Yeni Üyelik
51.
Bölüm

51. Bölüm- Do You Hear That Love

@yasminiesa

Bölüme başlamadan önce 'Önceki Bölümlerde' misali bir hatırlatma yapmak istiyorum. Okumadan geçmemenizi öneririm. Operasyondaki şahıslarda ve işleyişde konu bütünlüğünü yakalamanız açısından oldukça önemli.


⚠HATIRLATMA!


Ekibimizin peşinde olduğu Tornado (Türkçe ismiyle Kasırga) ilk olarak 43. bölümde karşımıza çıktı.

Ateş'in yanlışlıkla mekanına girmesiyle birlikte onu kurtarmak için Ulaş'larla ortak operasyon düzenlemişti bizimkiler.


Tornado; çok ünlü bir Uyuşturucu Baronu. Şu ana kadar hakkında hiçbir bilgiye ulaşılamamış. Kim olduğu, neci olduğu bilinmiyor. Kimliğini öğrenenleri de öldürdüğü söyleniyor. Sattığı uyuşturucu paketlerindeki kasırga simgesinden dolayı kendisine Tornado lakabı takılmış.


Yıllar içinde, narkotikçiler birçok kez Tornado adı altında çeşitli kişileri yakalamış fakat yakaladıkları insanlar hep tedarikçileri çıkmıştır. Yine aynı şekilde birçok kez Tornado'nun uyuşturucu çetelerini yakalamışlar fakat bu durum Tornado'ya etki etmemiş, adam yeni çeteler kurarak faaliyetlerine devam etmiştir.


Tornado'nun mekanını bastıkları gün Alfa, Tornado'yu bulabilmek amacıyla uyuşturucu üreten Haluk'u yakalamış ve sorgu sonucu Haluk'un masum olduğu, kızıyla tehdit edildiği ortaya çıkmıştır.


Haluk'un sorgusuyla Kaan ve Kayra sahnesini, özellikle de o meşhur bomba sahnesini hatırladığınızı düşünüyorum.


O bomba günü yaşananlar Burak'ın Tornado'ya şahsi bir kin gütmesine neden oluyor. Tornado'yu yakalamayı kafasına koyan Alfa, yaşananlardan sonra adamı yakalamak için her şeyi yapacak düzeye geliyor.

Bir başkomiseri takip ettirmek de dahil...


Başkomiser hikayesi ise burada ikiye ayrılıyor. İlki 43. bölümde Hayat'ın bahsettiği, onu masa başına geçiren Başkomiseri Hamit. O da Tornado'yla ortak çalışıyor.


Diğeri ise Asım Başkomiser. 

Takip ettirdiği kişi! 


Onu da ilk olarak 43. bölümde çok kısa bir an göstermiştim. Ulaş'ın bağlı olduğu merkez şubedeki Kaçakçılık ve Organize Suçlar şubesinin amiri.


B


urak, Asım Başkomiserin Tornado'nun mekanındaki şüpheli davranışlarından işkillenmiş ve Doğukan'a adamı gizlice izleme görevi vermiştir. Bu izleme sürecinde Asım' ı takip eden bir adamı tespit etmiş ve Ateş ile birlikte evine baskın yapmışlardır. Oradaki çatışmayı da hatırlıyorsunuzdur sanırım.


Geçen bölüm Asım Başkomiseri takip edenin Özgür olduğunu öğrendik. Nedeni de nişanlısı Gökçe'ye yapılanlar. Gökçe konusunda Asım öylesine vurdumduymaz davranıyor ki bu davranışı Tornado'nun adamı olduğunu kanıtlar nitelikte oluyor.


Gelelim Gökçe'ye... Gökçe başarılı bir gazeteci ve bir şekilde Tornado'nun kimliğini öğreniyor (Nasılını ileride öğreneceğiz.) Tornado kimliğini öğrendiğini anlayarak Gökçe'yi öldürmeye çalışıyor ve bunun sonucunda da genç kız komaya giriyor.


Gökçe'nin davalar hakkında topladığı bilgilerin yazılı olduğu kayıp defterinin bulunması Özgür'ü harekete geçiriyor. Nişanlısını bu duruma sürükleyenleri bulmak için çabalarken Burak ile karşılaşıyor ve öğrendiği bilgileri ona veriyor.


Bu bilgiler sayesinde ekibimiz Tornado'yu yakalamak için planlar yapmaya başlıyorlar. Sorun şu ki... Tornado medya tarafından da tanınan çok ünlü bir galerici. Öyle ki bazı yüksek mevkideki kişiler (milletvekili, hakim, savcı, başkomiser, zengin ve tanınan kişiler)ondan araba alıyor ve gördükleri ilgiden dolayı memnuniyetlerini dile getiriyorlar. Fakat Gökçe'nin topladığı bilgilere göre arabalar aslında bir rüşvet! [Bu durumu bir dahaki bölümde daha detaylı öğreneceğiz]


Tornado'nun şu ana kadar yakalanmamasının en büyük nedeniyse verdiği bu rüşvetler. Her defasında paçayı kurtarabileceği ve işin ucunun ona dokunmamasını sağladığı bir sistem kurmuş. Verdiği rüşvet fonları bu üst düzey yetkilileri bir araya getirerek her türlü kirli işin üstünü kapattıkları kirli bir rüşvet ağı oluşturmalarını sağlamış.


Ekibimiz bu bölüm ve bir dahaki bölümde çeşitli teşkilatlarla işbirliği yaparak bu kirli ağdaki şerefsizleri yakalayacaktır.


Tabii öncesinde geçen bölüm çıkamadığımız randevuya çıkacağız.


Keyifli Okumalar Dilerim 💙💙💙


🌙


Görevli kadının "Beyefendi eşyalarınızı da alarak dışarıya çıktı. Size haber vermemi istedi." demesiyle ona teşekkür eden Hilal, hızlı adımlarla mağazanın çıkışına doğru yürüdü. İçinde engel olamadığı bir heyecan vardı.


Dışarı çıktığında soğuk Aralık akşamıyla karşılaşmayı bekleyen genç kız, sıcak havanın yüzüne vurmasıyla tebessüm etti.


Bugün, hava da onlardan yanaydı.


Arabaya doğru yönelen Hilal, arabanın içinde kimsenin olmadığını gördüğünde duraksadı.


Neredeydi bu adam? 


Kaşlarını çatan genç kız etrafına bakınırken arkasında hissettiği bedenle gülümsedi.


"Neden içeride beklemed..."


Arkasındaki adamın bir anda kendisine sarılmasıyla nefesi kesilen Hilal, cümlesini tamamlayamadı.


Gözleri, adamın elindeki büyük papatya demetindeydi.


Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren genç kız, heyecanlı hareketlerle papatyalara uzanarak demeti eline aldı ve yüzüne doğru götürerek kokusunu içine çekti. Aynı esnada arkasındaki adamın başını saçlarına gömerek derin bir nefes aldığını hissettiğinde kesik bir nefes aldı. Adam sarılışını sıkılaştırırken başını kızın saçlarından kaldırmadan mırıldandı.


"Sana her sarıldığımda, kokunu içime her çektiğimde nasıl da mest olduğumu az da olsa anlayabildin mi Papatyam?"


Boştaki elini karnının üzerindeki elin üzerine koyan Hilal, Burak'a doğru yaslanarak fısıldadı.


"Senin az da olsa bana nasıl hissettiğini gösterebilme şansın var. Benim o da yok. Beni sakinleştiren, kalp atışlarımı uzaya çıkaran sadece sana has kokunu hiçbir zaman benim gibi alamayacaksın."


"Ben yine senin önündeyim diyorsun yani? Kazanmayı çok seviyorsunuz Asena Hanım."


"Kesinlikle. Ve size karşı kazanmak çok eğlenceli Alfa Bey."


"Bayıla bayıla mağlup olduğumdan. Di'mi?"


Adamın esef dolu sesini duyan Hilal kıkırdadı.


"Kesinlikle." 


Gözlerini kapatan Burak, mutlulukla gülümsedi. Papatya kokusunu iliklerinde hissederken fısıldadı.


"Saatlerce böyle durabilirim."


"Elalarımı görmeden mi?" diyen genç kızın aklına günler önce Burak'ın onu korkutması gelmişti.


"Ben de tam 'Ama elalarını göremiyorum. O yüzden duramam.' diyecektim zaten Ela Göz." diye sırıtan Burak oldukça ani bir hareketle kızı kendine döndürdü.


Hilal bu hareketi öylesine beklemiyordu ki az daha elindeki çiçek demetini düşürüyordu. Burak kıs kıs gülerken genç kız isyanla çıkıştı.


"Aklım çıktı Burak!"


Onun korku barındıran sesi adamın gülmesini şiddetlendirirken, Hilal sakinleşmek niyetiyle başını kollarında durduğu Burak'ın göğsüne yasladı.


"Ne yapayım acil durum moduna geçmek zorunda kaldım. Elalarını özledim!"


"Bayılıyorsun değil mi bunu yapmaya?" diye söylenen Hilal yerinden gayet de memnundu. Ayrıca adam madem gözlerini görmek için onu korkutmayı seçiyordu, Hilal de onu biraz süründürebilirdi elbette.


"Her seferinde mağlup oluyorum ya, bari mağlubiyetimi eğlenerek geçireyim. Bu arada haberin olsun! Genelde skor önemli gibi gözükse de asıl önemli olan kimin daha çok eğlendiğidir." diye mırıldandı Burak, kızın kulağına doğru.


Bu cümlelerle geri çekilen Hilal, kaşlarını kaldırarak adama baktı.


"Ve bu kişi de sen oluyorsun yani öyle mi Burak Bey?" diyen kız adamın yeşillerindeki parıltıları görünce tufaya düştüğünü anlamıştı.


"Her seferinde galibiyet sende zannediyorsun fakat hep oyunlarıma geliyorsun be Kelebeğim. Bak! Yine elalarındayım. Hani az önce benden intikam almak için sakladığın o elalarda." diyerek sırıtan Burak, kıza göz kırptı.


Adamın parlayan gözlerine uzun uzun bakan Hilal gülümsedi.


"Ne sen, ne ben... En başından beri kazanan aşktı."


"Bak buna kesinlikle itiraz edemem." diyerek gülümseyen adam, aşık olduğu ela gözlerde kilitli kaldı. Adamın kendisine olan sevgi dolu bakışları Hilal'in kalp atışlarını yeniden yükseltmişti.


Bir süre sonra bakışmalarını bitiren Burak, kızdan birkaç adım uzaklaşarak elini tuttu ve "Dön bakayım!" diye mırıldandı.


Adamın bu hareketi karşısında neşeyle gülen Hilal, bir elinde papatyalar diğer elinde adamın eli varken kendi etrafında bir tur döndü.


"Hmm!" 


Mırıldanan Burak'a bakarken şakıyarak sordu Hilal.


"Yakışmış mı?" 


"Çoook." diyen adamın kıyafetine değil de gözlerine bakması Hilal'in az önce içeride düşündüklerini aklına getirdi. İçinden bir ses adamın kıyafetten bahsetmediğini söylüyordu.


"Gözlerindeki o parıltı, elalarına o kadar çok yakışıyor ki..." diye mırıldanan Burak bu düşüncesini doğrulamış oldu.


Elalarını gülümseyerek bakan Burak, kızı baştan ayağa süzdü.


"Çok güzel olmuşsun. Her zamanki gibi. Çuval giysen, çuvalı bile güzel gösterirsin sen."


Utanan Hilal, yanaklarının kızardığını hissederken dudaklarını birbirine bastırarak mırıldandı.


"Abartma." 


"Abartmak mı? Ben sana mecnun... Ahh bir benim gözümden kendini görebilsen Kelebeğim."


"Gözlerinden görüyorum. O bana yeter! O yeşiller bana her şeyi anlatıyor." dedi genç kız duraksamadan.


Burak, başını aşağı yukarı salladı.


"O yeşiller bir sana rol yapamadı zaten. İyi ki... İyi ki de yapamadı."


Gülümseyen Hilal, Burak'ın yaptığını yaparak adamı süzdü. Takım elbise adama çok yakışıyordu. Daha önce davette de onu takım elbiseyle görmüştü fakat bu sefer farklıydı. Adam bu sefer bu takım elbiseyi kendisi için giymişti.


Sadece onun için!


"Çok yakışıklıyım. Biliyorum!"


Adamın dudaklarındaki ukala gülümsemeyle kurduğu cümle karşısında Hilal neşeli bir kahkaha attı.


"Ukalasın Burak!"


"Ama ben ukala olmayayım da kim ukala olsun Hilal'im?"


"Aslanlığını buram buram belli ediyorsun var yaa."


"Aslan+Alfa olunca böyle oluyor işte." diyen adam gururla sırıttı.


"Olan da bize oluyor."


"Cık cık cık! Sevgiliye böyle bir şey denir mi Asena? Bak kırıyorsun ama beni."


"Hangi seni? Seni mi, egonu mu?"


Gür bir kahkaha atan Burak, eliyle kızın burnunu sıktı.


"Nasıl da tanırmış sevgilisini? Yalnız Kelebeğim, millet artık alenen bizi kesmeye başladı. Gidelim mi?"


Burak'ın cümlesiyle başını sallayan genç kız, adamın elini bırakmadan arabaya doğru yürümeye başladı. Arabanın yanına geldiklerinde kapısını açan Burak "Buyrun Efenim." diyerek hafifçe reverans yaptı.


"Deli yaa!" diyerek gülen Hilal arabaya bindi.


Arabanın kapısındaki Burak "Ama sana deli!" diyerek kıza doğru eğildi ve başına bir öpücük kondurdu.


Dudaklarında enfes bir gülümseme beliren Hilal, kapısını kapatan adamla birlikte elindeki papatyaları tekrardan burnuna götürerek kokusunu içine çekti.


Arabaya binen Burak, onun bu haline bir gülücük fırlattıktan sonra arabayı çalıştırdı.


Gülümsemekten yanaklarının ağrıdığını hisseden genç kız "Götür beni gittiğin yere Alfaaaaaaam." derken geçmiş 24 yılında aslında hiç yaşamadığını, asıl hayatının şimdi başladığını düşünmekten kendini alamamıştı.


🦋 


İkili "Buyurun Efendim. Masanız burası." diyen garsonun yönlendirmesiyle birlikte deniz kenarındaki masalarının yanına gittiler.


Burak, Hilal'in sandalyesini çekerek onun oturmasını sağladıktan sonra karşısına oturarak genç kıza gülümsedi.


"Bakıyorum da bugün tam bir beyefendisiniz Burak Bey!" dedi Hilal gülerek.


"Ben her zaman beyefendiydim Hilal Hanım da... İşte şartlar!" diyen Burak ellerini iki yana açarak omuz silkti.


"Hee biliyorum. O ukalalığın zamanında şartları iyi zorladı." diyen genç kız geçmiş ayda yaşananların üstüne bir kez daha sünger çektiğini göstermişti.


Burak, düşünceli bir şekilde Hilal'e bakarken garsonun menüyü getirmesiyle gözlerini kızdan çekti. Bir süre boş gözlerle menüyü inceledikten sonra hüsran dolu bir iç geçirerek menüyü masaya bıraktı.


"Ne oldu?" diye soran Hilal adamın yeşillerini inceliyordu.


"Geçmişi yok saymamız iyi mi diye düşünüyorum."


"Ne?" diye şaşkınca tepki veren Hilal, söylenenden çok söyleyene şaşırmıştı.


Burak, kendi kendine güldükten sonra başını aşağı yukarı salladı.


"Bunu söylediğime ben de şaşkınım ama... Böyle düşünüyorum. Gerçekten! Ben yıllarca bir şeyleri yok saydım, yaşananların üzerine sünger çektim. Ve her sünger kötüyü alıp götürürken istemsizce iyiyi de götürdü. Mutsuz olduğum anları hatırlamamak için çabalarken, mutlu olduğum anları da unuttum. Ben seninle bunu yaşamak istemiyorum Hilal'im. Bu yaptığım şey yüzünden ailem konusundaki birçok şeyi hâlâ aşamadım. Onlarla yaşadığım iyi anıları unutmak beni kahretti. Bizde de aynısının olmasını istemiyorum. Bunu kaldıramam!"


Öne eğilen Burak, yaşadıkları günleri düşünerek mırıldandı.


"Tamam seni çok üzdüm. Çok çok çok hem de. Bunun pişmanlığını her zaman içten içe yaşayacağım ama... Bununla sınırlı kalsın. Kendi kendimize, farketmeden koyduğumuz geçmişten konuşmama boykotunu kaldıralım. Yaşadığımız o zor günler, geçirdiğimiz o ayrı günler, benim yaptığım eşeklikler... Hepsi berbattı fakat bizi birbirimize daha da çok bağladı. Her kötü olayın sonunda, sana çok daha güçlü bir şekilde döndüm ben Kelebeğim. Düşünüyorum da... O savaşları vermeseydik, en ufak bir olayda korkup kaçardım. Seni sevdiğim bariz belliyken bile o gün... " diyen Burak derin bir nefes alarak duraksadı.


Kendisini büyük bir ilgiyle dinleyen elalara sevgiyle bakan adamın dudaklarında hafif pişmanlık dolu bir gülümseme belirmişti.


"O bomba günü kaçtım. O zamanlar aramızdaki ilişkide çok yol katettiğimiz halde kaçtım hem de. Şimdi düşününce, eğer o gün yaşanmasaydı ileride bir gün çok daha büyük bir kaçış gerçekleştirecektim. Biliyorum ben kendimi... Evet! Bu kaçış ikimizi de yaktı, yıktı. Fakat sonunda senin elini tutmama neden olan da bu kaçıştı." diyen Burak sol elini uzatarak, kızın masanın üzerinden duran sağ elini tuttu. Elindeki eli sevgiyle sıkan adam, kendisine hafif kızarmış ela gözlerle bakan Kelebeğine gülümsedi.


"Bu eli tuttum ben. Ve bundan sonra ne olursa olsun asla bırakmayacağım. Bunu zaten biliyorsun ama bu, burada sana verdiğim resmi bir söz olsun. Bugünden sonra, ne yaşarsak yaşayalım, bu eli bırakmayacağıma söz veriyorum Kelebeğim. Düşsek de birlikte düşeceğiz, kalksak da birlikte kalkacağız. Bazen istemesek de birbirimizi düşüreceğiz. Fakat bu düşüşlerden yine birlikte kalkacağız. Ben hep, insanın ayağa tek başına kalabileceğini düşünürdüm. Kimse yardım edemezdi bir başkasına. Ama yanılmışım. Sen beni öyle bir kaldırdın ki ayağa..." diyen adam gülümseyerek kızın elini sıktı.


"Şu an dünyanın en güçlü insanı gibi hissediyorum kendimi. Önümüzdeki günlere, hayata baktığımda engebeli ve zor bir yol görüyorum. Fakat bu zorluk gözümü korkutmuyor artık. Bu yolda bana eşlik edeceğini bilmek, elini sıkıca tutabileceğimi bilmek yetiyor."


Burak'ın her bir kelimesiyle gözleri dolan genç kız ağlamamak için gözlerini kırpıştırdı.


"Yüzüğüm nerede? Ben tüm bu sözleri evlenme teklifi sayarım." diyen kız saçmaladığını bilse de susmadı. Dolan gözlerini susturmanın tek yolu saçmalamaktı çünkü. Bunu fark eden Burak güldü.


"Hoş geldin Sevdiğim."


"Hoş buldum. Bu kadar güzel sözden sonra benim ağlamamam gerekiyordu. Fazla duygusalım gerçekten." diyen Hilal dolan gözlerinden düşen iki yaşı usulca sildi.


"Bu tarz cümleleri kuran hep sen olurdun... Ne kadar yol katettiğimizi düşünürsek gözlerinden düşen iki damla yaşı duygusallık olarak basite indirgeyemeyiz. Ayrıca..." diyen adam kıza doğru eğildi ve fısıldayarak devam etti.


"O gün geldiğinde, o evlenme teklifini herkesin ortasında etmem ben. Sadece bize özel bir an oluştururum... İnan bana!"


Kalp atışlarının hızlandığını hisseden Hilal, adam gibi öne eğilerek aynı fısıltıyla karşılık verdi.


"İnanıyorum!" 


Dudaklarında enfes bir gülümseme beliren Burak, uzanarak kızın yanağından düşen gözyaşı izini sildi.


"Bana evlilik hayalleri kurduran sen, ruhuma öylesine iyi geliyorsun ki." diye mırıldanan adama gülümseyen Hilal de aynı mırıltıyla karşılık verdi.


"Her geçen gün prangalarından biraz daha kurtulduğunu görmek beni öylesine mutlu ediyor ki."


"Sayende." dedi adam, kızın elini sıkarak.


"Sayende." diye tekrarladı kız huzurlu bir nefes alarak.


Farsça kökenli Saye; 'gölge' anlamına gelen çok mütevazi bir kelimeydi.

Bir kişiye 'senin sayende buralara geldim' dediğinizde aslında 'senin gölgende buralara geldim' demiş oluyordunuz.


Ve Alfa ile Kelebeğinin bu günlere gelmesi birbirleri sayesinde olmuştu.


Birbirlerinin gölgeleri yardımıyla...


İkisi de birbirine birçok şey öğretmiş, yanındakinin onlarca zorluğu aşmasını sağlamıştı.


En çok da Kelebek...


Adam, ömrünün sonuna kadar genç kızın hakkını ödeyemezdi.


Ya da... Öderdi. 


Severek! 


Her geçen salise zilyonlarca kat daha fazla severek...


Ve adamın niyeti tam da buydu.


Bugünden sonra hayatının tek amacı, genç kızın ömrü hayatı boyunca döktüğü gözyaşlarının, kahkahalarla silinmesini sağlamaktı.


Ağlattığının mislince güldürmek...


🦋 


Yemeklerini seçen ikili yanlarına gelen garsona siparişlerini verdiler.


"Peki çorba ister misiniz?"


Soruyu duyan ikilinin bakışları birbirini buldu. İkisi de aynı anda aynı şeyi söyledi.


"Mercimek çorbası."


"Mercimek çorbası."


Garson, onların bu davranışına bir anlam veremezken "Anlaşıldı Efendim! Siparişlerinizi en kısa zamanda getiriyorum." diyerek yanlarından ayrıldı.


İkili ise garsonun yanlarından uzaklaştığının farkında bile değildi.


Burak, tam tamına 17 yıldır mercimek çorbasını ağzına sürmemişti. Aylar önce pişirmeye cesaret etmiş ve o gün yaşananlardan sonra ikisi için de ayrı bir yara olmuştu bu çorba.


Hilal, soygun gününden beri mercimek çorbası içmemiş, içmediği gibi evde yapılmasına da izin vermemişti. Son zamanlarda yapılma boykotunu kaldırsa da eli o kaşığa gitmemiş, o çorbayı içememişti. O gün hissettiklerini hatırlatıyordu o çorba.


Sevdiği adamın kendi elleriyle yaptığı çorbadan sonra kendi elleriyle verdiği uyku ilacını hatırlatıyordu.


"O gün... O mercimek çorbasını yaparken sürekli 'Ben ne yapıyorum?' diye düşündüm." dedi Burak kısık bir sesle.


Derin bir nefes alan Hilal yaralı geçmişlerindeki yaraları sarmaları gerektiği bilinciyle "Neden?" diye sordu.


Aldığı cevap, kesinlikle duymayı beklediği cevap değildi.


"17 yıldır içmediğim bir çorbayı yapmıştım çünkü. Tarifi hatırladığımı bile bilmiyordum."


"Sen..." diye mırıldanan Hilal ne diyeceğini bilemeyerek sustu.


"Ben, annemden öğrendiğim çorbayı yaptım sana Kelebeğim. Anneme yapma fırsatını hiç bulamadığım çorbayı... 'Babam gelince ikinize bir yapacağım.' demiştim. Yapamadım!"


Adamın acı dolu fısıltısını duyan Hilal, elini masanın üzerine koydu. Burak bir an bile duraksamadan kızın elini tuttu ve hafifçe tebessüm etti. Bu tebessüm acı ve hüzün dolu buruk bir tebessümdü.


"Asıl planda, çorbaya damlattığım damlayla seni bayıltmak vardı." dedi adam esef dolu bir şekilde.


"Ama yapamadın..." diye mırıldandı Hilal.


"Yapamadım! Yapamazdım ki. O çorbaya damlatamazdım. Aslında seni bayıltmak falan da istemiyordum zaten. Biliyorsun!" diyen Burak'ın sesi sonlara doğru kısıldı.


Hilal'in aklına uçurumun kenarındaki konuşmaları geldiğinde yutkundu. Gelecekte bu konunun (çocuk konusunun) canlarını çok yakmamasını diledi. Burak'ın da aynı düşüncelerde yüzdüğünü fark ettiğinde tebessüm ederek adamın elini sıktı.


"Demek 17 yıl sonra mercimek çorbası içeceksin. Bence gelen çorba senin çorban kadar lezzetli olmayacak."


"Kesinlikle." dedi ukala bir şekilde gülmeye çalışan Burak. Yeşilleri, kızın ela gözlerini inceliyordu.


Her şeyin farklı olduğu bir dünyada şu an konuştukları konu bambaşka olabilirdi.

'2 çocuk az. 3 olsun bari!'

'Oldu olacak 5 yapalım Burak.'

'Bana uyar!'

'Tabii doğuracak olan sen değilsin hemen atla. Yine de... 3 olabilir sanırım.'

'Heyt beee! İşte bu.'


"Nerelere daldın Alfa'm?" diyen kıza bakan Burak boğazındaki düğümü geçirmek istercesine yutkundu.


"İmkansızlara..." diye fısıldayan adam başını iki yana sallayarak düşüncelerinden kurtulmaya çalıştı. Kısa süre sonra havadaki ağırlığı dağıtmak istercesine kıza bakarak kaşlarını kaldırdı.


"Bence senin mercimek çorbası benimkinden güzeldir."


İçten içe adamın nerelere daldığın bilen Hilal, kalbindeki sızıyı geri plana atarak gülümsedi.


"Bana bir mercimek çorbası yap da yiyeyim' diyorsun yani? Olur. Bana uyar! İstersen hemen mutfağa gidip 'Şef bugün çorbalar benden!' diyebilirim."


"Olur hemen git!' diyeceğim de demeye korkuyorum. Gerçekten gidebilirsin yani. Beklerim senden böyle bir şeyi." dedi Burak gülerek.


"Tabii ki! Ben kimin Kelebeğiyim?" diyerek sırıttı Hilal.


"Benim Kelebeğimsin. Alfa'nın Kelebeği..." diye fısıldayan Burak, kızın elini dudaklarına doğru götürerek bir öpücük bıraktı.


Bilmiş bir şekilde başını aşağı yukarı sallayan kız mutlulukla güldü.


"Kesinlikle! Bu yüzden her türlü deliliğe varım."


🦋 


"... İşte sonra babam olaya el attı. Sabaha kadar projeyi bitirmem için bana yardım etti. Ertesi gün şirkette toplantı olduğu halde hem de!" dedi Hilal gülümseyerek.


"Vayy bee! Senin son güne proje ödevini bıraktığını hayal dahi edemiyorum. Çalışkan Hilal her zaman çalışkan bir öğrenci değilmiş demek ki?" dedi Burak muzip bir şekilde.


"Off Burak! Sadece 7. sınıftım. O günden sonra akıllandım zaten. Bir daha tövbe son güne ödev bırakmadım." diyen Hilal kestiği ete çatalını batırmak üzereydi ki başka bir çatal o eti kaptı. Hilal bir elinde çatal bir elinde bıçak karşısındaki adama baktı.


"Mmmm... Leziz valla!" diyerek sırıtan adamla daha fazla dayanamayan genç kız, elindeki bıçağı adama doğru uzattı.


"5 oldu!" diye tıslayan genç kızın sesi oldukça ürkütücü çıkmıştı.


"Bıçak falan ayıp oluyor ama Asena'm." diyen adam şirince sırıtarak ellerini havaya kaldırmıştı.


"Hiç şebeklik yapma Burak! Geldiğimizden beri etimi araklayıp duruyorsun. Madem et yiyecektin neden tavuk istedin?"


"Eti kesmeyi sevmiyorum." diyen adamın sesi mızmız bir çocuk gibi çıkmıştı.


"Ayrıca o bıçaklar kesmiyor!" diyen Burak'ın gözlerini devirmesi üzerine ciddi kalmaya çalışan Hilal derin bir nefes aldı.


"Kesmiyorsa ben nasıl kesebiliyorum?" diyen kız kaşlarını kaldırmıştı.


Hevesli bir şekilde ellerini çenesinin altına koyan Burak önce bıçağa, sonra tabaktaki ete, en son da kıza baktı ve aynı hevesle sordu.


"Bilmem. Nasıl?"


Onun bu hali karşısında ciddiyetini daha fazla koruyamayan Hilal güldü.


"Koskoca Alfa'ya bak! Şu davranışlarını birisi görse..."


"Ne? Kurt'lar köpekgiller familyasından. Köpeklerin en sevdiği şeyin ilgi ve sevilmek olduğu da herkesçe bilinen bir gerçek. Ve sen de bir kurtu evcilleştirmeye karar verdiğine göre benimle ilgileneceksin Kelebek Hanım. Şimdi... Et istiyorum ben." diyen Burak'ın ağzını açması üzerine kıkır kıkır gülmeye başlayan Hilal, adamın kaşlarını çatarak ona bakması üzerine etten bir parça daha keserek adama uzattı.


"Mmm... Senin elinden yiyince daha lezzetli oldu bu." diyen Burak'ın tekrardan ağzını açması üzerine dudaklarını ısıran Hilal başını iki yana sallayarak esefle mırıldandı.


"Aldım başıma belayı!"


"Heyy! O benim sözüm bir kere." diyen adamın gözlerindeki muzip parıltılar öylesine değerliydi ki...


Yıllarca içindeki çocuğu herkesten, kendinden bile saklayarak yaşayan Soğuk Nevale sonunda özüne kavuşmuştu. Burak, yaşayamadığı çocukluğun acısını her an çıkarmaya kararlı görünüyordu ve Hilal de bu duruma seve seve razıydı.


"Valla şu an senin bela olma ihtimalin daha yüksek Olric. Böylesine elit bir mekanda yaptığımıza baksana..."


Burak, küçük bir çocuk gibi omuzlarını silkti.


"Başkaları var diye ben ben olmaktan vazgeçmeyeceğim. Benliğimden yıllar boyunca uzak kaldım zaten. Artık sadece içimden geldiği gibi davranacağım. Hele de biricik Kelebeğim yanımdayken..." diyen adam, Hilal'in kendine uzanan çatalını "Aç bakayım ağzını. Biraz da seni doyuralım." diyerek kıza geri yönlendirdi.


Hilal, sorgusuz bir şekilde ağzını açarken durduramadığı gülmesine devam ediyordu.


"Bir porsiyon daha mı söylesek? Tüm etini yedim. Zaten bir deri bir kemik kalmışsın." diyerek son eti de kıza verdi Burak.


"No no no. Aklından bile geçirme. Daha önce de dedim 'Ben kilomdan gayet memnunum.' Ama yine de senin, etimi yemekten yiyemediğin bu yüzden de yarısı duran tavuğundan otlanabilirim." diyen kız adamın tabağına uzanarak çatalını tavuğa batırdı.


Onun bu hareketi karşısında tabağını kıza doğru iten Burak, kızın verdiği tepkilere gülümsemişti. Tavuğun lezzeti karşısında gözlerini memnuniyetle açan genç kız bir tane daha alırken bir yandan da konuşuyordu.


"Ben bu sevgililik işini sevdim yaa. Farklı yemekler söyleyerek diğerinin yemeğinin üzerine konabiliyorsun. Ohh mis!"


"Hadi yaa! Sadece diğerinin yemeğinden otlanabildiğin için güzel yani bu durum?" dedi Burak kaşlarını kaldırarak.


"Tabii oğlum ne sandın?" diyen Hilal tavuktan bir tane daha alacakken Burak tabağı kızdan uzaklaştırdı.


"Ne yapıyorsun Burak yaa?"


"İyiyim kızım sen ne yapıyorsun? Tavuk genetiğini değiştirdi galiba. Yok sana tavuk mavuk." dedi Burak dudaklarındaki tebessümü gizlemeye çalışırken.


Dudaklarını büzen Hilal, kocaman açtığı gözleriyle adama baktı ve şirin bir şekilde sordu.


"Gerçekten vermeyecek misin?"


Kızın kendisine tatlı tatlı bakan bakışlarını gören adam, başını iki yana sallayarak tavuk tabağını kızın önüne koydu. Bu sırada söylenmeyi ihmal etmemişti.


"Zaafımı kullanıyorsun."


"Biliyorum Sevdiğim!" diyen Hilal sırıtarak tavuktan bir parça daha aldı.


Bu sırada bilmiş bir şekilde konuşmayı ihmal etmemişti.


"Babama da aynı bakışlarla bakarak istediğimi yaptırırdım. Ama senin süren hep ondan daha kısa oluyor bak. O iki dakika sonra isteğimi yerine getirirken seninki çoğunlukla dakikayı bile bulmuyor."


"Ahh ahh. Beni mükemmel bir şekilde parmağında oynatıyorsun Kelebeğim."


"Ve sen de bu durumdan oldukça zevk alıyorsun Alfa'm." dedi Hilal ona göz kırparak.


"Yalan yok!" diyen adam keyifle sırıttı.


Hilal'in hevesle yemek yemesini büyük bir sevgiyle izleyen Burak bir süre sonra aklında dolaşan soruyu sordu.


"Bu arada Kadir abiye uzun zamandır gidemedim ben. Sabah uğradığında hakkımda bir şey söyledi mi?"


"O hergele nerede o hergele? Hemen de unuttu beni bakıyorum!' demek haricinde mi?" diye sordu Hilal gülerek.


"Haklı valla. Normalde 2 haftada bir uğramaya çalışırdım. Peş peşe o kadar olay oldu ki gidemedim."


Hilal tam konuşacaktı ki masalarına gelen garsonu görerek sustu. Masadaki tabakları toplamaya başlayan garson çifte bakarak "Tatlı olarak ne alırdınız?' diye sordu.


"Ben künefe istiyorum." diyen Hilal, kendisine şaşkınca bakan Burak'ı gördüğünde güldü.


"Tek yediğim tatlı profiterol değil Burak."


"Halbuki ben içinde bir profiterol ağacı yetiştiğine yemin edebilirdim." diyen adamla birlikte genç kızın gülüşü çoğaldı.


"Ben de bir sütlaç alayım. İki de çay getirirseniz çok sevinirim." diyen Burak'ı duyan garson başını salladı.


"Künefenin hazırlanışı biraz uzun sürer. Siz en iyisi ortaya karışık kuruyemiş ve demlik çay getirin." diyerek araya girdi Hilal.


"Elbette Hanımefendi." diyen adam ikilinin yanından uzaklaşırken istemsizce tebessüm etti. İkilinin çevrelerine yaydıkları atmosfer öylesine neşeli ve sevgi doluydu ki kapsama alanlarına giren herkesi etkisi altına alıyordu.


"Sen bu işi biliyorsun!" dedi Burak gülerek.


"Klasiğimizdir. Annemlerle ne zaman yemeğe çıksak bu rota asla şaşmaz... Dı." diyen Hilal iç geçirdi.


"Bazı şeylere asla alışamayacağım sanırım. Tam diyorum ki 'Alıştım!' sonra bir şey çıkıyor ve ben yine başa sardığım hissediyorum. 24 yılımın koca bir yalandan ibaret olduğunu asla kabullenemeyecğim. O mutlu aile tablosu, gerçekten de sadece bir tablodan ibaretmiş... Gerçek değilmiş."


"Öyle olmadığını biliyorsun Kelebeğim. Kadir abi seni çok seviyor. Melek abla zaten senin için her şeyi yapar."


"Ama birbirleri için değil. Birbirlerine karşı değil. Aralarındaki ilişkinin garip olduğundan hep şüphelendim. Fakat annem babamdan bahsederken, onunla alakalı anılarını anlatırken gözleri öylesine parlıyordu ki 'Tamam!' diyordum. 'Annem, babama deliler gibi aşık. Sadece benim yanımda bunu yansıtmayı uygun görmüyorlar.'... Ama öyle değilmiş! Bana anlattığı adam Kadir Alacalı değilmiş. Babamın yanına hevesle gidip 'Baba sen anneme böyle mi dedin?' dediğimde neden gözlerinde bir afallama oluştuğunu artık anladım. Onlar, onun anıları değilmiş ki... Babam (Kadir Alacalı) kendisine ait olmayan anılara defalarca kez sahip çıktı. Sırf beni üzmemek için. Sırf beni çok sevdiği için.'


Derin bir nefes alan Hilal, dolan gözlerini saklamak istercesine başını öne eğdi.


"Ben bunca işareti nasıl göremedim Burak?"


"Şşşt... Kızarmasın bakayım o elalar. Böyle bir şeyi nasıl tahmin edebilirdin ki Kelebeğim? Kadir Alacalı senin baban! Salih babam nasıl benim babamsa, Kadir abi de senin baban. İki güzel adam da, bizimle babalığı öğrendiler ve bize mükemmel babalık yaptılar. Bir an bile onların sevgisinden şüphe duyamayız. Hal böyle olunca... Senin görmen gereken bir işaret falan olmuyor ortalıkta. Sadece annen ve babanın birbirlerine aşık olmadıklarını düşünebilirdin. Bu durumda da elinden bir şey gelmezdi. Maalesef her insan aşk evliliği yapamıyor."


"Haklısın." diye fısıldayan Hilal devam etti.


"Ben de böyle düşünüyordum ara sıra. Özellikle de küçükken. Sanırım 4-5 yaşlarındaydım. Annem ve babam birbirini sevmiyor diyerek çok ağlamıştım. Babam gördü beni. Sonra da annem geldi. O günden sonra daha çok dikkat ettiler benim yanımda. Gerçekten... Birbirlerini sevdiklerine inanmıştım."


"Onlar zaten birbirlerini seviyorlardı Hilal. Sadece bu sevgi... Dostça bir sevgiydi. Onlar birbirlerine yoldaş olmuşlardı. İşler rayından çıkana kadar da bu devam etti."


Burak'ın kesin sesi karşısında Hilal yeşil gözlere baktı.


"Peki ne zaman işler rayından çıktı? Ve neden çıktı? Sen biliyorsun değil mi?"


Soruyu duyan Burak gözlerini kaçırdı. Tam o sırada masaya gelen garson, kısa süreli kurtarıcısı olmuştu. Kuruyemişleri ve çay tepsisini masaya bırakan garsonun gitmesiyle birlikte Hilal sevgilisine seslendi.


"Burak?"


"Biliyorum. Ama bu hikaye benim hikayem değil. Bana güvenerek anlatılanları başka birine anlatamam. Anlatacağım kişi sen bile olsan, hikaye babanın bile olsa... Yapamam! Özür dilerim."


Adamın söyledikleri üzerine Hilal trip atmak şöyle dursun gururlandığını hissetmişti. Gülümseyen genç kız, kelime seçimini özenle seçerek konuştu.


"Yiğit bir adamsın Burak Kılıç!"


Mert demek yerine eş anlamlısı olan Yiğit'i kullanan kıza baktı Burak. Babasının adını artık korkmadan kullanmasına neden olan, soyadını büyük bir sevgiyle söyleyen kıza...


"Seni seviyorum." dedi adam tüm ruhuyla. Onun tabularını, yılmadan tek tek yıkan bu ela gözlü kıza ömrünün sonuna kadar teşekkür etmeye kararlıydı Burak. Defalarca kez onu sevdiğini dile getirerek...


Gözleri parıl parıl parlayan genç kız, büyük bir mutlulukla adama baktı.


"Ben de seni seviyorum Alfa'm."


Bir süre birbirlerinin gözlerinde kaybolduktan sonra bu güzel günü doya doya yaşamaya kararlı olan Hilal, kaşlarıyla çaydanlığı gösterdi. Burak çayları doldururken bir yandan da söyleniyordu.


"Sadece tıkınmaya geldiğini düşünmeye başlıyorum haberin olsun."


"Aa-aaa! Cık cık cık. O nasıl laf sevgilim? Hiç olur mu öyle bir şey? Tanımadığım insanlara benim bir sevgilim var demek için geldim ben. Hatta birazdan resmimizi çekip story atacağım 'Aşkitoşkomla randevu keyfisi.' diye."


"Ooov. Düşüncesi bile korkunç." dedi Burak korku dolu bakışlarla.


"Bence de korkunç. Nasıl unuttum? Önce canlı açmalıyız. Hiç canlı açmadan olur mu? Ondan sonra 'Aşk Böceğimle bu güzel günden geriye' diyerek atarız yanak yanağa bir selfie... Oh mis!"


"Yalvarıyorum devam etme Kelebeğim." diyen adamın sesi işkence çekiyormuş gibi geliyordu.


Bunun üzerine Hilal, neşeli bir kahkaha attı.


"Hayali bile korkunç di'mi? Ahh gösteriş budalası olamadım hiçbir zaman. Aşkitoşkom ne yaa? Bir de her anlarını atanlar var ki onlar bambaşka boyut. Garibime gidiyor. Nasıl tüm özellerini bile isteye paylaşıyorlar? Kendi özel hayatlarını gasp ediyorlar resmen. Bu bir suç! Benliklerine karşı işledikleri büyük bir suç hem de... Çekemeyenlerin fesatlarını üzerine çekmeleri de ayrı bir durum. Ben nazara çok inanırım. Durduk yere kendilerine/ilişkilerine nazar değdiriyorlar resmen. İnsanlar garip."


Burak, hayran bakışlarla kızı izliyordu. Çay bardağını elinden bırakmayan Hilal gülümseyerek sordu.


"Neden öyle bakıyorsun?"


"Sen bu berbat dünyada nasıl böylesine saf-temiz kalabildin Kelebeğim? Şu an yaşıtların ne haldeler ama sen..."


"Yaşıtlarımız Burak! Senin de benden farkın yok... Lise boyunca özellikle namaz konusunda, üniversite boyunca da sevgili konusunda hep yobaz olarak adlandırıldım. Lisedekiler namaz kılmam dünyanın en garip şeyi gibi davranıyorlardı. Özel bir lise... Ve o özel lisede her şey var, bir mescit yok. Güya Müslüman ülkeyiz. Ama doğru. Namaz kılanlar, kapalı olanlar yalnızca İmam Hatibe gitmeli(!). Neyse ki alıştılar sonradan benim bu garip huyuma(!)."


Dirseklerini masaya yaslayan genç kız konuşmaya devam etti.


"Asıl garip olan ne biliyor musun? Bir gün dersteyken küçük çaplı bir deprem yaşadık. Bana namaz konuda sataşmaya kalkanlar, İslamiyete/Allah'ın varlığına inanmadığını söyleyenler o sarsıntı sırasında 'Allah'ım bizi kurtar.' diye yalvarıyorlardı. Bazen düşünüyorum. Acaba sadece alışkanlıktan mı bunu yapmışlardı diye?"


Elindeki çay bardağını masaya bırakan Burak, başını iki yana salladı.


"Alışkanlıktan değil! İnsan başı sıkışınca sığınacak bir liman arıyor. Kendinden daha Yüce bir varlığın olmasından daha büyük bir sığınak olabilir mi ki? En ufak bir huzursuzlukta duaya sarılmanın huzurunu başka hiçbir şeyde yaşamadım ben... O'na emanet etmenin huzuru öylesine tarifsiz ki."


"Öyle... Ben kaderimdekini O'na emanet etmiştim. Ve bak! Buradasın. Sadece benim için."


Genç kızın sözleri karşısında Burak anlamaya çalışarak ona baktı. Bunu fark eden Hilal anlatmaya devam etti.


"Dedim ya... Üniversitede sevgilim yok diye kendilerince çok dalga geçtiler. Zaten çoğunun tek amacı sevgili yapıp, eğlenmek ya da evlenmekti. Hayatlarının özgür(!) anlarını değerlendirmek istiyorlardı. Ve bunu yaparken kendilerini, bana göre, oldukça büyük zincirlerle hapsediyorlardı." diyen kız çayından bir yudum daha aldı.


"Nasıl?" diye soran Burak'ın gözlerinde çok büyük bir ilgi vardı. İkisi de kendilerini kütüphane günlerinde gibi hissediyordu. Şu zamana kadar bu şekilde oturup, böyle muhabbet etmeye hiç vakit bulamamışlardı. O yüzden de bu an, ikisi için de çok değerliydi.


"Hepsi özgürlük adı altında onu kalbine aldılar, şuna kalplerini açtılar. Mesele tek kalple de sınırlı olmadı..." dedi Hilal ciddi bakışlarla adama bakarak.


"Sonra da evlenecekleri kişi için el değmemiş istediler. Geçmişinin temiz olmasını..." dedi Burak konuyu anlayarak.


"Evet! Halbuki özgür oldukları sürece kendi yaptıklarını unuttular. Şu an yüzüne bile bakmayacakları insanlarla sırf 'Benim bir sevgilim var!' demek için birlikte oldular. Ben ise asla böyle bir şeye yeltenmedim. Çoğuna göre eski kafalıydım bu tutumumdan dolayı. Ama asla vazgeçmedim bu düşüncemden. Eğer kalbimi birine açacaksam, ruhumu birine emanet edeceksem bu iki günlük bir heves için olmayacaktı. Gözlerine uzun uzun baktığım kişi kaderimdeki olacaktı." diyen Hilal bir süre duraksayarak yeşil gözlere baktı.


"Merak ediyorum. Öncesinde sürüyle erkekle el ele tutuşan kızlar, söz konusu müstakbel kocaları olduğunda senin elini ilk tuttuğumda hissettiğim gibi mi hissetmişlerdir? Yaptıklarını evlenecekleri kişiye nasıl anlatabildiler mesela? Gençlik hatası olarak adlandırıp hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam mı ettiler? Gerçekten de sevda böylesine basite indirgenecek bir şey mi? Ömrünü geçireceğin biri için temiz kalmak niye bu kadar zor geliyor insanlara? Sadakatli olman için illa o kişinin kanlı canlı bir şekilde hayatında bulunması mı gerekiyor? Ömrünü adayacağına, tanımadan da sadakat gösteremez mi bir insan?"


Burak'ın kendisine olan bakışlarındaki hayranlığın arttığını gören Hilal başını önüne eğdi. Adamın bakışları öylesine derindi ki utandığını hissetmişti. Burak, dudaklarında içten bir tebessüm belirirken sevdiğine baktı.


"İlk defa 'Utanıyor musun bakayım sen?' diyerek dalga geçmeyeceğim. Beni tanımadığın anda bile kendini bana saklaman... Hislerin dile gelebilme gibi bir özelliği olsaydı şayet dünya üzerindeki en harika cümle şu an hissettiklerimden oluşurdu. Bu an, hayatımın en unutulmaz anları arasına altın harflerle kazındı. Sen Kelebeğim, az önce bana söylediklerinle tüm hücrelerimi kendine ait kıldın. Şu andan itibaren tamamen seninim. Ve hiç kimse buna itiraz edemez."


Ela gözlerini adamın yeşil gözleriyle buluşturan genç kız, o bakışlarda gördüğü duygularla nefessiz kaldığını hissetti. Burak, kendisine öylesine güzel bakıyordu ki Hilal, bir kez daha şükretti.


Kelebeğine sevgi dolu bir gülümseme bahşeden Alfa fısıldayarak konuştu.


"Anneannem kendimi bildim bileli 'Allah seni, sana benzeyene saklıyor. Sen temiz kal, nasibini Allah korur.' diyordu. Haklıymış! Çok çok haklı hem de."


🦋


"... Bir baktım koca adam salıncakta sallanıyor. Ben de diyordum bu adam geceleri nereye çıkıyor diye. Meğer parka gidiyormuş. 13 yaşlarındayken bir gün çektim resmini. Şimdi bile tehdit malzemesi olarak kullanıyorum." dedi Burak gülerek.


Burak'ın anlattıklarıyla gülmekten karnına ağrılar giren Hilal "Resmen geceleri kaçıp kaçıp parka mı gidiyormuş? Ve sen de onu uyurgezer zannettin öyle mi?" dedikten sonra gülmeye devam etti.


"Babam da deli dolu biriydi ama... Salih babamın bu huyu çok garibime gitmişti. Koskoca yüzbaşı canı sıkıldıkça parka sallanmaya gidiyordu resmen."


"Ben de yapıyorum bunu. Garip mi şimdi bu?" dedi Hilal adama bakarak.


"Cık! Değil. Sen, sensin. Ama o... Ben sadece şaşırdım Hilal'im. Onca acıya rağmen içindeki çocuğu unutmamasına şaşırdım. Yaşadığı şeyleri başkası yaşasa ketum, somurtkan, hayata küsen birisi olurdu. Bu yüzden de ona olan hayranlığım bir kez daha artmıştı o gün. Ben onun kadar güçlü olamadım. İçimdeki çocuğu öldürmek için her şeyi yaptım. O ise... Yaşatmak için her şeyi yaptı. Bizim evin yetişkini çoğu zaman ben, çocuğuysa oydu. Halbuki onun yaşadıkları da çok çok ağırdı."


"İçindeki çocuk da ölürse yaşamanın bir anlamı kalmayacağını biliyordur belki de." diyerek yorum yaptı Hilal. Bu yorum karşısında Burak gülümsedi.


"Bir gün onunla geçmişi hakkında konuşmanı isterdim. Kelimelerinin ve ruhunun büyüsüyle onu teselli etmeni..."


"Bunu ben de çok istiyorum. Hastanede kaldığı zaman iyi bir dinleyici olduğumu söylemiştim. Anlatırsa dinleyeceğimi..."


"Peki o ne demişti?" diye sordu Burak çaylarını tazelerken.


"Ancak kısmen anlatabileceğini... Zamanında sana anlattığını ve 1 ay boyunca gördüğü her silahla bakıştığını."


Burak, o günler aklına gelirken durgunlaştı. İç geçiren adam başıyla kızı onayladı.


"Öyle. Lise sondaydım. Mezuniyetim için İstanbul'a geldi. O zamana kadar gelmeme sebebiyle ilgili pek de bir şey söylememişti. Bir kız meselesi vardı. Bildiğim tek şey buydu. Meğer hiçbir şey bilmiyormuşum. Her zaman farkındaydım derin bir yarası olduğunu ama hikayesini öğrendiğimde... Ciddi anlamda şok oldum. Kesinlikle böyle bir hikaye beklemiyordum." duraksayan Burak elindeki bardakla oynamaya başladı.


"Gerçekten çok kötü bir gündü. Koskoca adam, gözlerimin önünde paramparça oldu. O da benim gibi ağlayamıyor. Gözünden sadece birkaç damla yaş düştü ama ben düşmeyen yaşlarını gördüm, duyulmayan hıçkırıklarını duydum. İçinin nasıl yandığını..." diye mırıldandı gözleri kızaran Burak.


"Yine de... O gün en değerli günlerimin başında gelir. Bana güvenerek kimseye anlatmadıklarını anlatmıştı. Dayım bile bu kadar detaylı bilmiyor. Yaşananları bizzat onun ağzından duymadı hiçbir zaman. Babam sadece bana anlattı, hepsi bende saklı. Ve o zamanlar sadece 18 yaşındaydım. İstanbul'dan gitmeden önce 'Akademiye girmeye kararlı mısın?' diye sordu. Kararlı olduğumu söylediğimdeyse 'Gel o zaman gidiyoruz!' diyerek İzmit'e götürdü beni. Her gittiğimizde otelde kalmayalım diye ev tutmuştu. O gün konuşulanlar o evin duvarları arasında kaldı. Bir daha ikimiz de konusunu açmadık. Ve... Yaralanıp da hastaneye getirildiği zamana kadar bir daha asla İstanbul'a ayak basmadı."


"Koskoca şehre gelemeyecek kadar çok mu sevmiş o kadını?" dedi Hilal elindeki bardağa sıkıca tutarak.


"Hem de çok! Adını bile anamıyor biliyor musun? Hep 'O' diye bahsetmişti. Zaten ondan da pek konuşamadı. Direkt sesi titremeye başladı."


"O kadın da onu böylesine seviyor muydu acaba?" diye mırıldandı Hilal düşünceli bir şekilde.


"Bilmiyorum... 'Kendisine yeni bir hayat kurdu O.' deyip duruyordu."


"Böylesine büyük bir aşkın tek taraflı olduğuna inanmıyorum ben." dedi Hilal hüzünlü bakışlarını yeşil gözlere çevirerek.


"Ben de... Ama yapacak bir şey yok!"


"Gerçekten de yok mu?" diye sordu Hilal üzgün bir sesle.


Burak, esefle başını iki yana salladı.


"Babam bu konuda çok kararlı. 'Onun hayatına girerek bir kez daha onu mahvedemem' diyor. Her şey için de çok geç olduğunu söylüyor."


"Ve sen de bu düşüncesini tasdikliyor musun?"


Kıza bir bakış atan Burak üzgün bir şekilde gülümsedi.


"Benim tasdikleyip tasdiklememem yaşananları değiştiremez. Babamın çok büyük bir vicdan yorgunluğu var. Tahmin bile edemeyeceğin kadar büyük hem de..."


Bitirdiği künefenin tabağını kenara koyan genç kız dirseklerini masaya dayadıktan sonra adama baktı.


"Bilinçli yapmıyorsun fakat onu haklı buluyorsun."


Burak, başını önüne eğdikten sonra usulca aşağı yukarı salladı.


"Hikayeyi ilk anlattığında 'Ben onun yaptıklarını yapamam. O seçeneği asla seçemem.' demiştim. Asker olduğumda onu anladım. Yaptıkları için başka bir seçenek söz konusu bile değilmiş. Babam binlerce kişinin hayatını kurtardı Hilal. Fakat bedeli ağır oldu. Çok çok ağır! Kendi hayatını da o kadının hayatını da kendi eliyle bitirmek zorunda kaldı... İkisinin de yaşayan bir ölüye dönmesine neden oldu."


"Peki o kadın nedenlerini anlamaz mı? Yani... Gerçi yeni bir hayat kurdu diyorsun. Gerçekten de kötü bir durum bu. İçinden çıkılmıyor."


"Belki her şey aralarındaki ilişkiyi bitirmekle sınırlı kalsaydı... Ona geri dönebilirdi. Fakat şu durumda, bu ihtimal imkansız gibi görünüyor." dedi Burak düşünceli bir şekilde.


Salih babası o kadına gidip de 'Ben senin baba yarın olan amcanı kendi ellerimle öldürdüm. Eğer onu öldürmeseydim daha doğmamış kızın ölecekti... Her türlü senin hayatını mahvettim ben. Yaşanan onca şeyin üzerine, ellerimde öz amcanın kanının olduğunu bilerek beni sevebilir misin?' diyemezdi.


"Üzüldüm... Salih amcanın mutlu olmasını isterdim."


Hilal'in üzgün sesini duyan Burak, ela gözlere baktı.


"Resmi olarak birkaç kez görüştüğün bir insan için böylesine üzülmen... Babam bunu duysa seni bir kez daha severdi."


"Resmi olarak birkaç kez görüşmüş olabiliriz ama onu senden çok dinledim. Sanki Salih amcayı yıllardır tanıyor gibiyim. Ayrıca o seni büyüten adam. Ona çok büyük bir şükran duyuyorum. Seni yalnız bırakmadığı için. Bir de..."


Gözlerinin parladığını hisseden Hilal'in dudaklarında kocaman bir gülümseme belirdi.


"Sadece birkaç kere konuşma şansımız oldu ama nedendir bilinmez Salih amcayı çok sevdim ben. Hemen kanım ısındı ona. Çok babacan bir insan. Hani bir de beni sahiplenerek 'Kızım.' diyor ya çok hoşuma gidiyor bu durum. Böyle şey gibi Salih amca... Ağaç gibi."


"Ağaç gibi?" diye tekrarladı Burak gülümseyerek. Genç kızın bu benzetmelerine de hevesle konuşmalarına da bayılıyordu.


"Evet! Sıcak bir yaz günü serinlemek için bir ağacın gölgesine sığınabilirsin. Soğuk bir kış günü gövdesinden destek alarak ısınmaya çalışabilirsin. Böyle kocaman gelir gözüne, heybetlidir. Ama aynı zamanda kırılgan ve şefkatli. Kendisine sığınana koşulsuz kucak açar. Ne yaşanırsa yaşansın her daim dimdik ayakta durur. Ve bu da sana güç verir. Onun varlığı yeter! Her daim orada durduğunu bilirsin. Mesela çözemediğin bir sorun olduğunda direkt ona koşarsın. Ona sığınarak onun sorunu çözmesini beklersin. Çözer de... Her zaman!"


"Her zaman!" diye mırıldandı Burak da kızla aynı anda.


Hilal, kendisini ilgiyle dinleyen adama gülümsedi. Aynı gülümsemeyi kıza yönlendiren adam düşünceli bir şekilde konuştu.


"Sanırım bir baba ancak böyle anlatılabilirdi. Nefes almak istediğinde sana oksijen sağlayan, acıktığında sana meyvesinden veren bir ağaç."


Yiğit Kılıç, Burak'ın hayatında bir ağaç olmuştu. Her daim onu koruyup kollayan, gölgesinde dinlenmesine izin verdiği, her şeyi çözebilecek güce sahip olan ona hayat veren bir baba...


Ve Salih Aslan da Burak'ın hayatındaki ikinci ağaç olmuştu. Kabuslarından dolayı nefessiz kaldığında ona sımsıkı sarılarak nefes veren, sevgiye açlığını dindirmek için de son zerresine kadar sevgisini onunla paylaşan bir baba. Sığınmak için gölgesine koştuğu...


"Bir yerde okumuştum. 'Bana annemin duası, babamın gölgesi yeter.' diyordu. Gerçekten de öyle. Anne her daim bizi dualarıyla koruyan, baba ise gölgesinde saklayan kişi." diye mırıldandı Burak özlem dolu bir nefes alarak. Ona bakan Hilal hafif bir gülümsemeyle konuştu.


"Ne olursa olsun... Şanslıyız be Sevdiğim. Belki yıllarca bize babalık yapan adamlarla kan bağımız yok ama... İkisi de bizi deliler gibi seviyor. İkisi de bizi hayatlarının merkezi haline getirmiş durumdalar. Bu yüzden de şanslıyız."


Düşünceli gözlerle ela gözlere bakan adam "Belki de..." diye fısıldadı.


İçindeki o kötü ses ilk defa ona karşı çıkmayarak onunla hem fikir oldu.


Belki de sevdiği haklıydı. Belki de Burak gerçekten de şanslıydı. Onca şeye rağmen, o güne rağmen... Şanslı!


🦋 


"Araba o tarafta değil ki!" diyen genç kız, Burak'ın sahile doğru yönelmesiyle birlikte adımlarını o tarafa çevirdi.


Parmaklarını yanına gelen kızın parmaklarının arasından geçirerek ellerini birbirine kilitleyen adam, ona bir bakış atarak gülümsedi.


"Bugün şaşırtıcı bir şekilde hava güzel. Değerlendirmeden olmaz ama değil mi?"


Adamı onaylayan Hilal huzurlu bir nefes aldı.


"Bugün bolca Olric ve Kelebek olduk."


"Öyle. Seninle oturup oradan buradan, her şeyden konuşmayı öylesine çok özlemişim ki..."


"Ben de! Resmen bir demlik çayı bitirdik." diyen Hilal'in sesi şaşkın çıkmıştı.


"Çay..." diye mırıldanan Burak, sevgilisine bakarak devam etti.


"Şu ana kadar hep Oğuz Atay'ın 'Biz, çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz. Avuçlarken ince belli bardağı, hücrelere kadar hissettiren sıcaklığında unuttuk yalnızlığı.' sözü doğrultusunda hareket ederdim. Ama bugün fark ettim ki sensiz içtiğim çaylar, çay değilmiş."


"Değildi tabii. Sen hep depresif... Benim çay hakkındaki mottomu duymak ister misin?"


"Neymiş?" diye sordu Burak gülümseyerek. Sahilin kumlu kısmına gelen ikili hiç düşünmeden taştan inip o tarafa yönelmişlerdi.


"Sonra belki çay içeriz.

Şansımız varsa yağmur da yağar.

Damlalara huzur yüklemece oynarız.

Benim damlam seninkini alnından öper.

Güzel şeyler olur belki. 

Sen gel bence."


"Bunu okumuştum... Kimdendi?"


"Lale Müldür'ün kitabından." dedi Hilal.


"Hatırladım, Anemon kitabından. Yalnız senin mottonun yanına benimki pek de olmadı sanki?" dedi adam, kıza gülerek.


"Benden önce ne de farklı düşünüyordun. Bu söz hayatını nasıl da işgal ettiğimi gösteriyor aslında. Geçmişteki sen... Ve şimdiki sen!" dedi Hilal mutlu bir sırıtmayla.


"Kesinlikle. Geçmişteki benin sözü bir kenarda dursun. Oğuz Atay'ı öyle silip atamam ne de olsa. Ama yeni ben için seve seve bir söz bulabilirim... Ki buldum!"


"Hemen mi?" 


"Cık! Az önce içeride seni izlerken aklımda sürekli aynı cümle yankılanıyordu."


"Nedir?" diye sordu genç kız büyük bir hevesle.


Duraksayan adam, kıza doğru döndü ve yeşillerini elalarda dolaşırken fısıldadı.


"Bir gün oturup çay içelim seninle...

Çaylar benden olur, manzara senden. (Orhan Kemal)"


Kalp atışları hızlanan Hilal gülümsedi.


"İçelim. Hep içelim."


"Hep içelim." diye tekrar etti Burak.


İkili, gökyüzünün ve denizin dalgalarının eşliğinde keyifli bir muhabbete başladılar.


Kah 'Haklısın.' kah 'Bence böyle.' diyerek konuşan ikili, bir kez daha her konudan konuşabildiklerini fark etmişlerdi. Düşünce yapıları birbirine çok benzeyen çiftin ortak zevkleri de birdi.

'Bir elmanın iki yarısı.' deyimi sanki onlar için söylenmişti.


Uzun bir süre yürüdüktan sonra ilerideki ateşi ve topluluğu gören Hilal'in dudaklarında kocaman bir tebessüm belirdi.


"Gençler güzel ortam yapmış."


"Öyle bir ses tonuyla dedin ki kendimi 80 yaşında hissettim."


"Ben genelde o ortamlara katılmadığımdan..." diye mırıldandı Hilal.


"Ben de katılmıyorum. O zamaaan... Hadi gel katılalım!" diyen Burak, kızı hafifçe çekiştirerek şarkı söyleyen gençlerin yanına gitti.


Onlar gibi sahil kenarında gezen birçok kişi de duraksamış, gitar çalıp şarkı söyleyen gençleri izliyordu. Bazı çiftler de kendilerini şarkının romantik akışına kaptırmış gülerek dans ediyorlardı.


"Tüh! Yarısında geldik şarkının. Dansı bir dahaki parçada ederiz artık."


"Dans mı?" diyen Hilal şaşkınlıktan kocaman olmuş bakışlarıyla adama dönmüştü. Ellerini kızın belinde kavuşturan adam kaşlarını kaldırarak mırıldandı.


"Bu nasıl bir tepki? Sanki denize gireceğiz dedim. Dans edeceğiz sadece."


"Yani ben... Şu ana kadar adam akıllı dans etmedim ki. Birkaç kez babamla etmiştim ama onda da hep ona ayak uydurmuştum."


"Şimdi de sevgiline ayak uydurursun." dedi Burak ona göz kırparak.


"Sen... Dans etmeyi biliyor musun?"


Kızın sesindeki kıskançlık tınısını duyan Burak gür bir kahkaha attı.


"Yine aklından neler geçiyor Kelebeğim? Söz konusu ben olduğumda kıskançlık damarların öyle bir kabarıyor ki düşünemez hale geliyorsun resmen." diyen Burak, kıza doğru eğilerek fısıldadı.


"Hatırlatırım ben bir istihbarat ajanıyım Kelebeğim. Bilmediğim şeylerin sayısı yok denecek kadar az. Bilmiyorsam da öğrenmem oldukça kısa sürer. Tüm hayatım böyle geçti. Dans etmeyi bilmiyor olsaydım teşkilattan atılabilirdim. Sevgilin sahadaki görevlerinde asla çuvallamadığı ve hiçbir falso vermediği için bu kadar başarılı."


Genç kız başını hafifçe sallayarak güldü.


"Haklısın!.. Görevde dans ettiğin kızların ismini versene sen bir. Adresleri çok daha iyi olur gerçi."


Kızın ses tonundaki tehlikeli tınıyı duyan Burak, kahkaha atmaya başladı. Kahkahalarının arasında merakına yenik düşerek zorlukla sormuştu.


"Adresi alınca ne yapacaksın peki?"


"Hee. Bir şey değil canım. Yaşadıkları semtlere gidip yanlışlıkla(!) bir kazaya karışmalarına neden olacağım. İşin ucunun bana dokunmamasını sağlarım merak etme. Sorun yok yani."


Kahkahası bir kez daha şiddetlenen Burak başını kızın omuzuna gömerek gülmeye devam etti. Bir süre sonra sakinleşerek geri çekildi ve kollarında duran kıza baktı.


"Yine 'Yapamazsın.' diyemeyeceğim bir an. Asena'nın sağı solu belli olmuyor ne de olsa."


"Alfa'sına uyum sağlıyor işte." dedi Hilal sırıtarak.


Bu sırada söylenilen şarkının sonuna gelinmişdi. Konunun başını hatırlayan Hilal adama baktı.


"Gerçekten de dans mı edece..."


Aşık olduğu şarkının ilk tınılarını duyan genç kız öylesine şok olmuştu ki cümlesini tamamlayamadı.


"Gerçekten de dans edeceğiz Kelebeğim." diye fısıldayan adam, sağ eliyle kızın sol elini tuttu..


Sol elini kızın beline koyarken, Hilal de ona ayak uydurarak boştaki elini adamın omzuna koymuştu. İkili, yavaş hareketlerle dans etmeye başlarken gitarı çalan çocuk şarkının ilk sözlerini söylemeye başlamıştı.


🎶 Birden ay ışığını kesti

Bir de sen çok değiştin

Yaşananlar hiç yaşanmamış gibi

Söylenenler hiç söylenmemiş gibi 🎶


"Bu tesadüf olamayacak kadar imkansız." diye mırıldandı Hilal kollarında durduğu adama bakarak.


Burak, kızı biraz daha kendisine doğru çekerken sessizce güldü.


"Benim literatürümde tesadüfler olmaz Asena."


"Bunu nasıl ayarladın? Yani fabrikadan çıktığımızdan beri birlikteyiz. Spontane bir randevu demiştin?"


"Öyle zaten. Sen mağazada üstünü giyinirken ayarladım."


"Bana papatya alıp, restorandan randevu ayırttığın o kısacık andan mı bahsediyoruz? Hem bunu bu şekilde nasıl ayarlayabildin?"


"Şu an arkası dönük bir şekilde gitar çalıp şarkı söyleyen gencimiz daha önce de bize gitar çalmıştı."


"Caner abilerin otelindeki Oktay!" dedi Hilal büyük bir aydınlanma yaşayarak.


"Evet. O gece bana havanın güzel olduğu her vakitte burada takıldığını ve günün birinde bizi misafir etmek istediğini söylemişti. Bir telefonuma baktı her şey."


"Spontane gelişen bir randevu buysa planlısı nasıl olurdu acaba?" diye mırıldanan Hilal şaşkınlığını üzerinden atamamıştı.


Ukala bir şekilde gülümseyen Burak, Hilal'e göz kırptıktan sonra kızı hafifçe kendinden uzaklaştırarak döndürdü. Neşeyle gülen Hilal, adamın hiç duraksamadan ikinciyi döndürmesi üzerine kahkaha atmaya başlamıştı.


Kızı tekrardan kendine doğru çeken Burak, bu sefer iki elini de kızın beline koymuştu. Buna karşılık Hilal bir an bile duraksamadan kollarını adamın boynuna doladı.


Genç çift; onları ısıtan ateşin sıcaklığına tezat bir şekilde denizden gelen ılık hava eşliğinde, ateşin ve gökyüzündeki hilalin ışınları yüzlerinde dolaşırken birbirlerine baktılar. Ateşin turuncumsu ışığı, ikisinin de gözlerinin en açığından yeşil olmasını sağlamıştı.


Birbirlerinin gözlerinde kaybolan ikili, ateşin çıtırdısı ve denizden gelen dalga seslerinin gitara yaptığı doğal fon müziği eşliğinde, şarkılarını dinleyerek dans etmeye devam ettiler.


🎶 Ne sen baktın ardına ne ben

Hep ayrı yollarda yürüdük

Sustu bu gece karardı yine ay 

Kaldı geriye Cevapsız sorular

Uyandığında onu kim görecek

Bıraktığım düşü kim büyütecek 🎶


Şarkının sözlerindeki anlamı dinleyen genç kız mırıldanarak sordu.


"Şu an aklımda annenlerin tanışma hikayesinin dolaşması normal mi?"


"Yalnız değilsin. Bu şarkıyı dinlerken özellikle de bu kısımda, babamın sözlerini bir bir yutması geliyor aklıma. O gün kafede 'Cevapsız Sorular'ı söyleyelim.' dediğimde benim de aynısını yaşayacağımı tahmin etmeliydim aslında. Ne de olsa ben babamın oğluyum."


Hilal'in dudaklarındaki tebessüm büyüdü. Genç adam son cümleyi öylesine yumuşak bir sesle, öylesine büyük bir sevgi ve gururla kurmuştu ki zamanında acıyla hatta öfkeyle bu cümleyi kurduğuna kimse inanamazdı. Bir kez daha geldikleri bu noktaya şaşkınlıkla karışık bir mutlulukla baktı.


Onca zorluk geride kalmıştı.


Gökyüzündeki hilale bakarak gülümseyen Burak dejavu yaşama isteğiyle "Gökyüzünde yine sen varsın!" diye mırıldandı.


Genç kız hiç duraksamadan aylar önce verdiği cevabı verdi.


"Yanında da yine ben varım!"


Başını kızın saçlarına gömen adam şaşırtmayarak kelimesi kelimesine aylar önce kurduğu cümleyi kurdu.


"İyi ki!.. Senin benim yanıma, benim de senin yanına yakıştığım kadar hiçbir şey birbirine yakışmıyor Papatyam!"


🦋


"Abi sizden bir şarkı almadan gitmenize izin veremem." dedi Oktay onlara bakarak.


Yoldan geçen kalabalık dağılmış, yalnızca kendi aralarında eğlenen gençler kalmıştı. Gençlerin ısrarı üzerine bir süre yanlarına oturan ikili, şimdi de 'Şarkı söyleyin!' ısrarları ile karşı karşıya kalmışlardı.


"Evet lütfeeeen. Çok güzel söylüyorsunuz." diyen kıza baktı ikili.


"Feyza? Cırtlak sarı montun olmayınca bir an tanıyamadım seni." dedi Burak kıza takılarak.


"Yaa ben de tanıyamadım. Sonra Oktay'ın ona olan bakışlarını görünce anladım Feyza olduğunu." dedi Hilal de sırıtarak


Feyza ayrı, Oktay ayrı utanırken etraflarında bulunanlardan gülüşme sesleri gelmişti.


"Çok kötüsünüz." demesine rağmen Oktay'ın dudaklarında da kocaman bir gülümseme belirmişti.


"Şarkı söyleyecek misiniz abla?" diye soran Feyza'ya baktı Hilal. Sonrasında da bakışlarını sevgilisine çevirdi.


Her zamanki gibi 'Sana uyarsa bana da uyar!' diyordu o yeşiller.


Bunun üzerine Hilal gülümseyerek "Eee ne söylüyoruz?" diye sordu.


"Kütüphanedeyken He Is We dinlediğini söylemiştin değil mi?" diye sordu Burak gülen gözlerle.


"All About Us mı?" diye sordu Hilal hevesli bir şekilde.


Burak, başını aşağı yukarı salladı. Kızın hevesli hali dudaklarına enfes bir gülümseme yayılmasına neden olmuştu.


Genç kız kütüphanedeyken bu şarkıyı çok sevdiğinden bahsetmişti. Bunu öğrenen Burak, o zamanlar eline gitar alamamasına rağmen şarkının notalarını ezberlemişti.


"İşte tek sorun... Benim bahsettiğiniz şarkıyı bilmemem." dedi Oktay araya girerek. Bir yandan da mahcup bir şekilde başını kaşıyordu.


"Senin bilmen önemli değil zaten Oktaycığım." dedi Burak samimi bir alayla.


'Tamam da gitarı kim çala..." diyen genç, elini kendine doğru uzatan Burak ile şaşkınca ona baktı.


"İşi ehline bırakalım lütfen delikanlı! Alayım gitarı."


"Abi sen gitar çalmayı biliyor musun?" diye şaşkınca soran genç, adamın isteğini ikiletmeyerek gitarını ona uzatmıştı.


"Kural 1; Sesin güzelse ve müziğe ilgin varsa gitar çalmayı öğrenmelisin." dedi Burak ukala bir şekilde.


"Ne o? Kız tavlama kurallarımız mı var Burak Efendi?" diye sordu Hilal kaşlarını kaldırarak.


"Kural 2; Sesin güzelse, müziğe ilgin varsa ve gitar çalmayı biliyorsan, sesi güzel bir kız bulmalısın."


Burak'ın dudaklarındaki hafif hüzünlü tebessüm, Hilal'in olayı kavramasına neden olmuştu. Genç adam, ela gözlüsüne bakarak devam etti.


"Kural 3; Sesin güzelse, müziğe ilgin varsa, gitar çalmayı biliyorsan ve sesi güzel bir kız bulduysan o kızın elini tutmalısın ve asla bırakmamalısın." diyen adam kısık bir sesle devam etti.


"Ancak o zaman bu isteğin yerine gelir. Şimdi az ötede oyna yavrum. Sahne bugün bizim. Annenle sadece ikimiz şarkı söyleyeceğiz."


Gülen Burak parmaklarını gitarın üzerinde gezdirdi.


"Babam tarafından bu maddeleri duyup bu şekilde kovulmamın haddi hesabı yok. Adam resmen itina ile hiç üşenmeden aynı şeyleri söyleyip beni öz oğlunu odadan kovuyordu. Ben de inat ettim önce gitar çalmayı öğrendim sonra da güzel sesli bir kız bulacağıma söz verdim. Buldum da!"


"Benimle sadece sesim güzel olduğu için birliktesin yani öyle mi?" diye sordu Hilal sahte bir şokla.


"Hih! Kendi kendimi mi ifşaladım şimdi ben?" diyen Burak'ın sesi korku dolu çıkmıştı.


İkili gülerek birbirine bakarken, onları izleyen bir kızın isyan dolu sesi duyuldu.


"Ben de böyle bir ilişki istiyoruuum."


Bu yorum kahkahalarla karşılanmıştı.


"Yalanı yok ilişkilere karşı olan ben bile istedim." dedi delikanlının biri.


"Tuğra'ya bu cümleyi kurduran dünya bize neler yapmaz be!" dedi Oktay gülerek.


Tuğra, hafifçe onu ittikten sonra güldü.


"Çok komik(!)... Ben gezide yoktum abi. Geldiklerinde bizimkilerin ilk dediği şey 'Bir çiftle tanıştık. Bir şarkılar dinledik ki off off.' oldu. Şarkılarınızı hâlâ dinlememiş olsam da kimyanız on metre öteden bile hissediliyor maşaallah."


"Sağ ol!" dedi Burak gülümseyerek. Sevgilisine baktığında yanındaki kızlarla fısır fısır konuştuğunu görerek kaşlarını kaldırdı ve ona laf attı.


"Hayırdır Hilal Hanım beni mi çekiştiriyorsunuz?"


"Yoo ne alakası var Burak Bey? Ben sevgilim hakkında konuşuyordum. Siz üstünüze alınmayın lütfen!"


"Sevgilinizin ne kadar yakışıklı olduğunu anlatarak yorulmasaydınız Efendim. Şekil A'da görülüyor zaten." dedi Burak ukala bir sesle.


Adamın kendini beğenmiş cümlesi karşısına Hilal esefle başını iki yana salladı.


"TDK'ya istekte bulunacağım. Ego kelimesinin karşısına adını yazdırtacağım."


"Kendi ismini eklemeye de unutma ama! Gizli Ego kısmına da seni yazalım Hanımefendi. Çünkü sen de benim kadar egoistsin."


"Gizli buradaki anahtar kelime Beyefendi. Ben her yerde cici kızım. Sen ise hep ukala." dedi Hilal bir an bile duraksamayarak.


"Cici kızmış! Kameralara oynuyorsun Asena. Ben biliyorum senin ne kadar cici(!) olduğunu." dedi Burak ona bilmiş bir bakış fırlatarak.


"Bunu biliyorsan sessiz kalman gerektiğini de biliyorsundur Alfa. Yoksa o cici kızın gazabından seni kimse kurtaramaz." dedi Hilal dudaklarındaki tehlikeli gülümsemeyle. Kızın tehdit kokan ukala sesi karşısında Burak neşeli bir kahkaha attı.


Gençler ise, ikilinin bu diyaloğun tenis maçı izliyormuşçasına izliyorfu. Bunu fark eden Hilal onlara bakarak güldü.


"Maç bitti gençler."


"Nasıl yaa? Abi bir şey söylemeyecek mi?" diye sordu Tuğra kaşlarını kaldırarak.


"Cık!" dedi Burak ela gözlü kıza bakarken.


"Ne yani bunun altında mı kalacaksın?" diyen Tuğra bu tatlı atışmayı uzatmak istiyordu. Bu deli dolu çifti izlemek çok eğlenceliydi.


"Asena gazabının ne olduğunu bilmeden konuşuyorsun Tuğra. İstesen de bu konuda beni fişekleyemezsin. Başka bir zaman bunun rövanşını alırım ben ondan." diyen Burak dudaklarındaki muzır gülümsemeyle devam etti.


'Kazandım zanneder ama aslında kazanan ben olurum. Yaşanmayan şey değil ne de olsa."


"هر بار که زیر کمر به آن ضربه می زنید، اتفاق می افتد!"


(Ne zaman bel altı vursan o zaman oluyor!)


Hilal'in isyan dolu Farsça cümlesi karşısında Burak gür bir kahkaha attı.


"تو داري گناه منو ازم ميبري من خيلي خوبم . اين جرم منه که داره براي چيزي که ميگم بدبخت ميشه؟"


(Günahımı alıyorsun ama. Ben çok efendiyim. Söylediklerimi fesata çeken sensen suç benim mi?)


Hilal, kıstığı ela gözlerini adama dikti. Onun bakışları karşısında sırıtan Burak omuzlarını silkti.


"Yalan mı?"


"Ben sana göstereceğim şimdi yalanı!" diye tısladı Hilal.


"Valla de!" diyen Burak'ın dudaklarındaki eğlenen gülümseme karşında Hilal sakinleşmek istercesine derin bir nefes aldı.


"Biz anlamadık ama sanırım skor 2-1 oldu. Abi her ne dediyse öne geçmiş gibi." diyerek araya girdi Tuğra. Ve böylelikle ela gözler ona dönmüş oldu. Korkutucu bakışlar karşısında yutkunan genç tırsarak mırıldandı.


"Bir şey demedim abla. Bakmasan mı acaba şöyle?"


Onun hafif korku dolu çıkan sesi karşısında herkes kahkahalara boğulmuştu.


"Tuğra'nın da R yaptığını gördüm ya artık ölsem de gam yemem." dedi Oktay kahkahalarının arasında.


"Senin benimle derdin ne lan?" diye söylendi Tuğra ona göz devirerek.


"Her zaman büyük konuşuyorsun kuzen. Ve söylediklerini yutman çok hoşuma gidiyor." dedi Oktay sırıtarak.


"Akrabadan daha büyük düşman yok valla." diyen Tuğra güldükten sonra Burak'a döndü.


"Sanırım az önce bahsettiğin gazap ile kısa bir teaser olarak karşılaştım abi. Teaser bana yetti de arttı. Filmde sana çokça geçmiş olsun."


"Yürek mi yedin Tuğra? Ben hâlâ buradayım farkındasın değil mi?" dedi Hilal kaşlarını kaldırarak.


"Yürek yemedim de, Burak abim cümlemin üzerine kesin afili bir cümle kurar ve sen de beni unutursun diye bir rahatlığımın olduğu doğrudur abla."


Hilal, bu cümleyi duyduğunda güldü.


"İstek var Burak Bey. Evet afili yorumunuzu alalım."


"Ben, senin o kısa dediğin teaserı yaşayabilmek için bile nelerle savaştım. Sen bir de kalkmış film için geçmiş olsun diyorsun. Geçmesini isteyen yok ki. Ömrümün sonuna kadar bıkmadan bu filmi izlemeye söz verdim ben."


Sahilde "Oooooo..." sesleri yankılanırken Burak'ın tüm dikkati kızın üzerindeydi. Hilal'in elalarındaki en minik harelerin içi bile gülerken yeşillerini ela gözlerden ayırmayan Burak, elinde tuttuğu gitarı çalmaya başladı.



🎶 (Türkçesi) 

Ellerimi tut, sana dans etmeyi öğreteceğim

Seni döndüreceğim, düşmene izin vermeyeceğim

Sana öncülük edeyim, adımları takip et

Hadi dene, harika olacak 


Oda sessiz 

Bu bizim ânımız 

Bunu tamamen al ve sımsıkı tut

Gözler senin üstünde, gözler benim üzerimde

Bunu doğru yapıyoruz 


Çünkü aşıklar aşık oldukları zaman dans ederler

Spotlar parlıyor, her şey bizimle ilgili

Her şey bizimle ilgili 

Odadaki tüm kalpler eridi,

Bu daha önce hiç hissetmediğim bir duygu,

Her şey bizimle ilgili 


Aniden, güçlü hissediyorum

İçimde neler oluyor bilmiyorum

Neden böyle hissediyorum 

Dans edebilir miyiz, çok yavaşça?

Sana sarılabilir miyim, sana yakından sarılabilir miyim?


Bu aşkı duyuyor musun? 

Bizim şarkımızı çalıyorlar.

Hazır olduğumuzu düşünüyor musun?

Ben bunu gerçekten hissediyorum

Bu aşkı duyuyor musun? 

Bu aşkı duyuyor musun? 🎶


Birbirlerinin gözlerinden bir an bile ayrılmadan şarkıyı söyleyen ikilinin bahsettikleri dans normal bir dans değildi aslında.


Hayat dansıydı... 


'Ellerinden tutacağım ve sana yaşamayı öğreteceğim.' diyorlardı.

Bana güven düşmene asla izin vermeyeceğim, beni takip et sana ışık olacağım...


Herkes bizi izliyor olsa da benim gözüm senden başkasını görmüyor, gözlerine baktığım her an sadece ikimize ait olacak.


'Sevgi denen bu duygu sayesinde aniden güçlü hissediyorum, sana sarıldığımda her şeyin üstesinden gelebilirim.'


'Bu aşkı duyuyor musun? Artık hazır olduğumu hissediyorum. Benimle tüm zorluklara karşı dans etmeye var mısın?' diyoie soruyorlardı.


Etraflarındaki insanlar şarkı sözlerini duysalar da birbirlerinin gözlerinde kaybolan ikili ruhlarına bu cümleleri fısıldamışlardı. Ve dudaklarındaki gülümseme, seninle bu dansa ömür boyu varım diyordu.


🦋 


"Bugün o kadar güzeldi kiii." diyen Hilal aniden durarak sevgilisine sarıldı ve yanağına bir öpücük kondurdu.


"Seni çok çok çok seviyorum. Bugün için çok teşekkürler Alfa'm!"


"Mimarı sensin Sevdiğim. Asıl ben teşekkür ederim." diyen Burak, kızın sarılışına sıkıca karşılık verdi. Papatya kokulusunun saçlarına bir öpücük konduran adam geri çekilerek kızı alnından öptü.


"Hayatımda böyle bir geceye sahip olacağımı hiç düşünmemiştim. Biriyle randevuya çıkacağımı ve başka hiçbir şey düşünmeden o kişiyle vakit geçireceğimi... Böyle bir yaşayacağım aklımın ucundan bile geçmezdi."


"Ben ise böyle bir günü halatla çekiyordum." dedi Hilal gülümseyerek. Onun tatlı çıkan sesi karşısında gülen Burak, kızın parmaklarını parmaklarının arasından geçirerek yürümeye devam etti.


"Sen 'Ego' kelimesi diyorsun ama... Bence Evrim kelimesinin karşısına adım yazılmalı. Baksana beni nasıl değiştirdiğine." diye mırıldandı Burak.


"Bakıyorum. Hep ona bakıyorum zaten. Ve her seferinde tekrar tekrar şükrediyorum." dedi genç kız yumuşak bir şekilde.


"Ben de! Karşıma çıktığın için, savaşmaktan vazgeçmediğin için öylesine çok şükrediyorum ki..."


İkili, dalgaların sesi eşliğinde geldikleri yolu geri dönerken denizden gelen sert rüzgar Hilal'in titremesine neden oldu. Bunu fark eden Burak, yürümeyi kesti ve bir an bile duraksamadan ceketini çıkardı.


"Ama sen üşüyecek..."


Burak'ın ukala bir şekilde 'Ciddi misin?' diye attığı bakış karşısında Hilal derin bir iç geçirdi.


Adam resmen askerliğiyle hava atıyordu!


Burak'ın "Geçir bakayım kollarını!" demesiyle gülen Hilal ceketi giydi. Bir yandan da kendi kendine mırıldanıyordu.


"Sahilde yürüyeceğimizi bilseydim ceketimi de alırdım."


"Belki ben seni kendi ceketimin içinde görmek istediğim için bilerek söylemedim?"


Duyduğu cümleyle birlikte hızla adama bakan genç kız, yeşil gözlerdeki ciddiyetle adamın şaka yapmadığını anlamıştı.


Dudaklarında enfes bir gülümseme olan adam, kızın dumura uğramış hali karşısında güldü.


"Kışın gelmesini iple çekiyorum biliyor musun? Montumun üzerinde nasıl durduğunu görmek istiyorum."


Hilal gözlerindeki muzip parıltılar ile "O benim montum!" diyerek çıkıştı.


"Sen öyle san!" diye fısıldayan adam, kızın burnunu hafifçe sıkmıştı.


"Montun bana çok yakışıyor." dedi Hilal, Burak'ın bu savaşı kazanmasına izin vererek.


Yeşillerini ela gözlerde gezdiren adam "Sevgim de sana çok yakışıyor." diyerek karşılık verdi.


🦋 


"Ceketini de sahiplenmek isterdim ama bayâ büyük geldi. Mont gibi de değil ki!" diyen Hilal'in sesindeki üzüntü gerçekti.


"Sana elimi verdiğimde kolumu kaptırdığımı çok iyi biliyorum Kelebeğim. Bu yüzden normal ceket ve pantolon yerine takım elbise giydim ya zaten." dedi Burak ukala bir şekilde.


"Gıcık!" diyen Hilal arabadan inmeyi hiç istemediğinden arkasını yaslandı ve adama baktı. Onun bu durumunu fark eden Burak şefkatli bir şekilde konuştu.


"Saat geç oluyor Kelebeğim. Eve gir de uyu. Yarından itibaren çok yoğun bir tempo bizi bekliyor."


"Tornado için göreve kim çıkacak?"


Hilal'in bu ani sorusu araba içerisinde yankılanmıştı. Bir süre sessiz kalan Burak sorulan soruyu cevapladı.


"Bilmem! Yağız ya da Emre sanırım. Tuncay da olab..."


"Sen?" diye sordu Hilal ciddi bakışlarla.


"Düşünmüyorum." diye mırıldandı Burak.


Hilal, dili farklı gözleri farklı söyleyen adama baktı. Burak, günlerdir hatta aylardır Tornado'yu yakalamak için her şeyi yapmıştı. Şimdi tam yolun sonuna gelmişken göreve gitmeyeceğini söylüyordu. Hilal için...


"Sen git!" dedi Hilal yumuşak bir şekilde.


Onun cümlesi karşısında gözleri şaşkınlıkla büyüyen Burak "Ne?" diyerek tepki verdi.


"O adamı ne kadar çok yakalamak istediğini biliyorum Burak. Sen git! Verdiğin onca çabadan sonra onu yakalamak senin hakkın."


"Hilal bu iş ciddi! Tornado, yıllardır hiç kimsenin yakalayamadığı bir uyuşturucu baronu. Anlık operasyon veya birkaç günlük bir görev değil bu. Ne kadar süreceğini bilmiyorum. Günleri geçtim... Aylar bile sürebilir!"


'Aylar bile sürebilir!' cümlesi içinde yankılanan kız kısa bir an duraksasa da kararlı gözlerini adama dikti.


"Ciddi olduğunu biliyorum. Çok çok tehlikeli olduğunu da... Ama ben olmasaydım o göreve sen gidecektin."


"Ama sen varsın!" diye fısıldadı Burak. Bu fısıltı Hilal'in ruhuna kadar ulaşmıştı.


Kesik bir nefes alan genç kız, gözlerindeki hüzünle adama baktı.


"Ömrümüzü böyle mi geçireceğiz Sevdiğim? Ömür boyu tehlikeli diye, uzun diye operasyonlara gitmeyecek misin?"


Burak'ın sessiz kalışı karşısında emniyet kemerini çıkaran Hilal, ona doğru dönerek elini tuttu.


"Hani biz birbirimizi değiştirmeyecektik?"


"Son operasyonda yaşananları unuttun mu?" diye fısıldadı Burak.


Sevdiği adamın, aktif bir bombanın karşısında onu aradığı o berbat günü hatırlayan Hilal gözlerinin dolduğunu hissetti.


"Benden haber alamadığın her an kahrolucaksın. Sana haber veremediğim her an delireceğim." dedi Burak sesindeki acıyla.


Bakışlarını kaçıran Hilal, gözünden bir damla yaşın düştüğünü hissetti. Burak, gözyaşını yere düşmeden önce yakaladı. Yanağını okşayan adamın elini hisseden genç kız gözlerini kapattı.


"Seni nasıl bırakabilirim? Seni ağlatmayacağıma dair kendime sözler verirken... Nasıl olur da seni böylesine bir bilinmezliğe sürüklerim?"


Gözünden ikinci bir gözyaşı firar ederken Hilal gözlerini açtı.


"İstemiyorum. Vatanımız ve benim aramda seçim yapmanı istemiyorum. Benim yüzümden kendinden feragat etmeni istemiyorum. Sen Alfa'sın! Senin hayatın bu. Ben tüm bunları bilerek hayatına dahil oldum."


"Hayır... Sen beni kalbine aldığında asker olduğumu bilmiyordun. Sonrasında ise her şey için çok geçti."


Hilal, başını iki yana sallayarak kesin bir şekilde konuştu.


"Asker olduğunu bilsem de bir şey değişmezdi. Eğer dediğin gibi olsaydı yıllarca beni kurtaran kahraman asker aklıma üşüşüp durmazdı. Asker olduğunu öğrendiğim gün sana olan sevgim katlandı benim Alfa'm. Kendine verilen bu nişanı gururla taşıyorsun sen. Sayende asker yareni oldum ben. Şimdi kalkıp da 'O göreve gitmeni istemiyorum.' diyemem."


"Ama ben diyorum! Düşününce bile canım yanıyor. Uyku bile uyumadan her an tetikte, her telefonu korkarak açan bir sen... Sana bunu yaşatmak istemiyorum."


Başını önüne eğen Burak, titrek bir nefes aldıktan sonra acıyla konuştu.


"Ben yaşadım bunu. Babam göreve gittiğinde yaşadım. Her çalan kapıya 'Acaba o mu geldi?' diyerek koştum. O gün yaşadığım mutlu olayı ilk ona anlatmak istedim ama o yoktu. Üzüldüğümde ona sığınmak istedim ama o yine yoktu. Hadi beni geçtim! Ben annemin gözlerinde de tüm bunları gördüm Kelebeğim. İlk başlarda dayım içindi o endişe. Ama babam hep o endişenin silinmesini sağlardı. Ama endişesini silen adam göreve gittiğinde... Oğlu bile onun gözlerindeki parıltıyı yerine getiremedi. Gülerdi, konuşurdu. Benimleydi ama... İçinde bir yer sürekli onunlaydı. Aklı, kalbi, ruhu hep onu bekliyordu. Çalan her telefonu nasıl korkuyla eline alırdı biliyor musun? Tanımadığı bir numara gördüğünde nasıl titreyerek cevap verirdi. Çalan her kapıya önce uzun bir bakış atardı. O anlarda aklından 'Ya o kapıyı açtığımda hayatım sonsuza kadar değişirse.' diye geçtiğine o kadar eminim ki..."


Gözyaşları yeşil gözlerinden usulca süzülen adam çaresiz bir sesle devam etti.


"Ben şimdi sana tüm bunları nasıl yaşatabilirim? Annemin geceler boyu korkuyla içli içli ağlamasını dinledim ben. İçten içe annemi ağlattığı için babama içerlenerek hem de... Şimdi aynı şeyi sana mı yapacağım? Ben bunu istemiyorum."


Hilal, hıçkırığını saklamak için dudaklarını birbirine bastırdı. Gözlerini kapatan genç kız, alnını adamın alnına yasladı.


"Yalan söylemeyeceğim Alfa'm. Endişeden delireceğim, korkacağım. Dediğin gibi her an tetikte bekleyeceğim. Büyük ihtimalle de bolca ağlayacağım. Ben kitap okurken, dizi/film izlerken aşırı empati yaparak hıçkırıklara boğulan bir kızım. Sevdiğimi göreve gönderdiğimde ağlamamam anormal kaçar değil mi? Tehlikenin de oldukça farkındayım. Sen görevden gelene kadar, yeşillerini görüp sana sımsıkı sarılana kadar sürüyle olumsuz düşünceyle boğuşacağımı da biliyorum." diye fısıldayan genç kız geri çekilerek gözlerini açtı.


Zümrüt yeşili gözler elalarıyla buluştuğunda kararlı bir sesle konuştu.


"Yine de... Göreve gitmeni istiyorum Yüzbaşım."


"Hilal..."


Başını iki yana sallayan Hilal adamı konuşturmadı.


"Gitmezsen aklın hep orada kalacak. Hep tetikte olacaksın. O görev bitene kadar, göreve çıkan silah arkadaşın gelene kadar kendini yiyip bitireceksin. Yanında olmama rağmen bunu yaşayacaksın hem de! Ben bunun vicdan yükünü kaldıramam. Ben aşık olduğun mesleğini yapmana engel olan kişi değil, seninle her şeye göğüs geren kişi olmak istiyorum. Kelebek olduğum kadar Asena olduğumu da unutma! Zor da olsa dayanırım. Senin yolunu gözlemeye dayanırım ama bana narin bir kelebek gibi davranarak her seferinde kendinden biraz daha ödün vermeni izlemeye dayanamam. Mutsuz olduğun bir ömrü yaşamana dayanamam."


"Mutsuz? Seninleyken o kelime tüm sözlüklerden silinirken, hangi mutsuzluktan bahsediyorsun?" diye sordu Burak.


"Eksik olduğun için yaşayacağın mutsuzluk! Bunu daha önceden de söyledim. Askerliği bırakmana izin vermeyeceğim!"


"Ben askerliği bırakmıyorum ki sadece..."


"Her şey böyle başlayacak. Önceleri şu görev uzun, bu tehlikeli... Sonrasını anlatmaya gerek yok değil mi? Burak baban MİT'ten ayrılmasına rağmen göreve devam etmiş. Bu nasıl oldu sence?"


Kıza bakan adam, onun kastettiğini anlasa da sessiz kaldı.


"Annen! Yaşadığım 24 yılı ortaya koyarım ki annen kocasının eksik kalmasına izin vermemiştir. Benim de senin eksik kalmana izin vermeyeceğim gibi. Bu göreve sen çıkacaksın! İstediğin gibi..." diyen Hilal gülümseyerek devam etti.


"Ve ben de senin bana dönmeni bekleyeceğim. Sensiz geçen her günümü yazacağım ve geldiğinde hepsini okuyarak başını şişireceğim. Sen de bu yüzden, döndüğünde benden hızlıca kurtulup daha çabuk uyuyabilmek için o görevin kısa sürede bitmesini sağlayacaksın."


Kızın muzip sesi karşısında Burak istemsizce güldü.


"Sorun şurada ki ben seni dinlemekten asla bıkmam. Hele de uyku için, bu süreyi asla kısalttırmam."


"O uyku benimle olsa bile mi?" diye sordu Hilal kaşlarını kaldırarak.


Bunu duyan Burak sırıttı. 


"Öyleyse işler değişir."


"Peki ne diyorsun?" diye sordu kız yeşil gözleri incelerken.


Derin bir nefes alan Burak, başını aşağı yukarı salladı.


"Çok cazip bir anlaşmayla geldin Kelebeğim. Reddedemeyeceğim kadar cazip." diyerek işi şakaya vuran adamın gözlerindeki endişe olduğu yerde duruyordu.


Sevgilisinin yanağını okşayan kız gülümsedi.


"Bana olan zaafını kullanıyorum işte."


Bir süre ela gözlere bakan Burak "Sence başarabilecek miyiz?" diye fısıldadı. Sesinde yoğun bir hüzün vardı.


"Şu zamana kadar onlarca asker ve asker yari nasıl başardıysa biz de öyle başaracağız Alfa'm. Görev bitimi için şafak sayarak, severek ve çokça dua ederek."


🐺 


Kilitli olmayan parmaklıkların içerisinde oturan Özgür, elinde tepsiyle içeri giren adamı gördüğünde gülümsedi.


"Hoş geldin. Dün kayıplara karıştın."


"Yaa biraz öyle oldu. Fabrikaya gece yarısı geldim. Sen uyuyordun o yüzden de dokunmadım. Okunacak/incelenecek o kadar dosya vardı ki..." diyen Burak tepsiyi yere koyarak adamın yanına oturdu.


"Rahat mısın? Dışarı çıkamıyorsun ama..."


"Ben aylardır böyleyim." diyen Özgür kısık bir sesle devam etti.


"Gökçe'm o dört duvar arasında kalırken nasıl dışarı çıkıp hava alabilirim ki?"


Burak, usulca başını salladı. Hiçbir kelimenin adamı teselli edemeyeceğini çok iyi biliyordu. Kısa süre sonra mırıldandı.


"Bu arada... Ben bir şey yaptım abi."


"Operasyonu bırakıp randevuya çıkmak dışında mı?" dedi Özgür muzip bakışlarla.


"Hangisi söyledi?" diyen Burak iç geçirmişti.


"Seninki. Emre! Bayâ konuştuk onunla. Daha çok geçmişten bahsettik gerçi."


"Beni şikayet etti di'mi?"


"Ooo hem de nasıl! Mermiye kafa atıyormuşsun. Seni hatırlamayan birine 'Hani şu mazoşist herif.' diyerek hatırlatma yapıyorlarmış hatta."


'Yalan değil." dedi Burak başını kaşıyarak.


"Şimdi ne değişti anlat diyeceğim ama, önce karın ağrını söyle. Ne yaptın?"


"Gökçe ablayı bizim hastaneye aldırttım." diye mırıldandı Burak.


Bir anlığına duraksayan Özgür "Ne zaman? Ve neden?"


"Gece haber verdim. Sabaha karşı da alındı."


"Kaçırır gibi?"


"Amacım biraz da oydu açıkçası. Senin mekanı öğrenmişler. Kimliğini bilip bilmediklerini bilmiyorum. Eğer kim olduğunu öğrendilerse tehlikede olacaktı. Ayrıca operasyonu başlatacağız. İfşa tehlikesi devam edebilir. Gözümün önünde korunaklı bir yerde olursa daha iyi olur dedim."


"Havva annemlere ne dedin?"


"Gece gelmeden önce hastaneye gittim. Seni tanıdığımı söyledim. Adımın Burak olduğunu söylediğimde... Zaten beni tanıdığını öğrendim." dedi Burak adama mutlu gözlerle bakarken.


"Kardeşimi anlattım tabii. Hayalet Mahalle olayını Havva annem ve Sami babama söyleyemedim ama senden de, Yiğit abim ve Dilek ablamdan da haberleri var. Senin kim olduğunu öğrenince çok sorgulamamıştır. Benim gönderdiğimi düşünmüştür."


"Aynen öyle oldu. Sana sorgusuz bir güvenleri var. 'Yarın Özgür abim sizi arayacak ama şimdi dediğim gibi yapalım. Orada daha rahat edeceksiniz inanın bana.' dedim, kabul ettiler. Gökçe ablanın yanındaki odayı da onlara ayarladım. Herhangi bir açık yara ve enfeksiyon riski olmadığı için aldırdığım özel odada da açılır kapanır rahat bir koltuk var. Doktor kabul ederse orada da uyunabilir. VVVIP hastasının yakınları olduğunuz için doktorunun pek bir şeyi reddedeceğini düşünmüyorum gerçi." dedi Burak gülerek. Özgür minnettar bakışlarla ona bakarken devam etti.


"İki hastane iletişime geçti. Bizimkiler Gökçe ablamın bilgilerini aldı. Olur da gerekli bir test görürlerse yapacaklar, koma halinin nedenini anlamaya çalışacaklar. Bu süreçte de karşı odalarının kapısında daimi iki nöbetçi bulunacak. Dışarıdan bakıldığında önünde durdukları odayı koruyor gibi gözükecekler ama asıl korudukları karşı odadaki Gökçe ablam ve ailesi olacak. Bu korumalar da biraz formalite aslında. Onun bulunduğu kat zaten korumaya alınan kişiler için özel hazırlanmış durumda. Kata giriş yapabilen kişilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Sıkı güvenlik var. Bu arada Gökçe ablamın ailesinin peşine de adam taktım. Ne olur ne olmaz."


Özgür bir süre duyduklarını sindiremeye çalışarak duraksadı. Sonrasında kızarmış gözleriyle Burak'a baktı.


"Her şeyi bana emanet ederek arkana yaslanabilirsin.' diyorsun yani?"


"Öyle diyorum abim. Sen bana bilgileri vererek yapman gerekeni fazlasıyla yaptın zaten. Bu süreçte seni buradan çıkarmayacağım. Operasyonu bir nevi birlikte yöneteceğiz. Bildiğin, aklına gelen, hatırladığın her şeyi bizimle paylaşacaksın. Biz de seni durumdan haberdar vereceğiz, rotayı da gelişmelere göre çizeceğiz."


"Peki o iti yakalamak için ne yapacaksınız? Kim gidecek göreve?"


Özgür'ün sesindeki derin nefret karşısında Burak kararlı gözlerle ona baktı.


"Ben! Ne olursa olsun Tornado denilen o şerefsizi yakalayacağım abi. Sen hiç merak etme!.. Aklımda var bir plan. Biraz daha şekillendireyim açıklayacağım."


"Dikkatli olacaksın değil mi?"


Özgür'ün endişeli çıkan sesi karşısında Burak gülümsedi.


"Sözüm var. Ayrıca o hayatımdaykem dikkatsiz olma gibi bir lüksüm yok."


"Onun kim olduğunu artık öğrenebilir miyim Kardeş?.. Asker mi o da?"


"Cık! Psikolog."


"Sanırım ruhunu iyileştirmeye daha iyisi gelemezdi." diye mırıldandı Özgür.


"Kesinlikle. Başkası olsaydı... Yaptığım onca şeyden sonra yüzümü bile bakmaz, defolup giderdi. Ama Kelebeğim benden önce neyi neden yaptığını anladı ve her zaman yanımda oldu. Çok kısa bir zamanda bu hayattaki en büyük destekçim haline geldi."


"Vayy. Dişli bir kız anlaşılan."


"Boşuna Asena demiyoruz." dedi Burak gülümseyerek.


"Nasıl tanıştınız?"


Özgür'ün meraklı sesi karşısında Burak güldü. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra anlatmaya başladı.


"Bizim hikaye fazla uzun ama... İlk kez 3 yıl önce tanıştık. Bir okulun patlayacağı ihbarı üzerine okula gittik. Sonra bir öğrendim ki Hilal içerideymiş. Temizlikçinin küçük bebeğini kurtarmak için çıkmamış dışarı."


"Binanın patlayacağını bildiği halde?" dedi Özgür sesindeki hayranlıkla.


"Evet. İlk duyduğumda ben de şaşırdım. Hilal'i tanımıyordum tabii o zamanlar... Onu kurtarmaya girdim işte. Bodrumdaydı. Onu buldum okuldan çıktık sonra da ormanda bir mağaraya saklandık. Okul biz çıktıktan çok kısa bir süre sonra patladı."


"Hayatını kurtardın demek?"


"Cık! O benim hayatımı kurtardı. Ben onu sadece okuldan çıkarttım. O ise beni geçmişimin kör kuyusundan..."


Özgür, gülümseyerek başını salladı.


"İyi ki kurtarmış. Şu dudaklarındaki ve gözlerindeki gülümseme var ya... Beni ne kadar mutlu ediyor bilemezsin."


Burak, adamın gözlerine baktı. Resmi olarak tanışmalarının üzerinden sadece 1 gün geçmişti. Fakat adamın ondaki yeri öylesine büyüktü ki... Bu hissin karşılıklı olduğunu bilmek de çok güzeldi.


"Ee sonra? 3 yıldır birlikte misiniz?" diye soran Özgür cevabı tahmin ediyordu aslında. Burak onu yanıltmayarak konuştu.


"Hayır. O günden sonra bir daha görüşmedik."


"Onu bulman saniyelerini almazdı." dedi Özgür kesin bir şekilde.


Burak'ın ona attığı bakışı görünce güldü.


"Babasının oğlu! Baban, annene öyle davrandığı için ne kadar pişmandı haberin var mı?"


"Onların hikayesini de mi biliyorsun?" dedi Burak şaşkınlıkla.


"Islahevinde bir olay olmuyordu. Bir süre sonra bende anlatacak şeyler bitti. Yiğit abim de kendinden bahsetmeye başladı."


"Sana anlattıklarını da dinlemek isterim. Ben küçüktüm bu yüzden genelde olumlu olayları biliyorum."


"Anlatırım tabii. Ama şimdi hikaye anlatıcılığı sende. Nasıl oldu da Hilal ile tekrar karşılaştınız? Ekibe mi girdi?"


"Hayır. İlk karşılaşma tesadüftü. Gittiğimiz kafede doğum gününü kutluyorlardı. O gün... Beraber şarkı söyledik. Onun o kız olduğunu, görür görmez anlamıştım."


"Hilal anlamadı mı?"


"İmkansızdı. O gün yüzümde maske vardı. Ve öylesine karanlıkta gözlerimi inceleyebilmesi, 3 yıl sonra da tanıması ciddi anlamda imkansızdı."


"Ama sen tanıdın?" dedi Özgür kaşlarını kaldırarak.


"O cesur kızı unutmam... Söz konusu bile değildi. Aldığımız eğitimler sayesinde karanlıkta görmeye alışkınım. Ses tonu da tanıdıktı ama emin değildim. Hüsnü kuruntu yaptığımı düşünüyordum. Emin olduğum an..."


Kendi kendine gülen Burak, abisine bir bakış attı.


"Bunu Hilal'e bile söylemedim. Asıl emin olduğum an, papatya kokusunu aldığım andı. Şarkı söylemek için sahneye çıktığımızda şarkıyı seçmek için kura çekmiştim. Kağıdı görebilmek için bana yaklaştı. O kızın kokusunu unutmam imkansızdı. Papatya kokusunu aldığımda öylesine hızlı döndüm ki uzaklaşmaya fırsatı olamadı. Elaları fazla yakındı. İlk tanıştığımızda sessiz olması için ağzını kapattığımda da olduğu gibi... Benim için oldukça büyük bir dejavu ânıydı ama o bundan bihaberdi. Yine de benden etkilendiğini fark etmiştim. Benim nasıl hissettiğimi söylememe gerek yok sanırım."


"Daha adam akıllı tanımadan kıza vurulmuşsun. Öyle oluyor geçti. Öyle bir şey söylüyor veya öyle bir şey yapıyor ki hayran hayran onu izlerken buluyorsun kendini." dedi Özgür hafif buruk bir tebessümle. Sonrasında toparlanarak sordu.


"Peki ne oldu? İlk karşılaşmamız tesadüf dedin. İkincisini bilerek mi planladın?"


Soruyu duyan Burak başını öne eğdi.


"Bilerek planlandı ama planlayan ben değildim."


"Bu... Ne demek?" diye sordu Özgür soru dolu bakışlarla bakarken.


"Hikaye burada kilitleniyor. Sana anlatamayacağım şeyler var. Sadece 'Emir aldım ve bazı nedenlerden dolayı ona yakınlaştım. Sonra da ortadan kayboldum' diyebilirim."


"Ne yaptın ne yaptın?" diye soran Özgür'ün sesi inanamamazlıkla doluydu.


"Ben olmasam başkası gidecekti. Başka birinin ona yaklaşma düşüncesi bile çıldırmama yetiyordu. Bu yüzden de görevi kabul ettim. Mükemmel bir 42 gün geçirdik. Her gün kütüphanede buluşuyorduk. Ya ona ALES için matematik çalıştırıyordum ya da kitap okuyorduk."


"Kütüphane... Kitap kafe." diye mırıldandı Özgür.


"Öyle... Annemlerin hikayesine çok benziyor. Fakat biz sadece gözlerimizle konuşmadık. Ona o kadar çok şey anlattım ki! Daha ilk andan görevde olduğumu unutmuştum. Kendimi Burak Kılıç diye tanıştırdım."


Özgür kısa bir ıslık çaldı.


"Peki canım kardeşim... Onca şeye rağmen nasıl ortadan kaybolabildin acaba? Başka hiç mi yolu yoktu?"


Soruyu duyan Burak durgunlaştı. Onun halini gören Özgür şefkatli bir sesle sordu.


"Ne oldu?" 


"Ben... O günden sonra hayatıma asla birini almayacağıma dair yeminler etmiştim. Askeriyeye girmem bu durumu pekiştirdi. Asla... Aile kurmaya niyetim yok." diyen Burak gözlerinin kızardığını hissederek başını önüne eğdi.


Burak'ın son kelimesinde geçmiş zaman kipi kullanmaması Özgür'ün dikkatini çekmişti. Yazdığı bir mektupta en büyük hayalinin 'Babam gibi mükemmel bir baba olmak istiyorum.' olduğunu hatırlayan Özgür acı bir nefes aldı.


Adam, ne bir yorum yaptı ne de bir soru sordu. Sadece Hilal adındaki cesur Asena'nın, Burak'ı geçmişinin kuyusundan çekip çıkardığı gibi geleceğinin korkularından da kurtarmasını diledi.


🐺


İkili, dakikalarca konuştular. Kah biri anısını anlatıyordu, kah diğeri.


"Aa bu arada... Kitabın hâlâ bende. Kütüphanemin baş köşesinde." dedi Özgür gülümseyerek. Sonrasında ise hayretle devam etti.


"Tek bir şeyi merak ediyorum. 11 yaşındayken okuduğun 'Tutunamayanlar'dan ne anladın acaba Burak? Ben 17 yaşında okumama rağmen afalladım da. Şimdi bile her okuduğumda farklı anlamlar yükleyebiliyorum."


"Olric'i anladım? İç sesimle kavgalar etmeye, onu benden ayr bir benlik saymaya başladım. Gerçi bu çoğu zaman iyi bir şey değildi. Bazen iyice kafayı tırlattığımı hissediyordum."


"Doğal olarak! Dilek ablam kitabı verirken 'Bizimkinin kıskançlığı gün geçtikçe katlanıyor. Bu sefer de beni öğrencilerimden kıskandığı için bu kitabı okudu. Aman dikkat et çok değer veriyor.' demişti. Gerçi sonrasında bana bakarak 'Ama sanırım hayatında ilk defa kıskançlık yapmayacağı bir durum oluştu.' diye mırıldanmıştı. Kitaplarını benimle paylaşmanı kastediyordu sanırım?"


Yeşil gözleri kıpkırmızı olan Burak fısıldayarak konuştu.


"Kitapları değil... Ailemi!"


"Anlamadım?" diyen Özgür, kalbinde beliren anlam veremediği hissi geçirmek istercesine nefes aldı.


"Bir gün annem ve babam yanıma geldi. 'Özgür abin bizimle yaşamak istese... Ne tepki verirsin?' diye sordu."


"Ben hiçbir zaman böyle bir istekte bulunmadım." diye mırıldandı Özgür kısık bir sesle.


"Zaten bu istek senin değil, onlarındı. Annemler söylediğinde ilk tepkim heyecandı. Bir abim olacaktı. Resmi olarak! İlk başlarda..."


"Bir dakika!" diyen Özgür hızlı nefesler alıp vermeye başlamıştı.


"Neden bahsediyorsun sen Burak?" diyen adam sesinin titrediğini hissetse de umursamadı. Tüm bedeni titrerken sesinin titriyor olması çok da önemli değildi.


Burak, sol yanağından bir gözyaşı düştüğünü hissederken buruk bir şekilde gülümsedi.


"Senin bizimle yaşamını istiyorlardı. Eğer kabul edersen sana soyadımızı verecek, seni ailemizin bir parçası haline getireceklerdi."


"Ne?" diye fısıldayan Özgür yanaklarından düşen yaşların eşliğinde öylece durdu.


"Alt kattaki ardiyeyi oyun odası yapıp, oyun odamı da sana hazırlayacaktık. Annemlerin isteğini tek bir şartla kabul etmiştim. Abim hemen yan odamda kalacaktı."


Sesi titreyen Burak, kesik bir nefes alarak gözlerini kapattı. Özgür ise sesiz hıçkırıklara boğulmuştu.


"Eğer o gün yaşanmasaydı, çok çok farklı bir hayatım olacaktı. Annem, babam, abim ve miniğim..."


Başını arkasındaki duvara yaslayan Burak, yanağından düşen yaşları silmek için uğraşmadı.


Canı çok acıyordu...


Bir süre toparlanmak için çabalayan Özgür, bu yeni öğrendiği bilgiyi nasıl sindirebileceğini düşünüyordu. Tam o esnada Burak'ın dediği şeyi algılayarak korku dolu bir fısıltıyla sordu.


"Miniğim derken?"


Soruyu duyan Burak gözlerini açarak abisine baktı. Bir şey söylemesine gerek yoktu. Yeşil gözlerindeki kahır her şeyi açılıyordu.


"Hayır!" diye fısıldayan adam yeni bir gözyaşı dalgasına kapılırken Burak'ı kendine çekerek sarıldı.


"Ahh be kardeşim..." diyen Özgür, bütün gardını indirerek küçük bir çocuk gibi ağlamaya başlayan Burak'a sıkıca sarıldı.


Keşke her şey çok çok daha farklı olabilseydi...


3 Gün Sonra


Hızlı adımlarla toplantı salonuna giren Burak hızlıca yerine oturdu.


"Kusura bakmayın Komutanım. Son gittiğim mekanda benimle ilgilenen birkaç kişi oldu."


"Tornado'nun adamları mı?" diye sordu Sinan Binbaşı.


"Sanmıyorum Binbaşım. Bana soru sorunlar değil ama cevaplarımı dinlemek için arka masama geçen adam kesin Tornado'nun itiydi."


Burak, Tornado'ya yaklaşmak için uyuşturucu camiasında İlizyonist adıyla tanınan Giray Söyler olacaktı. Almanya doğumlu Giray, gençlik yıllarından beri milleti zehirliyordu. 5 ay önce ise Alman polisi ve KİT'in ortak gerçekleştirdiği büyük çaplı bir baskına uğramıştı.


Baskın sırasında kaçmaya çalışan adam vurularak hastaneye götürülmüş, fakat tüm müdahalelere rağmen kurtulamamıştı. İlizyonist'in Alman polislerinin silahından çıkan kurşun yüzünden ölmesi ortalığı karıştıracağından iki taraf karşılıklı anlaşma yapmıştı. Almanya, yıllardır peşinde olduğu İlizyonist'in faaliyetleri için Türkiye'yi suçlamayacak; Türkiye de bu ölüm olayını dile getirmeyecekti.


Giray'ın silahı, çakısı, yüzüğü gibi eşyalarının kanıt odasında bulunması; Burak'ın aylar sonra ortaya çıkan İlizyonist olmasını oldukça kolaylaştıracaktı. Şu an -güya- tedarikçi arayan Alfa , Tornado'nun oltalarına düşmesini bekliyordu.


Tüm bunları düşünen Burak, kendisine bakan sevgilisine göz kırparak gülümsedi. Hilal, bulunduğu ortamdan dolayı bu selamı yalnızca gülümseyerek kabul etmek zorunda kalmıştı.


"Evet! Toplantının bir 10 saat sürmesi ihtimaline hazır mısınız? Bu operasyon gelecek yıllarda 'Türkiye tarihinin en büyük operasyonu!' adı altında ders kitaplarında yer alırsa şaşırmam." dedi monitördeki Cevat Albay hepsini tek tek inceleyerek.


Albay haklıydı. Bu operasyon öylesine büyük çaplıydı ki, operasyonun yalnızca yetkili toplantısında bile 4 farklı kulvardan ekip bulunuyordu. Bu yetkililerin alt dalları ayrı, operasyonu gerçekleştirecek kişiler ayrı, destek sağlayacak ekipler ise ayrıydı.


Şu anda ise toplantıda KİT ile birlikte bulunanlar MİT, Ölüm Timi ve Ulaş'ın lideri olduğu Özel Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi'ydi.


Onların toplantıda bulunmasının yegane nedeni de KİT'in varlığından ve üyelerinden haberdar oldukları içindi. Ve KİT'in üssünün yerini bilmediklerinden dolayı, toplantılaf online gerçekleşiyordu.


3 gündür peş peşe toplantı yapıyorlardı ve bu toplantı, birlikte yaptıkları son toplantı olacaktı. Bundan sonra herkes kendine düşen görev için hususi toplantılar yapacaktı.


Hilal, büyük ekrana yansıtılan görüşmelere baktı.


MİT'in ekranı zifiri karanlıktı. 3 gündür olduğu gibi. Yine dinleyici ve izleyici olacaktı. Tuncay bu konuya alakalı, çok zorunda kalırlarsa robotik ses ile konuşacaklarını ama genelde düzenlenmesi gereken yerleri sonrasında Sinan Binbaşı'na bildirdiklerinden bahsetmişti.


MİT genelde KİT'in işine karışmazdı ve bu durum iki teşkilatın çatışmaması açısından oldukça mantıklı bir hamleydi.


Genç kız, bakışlarını diğer karanlık ekrana çevirdi. Kadavra!


Doğukan'ın hiçbir şekilde ekranını açmaması, ilk günlerde KİT üyelerini ve diğerlerini meraka soksa da sonrasında alışmışlardı. Kadavra'nın ekibe girmesi için koştuğu şartların başında geliyordu bu durum...


Bir diğer ekranda ise askeri üniformaları içinde Cevat Albay ve Ölüm Timi duruyordu. Anka (Gülderen) ve Çakal'ın (Serkan'ın) yine görevde olması genç kızın dikkatini çekti. Gülderen ne zaman göreve gidecek olsa Serkan da ona eşlik ediyordu. Bu durumun altında kalmayan Gülderen de kısa sürede aynı şeyi yapmaya başlamıştı. İkilinin sürekli aynı göreve adını yazdırmaları üsde dedikodu çıkmasına neden olmuştu. Dedikoduların ne denli doğru olduğunu birinci ağızdan (Serkan'dan) dinleyen Hilal hafifçe gülümsedi.


Son ekran ise Merkez karakolun toplantı salonundaydı. Ulaş ve ekibi önlerindeki onca dosyayla oturuyorlardı.


Ekranlar ilk açıldığında yaşanan olayın izleriyse hâlâ sürüyordu. Olayı hatırlayan Hilal, gülmemek için poker suratını yüzüne yerleştirdi.


Ekranlar açılır açılmaz birbirine özlemle bakan Korkut ve Onur'un, sırıtarak kaş göz selamlaşmasını Ateş'in 'Beni beni Ateşinizi dışladınız öyle mi? Boşuyorum oğlum ikinizi de. Boş olun, boş olun, boş olun!' demesi bölmüştü. İkili tam ona saçma bir cevap verecekken Sinan Binbaşı ve Cevat Albay aynı anda konuşmuştu.


'Yakarım Hacker!'


'Vururum Vampir!' 


Aldıkları bu karşılık ile toplantıda olduklarını ve bu toplantıda MİT'in de olduğunu hatırlayan adamlar, akıllılık ederek susarken Ulaş bakışlarını Ateş'e çevirerek tıslamıştı.


"Çekirge az önce üçüncü sıçrayışını gerçekleştirdin. Toplantıdan çıkalım, sonuncu sıçrayışının olacağını garantileyeceğim. Söz veriyorum!'


Amirinin bakışları karşısında korkuyla yutkunan Ateş'in sonrasında çıtı bile çıkmamıştı.


Hilal, Sinan Binbaşı'nın konuşmaya başlamasıyla dikkatini âna çevirdi.


"Biz sen gelene kadar kabataslak bir plan yaptık Alfa. Hayat ve Ateş, Hamit Başkomiserin peşine düşecekler. Ulaş..."


"Nasıl..." diyerek onun sözünü kesen Burak, dayısının bakışlarını gördüğünde devam etti.


"... Binbaşım?" 


"Tüm operasyondan haberdar olmadan rahat etmiyorsun değil mi?" diye mırıldandı Sinan iç geçirerek.


"O operasyonlardaki tek bir açık hayatıma mâl olacakken mi?" diyen Burak acı dolu gözlerle fısıldadı.


"Ya da sevdiklerimin hayatına..."


Sinan, kartlarını bu kadar açık oynayan yeğenine şaşkınlıkla bakarken, Burak alayla güldü.


"Cık! Kesinlikle rahat etmiyorum. Bu yüzden... Operasyon ne kadar büyük çaplı olursa olsun her bir detayı öğreneceğim. MİT'inki dahil!" diyen Burak kısık bir sesle devam etti.


"Gerçi asıl onunkini öğrenmek gerek. Ne de olsa falsolu vuruşlar hep onlardan geliyor. Mükemmel(!) sistemleri sağ olsun."


Burak'ın kısık sesle söylediği cümle KİT'in toplantı odasındakileri şoka sokarken hepsi ekranlara baktı. Odadaki dinleme cihazları sayesinde konuşmaları takip edildiğinden, monitörlerin ardındakiler bu kısık ve alaycı sesi duymuştu. Ekrandakiler büyük bir şaşkınlıkla Burak'a bakarken, olayı bilen Ulaş ile Cevat başlarını öne eğerek derin bir nefes almışlardı.


Burak, hiç kimseyi takmayarak yeşil gözlerini MİT'in ekranına çevirdi.


'Sataşın bana! Bir şey söyleyin ve ben de karşılık olarak bağıra çağıra içimdeki zehri size boşaltayım.


Babama koruma sağlaması gereken şerefsizin Bukalemun'un köpeği olduğunu anlamadığınız için, korumanın yapılıp yapılmadığını incelemediğiniz için,

o adamın babamı ifşa etmesinin önüne geçmediğiniz için yaşanan o günün tüm hıncını sizden çıkarayım.


33 kişinin dolaylı katili olan yetkili kişiye, sırf istifa ettiği için ceza vermeyişinizin tüm öfkesini size yönelteyim.


İçerideki diğer hainin Bukalemun hakkındaki tüm bilgileri yok etmesini engelleyemediğiniz için, o şerefsizin 17 yıldır elini kolunu sallayarak gezmesine neden olduğunuz için, katilleri yakalanmadığı için ailemin mezarına yıllardır gidemememin tüm acısını sizden çıkarayım.


Tek bir söz söyleyin!

17 yıllık acımı, öfkemi alevlendireyim.

Tek bir söz!'


Fakat Burak'ın beklediği o tek söz gelmedi. Alfa'nın küçümseyerek ve olanca alayıyla söylediği o sözlere tek bir karşılık gelmedi. Ve Burak ilk defa merak etti.


O ekranın arkasında kim vardı?


Kim vardı ki, MİT'e hakaretten Burak'a ceza vermesi gerekirken susuyordu.

Kim vardı ki, yaptığı onca şeye rağmen kendisini koruyordu.


Kim vardı? 

Kim? 

Babasını tanıyor muydu? 

Tanıyorsa ne kadar tanıyordu?


Yiğit Kılıç hakkında onun hiç bilmediği yeni şeyler anlatabilir miydi ona mesela?

İstihbaratçı Alfa ile tanışmasına neden olacak anılardan bahseder miydi?


Peki ya Küçük Alfa... O, o ekranın arkasındakini tanıyor muydu?

Amca diye hitap edip onunla konuşmuş muydu hiç?


Söylemediği her bir kelimeyi duyup, acısını gördüğünden mi susuyordu?


Ailesini koruyamadığından yaşadığı vicdan azabını, onlardan geriye kalan kendisini koruyarak mı geçirmeye çalışıyordu?


Burak, bu soruların cevabını hiçbir zaman alamayacaktı. Çünkü MİT'ten biri ile karşılaşmamaya, konuşmamaya yemin etmişti. Zamanında o kişilere amca demiş olması bir şeyi değiştirmezdi. O amcaları(!) babasını, annesini ve kardeşini koruyamamışlardı.


Her şey çok çok daha farklı olabilirdi.


"Alfa?" diyen sesi duyduğunda düşüncelerinden sıyrılarak ela gözlere baktı.


Elalardaki endişeyi gördüğünde 'İyiyim!' dercesine gözlerini açıp kapattı.


İyiydi. Sadece... 17 yıldır düşünmek istemediklerinin patlamasını yaşıyordu. Az önceye kadar MİT'e karşı içinde bu denli büyük bir öfkenin olduğunun farkında bile değildi genç adam.


"Hayat ve Ateş ilk günler sadece izlemede kalacaklar. Operasyonun son günlerinde, senden haber aldığımızda, Hamit'i yazlığına çekerek orada konuşturacaklar. Hacker ondan aldığımız bilgileri inceleyerek destek ekiplere haber verecek. Ekipler hazır bekleyecek. Tornado yakalandığı anda da eş baskın yapılacak. Bilgileri incelemesi kısmından sonra tüm operasyonlar aynı." diyen Ulaş sadece Burak'a bakıyordu.


Kardeşinin kendince verdiği bu savaşı anlayan Ulaş, toplantıda rütbe olarak kendisinden büyük olan komutanları umursamayarak devam etti.


"Biliyorsun ki bilgi alma süreci çok ince bir iş istiyor. Adamlardan herhangi birini paketlersek, diğerleri olayı çakar. Bu yüzden de gayet sağlam bahaneler ile onları esir tutmalıyız. İlk sorgularını, polis merkezine veya üsse almadan tuzağa çektiğimiz mekanda yapacağız. Bu durumun tek istisnası biricik Başkomiserimiz Asım olacak. Ona, sorgu için bir adam geldi konuşmuyor diyeceğiz... "


"Ve sorgu odasına girdiği anda da sorgulanan kişi o olacak." dedi Burak memnun bir şekilde.


"Kesinlikle! Çoook büyük bir zevkle sorgulayacağım onu."


"Ona karşı güttüğüm ayrı bir kinim var. Ultra özen göster lütfen." dedi Burak, Özgür'ün söylediklerini hatırlarken. Asım Başkomiserin, abisine yaşattıkları kesinlikle cezasız kalmamalıydı.


"Bizden kim geliyor sana desteğe?" diye sordu Burak.


"Sizden biri geliyor dememiştim?" diyen Ulaş gülümsemişti. Dememiş olsa bile gerçekten de KİT'ten birisi girecekti sorguya. Arkadaşının bunu nasıl anladığını merak ederek ona baktı. Burak, bu merakını geri çevirmedi.


"Abimin... Özgür'ün verdiği isimlerde zengingillerden bir kadın var. Kadın evli! Karşısına adam çıkartarak güvenini kazanamazsınız. Bu da demek oluyor ki birkaç tesadüfle bir hemcinsi ile karşılaşıp dost olacak. Anka görevde. Geriye Aytül kalıyor. Saffet'i, Aytül'ü izlemek için göndereceksin. Olcay da o gün herhangi bir sorun çıkmasını önleyerek, sorguyu izleyen camın arkasında olacak. Sorguda yanına biri lazım. Onun gibi bir profesyonele tek saldırmak uzun sürer. Vaktimiz kısıtlı. Bizden biri Asım'ı daha çabuk dize getirir. Ben tercihimi Barut'tan yana kullanırdım. Barut, barutluğunu konuşturunca saklanacak delik arıyor insan. Ayrıca Asım ne zaman ona laf atmaya kalksa Barut onu tiye almaz ve çekip giderdi. Bu durum da Asım'ın özgüvenini hiç ediyordu. Bu yüzden Barut'u hiç sevmez."


Hilal, büyük bir hayranlıkla sevdiğine baktı. Toplantıda olmadığı süreçte konuşulan her şeyi duymuşçasına birebir anlatmıştı.


"Her şeyi anlarım da... Saffet ve Olcay'ı nasıl bildin?" dedi Ulaş arkadaşına gurur ve şaşkınlık dolu bakışlar atarak.


"Onda bilemeyecek ne var? Saffet kesin 'Merkezde mi görev alacağım? İstifamı vermek istiyorum ben Amirim. Karakol içinde çalışayım diye polis olmadım ben. Beni göreve gönderin göreveeee!' demiştir. Öyle olunca da Olcay elmecbur olaya el atarak merkezde kalmaya gönüllü olmuştur."


"Bir kez daha neden KİT'in lideri olduğunu kanıtladın Alfa. Peki diğer olaylar için tahminlerin var mı?"


Soruyu soran Cevat Albay'a bakan Burak, o gözlerde gördüğü takdir ile yeşillerinin kızardığını hissetti. Babası yaşıyor olsaydı, bu bakışlarla kendisine bakıyor olurdu. Ne eksik ne fazla...


"Elbette Komutanım!"


"Alalım tahminlerini o zaman asker!" dedi Albay ona bakarak.


"Bir de Milletvekilimiz var. Yanına yaklaşmak imkansız. Çevresinde hep koruma var. Kolay lokma! Korumalardan birini etkisiz hâle getireceğiz ve korumanın yerine bizden biri geçecek. Oyumu hiç düşünmeden Panter'e veriyorum. Defalarca kez böyle görevlerde yer aldı. Bir gün olur da askerlikten çıkarsa hiç yabancılık çekmeden özel koruma olabilir." dedi Burak sonlara doğru alayvari çıkan sesiyle.


Emre onun bu yorumuna güldü. Burak haksız sayılmazdı. Tesadüf eseri birkaç kez peş peşe koruma görevi ona çatmıştı. O günden sonra da görev üzerine yapışmıştı. Ne zaman koruma olarak bir yere sızılması gerekse tüm başlar Emre'ye dönüyordu.


"Peki senin yanına kimi vereceğim sence?"


Cevat Albay'ın alay yüklü sesini duyan Burak gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu.


"Çakal olmasını dilerdim. Vampir de olabilirdi." diye söylendi Burak.


"Ama sana Gazap kaldı Alfacığım(!). İnan bana bu durumdan ben de hiç memnun değilim!" diye yanıt verdi Gazap kod adlı Turan Alp.


Akademide Burak'ın ikinci anlaşamadığı kişiydi Turan Alp. Akademiden çıktıktan sonra bir daha hiç görüşmeyeceklerine dair olan umudu, Turan'ın KİT'e bağlı olan Ölüm Tim'ine katılmasıyla sönmüştü. Burak, adamdan zerre hoşlanmıyordu.


'Deme şu lafı! Serkan'dan da zerre hoşlanmazdın. Şimdi geldiğiniz hale bak! Kime sevmiyorum dediysen gittin dost oldun. Yapma etme be kardeşim. Ben de sevmiyorum o Alp denen herifi. Senin yüzünden dost falan olamam.' diyen iç sesine hayali bir şekilde göz deviren Burak, kameralara dönerek konuşmaya devam etti.


"Geriye 2 hakim, bir de savcı kalıyor. Savcı, dava var denilerek kırsala bir yere çağırılabilir... Ya da başka bir şey. Hakimlerle de MİT ilgilenecek sanırım. Kendi yöntemleriyle ne yaparlarsa yapsınlar. Yeter ki benden haber alana kadar harekete geçmesinler." diyen Burak kendi kendine gülerek fısıltıyla devam etti.


"Bir de içlerindeki hainlere sahip çıksınlar!"


Burak'ın dudak hareketlerini okuyan Hilal, hafifçe başını öne eğdi. Anlaşılan adamın geçmişin prangalarından kurtulması yalnızca olumlu yönde olmamıştı. Yıllar içten içe beslediği kini de ortaya çıkarmıştı. Genç kız, operasyon bitiminde sevgilisiyle bu konuyu konuşarak bir çözüme kavuşturmayı aklına not etti.


"Geriye yalnızca Tornado'nun en büyük ortağı kalıyor. O adam, Tornado'dan bile daha fazla bilgiye sahip olabilir. Genelde Tornado işin üretme kısmında. Çoğu tedarikçiyi sağlayan ve onlarla iletişime geçen de Enis denilen adam. Ona nasıl yaklaşacağımıza dair herhangi bir plan oluşturdunuz mu?" dedi Burak


Emre, memnuniyetsiz bir şekilde iç geçirdi.


"Maalesef hayır. Adam çok disiplinli ve dikkatli. Herhangi bir açığı yok. Tanıştığı herkese şüpheyle yaklaşıyor. İşlerini de adamlarına yaptırıyor. İsmen herkesi tanıyor olsa da onlarla bizzat yüz yüze gelmemeye özen gösteriyor. Herhangi bir baskın olma ihtimaline karşın hep sahne arkasında. Ona, Tornado'ya yaptığımızı yapamayız. Mal alacağım diyerek yanına yaklaşmamız hiçbir işe yaramaz."


"Adam hakkında ne biliyoruz?" diye sordu Ulaş onlara bakarak.


"Enis Kutlu. 39 yaşında. Annesi küçükken onları terketmiş. Babası yıllar boyu dolandırıcılıktan içeri girip çıkmış. Son işinde birini öldürdüğü için hâlâ hapiste. Hapiste olmasa da bir işimize yaramazdı. Babasıyla bağlarını yıllar önce koparmış. Bir halası var. Fadime Çarkuş. Silivri'nin küçük bir mahallesinde yaşıyor." dedi Kadavra hızlıca.


"Haladan bir şey çıkmaz mı?" diye sordu Burak


"Bilmiyorum. Nasıl bir şey çıkabilir ki? Görüşüp görüşmedikleri bile belli değil." dedi Hacker düşünceli bir şekilde.


"Görüşüyorlar!"


Herkes kesin bir sesle konuşan kişiye döndü. Asena'ya!


Tüm toplantı boyunca sessizliğini koruyan genç kız, sahneye çıkma zamanının geldiğini anlayarak konuşmaya başladı.


"Annesi, Enis daha 3 yaşındayken başka bir adamla kaçmış. Babasından bir cacık olmadığı sabıka kayıtlarından belli zaten. Adam 3 yaşındaki çocuğu yurda bırakmaya kalkmış, yurt kaydı var. Fakat halası gidip yeğenini almış, böylelikle de Enis'e o bakmaya başlamış. Enis'in ona karşı büyük bir bağlılık beslediğine eminim."


"Bu yüzden de hâlâ görüştüklerini düşünüyorsun?" dedi Cevat


"Düşüncelerimi, kanıtlarla desteklemeden herhangi bir iddiada bulunmam ben Komutanım!" dedi Hilal, Albay'a bakarak.


Onun bu davranışı karşısında gülen Burak, başını öne eğerek gülümsemesini gizlemeye çalıştı.


Karşısındaki kişinin üst düzey bir Albay olması Asena'ya söker miydi?


"Öyle mi Asena Hanım? Kanıtlarınızı alalım o zaman!" diyen Cevat'ın gözlerinde memnuniyet dolu bakışlar vardı. Genç kızın kendinden emin cesur tavrının çok hoşuna gittiği dudaklarındaki tebessümde kendini belli ediyordu.


"Bir insan her şekilde kendisini büyüten kadına bir bağlılık besler. Bir de bunun yanında halanın Enis'i yetimhaneden kurtarması var. Bundan yola çıkarak Fadime halasını araştırmaya başladım. Kadının herhangi bir geliri olmamasına rağmen yardımcısıyla birlikte yaşadığı büyük bir evi var. Her hafta düzenli olarak hizmetçiler eve geliyor. Öyle ki ihtiyaçlarını karşılayan, her daim kapıda bekleyen bir şoförü dahi var. Son model bir arabayla birlikte! Akıllara gelen ilk soru 'Bu değirmenin kaynağı nereden geliyor?' oluyor. Birkaç resmi evrağa 'Miras kaldı.' diye not düşmüş ama kayıtlarda öyle bir miras veya mirasçı gözükmüyor."


Herkesin kendini dikkatle dinlediğini fark eden Hilal bakışlarını sevgilisine çevirdi. Kaşlarını havaya kaldıran Burak, dudaklarındaki gülümsemeyle kızı izliyordu. Genç kız, dudaklarında adamın gülümsemesine eş bir gülümseme belirirken devam etti.


"Ev sıkı bir güvenlikle korunuyor. Her yerde kameralar var. Kapıdaki şoförün bir diğer amacının koruma olduğuna eminim. Yine aynı şekilde yanındaki yardımcı kadın da basite alınacak birisi değil. Geçen günlerde markete gitmişler beraber. Kadavra market kayıtlarından yüz taraması yaptı. Yardımcı denilen kişinin 3 farklı sabıkası var. Sonuncusu ciddi bir şekilde adam yaralamadan. Kadın eskiden boksla uğraşıyormuş."


"Yani halası adamın tek zaafı ama onun üzerinden de adama ulaşmak imkansız öyle mi?" diye sordu Turan Alp.


"Zoru hemen başarırız imkansız ise zaman alır." dedi Asena dudaklarındaki ukala gülümsemeyle.


Onun bu tavrını gören Alfa kahkahasını tutamadı.


Bu kız biraz fazla mı kendisi olmuştu?


Çok önemli bir toplantıda olduğunu kendine hatırlatarak sakinleşmeye çalışan Burak, Hilal'e bakarak konuştu.


"Bu mottoyu hayatınız haline getirdiğinizi ve hakkıyla da gerçekleştirdiğinizi çok iyi biliyorum Asena Hanım! Bu sefer neyle karşı karşıyayız?"


Adamın gülen yeşil gözlerinde biraz fazla oyalanan genç kız, ekranlara dönerek anlatmaya devam etti. Burak, kendisine böyle bakarken ona doğru anlatmaya çalışması intihar demekti.


"Fadime Hala'ya iki ay önce pankreas kanseri tanısı koymuş. Şu an kanserin son evrelerinde ve kemoterapiye pek cevap vermiyor. İlk tanıyı iki ay önce küçük bir hastanedeki bir doktor koymuş. Tanının öğrenildiği gün Enis, Silivri'ye gitmiş ve halasını daha büyük bir hastaneye götürmüş. Bunu da aynı gün içerisinde iki farklı hastanede iki farklı doktor kaydını garip gördüğümden araştırdım. Hastanenin girişindeki kamera kayıtlarını incelediğimde girişte oldukça endişeli, çıkışta da korku dolu ve öfkeli bir Enis ile karşılaştım. İnkar aşamasındaydı. Hatta o gün, yakınlardaki bir polis merkezine o hastaneden bir ihbar gitmiş. Bir hasta yakını doktora hakaretler/tehditler yağdırarak 'Kurtaracaksın halamı.' diye bağırmış. Olayın darba dönüşmesini de halanın yalvarmaları durdurmuş. Bu olay Enis'in halasına olan bağlılığını kanıtlıyor. Halasıyla alakalı en ufak bir haber adamı harekete geçirecektir."


"Eve giremiyoruz ama hastane sayesinde onu yakalayabiliriz. Oldukça iyi! Bu arada... Bunca bilgiyi ne zaman buldun?" diye sordu Yağız gururla kardeşine bakarken.


"Benim de elim armut toplamıyor abi. Herkes bir şeylerle uğraşınca ben de Enis'i araştırayım dedim."


"Neden Enis peki? Kimse araştırmadı diye mi?" diye soran kişi Burak'tı.


"Ben küçük oynamam bilirsiniz Alfa Bey! İmkanım olsa Tornado'yu haklardım ama büyüğümsün diye önceliği sana verdim."


Kızın ultra ukala sesi, Burak'tan bir kahkaha daha yükselmesine neden olmuştu.


"Hayır bir de bana ukala diyorsunuz. Bu ukalalık değil de ne? Bu anları kaydediyorsunuz değil mi? Madem kanıtlarla konuşuyoruz elimde kanıtım olmalı."


"Senin ukalalıklarının olduğu kayıtlar kaç tanedir acaba? Bana eski defterleri açtırma istersen Alfa?"


Kıza bakan Burak, kaşlarını kaldırmaktan başka bir şey yapamadı. Çünkü Sinan olaya el atmazsa ikilinin yine birbiri ile flörtleşmeye kalkacağından korkarak konuşmaya başlamıştı.


"Hastane diyorduk... Bununla alakalı bir planın var mı?"


Soruyu duyan Hilal'in dudaklarında tebessüm solarken bakışlarını Burak'tan kaçırmıştı. Bu durumun nedenini anlamaya çalışan adam kaşlarını çatarken, genç kız sadece "Yok..." diye mırıldandı.


Kısa süre sonra böyle bir an yaşanmamış gibi gülen Hilal omuzlarını silkti.


"Onu da siz bulun Binbaşım. Ben gereken malzemeleri verdim. Plan işi sizde."


"Neden?" diye sordu Burak, genç kıza ciddi bakışlarla bakarken.


"Ne neden? Şu ana kadar ben hiç plan..."


"Yaptın! Hani kendini de dahil ettiğin bir terapi muhabbeti vardı." dedi Burak kıza inceleyen gözlerle bakarak.


Hilal'in bakışlarında beliren ifadeyle Burak düşüncesinden emin oldu. Hilal'in aklında bir plan vardı. Büyük ihtimalle %99 başarılı olacak bir plan! Fakat bu planın içinde kızın kendisi de yer alıyordu. Bu da operasyona katılması gerektiği anlamına geliyordu. Eğer ifşa olursa...


Dizinin üstündeki elini yumruk yapan Burak derin bir nefes aldı. Korkuları yüzeye çıkmaya çalışsa da onları derinlere gömdü.


Hilal, Burak'a rağmen Burak'ın bu tehlikeli göreve gitmesini istemişti. Adamın itirazlarını kabul etmemiş, dayanacağını ve sabırla bekleyeceğini söylemişti. Kendi elleriyle sevdiğini ateşe atmaya razı olmuştu. Sırf sevdiğinin gönlü kırılmasın diye! O zaman... Burak da bunu yapabilirdi.


"Tamam." dedi adam böyle bir şeyi kabul ettiğine hâlâ inanamamazken.


İçindeki ses planı bile duymadan bunu kabul ettiği için aptal olduğunu söylüyordu. Fakat sevdiğine sonsuz güveni olan Alfa, Hilal'in baştan savma bir plan oluşturmayacağından emindi.


Odadakiler Burak'ın neye tamam dediğini anlayamazken Hilal hızla başını adama çevirdi ve şok dolu bir sesle sordu.


"Tamam?" 


Burak, düşündüğü şeye tamam demiş olamazdı değil mi? Bunu kabul etmesi imkansızdı.


Kızın gözlerindeki ifadeden düşüncelerini anlayan Burak ona baktı.


"Ben de tamam dediğime inanamıyorum ama... Kararımdan dönmeyeceğim. Her şeyi gönlünce yapmanı istiyorum."


Ela gözlere sevgiyle bakarken odadakileri, ekranların ardındakileri umursamıyordu. Sadece bu toplantı için son kez fabrikaya gelmişti ve birkaç saat sonra da zamanı belirsiz bir şekilde operasyona gidecekti. Bu konuyu şu an konuşup, Enis operasyonunu ona göre planlanlamaları gerekiyordu. Başka bir zamanları yoktu.


Ve Burak, Hilal'ini operasyona gönderecekse bunu tüm detayıyla aklında tek bir soru işareti kalmadan yapmalıydı. Ayrıca MİT haricinde herkes onu tanıyordu. MİT'in az önceki çıkışına bile sessiz kalması Burak'ın konuşmasına neden oldu.


Yaptığı tek şey cümle-i iadeydi.


"Biz birbirimizi değiştirmeyeceğiz, patlamadan kurtardığım Cesur Stajyer. Benim yüzünden kendinden feragat etmeni istemiyorum. Başka bir timde olsaydın, şu ana kadar defalarca kez aktif operasyonlarda yer almıştın. Bunu adım kadar iyi biliyorum! Şu an neden bir planın olmasına rağmen dile getirmediğini bildiğim gibi." diyen Burak'ın dudaklarında buruk bir gülümseme belirdi.


"Sen Asena'sın! Ve ben, benliğini engelleyen kişi olmayacağım. Eksik yaşamana izin vermeyeceğim. Bu göreve sen gideceksin. İstediğin gibi! Ve ben görevin sonunda tüm bunlara neden olduğu için Tornado'nun ağzını burnunu kır..."


"Öhöm!" diyen Emre'yi duyan Burak derin bir nefes aldı.


"Ne öhöm? Adamın ayağının takılıp merdivenlerden düşmesinin suçunu da bana yükleyemezler ya? Hep ben mi suçluyum?" diyen adamın yeşil gözleri elalardan ayrılmamıştı.


Aslında dile getirdiği cümleleri Farsça söyleyebilirdi ama o zaman olay çok daha farklı yerlere kayacaktı. Kimsenin bilmediği bir dilde konuşulduğundan görüşmedeki herkes mecburen o dili çevirtecek ve bu durumu da üstlerine bildirerek rapor yazmak durumunda kalacaklardı.


Şu an ise onların insafına kalmıştı. Gerçi Burak'ın bu durumu umursadığı da yoktu. Yeşil gözlü adam, gözleriyle konuşmanın devamını getirdi.


'Sen dayanıyorsan, ben de bu duruma dayanabilirim. Sen yeter ki iste! Ben tabularımı, korkularımı kilit altına alırım ve senin isteğini yerine getiririm.'


Tüm bunları anlayan genç kız gülümsedi.


Bu gülümseme öyle bir gülümsemeydi ki Burak bir an toplantıyı si*tir ederek kelebeğini de alıp dışarı çıkmak istedi. Kalan birkaç saatini onun papatya kokusunda, ela gözlerinde ve bir kelebek gibi oradan oraya konan cümlelerinde geçirmek...


Burak'ın yoğun bakan yeşil gözlerinden yapmak üzere olduğu şey anlayan Hilal, önce gözlerini kocaman açtı sonrasında da az önceki konuşma yaşanmamış gibi Cevat Albay'a döndü.


Millete yeterince malzeme vermişlerdi. Daha fazlasının lüzumu yoktu.


Bu düşüncelerdeki kız planından bahsetmeye başladı.


"Hastaneye herhangi bir doktor olarak girmek çok riskli Albay'ım. Büyük ihtimal Enis, halasıyla ilgilenen tüm personeli kendisi özel olarak seçmiş. Hastane raporlarına baktığımızda tedaviyi yapan kişiler her zaman aynı. Hatta öyle ki halasının geldiği günlerdeki kat görevlisi bile aynı. Adam tam bir paranoyak! Halasının yanına yabancı birini yaklaştırmıyor. Ve yardımcı kadın kemoterapi sırasında bile onu yalnız bırakmıyor."


"O zaman ne yapabilirsin?" diye sordu Cevat meraklı bir sesle.


Hilal'in dudaklarında kendinden emin bir gülümseme belirdi.


"Yalnız kalmamızı sağlayacağım!"


"Nasıl?" diye sordu Turan Alp.


"Bir insan kiminle yalnız kalır?" diyen Burak gülümseyerek devam etti.


"Tabii ki psikoloğuyla."


Burak'ın sesindeki tını Hilal'in gülerek ona dönmesine neden olmuştu. Adam resmen onlarca kişinin önünde onunla flörtleşmeye kalkışıyordu. Genç kız, onun flörtöz sesini duymazdan geldi. Yoksa kapı önüne koyulmaları kaçınılmaz olacaktı.


"Hastaneye psikolog olarak girmeyi mi düşünüyorsun?" diye sordu Sinan.


"Hastaneye psikolog olarak girip 'Bana Fadime Çarkuş'u getirin! Görüşeceğim' diyemem. Ayrıca ilk günler beni deneme sürecine alırlar. Bir sürü değişik hastayla çalışmam, rapor vermem gerekir. Bu süreç çok uzun. İstediğimize ulaşamayız."


"Ne yapmayı düşünüyorsun peki?" diye sordu Ulaş.


"Pankreas kanserinin son evresindeki hastaların ruh halini inceleyen bir tez hazırlamayı!" dedi Hilal tereddütsüz bir şekilde. Planını uzun uzun düşündüğü belli oluyordu.


"Öyle bir durumda hastanedeki tüm son evre kanser hastalarıyla ilgilenmen gerekir ama." dedi Yağız endişeli bir şekilde. Bu sürecin genç kızı yoracağını düşünmüş ve kardeşinin yorulmasını istememişti. Ne de olsa operasyon sonrasında sorgu süreçleri de aşırı yoğun olacaktı.


Burak ise sevdiğine bakarak gülümsedi.


"Ruhuna dokunup iyileştirebileceği birçok yaralı insan. Psikolog Hanım'ı azıcık tanıyorsam bu duruma şikayet etmek şöyle dursun, bayılmıştır."


"Azıcık tanıma kısmını büyük hakaret saysam da... Kesinlikle haklısınız Alfa Bey!" dedi genç kız gülerek.


'Şuna bak şuna! Beni susturuyor ama kendisi de flörtleşmeden duramıyor.' diye düşündü Burak kızın gülen gözlerine bakarken. Sonrasında toparlanarak sordu.


"O zaman hastaneye tez için gideceksin. Ya kabul etmezlerse?"


"Hastane oldukça iyi bir hastane olmasına rağmen daha çok yeni. Bu yüzden de pek ön plana çıkamamış. Tezimde hastanedeki ilgi alaka ve personele de değineceğimi söyleyeceğim. Olur da yine kabul etmezlerse tezimi yurt dışına göndererek akademik bir dergide makale olarak bastıracağımı, oradan kazandığım paradan da hastaneye ödenek vereceğimi söyleyeceğim."


"Mantıklı!" dedi Cevat takdir dolu bir sesle.


"Peki neden bizim hastane?" diye sordu Burak bir işveren edasıyla. Gülümseyen Hilal bedenini adamın bulunduğu yöne doğru çevirerek ona ayak uydurdu.


"Büyük hastanelere tez için başvuran çok kişi var ve kabul edilme süreci, sıra bekleme sürecini yaşamak istemiyorum. Çünkü tezimi bir an önce tamamlamak istiyorum ve açıkçası bu konuda da çok heyecanlıyım. Küçük hastanelerde ise son evredeki kanser hasta sayıları çok az oluyor. Pankreas hastalarınınki ise çok çok daha az. Aynı hastane, aynı hastalık olmak zorunda. Hastane süreci, hastanedeki ilgi de tezin bir parçası. Herhangi bir değişken tezimi çürütür ve tüm emeklerim boşa gider. Bunu elbette istemem. Hastanenizi araştırdım. Hastanenizin yeni olması birçok durumdan avantajıma. Bina yeni, cihazlar ve yataklar yeni. Bu durum da hastaneye girdiğinde insanı mutlu ediyor. Eski hastaneler çok daha kasvetli oluyor biliyorsunuz. İlk adımdan itibaren insanın içini karartıyor. Böyle bir durumu istemiyorum. Bana umut lazım! Ayrıca hastane kadronuzun %80'i gençlerden oluşuyor geri kalan %20'si ise gençlere rehberlik yapması için alınmış. Taze kan her zaman iyidir, heyecanla görevlerini yerine getirirler. Bu durum da tezim için aradığım diğer bir şart. Ve hastaneniz istediğim tüm şartları sağlıyor. Bu yüzden tezimi hastanenizde yazmak isterim."


"Neden pankreas kanseri?" diye sordu Burak.


"Pankreas kanseri, ölümcül kanser türlerinin en üst sıralarında yer alıyor. Yani bu hastalığa yakalanan kişi, hastalıktan kurtulmanın neredeyse imkansız olduğunu biliyor. Bu durumun psikolojilerini ne denli etkilediğini incelemek istiyorum. Hastaların çoğunun umudu sönmüş durumda ve bu da büyük bir karamsarlığa düşmelerine neden oluyor. Son zamanlarını bu tür bir karamsarlıkla geçirmelerini istemiyorum. Evet tez için buradayım. Ama bu şahsi bir menfaat için değil. Tezin amacı hastaların son günlerini huzurla geçirmesini sağlamak. Kendilerine destek çıkan/yanında olan insanların nasıl yaşama sevinçlerini geri kazandığını göstermek istiyorum. Ve diğer bir sebep de pankreas kanserinin 'Sessiz hastalık' olarak adlandırılması. Kanserde en önemli şey erken teşhistir fakat pankreas semptomlarını çok geç gösterdiği için hastaların hastalığı çoğu zaman son aşamalarda fark edilmekte. Kanser başlı başına korkutucu bir şeyken bir de kanserin 3. veya 4. evresinde olduğunu öğrenen insanlar büyük bir buhran yaşıyorlar. Psikolojinin çökmesinin bedene etkilerini de ölçmek istiyorum. Hatta bu yüzden ileriki günlerde sizden hastalığın ilk evrelerindeki biriyle de görüşmek için izin isteyeceğim. Tabii tezimi hastanede yazmama izin verirseniz "


"Peki bu süreç kaç gün sürecek?"


"Maalesef şu an net bir gün sayısı veremem. En az bir hafta orası kesin ama en fazlasına gün biçemem. Hastalarımla tanışıp ruh hallerini kontrol etmeliyim. Seanslarımın uzunluğunu da onların psikolojileri belirleyecek."


"Seanslarınızı nerede gerçekleştirmeyi düşünüyorsunuz peki? Giriş kat poliklinik, ilk kat ameliyathane, üst katlar ise hastane odaları. Boş odamız yok."


"Bodrum kat?" diyen Hilal istemsizce gülümsemişti. Burak, muzip bakışlarla ona baktı.


"Bodrum katlarla bir alıp vermediğin var ama... Neyse!" diyerek gülen Alfa masaya doğru eğilerek ellerini birleştirdi. Kıza bir süre sevgiyle baktıktan sonra ciddiyete bürünerek tekrardan role girdi.


"Bodrumda laboratuvarlar ve depo olarak kullandığımız birkaç oda var. Odalardan birini tahsis edebiliriz fakat ilerisi de morg. Bahsettiğiniz iç açıcılığı orada bulamazsınız. Çok ıssız. İnsanın gözünü korkutur."


"Fakat ıssızlık aynı zamanda rahatlamak anlamına da gelir." dedi Hilal keskin bir şekilde.


"Nasıl?" 


"İnsan ıssız bir ortamda kendi olabilir. Gözyaşlarını gizlemesi gerekmez, acısını içine atması gerekmez. Her şeyden öte kalabalıklarda yaptığı rolü yapmasına gerek kalmaz. Issızlık '-Mış Gibi' yaptırmaz. Kimse yokken güçlüymüş gibi davranmana gerek kalmaz. Gardını indirebilirsin. Kimse o aciz halini görmez. Benim işim zaten kalabalıkların arasında olmaz Doktor Bey. Yalnızlıktır benim en önemli silahım. En büyük güvencem 'Anlattıklarını hiç kimse bilemeyecek. Güven bana.' demektir. Hastama kalabalıkların arasında 'Ağla! Bağır, çağır öfkeni dışa vur. Seni duyup yadırgayacak, sana acıyacak kimse yok. Bak dışarısı, sağımız solumuz bomboş. Şu an sadece sen varsın. Tepkilerini çekinmeden göster." diyemem. Bu yüzden de... Bodrum kat her zaman tercihimdir."


Derin bir nefes alan Burak, etkilendiği bu konuşmanın etkisinden çıkabilmek için bir süre durdu. Etrafına bakan Hilal etkilenen tek kişinin gözlerine bakan yeşiller olmadığını anlamıştı. Bu insanların hepsi yaralıydı. Her gün onlarca zorluğa göğüs geriyor, her an ölüm ile yaşıyorlardı. Ve günün sonunda hiçbir şey olmamış, yaşamamış gibi yapıyorlardı. Belki de dünya üzerinde en çok -Mış Gibi yapan insanlar polisler, askerler ve buna benzer zor meslek sahipleriydi. Çünkü -Mış Gibi yapmamaları düşünmek anlamına geliyordu. Ve çok düşünmek de deliliğe kadar giderdi. Bu yüzden de söylediklerinin karşısındaki adamları etkilemesi kaçınılmaz olmuştu.


Burak'ın ona bakan gözlerinin hafifçe kızarmış olduğunu fark eden Hilal "Duralım mı?" diye sordu.


"Cık! Aklımda soru kalmasını istemiyorum. Sorulan soruları cevaplayacağından eminim ama yine de bu şekilde prova etmezsek..." diyen Burak devamını getirmedi. Genç adamın bakışlarından, böyle bir şeyi kabul etmesinin şaşkınlığını hâlâ yaşadığı anlaşılıyordu.


Anlayışla gülümseyen Hilal neşeli bir şekilde "O zaman devam edelim Doktor Bey!" dedi. Onun bu neşesi Burak'a da sirayet etmiş, adamın üzerindeki burukluğun geçmesine neden olmuştu.


"Teziniz için kaç hasta gerekiyor? Ayrıca psikolojik yardımı istemeyen hastalarımız çoklukta olacaktır. 21. yüzyılda olmamıza rağmen ülkemizde psikologlar hâlâ deli doktoru olarak görülüyor biliyorsunuz."


"Bununla alakalı sizden tek bir şey isteyeceğim... İlk etapta bunu hastalara zorunlu kılın lütfen! Yani listenizde kaç hasta varsa onlarla mutlaka bir kez görüşmek istiyorum. O ilk görüşmemden sonra benimle yola devam etmek isteyen hastalarımla görüşmeye devam edeceğim. Mümkünse de her gün görüşmek istiyorum. Günleri hastalarımla ayarlarım. Sizden isteyeceğim bir diğer şey de erken teşhis konulan genç bir hasta. İki hasta arasında karşılaştırma yapmak istiyorum."


"Burada Asena'ya bir sorum var... Bu genç hasta olayını katmana gerek yoktu. Neden ekledin?" diyen Burak'ın gözlerinde sevgi ve hayranlık karşısında Hilal başını hafifçe öne eğdi.


"Yüzbaşım da cevaplarını bildiği soruları sormaya bayılıyor." diye mırıldanan genç kız diğerlerinin bakışlarının bilinciyle yeşil gözlere baktı.


"Belki tüm dünyayı kurtaramam ama bir kişinin tüm dünyasını kurtarabilirim.' demişti tanıdığım bir adam. Ben de her zaman onun gibi düşünüyorum." diyen genç kız, Burak'ın kahvaltıya geldiği gün annesine söylediği cümleyi kastetmişti. Bu durum Burak'ın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmesine neden oldu.


"Benim de Yüzbaşı'na bir sorum var. Fadime halayı ikna edip edemeyeceğim hakkında bir soru sormadınız? Terapiyi reddederse operasyon batar."


Soruyu duyan Burak alay dolu bir kahkaha attı.


"Sen. Birini. İkna. Edemeyeceksin? Mükemmel espri(!). Kendi ikna gücümden şüphe duyarım ama seninkinden duymam." dedi adam kesin bir dille.


"Kendininkinden şüphe duyman konusunda masumsun ama. Suç sende değil." diyen Hilal ukala bir şekilde sırıtmıştı.


Adam, kıza karşı büyük bir yenilgi yaşayarak ikna edilmesi gereken değil de ikna etmesi gereken olduğunu unutmuştu ne de olsa.


Uyarırcasına "Asena!" diye tıslayan Burak muzip bakışlarını kızdan çekerek ciddileşmeye çalıştı.


"Eklemek istediği bir şey veya bir itirazı olan var mı?" diye sordu Burak komutanlarına bakarak.


Üstleri toplantıda olsa da operasyonun asıl lideri Burak'tı. Bu yüzden de son karar ona aitti.


"Yok Yüzbaşım! Psikolog Hanım bu işin altından mükemmel bir şekilde kalabileceğini hepimize gösterdi. En ufak bir tereddütümüz yok. Gözümüz kapalı Psikolog Operasyonu'nu ona emanet edebiliriz." dedi Cevat Albay hepsi adına konuşarak. Operasyona daha şimdiden bir isim verilmesi karşısında Hilal gülümsedi.


Kızı izleyen Burak da gülümsedi. Az önceki sahneyi yaşatmasının bir diğer sebebi de buydu. Genç kızın potansiyelini diğerlerine göstererek akıllardaki 'Acaba'yı silmek...


Kaşlarını kaldıran Hilal, gülen gözlerle adama bakarak sordu.


"Geçtim mi Komutanım?"


"Geçeli çok oluyor Psikolog Hanım!" dedi Burak kıza göz kırparak. Sonrasında derin bir nefes aldı.


"Yalnız bir şartım var!" diyen Alfa'nın oldukça ciddi çıkan sesi karşısında herkes ona baktı. Burak'ın gözleri ise Yağız'daydı. Onun bakışlarını gören Yağız, daha Burak şartını dile getirmeden önce şartın ne olduğunu anlamıştı.


"Sana emanet abi! Herhangi bir tehlike, ifşa durumu, şüphelenme... Anında operasyonu iptal ediyorsun. O adamın yakalanmaması, operasyonun tamamen çökmesi... Hiçbir şey umrumda değil! Onun tehlikeye girdiğini hissettiğin an, onu alıp her şeyden uzaklaştıracaksın. Hiç kimseye tek kelime etmeden! MİT ve diğerleri de bunu duyuyor. Şahit olsunlar. Bu benim emrim! Ve sonrasında yaşanacakların tüm sorumluluğunu da ben alacağım."


"Alfa!" diye mırıldandı Sinan yeğenine bakarak.


"Ne?" diyen Burak bakışlarını dayısına çevirdi ve öfkesini bastırmaya çalışarak konuştu.


"Operasyonlar hiçbir şekilde iptal edilemez biliyorsun!' falan mı diyeceksin?"


"Yüzbaşım!" diyerek uyaran Sinan, yaşananlar kayıt altındayken böyle davranmaması gerektiğini söylüyordu aslında. Fakat Burak, freni patlamış kamyondan farksızdı.


"Binbaşım! Bırakın da benim operasyon iptal ettirme hakkım olsun. Bir insanın bir diğergamlık sınırı vardır. Ben o sınırı çoktan aştım. Bu yüzden de izin ver de sevdiğimi korumak için bazı şeylere yetkim olsun." dedi Burak kararlı bakışlarla.


Sinan'ın bakışlarının MİT'in karanlık ekranına kaydığını gören Burak alayla güldü.


"MİT'in bu konuda tek kelime etmeye hakkı yok. Bana olan borçları son nefesime kadar devam edecek."


Olayı bilenler başını hafifçe öne eğerken, bilmeyenler soru dolu gözlerle Burak'a bakmıştı. Burak ise ayağa kalkarak konuşmaya başladı.


"Benim planım bariz. Daha önce defalarca kez üstünden geçtik zaten. Ayarlanması gereken belgelerin hepsi hazır ve elimde. Kadavra'yı sık sık bilgilendireceğim. Yüklü miktarda uyuşturucu aradığımı ve İlizyonist olduğumu tüm ara sokaklara, barlara, bu işlerle uğraşan elit mekanlara çıtlattım. Teslimat zamanını öğrenince haber vereceğim operasyonlarınızı ona göre şekillendirirsiniz. Sen de kaldığım eve geçersin Turan Alp. Ne yapman gerektiğini zaten biliyorsun. Bu işin sonunda Tornado kendi ayaklarıyla bana gelecek. Sahiplendiğim ismi biraz daha araştırsın, emin olsun beni kendisi çağıracak. Ve ben de onu hiçbir pürüz olmadan yakalayacağım. Bu da Alfa sözü olsun! Hadi hepiniz Allah'a emanet olun."


Adamın hışımla kalkması üzerine Hilal de "İzninizle!" diyerek ayağa kalktı.


Geçmesi için kapıyı tutan Burak ile birlikte toplantı salonundan çıktılar. Sessiz adımlarla üsden çıkarak fabrika kısmına geldiklerinde Hilal, adamın elini tutarak onu durdurdu.


"İyi misin?"


"Bilmiyorum. Normalde böyle olmazdım. MİT'e karşı gerçekten çok büyük bir öfke hissediyorum."


"Kendine yönelttiğin öfke bitti, babana yönelttiğin de... Öfken yönelecek bir yer aradı ve MİT'te karar kıldı. Bu kararı haklı kılan oldukça sebebin de var. Neyse bu konuyu sen görevden dönünce konuşuruz."


"Biz görevden dönünce... Çok dikkat edeceksin söz ver!"


"Kelebek sözü!" dedi Hilal gülümseyerek.


Kızın ela gözlerine uzunca bakan adam, ona yaklaşarak alnına yumuşak bir öpücük kondurdu. Kızı kollarına alıp papatya kokusunu içine çekerek, hiç bırakmak istemezcesine sımsıkı sarılmıştı.


👥


"Ne yapıyorsun sen?" diye sordu KİT ile ilgilenen MİT Yarbayı.


Toplantı sona ermiş herkes kendi kabuğuna çekilmişti.


"Şu Alfa bozuntusunun hakaretlerini kaydediyorum Komutanım. Derleyip rapor sunacağım." dedi bilgisayar başındaki genç Yüzbaşı.


"Peki ben sana böyle bir şeyi yap dedim mi?" diyen Yarbay'ın sesi oldukça ürkütücü çıkmıştı.


Hayalet kod adlı Ferhat, bu ses tonunu ve söylenileni duyduğunda duraksayarak karşısındaki adama baktı.


"Ne yani bunu da mı onun yanına bırakacağız?"


"Anlamadım Yüzbaşım? Siz benim kararlarımı mı sorguluyorsunuz?" diyen Yarbay'ın etrafına yaydığı havadan etkilenen odadaki genç Teğmen korkuyla yutkundu. Odada yalnızca üçü vardı ve Yarbay'ın öfkesinden nasiplenmek istediği son şey bile değildi. Bu yüzden de hızlıca konuştu.


"Yarbayım ben çıkabilir miyim? Komutanım 'Toplantın bitince yanıma gel!' demişti."


"Çık!" diyen Yarbay gözlerini Hayalet'ten çekmemişti.


Kapı kapanıp da ikili odada yalnız kaldıklarında Yüzbaşı öfkeyle konuştu.


"Sizin kararlarınızı sorgulamak ne haddime efendim! MİT'in kural delisi İşlemci'sine, söz konusu KİT olduğunda neden sessiz kaldığını soracak bir yiğit var mı ki bu dünyada? Soran kişiye maazallah dava falan açarsınız. Sicilleri tehlikeye girer hatta belki de ihraç edilirler."


"Hayalet!" diye tısladı İşlemci kod adlı Batu. Karşısındaki adam ise bu uyarı dolu tıslayışı takmayarak devam etti.


"NE? Şu an karşında Hayalet olarak mı duruyorum sence? Ferhat olarak duruyorum ve artık bir cevap istiyorum baba! Alfa denen züppeyi neden koruyup duruyorsun?"


Batu, derin bir nefes aldıktan sonra oğluna baktı. Onun sorusuna cevap vermek istese de, vicdan azabıyla dolu kalbi bu konudan bahsetmek istemiyordu. Oğlu ise her şeyden habersiz bir şekilde konuşmaya devam etti.


"Yaptıkları bir değil iki değil. Defalarca kez kural dışı işler yaptı ve yargılanmayı geçtim bahsi bile geçmedi. Neden? Çünkü sen ve KİT'in Binbaşısı bir şekilde bunu örtbas ettiniz!"


"O davalarda tek bir başarısızlığı yok! Tüm davaları kendine has da olsa çözd..."


"Kendine has? Herkes kendine has çözsün o zaman, kuralların ne işi var? Alfa kuralları çiğniyor!" dedi Ferhat öfkeden titrerken.


"Ama yaptıkları hiçbir sivile zarar vermedi."


"Benim yaptığım da vermemişti!" diyen Ferhat acı dolu gözlerle devam etti.


"Fakat öz babam beni şikayet etti ve davalık olmama neden oldu."


Batu, derin bir nefes aldı.


"Yaptığının bir telafisi olamazdı. Eğer ben inceleyip olayı kısa sürede fark etmeseydim..."


"Herkesi takip ediyorsun. Her şeyden illa haberin olacak. Sana kontrol manyağı diyorlar! Babam olduğun bilmedikleri için benim yanımda, benimle bunları konuşmaya kalkıyorlar. İşlemci çok zalim Batu Özer. Çok çok zalim ve bu beni afallatıyor. Öyle ki... Keşke seninle aynı yerde çalışmaya başlamasaydım dedirtiyor. Babamı hep benimle oynarken hatırlamak isterdim. Beni dava ederken değil!"


"Yaptıklarımın kontrol manyaklığından olmadığını bilmiyor musun sen?" dedi Batu sevgi dolu gözlerle oğluna bakarken.


"Ben biliyorum ama onlar bilmiyor. Ayrıca bana o son yaptığın, beni davalık etmen... Öyle ağır geldi ki artık seni anlamak da istemiyorum. Yıllar önce devren ifşa olmuş ve takipsizlik yüzünden öldürülmüş. Bu yüzden de bu davranışlarında kendince haklısın. Yine de bilmem kaç yıl önce yaşanan şeyin cezasını bana kesmenin ANLAYAMIYORUM! Sadece göreve giden ajanın, şehir dışındaki kızına koruma sağlamayı unutmuştum... Şehir dışındaydı kız!"


"Şehir dışında olması hedef olmayacağı anlamına mı geliyor? Hâlâ mı akıllanmadın?"


"Akıllandım! Merak etme! Akıllandım. Mükemmel bir şekilde terbiye ediyorsun baba. Gerçekten!.. Eğer sicilime o dava işleseydi seni asla affetmezdim!"


Hayal kırıklığıyla dolu öfke tüm damarlarında kol gezerken Ferhat gözlerini kapattı. Oğluna bakan Batu kesin bir sesle konuştu.


"O davanın siciline geçmesine asla izin vermezdim. Ne Ferhat'ın babası Batu olarak, ne de Hayaletin amiri İşlemci olarak... Asla böyle bir cezayı almana göz yummazdım."


"O ZAMAN NEDEN ŞİKAYET ETTİN?"


"Yaşayamadan anlayamazdın. Bir daha asla aynı hatayı yapmaman için bu gerekliydi."


"Ne bu? 'Soba sıcak çocuğum dokunma!' demek yerine eli bir kere yansın da bir daha yapmaz nasıl olsa demek mi? Oradan bakınca çocuk gibi mi görünüyorum?"


Oğlunun kahverengi gözlerine bakan Batu tebessüm etti.


"Evet! 27 yaşına da gelmiş olsan, MİT'te Yüzbaşı da olsan benim gözümde hep çocuksun. 50 yaşında olsan da bu durum değişmeyecek. Sen benim çocuğumsun çünkü."


Bir süre duraksayan Ferhat, isyan dolu bir şekilde konuştu.


"Bunu kastetmediğimi biliyorsun. Bir özür bile dilemedin baba. Öz oğlunu nasıl dava edebilirsin? Kurulun önüne çıktığımda, onlarca özür yazısı yazarken, defalarca kez rapor sunarken neler hissettim biliyor musun? Sicilime işleyecek diye ne kadar korktuğumu..."


Susan adam babasına baktı ve gözlerindeki kalp kırıklığıyla devam etti.


"Ama hiçbiri değil de senin bana bunu yapman koydu. Bendeki baba figürünü geri dönüşü olamayacak bir şekilde tahrip ettin sen..."


"Ben bir şekilde onun geri dönüşünü bulurum, sendeki yerimi çok daha güçlü bir şekilde inşaa ederim. Ama eğer o kıza bir şey olsaydı ya da ileride bir gün buna benzer bir hatada birisine bir şey olsaydı... İşte onun gerçekten de geri dönüşü olamazdı. Yıllarca vicdan azabıyla yanıp kavrulma diye yaptım. Beni anlamanı beklemiyorum. İstemiyorum da! Beni asla anlama oğlum. Asla böyle bir yükle yaşama!"


Ve Ferhat günlerden sonra ilk defa babasının neden böyle bir şey yaptığını anladı.


"Sen... Devrenin, arkadaşının ölümünden kendini mi suçluyorsun?"


"Ölümü diyerek basite indirgeyemeyiz. Öldürülmesi... Katliamı." diye mırıldandı Batu kesik bir nefes alarak. Aklına, telefonun çaldığı o gün gelmişti. İzin günüydü bu yüzden de geç saatlere kadar uyumayı düşünüyordu. Karısı telefonunun sesini kısmadığı için söylenirken hemen durumla ilgilenip telefonunu kapatacağını söylemişti. Olmamıştı!


Yaşanan şey halledebileceği bir durum değildi.


Batu Özer o gün telefonda söylenenlerden sonra asla eskisi gibi olamamıştı. O günden sonra daha az şaka yapmaya başlamış, Bukalemun kod adlı o itin tüm bilgilerinin yok olduğunu öğrendiğinde ise tüm MİT'i yıkmıştı. Fakat hiç kimse sorumluluk almamıştı. Bu yüzden de İşlemci bir daha böyle bir durumun yaşanmaması için her şeyi yapmıştı. Teşkilatın onun bulunduğu kısmında, ondan habersiz bir toz bile uçuşamazdı.


Babasına bakan Ferhat yumuşak bir sesle konuştu.


"Baba senin bir suçun yok ki. Onu göreve geri çağırdıklarından haberin bile yoktu. Teşkilattaki sızıntı da senin bulunduğun kısımda değildi. Böyle bir şey olacağını nereden bilebilirdin ki?"


"Öyle olmuyor be oğlum. Olmuyor..." diye mırıldandı Batu acı dolu bir sesle.


Babasının dağılmış halini gören Ferhat, ona daha fazla bakamayarak gözlerini kaçırdı. Baktığı noktada büyük ekrana yansıyan Alfa'nın fulu resmi duruyordu. Güvenlik açısından KİT'in görüşmeleri asla net olmaz, şahısları hep buğulu bir şekilde görürlerdi. Tanımadığı bu adama bakarken iç geçirdi.


"Konu nereden nereye geldi." diye mırıldanan Ferhat yeniden konularını gündeme getirdi. Tek isteği ortamdaki kasveti dağıtmaktı.


"Hadi Alfa'yı operasyonlarda korumanı falan geçtim de... Bugünkü davranışlarıyla sözleri neydi öyle? Yok falsolu vuruşlar, mükemmel(!) sistem. Adam resmen MİT'i kötüledi. Bununla da sınırlı kalmayıp sevgilisiyle flörtvari konuşarak ona methiyeler düzdü. Bitmedi sevgilisi tehlikeye girerse diye 'Operasyon iptal!' emrini verdi. Ki operasyonun her kolu birbiriyle bağlantılı! Hayır bir de bizim tek kelime etmeye hakkımız yok. Ona olan borçlarımız son nefesine kadar devam edecekmişmiş. Oldu canım başka? Ne zannediyor bu adam kendini? Bulunmaz hint kumaşı falan mı? Operasyonlarda başarılı olması ona borçlu olmamızı gerektirmez! Vatan için yapıyor bunu. MİT için değil!"


Memnuniyetsizce söylenen Ferhat "Alfa bozuntusu!" diyerek gözlerini devirdi. Bu hareketi dejavu yaşamasına neden olurken duraksayan adam, başını kaldırarak babasına baktı. Onun kızarık gözlerindeki acı karşısında, bedenindeki tüm tüylerin diken diken olduğunu hissetti. Düşündüğü şey olamazdı değil mi?


"Haklı! Ona olan borcumuz, sonsuza kadar devam edecek. Hiçbir şekilde telafi edilemeden."


"Alfa..." diye fısıldayan Ferhat'ın aklına yıllar önce babasının arkadaşına misafirliğe gittikleri gün gelmişti.


'Ama ne oynayabiliriz ki?' diye söylenmişti 6 yaşındaki yeşil gözlü çocuk.


'Bence de. Daha yeni tanıştık ne oynayacağız?' diye sormuştu Ferhat.


Yanlarında duran babaları aynı anda yanıtlamıştı.


'Ajancılık!' 


'Ajancılık!' 


Bunu duyan iki küçük, parıldayan gözlerle birbirine baktıktan sonra sırıtmıştı. Hızla üst kattaki çocuk odasına doğru yürürlerken heyecanlı konuşmaları duyuluyordu.


'Ben Ajan Alfa olacağım.'


'Yaa. Çok havalı. Ben dee... Hayalet! Ben de Hayalet Ajan olacağım.'


İki çocuk, görüştükleri 5 yıl boyunca bir daha 'Ne oynayacağız?' diye asla sormamışlardı.


Onlar her zaman ajan olmuştu. 


Şimdi de olduğu gibi... 


"Burak mı o?" diye sordu Ferhat olanları algılamaya çalışarak.


Batu hafifçe başını salladı. Onun onayı Ferhat'ın inanamaz bir şekilde geriye doğru bir adım atmasına neden olmuştu.


"Yok! Yok... Bahsettiğin devrenin Yiğit Amcam olması imkansız. O asker değil ki. O sıradan biri. Spor salonu işletiyordu o." dedi Ferhat inkar edercesine.


Aklında babasının söylediği 'Devrem teşkilattan ayrılmıştı fakat yıllar sonra göreve çağırmışlar. Mutlu bir ailesi vardı. Artık yok!' cümleler yankılanıyordu.


Gözünden bir damla yaş süzülen Batu oğluna baktı. Ferhat içindeki sızıyla inkarına devam etti.


"Nasıl ya? Nasıl? Yaşanan o olay MİT'in hatası mıydı yani? Onların o şekilde öldür..."


Yumruğunu sıkan Ferhat derin bir nefes aldı. Yiğit amcası ve Dilek teyzesinin öldüğünü duyunca çok ağlamıştı. Çok sevdiği arkadaşı Burak'ı defalarca kez görmek istemiş ama çocuğun kimseyi görmek istememesi üzerine onunla görüşememişti. Aradan yıllar geçmiş Kılıç ailesi Ferhat'ın hayatında buruk bir anı olarak kalmıştı. Yıllar sonra çözülmemiş davaları incelerken Hayalet Mahalle olayını öğrenmişti ve böylelikle Yiğit amcasının öldüğü günlerde evde neden televizyonun açılmadığını anlamıştı. Babası, bu gerçeği ondan saklamak istemişti. Böyle vahşice bir ölümü...


Gözlerinden süzülen birkaç damla yaşı hissettiğinde kesik bir nefes aldı.


"Az önce diğergamlık sınırı derken kastettiği buydu. Ailesinin ölümünde, o şekilde ölmesinde MİT'in parmağı vardı. O yüzden tüm o şeyleri söyledi." diye mırıldanan Ferhat yaşadığı şoku hâlâ atlatamamıştı.


Batu sallayarak hüzünle gülümsedi.


"Bu yüzden onu koruyorum. Babasını koruyamadım, oğlunu koruyorum. Yiğit'imin emaneti o bana. Alfa'nın oğlu küçük Alfa. O bunu hiç bilemeyecek olsa da, bu dünyada onu her zaman koruyacak bir amcası olacak. Hayat borcu bildim bunu! Onun ayağına taş değmesin diye dağı bile un ufak edebilirim."


"Böyle mükemmel bir amcası var ve bunu bilemeyecek mi?" diye sordu Ferhat şefkat dolu bir sesle.


Batu hızlıca başını iki yana salladı.


"Asla!"


"Neden? Senin bir suçun yok ki baba. Sen bilmiyord..."


"17 yıl! O katliamın sebebi olan adam 17 yıldır dışarıda. Ben hangi yüzle Burak'ın karşısına çıkacağım? O çocuk 14 yıldır memleketine gitmiyor biliyor musun? 14 yıldır ailesinin mezarlığına gitmiyor! Haklı da. Ben de mezarlığa her gittiğimde kardeşimin yüzüne bakamıyorum. Her seferinde 'Bu son! Bir dahakine o adamı yakalamamış olursam gelmeyeceğim.' diyorum ve yine gidiyorum. Kendisine benzeyen oğlunun yaptıklarını anlatıyorum çünkü ona. Yiğit'i tanıyan herkes Burak'ın ona benzediğini söylüyor. Burak Yiğit'e benziyor doğru! Ama Alfa, Büyük Alfa'ya çok çok daha benziyor. Ve bunu bilen tek kişi benim! Verdiği bir kararda, akla gelmeyecek ilginç planlarında, olağanüstü hallerdeki soğuk kanlığında, emir veren ses tonunda, konuşurken yaptığı vurgularda, o herkesin gıcık olduğu ukalalığında, hatta düşünürken parmağıyla masada ritim tutmasında bile... Hepsinde Yiğit var! Baştan aşağa babası o. Hatta bugün şahit olduğum üzere sevdasında bile babası. Ve bu çok garip! Çünkü birlikte sadece 11 yıl geçirebildiler. Gerçi düşününce garip değil. Burak, babasını o kadar çok seviyordu ki onun tüm davranışlarını kopyalıyordu. Ona dönüşmesinden daha doğalı olamaz."


Ferhat ayakta duramayacağını hissederek masaya yaslandı.


"Peki şimdi ne olacak?"


"Hiçbir şey! Ben yıllardır yaptığımı yapıp karanlıkta Bukalemun arayacağım. Burak da benim onu koruduğumdan bihaber hayatına devam edecek."


5 Gün Sonra 


Gördüğü kabusun etkisinden çıkmaya çalışan Burak, küçük odada boğulduğunu hissederek yataktan kalktı. Sessiz hareketlerle salona giren adam, balkona çıkarak soğuk geceyle buluştu. Soğuk iliklerine kadar işlerken derin bir nefes aldı.


Geçen 5 günde Tornado'dan bir haber çıkmaması oldukça canını sıkıyordu. Adamın kendileriyle geç iletişime geçmesi operasyon sürecini uzatırdı ve Burak bunun düşüncesiyle bile kahroluyordu.


Koskoca 5 gündür Kelebeğinden ayrıydı ve ona yeni kavuşmuşken ondan ayrı kalmak çok koymuştu. Onu aramayı deliler gibi istese de kurallar gereği, görevde bir haftası dolduğunda ancak arayabilirdi. Sonrasında da aynı şekilde devam eder, haftada yalnızca bir defa bir kişiyi ararlardı. O da oldukça kısa...


Eskiden Burak bu hakkı oldukça gereksiz görürdü, hatta kullanmazdı bile. Zaten KİT üyeleri dışında birini arayamazdı, onları aramayı da gereksiz görürdü. Bazen, operasyon çok uzadığında, Emre'yi arardı. Emre genelde bir şekilde telefonu dayısına ulaştırır ve onunla da konuşmasınıı sağlardı.

Bu yaptıklarında bir kural ihlali de yoktu. Ne de olsa kuralda haftada yalnızca bir kişi aranabilir yazıyordu, sadece aradığın kişiyle konuşmak zorundasın yazmıyordu.


Eskisinden farklı olarak o 7 günün dolmasını iple çeken Burak, gözlerini kapatarak genç kıza sımsıkı sarıldığını ve papatya kokusunu içine çektiğini hayal etti. Hayali bile dudaklarında bir gülümseme belirmesine neden olurken, bir kez daha sevdiğine kavuşacağı zamanın bir an önce gelmesini diledi.


"Seni gülümserken görmek garip hissettiriyor. Alışamadım hâlâ."


Duyduğu sesle gözlerini açan Burak balkona çıkan Turan Alp'e bir bakış atarak önüne döndü. İkili şu beş günde birbiriyle muhatap dahi olmamış, sessiz sakin kendi hallerinde takılmışlardı. Bu yüzden de Turan'ın elindeki kahve kupalarından birini kendine doğru uzatması Burak'ın hafifçe şaşırmasına neden olmuştu.


Bardağı alan Alfa bunun bir zeytin dalı olduğunu içten içe hissediyordu. Bu zeytin dalını karşılıksız bırakmayarak "Teşekkür ederim." diye mırıldandı.


"Vayy be. Koskoca Burak Aslan'ın teşekkür ettiğini duymak... Duygulandım!"


Turan Alp'in samimiyetle dolu alaylı cümlesi karşısında Burak hafifçe tebessüm etti. Kahvesinden bir yudum alırken bu soğuk havada içini ısıtan kahveyle tebessümü büyüdü. Dirseklerini balkon demirlerine dayayan adam kupayı iki eliyle kavrayarak gökyüzüne baktı.


Gökyüzünde hilal değil de dolunay olması şu anlık tek sorunuydu...


Büyükçe bir sorun!


"İyi misin?"


Turan Alp'in sorusu Burak'ın kaşlarını kaldırarak yanındaki adama dönmesine neden olmuştu. Turan da Burak gibi dirseklerini balkon kenarlığına dayamış adama doğru bakıyordu.


"Nefret ettiği adama 'İyi misin?' diye sormayan da..." diye mırıldanan Burak bakışlarını yıldızlara çevirdi.


"Geçmişteki, akademideki, Burak'tan nefret etmeyen tek kişi Emre olsa gerek." dedi Turan kesin bir sesle.


"Başarımı çekemeyen tüm okul benden nefret ediyordu haklısın."


"Bunun başarıyla alakası yok. Bu..."


Burak'ın dudaklarında istemsizce alaylı bir gülüş belirdi. Bunu fark eden Turan Alp duraksadı.


"Tamam haklısın. Başarı muhabbeti de var. Dersleri pek takmıyor gibiydin ama çoğu zaman her şeyde ilk sıralarda olurdun. Bu durum haliyle sinirlerimizi bozuyordu. Torpil olduğunu düşünüyorduk."


"Harp akademisinde torpil yapmak? Hele de başımızda öyle bir Dekan ve Komutanlar varken."


"Biliyorum. Bunu şu an biliyorum ama o zamanlarda çocuk sayılırdık. Şımarık, ukala, kendini beğenmiş senin arkası da iyi sağlamdı."


Burak derin bir nefes aldıktan sonra başını iki yana salladı.


"Sizin için hep görünen önemli oldu. En büyük hatanız her zaman buydu!"


"Haklısın! O zamanlar bu mesleğe başlamamıştık. Görünenin ötesinde bambaşka hikayeler olabileceğini bilmiyorduk. Serkan ile senin bir anda gelişen arkadaşlığın hep şaşırtmıştır beni. Akademide en çok onunla atışırdın. Bir anda can ciğer kuzu sarması olduğunuzda... Afalladım."


Burak kahvesinden bir yudum alırken geçmişe bakış ne kadar değiştiğini düşünüyordu. Eski Burak olsa şu an burada durup bu konuşmayı yapıyor olmazdı. Çoktan Turan'ı tersleyerek çekip gitmiş olurdu o adam. Fakat artık o adam değildi.


Bunu, her hücresinde hissederken hafifçe yanındaki adama doğru döndü. 'Seni ciddiye alıyorum. Söylediklerini dinliyorum. Konuşabilirsin!' diyordu beden diliyle. Bunun bilincindeki Turan hafifçe gülümseyerek ona baktı.


"Seni tanımak için göreve çıkmak gerekiyormuş sanırım."


Burak, gülerek başını iki yana salladı.


"Şanslı say kendini. Ben geçmişteki ben olsam sana zehir etmiştim bu görevi."


"Asıl sen kendini şanslı saymalısın. Geçmişteki Turan Alp seni yakıp yıkardı."


"O biraz sıkar!" diyen Burak'ın sesindeki samimi ukalalık hissediliyordu.


"Büyüdük sanırım ha? İki medeni insan gibi, kavgasız gürültüsüz konuşabiliyoruz."


Bu cümleyi duyan Burak bir anda durgunlaşarak "Ben büyüyeli çok oluyor be Turan." diye mırıldandı.


Turan Alp 'Hayır' dercesine başını iki yana salladı.


"İnsanı yaşadığı olaylar büyütüyor doğru. Ama asıl büyümek kabullendiğinde oluyor. Acılarını kabullendiğinde, bazı şeyleri değiştirmeyeceğini kabullendiğinde, küçük kendine şefkatle yaklaşabildiğini fark ettiğinde..."


Adamın söylediklerini düşünen Burak hafifçe başını salladı.


"Haklısın sanırım. İnsan ne kadar büyüdüm dese de içindeki yaralı çocuk bulduğu her fırsatta etrafına saldırıyor. Ona sarılabildiğinde, teselli edebildiğinde büyümüş oluyorsun."


Elindeki kahvesinden bir yudum alan Turan Alp derin bir nefes aldı.


"Büyümemiz için, elimizden tutarak korkmadan bizimle karanlığa atlayacak güçlü kadınlar gerekiyormuş ha?"


Duyduğu cümle karşısında Burak şaşırarak yanındaki adama baktı. Turan'ın hayatında birisi olduğunu bilmiyordu. Gerçi kendine, onu tanıma şansını hiç vermemişti ki böyle bir bilgiye sahip olsun. Kahvesinden bir yudum alan Turan ona bakarak konuştu.


"Hilal sizin ekibe geldikten bir süre sonra bizim şubeye de bir psikolog alındı. Dayının aracılığıyla, Barış Hoca'nın tavsiyesiyle..."


Kaşlarını kaldıran Burak hikayeyi merak ederek tüm bedenini adama doğru çevirdi. Turan'ın devam eden sessizliği "Hadi! Eee?" demesine neden olmuştu.


"Şu an tam da dedikodu kokusu almış mahalle kadınları gibi gözüküyorsun biliyor musun?" diyerek gülen Turan omuzlarını silerek Burak'a baktı.


"Eee'si belli işte. Daha gördüğüm anda vuruldum İrem'e. Fakat hayatıma birisini alma niyetinde değildim. Bu yüzden de kaçmaya çalıştım."


"Bu hikaye çok mu tanıdık ne?" diyen Burak derin bir nefes aldı.


"Öyle! Tabii tek farkı ben senin aksine çabuk teslim oldum. Sustuklarını konuşmak sandığımın aksine mükemmel bir şeymiş. Dinleyen Cennet Bahçem olduğu sürece de her şeyi anlatabilirim."


"Her şey..." diye mırıldanan Burak elindeki bardağı sıktı.


"Bazen bazı şeyler, bazı günler ne kadar seversen sev anlatılamıyor. İstesen de olmuyor. O kelimeler dudaklarından dökülmüyor. O günü tekrardan yaşamamak için istemsizce susuyorsun."


Burak'ın berbat çıkan sesi karşısında Turan Alp usulca sordu.


"Gecelerdir gördüğün kabuslarında tekrar tekrar yaşadığın gün gibi mi?"


Kahvesinin sonunu başına dikleyen Burak, bardağını balkonda duran masanın üzerine koyduktan sonra bir süre sessiz kaldı. Ardından fısıldayarak konuştu.


"Teşekkür ederim!"


Turan Alp bu teşekkürün nedenini tahmin ederken, Burak onun düşüncelerini onaylarcasına devam etti.


"Dört gündür gördüğüm kabuslardan beni uyandırdığını biliyorum. İlk gün ne yapacağını şaşırdığından tepki vermedin. Büyük ihtimal klasik asker kabusu sandın. Geçmişte yaşanan çatışmaların etkisi..."


"Ama değil?" diye mırıldanan Turan'ın sesindeki merak hissediliyordu. Adamın kabusunun şiddeti ve anlaşılmayan sayıklamaları öylesine büyüktü ki Turan ikinci gün bunun normal bir kabus olduğunu anlayarak bir şekilde Burak'ı uyandırmaya çalışmıştı.


"Alakası yok! Biliyor musun? Ben hiç o klasik asker kabuslarından görmedim. Göremedim! İlk kez bir insanın canını aldığımda bile..."


"Neden?" diye sordu Turan sessiz bir şekilde.


Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Burak gözlerindeki acıyla konuştu.


"Çünkü benim hayatımın pik noktası hiç değişmedi. Asla da değişmeyecek! O lanet gün... Son nefesime kadar hayatımın en berbat, en boktan, en acı günü olarak kalacak. Kabuslarım her zaman o güne ait olacak. Hep o günün artçılarıyla dolu..."


'Ne yaşadın sen Burak?' diye düşünen Turan bu soruyu sesli soramadı. Aralarındaki ilişki bu soruyu sorabilecek kadar yakın değildi.


Fakat Burak sorulmayan o soruyu duydu. Günlerdir gördüğü kabuslardan, yıllarca Emre'nin yaptığını yaparak onu uyandıran adama baktı. Turan Alp ya yüksek sesli ani bir alarm sesiyle ya da sertçe yere düşen nesnelerle uyandırmıştı Burak'ı. Yanına gidip uyandırdığında, Burak'ın o aciz halini görmesini istemediğinin bilinciyle asla o odaya girmemiş, ertesi gün ise kabus meselesini katiyen açmamıştı.


Burak, yılların tecrübesine sahip olmasa Turan'ın kendisini kabuslarından uyandırmak için verdiği çabayı fark etmezdi bile... Öylesine gizli hareket etmişti adam. Ve bu davranışla Burak'ın dostlar listesine adını kazımıştı. Bu yüzden de Burak, dostunun sormadığı sorusunu cevapladı.


"Ben 11 yaşındayken... Ailemi kaybettim. Onlar... Öldürüldüler. O gün ben de, o evdeydim. O evden sağ kurtulan tek kişi bendim. Yıllarca bunun vicdan azabıyla yaşadım. Sizin bahsettiğiniz şımarıklık, ukalalık, her önüme gelene saldırmam da bundandı."


Turan Alp duyduklarıyla şaşkınlık dolu bir nefes aldı. Böyle bir hikaye duymayı beklemiyordu. Aklından onlarca soru geçse de hiçbirini sormadı. Fakat Burak sorularını yine duydu ve yine cevapladı.


"Babam eski MİT ajanıymış. Bizim oralarda önemli bir olay yaşanmış. Bir adamın yakalanması gerekiyormuş. Bırakmasına rağmen, babama sormuşlar. O da..."


"Kabul etmiş! Bu meslek bırakılamıyor. İstesen de... Olmuyor!"


Burak, hafifçe kaşlarını çattı. Adamın ses tonu daha önce bırakmayı düşünmüş gibi çıkmıştı.


"Haklısın!" diyen Turan ona doğru döndü.


"Bırakmayı düşündüm. Daha doğrusu, bırakmak zorunda olabileceğim bir an yaşadım. Hâlâ merak ediyorum. Sonuçlar eşleşmiş olsaydı... Yapar mıydım? Bu hayattan vazgeçebilir miydim? Hele de öyle birisi için."


Hiçbir şey anlamayan Burak, soru dolu gözlerle adama baktı. Turan ise kendi sorularına cevap veren adama cevap verme isteğiyle konuştu.


"Ailen nasıllardı Burak? Sesindeki ve gözlerindeki acıya baktığımda... İyi bir ailen olduğunu tahmin edebiliyorum."


"İyi mi? İyi çok hafif kalır. Ben... Mükemmel bir aileye sahiptim Turan."


"Şanslısın." diye fısıldadı Turan hüzünlü bir şekilde.


"Şanslı? Ben mi?" diyen Burak ister istemez yine o güne gitmişti.


"Sonu kötü bitse de... 11 yıl boyunca sevilmişsin. Mutlu bir çocukluk geçirmişsindir. Hatırladığında gülebildiğin anılara sahipsindir. En azından, 11 yıl boyunca çocuk olabilmişsindir."


Burak, herhangi bir yorum yapmadı. Aylar önceki adam, ailesinin adını dahi anmayan Burak, bu cümlelere sertçe karşı çıkardı. Fakat şimdi mutlu bir tebessümle anlatabildiği anılara sahip olan adam, karşısındakinin söylediklerinde haklılık payı olduğunu biliyordu.


"Çocuk olmak nasıl bir duygu Burak? Anne ve babasının biricik çocuğu olmak nasıl hissettiriyor?" diye sordu Turan hüzünlü bir tebessümle devam etti.


"Akademide atışıp durmamıza şaşmamak gerek. Sen kaybettiğin ailenin yasını tutuyormuşsun, ben ise hiç sahip olamadığım ailenin yasını..."


Balkon kenarlığına sırtını yaslayan Burak, kollarını kavuşturarak adama baktı.


"Senin ailenden bahsettiğini hiç duymadım." derken sesinde soru dolu bir tını vardı.


Turan Alp de onun gibi sırtını demirlere yasladı.


"Bir ailem olmadığındandır."


Aldığı bu cevapla kaşlarını çatan Burak adama bir bakış attı.


"Ailen vefat etmiş olsa bu cümleyi bu kadar ruhsuz söyleyemezdim. Yine aynı şekilde yetimhanede büyümüş olsan da böyle olmazdın."


"Ben... Öksüz ve yetimim. Tek sorun hem annemin hem de babamın yaşıyor olması." diyen Turan Alp alayla güldü.


Burak, o alayın altındaki yoğun acıyı duymuştu.


"Nasıl?" diye soran adam, Hilal'in her zaman kullandığı 'Anlat! Dinliyorum.' ses tonuyla konuştuğunun farkında bile değildi.


"Ben ağzında altın kaşıkla doğanlardanım. Daha doğmadan mesleğim belliydi. Tabii ki de ailemizin şirketinde CEO olacaktım." diyerek mırıldanan Turan, Burak'a bir bakış attı.


"Ben, Türkiye'nin en büyük ilaç şirketlerinden birisinin varislerindenim... Varislerindendim." diyerek düzeltti adam kendini.


"İlaç şirketi mi?" diye mırıldandı Burak şaşkınlıkla askere bakarak.


"Evet! Kaderimde kimya mühendisliği okuyarak şirketin yönetim koltuğuna oturmak vardı. Yani hep öyle diyorlardı. Kadermiş! Hayatım boyunca kendi isteklerini 'Kaderin bu!' diyerek dayatmaya çalıştılar. Ben de kaderime(!) karşı geldim."


İçinde aktif volkanlar patlayan Turan kesik bir nefes aldı.


"Biliyor musun? Aslında... İstediklerini yapabilirdim. Okulda her zaman en sevdiğim ders kimya olmuştu. Hiç olmadı tıp okuyup ilaç sektörüne geçebilirdim. Ama yapmadım! Tek isteğim bana dayattıkları kaderime karşı gelmekti çünkü. Tek istediğim onlardan intikam almaktı!"


"Neyin intikamı?" diye sordu Burak kaşlarını çatarak.


"Bana vermeleri gereken ama asla vermeye tenezzül etmedikleri sevginin." diye fısıldadı Turan Alp.


"Ben klasik zengin ailelerden birinde büyüdüm. Bizim evin başrolü her zaman paraydı. Bizim evin en değerlisi her daim işti. Ben daha bir haftalıkken annem beni bırakıp şirkete gitmiş biliyor musun? Ben daha o kadarcık bebekken benden sütünü kesmiş. Hastanede gösteriş olarak verdiği süt bana verdiği tek şey. Ahh lütfedip beni doğurmuş(!). Orası ayrı... Şirkete varis lazımdı çünkü!"


Burak, şok dolu bakışlarla Turan'a baktı.


Ne yani sırf şirket için mi doğmuştu?


"Ciddiyim! Ben onların işi için bir vasıtaydım sadece. Notlarım düşse ortalık kıyamet yerine dönerdi. Orta sona gidiyordum. Bir gün baktım benimle muhatap oldukları tek an notlarımın düştüğü zaman. Ben de bilerek boş kağıt verdim. Hem de fen dersinde! Offff ne şiddetli bir gündü. El kaldırmadılar. Keşke el kaldırsalardı. Keşke beni hastanelik, komalık etselerdi ama o sözleri duymasaydım."


Sesinin titrediğini hisseden Turan sakinleşmek istercesine bir süre duraksadı.


"Bir anne... Bir ANNE ya. Bir anne oğlunun gözlerinin içine bakarak 'Beni seni aldırmadığıma pişman etme!' der mi? Nasıl yaa? Gerçekten aklım almıyor. Onca yıl oldu ama hâlâ aklım almıyor. Bir insan hiç mi sevmez? 9 ay boyunca karnında taşıdığı bir canı hiç mi sevmez? Gerçi onun gibi duygusuz bir caninin beni sevmesini beklemem saçmalığın daniskası."


Gözünden düşen bir damlayı hızla silen adam acıyla konuşmaya devam etti.


"Sevmediği gibi sevilmeme de izin vermedi biliyor musun? Babannem o kadar küçük yaşta mama yememe izin vermemiş anne sütü gerek diyerek bir süt anne tutmuş. Lise sona giderken süt annemi buldum da ondan öğrendim o zaman yaşananları. Kendi kızıyla birlikte bize gelirmiş. Hem süt annem hem de bakıcım! El kadar bebekken süt anne ve bakıcı arasında gidip gelmemi istememiş kadın. Öz annesinin düşünmediği bebeği, o düşünmüş anlayacağın. Çocuğunu da getirme şartıyla her gün sabahtan akşama kadar benimle kalmış. Sadece yatma vaktinde yokmuş. Uslu da bir çocukmuşum zaten. Sabaha kadar uyanmazmışım. Uyansam da sesim çıkmazmış. O yüzden de yatılı kalmaması sorun olmuyormuş."


Duraksayan Turan derin bir nefes aldı.


"Bazen düşünüyorum. Gerçekten uslu olduğum için mi ağlamazdım yoksa ağlasam bile gelmeyeceğini bildiğim için mi? Beni doğuran kadının beni sevmediğini hissettiğim için mi acıksam bile sessiz kalırdım?"


Burak, başını önüne eğdi. Aklına hastayken yaptığı mızmızlanmalar gelmişti. Düştüğünde canı acımadığı halde sırf annesi onunla ilgilensin diye yalandan ağlamaları, okuma yazma bilmesine rağmen annesinin yanına gidip 'Ben okumayı unuttum sanırım. Bu gece masalımı sen okur musun?' demeleri... Annesi tüm o nazlanmalarına, şımarıklıklarına gülen gözleriyle, mutlu kahkahalarıyla karşılık vermişti.


Doya doya sevilmişti Burak. Öyle ki onların sadece 11 yılda verdiği sevgi, hayatının sonuna kadar yetebilirdi kendisine. New York'tayken Adela'ya söylediği cümleyi düşündü.


'Belki de saf sevginin ne olduğunu bilmeseydim, kaybettiğimde bu kadar canım yanmazdı.' demişti. Şimdi anlıyordu yaptığı hatayı. Böylesine sevilmemiş olsaydı belki canı bu kadar çok yanmayacaktı ama aksini düşünmek çok daha büyük bir kabustu.


Ailesinin kendisini sevmediği, onlarla geçirdiği güzel anların olmaması çok çok daha kötü bir ihtimaldi.


Turan'ın konuşmaya devam etmesiyle dikkatini ona verdi.


"İlk kelimem anneymiş. Beni doğurana değil ama. Süt anneme karşı kullandığım! Tabii benim biricik annem(!) bu durumu annelik gururuna yedirememiş ve süt annemi kovmuş. O zamanlar 1,5 yaşındaymışım. Tam en önemli güvenli bağlanma dönemleri... Bir anda benden, beni koparmış! Mamaya başlatmış, yeni bir bakıcı gelmiş. Ben 'Anne. Anne.' diye bas bas bağırırken bakıcılar bir bir gitmiş. Baş edememişler benimle. Beni bu dünyada koşulsuz seven tek kişiyi, koşulsuz sevdiğimi benden çalmışlar... Ve bana 'Ağlama!' demişler. Çok saçma!"


Gözlerini kapatan Turan yumruklarını sıktı. Kendisini sessiz sakin dinleyen bu eski düşmanı, yıllardır içinde tuttuğu zehrin tekrardan dışarıya çıkmasına neden olmuştu. Sadece kız arkadaşına anlattığı bu gerçekleri, operasyonda canını emanet ettiği bu adama anlatmakta bir sakınca görmedi Turan Alp.


Canına sahip çıkan Alfa, ruhuna da sahip çıkardı ne de olsa. Bu düşüncelerle anlatmaya devam etti.


"Giden onuncu bakıcıda pes etmişler ve beni kreşe vermişler. Sabahtan akşama kadar! 2 yaşında bir bebek... Bu arada verirken de tembih etmişler ha. Öğle uykusuna yatırmak yok! Ahh eve gelince uyanık olan çocuğa kim bakacak? Bir de bilerek uzak bir kreşe vermişler ki servis geç getirsin. Oradan oraya dolan dur. Sabah erkenden uyandırılıp servise bindirilir, akşam geldiğimde de uyumasam bile beşiğe yatırılırmışım... Bunları da o zamanki hizmetçi teyzeden dinledim. Çocuğu olmamış hiç. Neredeyse her gün odamı temizleme bahanesiyle odama girer uyanık olan benimle oynarmış. O anlatırken hatırlıyor gibi oldum ama gerçekten mi yoksa sadece hayal gücüm mü... Bilemiyorum. Bu arada ben 3 yaşına gelip anaokuluna verildiğimde bu yaptığı ortaya çıkmış. Benim gülmem, mutlu olmam ona (anneme) ciddi anlamda batıyor olsa gerek hizmetçiyi de kovmuş. Onun yerine nemrut suratlı bir kadın geldi, yıllarca somurta somurta iş yaptı. Yine de tüm bunlara rağmen... Şanslı bir çocuktum."


Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Turan Alp anlatmaya devam etti.


"Ne zaman birini kaybetsem bir diğeri geldi. Herkes benim ailem kadar sevgi yoksunu, gaddar değildi. İyi ki... İyi ki değildi. Yoksa kaybolup gitmem kaçınılmaz olurdu." diye mırıldanan adam Burak'a doğru baktı.


"Çocukken çok tatlı bir çocukmuşum aslında. Kahkahanın ne olduğunun bilinmediği o buz gibi evde bile en ufak bir şeyde gülermişim. Anaokulunda da öyle olmuş. 3 yaşı pek hatırlamıyorum ama 4 ve 5 yaşımı unutmam imkansız. Bir öğretmenim vardı. Adı İnci! Küçüklüğüm ona hayranlıkla geçti. İrem duymasın ama ilk aşkım olur kendileri." diyen Turan'ın gözleri, hikayenin başından beri ilk kez parlıyordu.


"Anaokuluna gitmeyi iple çekerdim. Bana sürekli gülümseyen, beni güldüren her şeyden öte beni dinleyen öğretmenim oradaydı. İlk zamanlar hiç konuşmuyor, gülmüyordum. O ise bıkmadan bir şeyler anlattı, sorular sordu. Cevap vermiyorum diye bana hiç kızmadı. Beni sürekli cesaretlendirdi. Sonunda onun samimiyetine teslim oldum. Onun deyimiyle bıcır bıcır konuşmaya başladım. Ama içten içe de korkuyordum. O da elimden kayıp gidecek, onu da kaybedeceğim diye çok korkuyordum. Bu yüzden de babannem, amcam falan okul nasıl gidiyor diye sorduklarında 'Sevmiyorum okulu.' derdim. Annem(!) sevdiğimi anlamasın, benden bir sevgimi daha çalmasın diye. Zaten bana bir şeyleri soran tek kişi de babannem ya da amcamdı. Ayda yılda bir geldiklerinde sormak için sorarlardı onlar da. Bu yıllarca böyleydi."


"Hâlâ görüşüyor musunuz öğretmeninle?"


"Tabii ki de. 5 yaşındayken de öğretmenim oldu. Yıllar sonra bir gün konuşurken söyledi. O yıl 5 yaşı sırf benim için almış. Ben kaybolmayayım diye! Hissetmiş sevgiye nasıl da aç olduğumu, bağlanma konusunda ne denli yaralı olduğumu... Yıllar boyu 24 Kasım'da öğretmenler gününü kutladığım tek öğretmen o oldu. Bu lisede de, akademide de, şimdi de değişmedi. O hayata tutunmamı, hayatı sevmemi, sevginin varlığını öğrenmemi sağlayan kişiydi. Ona hayatımı borçluyum."


Sesinde minnet olan adam anlatmaya devam etti.


"Lisenin ilk yılında bir gün hastalanmıştım. Ama böyle yatak döşek! Nemrut surat aldığı paranın hakkını vermek için arada gelip başımdaki bezi değiştirmeye lütfediyordu. Annemle babam da iş gezisi için Ağva'daydı. Hatırlıyorum da içimdeki o küçük çocuk 'İş gezisinde olmasalardı gelirlerdi başımda beklerlerdi.' diyerek palavra sıkıyordu kendine... Bakışların palavramın gerçekliğini kanıtlıyor gibi. Ne hatırladın?"


Burak, 'Boş ver!' dercesine başını iki yana salladı.


"Hadi Burak. Söyle!"


"Boş ver!" diye mırıldandı Burak.


"Burak!" 


Adamın ısrarına devam edeceğini anlayan Burak isteksiz bir şekilde konuştu.


"8 yaşındayken ateşlenmiştim. Babam şehir dışındaki işini yarıda bırakıp geldi. Bütün gece başımda durdu. Ertesi sabah ateşim düştükten sonra tekrardan geri gitti."


Turan Alp hüzünle gülümsedi.


"Böyle güzel ebeveynler dünyadan göçüp gitmişken benimki gibi ruhsuzların yaşıyor olması... Hayat hiç adil değil."


"Seninkiler ebeveyn değil." diye mırıldandı Burak.


"Biliyorum! Lise zamanında öğrendiğim bir gerçek bunu kanıtladı. O günden sonra ikisine de alsa anne-baba diyemedim."


Burak, ona soru dolu bakışlarla baksa da bu hikayenin adam için çok hassas olduğunu anlayarak asıl konularına geri dönmeyi tercih etti.


"Ateşlendim diyordun? 


"Evet! 23 kasım gecesi hastalandım. 24 Kasım'da da bu durum devam etti. Kolumu kaldırmaya mecalim yoktu. Doktor gelip serum falan takmıştı. O derece hastaydım. Böyle olunca öğretmenler günü aklımdan tamamen çıkmış. Zaten tüm gün uyumuştum... Ve uyandığımda öğretmenim başımdaydı. Bir an rüya falan zannettim. Çok şaşırmıştım. Meğer o gün çiçek göndermeyince endişelenmiş, beni aramış. Ben uyuduğum için ısrarla çalan telefonu da Nemrut Surat açmış. Onun da işine gelmişti İnci Öğretmenim'in gece başımda beklemesi. Öğretmenim önce eşini aradı durumu anlattı. Sonra oğluyla telefonda konuştu ona 'İyi Geceler oğlum. Seni seviyorum.' dedi. İyi geceler kelimesi ayrı, oğlum kelimesi ayrı seni seviyorum kelimesi apayrı kalbime battı." diyen adam son cümleyi fısıldayarak söylemişti.


"O gün tüm gece gözünü bile kırpmadan ateşimi kontrol etti. Annemin yapmadığı anneliği yaptı bana. Hayatımın en değerli günüdür... Bir de tüm bunları yaparken hamileymiş. Öğrendiğimde, o halde benim yüzümden uykusuz kaldı diye çok üzülmüştüm. 'Bırak da gözümün önünde, ellerimde büyüyen çocuğuma bakayım.' demişti... Kızının ismini ben koydum. O günden sonra ailelerinin bir parçası haline geldim. Süt annemi bulmamı sağlayan da o oldu. Tek çocuktum ama bir anda süt kız kardeşim, İnci Öğretmenim'in oğlu ve kızıyla birlikte üç kardeşim olmuştu. Tabii ben bunlara kavuştuğumda lise sona gelmiştim. Onca yılım berbat geçti. Yine de geç de olsa onlara kavuştum. İsyan bayraklarını çektikten sonra da akademi hayatım var zaten."


"Peki ya baban?" diye sordu Burak, adamın babasından hiç bahsetmediğine dikkat çekerek.


"Babam... Hayatımın en silik parçası. İşten geç gelir, evde de çalışma odasına kapanıp çalışmaya devam ederdi. Benimle hiç muhatap olmazdı. Evde var mıyım, yok muyum... Ruhu duyamazdı! Büyüdükçe evimizde kurallar oluşmaya başladı. Mesela yemek saatinde herkes masada olacak. Bu da ayrı bir komediydi. Konuşmuyorduk bile ne gerek varsa? Bana sordukları tek soru derslerimdi. Ders boykotu yaptığım gün de, yanlışlıkla olan çocuk olduğumu öğrendim işte."


Büyük bir alayla gülen Turan mırıldandı.


"Yanlışlıkla olmuşum. Artık doğum kontrol hapını mı unuttular, prezervatifleri mi yırtıldı bilinmez."


Derin bir nefes alan Burak ne diyeceğini bilemeyerek sessiz kaldı.


Bazı insanlar asla ebeveyn olmamalıydı!


"Beni istemediklerini hep biliyordum. İstenmeyen çocuk olduğumu hep hissediyordum. Defalarca kez o kadının dediğini dedim kendime. 'Keşke beni aldırsaydı!' diye. Lise sonda öğrendim aldırmama nedenini de... Amcam söyledi! Tek derdi şirkete yönetici olmamamdı. Kendi oğlunu geçirecekti başa. Çünkü babannem hak eden yönetici, diğeri ise yönetici yardımcısı olur diyordu. Ortak falan değil! Başarıyı arttırmak için rekabete sokmuştu bizi anlayacağın. Tabii iki aile de çocuğunun yönetici olmasının derdinde. Kuzenim benim yaşadıklarımı yaşamadı ama. Amcam çocuğuna zarar vermedi hiç. Bu yüzden de benim üzerime oynadı. İçimde kalan son aile sevgisini de aldı, kalan umutlarımı da yıktı. İlk öğrendiğimde bana bunu söylediği için ona çok kızmıştım. Fakat bana öylesine büyük bir iyilik yapmış ki..."


Bunu söyleyen Turan'ın sesi acı doluydu.


"Şirket'e varis olman için mi aldırmamış gerçekten?" diye sordu Burak bu duruma inanmak istemeyerek.


"Öyle. Ama beni asıl yıkan, yakan bu olmadı. Amcam kelimesi kelimesine dedi ki 'Diğeri kız olduğu için öldü. Şanslısın ki erkek oldun. Yoksa seni de aldırırdı..."


"Ne?" diye fısıldayan Burak'ın sesindeki şok hissediliyordu.


"Benim bir ablam olacakmış. Cinsiyetini öğrenene kadar beklemiş. 4 ayın sonunda kız olduğunu öğrenince de bebeği düşürmüş(!)."


"4 aylık bebeği aldıramaz. Yasalar var." diye mırıldanan Burak inanamaz gözlerle Turan'a bakıyordu.


"Paran olunca bu dünyada her şey oluyor. Tutmuş bir doktor, bebeği aldırmış. Herkese de düştü demiş. İnanmak istemedim. Bu kadar cani olabileceğine inanmak istemedim. Çıktım karşısına hesap sordum."


"Doğruladı." diye fısıldadı Burak. Turan'ın sesindeki ve gözlerindeki acı her şeyi açıklıyordu.


"Gençlik hatası(!) dedi. Çok gençmiş, depresyon ilaçları kullanmış hamile olduğunu duyunca. Anneliğe hazır değilmiş..." diyen Turan delirmişçesine gülmeye başladı.


"Anneliğe ne zaman hazır olmuş ki o? Karşıma geçip 'Psikolojim iyi değildi. Ona anne olamazdım.' dedi. Onu polise söylemekle şikayet ettiğimde ise sadece güldü. Hangi kanıtla hareket edecekmişim? O sırada babam gelip uzatmamamı söyledi. Aile irtibatımızı iki paralık mı edecekmişim yıllar önceki bir olayı açarak..."


Burak, duyduklarını sindirmeye çalışsa da başarılı olamadı.


"Ben iki katilin çocuğuydum. Onlara baktığım her an çocuklarını kız olduğu için öldüren iki katil görüyordum. Benim yaşamamın tek sebebi de babannemin 'O çocuk erkek olursa iki torunum arasından birini yönetici yapacağım.' demesiydi. Dolaylı yoldan beni kurtarmış sevgili babannem. Belki bu olay olmasaydı beni de aldırırdı."


"Anlayamıyorum. Madem aldıracaktı o kadar ay niye bekledi? Gerçekten de kız olduğu için mi aldırdı?" diyen Burak düşünme yetisini kaybetmişti.


"Şirkette bayıldığı için hamile olduğu ortaya çıkmış. Herkes hamile olduğunu öğrenmiş yani. Aldırsa biricik itibarımız zedelenirdi. Her şeyden öte dedem böyle bir şeye katiyen izin vermemiş. O öldükten 2 gün sonra da anneciğim kederinden düşük yapmış işte(!)."


"Bu kadın..." diyen Burak söyleyeceklerini yutmak istercesine dudaklarını birbirine bastırdı.


Turan Alp ise boğuluyormuşçasına elini boğazına götürdü. Nefes alamadığını hissettiğinde tekrardan trabzanlara dönen adam ışıldamaya başlayan gökyüzüne baktı.


"Ben... Bu çok ağrıma gitti be Burak. Bir ablam olacaktı! Her şey bambaşka olabilirdi. Sürekli hayal kurarken buldum kendimi. Sürekli düşünüyordum. Acaba ablam yaşasaydı nasıl olurdu? O beni severdi bence. Düştüğümde kaldırır, gülmeme kızmak şöyle dursun beni kahkahalara boğardı. İkimiz el ele verir o buz gibi şatoyu, sıcacık bir yuva haline getirirdik. Sadece bize özel bir dünyamız olurdu. Okuldan geldiğimde o gün yaşadıklarımı anlatır, onun da anlatmasını dinlerdim. Bir ses olurdu evde! Arada tatlı tatlı atışır sonra da hiç atışmamış gibi yapardık. Çok severdim ben onu. Hiç üzülmesin diye uğraşırdım. Yanına yaklaşan erkekleri kıskanır, gerçekten güvenilir olup olmadığını test etmeye kalkışırdım bacak kadar boyumla. Hep o mu benim ablam olacak? Abilik taslardım ben de arada." gözünden bir damla yaş düşen adam acı dolu bir nefes aldı.


"Deli olduğumu düşünüyorsun değil mi? Hiç tanımadığım, hiç görmediğim, hiç duymadığım birisini bu denli özlediğim için, dünyaya bir gelmemiş birisinden bahsederken böylesine darmadağın olduğum için... Deli olduğumu düşünüyorsun."


"Ben... Deli olduğunu düşünecek son kişi bile olamam." diye fısıldayan Burak dolan gözlerini kırpıştırdıktan sonra balkon korkuluğuna doğru dönerek doğmaya başlayan güneşe baktı.


"Eğer bunun adı 'Delilik' ise, ben 'Zır Deli'yim. Çünkü ben hiç tanıyamadığım, hiç koklayamadığım, hiç sesini duymadığıma hem bir cinsiyet, hem de bir isim verdim."


Turan, şaşkın gözlerle ona bakarken Burak kızarmış gözleriyle ona döndü.


"Seni o kadar iyi anlıyorum ki. O acıyı, o 'Keşke'yi, o hayalleri... Her şeyi! İçindeki o yangını, o yangının hiç sönmeyecek olmasını, çalınan kardeşliğin için yaşadığın ızdırabı, gördüğün kardeşlerle 'Biz de böyle mi oldurduk acaba?' deyişini, kavga eden kardeşleri görüp 'Ben böyle davranmazdım ki. Ben hiç üzmezdim onu.' deyişini..." diye mırıldanan Burak gözlerini kapattığında iki damla yaşın gözlerinden düştüğünü hissetti.


Duyduğu cümlelerle kendi gözlerinden düşen yaşları silen Turan fısıldayarak sordu.


"Annen hamile miydi?"


Boğazındaki yumruyu geçirme umuduyla yutkunan Burak, gözlerini açmadan başını aşağı yukarı salladı.


"Kardeşine isim mi verdin?" diye soran Turan sesinin titrediğini hissetmişti.


Bu soru Burak'ın gözlerini açarak gökyüzüne bakmasına neden oldu. Güneşin ilk ışınları üzerlerine doğuyordu. Gördüğün kızılımsı turuncu hareler Burak'ın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmesine neden oldu.


"Güneş!'


Turan da bakışlarını doğmaya yeni başlayan güneşe çevirdi.


"Güneş... Senin küçük her gün bizi ışığına boğuyor yani."


Dudaklarından bir hıçkırık kaçan Burak başını öne eğdi ve sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldı.


Elini adamın omzuna götürerek sıkan Turan bakışlarını güneş ışınlarından çekmemişti.


"Hiç... Böyle bir şey gelmemişti aklıma. Bir isim vermek, bir kimliğe sahip olmasını sağlamak...." diye mırıldanan adamın sesi düşünceli çıkmıştı.


Biraz toparlanan Burak sağ elinin tersiyle gözlerindeki yaşları sildikten sonra kıpkırmızı gözleriyle Turan'a baktı.


"Benim de gelmemişti. Gerçi... Ben bu konudan kimseye bahsedemiyordum bile. Daha çok yeniydi. Sadece Sevda annem biliyordu. Benim bilmediğimi zannediyordum. Ama ben..."


Sesi titreyen Burak titrek bir nefes aldı.


"Biliyordun!" diye mırıldandı Turan.


"Biliyordum. En başından beri... Geçenlerde Eftalya rahatsızlandı. O kadar çok korktum ki onu da kaybedeceğim diye. Soluğu Kelebeğimin yanında aldım. Yıllardır sustuğum o içimdeki çığlık sonunda ruhumdan döküldü. Söyledim ona miniğimi. 'Kardeşinin adı ne?' diye sorduğunda öyle afalladım ki..."


Turan, yüzüne vuran sıcak güneş ışınlarının eşliğinde gülümsedi.


"Neden Güneş isminde, Hilal'in bir parmağı olduğunu düşünüyorum?"


Burak, gözlerindeki sevgiyle gülümsedi.


"Öyle olduğundandır. Bana kardeşimi anarken insanların ne diye hitap edeceklerini sordu. Bu dünya için kardeşimin kim olduğunu... Onun bir şahıs olduğunu ve bir isme ihtiyacı olduğunu söyledi. Gökyüzü benim için her zaman önemli olmuştu. Hilal'imin ışığı onu daha da değerli kıldı. Bunu bana hatırlattığında aklıma gelen ilk isim 'Güneş' oldu. Ömrümün sonuna kadar kalbimde yaşayacak olan Miniğimi her yeni gün bir kez daha göreceğim."


Turan derin bir nefes aldı 


"Bu fikri sevdim. Acaba ablamın adı ne olurdu?"


Burak dudaklarındaki tebessümle omuzlarını silkti.


"İsim işini onlara bırakmak gerek bence."


"Bence de. İrem'im bulacaktır bir şey." diyerek gülümseyen Turan bir süre sessiz kaldıktan sonra düşünceli gözlerle Burak'a döndü.


"Ne var aklında?" 


"Sevda annenizin hamile olduğunu öğrendiğinizde verdiğiniz tepki geldi aklıma. İkiniz de ayrı şok olmuştunuz. Emre sürekli 'Ne yani bu yaşta abi mi olacağım ben?' derken sen sessiz kalırdın. İçten içe sevindiğini hissetmiştim biliyor musun? Normalde tepkilerini profesyonel bir şekilde gizleyen sen, söz konusu o küçük kız olduğunda en başından beri gizleyememiştin. Sizi ziyarete geldikleri her seferinde, o küçükle oynarken sürekli güldüğünü gördüğümde... İlk defa sende görünenden çok daha fazlası olduğunu hissetmiştim. Ama sorgulamadım. Sanırım sorgulamaya kalkarsam vereceğin tepkiyi biliyordum. Herkese karşı çok gaddardın o zamanlar. Hoşlanmadığın bir konu açıldığında direkt saldırıyordun. Ve attığın ok tam da 12'den isabet ediyordu."


Burak başını aşağı yukarı salladı.


"Serkan ile sürekli atışmamız da bundandı ya... O sorgulamaya kalkıyordu, ben de misliyle ödetiyordum."


İkili bir süre düşüncelerinin eşliğinde sessiz kaldı. Güneş ışınları biraz daha kendisini gösterirken, ikili güneşin sıcaklığı sayesinde soğuk havaya rağmen ısınmaya başladıklarını hissetmişlerdi.


"Peki... Ne yaptın? Böyle bir şeyi öğrendiğinde?" diye sordu Burak Turan'a bir bakış atarak.


"Bunları öğrendiğimde 17 yaşındaydım. Lise sonun başlarındaydık. O kavgadan sonra o hep istedikleri robot oldum. Derslerimden en yüksek puanı alıyor, hiç şikayet etmeden söylediklerini yapıyordum. Dışarıdan bakıldığında şirket için, para için çok çabalıyordum. Ama gerçek asla öyle değildi! Ne olacağını düşünmedim bile biliyor musun? Her şehit haberinde, her saldırı haberinde yıkılan birisiydim ben. Üniformalı askerlere büyük bir aşk ve saygıyla bakan birisi... İnci Öğretmenim bir gün bana 'Küçükken sürekli ben asker olacağım derdin.' demişti. O zamanlar bu ihtimal imkansız olduğundan hafifçe tebessüm edip geçmiştim fakat olanları öğrendikten sonra kararlıydım. O katillerin istediği gibi bir hayatı yaşamayacaktım!" diyen Turan nefret dolu bir sesle devam etti.


"Asla onların emellerine ulaşmalarına izin vermeyecektim! Şirketlerini alıp başlarına çalabilirlerdi. Ben o katillerin oyununun esiri olmayacaktım. Böylelikle Kara Harp Okulu'na başvurdum. Biricik aileme LGS'den aldığım puanla ODTÜ Kimya Mühendisliği'ni yazdığımı ve kazandığımı söyledim. Sorgulamadılar bile. İstesem yapabilecek kapasite oluğumu biliyorlardı. Bu şekilde Ankara'ya geldim. 'Yurtta kalmam ev tutacağım!' dedim para aldım. 'Ek kitaplar için şu kadar ihtiyaç var.' dedim para aldım. 'Dolabımı baştan düzeceğim' dedim para aldım. Aklına gelebilecek her şekilde sömürdüm onları. Biliyordum çünkü gerçek ortaya çıktığında olacakları."


"Ne oldu?" diye soran Burak'ın birkaç tahmini vardı. Turan tahminlerini doğrularcasına konuştu.


"Ne olacak? Beni evlatlıktan reddettiler. Sanki hiç evlatları yerine koymuşlardı da... Üzerime kayıtlı bankadaki tüm mal varlığıma da el koydular. Ama ben hazırlıklıydım. Bilerek orada birkaç bin bırakmıştım. Geri kalan tüm paramı üyesi olduğum spor salonundaki dolabımda tutuyordum. Aslında sadece birkaç ay o paranın orada duracağını düşünmüştüm. Sonrasında gerçeği öğrenirler beni evlatlıktan reddederler, ben de yeni ben olarak adıma bir banka hesabı açarım demiştim."


"Ama?" diye sordu Burak.


"3 yıl! Tam tamına 3 yıl. 3 yıl boyunca anlamadılar yaptığımı. O kadar umurlarında değildim işte. Beni arama bile aramadılar. Hep ben onları aradım. Para istemek için. İlk başlarda amacım beni reddettiklerinde dımdızlak ortada kalmamaktı. Ama onlar öğrenmedikçe, beni gram s*klemedikçe miktarı arttırdım. Her seferinde daha fazla istedim. Ve şaka gibi ama gönderdiler. Şirketin başına geçtiğimde misliyle bu paraları geri alacaklarının hayallerini kurdular sanırım."


"3 yıl... Akademinin üçüncü yılında sen yüzden o haldeydin." diye mırıldandı Burak büyük bir aydınlanma yaşayarak.


"Dokunanı yakarım modu mu? Kesinlikle o yüzdendi. Ankara'ya gelmeye bile lütfetmediler biliyor musun? Öğrendiklerinde hesap sormaya bile tenezzül etmediler. Bana sadece mahkeme celbi geldi. O celbi bana uzatan komutanın gözlerindeki ifadeyi asla unutamayacağım sanırım. Adamın bakışlarında şok, acıma, hüzün, merak... Ne ararsan vardı. Ben ise sadece güldüm. Bekliyordum bunu ama... En azından bir hesap sorsalardı be! Ona bile tenezzül etmediler. Hayatımın her alanında onlardan bir ilgi istemiştim. Olumsuz da olsa... İstedim! Ve bu yaptığımla bile alamadım."


Derin bir nefes alan Turan, kızarmış gözlerini kırpıştırdı.


"İnsan, anne babası onu sevmediğinde herkesin sevgisinden şüphe ediyor. Yani beni, beni hayata getiren kadın sevmemiş başkası niye sevsin ki? Benim hayatımdaki önemli bir olaya ailem bile sevinmemiş, tiye almamış. Başkası niye alsın ki? Tüm ömrüm böyle geçti. Ta ki asker olduğum güne kadar. Benim için canını ortaya koyan silah arkadaşlarımı gördüğümde, canım pahasına koruduğum dostlarımla vakit geçirdiğimde kusurun/hatanın bende değil de o kadında ve o adamda olduğunu anladım. Sevilmememin suçlusu ben değil, beni sevmeyen onlardı. Aile kan bağıyla olsa da, ailen kabul ettiklerin çok çok daha değerliydi. Tüm bunları kabullendikten sonra oldukça sağlıklı ve iyi bir hayat sürdüm. Ta ki 5 ay öncesine kadar. Benden geç bulduğum ailemi çalmaya kalktıkları güne kadar."


"Nasıl?" diye sordu Burak kaşlarını çatarak.


"Babannem geldi. Bir görevden yeni dönmüştüm. Daha helikopterden yere yeni ayak basmıştım ki ziyaretçim olduğunu söylediler. İki gündür gelip duruyormuş. Zengin olduğu her halinden belli olan bir araba ve sahibi. Üstümü değiştirmeye gidecektim önce ama... Karargahtaki askerlerin soru dolu bakışlarını gördüğümde gelenin nedenini öğrenmek istedim. Kim gelmiştir diye düşünüyordum bir yandan da. Hangisi gelmişti acaba? Neden gelmiş olabilirdi? 7 yıl geçmişti. 7 yıl sonra kim neden gelirdi ki?"


Turan Alp acı bir şekilde güldü.


"Neden gelecekler? İşleri düşmüş! Anlamalıydım. Yine de... Lanet olasın içimdeki o sevilmeyen çocuğa. Yine bir anlığına umutlandı. AHH!" diye bağıran adam yumruk yaptığı elini birkaç kez balkon korkuluğuna vurdu.


"Ben çatışmadan gelmişim. Bir şehitimiz, iki yaralımız var. Yüzüm gözüm toprak içinde. Kolumdaki hafif kurşun sıyrığını bir bez ile sarmışım... Bir insan, torununu o halde gördüğünde 'İyi misin?' diye sorar değil mi? Yok! Benimkinin söylediği ilk şey 'Mükemmel hayatını bırakıp da bu hayatı mı seçtin gerçekten?' oldu. Gözlerinde küçümseme hatta iğrenme vardı. Cebimdeki tabancamı çıkarıp boğazına yaslayıp 'Siz nasıl insanlarsınız ulan!' dememek için kendimi o kadar zor tuttum ki! "


Derin bir nefes alan Turan başını iki yana salladı.


"Anlattığın kişiler insan değil zaten. Paranın pulun köpeği. İyi kurtulmuşsun onlardan!" dedi Burak arkadaşına bakarak.


"Bence de... İşte artık ona nasıl bakıyorsam bizim erlerden birisi geldi 'Komutanım isterseniz çıkışa kadar eşlik edelim misafirinize.' dedi. Delice bir şey yapmamdan korktuğu bakışlarından belli oluyordu."


"Gazap lakabının hakkını vermişsin işte. Öfkenin önünde kimse duramıyormuş. Serkan, çok adam almış elinden."


"Hee ya. Benden aldı kendi dövdü." dedi Turan gülerek.


Bu yorumla Burak da gülmüştü.


"Beklerim ondan." diyen adam kısa süre sonra durgunlaşarak sordu.


"Neden gelmiş?" 


"Biricik oğlunda böbrek yetmezliği varmış. Diyaliz artık işe yaramıyormuş."


Yaslandığı yerden doğrulan Burak şok içinde Turan'a baktı.


"Senden böbreğini istediklerini mi söylüyorsun?"


"Hee. O benim babammış. O olmasa ben olmazmışım. Evlat olarak bunu yapmam gerekiyormuş. Ona bunu borçluymuşum."


"S*ktirsin gitsin!" diyen Burak kendisi böyle hissediyorsa Turan'ın nasıl hissettiğini düşündü.


"Bizzat o kelimeyi kullanmasam da aynı manaya gelen benzerleriyle defettim onu."


"Ben hayatımda böylesine bir yüzsüzlük görmedim. Kendi mi gelmiş yoksa..."


"Göndermişler. Biricik ebeveynlerim bir oğulları olduğunu hatırlamışlar ne mutlu bana(!). Bir de olay ne biliyor musun? Annemin... O kadının böbreği kocasına uyuyormuş aslında. Bunu sonradan öğrendim. O zamanlarda biricik anneciğim(!) beni arayıp tek şanslarının ben olduğumu, bunu yapmak zorunda olduğumu, babamı kurtarmam gerektiğini söyledi."


Balkon demirlerini tutan Burak, sakinleşmek istercesine derin bir nefes aldı.


"Bizim ekibi toplayıp o şerefsizlere baskına gideyim mi kardeş?" diye tıslarken oldukça ciddiydi.


Turan, ona bir bakış attıktan sonra başın hafifçe iki yana sallayarak mırıldandı.


"Boş ver. Değmez!" 


Bir süre yaşanan sessizlik Burak'ın konuşmasıyla bozuldu.


"Test yaptırdın değil mi? Konuşmanın başında 'Sonuçlar eşleşmiş olsaydı...' demiştin."


Turan'ın dudaklarında yoğun acı ve alayla dolu bir gülüş belirdi.


"Her şeye rağmen ben... Böyle hayatın a*ına koyayım yaa." diyen adam elini demire vurdu.


"YAPTIM! Bana babalık yapmayan o adamla böbreğim eşleşiyor mu diye test yaptırdım. Eşleşmedi. Ve ben... Eşleşmiş olsaydı ne yapardım bilmiyorum."


Gözünden akan bir damla yaşı silmek için çabalamayan Turan gözlerini kapattı.


"Hayatımın içine ettiler! Onlar yüzünden çocukluğuma/gençliğime dair tek bir mutlu anım bile yok. Ama ben yine de içimdeki o çocuğun sevgisini durduramıyorum. Lanet olsun dinlemiyor beni!" diyen Turan olanca öfkesiyle devam etti.


"Neden? Neden? NEDEN YAA? Ya neden benim de herkes gibi bir ailem yok? Ben neden en doğal sevilme hakkından mahrum bırakıldım. Ya ne kadar kötü bir çocuk olabilirdim ki? İstedikleri her şeyi yaptım. Düştüğümde, canım yandığında rahatsız olmasınlar diye ağlamadım. Mutlu olduğumda kahkaha bile atmadım yüksek sesten hoşlanmıyorlar diye. Konuşmuyordum bile lan! Çok değerli çalışmaları esnasında dikkatleri dağılmasın diye evin içinde parmak ucunda geziyordum. Tüm bunlara rağmen beni yine de sevmediler."


Ellerinin titrediğini hisseden Turan acınacak haline alayla güldü.


"Ve lanet olsun ki ben o herife böbreğimi bile verecek haldeyim. Sevgisiz geçen onca yıla rağmen hem de... İçimdeki o küçük susmuyor Burak! Belki o zaman beni sever, bana oğlum der, beni az da olsa s*kler diye düşünüyor. O çocuk, sadece bir defa" Oğlum!' kelimesini duyabilmek için tüm hayatı olan askerliğini feda edecekti... Bu yaptığım için asla kendimi affetmeyeceğim. O şanlı üniformayı her giydiğimde bunu hak etmediğimi düşüneceğim... Düşünüyorum!"


Başını 'Öyle değil!'dercesine iki yana sallayan Burak "Turan..." diye seslenirken adam onu duymayarak devam etti.


"Beni hiç sevmeyen, ablamın katili olan o adam için mesleğimden vazgeçmeye kalktım ben. TSK tek böbreklileri zorunlu askerliğe bile almazken, bile isteye böbrek nakli olan askerlerini göreve devam ettirirler miydi? Hiç sanmıyorum! Yeri geldiğinde dağda aylarca bir yudum suyla idare ediyoruz, günlerce susuz kalıyoruz. Oradan oraya soluksuz koşuşturuyoruz. O şekilde tüm takım için saatli bombadan farksız olurum. Görev esnasında yaralanarak tek böbrekli kalmak başka, bile isteye nakil yaptırmak bambaşka. Kurallar belli, kurallar sert! Ve ben tüm bunlara rağmen o testi yaptırmaya gittim."


"Turan..." diyerek tekrar araya girmeye çalışan Burak adamın çaresiz bakan kızarmış gözleriyle devam edemedi.


Turan çatlayan sesiyle fısıldadı.


"O test eşleşseydi verirdim. O bana sevgisini vermedi ama ben ona böbreğimi verirdim! En çok da bunu bilmek koyuyor. Beni hiç sevmemiş olsalar bile onları sevmek, acı çektilerinde acı çekmek... En çok da bu koyuyor!"


Gözlerinden akan yaşları başını öne eğerek gizlemeye çalışan adamın ağzından bir hıçkırık koptu. Burak, kendisine gelmeye çalışan arkadaşına yaklaştı ve elini sırtına koyarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Fakat Burak'ın bu hamlesi sakinleştirmek yerine ateşi körükledi.


Turan Alp'in içindeki küçük çocuk, gördüğü bu şefkatle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.


🐺 


"Daha iyi misin?" diye sordu Burak elindeki suyu adama verip sandalyeye otururken. İkili yeni başlayan günün hareketliliği eşliğinde balkondaki masada oturuyorlardı.


"İyi miyim? Mahvettin oğlum beni." diyen Turan elindeki bardağı kafasına dikerek suyu bir dikişte bitirdi.


"Ben mi? Ben ne yaptım lan? Anlatan sendin ya." dedi Burak dostça gülümseyerek.


"Hee işte. Anlattım da niye durdurmadın? Ben sadece sıradan bir arkadaşlık başlangıcı yapayım dedim. Sen bana kendinle alakalı önemli bir şeyi söyledin, ben de kendimle alakalı önemli bir şeyi söyleyecektim ve 'Yaa öyle mi vah vah tüh üzüldüm.' diyerek odamıza gidip zıbaracaktık."


Burak, bu yorum karşısında güldükten sonra omuz silkti.


"Bende şeytan tüyü varmış. Öyle diyorlar! Ayrıca benim sadece sıradan arkadaşlarım olmadı hiç. Benim dostlarım ve kardeşlerim vardır."


Turan, dudaklarındaki gülümseyi saklamaya çalışarak söylendi.


"Senin yüzünden hâlâ gözlerim yanarken bir de sırıtıyor musun? Sil o yüzündeki kendini beğenmiş gülümsemeyi sinirimi bozuyorsun."


Bunun üzerine Burak daha çok gülmüştü. Turan gözlerini devirerek konuşmaya devam etti.


"Suç bende aslında! Ben zamanında çok büyük konuştum. Serkan'ın seninle arasının iyi olduğunu duyduğumda 'O egoist, ukala, sinir bozucu adamla nasıl arkadaş olabilirsin?' diye çok söylendim. Her seferinde seni tanımadığımı, tanısam iyi dost olacağımızı söyledi. Ben de hep 'Asla!' dedim. 'Never say never!' sözünün bu denli doğru olacağını asla tahmin etmemiştim."


"Serkan'la da dostluğumuz benzer şekilde başlamıştı biliyor musun?" diye mırıldandı Burak.


"Nasıl?" diye sordu Turan kaşlarını çatarak.


"O da beni kabuslarımdan uyandırmıştı. O mağarada beni ayakta tutan kişi oydu."


"Emre?" diye soran Turan ile Burak derin bir iç geçirdi.


"Emre'yi çok delirtmiştim o zamanlar. Serkan olmasaydı elbet uyandırırdı ama Serkan'ın olması işine gelmişti."


O günler aklına gelirken fısıldayarak devam etti.


"Hem Emre beni ayakta tutamazdı. O mağaraya ikimizi de gömdüm çünkü. İkimiz de ruhumuzdan bir parçayı verdik orada. Ve hayatımızdaki kadınlara rağmen o parça asla geri gelmeyecek. 17 yıl önce yaşanan o günde kaybettiğimiz parça gibi..."


Turan'ın soru dolu gözlerini gören Burak başını önüne eğdi.


"Bana onca şeyi anlattın ama... Ben bunu söyleyemem. Bilenler bir elin parmaklarını geçmiyor ve ben asla öğrenmemesi gerekenler öğrenecek diye deliler gibi korkuyorum. Bu yüzden..."


"O gün oradaydın değil mi?"


Turan'ın sorusu Burak'ın hızla başını kaldırmasına neden oldu. Onun yeşil gözlerine bakan Turan başını aşağı yukarı salladı.


"Oradaydın! Gözlerindeki şu ifadeyi gören herkes bunu anlayabilir Burak. O gözlerde o kadar büyük bir acı var ki... Ailenin ölümünden bahsettiğinde öyle büyük bir ıstırapla doluyor ki..."


Sol gözünden bir damla yaş düşen Burak, titrek bir nefes aldı.


"Biliyorum! Bilmek istemiyorum ama biliyorum. Bu yüzden yıllarca ailemin adını anmadım/andırmadım. Onlardan bahsetmediğimde rol yapabiliyorum. Hiçbir şeyi görmemiş gibi, hiçbir şeyi duymamış gibi yapabiliyorum. Hilal'e olan duygularımı kabullenememe nedenlerimden birisi de buydu. Onu sevdiğimi kabul ettiğimde geçmişimden bahsetmek zorunda kalacaktım. Benim o gün orada olduğumu bilirlerse... Yıkılırlar Turan. Ölürler! Ben bunu onlara yapamam. Her şey zaten yeterince ağır, bir de bunu üstüne ekleyemem."


"Peki ne yapmayı düşünüyorsun? Gerçekten de bunu saklayabilecek misin? Az önce aylardır, hatta yıllardır saklamaya çalıştığım şeyi kendi ağzımla itiraf ettim. Onlara olan sevgimi bizzat, bile isteye söyledim. Söz konusu aile olduğunda kaçamıyorsun Burak. Bir şekilde dudaklarından dökülüyor o sözler."


Burak, bunu kabullenmek istemezcesine başını salladı.


"Hayır. Dökülmeyecek. Söylemeyeceğim! Bunu onlara yapamam."


Turan, arkadaşına bakarken ne kadar da kesin konuştuğunu düşündü. Burak, içten içe kendisinin haklı olduğunu biliyordu. Fakat bu durum onu öylesine korkutuyordu ki kaçış olarak inkarı kullanıyordu.


'Umarım gerçek ortaya çıktıktan sonra herkes için her şey çok daha iyi olur kardeşim. Umarım.' diye düşündü Turan Alp.


"Bu arada..." diyen Burak'ı duyduğunda bakışlarını ona çevirdi.


"Benim hayatımın/geçmişimin elle tutulur yanı kalmadığından herkesi susturuyorum. Ama seninkine el atacağım... Bu da bendeki bir diğer sinir bozucu huy işte!"


"Bendekinde var mıymış elle tutulur bir şey? Ölüyor olsam da o katillerin yanına gitmem Burak. Katil olmasalardı... Öldürdükleri tek şey benim çocukluğum, ruhum, hayatım olsaydı bir kez daha o kapıyı suratıma yiyeceğimi bilsem de giderdim ama... Ablamı öldürmüşlerken olmaz!"


"Biliyorum. Konu onların yanına gitme muhabbeti değil zaten. Askerliğin!"


Turan Alp gözlerini kaçırarak başını iki yana salladı.


"Oraya hiç girme!"


"Bugün aynı iki seçenek arasında kalsam ben de o testi yaptırırdım Turan!"


"Salih amca için mi? Oğlum o adam için şu an bile bir an düşünmeden yaptırırım o testi. Akademiye her geldiğinde bize selam vermeden, halimizi hatrımızı sormadan gitmezdi. Bize yemek ve tatlı getiriyordu. Hatta bir ara harçlık vermeye bile kalkmıştı. Ben babamdan göremediğim babalığı ondan gördüm. Bana/bize babalık yapan o adam sana kaç katını yapmıştır Allah bilir. O adam için bırak böbreğini, kalbini bile verir insan. Ama benimki için günahını vermeye bile değmez. İşte sorun da burada. Ben böyle bir adam için..."


"Ne fark ediyor Turan?" diye sordu Burak yumuşak bir şekilde.


"Nasıl ne fark ediyor? Diyorum ya o şerefsiz..."


"Sen hayalindeki baba figürü için çırpınıyorsun. Hayalindeki aile için! İçindeki çocuğun ümidi solmasın diye çabalıyorsun."


"Solmalı ama... Artık gerçeklerle yüzleşmeli. Asla o istediği aileye sahip olmadı o çocuk. Olamayacak da! O adam benden tek geçmişimi çalmadı. Geleceğimi de çaldı."


Yumruğunu sıkan Turan berbat bir sesle konuştu.


"Oğlum 'Baba' ne demek? Bilmiyorum ben! Bir baba nasıl olunur bilmiyorum. Görmedim ki! Bu yüzden de bu düşünceden deliler gibi korkuyorum. Ya babam gibi bir baba olursam? Bir baba çocuğunu nasıl sevmeli?.. Belki de hiçbiri değil biliyor musun? Sırf bana babalığı öğretsin diye ben o böbreği vermeye kalkıştım. Bana oğlum dediğini duymak için değil de, günün birinde oğlum diyebilmek için..."


Derin bir nefes alan Turan başını iki yana salladı.


"Off bilmiyorum ya. İrem hayatıma girene kadar böyle şeyleri düşünmüyordum. Aile anlayışım yoktu ki aile kurma niyetim olsun. Ama şimdi öyle değil işte! Kendimi hayal ederken buluyorum ve hayallerimde bile ne yapacağımı bilemiyorum. Ben nasıl baba olacağım Burak? Kim öğretecek bana babalığı?"


Konunun geldiği nokta ile afalladığını hisseden Burak kesik bir nefes aldı.


"Bu konu olmasın." diye fısıldarken bir çift elin boğazını sıktığını hissediyordu.


Turan, ona bakarken hüsranla arkasına yaslandı. Burak'ın gözlerindeki bakış her şeyi anlatıyordu.


"Sen sevilen çocuk, ben sevilmeyen çocuk. Ee nasıl oldu da kaçtıklarımız aynı oldu bizim?"


"Çünkü ben kaybettim. O sevgiyi kaybettim ve bunun acısını anlatamam. Ben de hayal ediyorum Turan. Ben de senin hayal ettiğin aileyi hayal ediyorum. Annemle babamın ölmediğini, o berbat günün hiç yaşanmadığını hayal ediyorum. Sevdiğimi onların karşısına çıkarttığımı hayal ediyorum. Senin hayal ettiklerini birebir hayal ediyorum. Ve hissettiklerim senin hissettiğinle birebir. İmkansız! Asla o hayal gerçekleşmeyecek. Asla! Bu seferki 'Never say never!' durumu da değil. Ben o 'Asla'nın her daim asla olacağının acısıyla hayal ediyorum. Sen sevilmediğin için bir aileyi hayal edemiyorsun, ben kaybettiğim için. İkimizin de durumu birbirinden beter. Ama... Bu konuda da şanslısın. Sen 'Nasıl baba olacağım?' diye sorabiliyorsun. Ben sormayı geç... Düşünemiyorum bile."


Titrek bir nefes alan Burak, dirseklerini masaya yaslayarak karşısındaki adama baktı.


"Senden mükemmel bir baba olur Turan Alp. Baba olmak için gereken tek şey 'Sevgi!'. Sev... Sadece sev! Gerisi kendiliğinden geliyor zaten. Benim babamdan..." diyen Burak titreyen sesiyle devam etti.


"Babamdan öğrendiğim babalık buydu... Saf sevgi. Babalığı benimle birlikte öğrendiğini söylemişti. Küçükken 'O' olmak istediğim için sürekli soruyordum. O da 'Beni baba yapan sensin. Sen söyle!' derdi. O zamanlar anlamazdım demek istediğini. Şimdi anlıyorum! O mu beni büyüttü, ben mi onu büyüttüm?"


Gözlerinden usulca yaşlar akan Burak gözlerini kapattı.


"Bir gün dayımla konuşurken onları dinlemiştim. Rutin yaptığım bir şey. Kapı dinlemek! Hiç şaşmazdı. Dayım, babama 'Bak Dileğim hamileyken soruyordun benden nasıl baba olur acaba diye. Aldın mı cevabını?' demişti gülerek. Babam da 'Ben bir şey yapmadım ki. Direksiyondaki hep Küçük Alfa'mdı.' demişti. Adım kadar eminim biliyor musun? Alfa benim orada onları dinlediğimi biliyordu. O benim her zaman nerede, ne yaptığımı bilirdi çünkü. Belki... O gün bile biliyordu." diye fısıldayan Burak nefes almak istercesine elini boğazına götürdü.


Kendine gelmeye çalışan adam titreyen ellerini yüzüne götürerek akan gözyaşlarını sildi. Babasından bahsettiği her seferinde olduğu gibi içinde kocaman bir özlem belirmişti. Bir süre duraksadıktan sonra karşısındaki Turan'a baktı.


"Yani demem o ki... Öyle bir aileye karşı bile sevgi dolu olan sen, kanın/canın olan o çocuğa mükemmel bir baba olursun Turan. Yapman gereken tek şey sevmek ve sen bunu çok güzel bir şekilde yapacaksın. Sevilmemenin ne olduğunu biliyorsun ve bunu asla kendi çocuğuna yaşatmayacaksın. Küçük bir çocuk için kahkahanın, gözyaşlarının, düştüğünde kaldırılmanın, konuşmanın ve dinlenmenin ne kadar değerli olduğunu bilecek ve tüm bunların özenle gerçekleşmesini sağlayacaksın. Kahkahaların hayal olduğu bir evde büyümüş olsan da, hayallerin kahkahalarla gerçekleştiği bir ev oluşturabilirsin Turan. Sahip olmak istediğin o aileyi kendin oluşturabilirsin. Çocuğuna babalık yaparken, kendi içindeki çocuğa da babalık yapabilirsin hatta. Çocuğunla birlikte içindeki çocuğu da büyütebilirsin. Ve korkmana gerek yok! Çocuğunun seni koşulsuz seveceğinden emin olabilirsin. Bir çocuğun ebeveynlerini ne yaparsa yapısınlar nasıl sevdiğini en iyi sen biliyorsun çünkü. Bu da demek oluyor ki gelecekteki o ufaklık seni çok sevecek, sen sevgisine misliyle karşılık vereceksin ve o da sana daha da misliyle cevap verecek... Belki doğduğumuz aileyi biz seçemiyoruz ama oluşturduğumuz aileyi biz seçiyoruz. Her şey bizim elimizde. Yuvamızın buz gibi olması da sıcacık olması da... Yaşayamadığın o çocukluğu bir kez daha soğuk bir yuvaya hapsetmeyeceksin sen. Ben buna inanıyorum. Sen de inan! Buna inan ve içindeki o kötü sesi sustur."


Turan, boğazındaki yumruyla Burak'a baktı. Gözlerinin dolduğunu hissettiğinde kendine gelmeye çalışarak derin bir nefes aldı ve başını aşağı yukarı salladı. Karşısındaki yeşil gözlere bakarken içinden şu cümleleri geçirmeyi ihmal etmemişti.


'Senden de mükemmel bir baba olur Burak. Umarım bir gün, sen de içindeki o kötü sesi susturabilir ve hak ettiğin o babalığa, o sıcak yuvaya kavuşabilirsin.'


🐺


Arabayı kullanan şoföre bir bakış atan Burak bakışlarını dışarıya çevirdi.


Turan ile yaptıkları kahvaltıdan sonra telefonu çalmış ve kapının önünde kendisini beklediklerini söyleyen bu adamların arabasına binmişti. Şoför ile birlikte üç kişilerdi. Hepsi silahlı ve her an tetikteydi. Buna rağmen arabaya bindiğinde Burak'ın silahına bir bakış atsalar da seslerini çıkarmamışlardı.


Uzun bir yolculuktan sonra depo niyetin kullanıldığı belli olan yere geldiklerinde araba durdu ve hep birlikte arabadan indiler.


Kapıya geldiğinde üstünü aramak için hareketlenen adamlara izin vermeyen Burak, silahını çıkartarak onlara uzattı. Silah gerçek 'Giray Söyler'e aitti. Bu yüzden de incelemeleri kendisine büyük bir artı sağlayacaktı. Botunun içinden, üzerine G.S. harfleri kazınmış Giray'ın çaksını da çıkartarak korumaya verdi.


'Başka?'


"İkisi neyine yetmedi? Başka yok. İstersen arayabilirsin."


Adam, elini kulaklığına götürerek karşı tarafı dinledikten sonra başıyla Burak'ı onayladı.


"Girebilirsiniz Giray Bey!"


Burak, rahat hareketlerle içeri girerken tüm algılarıyla mekanı inceliyordu. Kaçış noktası yoktu, rahat 20 koruma vardı ve oldukça rutubetliydi. Rutubet kokusunu alan adam burnunu kırştırdı.


"Kusura bakmayın. Sizi bizzat mekanımda ağırlamak isterdim ama bugünlük buradayız. Nasipse gelecek günlerde mekanımda konuşuruz." diyen sese döndü Burak.


Neredeyse karaya çalan esmer adamın resimlerde göründüğünden pek de bir farkı yoktu.


Yok mu? Resimlerdeki sahte gülüşü, gözlerindeki bu iğrenç bakışları az da olsa sansürlüyordu.


'Sana sansürlüyor olabilir ama ben ne mal olduğunu resimden bile anlamıştım.' diyerek iç sesine cevap verdi Burak.


"Hoş geldiniz Giray Bey. Ben Vural Caydan." diyen adamla dikkatini ona yöneltti Burak.


"Hoş buldum. Anlaşılan beni tanıyorsunuz. Tekrardan kendimi tanıtmama gerek yok o zaman." dedi Burak hafifçe adamın elini sıkarak.


"Sizi bu camiada tanımayan mı var Giray Bey? Uzun zamandır sesiniz soluğunu çıkmayınca öldünüz zannettik."


"Ahh hiç sormayın Vural Bey. Geldi başıma bir bela. Bir süre ortadan kaybolmak zorunda kaldım. Şimdi de tekrar sahalara dönmek için harekete geçtim işte."


"Bundan sonra Türkiye'de misiniz peki?" diye sordu Vural.


"Ahh nein (hayır)! Almanya'daki çevremi Hollanda'ya aktardım. Türkiye'de yeni bir çevre oluşturmak bir ömür sürer. Ayrıca yurtdışındaki satışlar harikulade. Uzun zamandır Hollanda'ya geçiş yapmayı düşünüyordum. Şu vurgun muhabbeti de bir neden oldu. Biliyorsunuz ki Hollanda yasalarına göre esrar kullanımı hâlâ yasak fakat polis belirli gramın altında esrar bulundurmayı veya kullanımını görmezden geliyor. Bu durum da sürüyle tüketici demek. Ve bir o kadar da para!"


"Satıcılara karşı ağır cezaları var diye biliyorum." dedi Vural kaşlarını kaldırarak.


"Öyle bir konuştunuz ki bir an, olmadığım yıllarda, Türkiye'de satış izni verildi mi diye düşündüm." dedi Burak gülerek.


"Ahh neredeee? İşime balta sokup duruyorlar. Uyuşturucuyu yurt dışına çıkarmak için bir aracıya sahip misiniz peki?"


"Maalesef hayır! Hollanda'da adamlarım var. Orası sıkıntı değil ama buradaki tedarikçimin Türkiye ayağını halletmesi gerekiyor." dedi Burak sıkıntılı bir sesle.


"Nasıl bir taşıma yöntemi düşünüyorsunuz peki?"


"Hollanda hava limanında hatırı sayılır tanıdıklarım var. Bir şekilde uçakla göndermek gerek. İşte tek soru malı nasıl kamufle edeceğimiz."


Tornado gevşek bir şekilde güldü.


"Ahh bu iş tahmin edemeyeceğiniz kadar kolay olacak Giray Bey. Sizin yapmanız gereken tek şey, arkanıza yaslanıp her şeyi bana bırakmak."


"Bırakırım bırakmasına ama önce Vural Caydan kimdir necidir bir öğrensem mi?" diye sordu Burak.


Onun bu cümlesi üzerine sırıtan Vural başını sallayarak Burak'a elini uzattı.


"O zaman yeniden tanışalım İlizyonist. Ben uyuşturucu dünyasının kralı Tornado!"


Burak, kendisine narsistçe gülen adama bakarken içinde çok büyük bir nefret dalgası hissetti. Tüm profesyonelliği ile nefretini gizleyen Alfa, elini uzatarak adamın elini sıktı.


Yıllar önce aynı hislerle babasının da o eli sıktığından habersiz...


Burak Kılıç; Gökçe Çınar'ın araştırdığı davanın Özgür için olduğunu ve karşısındaki şerefsizin de Hayalet Mahalle olayının baş canisi Bukalemun olduğunu bilmiyordu.


Eğer Burak, ailesinin asıl katilinin, 'Hepsini öldürün!' diyerek emir verenin, karşısındaki it olduğunu bilseydi; o tuttuğu el ile birlikte adamın tüm kemiklerini kırardı.


Eğer Burak, günlerdir/aylardır peşinde olduğu Tornado'nun aslında yıllardır yakalamak için çabaladığı Bukalemun olduğunu bilseydi; operasyonu falan umursamayıp adamı oracıkta gebertirdi.


Ve hiçbir şey ona engel olmazdı.


O hariç! 


Bu dünyada koskoca Alfa'yı durdurabilen tek şey küçücük bir Kelebek'ti.


Ve o Kelebek, şu an Alfa'sından kilometrelerce uzaktaydı.


Bu yüzden de Alfa; iyi ki bu gerçeği bilmiyordu.


Bilseydi; bir cani yüzünden bir caniye dönüşmesi kaçınılmaz olurdu.


Loading...
0%