karnı olduğunu bile bile onca kelimeyi söylediği için vicdan azabı çekiyordu.


Daha fazla bir şey söylemeyen Özgür tekrardan sessizliğe büründü. Başını öne eğmiş düşüncelerinde kaybolmuştu. Burak ve Emre birbirlerine döndüler. İkisinin de gözleri soru işaretleriyle doluydu.


"Abi, Özgür'ün girdiği son ıslahevi Sakarya'daymış. Adapazarı'nda!"


"Ne?"


Burak'ın sesli tepkisi Özgür'ün ona bakmasına neden oldu.


"Neyi öğrendin?" diye soran adamın sesi bitkin çıkmıştı.


"Neden sana abi dememi istediğini..." diye mırıldanan Burak yıllar önceki bir konuşmayı hatırlamıştı.


"Ben de gelmek istiyoruuuum. Lütfen anneee."


"Ama bu konuda anlaşmıştık Küçük Alfa'm. Senin gelebileceğin bir yer değil orası." dedi Dilek, oğlunu anneannesinin evine bırakırken.


"Neresi o yer bari onu söyleyin? Özgür abimle ben de tanışmak istiyorum ama."


"Tanışacaksın bir gün oğlum. Özgür abin de seninle tanışmayı her şeyden çok istiyor. Ben şimdi babanla birlikte senin ona ödünç verdiğin kitabı götürüyorum. İzin verirsen tabii."


"Tamam tamam. Ona bu kitabı çok sevdiğimi söyler misin? Dikkat eder biliyorum ama ayrı dikkat etsin. Bir de beğendiği yerleri fosforlu kalemle çizebilir. Böylelikle onu daha yakından tanımış olurum. Hani sen öğrencilerin için de öyle diyorsun ya." diyen Burak'ın hevesli hali annesinin gülümseyerek saçlarına bir öpücük kondurmasına neden olmuştu.


Dilek arabaya doğru yürürken Burak arabadaki babasına el salladı.


"Özgür abime onu çok sevdiğimi ve tanışmak için çok çok sabırsızlandığımı söyleyin!" diye seslenen çocuk anneannesinin evine girmişti.


"Beni hatırlıyor musun?" diye sordu Özgür.


Sesinden şaşkınlığı, gözlerinden mutluluğu hissediliyordu.


"Evimizde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu bilseydin, bu soruyu asla sormazdın." diye mırıldandı Burak.


Özgür abisiyle hiçbir zaman tanışamamıştı. Bu olaydan kısa süre sonra babası göreve gitmeye başlamış sonrasında da o malum olay yaşanmıştı.


Masaya doğru eğilerek ellerini birleştiren Özgür kızarmış gözlerini, hatırladığı anıların etkisiyle kızarmaya yüz tutan yeşillere dikti.


"Başın sağ olsun. Yaşananları duyduğumda..."


Titrek bir nefes alan Özgür, boğazındaki yumrudan dolayı konuşamayarak sustu.


"Birisi bana da, bize de ne olduğunu anlatabilir mi?


Emre'nin sorusunu duyan Özgür hafifçe tebessüm etti.


"Bir tahminde bulunayım mı?"


"Ne tahmini?" 


"Bir ihtimal Burak'ın süt kardeşi sen olabilir misin? Edi ile Büdü'nün Edi'si?"


Emre'nin bakışlarındaki şaşkınlık artarken Burak, Özgür'e baktı.


"Ne kadar şey biliyorsun?"


"Islahevinden çıkıp olayı öğrendikten sonra, ne yaparsam yapayım asla seni bulamayacağımı bilecek kadarını. Dayının, seni canı pahasına saklayıp koruyacağını bilecek kadarını. O olayın neden yaşandığını tahmin edebilecek kadarını..."


"Bana babamın istihbarat ajanı olduğunu bildiğini söylemeyeceksin değil mi?" diye soran Burak'ın bakışları inanamamazlıkla doluydu. Özgür'ün bakışlarıyla cevabını alan adam isyan edercesine konuştu.


"Ben bilmiyordum. Ben bile bilmiyordum!"


"Bana da tam söylemedi aslında. Göreve gideceğini söylemek zorunda kaldı. Ben de birkaç tahminde bulundum. Dili onaylamadı ama gözleri onayladı söylediklerimi."


Burak, başını iki yana salladı. İçinde aktif bir volkan olduğunu hissediyordu.


"Konuşmasan? Bana iş için seyahate gittiğini söylemek zorunda kaldı da. Gerçi o da haklı 10 yaşındaki çocuğun şom ağızlılığ..."


"Şunu kesecek misin Burak? O ses tonundaki suçlamayı duymaya devam edersem diğer gözünü de morartırım."


Alayla gülen Burak, sakinleşmeye çalışırcasına bir nefes aldı.


"Bir savunma, yüzde doksan dokuz saldırı.' dedin. Sana dövüşmeyi de mi öğretti?"


Onun sesindeki kıskançlık ve çekememezlik Özgür'den bir kahkaha yükselmesine neden oldu. İşin sıkıntı tarafı bu kahkahanın mutlulukla hiçbir alakası olamamasıydı.


"Bence bu sorgu akıl sağlığım için burada bitmeli. Başkasına devredeceğim." diyen Burak içinde hissettiği öfkeye engel olamıyordu.


"Şu an yaptığın gerçekten..." diyen Özgür söyleyeceklerini yuttu. Kapıya yönelmiş Burak ise derin bir nefes alarak adama doğru döndü ve hırçınca sordu.


"Ne?"


"İşler nasıl böylesine tersine dönebilir?" diyen Özgür başını iki yana sallayarak devam etti.


"Beni kıskanman çok saçma. Seni deliler gibi kıskanan bendim! Mükemmel bir babaya, mükemmel bir anneye sahiptin. Babamın zamanında yapması gereken konuşmayı bana Yiğit Abim yaptı. Hırsızlık saçmalığını da o durdurdu. Ona verdiğim söz sayesinde bir daha asla öyle şeyler yapmadım. Senin baban hiç tanımadığı biri için çabalarken, benim babam öz oğlunu bir çöp gibi yetimhaneye fırlatan şerefsizin teki. Beni mi kıskanıyorsun gerçekten? Ben, annemi kaybettikten sonra sevgi kırıntısı için dilenen çocuğum. Sen ise, seni kendi hayatlarından bile çok seven bir babaya ve anneye sahip olan çocuk."


"Dim! Sahiptim. Artık değilim... Ve evet beni hayatlarından çok seviyorlardı. Beni korumak için hayatlarını verdiler."


Kısık bir sesle konuşan Burak adama bakarken "O vicdan azabı kötü ha?" diyen Özgür sol gözünden bir damla yaşın düştüğünü hissetti.


Konuşulacak şeyler olduğunun bilincindeki Burak sakin hareketlerle kalktığı sandalyeye geri oturdu.


"Annem, o araba bana çarpmasın diye canından oldu. Ona çok kızmıştım. Beni onsuz bir hayata mahkum etti. Belki de babam karısını öldürdüğüm için beni sevmemişti. Beni kurtaran annem, benden hem annemi hem de babamı çalmıştı. En çok sevdiğim kişiye yıllarca öfke duydum bu yüzden. Ona kızdığım için canım yanıyordu. Tüm o sabıka kayıtları da ondan! Gittim saçma sapan insanlara bulaştım, çetelere girdim. Kendimi bitirme derdindeydim. Benim için yok yere canını verdiğimi kanıtlayacaktım aklımca."


Burak, duyduklarıyla başını önüne eğdi. Gözlerinden düşen birkaç damla yaşı elinin tersiyle silen adam yıllarca benzer şeyleri yaptığının farkındaydı.


"Haline bakılırsa sen de saçmalamışsın. Hadi ben yalnızdım, beni 'Saçmalama!' diyerek döven biri olmadı da seni nasıl olmadı?"


Özgür, sonlara doğru Emre'ye bakmıştı. Onun gayet ciddi olduğunu gören Emre kaşlarını kaldırdı.


"O haldeki birine, ciddi ciddi neden dayak atmadığımızı mı soruyorsun gerçekten?"


"Onun kendine attığı dayaklar daha çok canını acıtıyordu." diye mırıldandı Özgür.


Yutkunan Burak, başını kaldırarak ona baktı. Özgür gözlerinde beliren sevgiyle ona baktı.


"Eğer ben yanında olsaydım seni dayak arsızına çevirirdim. Ne kadar hassas ve yaralı olursan ol, canın olan o adamı suçlamamalıydın."


"Sen de sana can vereni suçlamışken, bana hesap sormasan mı acaba?"


"Benim kendimi suçlamamı engelleyen kişi senin babandı! Aklımda onun söyledikleri yankılanırken oğlunun bana dönüşmüş olmasını kaldıramadım. Üzgünüm!"


Burak kesik bir nefes aldı. Aklında tek bir cümle yankılanıyordu.


Benim kendimi suçlamamı engelleyen kişi senin babandı!


"Ne demişti?" diye soran adamın bariz bir şekilde sesi titriyordu.


"Vatanı için çarpıştığında hissettiği gurur ve sevginin kat be katını, oğlu doğduğunda hissettiğini. Bir ebeveynin, çocuğu için yapamayacağı hiçbir şey olmadığını. Annemin yerinde olsa bir salise bile düşünmeden aynı hareketi yapacağını... Ebeveyn olmanın canından önce can verdiğini düşünmek olduğunu söylemişti."


Duydukları ile dağılan Burak başını öne eğerek öylece kaldı. Bir süre sonra kulaklığından onun sesi yükseldi.


"Alfa'm?" 


"İyiyim." dedi Burak kısık bir sesle. Kulaklıktaki kızın endişeyle iç geçirdiğini duyduğunda başını kaldırdı ve cama bakarak mırıldandı.


"Gerçekten iyiyim!"


"Bazen x ray ışını gözlere sahip olduğunu düşünüyorum abi. Nasıl tam Hilal'in olduğu tarafa bakarak konuşabiliyorsun? Büyü denen şeyin varlığına inanıyorum sayende."


Adamın şakacı sesindeki endişeyi duyan Burak mırıldandı.


"Hacker usulü teselli diyorsun?"


"Benim seni teselli etmek ne haddime? Ben kırk şaklabanlık yapsam Asena'nın Alfa'm kelimesin yanına bile yaklaşamaz. Az önce denenip onaylanmıştır."


Hafifçe gülümseyen Burak, karşısındaki Özgür'e döndü tekrardan.


"Peki ya nasıl tanıştınız? Islahevinde falan mı diyeceğim ama..?"


"Baban, beni o ıslahevine atan kişiydi. 11 ay boyunca içeride yatmama neden olan kişi!"


"Ne?" diyen Burak'ın sesinden şaşkınlığı anlaşılıyordu.


"Yaa. Saçma bir şekilde beni hapishaneye atan adamla arkadaş olduk. Gerçi, o benim için bir arkadaştan çok öteydi. Bir abi, bir... Bir baba figürüydü. Hayatımda, annemden sonra değer verdiğim tek kişiydi o zamanlar. Bu yüzden olanları öğrendiğimde ölmek istedim. Bana yaşamam için amaç veren diğer bir insanı kaybetmiştim. Yine de... Yaşamamı sağlayan kişi de o oldu. Hayatta yoktu ama hayattayken öylesine etki etmişti ki, yokluğuna rağmen onun istediği kişiye dönüştüm."


"Babamın, insanların üzerinde öyle bir etkisi var." diye mırıldandı Burak.


Özgür, Burak'ın yüzünü gözlerini inceledi.


"Ona o kadar çok benziyorsun ki..." diye fısıldayan adamın sesi özlem doluydu. Bir süre sessizce herkes kendi düşüncelerinde kaybolmuşken Emre konuştu.


"Bize her şeyi en başından anlatır mısın? Mümkünse Yiğit babamdan başlayarak. Seni nasıl ıslahevine attırdı mesela? Tesadüfen denk mi geldi?"


"Neye? Hırsızlığıma mı?" diye sordu Özgür şaşkınca.


"Evet." diyerek onu onayladı Emre.


"Buna gerek yoktu ki. Yani şöyle özetleyebilirim. Kocaeli'de oldukça nam salmış bir hırsızlık çetesi vardı. Birçok evi soyup, çok pahalı arabaları çalarlardı. Ben de aralarına katılmıştım işte. Daha öncesindeki ufak gasplarımı da duydukları için bir anda aralarında iyi bir yere geldim. Tabii ki yaptığımda gurur duymuyorum ama o zamanlar birçok kasa/ev patlatmış, araba kaldırmıştık. Sadece 15 yaşında bir çocuktum demek yaptıklarımı haklı çıkartmaz. 16 yaşında da devam ettim 17'de de. Yiğit abimle yollarımız kesişmese büyük ihtimal şimdi bile devam ederdim. Neyse işte... O çeteyle yatıp kalkıyordum. Tabiri caiz falan da değil hani. Ölen kimsesiz bir kadının evine çöreklenmiş insanlardan, gözden uzak bir yerde yaşıyorduk. Yiyecek mi istedik parayla almak yok. Git, çal, getir, ye. Çalıntı yemeklerle az ziyafet yapmadık. Teknoloji de aynı şekilde... Bir süre sonra bu hırsızlıklar çok dikkat çekti. Sırf bir çevrede dolanmayalım, anlaşılmasın diye otobüse atlar semt semt gezerdik. Otobüstekilerin de cüzdanını yürüttüğümüzü söylememe gerek yok sanırım?"


Duraksayan Özgür başını esefle iki yana salladı.


"Geçmişteki beni şu an karşıma çıkarsalar, ellerini ayaklarını kırarak onu küfürlere boğardım. Fakat o zamanlar keyfim yerindeydi. Bedava para, sıcak ev, doyan bir karın... Her şey yolunda giderken bir gün kaldığımız yere baskın yapıldı. O evde 15 kişi kalıyorduk ve altımız işe çıkmıştık. Aslında diğerleri de çıkmıştı da... İki ekip halinde takılıyorduk. Bizim ekibin başında abi dediğim 26 yaşında bir adam vardı. Diğer ekipte de 24 yaşında bir diğeri... Biz yerimiz belli olmasın diye kilometrelerce uzağa giderken, Fettah'lar üşengeçliklerinden bulunduğumuz semti yağmalıyorlarmış. Öyle olunca baskın yemişler. Biz tabii olayı öğrenince hemen topukladık ama eşgalimiz tüm Kocaeli'deydi artık. Bir otobüs durağı, meydanlar, dükkanlar, villalar... Aklınıza gelebilecek her yerdeydik. Bu yüzden de Yılmaz abi Sakarya'ya gidelim dedi. Bize yakındı. Saklanabileceğimiz sürüyle ilçesi vardı. Ayrıca o zamanlar Sakarya bayâ karışıktı. Biliyorsun işte o adam..." diyen Özgür aniden sustu.


Bilmez miydi? Yıllardır aradığı Bukalemun adlı şerefsizi ve yaptıklarını...


Başını aşağı yukarı sallayan Burak "Devam et!" diye mırıldandı.


"İkişerli gruplara ayrılıp kamyonculara tostop çeke çeke Adapazarı'na geldik. Adam akıllı yer bulana kadar, son vurgundan kalan paralarla geçici bir depo kiraladık. Ve çevre tespitine çıkmaya başladık. Varsa kamera, polis merkezleri, güvenlikler falan... Sonrasında da soygunlara başladık. Önceleri küçük çaplı başlayıp sonrasında büyüttük. Araba parçalama işi için birini daha bulamadığımızdan araba kaldıramasak da villalara girmeye başlamıştık. İşte o zaman babanların dikkatini çektik. Bu kadar çabuk fark edileceğimizi hiç tahmin etmemiştim. Daha sadece 3 villa..."


"Bir dakika bir dakika! Babanların dikkatini çektik derken?" diye soran Burak kaşlarını çatmıştı.


"Babanın bağlı olduğu ekibin işte."


"Babamın bağlı olduğu ekip mi?" diyen Burak başına bir ağrı saplandığını hissetti.


"Bilmiyor muydun?" diye soran Özgür şok bakışlarla hızlı nefesler alan adama baktı.


"Babam mesleği bırakmıştı..." diye mırıldanan Burak bildiği sandığı şeyleri aslında bilmediğini fark etmişti.


"Bıraktı zaten. Yani... Askerlikle bir alakası yoktu bunun. Adapazarı'ndaki merkez karakolda bir ekip kurmuşlar. Polislerden oluşan. Baban da o ekibe yardım ediyordu. Bizim durum gibi olan davalarda veya daha farklı olaylarda baban yardımcılarıydı. Aslında yine bir nevi istihbarat sayılır. Sivil vatandaş gibi halkın arasına karışıp bilgi alıyordu. Her Salı ise rapor veriyor ya da benimkinde olduğu gibi operasyonlara katılıyordu. Bu salı olayını bilmemin nedeni de Adapazarı'na geldiği her salı, beni ziyaret etmesiydi."


Babam her salı ilçelere giderdi...


Öğrendiği bu yeni bilgiyi sindirmeye çalışan Burak cama doğru baktı ve sesinde beliren sertlikle sordu.


"Bunu biliyor muydun?"


"Bilseydim sana söylerdim di'mi evlat? Ne Yiğit ne de Dilek bana böyle bir şeyden bahsetti. Büyük ihtimal özel izinle yapılan bir şeydi. İkinci dereceden akrabalara söylemeyecek gizli bir durum. Yalnızca annene söylemiştir."


Ellerine bakan Burak düşüncelerinin karmaşasını hissediyordu.


"Yani baban senin yüzünden mesleğini bırakmamış Alfa'm. Hafifletmiş olsa da, vatanı için çalışmaya devam etmiş. Annen de benim gibi, aşık olduğu adamın mesleğinden vazgeçmesine izin vermemiş."


Kulaklığından duyduğu Kelebeğinin sesi Burak'ın gözlerini kapatarak gülümsemesine neden olmuştu.


"Ben bile ne düşündüğümü yeni yeni farkediyorken, sen nasıl oluyor da benden önce düşüncelerimi okuyup üstüne bir de teselli ediyorsun?"


"Sadece düşüncelerini mi? Ben ruhunu okuyorum Alfa'm. Hiç dile getirmesen de 'Babam benim yüzünden, ben doğduğum için mesleğinden vazgeçti. Benim yüzümden çok sevdiği o hayattan vazgeçti!' diye düşündüğünü bilecek kadar iyi tanıyorum seni."


Kızın sesindeki sevgi Burak'ın gözlerini açarak onun bulunduğu yere bakmasına neden oldu.


"Ahanda x-ray'li gözler yine sahalarda. Biz kalkalım isterseniz?"


Derin bir iç geçiren Burak bıkkın bakışların Hacker'ın olduğu yere çevirdi.


"La beni de buldu. O yeşiller gerçekten de büyülü olabilir mi?" diyen Hacker'ın sesinde sahte bir korku vardı.


"Sen 4 yıldır monitörün başındaki o sandalyede oturuyorsun ya gerizekalı. Sorgu esnasında saçmalama bari." diyen Emre de usanmış bir şekilde konuşmuştu.


"Sorgu sorguluktan çıkalı çok oluyor Panter. Misafirimize bir şey ikram etseydik. Boğazı kurumuştur." diye mırıldanan Sinan yaşanan olayın şaşkınlığını hâlâ üzerinden atmamıştı.


"İkidir o koltuğa zalim yerine mazlum oturuyor." diye mırıldandı Yağız. Bir yandan da adamın başından ne geçti de suikast gibi bir olaya karıştı diye düşünüyordu.


"Kusursuz İşkence Tim'inin adını resmi olarak değiştiriyorum millet. Artık ismimiz Kurban İhbar Takımı. Her türlü suç kurbanını misafir ediyoruz. Misafirlerimiz çoook memnun. Ben gidem de geçen sefer kullandığımız pufları depodan geri getireyim. Bu iş diğerinden de uzun sürecek anlaşılan."


"Bir dur Hacker. İş ciddi!" diye tısladı Burak çenesi düşen adama.


"Biliyorum abi de benim ciddiye ölümcül derecede alerjim var ne yapayım?"


"Sus Hacker. Ya da dur! Sen bize üç çay getir."


"İyice çaycınız bellediniz beni. Ben bu ekibin bel kemiğiyim. Bana ekmeğe gönderilen evin küçücüğü muamelesi ya..."


"Yanına atıştırmalık bir şeyler de koyarsın. Biraz daha saçmalarsan bir dahaki atış talimimi senin üzerinde gerçekleştireceğim haberin olsun bu arada."


Duyduğu cümleyle Onur yutkundu. Burak'ın geçen yıl kafasına elma koyarak yaptığı talimi hatırlamıştı.


"Sallama çaylarınız 5 dakikaya geliyor efendim." diyen adam hızla dışarı çıkarken Burak gülmüştü.


Onun gülmesi Özgür'ün gülümsemesine neden oldu.


"Seni çok daha kötü bir şekilde bulacağımı düşünüyordum. Rahatladım."


Duyduğu cümle Burak'ın tekrardan cama doğru bakmasına neden olmuştu.


"Çok değil kısa bir zaman önce karşılaşsaydık, tahmin ettiğinden çok daha beter bir durumda bulacaktın."


"Peki ne değişti? Camın arkasındaki baktığın kişi kim?"


Burak, sessiz kalarak Özgür'e baktıktan sonra özür dilercesine gülümsedi.


"Nasıl karşılaştığımızı göz önünde bulundurursan, hikayen bitmeden sana bunun cevabını veremeyeceğimi anlayışla karşılarsın umarım."


Özgür başını aşağı yukarı salladıktan sonra kısık bir sesle mırıldandı.


"Sen de hikayemi anlatmamak için çabalamamı anlayışla karşılarsın umarım. Birazdan, hiç tanımadığım izleyicilerin eşliğinde ultra dağılacağım."


Burak, bakışlarını adamın parmağındaki yüzük izine çevirdi.


Ne yaşamıştı acaba? Gözlerindeki daimi acının nedeni ne olabilirdi?


"Haklısın! Böyle bir şeyi isteyerek seni zora sokuyoruz ama gerçekleşmesi muhtemel bir suikasti yapacakken yakalandın. Nedenlerini ve gerçek amacını öğrenmezsek, hapse girmekten seni koruyamayız." dedi Emre derin bir nefes alarak.


Özgür başını aşağı yukarı salladı.


"Biliyorum... İşte dediğim gibi bizim soygunlar polislerin dikkatini çekmiş. Herhangi bir delil bulunamayınca da davayı özel ekip almış. Yiğit abimin zekası bambaşka. Bize yem attı, biz de yeme balıklama daldık."


"Nasıl bir yem?" diye soran Burak babası hakkında her türlü bilgiyi öğrenmeye aç gözüküyordu.


"Sakarya'dan zengin birinin çok yüksek bir fiyata yazlık villa aldığı haberini yaymış etrafa. Çevredeki herkes bu kişiyi merak ediyor, çoğu esnaf da o parayı vermenin enayilik olduğunu sadece yazın kalacak olduğunu söylemişti. En sevdiğimizdi yazlık veya kışlık evler. Aylarca boş kaldığı için ev sahibi evinin soyulduğunu aylar sonra ihbar ederdi. Girmek desen çocuk oyuncağı. Boş ev ne de olsa. Bir hazine bulmuşçasına o villaya gittik. Gerçi ben gerçekten de bir hazine buldum. Hayatımı değiştiren yiğit bir adamı..."


Özgür'ün sesindeki sevgi, saygı, hayranlık odada bulunan adamların ruhuna dokunmuştu. Adamların üçü de, Yiğit Kılıç için aynı duygulara sahipti.


"Villaya gittiğimizde pusuya yatmış polisleri bulduk. Ben en arkadaydım ve Fettah abinin polis diye bağırışıyla kendimi bulduğum ilk camdan dışarı attım. Giriş katta olduğumuz için hiçbir sıyrık almadan direkt koşmaya başladım. Aynısını yaptı biliyor musun?" diyen Özgür tebessüm ederek Burak'a baktı.


"Neyi?" diye soran adamın sesi kısık çıkmıştı.


"Arkamdan koşmak yerine üst sokaktan geçerek önüme çıktı. Ben peşimde kimse yok rahatlığıyla tedbiri elden bırakmışken, önüme çıkan adamla kaçamadım bile. Seninle durduğumuz gibi karışıklı durduk. Ona vurmaya kalktığımda beni o kadar kolaylıkla savurdu ki neye uğradığımı bile anlamadım. Bir anda, ellerim kelepçeli bir şekilde arabasında buldum kendimi. Arabada bana sorular sordu ama ona öylesine öfkeliydim ki sürekli tersledim. Onun yüzünden o deliğe yine girecektim. 18'ime girmeme 11 ay vardı ve hakim bir yıl veya bir yıldan fazla verirse ıslahevinden çıkıp cezaevine girecektim. Onca şey yaparken sorun yoktu ama iş ciddiye binince deliler gibi korkmuştum. Sanırım bu korkumu hissetti. Bilmiyorum! Sorguma o girdi zorla konuşturmaya çalıştı. Üstüme biraz fazla geldi hatta. Babama haber vereceğini söylediği yerde ipler koptu. Bayâ şey saydım ona. Başkası olsa söylediklerim üzerine cezamı bile arttırırdı ama o öyle yapmadı. Canım yandığı için öyle davrandığımı anlamıştı. Islahevine girdiğimde gardiyanın birinden öğrendim. Konuşmuş ve az ceza almamı sağlamış. Eğer çıktıktan sonra bir hata yaparsam kendi elleriyle beni hapise tıkacağını söylemiş. Bunu öğrendiğimde 3. ziyaretini reddetmiştim. 4. ziyaretinde görüşe çıktım. İlk sorduğum soru 'Neden?' oldu. 'Neden beni kurtarmıştı? Neden sürekli görüşe geliyordu?' Bana işinin yalnızca kötüleri yakalamak olmadığını, iyileri korumak olduğunu da söyledi. Bende göründüğünden fazlası olduğunu ve kendisinin da bunu ortaya çıkaracağını söyledi. Buna gerek olmadığını söylediğimdeyse 'Artık çok geç! Elimden uçan da kaçan da kurtulamaz. Bir puzzle'a başlarsam tamamlamadan bırakmam. Geçirdiğimiz vakitte eksik parçaları zevkle tamamlayacağım. Haftaya görüşürüz, isminin anlamını taşımamak için her şeyi yapan genç adam. Sanırım o zamana kadar bu yaşananları ancak sindirip kabullenirsin.' dedi ve gitti. Dediği gibi haftaya geldi. Sonraki haftalarda da..."


Gözlerinin dolduğunu hisseden Burak başını önüne eğdi.


Gerçekten de babasına çok benziyordu. Fiziksel olarak, huy olarak öyle olduğunu bilse de, asker olarak da aynısı olduğunu bilmek...


Boğazının düğümlendiğini hisseden adam derin bir nefes aldı. İçinde olanca gücüyle fırtınalar koparken "Çaylaaaaaaaar." diyerek kapının açılmasıyla tüm hüzünlü duygular silinmiştir.


Gözlerini devirrn adam gülümseyerek konuştu.


"Duygusal anların katili Hacker'cığım hoş geldin."


"Üzgünüm abi. Benim ileri derece dram alerjim var. Bünye kaldırmıyor fazlasını. Sende de hep dram hep dram cık cık cık... Melankolik misin anlamıyorum ki?" diye söylenen Onur başını iki yana sallıyordu.


"Yanında bunun gibilerden varsa şanslısın." dedi Özgür gülerek.


"İki günü onun gibilerle beraber geçir, sonra tekrar konuşalım olur mu abi?"


Abi kelimesini duyan Özgür kesik bir nefes aldı. Gözlerinden yoğun bir duygu seli geçerken gülümsedi.


"İki gün sonraya randevu veriyorsun yani? Bana uyar kardeş. Bir süre buralardayım sanırım."


"Daha biz bile adam akıllı randevuya çıkamadık. Herkes sırasını bilsin lütfen!"


Hilal'in isyanla söylediği cümle, tüm KİT üyelerinin gülmesine neden olmuştu.


"Randevumuza karşı çıkanlar var." diyen adamın gülen gözleri camın arkasına dönmüştü. Ela gözleri göremediğinde bıkkınca konuştu.


"شیشه سیاه اشتباه بزرگی است. از کجا درخواست می کنیم که چشمان اشعه ایکس داشته باشد؟ دلم براي مردمت تنگ شده."


"Karartmalı cam büyük hatadır. X-ray ışınlı gözlere sahip olmak için nereye başvuruyoruz? Elalarını özledim."


Adamın mırıldanarak söylediği cümle, Hilal'in dudaklarında hin dolu bir gülümseme belirmesine neden olmuştu.


"من آن را می بینم."


(Ben görüyorum.)


"Hain!" diyen adam sırıtmasına engel olamamıştı.


"مهم نيست چقدر تمرين کنم، نميتونم تو تاريکي ببينم. و مهم نیست که چقدر سخت تلاش می کنید، نمی توانید از طریق این لیوان ببینید. اينو ديدي؟ خیلی متاسفم(!). "


(Ne kadar eğitim alırsam alayım karanlıkta göremem ya hani. İşte sen de ne kadar çabalarsan çabala bu camın arkasını göremezsin. Tüh gördün mü işi? Çok üzüldüm(!).)


"O muhabbetin üzerinden çok zaman geçti taşını niye şimdi yedim ben?" diyen Burak bu konuşmayı sonlandırması gerektiğinin farkında olsa da kendine engel olamıyordu.


Sorgudaydı Allah aşkına! Bu anlar kayıt altına alınıyordu. Birisi izlese/öğrense yıllarca dillerinden kurtulamazdı.


"Ayağıma kadar gelen taşı atmamak mı? Ahh hiç benlik değil." diyen kız sözlerine Farsça devam etti.


"به هر حال، تو ياد گرفتي که ديگي هيچوقت نبايد با من توي خانواده ام لاس بزني. من ميتونم از پس مادر و مادربزرگم بر بيام ولي تو نميتوني از پس فرماندهان و سربازهاست که برايش."


(Bu arada bir daha ailemin yanında benimle flörtleşmemen gerektiğini öğrenmişsindir Sevdiğim. Ben annem ve anneannemle başa çıkabilirim ama sen komutanların ve diline düştüğün askerlerle başa çıkamazsın.)


"Asena..." diye mırıldanan Alfa başını iki yana salladı.


"Daha fazla söze gerek yok sanırım. Geri kalan boşlukta ne diyeceğimi sen gayet iyi biliyorsun."


"Ben de seni seviyorum Sevdiğim."


Büyük bir şokla cama dönen Burak camdaki yansımadan halini görebiliyordu. Bu kız herkesin içinde bunu yapmaya bayılıyordu.


"Ben hayatımda senin kadar tehlikeli birini tanımadım. İzin verirsen sorgudayım ya hani... Dünün intikamını rica etsem başka bir zaman alsan? Ayrıca her doğru her yerde söylenmez. Söylediklerine bir el atmalıyız."


"Ve bunu sen mi yapacakmışsın? Söylediklerime karışmaya kalkarsan mislini söylerim Alfa Bey. Bunu bilmiyor musun?"


"Bilmez miyim?" diye mırıldanan Burak sevgiyle güldü.


"Tamam tamam hadi sen sorguna devam et. Ben uslu bir çiçek oluyorum ve susuyorum."


"Ama papatya..." 


Burak'ın sessiz cümlesi karşısında Hilal'in dudaklarında enfes bir gülümseme belirmişti.


"Böyle yaparsan olmaz ki ama. Susmam bak! Sonra ikimizi de atarlar ekipten."


"Güzel bir tatile hayır demezdim. Şöyle New York'a doğru."


"Bizimkiler de bunu bekliyordu ya zaten. Hemen arayayım da valizimi hazırlasın annem(!). Emre dürt şunu da uyansın rüyadan. Adam sorguda güya. Hayır sorgudan çıkınca 'Hepsi senin yüzünden oldu!' diyerek bir ton kafamı ütüleyecek."


"Niye çıkmayı bekleyeyim ki? Şimdi de söyleyebilirim. Hepsi senin yüzünden! Çünkü şu anki Alfa'nın mimarı sensin. Eserinle gurur duyabilirsin."


"Onca çabadan sonra bırak da duyayım zaten. Emre ciddiyim acilen olaya el atar mısın? Biz 'Sen kapat!', 'Yok sen kapat!' modundan ömür boyu çıkamayız."


"Çıkmayalım zaten!"


"Misali..." diyen Hilal gülerek konuşmuştu.


"Niye duruyorsunuz yenge yaa? Ben en hararetli boks maçını bile böyle hevesli izlememiştim. Bir oraya bir buraya bakmaktan başım dönse de çok eğlenceli bir konuşmaydı." diyen Hacker her zamanki şebekliğiyle sırıtıyordu.


"Dursunlar ya! Sevgilimi özledim onlar yüzünden... Ayrıca hiç abi buradaymış dinlemiyor da Küçük Hanım. İyi flörtleştiniz gözlerimin önünde!"


"Senin Almina'yla kardeşin var diye flörtleşmediğin gün ben de yapmam söz." diyen Hilal kaşlarını kaldırmıştı.


"Bırak abiyi bunlar dayı bile dinlemiyorlar. Zamane gençliği işte."


"Hacker oradan dayıma şekerli bir kahve verir misin lütfen?"


"Aa-aa Burak çok ayıp ama oldu mu şimdi bu? Bilmez misin dayım sevdiceğinden başkasının elinden şekerli içmez kahvesini."


"Ulan ben sizin..." 


Hilal'in varlığı Sinan'ın küfür etmesini engellerken adam sahte bir öfkeyle solumuştu.


"Güzel ortammış bura... Gerçi cam arkasında neler dönüyor bilmiyorum ama senin mutlu olduğunu görmek iyi hissettirdi."


"Birazdan iyi ki yakalanmışım da diyeceksin sanırım?" diyen Burak hikayenin devamını deliler gibi merak etse de Özgür'ü sıkıştırmadı. Hassas bir durumda olduğunun farkındaydı.


"İyi ki yakalanmışım diyeceğim tabii. Yıllar önce babası, şimdi de oğlu kurtardı. Seninle olan kavgamızda şapkan düşüp de gözlerini gördüğümde... Sen olduğunu anladım. Kanıtlayamazdım ama biliyordum, emindim. Bana yardım edeceğinden de emin olduğum gibi."


"Sana neden yardım etmem gerekiyor abi?" diye soran Burak nazikçe anlat hikayeni diyordu. Özgür onun bu isteğine kayıtsız kalmayarak devam etti.


"Demir işçiliğine çok meraklıydım. Islahevinde az okumadım bu konuda kitap. Demirden bir şeyler yapamadığım için tahtadan oyma yaptım. Ama aklım hep o demir dövme işindeydi. Çeteye girmeden önce birkaç ay bir demir ustasının yanında çalışmıştım. İçimdeki öfkeyi o demire vurarak atmak, o sesin tınısı doğal bir terapiydi benim için. O demiri döverken hiçbir şey düşünmüyordum. İşlemeye, şekil vermeye geçtiğimde ise tüm hislerimin yoğunluğunu yansıtıyordum. Doğal bir yeteneğim olduğunu söylemişti Kasım usta. Sonra babasını vefat ettiğini öğrendi. Dükkanı kapatıp pılını pırtını toplayarak köyüne gitti. Ben de çeteyle tanıştım işte... Yiğit abimle konuşurken bundan da bahsetmiştim. Ertesi hafta, ıslahevinden çıktıktan sonra işimin hazır olduğunu söyledi. Günler böyle geçip gitti. Yiğit abimin ziyaret günlerini dört gözle bekliyordum. Mükemmel hikayelere sahipti..."


"Kesinlikle." diyerek araya girdi Emre. "Her konuda mutlaka bir bilgisi vardı. Hikayesi olduğu gibi..."


Özgür, başını aşağı yukarı salladı.


"Bir süre sonra bana ailesinden de bahsetmeye başladı. Küçük oğlundan, eşinden, oğlunun süt kardeşinden, eşinin ikizinden... Dilek abla da geliyordu arada. Onunla konuşmak da çok büyük bir zevkti benim için. Ama asıl Burak ile ilgili bir şeyler öğrenmek beni çok mutlu ediyordu. Hele de Burak'ın da benimle ilgili sorular sorduğunu öğrendiğimde yaşadığım mutluluğu tarif edemem. 'Evde Özgür abim aşağı Özgür abim yukarı sorular sorup duruyor.' demişti baban. İlk başlarda 'Örnek alacak, abi yerine koyacak yanlış insanı seçti.' diye düşünürken sonrasında 'Onun örnek alacağı iyi bir abi olmalıyım.' diye düşünmüştüm. Ben bunları düşünürken bana kitaplar göndermeye başladın. O zamana kadar adam akıllı kitap bile okumamışken sırf senden geldi diye okumaya başladım ve okumanın zevkiyle tanıştım. Hele de o sarı fosforluyla ilgimi çeken yerleri işaretlemek ve beni tanımanı sağlamak çok hoşuma gidiyordu. Sonrasında bana yeşil fosforluyla çizdiğin kitapları gönderdin. Yeşilin üzerine çizdiğin her sarı ile seni kendime daha yakın hissetmiştim."


Anıların etkisiyle gülümseyen ikiliye baktı Emre.


"Anlamadığım şey... Benim neden bundan haberim yok?"


Kardeşine bir bakış atan Burak mırıldanarak konuştu.


"Abimi kendime saklamak istemiş olabilirim."


"Kıskançlık damarım tuttu demiyor da." diyen Emre gülerek başını iki yana salladıktan sonra Özgür'e baktı.


"Sonra ne oldu?" 


Durgunlaşan Özgür başını önüne eğdi. Bir süre öyle durduktan sonra başını kaldırarak karşısındaki ikiliye baktı.


"Ziyaretler azaldı. Bana göreve gittiğini söylemişti. İlk başlarda Dilek abla uğruyordu. Sonrasında o da uğramamaya başladı. Haftalarca, aylarca kimse gelmedi. Beni terkettiklerini düşündüm. İlk aklıma gelen buydu. Başka ihtimaller arada aklıma düşse de sadece bu ihtimal üzerinde durdum. Beni öz babam terk etmişti. Onlar neden terk etmesindi ki? Kendi kendime bilendim onlara. Her ne kadar onlara öfkelensem de kendimi sürekli 'Burak'ın en sevdiği kitaplardan. Ayrı özen göstermeni istedi.' diyerek verilen kitapla buluyordum. Öylece 3 ay geçti. Bir ölüden farksızdım. Islahevinden çıktığımda yine boş bir sokak karşıladı beni. Halbuki Yiğit abim defalarca kez 'Çıkışa hep birlikte geleceğiz. Az ilerideki köfteci çok güzel hamburger yapıyor Burak bayılır.' demişti. Kendimi çok kaptırdığım için, hayatımın bir bok çukurundan ibaret olduğunu unuttuğum için kendime kızdım. Bilmiyordum! Bilmiyordum... Olanları bilmiyordum! "


Sonlara doğru sesi titreyen adam sakinleşmeye çalışırken Burak ve Emre de toparlanmaya çalışıyorlardı. Akılları ister istemez o güne giden adamlar, kelimenin tam anlamıyla kahrolmuştu.


"Sırf ondan intikam almak için bir daha hırsızlık yapacaktım. Belki o zaman peşimden gelir ve ben de bana yaşattığı hayal kırıklığının intikamını alırdım.Bu düşüncelerle bir kuyumcuya doğru yürüyordum ki susadığım için bir bakkalın önünde durdum. İşte o an önümdeki gazetenin üzerindeki koskoca manşet dikkatimi çekti. 'SAKARYA'DAKİ HAYALET MAHALLE VAHŞETİNİN ZANLILARI HÂLÂ BULUNAMADI!' yazıyordu. İlgimi çekti. Gazeteye uzanırken elim titriyordu. Hani olur ya kötü bir şey olduğunu bilir ve korkarsın... Öyleydi işte. Haberi okuduğum an anladım. Y.K.'nin ve D.K.'in kim olduklarını biliyordum. Kurtulan çocuğun sen olduğunu da biliyordum. Yiğit Kılıç'ın, oğlunu ne olursa olsun kurtaracağını biliyordum. Hiç tanımadığı bir çocuğu kurtaran adamın, kendisine benzeyenini kurtarmaması ihtimal dahilinde bile değildi."


Dolan gözlerini kapatan Burak, sıcak gözyaşlarının düştüğünü hissetse de silmek için herhangi bir harekette bulunmadı. Bir süre sessizce onların yasını tuttular. Sonunda anlatması gerektiğinin bilincindeki Özgür konuştu.


"Nasıl hissettiğimi anlatmama gerek yok sanırım? Acıdan kahrolurken, bir de üstüne ziyaretime gelmiyor diyerek yaptığım çocukluklar için vicdan azabı çektim. Aklımda yankılanan tek şey bana söyledikleriydi. Onun için düzgün bir hayat kurmak istedim. Ona verdiğim sözler için! Tarif ettiği demir ustasını buldum, kendimi tanıttım. Dükkanın alt katındaki depoda yatıp kalkıyor tüm isteğim ile işi öğrenmek istiyordum. Aradan bu şekilde yıllar geçti. 29 yaşına geldiğimde ustam İstanbul'a taşındı ben de peşinden gittim. Seni bulma ümidim yoktu zaten. Mezarlığı ziyaret ettiğimde de hiç etrafta görmemiştim seni. Gerçi o zamanlar mezarlığı gizli gizli ziyaret ederdim. Ben hırsızlıktan birçok sabıkası olan biriydim. Olayları, aramızdaki ilişkiyi kime nasıl açıklayacaktım ki? Çocuktum işte. Sabıkam yüzünden her türlü yüzleşmeden de kaçıyordum. İnsanlar öğrendiğinde vebalıymışım gibi kaçıyordu benden. İstanbul'da iki yıl kadar ustamla birlikte çalıştık. Maddi durumum da oldukça iyi bir hâle gelmişti. Yaptığım çalışmalar, tasarımlar oldukça ilgi görüyordu. En sonunda ustam 'Bu böyle olmayacak evladım. İkimizin kulvarları farklı. Sen bu tasarımlarla burada harcanıyorsun. Git kendine bir yer satın al işini orada yürüt.' dedi ve bana yüksek bir miktar borç verdi. Kabul etmek istemesem de beni ikna etti ve Florya'daki yerimi açtım. Demirden kalem, yüzük aklınıza gelebilecek her şey... Yapabildiğim kadar şey yaptım. Öylesine zevkliydi ki çalışmalarımın ilgi görmesi, satılması. Bu şekilde hayatımı sürdürürken bir gün o kapıdan tüm ihtişamıyla bir melek girdi."


Titrek bir nefes alan Özgür elini ağrıyan başına götürdü. Sık aralıklarla nefes almaya çalışan adamın ciğerlerine o nefes gitmiyordu. Gözündeki hazırda bekleyen yaşları geri göndermeye çalışan adam dişlerini sıkarak kendine gelmeye çalıştı. Daha hikayenin başındayken bu haldeyse sonrasında...


"Adı Gökçe'ydi. Gökçe! " diyen adam geçmiş zaman kipi kullandığı için kendine sövüyordu.


Geçmemişti, geçmeyecekti.


"Tüm ürünlerimi dikkatle inceledi. Bana demir işçiliği, işlemeciliği hakkında bir haber hazırladığını söyledi. Özel haberini bu konuda seçmiş. Muhabir olmasına mı şaşırsam, seçtiği konuya mı bilemedim. En sevdiğim konudan konuşmak isteyip istemediğimi sorduğunda onu reddedemedim. Gerçekten de konu hakkında oldukça detaylı araştırma yapmış. Detaylara çok dikkat ederdi. En küçük konuları bile oldukça önemser, bir konuyu araştıracak dibine kadar inerdi. Zaten bu yüzden..."


Ellerini yumruk yapan adam, gözlerinden akan yaşları silmek için uğraşmadı.


Yerine yenisinin geleceğini bilerek silmesi saçma olurdu ama değil mi?


"İstersen sonra devam edebiliriz."diye mırıldandı onun bu halini gören Burak. Başını iki yana sallayan Özgür bu teklifi reddetti.


"Olmaz! Burada bırakırsam bir kez daha ondan bahsetme gücünü kendimde bulamam."


Masanın üzerinde duran bardağı titreyen eliyle alan adam birkaç yudum su içtikten sonra derin bir nefes aldı.


"Ortak çok noktamız vardı. Sürekli olarak mağazama geliyordu. Bu durumdan oldukça hoşnuttum. Her gelmesinde değişik bir tasarım taslağı veriyordu. Artık bir yerden sonra o tasarlıyor ben yapıyor, işliyordum. O ürüne baktığımızda 'Bunu birlikte yaptık.' hissinin gururu ve mutluluğuyla öylesine çok gözlerimiz birleşti ki..."


Gözlerini kapatan Özgür kalbindeki özlemin ağırlığını tüm ruhunda hissediyordu.


"Ona aşık olduğumun farkındaydım fakat bunu ona itiraf edemezdim. Ailemin öldüğünü söylemiştim. Halbuki babam yaşıyordu. Benim için ölü olsa bile ona yalan söylemiştim. Elbette asıl mesele bu değildi. Sabıkam, yaptığım hırsızlıklar, içeride yattığım yıllar... Ona bunları nasıl anlatacaktım? En başında söylemem gerekirdi ama kendimi ona böylesine kapılacağımı bilememiştim. Hiç tanımadığın bir yabancıya berbat geçmişini anlatmak zor ama sevdiğin birine anlatmak apayrı zor. Gözlerindeki sevginin yok olmasından korktum. Ben itiraf etmekten kaçsam da o itiraf etti."


"Korkusuz, ne istediğini bilen ve bunu çekinmeden söyleyen, kendi ayaklarının üzerinde duran ve bize haddimizi bildiren kadınlar...." diye mırıldandı Burak.


"Kesinlikle! O bana böyle bir itirafta bulunduğunda kaçamadım bile. Ona sandığı gibi birisi olmadığımı söyledim. İkimizden olamayacağını... Ne dedi biliyor musun? 'Biliyorum!"


Derin bir nefes alan adam devam etti.


"Geçmişimi biliyormuş! Özel haberi aslında demircikle ilgili değilmiş. Benden hoşlandığı için değiştirmiş. Çocukken ıslahevine giren ve buna rağmen hayatına düzen sokan kişilerle ilgiliymiş. Benim ismimi de bir kaynağından almış. Bir süre mağazama girmeden karşıdaki kafeden beni izlemiş. Aslında bilgi toplamakmış amacı ama pek de öyle olmamış. 'Ben sana ilk, o işlemeleri yaparken gördüğümde vuruldum.' derdi. Kaşlarımı çattığımda, hüzünlendiğimde bunun nedeni merak ettiğini, gülümsediğimde ise bambaşka merak ettiğini söylemişti. Onu düşünerek işleme yaptığımda ortaya nasıl bir şey çıkacağını merak etmiş. Bu düşüncelerle yapmış tüm o tasarım çizimlerini. O beni düşünerek çizmiş, ben de onu düşünerek işledim. Benim söylememi beklemiş. Anlatmamı... Hiç yargılamadı biliyor musun? Hiç soru da sormadı. Hiç olumsuz bir yorum da yapmadı. Tam tersine beni anladığını söyledi. Benim yanımda olduğunu, bu hayata karşı beraber savaşacağımızı. Belki de aylardır bu sözünü tuttuğu için dayanıyordur."


Başını önüne eğen Özgür, elini boynundaki kolyeye götürdü.


"Bir gün ona, onu düşünerek iki yüzük yapmak istediğimi söyledim. Onunla evlenmek istediğimi... Kabul etti. Kendi aramızda yüzükleri taktık. Ailesi beni severdi ama geçmişimden bihaberdi. Yalan söylemek istemiyordum en sonunda gerçeği söyledik. Babasının tüm davranışları değişti. Adam da haklı. 'Ben eskiden bir hırsızdım!' diyen birini damat olarak mı alacak? Gökçe'm ailesiyle kötü olmasın diye çabalarken aksilik ya çok sevgili babacığım(!) çıkageldi. Parası bitmiş ve bir oğlu olduğunu hatırlamış. Aslında onun gelmesi iyi oldu. Sami amca babam olacak herifin nasıl bir şerefsiz olduğunu gördüğünde beni dinlemeye yanaştı. Babama istediği babalık payını verdim, gönderdim geldiği yere. Kısa süre sonra da haberi geldi. Parayı çalıp onu genç bir adam için terk eden karısının peşinden çok içtiği için alkol komasına girmiş ve ölmüş. İnsan babasının öldüğüne üzülmez mi hiç? Ben üzülmedim. Baba figürü yıllar önce o yetimhane kapısında ölmüştü benim için. Bedenini ölmesi etki etmedi."


Kendi kendine gülen Özgür kızarmış gözleriyle karşısındaki adamlara baktı.


"Hissediyor musunuz gelmekte olanı getirmemek için nasıl çabaladığımı?"


Burak da Emre de tek biz söz söylemedi Özgür acı bir sesle devam etti.


"Her şey yolunda gidiyordu. 2 yıl boyunca nişanlı kaldık. İstememde ustam vardı. Benim için kız istedi. Yavaş yavaş her şeyi hazırladık. Sonrasında da evlilik için bir tarih aldık. Hayatımı en mutlu günleriydi. Biliyordum o mutluluğun peşine bir şey geleceğini. Bu hayat ne zaman mutluluğu bana bedavaya vermişti ki?"


Ellerini önündeki su bardağına saran adam, karşısındaki adamlara baktı.


"Gökçe bir davayı araştırıyordu. Bana neyi araştırdığını asla söylemedi. 'Her şey bitsin, söz veriyorum anlatacağım.' dedi ben de ısrar etmedim. Bunların olacağını bilseydim... Asla kabul etmezdim!"


Elindeki köpük bardağı sıkan adam gözlerinle kapattı.


"Düğünümüze iki hafta kalmıştı. Damatlık ve gelinlik provası için randevumuz vardı. Mağazada buluşacaktık. Ben randevu saatinde oradaydım ama Gökçe gecikti. İlk aradığımda açmayınca endişelendim. İkinci üçüncü derken deliler gibi korkmaya başladım ki telefon açıldı. Fakat karşımdaki, duymayı beklediğim ses değildi. Söyledikleriyse..."


Başının dönmeye başladığını hisseden Özgür, hızlı nefes alış-verişlerini kontrol altına almaya çalıştı. Delirmişçesine gülmeye başlayan adam, gözlerini açarak kendisine endişeyle bakan adamlara baktı. Gözleri saf acıyla doluydu.


"Kaza yapmış. Arabası bir uçurumdan denize fırlamış. Sanırım o anki en büyük şansı hava gösterileri için orada uçuş çalışması yapan uçaklar oldu. Ben daha Gökçe'min kaza geçirmesini sindirememişken hastaneye polisler geldi. Gökçe, alkol ile birlikte uyuşturucu alarak araba sürmüş ve kafası güzel olduğu için de uçurumdan aşağı düşmüş. 'Bunu intihar kasıtlı yapıp yapmadığını bilemeyeceğiz maalesef!' dedi. O Asım denen it, gözlerimin içine bakarak 'Gelin hanım düğün arefesinde çok stres yapmış sanırım. Rahatlamak için de çok yanlış yolu seçmiş. Bunu intihar kasıtlı yapıp yapmadığını bilemeyeceğiz maalesef!' dedi."


Başındaki büyük ağrı şiddetini gittikçe arttırırken, bedeni orada olan Özgür ruhu orada değilmişçesine konuşmaya devam etti.


"Sigara içerek ciğerlerime zarar verdiğimi ve sigara içmemden nefret ettiğini söylemişti. İçerek tek kendimi değil onu da pasif içici durumuna sokarak öldürdüğümü söylemişti. O sözünden sonra sigarayı ağzıma bile sürmemiş, tedavi alarak bırakmıştım. Sigaraya böyle tepki veren nişanlımın alkole tepkisini söylememe gerek yok sanırım? Hele de babam alkol komasınden ölmüşken."


Başını iki yana sallayan Özgür, durumun bokluğuna bir kez daha alayla güldü.


"Alkol ve uyuşturucu almış. Alkol hadi, neyse değil ama, neyse de... Uyuşturucuyu nereden bulmuş olabilir ki? O şerefsiz oğlu şerefsiz köpeğin yanına defalarca kez gittim. Doktorun kolunda o günkü iğne izinden başka ize rastlamadığını söyledim. 'Belki hap alıyordu. Belki de o anki stresten...' diye saçmalamaya başladı. En sonunda 'Belki de hırsız birisiyle bir yuva kuracağı gerçeği kafasına dank etmiştir. Bir hırsızdan çocukları olsun istememiş bunu da kimseye söyleyememiştir.' dedi."


Gözlerini korkunç bir nefret bürüyen Özgür, gözlerini bir noktaya sabitleyerek konuştu.


"O an bir insanın nasıl katil olduğunu anladığım andı. O polisler içeri girip beni Asım denen itin üstünden almasalar ellerimle onu boğarak öldürecektim. Gözüm dönmüştü. Gözüm öyle bir dönmüştü ki Gökçe'min komadan çıkabilme umudunu bile unutmuştum. O zamanlar o umut parıl parıl parlardı içimde." diye mırıldanan Özgür hüzünle gülümsedi. Onu dinleyenler ise Gökçe'nin komada da olsa hâlâ hayatta olduklarının sevincini yaşıyordu.


"Koma olduğunu duyunca o gözlerindeki parıldamaya başlayan umut... Bendeki ne zaman söndü acaba? Bir ay geçtiği halde uyanmadığında mı? Yoksa ikinci ayda mıydı? Üçüncü ayda bir ara büyük bir olay yaşandı. Makinelere rağmen değerleri düştü, kalbi durdu. Tekrardan hayata döndürdüklerinde yine bir umut ışığı doğmuştu. Fakat o olaydan sonra çok zayıfladı. Serumlar artık yetmiyordu beslenmesine. Makinelerden bağımsız hiçbir dakikası geçmiyordu. Vücudunda morluklar oluşmuştu hatta. Ama sanırım beşinci ayın başlarıydı o pırıltının sönmesi. Havva annem 'Acaba acı çekiyor mudur? O hortumlar canını yakıyor mudur? Kızımı artık özgür mü bıraksak Özgür?' diye sormuştu. O an anladım. Ben onu, onun için o makinelere bağlı tutmuyordum. Tamamen kendi bencilliğimdi. Onu o toprağın altına koysam göremezdim. O toprağın altına girerse 'Bir gün gözünü açacak, elimi tutacak, benimle konuşacaksın.' diye bir umudum kalmayacaktı. Yaşama devam etmek için hiçbir sebebim kalmayacaktı. "


Kesik bir nefes alan adam devam etti.


"Ben bu düşünceler içinde boğuşurken Gökçe'nin telefonuna bir arama aldım. Kayıtlı olmayan bir numaraydı ve bir defter bulduğunu söylüyordu. Defterin başında Gökçe'nin numarası varmış. Davalar için tuttuğu defter olduğunu anlamıştım. Gittim o kişiden defteri aldım. Bana defteri yıkılmak üzere olan eski bir fabrikanın bir odasında bulduğunu söyledi. Kaza yaptığı yere çok da uzak değildi. Daha bir önceki gün defteri çantasında görmüştüm. Parçaları birleştirmek zor olmasa gerek. Polislerden medet umamayacağımı biliyordum. İlk günler, Asım'dan sonra birkaç polise daha gitmiştim. Bana, 'Başkomiseri'mizin saldırıdan dava açmadığına şükretmen gerekirken nelerle uğraşıyorsun, niye ortalığı karıştırıyorsun?' dediler. O zamanlar tek derdim Gökçe'min uyanmasıydı. Onların 'Olay bundan olmuş!' söylemlerinden çok daha önemliydi, hayatım olan kadının uyanması."


Acıyla tebessüm eden adam fısıldayarak konuştu.


"Eşim olacak kadının... Nikah günü hayatımın en mutlu günü olacakken en acı günü olmuştu. Dedim ya bu dünya mutluluğu bana fazla görüyor. O gün uyanmasını beklediğim kadar hiçbir gün beklemedim. Hissedecek ve uyanacaktır dedim. Belki de asıl pes ettiğim nokta oydu. Aylarca hissettiğim umut sahte bir şeydi. Umut'u bilmem ama Özgür sahteydi. Onca hayal hepsi bir hiçe dönmüştü. Onsuzdum. Öylece yatakta yatıyordu. Kalp atışlarını duyup mutlu olamıyordum bile. O sesi sağlayan mekanik makinelerdi. O makineler olmadan bir hiçti. Delilik kıvılcımım ilk o gün çaktı bence. O gün içimden birçok şeyin öldüğü gündü. Tüm hayallerin hayal olarak kaldığı o 24 saati geçirmeseydim belki de tüm bunlara kalkışamazdım."


İki eliyle gözlerindeki yaşları silen adam, başını ellerinin arasına alarak uzun bir süre öylece durdu. Sonrasında berbat çıkan sesiyle anlatmaya devam etti.


"Defterdeki notlar beni oradan oraya sürükledi. En sonunda bu işin altında Tornado olduğunu keşfettim. Ve benim zeki nişanlım... Yıllardır kimsenin bulamadığı o adamı bulmuş. Keşke bulmasaydı. Ona mı kalmış bunu bulmak? Ona ne zehirlenip ölenlerden? Ben öldüm burada. Hiç mi düşünmedi beni?"


Arkasına yaslanan adam derin bir nefes aldı.


"Asım, Tornado'nun adamı. İkinci dereceden kanıtım var ama beni dinleyen yok. Tornado hakkındaki bilgileri de, Gökçe'nin toplayıp benim teyit ettiğim bilgileri de verebileceğim kimse yoktu. Çok güçlüler Burak. Benim sadece şüphelendiğim 2. ve 3. dereceden kanıtlara sahip olduğum şeyler bile ortalığın a*ına koyar. Her şey kesinleştiğinde ortaya çıkacak puzzle'ın nasıl olacağını düşünemiyorum bile. Ortada bir rüşvet ağı dolaşıyor. O ona, o ona işini yaptırıyor, gizlettiriyor. İşin ucu her kesime dokunuyor. Konuşmaya kalksam anında benim de ipimi keserlerdi. Ben de dikkat çekmeye karar verdim. Herkesin gözü önünde açıklayacaktım bu durumu. Özellikle basın! Halkı arkama alırsam, halk gerçekleri öğrenmek isterse olay bir şekilde çözülebilirdi. Asım'dan ölesiye nefret etsem de onu öldürme niyetinde değildim. Katil olarak bir şeylerin çözüme ulaşamayacağı, araştırma yapmayacakları gibi bir şey değildi durum. Ölmeme izin vermeyen içimdeki umudun varlığıydı. 'Ya bir gün uyanırsa?' düşüncesi durduruyordu. Yoksa ben de bilirdim gerçeği projeksiyonun yansıttığı slayt ile tüm herkese açıklayıp, önce Asım'a sonra da kendime sıkmayı. Ama yapamazdım. Ben de başka bir umutta bulundum. O gün o basın konferansında Gökçe'ler olmasını umdum. O konferansta olmasa da, Türkiye'de bir yerlerde olacağına inandım. Gerçeği ortaya çıkarmak için çabalayan birileri... Tornado buldu ama beni. Büyük ihtimal Asım anladı durumu bana yönlendirdi Tornado'nun adamlarını."


Karşısındaki adamlara bakan Özgür, hafifçe tebessüm etti.


"Bugün beni ölmekten, Gökçe'm ve sen kurtardın Burak."


Burak'ın gözlerindeki soru işaretlerini gören adam devam etti.


"Aslında gece eve gelecektim ama Gökçe'mi bırakamadım. Havva annem geldi ve yeğeninin rahatsızlandığını, gece kalıp kalamayacağımı sordu. O gece Gökçe'min yanında, elini tutarak uyumasaydım öldürülmüş olacaktım. Sen durumdan şüphelenip gelmeseydin gecikmeli de olsa yine öldürülmüş olacaktım. Hayatımı kurtardın anlayacağın." diye mırıldanan Özgür yorgun bir şekilde arkasına yaslandı.


"İfadeni yazılı yazma işini sonra hallederiz. Şimdi bu kayıtları, son anlattıklarını, üsttekilere göstereceğiz. Soruna sanık mı yoksa tanık mı olarak devam edeceğini kararlaştıracağız. Sanık olursan ortalığı dağıtırım bu arada. Madem her şeyde resmi kanıt arıyorlar bunda da aynı durum olacak!" diyen Burak, Özgür'ün yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunun bilinciyle ayağa kalktı. Emre de onun peşi sıra kalkmıştı.


"Sonra görüşürüz abi!" diyen adam bir baş selamı vererek sorgu odasından ayrıldı.


🐺


Ertesi gün kahvaltıyı bitirip Özgür'den aldıkları bilgileri incelerken karargahın kapısı açıldı ve içeriye Sinan girdi.


"Konuştum. Klasik cevap. Kanıt bulun!" diyen Binbaşı yorgun bir şekilde içeri girerek koltuğa oturdu.


"Takip için izin verdilerse kanıtı her türlü buluruz Binbaşım." diyen Tuncay, Hacker'ın çıkarttığı yeni kağıtları incelemeye başlamıştı.


"Burak'ın olayına ne dediler?" diye sordu Yağız sesindeki endişeyle.


"Şaşırmadılar bile. Bünyeleri alıştı sanırım. 'Başkomiserin suçlu olduğuna dair delil getirin görmezden geleceğiz. Yine!' diyerek çıkıştı. O çıkışma da formalitedendi bence."


Burak, umursamaz bir hareketle omuz silkti.


"Vatandaki/teşkilattaki çürükleri temizliyorum diye bir de ceza verselerdi bari." diye söylenen adam masanın üzerindeki dosyalara iç çekerek baktı.


"Şu an 'Aldım başıma belayı.' diye düşünüyor gibisin?"


Hilal'in gülümseyen sesiyle ona dönen adam göz kırptı.


"Ben o belayı başıma alalı çok oluyor."


Adama sahte bir sinirle bakan Hilal, memnuniyetsizce yüzünü buruşturdu.


"Sen mi aldın başına belayı yoksa ben mi diye bir anket yapılsa kesinlikle ben kazanırım."


"Cık cık cık. Çok ayıp! Sevgiliye bela demek hiç yakışıyor mu senin gibi cici olmayan bir kıza?"


"O sevgili yakın zamanda elimde kalacak gibi. Bu aralar fazla sık kaşınıyor." diye söylendi Hilal.


Elini çenesinin altına koyan Burak'ın dudaklarında hafif çapkın bir gülümseme belirirken konuşmak için ağzını açmıştı ki kız başını iki yana salladı.


"Yakarım. Asena modundayım şu an."


"Asena modunda olmasan da her zaman yakıyorsun zaten." diyen Onur ile tüm bakışlar ona döndü.


"Bir daha söyle." diyen Burak'ın sesi oldukça sakin çıkmıştı. Bu sakinliğin sonunda neler olacağını bilen Onur, başını iki yana sallamaya başladı.


"O anlamda dememiştim abi valla. Her zaman seni dize getiriyo..."


Dudaklarını birbirine bastıran Onur, sıçtığını bir güzel sıvadığını öfkeli gözlere bakarken anlamıştı.


"Yani ama biz burada ciddi bir iş yapıyoruz ve siz bulduğunuz her fırsatta birbirinizle flörtleşiyorsunuz. Gözümüzün önünde yapmayın, biz de bir şey demeyelim." diyen Onur'un sesi sonlara doğru kısılmıştı.


Kaşları havaya kalkan Burak'ın dudaklarında buz gibi bir gülümseme belirirken Onur birkaç adım geri çekildi.


"Kaçma. Hiç canını yakmayacağım(!). Valla bak! Gel." diyen Burak yavaş adımlarla Onur'a doğru yürümeye başlamıştı. Onur, kendisine yaklaşan adamla birlikte usul usul geriye doğru giderken Hilal'in yanına kadar gelmiş genç kızın arkasına saklanmıştı.


"Yengeeeeeeee! Kurtar beni yengeeeee." diyen adam arkasını dönen kızın ela bakışlarını gördüğünde yutkundu.


"Yenge? Öyle bakmasan mı acaba?"


Kollarını birbirine kavuşturan Hilal'in etrafa yaydığı tehlikeli atmosfer Onur'un yavaş adımlarla ondan da kaçmaya başlamasına neden olmuştu. Arkasına bakmadan bir adım daha atan adam korkuyla konuştu.


"İyi ki sana silah vermemişiz. Alfa kıyamayıp vurmuyor ama Asena kıyacak gibi. Ahh ahh. Neydi benim günahım?"


Herkes bu soruyu bekliyormuşçasına duraksamadan cevapladı.


"Boş konuşmak!" dedi Tuncay.


"Sürekli saçmalamak!" dedi Yağız.


"Gerzeklik yapmak!" dedi Emre.


"Gereksiz olmak!" dedi Burak.


"Bunların hepsini birbiriyle topla çenesi düşüklük ile çarp. O zaman belki biraz anlarsın bizim günahımızı." diye söylendi Sinan.


Hilal ise gözlerini adama dikmiş bir şekilde konuştu.


"Bize bulaşmak! Hiç kimse sana söylemedi mi kurtlar tehlikelidir diye? İnadına inadına bize sataşıyorsun. Hayırdır özlediğin biri var da bizi görünce aklına o mu geliyor?"


"Oooooo. Bu laf kavgada bile söylenmez." dedi Yağız gülerek.


"Nasıl morardı ama görüyor musunuz?" diye Tuncay sırıtıyordu.


"Kal geldi bence. Sindiremez uzun süre bunu." diyen Emre keyiften dört köşeydi.


Sinan, dudaklarında tebessümle gençlerin birbirine sataşmasını izliyordu.


"Asena'mın vurmak için bir silaha ihtiyacı olmadığını birkez daha gördük sayın seyirciler. Kurşun yarası da neymiş, onun keskin sözleri yanında." diyen adam gülerek devam etti.


"Bizzat ben defalarca kez yedim o sözleri. Geçmiş olsun Onur. Acısını bilirim. Okkalı oluyor."


"Hak edene hak ettiği muamele işte Alfa Bey!" diyen kız kendini beğenmiş bir şekilde gülmeyi es geçmemişti.


"Ömür boyu Asena Hanım!" diyen adam sesindeki sevgiyle konuşmuştu.


İkili gözlerini birbirine kilitlemişken Yağız araya girerek söylendi.


"Onur'un biraz haklılık payı var yalnız."


"Yaa işte haklıyım. Bu ne vıcık vıcı..."


Burak'ın ve Hilal'in bakışlarının ona dönmesiyle susan adam mırıldanmayı ihmal etmemişti.


"Hep benim üstüme oynayın siz zaten. Buldunuz yavrum çocuğu vurun anam vurun."


Mırıltısı mırıldanma olamayacak kadar yüksek olan adama bir bakış atan tim üyeleri onu tiye bile almamıştı.


"Milletin neden iş yeri aşkına gıcık kaptığını sayenizde anladım çok teşekkürler!" diyerek önemli gördüğü konuyu yeniden gündeme getirdi Emre.


Bu iş böyle gitmezdi. Her saniye bunların bakışmasını, dalaşmasını, tatlı flörtlerinş mi izleyeceklerdi?


"Çekemediğinizi bu kadar belli etmeseniz mi?" diyen Burak sahte bir bıkkınlıkla konuşmuştu. Gözlerinden bu konudan dolayı oldukça memnun olduğu okunuyordu.


"Çekemem tabii. Ben kız arkadaşımı görmek için kırk takla atayım seninki her daim yanında olsun. Ahh adaletin bu mu dünya?" diyen Emre ile odadaki diğer adamlar da onu onaylayarak başlarını salladılar.


Biri değil hepsi aynıydı bunların!


Onlara bakan Burak söylenerek konuştu.


"Sayenizde yanımda olsa da kızla iki kelime bile edemiyorum."


"İki kelime etmediğin hali buysa, etsen ne olur acaba?" diyen Tuncay ile Hilal derin bir nefes aldı


"Beyler ben de buradayım hatırlıyor musunuz?"


"Evvet. Naber yenge?.. Maşaallah maşaallah formun yerinde her zamanki gibi. Önemli bir mesele konuşuyoruz işte biz de. Başrol sen olduğunu için burada bulunman gerekiyor tabii ki de."


"O önemli meselenizi yok yere konuşuyorsunuz. İstediğiniz kadar yırtının değişen hiçbir şey olmayacak. Haberiniz olsun. Sevgililerinizi çok özlediyseniz burada sevgilimi sıkıştırmak yerini gidin arayın konuşun. Yakınmalarınızı bize değil de onlara yapın. Bunu da ben mi söyleyeyim?" diyen kız muziplik ve ciddilik karışımı gözlerini adamların üzerinde gezdirdi.


İki elini açıp yüzüne süren Onur yüzünün sol tarafını kıza doğru çevirerek konuştu.


"Az şu tarafa da oku üfle yenge. Bugünkü Asena dozumun hepsini şimdi almalıyım. Yoksa akşama kadar 'Pençeyi ne zaman yiyeceğim.' diye sürekli bir tetikte bekliyorum. Hepsini bir seferde almak daha iyi."


Onur'un cümlesi üzerine tüm tim gülmeye başlamıştı.


"Valla ekibe öylesine büyük renk kattın ki anlatamam Küçük Hanım." dedi Yağız kardeşine içten bir gülücük gönderirken.


"Sizin benim monoton hayatıma kattığınız renk kesinlikle daha büyük abi." diyen kızın elaları, yeşil gözlere kaymıştı.


"Off bunlar yine bakışmaya başladı. Bir şey de şunlara dayı yaa!" diyen Emre'nin sesi ispikçi bir çocuktan farksız çıkmıştı.


"Hemen diyorum!" diyen Sinan hepsine tek tek baktı.


"Muhabbetinize doyum olmuyor gençler maşaallah. Eee şu masadaki dosyalar kendi kendine mi okunacak acaba? Suçlular da yürüyerek 'Tüm suçlarım bunlar. Ayyy hadi beni kelepçeleyin.' der hatta."


Sinan'ın sözleri üzerine hepsi dosyalara doğru yönelirken Burak kardeşinin yanına yaklaşarak söylenmeyi ihmal etmemişti.


"İyi halt ettin gerizekalı. Yaktın yine başımızı!"


🐺


"Uzun bir süre dur durak bilmeden çalışacağız gibi görünüyor." diye mırıldandı Burak elindeki dosyayı bırakarak.


Akşam olmuş hepsi gün boyu bir sürü dosya incelemiş, tartışmıştı. Bunlar sadece Özgür'ün verdiği bilgilerdi. Bir de bu bilgileri teyit ederek çıkartılacak dosyalar, dökümü alınacak hesaplar, kontrol edilip izlenilecek adamlar ve aralarına sızarak istihbarat alınacak kişiler vardı.


Sonrasında yapılacak toplantılar, operasyonlar, yakalanacak ve sorgulanacak adamlar, sorgular ile peşine düşecekleri yeni adamlar ve en sonunda da yazılacak raporlar...


Tüm bunları düşünen Burak'ın bakışları Kelebeğine kaymıştı.


"Evet. En sevdiğin! Nefessiz çalışma." diyen Onur'un sesi isyan dolu çıkmıştı.


Burak'ın tekrardan dosyalara dönen isteksiz bakışlarını fark eden Yağız şaşkınca sordu.


"O bakışlar da ne öyle? Senin şu an sevinçten uçman gerekmiyor mu? En sevdiğin o tempolu çalışmaya gireceğiz. Sürüyle operasyon, yakalanacak adam, sorgular, hapse tıkılan şerefsizler... Sorun ne peki?"


Birkaç saniye konuşmayan Bura, karşısındaki ekip arkadaşlarına baktıktan sonra gözlerini sevgilisinin üzerinde durdurdu ve mırıldandı.


"Siz Özgür abimle bir kez daha konuşun, çıkarttığınız bilgilerle söylediklerini karşılaştırın. Yeni bir şeyler öğrenebilirseniz de öğrenin. Ben gelince tüm hepsine bakacağım."


"Ne?" diyen Sinan şaşkınca yeğenine bakıyordu.


Böylesine büyük bir davaya başlamak üzerelerken Burak bir yere mi gidiyordu?


"Oğlum sen değil miydin şu Tornado denilen herifi bulmak için gizlice iş çeviren, ortalığı feci bir şekilde karıştırıp bize Özgür'ü getiren?"


"Bendim..." 


"Eee o zaman?" diye soran dayısına bir bakış atan Burak bir şey demeyerek sessiz kalmıştı.


"Nereye?" diye soran Emre'yi duyduğunda ise derin bir nefes aldı. Soru dolu gözlerin kendisini rahat bırakmayacağının bilinciyle konuştu.


"İzninizle randevum var."


"Kiminle?" diyen Hilal kaşlarını çatmıştı. Sesinin hesap sorar gibi çıkmasına engel olamayan kızın bakışlarında büyük bir merak vardı.


"Seninle." dedi Burak dudaklarında kocaman bir gülümseme belirirken.


Genç kızın kaşları düzelirken dudaklarında istemsiz bir gülümseme belirmişti. Kısa sürede kendini toplayarak kendine geldi ve sordu.


"Pekiii benim bundan niye haberim yok?"


"Valla benim de şimdi oldu."


"Ne diyorsun Burak Allah aşkına?"


"Bensiz/bizsiz ön araştırma yapsınlar diyorum. Gel hadi!" diyen adam oturduğu yerden kalkarak kızın yanına geldi ve elini uzattı.


Adamın sağ gözünü kırparak gülmesi üzerine gülümsemesine engel olamayan genç kız, 'Yaptığımız doğru değil!' dercesine başını iki yana sallasa da adamın elini tutarak ayağa kalkmıştı.


Üssün kapısından el ele çıkan çift, arkalarından ağızları beş karış açık kendilerine bakan 5 adam bırakırlarken şaşkınlığını atamamış olan Hilal sordu.


"Bu da neydi şimdi?"


"Sevgili olduğumuz günden beri yaşadıklarımızı şöyle bir düşünür müsün? Ne zaman randevuya çıkabildik? Dün sorguda yaptığın şakada haksız sayılmazdın."


"Yani randevu olarak düşünürsek... Sevgili olduğumuz günün ertesinde kahvaltıya gitmiştik." diyen kız şakacı bir şekilde adama bakarak sordu.


"Anneannemlerdeki kahvaltı sayılır mı?"


"Hee sayılır(!). Melek abla beni öldürecek gibi bakarken seninle iki kelime bile konuşamadım neredeyse!"


"Hadi yaa! Ben öyle hatırlamıyorum ama. Resmen ailemin önünxe benimle flört ettin."


"Karşılık olarak sen de ben sorgudayken kameralar beni çekerken, seslerimiz kayıt altına alınırken flört ettin." diyen adam, kızın elini bırakarak kolunu omzuna attı ve onu kendisine çekti.


"Valla yine olsa yine yaparım. Her ikisini de... Yanındayken bile seni özlüyorum be Kelebeğim. Bırak da olsun o kadar!"


Adamın dedikleriyle mutlu bir şekilde gülümseyen genç kız ona biraz daha sokularak huzurlu bir nefes aldı.


Genç çift sarmaş dolaş bir şekilde, keyifli bir sessizlikle otoparka doğru yürümeye başladılar.


🦋 


"Eee nereye gidiyoruz peki?"


"Ben seni izlerken bizimkilerin pişmiş kelle gibi sırıtmadığı her yere?"


Hilal, Burak'ın sesindeki memnuniyetsizliği duyduğunda kuvvetli bir kahkaha attı.


"O kadar mı bıktın bu durumdan?"


"Emre ve Yağız durması gereken yeri bilseler de bu laf sokmadıkları anlamına gelmiyor. Beyefendiler itlik yapmak için senin olmadığın bir anı kolluyor. Onur desen her daim boş boğaz! Bir gün çok pis elimde kalacak. Allah'tan Tuncay bir şey söylemeyecek kadar akıllı. Dayım da temkinli yaklaşıyor, sesini çıkarmıyor. Fakat hepsinin ortak noktası, kaş göz işaretleriyle bizi birbirlerine gösterip sırıtmak. Ya iki dakika konuşmamıza izin vermiyorlar. Sadece iş konuşsak bile imalı bakışlarına maruz kalıyoruz."


"Biz ne zaman sadece iş konuştuk peki Alfa'm?"


Kızın alaylı sesini duyan Burak, sesindeki gülümsemeyle ikaz edercesine mırıldandı.


"Asena!" 


"Efendim Alfa'm?" diyen kızın sesindeki sevgi Burak'ın mutlulukla gülümsemesine neden oldu.


"Yalnız Sevdiğim bu randevu için biraz fazla yanlış bir zamanda değil miyiz?"


"Bence bu kadar mükemmel bir an bulamazdık Kelebeğim. Şu andan itibaren, önümüzdeki günlerde nefes almaya bile vakit bulamayacağız. Uykuyu ayıkken rüya görerek, yemeği de ayakta birkaç lokmayla geçirmemiz kuvvetle muhtemel. Dün eve git dediğim halde gitmedin. Önümüzdeki tempoya bakarsak uykunu alman gerekli. Ekibe katıldığın günden beri bu solukta bir operasyonla karşılaşmadın. Bizde bu kadar büyük çaplı bir operasyon yılda birkaç kez olur ya da olmaz. Şu an tüm birimlerle iletişime geçip ortak yürütmeliyiz. Yapılacak çoook fazla iş var ve ben seni bu denli özlerken konsantre olamıyorum. Birlikte güzel bir vakit geçirelim, aklımda olan ama araya giren şeylerden dolayı bir türlü çıkartamadığım şu randevuya seni bir çıkartayım. Böylelikle üzerime gelecek olan her şeyi göğüsleyebilecek güve sahip olayım."


"Operasyon öncesi deşarj diyorsun yani?"


Kızın şımarık çıkan sesi karşısında Burak, gülümsedi.


"Öyle de denebilir. Baktım biz bu gidişle baş başa kalamayacağız. Dedim sevgilimi kaçırayım da üzerimizde fesat gözler olmadan konuşalım, bakışalım."


"O fesat gözler arkamızdan mahalle karıları gibi dedikodu yapıyorlardır şu an. Hayatın boyunca böyle bir malzeme veremezsin onlara. İş delisi Yüzbaşı Alfa, yeni bir davaya başlamak üzereyken sevgilisini alıp randevuya çıktı. Bizimkiler bunu birine anlatırlarsa, tüm teşkilatlar bunun 40 yıl lafını edecekler biliyorsun değil mi?"


"Umurumda değil biliyor musun?" diye mırıldanan adam, sağ eliyle kızın elini tutarak vitesin üstüne getirdi.


"Sevdiğimle birlikte vakit geçireceğim. İstedikleri kadar arkamdan konuşabilirler. Yüzüme söylemeyi de bir tarafları yemez zaten. Yiyene de yedirtirim, konuştuğuna bin pişman olur ve the end!"


Adamın söyledikleri Hilal'in gülmesine neden olmuştu.


"Peki nereye gidiyoruz?"


"Düşünüyorum."


"Düşünüyorsun?" diyen kız şaşkınca baktı.


Plansız programsız bir Alfa mı? İnanılmaz!


"Doğaçlama randevuya çıktım. Olsun o kadar daha." diye mırıldanan adamın ses tonu Hilal'in gözlerini kısarak ona bakmasına neden oldu.


"Var senin aklında bir şeyler. Dökül bakayım neler planlıyorsun?"


"Paramla seni etkilemeyi düşünüyorum."


Ağzını şaşkınlıkla açan kız boştaki elini ağzına götürdü.


"İnanamıyorum senin paran mı var. İnanılmaz. Çok etkilendim şu an(!)." diyen kızın sesindeki alay adamın bıyık altından gülümsemesine neden olmuştu.


"Evet. Geçen yıl Türkiye'nin sayılı zenginlerinden olmaya aday gösterildim ama hava atmamak için katılmadım. Narsist, egoist, parasıyla hava atan biri gibi gözükmek istemiyorum."


"Ahhh ne kadar da mütevazisiniz Bayım. Bir kez daha vuruldum size." diyen genç kız gülerek tekrardan sordu.


"Ciddiyim nereye gidiyoruz Burak?"


"Ciddiyim paramla hava atmaya gidiyoruz Hilal."


Genç kız 'Gerçekten mi?' dercesine adama baktı.


"Şu anki modum tam da elit bir randevuya çıkmak."


"Kaç kere elit bir randevuya çıktınız peki Yüzbaşım?" diyen kızın sesindeki tehlikeli tını Burak'ın omuz silkmesine neden oldu.


"Takım elbisesiz girilmeyen lüks mekanlara yapılan randevular mı? Birçok kez."


Burak'ın sesindeki ciddiyet, söylediğinin salt gerçek olduğunu kanıtlıyordu.


"Vaov..." diyen Hilal ne diyeceğini bilemeyerek öylece kalmıştı. Adamın elindeki elini çekerek çocukluk yapma isteğini zorlukla bastıran kız, bakışlarını camdan akıp giden yola çevirdi.


"Pışt!" 


Adamın seslenişine karşılık vermeyen kız yutkundu. Aklında yankılanan tek bir cümle vardı.


Birçok kez!


"Soruyu yanlış kişiye sordun Kelebeğim. Yüzbaşı ile Alfa birçok göreve ve resmi davetlere o tür mekanlara gitti."


Adamın söylediği cümle Hilal'in inanamaz bakışlarını ona çevirmesine neden oldu.


"Sen..." diye mırıldanan kızın bakışlarındaki hüzünlü ifade oyuna getirildiğini anlamasıyla kızgınlığa dönmüştü.


"Ben yaa! Pazar günü yakışıklı ve efendi birini bekleyen bir sevgilim vardı. Hatırlıyor musun onu?"


"Sana inanamıyorum!" diyen kız bakışlarını tekrardan cama çevirmişti.


"Hey!.. Hilal?" 


Dudaklarındaki tebessümü bastırmaya çalışan genç kız "Hmm!" diye yanıt verdi.


"Trip mi atıyorsun sen?" diyen adamın sesindeki eğlence duyulmaya değerdi.


Onun bu tavrına karşılıksız kalamayan genç kız oynadığı oyunu keserek adama döndü. Hızını yavaşlatan Burak bilerek kırmızı ışığa yakalanırken yanındaki kıza baktı.


"Bunun intikamını fena alacağım biliyorsun değil mi?"


"Ben de alacağın intikamı ultra büyük bir merakla bekleyeceğim biliyorsun değil mi?"


İkili gözlerindeki mutluluk ile birbirine bakarken Burak birleşmiş ellerini baktı ve sevgi dolu bakışlarını kıza döndürdük.


"Biz böyle çok güzel olmadık mı?"


"Aylarca, almayan kafana bunu anlatmaya çalıştım. Ahh... Ahh."


"Niye iç geçiriyorsun Kelebeğim? Ne güzel işte atalarımızın sözünü yerine getirdik."


"Ne?" diyen kız adamın ne diyeceğini merak ederek bakmıştı.


"Yuvayı dişi kurt yapar." diye mırıldanan Burak yeşile yanan ışıkla arabayı sürmeye devam ederken Hilal küçük bir kahkaha attı.


"Atalarımızın kemikleri sızlıyordur. Yeni jenerasyon işine geldiği gibi sözlerimizi uyarıyorlar diye."


Burak, derin bir iç geçirdi.


"Ben ne diyorum Kelebeğim ne diyor? Bu ilişkinin romantiği ben, öküzü sen misin yani?"


"Sen... Az önce bana öküz mü dedin?" diyen kızın ağzı şaşkınlıkla açılmıştı.


"Siz kızlar bize deyince sorun olmuyor da biz deyince mi sorun oldu? Özür dilerim. İnek diyeyim mi?" diyen adam gülüyordu.


"Buraaaak! Ben gülüyor muyum?"


Burak bunu diyen Hilal'e bir bakış attı. Genç kızın gülmemek için verdiği çaba görülmeye değerdi. Başını aşağı yukarı sallayan adam, bilmiş bir şekilde konuştu.


"Evvet! Gülüyorsun."


Başını iki yana sallayan kız gülmekten yanaklarının ağrıdığını hissediyordu. Arabaya bindiğinden beri gülümsüyorfu. Gerçi o Burak yanındayken hep gülümsüyordu.


Hafifçe sola doğru dönen kız, başını koltuğa yaslayarak hayran gözlerle sevdiğini izlemeye başladı.


"Çok mu yakışıklıyım?" diye mırıldanan adam kıza kısa bir bakış atarak yola geri döndü.


Artık araba sürmekten nefret ediyordu!


"Kendini benim gördüğüm şekilde görseydin hayran kalırdın."


"Ben şuanda da kendime hayranım ama sen bilirsin tabii ki."


Yanıtı duyan genç kız gülmeye başladı.


"Hâlâ ilişkinin öküzü ben miyim?"


"Bence bizim ilişki öküzlük üzerine gitmiyor. Boş verelim öküzü, kuşu. Niye benliğimizin dışında bir sıfat kullanıyorsak? Biz iki kurtuz. Asena ve Alfa. Bu kadar!" dedi Burak kızın elini sıkarak.


Hilal, başını aşağı yukarı salladı.


"Asena ve Alfa. Bu kadar!"


🦋


"Burada ne yapacağız?" diyen kız geldikleri giyim mağazasına bakıyordu.


"Sirtaki oynayacağız (!). Yemeğe gideceğiz dedim ya... Üstümüzdeki bu kıyafetlerle gidemeyeceğimize göre?" diyen adam arabadan inerek kızın yanına gelmişti. Hilal de o esnada arabadan inmiş Burak'a bakıyordu.


"Sen gerçekten ciddisin!" diyen kız lüks giyim mağazasına bakıyordu.


"Sevgilimi güzel bir akşam yemeğine çıkarmak istiyorum. Bunda ne var anlayamıyorum?"


Dudaklarını büzen Hilal bilmem dercesine omuzlarını silkti.


"Bilmem. Hep sakin, sessiz ve aşırıya kaçmadan bir şeyler yaptığımız için garibime gitti."


"Sahilde ekmek arası köfte de yiyebiliriz elbet. Ama bugün değil! Bugün gerçek bir randevu istiyorum." diyen adam gülümseyerek kıza baktı.


Hilal, onun yoğun bakışları karşısında heyecanlandığını hissederek gülümsedi. Kıza elini uzatan adam mağazaya doğru dönmüştü. Hilal ise burasının gerçekten de pahalı olduğunu düşünüyordu.


Kıyafetleri illa böyle bir yerden mi almak zorundaydılar?


Kızın aklına geçenleri hisseden Burak duraksadı ve kızı durdurdu.


"Ben gerçekten sandığından çok daha fazla zenginim Hilal. Bunu 'Bak benim param var.' demek için söylemiyorum. Ama var! Babamlardan kalan miras, zamanında babannemlerin 'Torunumuz olduğunda eğitimi için kullanırsın.' diyerek babama verdikleri bir banka hesabı... Dayım, anneannemler, Salih babam, Sevda annemler. Yıllarca istemiyorum dediğim halde sürekli yüksek miktarda paralar verdiler. Sanırım bunu yapmak onları rahatlatıyordu. Bak annenle baban yok ama biz buradayız diyorlardı. Bazen sevgilerinin yetmediğini düşünerek verdiler, bazen harçlık vermek istedim dediler, bazen de 'Paramı senin için harcamayacaksam kimin için harcayacağım?' diyerek verdiler. İşte sorun da burada başlıyordu. Benim hayatımda uğruna paramı harcayacağım birisi yoktu ki. Eftalya'm vardı sadece. Onun da istedikleri hep küçük şeylerdi. Ailemden kalan mirasa dokunmadım. Onlar hep başkaları için gitti/gidiyor. Eğitimimi karşılamak için kendi aralarında rekabet edenler varken bana verdikleri harçlıklar da bankada yerini almış oldu. Aldığım maaş da aynı şekilde bankaya gitti. Yani... Tek kıyafete ve gereken şeylere harcamalar yaptım. Şu yaşıma kadar gittiğim tek kafe Eftalya diyebilirim. Bizimkilerin zoruyla seninle tanıştığımız kafeye de gidiyordum ama benim için eğlence boştu. Bir sinema, pastane, lokanta... Hep gereksiz şeylerdi. Vakit alıyordu. İncelemem gereken dosyalar varken, yakalamam gerekenler varken neden bir mekana gidip birileriyle konuşarak vakit öldürecektim ki?" diyen adam gülümseyerek sevgilisinin saçlarından bir tutamı alıp oynamaya başladı.


"Şu an yapmam gereken çok iş var. Ama bu benim gram umrumda değil. 'Bekleyebilir.' diyorum. Bekleyebilir! İş bekleyebilir. İnsanlar bekleyebilir, hatta tüm hayat bekleyebilir. Ben uğruna tüm ruhumu, varlığımı feda edecek birisini buldum ve tek istediğim onunla vakit geçirmek. Saçmalamak, eğlenmek, delilik yapmak, para harcamak... Şu zamana kadar yapmadığım/yapamadığım her şeyin acısını çıkarmak. Dışarıda hayat varmış demek istiyorum. Deve kuşu misali, kafamı dosyaların/davaların içine gömmeyeceğim artık. Bunu yaparken bana yardımcı olabilir misin? Silahların, kavgaların, yaralanmaların, kötülerin, ölümlerin olmadığı o hayatı gösterebilir misin?"


Gözlerinin dolduğunu hisseden Hilal başını aşağı yukarı salladı.


Karşısındaki adam ne çocukluğunu, ne de gençliğini yaşayamadan bir anda ateşe atılmıştı. Etraftaki güzel bahçeyi görmesi ruhuna iyi gelecekti.


"Yalnız... Ben de o hayatı pek bilmiyorum. Birazcık(!) asosyaldim ya zamanında." diyen kız hafif bir mahcubiyetle gülümsemişti.


"Desene yine el ele, birlikte yeni şeyler öğreneceğiz." diyen adam kıza içten bir gülümseme sundu.


🦋


"Ben bunu alacağım." diyen adam kadının sağ elindeki takım elbiseyi gösterdi. Kadın kararlı bir sesle bunu söyleyen adama şaşkınca bakarken kızın da aynı kararlılıkla konuşmasıyla şok olmuştu.


"Ben de bunu alıyorum."


Ne yani bir ton 'Ayy bunu burası güzel değil. Bu olmamış, bu bana yakışmaz, bunun şöyle olanı yok mu?' diye söylenmeyecekler miydi? Deneme kabininde 20 küsür kıyafet deneyip ilk giydiklerini paketlenmesini de söylemeyecekler miydi?


Orta yaştaki görevli kadın bu soruları içinden geçirirken karşısındaki iki kişinin ayan beyan tüm mimiklerini takip ettiklerinden bihaber konuştu.


"Pe-peki Efendim. Giyeceğinizi söylemiştiniz değil mi? Ben üstlerindeki etiketi ve alarmları çıkartayım satışa hazırlayayım. Bunlar olduğuna eminsiniz değil mi? Yani... Başka bir şey denemeyecek misiniz? Ya da bunları denemeyecek misiniz?"


"Aynı kesim, aynı beden. Giydikten sonra alarm sökmek için tekrardan çıkartmak... Gereksiz geliyor. Hilal sen denemeyecek misin?"


"Aynı kesim, aynı beden. Giydikten sonra alarm sökmek için tekrardan çıkartmak... Gereksiz geliyor."


Kızın kendisini tekrarlaması karşısında gülen adam "O da denemeyecekmiş." diye mırıldandı.


Görevli kadın karşısındaki bu ikiliye baktıktan sonra gülümseyerek kasaya doğru ilerledi.


"Kadın çok şaşırdı."


Arkasındaki duvara yaslanan Burak kafasını salladı.


"Haklı kadın. Bunu alacağım diyerek başka hiçbir ürüne bakmayan bir kızla karşılaşmak pek sık rastladığı bir şey değildir."


"Ben kararlı bir insanım. Bir şeyi beğenirsem alırım. Nokta." diyen kızın kastettiği tek şey kıyafet değildi. Bunu bilen adam güçlü bir kahkaha attı.


"Bilmez miyim? Almak için her şeyi yaparsın."


İkili bir süre birbirlerinin gözlerine kilitlenmişken Burak mırıldandı.


"Aslında bana defile yapmana hayır demezdim."


Duyduğu cümleyle şaşıran genç kız, adama baktı.


"Normalde bir mağazada bir kadını beklemek en son yapacağım şey bile değil. Hele de bir onu bir bunu denemesini izlemek falan... Düşününce bile tüylerimi ürpertiyor. Ama söz konusu sen olunca güzel geldi. Neyse artık gelecekteki başka defilelere."


Son cümleyi arsız bir gülüşle söyleyen adam ile Hilal bir kez daha şaşkınlıktan açılan ağzıyla adama baktı.


Bu bugün kaçıncıydı? Bu adam yüzünden kaç kere daha dumura uğrayacaktı acaba?


"Sen..." diye söze başlayan genç kız ne söyleyeceğini bilemeyerek sustu.


"Ben ne?" diye soran adamın sesi oldukça masum çıkmıştı.


"Neden senin göründüğün kadar efendi olduğunu düşünmüyorum?" diye soran Hilal yanlış sularda yüzüğünün bilincindeydi.


Bugünkü Burak fazla açıktı. Bile isteye genç kızın üstüne oynuyor ve onun utanan, şaşıran halinden de ultra zevk alıyordu.


"Aa-aaa. Bunun efendilikle ne ilgisi varmış? Ben sadece durmam gereken yeri ve sınırlarımı biliyorum.' diye mırıldanan adam, kızın yanına gelip kulağına eğilerek konuştu.


"Ve gelecekte o sınırlar kalktığında neden öyle düşünmediğini çok iyi anlayacağına eminim. Kurt, kendisini tutacak bir şey olmadığında adının hakkını çok iyi verecektir. O zaman sorguda olmasını, rezil olmasını falan hiçbir şeyi umursamaz. Onur, gelecekte bugün şikayet ettiği flört olayının misliyle karşılaşacak inan bana."


Hilal, duyduklarının etkisiyle donup kalmışken kısık sesle gülen adam, kızın yanağına masumane bir öpücük kondurarak geri çekildi.Söylediklerinden/ima ettiklerinden sonra o öpücüğün ne kadar masumane(!) olduğu oldukça tartışmaya açık bir konuydu orası ayrı.


🦋


Elbisesini giyen Hilal, aynada kendisine baktı.



Gözleri elbisesinden yüzüne kaydı genç kızın. O elbiseleri öve öve bitirmeyenler gibi değildi. Güzel giyinmeyi elbet severdi ama güzel görünmenin bir kumaş parçasıyla olmadığını biliyordu. Kat kat yapılan makyajlar ya da dolarlara eurolara alınan kıyafetler saklayamazdı gözdeki ifadeleri.


Birisiyle saatlerce konuştuktan sonra peşine 'Ayakkabısı da güzelmiş.' deseler 'Hangi ayakkabı?' diye soracak biriydi hatta. O ayakkabının, elbisenin rengine değil gözlerin, mimiklerin, duyguların rengine bakardı. Kişinin üstündekileri ne kadar önemsemezse konuştuklarını da bir o kadar önemserdi.


'Üstünde ne vardı?' diye sorsalar cevaplayamayacak olan kız, konuştukları her şeyi eksiksiz ayrıntısına kadar anlatabilirdi. Gözlemlediği hislerle birlikte...


Aynadaki ela gözleri parıl parıl parlarken, yanaklarındaysa hafif bir pembelik vardı. Adamın az önceki arsızlığını hatırlayan Hilal hafifçe gülerek mırıldandı.


"Alacağın olsun Burak!"


Genç kız söylense bile bu yeni Burak'ı çok sevmişti. Karargahta ve arabada kendisine sataşan adam sürekli gülüyor ve espriler yapıyordu. Burak Kılıç o küçük çocuk olma yolunda son hız ilerliyordu.


"Nasıl oldu Hanımefendi?" sorusunu duyan Hilal kabinden çıktı.


Karşısında bulunan aynadan gözlerini incelemeye devam ederken kadının konuştuğunu duydu.


"Çok yakışmış!"


Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Hilal "Bence de!" diye mırıldandı.


Aşk Hilal'e çok yakışmıştı.


🌙 


Aslında bölümü burada bitirmeyecektim. Randevuyu da yazacak operasyonla alakalı kilit bir noktada sonlandıracaktım. Fakat saat neredeyse 1 oldu. Bölüm 18600 küsür kelimede. (Edit; düzenleme ile 19283. Saat; 2.34.)


Bu saatten sonra yazdığım her şey 'Yeter artık bitse de gitsek.' modunda olacaktı. Ben de burada sonlandırdım. Bir dahaki bölümde birlikte geçirilecek güzel bir vakitle başlarım. Hem böylelikle bölüme Hilal Burak sahnesi de eklemeliyim durumunu yaşamam. Baştan onları okursunuz sonra da rahat bir şekilde operasyonu yazarım.


Eveeet bu bilgiyi verdiğime göree...


Bölüm nasıldı? 😁


Bu bölüm, AKSİYON YAZAMIYOR! diyenlere gelsin asdadadss 😂😂😂.


DOĞRU YAZAMIYORUM!


Ama bir sor niye bir sor? 

Dramdan vakit mi kalıyor anam Çözülmesi gereken olaylar varken yazamıyorum ki adam akıllı bir aksiyon 🤷🏼‍♀️.


Bu arada size bir duyurum var 😁😍.


📣!!! ÖNEMLİ DUYURU !!! 📣


55. BÖLÜM FİNAL YAPIYORUM!


Valla bak. Şaka değil.


Siz sövmeye başlamadan devamını yazayım 🙈


2. kitap ile yolumuza devam 😁😂


Bendeki bu konularla bu kitaba devam edersem 200 bölüm hakkını yerim sanırım asdadadss. Her türlü bir ikinci kitap gerekiyordu ben de neden şimdi olmasın dedim.


Bildiğiniz üzere bölümleri çook uzun yazıyorum. Hilal'in babası olayını hızla açıklamak istediğim için bölümleri yazdım da yazdım. Benim yazmalar hiçbir zaman bitmiyor ama hoop bir yenisi çıkıyor 🤦🏼‍♀️.


Ben de konu değil de bölüm sınırı koymaya karar verdim. 55. Bölüm final olacak.

NEREDE KALMIŞ OLURSA OLSUN!


Sonrasında direkt ikinci kitaptan devam edeceğim bu kitaba da tamamlandı etiketi koyacağım.

(Ara vermeyi düşünmüyorum 😁.)


Şunu söyleyeyim ki Hilal-Salih, Sakarya sahnesi yazmadan bu kitabı bitirmeyeceğim.


Yine aynı şekilde Salih Ege ve Melek bu kitabın sonlarında karşılaşmış olacaklar.


Gerçek ortaya çıkacak yani 🤲.


Hilal'in tepkisini o an göremeyeceğiz belki ama Melek ve Ege'nin tepkilerini oldukça detaylı yazmayı düşünüyorum 😏.


Hele de Ege! Salih Aslan'ın o sahnelerini yazmak için o kadar çok sabırsızlanıyorum ki 😍.


İkinci kitaba geçmemin ikinci sebebi de dediğim gibi bölüm uzunluğu... Alıştım ve alıştırdım uzun bölümlere. Fakat bu durum beni çok yıpratıyor. Bu uzunluğa başladığımda karantina döneminde boştum. Şimdi ise çalışıyorum. Sınavlarım da başlayacak yakında...


Normal bölüm düzeyinde abartmadan ve düzenli bölüm atmak istiyorum. Bunu da ikinci kitapla faaliyete geçireceğim inşaallah 🤲 😍.


İkinci kitabın başlarında baba olayları açıklanacak büyük ihtimal. Yavaş yavaş bu durumun işleyişini göreceğiz. Sonrasında arada operasyonlar ile birlikte diğer çiftler gelecek 😍. Onları yazmayı ayrı özledim.


Burak'ımın da yaraları iyileşme yolunda çok yol katettiğinden (ve ikinci kitaba kadar çok daha fazlasını edeceğinden) ikinci kitapta yeni bir Burak olacak karşımızda 😍😁.


Bazen şebek, bazen arsız, bazen de tam bir Alfa.


Öyle işte... 


5 bölüm önceden bunun duyurusunu niye verdim bilmiyorum ama haberiniz olsun istedim 😁😄.


Hadi Allah'a emanet olun 💙.


Edit; Sizi seviyorum yazmamıştım. Bir boşluk hissettim 😂😄


Sizi seviyorum 😍💙


Loading...
0%