Yeni Üyelik
52.
Bölüm

52. Bölüm- Senden Önce Ben... Senden Sonra Ben

@yasminiesa

Defterini kapatan Hilal, yorgun bedenini güçlükle yatağa bırakarak tavanındaki fosforlu ay ve yıldızlarla bakışmaya başladı. Karanlık oda uykusunu getirirken kıyafetleriyle sızıp kalmak istemeyen genç kız başucundaki gece lambasını açtı.


Göreve başlayalı 5 gün olmuştu. Bu 5 gün içerisinde birçok kanser hastasıyla görüşme yapmış ve hepsinden de olumlu sonuçlar almıştı. Hayata veya hastalığa karşı değil... Kendisine karşı.


İlk duyduğunda psikolog muhabbetine oldukça karşı çıkan 75 yaşındaki huysuz Hayriye nine bile ondan terapi almayı kabul etmişti. Şu an çoğunlukla evlatlarını/torunlarını çekiştirse de bir noktadan sonra Hilal onunla oldukça ciddi konuşmalar yapabileceğini biliyordu.


Bu süreçte peşinde oldukları Enis'in halası Fadime, Hilal'i en çok şaşırtan kişi olmuştu. Kadın psikolog muhabbetini duyduğunda oldukça ılımlı yaklaşmış ve hiç zorluk çıkartmadan seanslara başlamıştı. Hilal, bu hikayede en çok canı yanacak kişinin Fadime olduğunu anlamıştı. Yeğeninin yaptıklarını öğrenecek ve hastalığıyla savaşırken bir de onun hapse mahkum edilmesini görecekti.


"Keşke insanlar seçim yaparken sevdiklerini de düşünseler." diye mırıldandı Hilal. Enis, halası sayesinde babasına dönüşmekten kurtulabilirdi ama o babasının yolundan gitmeyi hatta ondan daha da beter birisi olmayı seçmişti. Ve onun bu kararı, ona gözü gibi bakan kadını yakıp yıkacaktı.


Fadime, yaptıkları görüşmeler sırasında az biraz yeğeninden de bahsetmişti. Onun kirli işlere karıştığının farkında olsa da olayın bu denli büyük ve pis olduğunu bilmediği belli oluyordu. Yeğeninin yalnızca yanlış insanlarla takılan bir maşa olduğunu düşünüyor ve günün birinde düzeleceğine inanıyordu. Fakat yeğeni ne maşaydı, ne de düzelebilecek bir düzeydeydi. Enis Çarkuş dibine kadar bataklığa batmıştı ve artık o bataklıktan kurtulamazdı. Her şeyden önce adam bu bataklığı seviyordu bu yüzden de Fadime ne kadar uğraşırsa uğraşsın yeğenini kurtaramazdı.


Diğer hastalarını düşünen Hilal, usulca gözlerini kapattı. Hepsinin ayrı bir hikayesi, ayrı bir derdi vardı. Birçoğu hastalığını inkar aşamasındaydı. Kabullenmiş olanlarda da öfke had safhadaydı. Hepsinin de ilk söylediği şey 'Neden ben?' oluyordu. Bu hayatta herkesin imtihanı başka bir yerden oluyordu işte.


Var mıydı 'Benim hiç derdim yok.' diyebilecek bir insan?


Dudaklarında buruk bir gülümseme beliren Hilal mırıldandı.


"Burak burada olsaydı da uzun uzadıya bu konu hakkında münazaralar yapsaydık."


Sevgilisini çok özlemişti. Özlemin yanında yoğun bir endişeyle harmanlanmış korku da olduğu için genç kızın işi oldukça zordu. Burak gitmeden önce ona sımsıkı sarılmış, papatya kokusunu içine çektikten sonra da 'Bir gece ansızın arayabilirim." diye mırıldanarak gitmişti.


Ümit Yaşar Oğuzcan'ın şiiri aklına gelirken ilk mısrasını mırıldandı Hilal.


"Bu kadar yürekten çağırma beni!

Bir gece ansızın gelebilirim.

Beni bekliyorsan, uyumamışsan,

Sevinçten kapında ölebilirim."


Gözlerini kapatan genç kız derin bir nefes aldı. Şu an tek istediği ona sımsıkı sarılmaktı. Fakat bunun imkansızlığı boğazını düğüm düğüm yapıyordu. Burak'a dayanacağını söylemişti ama son günlerde, ondan haber alamadıkça, içten içe kuruntular yapmaya başlamıştı.


Aklına sürekli son görevine giden Yiğit Kılıç ve sonrasında yaşanan Hayalet Mahalle olayı geliyordu. Tüm tüylerinin diken diken olduğunu hisseden Hilal gözünden düşen yaşı usulca sildi.


"Onun gittiği görevle Burak'ın gittiği görev arasında hiçbir benzerlik yok. Bırak bu saçmalıkları düşünmeyi Hilal." diyerek kendini azarlayan genç kız, güçlükle yataktan kalkarak kıyafetlerini değiştirdi. Mavi pijamalarını giydikten sonra gözleri saate ilişti.


23.59


"Ehh bugün de 00.00 olmadan yatağa girdim." diyen kız yatağa yatıp yorganını üzerine örttükten sonra yanındaki lambayı söndürdü.


Bugün ruhen o kadar çok yorulmuştu ki, normalde kurduğu hayalleri boş vererek gözlerini kapattı.


Çok uykusu vardı ve çok sevdiği hayalleri bile bu uykuya engel olamazdı.


🎶 Birden ay ışığını kesti

Bir de sen çok değiştin

Yaşananlar hiç yaşanmamış gibi,

Söylenenler hiç söylenmemiş gibi... 🎶


Duyduğu zil sesiyle birlikte kalp atışları hızlanan genç kız bir anda yatağında doğruldu. Ne uyku ne de yorgunluk kalmıştı. Hızla telefonunu alan Hilal, görüntülü arama olduğunu görerek başucu lambasını yaktı.


"Alfa'm." derken sesinden öylesine büyük bir özlem akıyordu ki kendisi bile şaşırdı buna.


"Kelebeğim..." diye fısıldayan adamın da aynı özlemle mırıldanması karşısında içi huzurla doldu.


Bakışlarını birbirlerinin gözlerinde dolaştıran ikili, aynı anda aynı kelimeyi mırıldandı.


"Özledim."


"Özledim."


Burak, derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı.


"Ben ki göreve çıkmak için kırk takla atan adam... Şimdi görevden dönmek için kırk milyon takla atıyorum. İşin garip yanı bu durumdan şikayetçi bile değilim. Şu an tek istediğim sana sımsıkı sarılarak papatya kokunu içime çekmek, elalarını bir kameradan değil de bizzat görerek yaşamak."


Hilal, karşısındaki yeşil gözlere baktı. Adamın gözleri mi dolmuştu? Onu bu kadar çok mu özlemişti?


Genç kızın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirdi. Bu adam çok güzel seviyordu... Çok!


"Ama sen öyle gülümsersen ben görevi falan s*ktir edip sana koşarım."


Hilal, kahkahasına engel olamayarak adama baktı.


"Mükemmel romantik bir cümle... Olabilirdi."


"Şu an senden uzak kaldığım için ne denli öfkeli olduğumu tahmin dahi edemezsin. İnan bana aklımdan geçirdiklerimi duysan şok olursun. Şu görev bir bitsin o Tornado itini senden uzakta geçirdiğim günler için ayrı döveceğim." diyen adamın sesindeki öfke ve sitemi duyan Hilal dudaklarını ısırdı.


"Sen adamı hastanelik etmeden bırakmayacaksın anlaşılan. Bomba olayı için ayrı, Haluk abiler için ayrı, uyuşturucu için ayrı, Özgür abi için ayrı... Başka bir şey kaldı mı?"


"Kesin kalmıştır. O it öyle bir şerefsiz ki yumruklarımı hak ettiği bir durum elbette olmuştur. Üsse kaldırınca dokundurmuyorlar. Öncesinde dayak arsızı yapayım da içim rahat etsin." diyen Burak sevgilisine baktı.


"Yalnız Kelebeğim bir şey soracağım. Biz neden değerli vaktimizi o iti konuşarak harcıyoruz?"


"Çok haklısın. Eee ne yaptın? Turan'la birbirinizi yemiyorsunuzdur inşaallah?"


Duyduğu cümle karşısında gülen Burak başını iki yana salladı. Onun gülen gözlerine bakan Hilal kaşlarını kaldırdı.


"Bir şey olmuş! Ne oldu? Yoksa... Gerçekten de 2. Serkan vakası mı?"


Kızın tam yerinde tahmini karşısında Burak başını aşağı yukarı sallayarak onu olayladı.


"Öyle oldu. Bu kadarını ben de beklemiyordum. Geçen gece bayâ konuştuk... Ultra derin konulardan."


"Dostlar hânene bir dost daha kattın yani?"


"Kesinlikle." diyen Burak gülümsemişti.


"Nasıl oldu peki? Yılların düşmanlığı bir gecede bitti mi gerçekten?"


"Düşmanlık için ortada bir sebep yoktu ki. O sadece eski Burak'ı sevmiyordu." diyen adam genç kıza bakarak devam etti.


"Düşününce... O Burak'ı ben de hiç sevmiyordum."


"Valla ben 3 yıl önceki Alfa'yı sevmiştim."


"Alfa'yı mı yoksa montunu mu?" dedi Burak muzip bir sesle.


"Yaa Buraaaak."


"Hilaaaal." diye mırıldanan adam, kızın gözlerine sevgiyle baktı ve usulca sordu.


"Biliyor musun?" 


"Neyi? Mardin'deki Alfa'nın benden etkilendiği için öyle davrandığını mı?" dedi Hilal sırıtarak.


Kızın sırıtmasına bakan Burak gülümsedi.


"Orasını hiçbir zaman inkar etmedim zaten."


Adamın gözlerinde gördüğü derin ifade Hilal'in ona bakmasına neden oldu.


"Peki neyi biliyor muyum?" diye usulca sorarken yeşil gözleri inceliyordu.


"Az önceki sahneye yıllarca şahit olduğumu."


Adamın dediği cümleyi anlamaya çalışan Hilal, hangi sahneden bahsettiğini düşünmeye başladı.


"Dileeeeek.... Yiğiiiiit." diye fısıldadı Burak. Bunun duyan Hilal, hızla yeşil gözlere baktı.


"Tehlikeli bir görevdeyken, onlara olan benzerliğimizi bir kez daha fark etmek iyi bir şey mi merak ediyorum."


Sevdiğinin acı dolu fısıltısı nefesini kesen genç kız, böyle düşünmemesini söyleyecekti ki kendisinin de son günlerde bunu sıkça yaptığını hatırlayarak sessiz kaldı. Yaptığı bir şey için 'Yapma!' demeye yüzü yoktu.


Burak'ın devam etmesiyle birlikte büyük bir şaşkınlıkla ona baktı.


"İyi bir şey mi bilmiyorum ama kötü bir şey olmadığına karar verdim. Onların arasındaki ilişkiye aşık olurken, onların ilişkisi gibi bir ilişkiye sahip oldum ve bunu ellerimle itmeye niyetim yok. Senin anneme benzemeni seviyorum. Babama benzemeyi seviyorum. Sonlarının böyle olması beni kahretse de çok mutlu bir hayat yaşadılar ve benim de niyetim seninle beraber çok çok mutlu bir hayat yaşamak. Bu hayatı yaşarken de onlara benzediğimiz herhangi bir anda sonlarını düşünmeyi değil de, gözlerinin parladığı anları düşünmeye karar verdim. Yokluklarında onları andıran anlardan kaçmayı değil de, öyle anlar oluşturarak onları yaşatmayı seçiyorum. O güne dair bir hayal misali hatırladığım 'Özür dilerim! Keşke yıllar önceki o gün... Hiç karşılaşmasaydık!' dileğinin gerçek bir istek olmadığını artık biliyorum. Babamın o durumda düşündüğü ilk şey 'Ondan uzak dursaydım eğer. Şu an yaşıyor olacaktı.' olmalı. O anda unutmuş sanırım. Benim yıllarca unuttuğum gibi... O da unutmuş."


"Neyi?" diye sordu Hilal fısıldayarak. Yeşil gözlerin kızarmış olması canını yakmıştı.


"Bir insanın nefes sayısının asla değiştirilemeyeceğini. Başka seçimler yapılsaydı ve Dilek Kor asla Dilek Kılıç olmamış olsaydı bile o gün o saatte hayatını kaybedecekti. Yine aynı şekilde Yiğit Kılıç da o gün o vefat edecekti. Gönül isterdi ki bu durum huzurlu bir uyku sırasında yaşansın ama... Olmadı! Düşününce annem, kocasının öldürülmesinin acısını da öyle çok yaşamadı. Babam ise... Ardından neler yaşandığını bilemese de o dehşeti çok uzun süreli yaşamadı." diyen adam usulca fısıldadı.


"Olan yalnızca bana oldu."


Tüm tüyleri diken diken olan genç kız, Burak'ın yanağından süzülen bir damlayı gördüğünde boğazındaki düğümü çözmek istercesine yutkundu. Ekrandan geçerek sevdiğine sımsıkı sarılmak isterdi.


"Benim kaderim de annesiz babasız büyümekmiş demek ki." diyen adam miniğinin kaderinin de hiç doğamamak olduğunu düşünse de bunu dile getirebilecek kadar güçlü olmadığından sustu.


"Keşke o gün her şeyin şahidi olmasaydın." diye fısıldadı Hilal. Adamın acıyla feryat eden yeşilleri onu kahrediyordu.


Burak, kızarmış gözleriyle kıza baktıktan sonra başını hafifçe iki yana salladı.


"Başka türlüsünü yapamazdım. O gün gözlerimi o delikten çekemedim çünkü bilinmemezlik beni çok daha fazla korkutuyordu. 'Acaba ne oluyor? Acaba ne olacak?' diye düşüne düşüne delirirdim. Ne yaşanmış olursa olsun hayal gücü gerçekten daha korkunç biliyor musun? Gerçekliğin bir sınırı var fakat hayallerin yok. Sınır tanımıyor! Olumsuz bir olay her zaman en en en kötüsünü sana sunuyor. Bu yüzden ya hâlâ o lanet kabuslarla hâlâ boğuşuyor olmam. Sana söylemiştim. Ben yıllardır kabuslarımda o geceyi görmüyorum Kelebeğim. Kabuslarım; o gece yaşananlara ait değil, yaşanmamışlara ait. Ve bu beni çok çok daha fazla yıpratıyor. Bu konuyu uzun uzun düşündüm ve çıkarttığım sonuç bu. Bilinmemezlikle dolu olmaktansa, yaşananları yaşamayı tercih ederim. Her türlü gördüğüm kabuslar peşimi bırakmayacaktı zaten. Evet şahit olduklarım bende çok büyük bir travmaya yol açtı ama bu sayede..." diyen Burak fısıldayarak devam etti.


"Anneme bir şey olmadığını biliyorum. Eğer gözlerimle görmeseydim hep bir 'Acaba?' olacaktı. Kim ne derse desin onlara inanmayacak ve hayatımı hep bu 'Acaba'yla geçirecektim. İnan bana böyle bir şeyin düşüncesi, annemin bıçağı kalbine saplamasından çok çok daha fazla canımı acıtıyor. Bu yüzden, ben her şeyin şahidi olduğum için keşke demiyorum. Sen de deme Kelebeğim."


Adamın söylediklerini düşünen Hilal başını aşağı yukarı salladı. Burak haklıydı. Hayal gücü her zaman gerçekten daha korkunçtu.


"Anlayacağın 'Belirsizlik, en kötü ihtimalden daha acı vericiydi' (-Dostoyevski)." diye mırıldandı Burak.


Sevgilisinin acı dolu gözlerine bakan Hilal elinde tuttuğu telefonu sıktı.


"Şu an sana sımsıkı sarılmak istiyorum ama yapamam. Neden böyle bir konuyu sana sarılamayacağım bir anda açtın Alfa'm?" diyen kızın sesinde hüzünlü bir serzeniş vardı. Bunu duyan Burak tebessüm etti.


"Gözlerindeki ifadeden dolayı... Normalde böyle bir konudan konuşacağımı hiç düşünmemiştim. Ben yalnızca onlara benzerliğimizi bir kez daha fark ettiğimi söyledim. Görevde olmam, babamın son görevini aklıma getirmişti ve senin de böyle bir durumda bana 'Yapma!' demen gerekirdi. Bizim sonumuzun onların sonu gibi olmayacağıyla alakalı bana telkinlerde bulunmalıydın. Ama yapmadın. Daha doğrusu yapamadın! Çünkü sen de öyle düşünmüştün. Bu yüzden de... Teselli sırasının bende olduğuna karar verdim."


Hilal elalarını adamın yeşil gözlerinde gezdirdi.


"Bir gün senden böyle cümleler duyacağımı asla tahmin edemezdim. Bu konuda, geçmişin konusunda, teselli edenin sen olacağını asla düşünemezdim."


"Senden önce ben... Senden sonra ben." dedi Burak yumuşacık bir sesle. Gözlerindeki sevginin boyutu, genç kızın kalp atışlarının hızlanmasına neden olmuştu.


"Senden önce ben... Senden sonra ben." diye tekrarladı genç kız dudaklarındaki enfes gülümsemeyle.


🦋


Ertesi gün Hilal'in şen şakrak halini gören herkes 'Onunla konuştun değil mi?' diye soruyordu. Gizemli bir şekilde gülümseyen kızın bu soruya cevap vermesine gerek yoktu. 100 metre öteden bile seçilen elalarındaki mutluluk cevabı veriyordu zaten.


Hilal, konuştukları ağır konudan sonra oldukça gevezelik yapmış ve telefon kapanana kadar neredeyse hiç susmadan konuşmuştu. Koskoca bir haftasını yalnızca 1 saate sığdıramamış olsa da bunu pek önemsememişti.


Kelebek, Alfa'sına verdiği sözü tutuyor ve her gününü Burak'a anlatırcasına defterine yazıyordu.


Genç kız, Burak'ın '10 dakika kaldı.' diye mırıldanmasıyla tüm arama boyunca yalnızca kendisinin konuştuğunu fark ederek 'Niye engel olmadın?' diye sitem etmişti. Keyfi yerinde olan yeşil gözlü adam sırıtarak 'Amacım parlayan gözlerini görmek ve şakıyan sesini duymakken niye durduracaktım?' demişti.


Sonuç olarak dün gecenin kazançlısı Burak olmuştu. Gerçi dudaklarındaki kocaman gülümsemeyle önündeki kağıtlara bakan, Hilal bundan pek de emin değildi. Kendisini büyük bir ilgiyle dinleyen yeşil gözleri hatırladığında mutlu bir şekilde iç geçirdi.


"Şu sırıtmaya bak sırıtmaya. Bir de iç geçiriyor. Abisi yanındaymış değilmiş kimin umurunda?"


Yağız'ın muzip serzenişini duyan Hilal, gülerek başını adama çevirdi.


İkili, hastanenin verdiği odaya çevirdikleri depoda oturuyorlardı. Hiçbir aksaklık olmamış hatta hastane, durumu Burak kadar bile irdelememiş ve hastanenin adının da geçeceğini duyduklarında tezi direkt kabul etmişti.


Yağız'ı tez için akıl danıştığı yardımcısı olarak tanıtan Hilal, hastaneyi manipüle etmek amaçlı 'Bir arkadaşım söylemişti. Çalıştığı hastane, hasta gizliliğinden dolayı tezi yazarken belgeleri hastaneden dışarı çıkartmaya izin vermemiş. Sizde de aynı durum var mı?' diye sormuş ve konu hakkında bilgisi olmayan hastane müdürünün 'Maalesef bizde de öyle.' demesiyle istediğine ulaşmıştı.


Artık kimse Hilal'in yanındaki Yağız'ı sorgulayamazdı. Çünkü Hilal tezi hastanede yazıyordu ve yardımcısı Yağız'ın da görüşmeler haricinde her daim yanında bulunması gerekiyordu. Bu sayede ikili birlikte tartışmalar yaparak ona göre tezi hazırlıyorlardı(!).


"Sen dün sevgilinle konuşurken kardeşinin yanında olmasını taktın mı da bana laf ediyorsun abi?"


"Dil de pabuç kadar maşaallah. Hiç de altta kalmıyor." diyen Yağız, uzanarak kızın saçlarını karıştırdı.


Hilal, yüzünü buruşturarak bozulan saçlarını düzenlerken bir yandan da söyleniyordu.


"Asena'yım ben! Herkese hak ettiği lafı söylerim de... Şu saç işinde bir anlaşsak nasıl olur?"


"Neyde neyde?" diyen Yağız'ın tekrardan saçlarını karıştırmasıyla birlikte Hilal derin bir nefes aldı.


Adamın bu yeni alışkanlığı genç kızın hiç hoşuna gitmiyordu. Gözlerini deviren Hilal, sahte bir bıkkınlıkla konuştu.


"Kendim kaşındım ama. Ne zorum vardı da 24 yaşından sonra abi abi diye tutturdum."


Odadaki küçük çaplı jammer sayesinde dinlenmediklerini bilen ikili, rahat bir şekilde konuşmaya devam ettiler.


"Cık cık cık. Çok ayıp. Sen abiyle nasıl konuşuyorsun öyle? Altı üstü saçını biraz(!) dağıttım." diyen Yağız bir kez daha kızın saçlarını karıştırdı. Elektriklenen kumral saçlarıyla birlikte ona öfkeli bir bakış atan Hilal'i gördüğündeyse neşeli bir kahkaha attı.


"Öfkelendiğinde statik elektrik üretiyorsun resmen Küçük Hanım. Ahahahahha şu saçlara bak."


"Göstereceğim şimdi ben sana elektriği. Çarparım bak!" diyen Hilal gözlerini kısarak pençe şekline getirdiği elini Yağız'a doğru uzattı.


"Elektrikle değil de şu ters bakışlarınla çarpabilirsin sanırım. Sen iyice Alfa'ya benzedin valla. Siz iki kurt gün boyu bakış falan mı çalışıyorsunuz ne yapıyorsunuz?"


"Gün boyu bakıştığımız doğru. İnkar edemeyeceğim." dedi Hilal sırıtarak. Genç kız, Burak'ın adının geçmesiyle bile deliler gibi mutlu oluyordu.


"Seni böylesine mutlu görmek o kadar güzel ki. Üssün kapısından girdiğin ilk zamanı hatırlıyorum da... Psikolojikman bitaptın, gözlerindeki tek duygu acıydı."


"Bunu bana sen mi diyorsun abim? Hatırlarsan o gün söylediklerimi duyduğunda kaçan sendin."


Sevgiyle karşısındaki kıza bakan adam gülümsedi.


"Kaçtıklarımı yüzüme yüzüme çarptığın için gitme ihtiyacı hissetmiştim. Ne olduğunu bilmesen bile 'Senin suçun değil!' diyerek teselli etmiştin beni. İhtiyacım olan aslında bu teselliymiş. Bizimkiler (KİT üyeleri) yaşadıklarımı bilmediği için nasıl ve hangi konuda teselli edeceklerini bilememişlerdi. Defne'mi kaybettiğim günlerde ise herkes öylesine kendi acısına dalmıştı ki bir diğerini teselli edememişti. Bu yüzden de anlattığın hikaye, her şeyi eğrisi doğrusuyla düşünmemi sağlamıştı. Bu düşünme hali sandığımın aksine iyi gelmişti."


Hilal gülümseyerek başını salladı.


"Bazen aklı ikna etmek gerekiyor bazen kalbi. Aklı ikna ettiğinde kalbi ikna edebilmek bir tık daha kolay oluyor."


"Öyle. Bu arada sen ne yapıyorsun şu an ? Ciddi ciddi tez yazmıyorsun değil mi?"


Yağız'ın dediğini duyan Hilal bakışlarını tavana çevirerek öylece durdu.


"Hadi canım! Hilal gerçekten o tezi yazıyor musun?" diyen Yağız'ın gözleri kocaman olmuştu.


"Biraz öyle olmuş olabilir." diye mırıldanan Hilal yaramazlık yaparken yakalanmış bir çocuk gibiydi


Yağız büyük bir şaşkınlıkla kıza baktıktan sonra güldü.


"İnanılmazsın gerçekten."


"Bir işi yapacaksam tam yaparım. Sinan Dayı ile konuştum. Tezimi Barış Hoca'ya göstereceğim. Duruma göre ya ismimle ya da anonim yayınlayacağım."


Yağız'ın "Ahh kimin küçük kardeşi." diyerek kendinden pay çıkarması üzerine Hilal güldü.


Tam bu sırada bulundukları odanın kapısı çalındı. Yağız oturuşunu dikleştirirken Hilal'e başıyla işaret verdi.


"Girebilirsin." diyen Hilal kapıyı açan Şengül'ü gördüğünde gülümsedi.


"Buyur abla."


"Reyhan Hanım az önce hastaneye geldi. 'Bugün randevum yok ama Psikolog Hanım müsaitse kemoterapiden sonra görüşebilir miyim?' diye soruyor."


Hilal, başını aşağı yukarı salladıktan sonra tebessüm etti.


"Yaşar Bey gelene kadar müsaitim. Kemoterapiden sonra eğer iyi hissediyorsa elbette Reyhan Hanım'la görüşürüm."


Bu sempatik kıza tebessüm eden Şengül, onu onaylayarak dışarı çıktı. Hastanedeki herkes, bu genç psikoloğu çok sevmişti.


"Girdiğin her ortama ışığınla giriyorsun Ay Kız." dedi Yağız sevgiyle ona bakarken.


"Ay Kız deme Burak aklıma geliyor. Daha çok özlüyorum." diye mırıldandı Hilal derin bir nefes alarak.


Ona bakan Yağız gülümsedi.


"O da seni çok özlemiş ki görevde olduğu halde aradı."


Bu cümleye anlam veremeyen Hilal, soru dolu gözlerle adama baktı.


"Burak, ultra uzatmadığı sürece görevdeyken kimseyi aramaz. Hatta görevde arama hakkının verilmesini de çok saçma bulurdu. Emre ve Binbaşı'nın zorlamalarıyla onları arardı. O da iki haftada bir, oldukça isteksiz bir şekilde."


Dün akşam arayan adamın sesindeki ve gözlerindeki özlemi hatırlayan Hilal'in dudaklarındaki gülümseme büyüdü.


Ona bakan Yağız kıza göz kırparak konuştu.


"İçimden bir ses Alfa'nın bu operasyonunda Ay Kızı'yla konuşabilmek için saniyeleri saydığını söylüyor."


"Yanılıyorsun abi. Saniyeleri değil saliseleri..." dedi Hilal gözleri parıl parıl parlarken.


🦋 


Sonraki haftayı oldukça yoğun bir şekilde geçiren Hilal, cuma günü yine Burak'la yalnızca bir saat konuşabilmiş ve yine bu bir saat ikiliye yetmemişti. Sevdiğinin yokluğunun 16. günü olan bu pazar sabahında masanın etrafındakilere bakarken içinde yoğun bir hüzün hissetti Hilal.


Burada olması gereken... Burada değildi.


"Benden operasyon sonu raporu istedi. Bu depresifliğine devam edersen raporumda 'İlk günler idare ediyordu ama sonrasında mutlu olması gereken yerde seni özlediği için hüzünleniyor.' yazmak zorunda kalacağım Ayçiçeği. Haberin olsun!"


Hilal, kendisine bakarak konuşan Emre'ye döndü. Adamın gözlerindeki samimi endişe istemsizce gülümsetmişti.


"Heh şöyle. Yemek de ye bakayım." diyen Emre, Hilal'in tabağına bir poğaça bıraktı.


"Ama Emre..." 


"Ne? Yoksa güzel değil mi? Beğenmedin mi?" diyen adama iştahının olmadığını söyleyecekken yaptığı hamleyle şok içinde ona baktı.


"ANNEEEE! Hilal poğaçandan..."


"Çok güzel olmuş Sevda teyze. Ellerine sağlık." diyerek poğaçadan bir ısırık alan Hilal, bu sırada çaktırmadan adamın koluna tırnaklarını geçirmeyi ihmal etmemişti.


"Bana bir tane kurt yetiyordu be yenge." diye söylenen Emre sevgilisine doğru döndü ve kolunu uzattı.


"Arkadaşın bana uf yaptı. Ona kız, beni sev."


Gözlerini deviren Hilal; Sinan, Sıla, Sevda ve Enver'in kendi aralarında muhabbet etmelerini fırsat bilerek ikiliye yaklaştı.


"İkinci uf da geliyor. Geldiğimizden beri birbirinizle flört ediyorsunuz!"


"Yaa anladın mı şimdi bizi? Siz de bütün gün üsde bu haldesiniz işte."


"Ama ben onu arayamıyorum... İyi mi değil mi onu bile bilmiyorum."


Dolan gözlerindeki yaşları geri göndermeye çalışan Hilal, tabağındaki yiyeceklerle oynayarak titrek bir nefes aldı.


"Hilal'im..." diye mırıldanan Aslı 'Ne yapacağız?' dercesine sevgilisine doğru bir bakış attı.


"Rapor muhabbetinde ciddiydim."


Emre'nin oldukça ciddi çıkan sesi karşısında Hilal başını kaldırarak ona baktı.


"Ne?" diye mırıldanırken sesindeki şaşkınlık hissediliyordu.


"Kelebeğim ayrı kaldığımız sürede yaşadıklarını bir deftere yazacağını söyledi. Onu azıcık tanıyorsam sadece olumlu olayları yazacaktır. Olumsuzlar sende. Döndüğümde raporum hazır olsun.' dedi."


Titrek bir nefes alan Hilal, elindeki çatalı usulca masaya bırakırken fısıldadı.


"Yapmıştır."


"Yaptı! Ve ben, kardeşime 'Hep beraber bizde kahvaltıdayken Hilal tüm gün seni özlediği için depresif bir moddaydı. Adam akıllı tebessüm bile etmedi.' demek istemiyorum."


"Rol yap diyorsun yani..." diye mırıldandı Hilal. Alfa'sı çok tehlikeli bir görevdeyken bu evde bulunmak genç kızın canını tahmin ettiğinden daha fazla acıtmıştı. Aylar sonra Kelebek ve Olric oldukları yerdi burası. Bakışlarını bahçeye çevirerek ağaç eve bakan genç kız, boğazındaki düğümü geçirmeye çalışarak yutkundu.


"Rol yapmana gerek yok! Sadece kendini akışa bırak Hilal. Buradaki herkes onu deliler gibi merak ediyor ama buna rağmen birlikte kaliteli vakit geçirebiliyorlar. Sence annemin az önce attığı kahkaha rol icabı mıydı?"


"Peki bu aşamaya gelmesi kaç yılını aldı?" diyen Hilal'in keskin ses tonu Emre'nin derin bir nefes almasına neden oldu.


"KİT'e girdiğimizi sürece kadar her şey yolundaydı. Zaten İstanbul dışındaydık, bu yüzden de onlara göre 'Sadece asker'dik. Gittiğimiz görevlerden, girdiğimiz çatışmalardan, aldığımız yaralardan bihaberlerdi... Fakat İstanbul'a gelince iş değişti. Bildiklerini sandıkları ama görmedikleri için asla bilemedikleri askerliğin nasıl bir şey olduğunu anladılar. İlk zamanlar çok kötüydü. Öyle ki uzun süreli operasyonlara asla ikimiz birden çıkamıyorduk. Birimizin geride kalıp annemi teselli etmesi gerekiyordu çünkü. 4 ayın sonunda ben görevdeyken Burak çıldırarak olaya el atmış. Nadiren çıktığımız aşırı uzun görevlerdendi. Aslında İstanbul'daydım. Hatta eve yalnızca 1 saat uzaklıkta. Ama bunu söylememiz bile yasaktı." diyerek duraksayan Emre, Hilal'e baktı. Onun kastettiği şeyi anlayan Hilal sessiz bir şekilde konuştu.


"Ben nerede olduğunu biliyorum."


"Evet.i! Bu söylediklerimi 'Şanslısın bak yine de. Üzgün duramazsın. İyi gibi davranacaksın!' diyerek dayattığımı sakın düşünme. Hatta... Bu söylediklerimi yalnızca sana söylediğimi de düşünme." diyen adam sevgilisi Aslı'ya bir bakış attıktan sonra tekrardan Hilal'e döndü.


"Benciliz ve biz görevdeyken üzülmenizi istemiyoruz... Burak da bu yüzden o pazar günü kahvaltı hazırlamış. Mükellef bir sofra. Sinan dayımı da çağırmış. Sofrayı gören herkes şok. Çünkü Burak mutfağa girmeyi çok sevse de asla kahvaltı hazırlamazdı. Yani büyük çaplı bir aile kahvaltısı hazırlamazdı. Hazırlayamazdı daha doğrusu. Geçmişi hatırlattığından."


Emre'nin kısık sesle bir şeyler anlattığını fark eden Sinan gençlere bir bakış atsa da ne olduğunu sorgulamayarak Enver'in anlattığı şeye geri döndü.


Emre hafifçe tebessüm etti. Dayısı kesinlikle konunun ne olduğunu biliyordu. Hatta yüksek ihtimalle bilerek Sevda ve Enver'i konuşmanın dışında tutuyordu.


"O gün kahvaltı hazırlamıştı çünkü?" diyen Hilal nedenini biliyordu aslında.


"İlk başlarda rol olsa da sonrasında insanın buna alıştığını söylemiş. İlk başlarda zoraki bir mutlukla konuşulsa da, sahte gülümsemeler olsa da sonrasında bu konuşmaların ve gülümsemelerin gerçeğe dönüşeceğini söylemiş. Çünkü konuştukları kişi gerçekten de sevdikleri kişiler... Kendini sevdikleri kişilerle yaşanan âna kaptıran kişi, farkına bile varmadan endişeyi ikinci plana atıyor. Burak da bunu yapmış. Ne zaman birimiz göreve gitse diğeriyle beraber mükellef bir kahvaltı olur bu sofrada. Sanki canımız tehlikede değilmiş gibi kahkahalarla dolu olur. Acımızı kahkahaya dönüştürerek öteleriz biz. Giden geldiğinde de ballandıra ballandıra 'Bak pazar günü böyle böyle yaptık.' diye anlatılır. Sözsüz bir şekilde 'Sen yokken biz bir şekilde idare ettik. Aklın kalmasın gittiğinde.' demiş oluruz. "


Anlatılanları değerlendiren Hilal derin bir nefes aldı.


"Duygularımı yok sayacağım yani?"


"Hayır sadece öteleyeceksin. O gelene kadar! O geldiğinde istediğin kadar dışa vurum yapabilirsin."


Kızarmış elalarını Emre'ye çeviren Hilal hüzünle fısıldadı.


"Bir daha operasyona gidemesin diye mi?"


"Bilmiyor mu zaten Hilal? Görmeyince ne halde olduğunu bilmiyor mu sanıyorsun? Onun senden bir farkı yokken o da seni deliler gibi özlüyorken; senin özleminin, endişenin derinliğini bilmiyor mu?"


"Biliyor. Bu yüzden de operasyonu o kadar zor kabul etti ki Emre. Ben bir daha bunu yaşamasını istemiyo..."


"Yaşayacak... Üzgünüm ama bunu hep yaşayacak Hilal. Hep yaşıyoruz! Sizden önce de yaşıyorduk. Şimdi de üzerine eklenerek yaşamaya devam edeceğiz." diyen Emre buruk bir tebessümle kıza baktı.


"Bu yüzden izin ver, gözyaşlarını silebileceği bir yerde olsun. Onsuz, ıssız, soğuk, karanlık bir odada ağlamandansa onun kollarında ağlamanı ister. Gözyaşlarını silenin bir peçete değil de parmakları olmasını, seni teselli edenin bir başkası değil de kendisi olmasını ister. Ona sahte olmanı değil, başkalarına karşı sahte olmanı ister. Her türlü bir rol yapacaksın zaten Hilal. Ama bu rolü ona karşı yapma. İyi olmadığın halde, ona karşı iyiymiş gibi yapma." diyen Emre kızaran gözleriyle devam etti.


"Bak Burak yıllarca yaptı da n'oldu? Onu yalnız bıraktığım her an için, ona bencil dediğim her an için köpekler gibi pişmanım şu an. Bana rol yaptığı için ona, rol yaptığını anlamadığım için de kendime kızgınım... O biliyor! O çok iyi biliyor Hilal. En sevdiklerine karşı iyiymiş rolü yapmanın ne denli yıpratıcı olduğunu biliyor. Bu yüzden de bunu yapmanı asla istemez." duraksayan adam derin bir nefes alarak kıza baktı.


"İnan bana ânın akışına bir kere ayak uydurunca her şey daha kolay olacak. Senin göreve gitmeni kabul etme sebeplerinden birisi de, sürekli koşuşturma halinin düşünmeye fırsat bırakmıyor olması. Düşünmek hüzne gebedir. Bu yüzden düşünme! Bir şekilde kendini oyala. O geldiğinde de ona karşı dürüst ol ve gözyaşlarını onunla paylaş. Tamamen düşünmeyi bırak üzülme de demeyeceğim. Bu kadar duygularını kapatmak da aşırıya kaçar. Ama şu ortamda... Bunu yapma! 'Burak burada olsaydı şöyle derdi.' diyerek kendini yıpratmak yerine; o geldiğinde ona 'Senin kelimelerini, cümlelerini çaldım. Sen yokken bunlar bunlar yaşandı ben de gülerek böyle cevap verdim.' de mesela."


Emre'nin demek istediklerini anlayan Hilal, başını aşağı yukarı salladıktan sonra oturuşunu dikleştirdi. Çatalını eline alırken yanında sessizce oturan Eftalya'ya baktı. İkinci Hilal oluyordu küçük kız. İsyanla 'Ama abim daha yeni uzuuuun bir süreliğine gitti. Özledim onu ben. Küstüm de ona.' demiş ve yemek grevi yapmaya kalkışmıştı. Çilekli sütten ve çilekli kekten başka bir şey yemeyen küçük kızın inadını hiç kimse kıramıyordu.


Eftalya'nın çatalıyla oynadığı zeytine çatalını batıran Hilal, zeytini ağzına götürdü ve "Mmmm nefismiş." diye mırıldandı.


"Ama... Ama o benim zeytinimdi."


"Yemeyeni malını yerler." diyerek gözlerini kısan Hilal, kızın peynirinden de bir parça aldı.


"Yaa Hilal abla! Senin de tabağında peynir var."


"Banane seninki daha tatlı." diyen Hilal bu sefer de kayısı reçelindeki kayısıyı almıştı.


"Hiiih kayısııım." diyerek Hilal'in yediği kayısıya şok içinde bakan Eftalya "Şimdi görürsün sen!" diyerek Hilal'in tabağındakini reçelin iki kayısısını birden aldı ve ağzına götürdü.


"Sen bana savaş mı açıyorsun Boncuk? Duble çalıştın resmen!"


"Duble ne bilmiyorum ama savaşı başlatan sensin." diyen küçük kız Hilal'in poğaçasının bütün kısmını kopararak aldı ve hiç duraksamadan ağzına attı.


"Kocaman poğaçamı yedin. İnanamıyorum! Savaşın boyutunu iyice büyüttün sen. O zamaaaaan salamlarına elveda dee."


"Hiiiih. Salamlarım olmaaaaz!" diyen küçük kız, Hilal'in aldığı salamları almaya çalışırken salamlar yere düştü.


İkili kocaman açtığı bakışlarını yere çevirirken "Hav hav!" diyerek koşan Luna büyük bir afiyetle salamları midesine indirmişti. İkili, köpek ne ara geldi ne ara salamları yedi diye düşünürken onlara bakan Luna oldukça mutlu bir şekilde havladı.


"Hav hav." 


"Sanırım teşekkür ediyor." diyen Hilal ile birlikte birbirlerine bakan kızlar keyifle kahkaha atmaya başlamışlardı. Masadakiler onların bu kahkahasına mutlu gözlerle eşlik ederken gülümseyerek arkasına yaslanan Emre kendi kendine mırıldandı.


"Hoş geldin Alfa'nın Asena'sı."


🦋 


El birliğiyle masayı toparladıktan sonda hanımlar mutfağa geçmiş, oradaki işlerini bitirdikten sonra da erkeklerin yanına gelmişlerdi. Bu esnada Enver okuldaki bir öğrencisini anlatıyor Sinan ise "Büyünce onu bize alalım." diyordu.


"Her seferinde aynı cümle. Bütün okulu askeriyeye aldın. Diğer mesleklere de fırsat versen mi biraz?" dedi Enver gülerek. Sevde, kocasının bu tatlı sitemine güldükten sonra odadakilere baktı.


"Kahve yapıyorum. İçersiniz değil mi?


Kahve kelimesini duyan Sinan'ın gözleri direkt Sıla'yı bulurken kadın, adama gülen gözlerle bakarak konuştu.


"Sen sade kahveleri yap Sevda. Ben de şekerli olanları. Kimler şekerli içiyor?"


"Ben." diye mırıldandı Sinan bal gözlerini kahve gözlerde dolaştırırken.


Onun sevgi dolu bakışları karşısında kalp atışları hızlanan Sıla'nın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmişti. İkilinin bakışmasını kesen Aslı'nın sahte öksürüğü oldu.


"Biz kalkalım isterseniz?"


Yarı şaka yarı ciddi bir sesle kurduğu cümleden sonra ikiliye bakan genç kız, bu yeni duruma ne zaman tam anlamıyla alışacağını düşünüyordu.


Sinan Kor ileride annesiyle evlenecekti. Bundan adı kadar emindi. Peki böyle bir durumda Aslı ona nasıl hitap edecekti? Sinan Binbaşı onun neyi olacaktı? Annesinin kocası mı yoksa... Babası mı? Baba sıfatını hak etmeyen o şerefsizden dolayı 'Baba' kavramına yabancı olan Aslı, Sinan dayıya böyle hitap edemezdi. Tek sorun... İçindeki küçük çocuğun böyle düşünmüyor oluşuydu. O yaralı küçük, bir babanın varlığına kolayca alışıp, onun kanatları altına güvenle sığınmak isteyebilirdi.


Bakışlarını Sinan'ın bal gözlerine çeviren Aslı Buse, onun anlayışlı bakışlarla kendisine baktığını gördüğünde usulca yutkundu. Yıllarını insanları inceleyip düşüncelerini okuyarak geçiren Binbaşı, içinde yaşadığı bu savaşı fark etmişti. Bu durum Aslı'nın utanmasına neden oldu. Küçük bir çocuk gibi davranıyor ve olgun kararlar veremiyordu.


Ruhunda, büyüyememiş yaralı bir çocuğu konuk eden her insan gibi...


Annesinin sesini duyan Aslı bakışlarını ona çevirdi.


"Aa-aa benim biricik kızım da mı buradaymış? Geldiğimizden beri sevgilinle fısır fısır konuşmaktan bize katılamadığın için varlığını unutmuşum kusura bakma."


Annesinin bu tatlı alayını duyan Aslı Buse güldü.


"Tamam tamam bir şey demedim. Bende şekerli içeceğim bu sefer kahvemi anneciğim. Marifet şekerin ölçüsünde mi yoksa senin elinde mi merak ettim."


"İkisi de değil. Kahvelerde..." diye mırıldanan Sinan dayıyı duyduğunda ona döndü. Adamın bakışları annesinin kahverengi gözlerindeydi. Mutlulukla gülümseyen genç kız, bu Centilmen Binbaşı'nın annesine ne denli iyi geldiğini bir kez daha fark etmişti. Bakışlarını az ileride telefonla konuşan sevgilisine çevirirken huzurla nefes aldı.


Annesinin de, kendisinin de hayatına gönülden seven adamlar girmişti ve ikisi de zorluklarla geçen günlerden sonra kendilerine verilen bu hediyeyi büyük bir memnuniyetle kabul edeceklerdi.


"Aslı?" 


Hilal'in ciddi sesini duyan Aslı, bakışlarını Emre'den çekerek ona döndürdü.


"N'oldu?" diye sorarken Hilal'in bakışlarında da sesindeki ciddiliğin aynısı olduğunu görerek kaşlarını çattı.


"Sen hiç Burak'ın anne ve babasının fotoğraflarını gördün mü?"


Arkadaşının kısık sesli sorusuna anlam vermeyen Aslı başını iki yana sallayarak cevapladı.


"Yok görmedim. Neden?"


"Yani Emre göstermedi?"


Aslı Buse'nin gözleri sevgilisinin bulunduğu yere dönerken başını hafifçe iki yana salladı.


"Hassas bir konu biliyorsun."


"Biliyorum. Ama yakında bu hassaslığı kırmayı düşünüyorum ve sanırım bunu Emre'nin de bilmesi gerek." diyen Hilal'in hareketlendiğini gören Aslı kolundan tutarak onu durdurdu.


"Ne yapacaksın?" diye sorarken gözleri büyük bir endişeyle doluydu.


"Kaçtıklarını gördüğümü söyleyeceğim. Artık kaçamayacağını bilmesi lazım. Bugün senin için pek kolay bir gün olmayacak. Şimdiden hazırla kendini."


Arkadaşını söyledikleriyle kısa bir süre duraksayan Aslı derin bir nefes aldıktan sonra kararlı bakışlarla Hilal'e baktı.


"Tamam. Yapalım! Bu kaçışa artık bir dur diyelim."


"Benimle konuştuktan sonra büyük ihtimalle seninle birlikte atölyesine inecektir. Atölyenin kapısına yarısı bantlı bir albüm bıraktım. Onu al! İhtiyacın olacak." diyen Hilal ayağa kalktı ve telefon konuşmasını bitiren Emre'ye doğru yürümeye başladı.


🦋


"Bir şey mi oldu?" diye soran Emre'ye yandan bir bakış atan Hilal, ağaç evi izlemeye devam etti.


Aylar önce Burak'la konuştuğu balkonun iç kısmında, camekanının önünde, duruyorlardı.


"Telefondaki kimdi? Görevle alakalı mı?"


Emre, Hilal'in garip hareketlerine anlam veremese de soruyu boş çevirmedi.


"Evet. Koruması(!) olduğum milletvekilinin yurt dışından gelecek bir adamla randevusu vardı, iptal olmuş. Bir şeyler mi karıştırıyorlar diye Kadavra'ya iptal nedenini falan sordurttum."


"Anladım." diye mırıldanan Hilal'i duyan Emre ona doğru baktı.


"Ama ben anlamadım. Ne oluyor Hilal?" diye soran adam, ilerideki koltuklarda oturan sevgilisinin onlara doğru baktığını görerek kaşlarını çattı.


Bu kızlar ne çeviriyordu?


"Burak artık birçok şeyi aşmaya başladı. Ailesi hakkında gayet rahat konuşuyor." diyen kızı duyduğunda derin bir nefes aldı.


Demek konu Burak'tı. 


"Aynen. Artık anılarını gayet rahat anlatabiliyor ve onları bolca anıyor." dedi Emre gülümseyerek. Fakat Hilal'in devamında söyledikleriyle dudaklarındaki gülümseme zorakileşmiş, tüm bedeni gerilmişti.


"Yakında, o bantlı albümdeki bantları da sökecek. Bunun olmasını sağlayacağım."


Kızın kendisine doğru döndüğünü hissettiğinde bakışlarını ağaç eve çevirdi.


"Peki sen? Sen o bantları söktün mü Emre?" diye sordu Hilal bir anda. Soruyu duyan Emre'nin aldığı titrek nefes onun yerine cevap vermişti.


"Söylesene Emre... Sen o günden nasıl etkilendin?"


Usulca yutkunan adam, dişlerini birbirine bastırarak yumruklarını sıktı.


"Bu seni ilgilendirmez!" diyerek sertçe cevap verirken bilinçli harekete ettiği söylenemezdi. Karşısındakinin kim olduğunu çoktan unutmuştu.


"Kısmen..." diye mırıldandı Hilal.


"Hiçbir şekilde!" diyen Emre kızın yanından geçip gitmeye kalkıştı fakat Hilal buna izin vermeyerek kolundan tuttu.


"En son ne zamana mezarlığa gittin?"


Bu tabu soru Emre'nin kesik bir nefes almasına neden olurken kolunu tutan kıza baktı. Ondan kurtulması 2 saniyesini bile almazdı ama karşısındakinin kim olduğunu tamamen unutacak kadar da aklını kaçırmamıştı.


"Hilal bu... Bak bu aşırı hassas bir konu ve üzgünüm ama Burak'ın sevgilisi olman sana bu soruyu sorma hakkını vermiyor."


"Birinin sorması gerekiyor ve bu odadaki hiç kimse bu konuyu açmaya cesaret edemiyor. Buse dahil!.. Benden başka hiç kimse bu yarayı eşelemeye cesaret edemez."


"Yara deşme konusunda profesyonel olabilirsin ama benim yaramı rahat bırak!" diyen adam, kızın bırakmayacağını bildiği halde kolunu kendisine doğru çekti.


Onların bu sessiz tartışması mutfaktan gelen kadınların dikkatini çekmiş, Enver ve Sinan'a ne oluyor dercesine bakışlar atmaya başlamışlard. Adamlar 'Bilmiyoruz.' dercesine başını iki yana sallarken konuşmaya devam ettiler. Hiçbir şey olmamış gibi muhabbet etmeye çalışsalar da dikkatleri camekanın kenarındaki ikilideydi.


"İlk olarak... Ben sadece Burak'ın sevgilisi değilim. Yani senin hayatındaki konumum gerçekten de sadece Burak'ın sevgilisi mi?"


Genç kızın sorusu karşısında Emre bıkkın bir nefes aldı.


"Tamam sevgilimin de en yakın arkadaşıs..."


"Emre!" diyerek tısladı Hilal.


"Arkadaşım olman bir şeyi değiştirmiyor Hilal. Hiçbir arkadaşıma şu ana kadar bu konuyu açtırmadım. Ayrıca sen şu an kardeşimin sevgilisi olma kozunu kullanıyorsun. Sırf bu durumdan dolayı sana çıkışamayacağımı bildiğin için bu kadar rahatsın. Fakat kurcalarsan..."


"Hep Burak'ın gölgesinde mi saklanacaksın?"


"Ne?" diye sordu Emre büyük bir şokla kıza bakarken.


"Şu âna kadar hep Burak'ın gölgesine saklandın değil mi? Bile isteye onun arkasına saklandın ve bu konuyu açmasınlar diye de çabaladın. Hatta açmaya kalktılarında Burak'ı öne sürmüş bile olabilirsin. Yeter ki acını deşmesinler! Yeter ki duyguların su yüzüne çıkmasın!"


Mavi gözlerinin kızardığını hisseden Emre sakinleşmeye çalışarak kıza baktı. 'En son ne zamana mezarlığa gittin?' sorusuna cevap verecek ve Hilal de onu rahat bırakacaktı. Emre'nin konunun daha da derinine inmeye niyeti yoktu


"Sultan ninem ve Ferdi dedem her Kurban ve Ramazan Bayramı'nda buraya gelirler. Dönüşlerinde de onları Sakarya'ya ben götürürüm. Aldın mı cevabını?"


"Alamadım. Mezarlık diye sorduğuma oldukça emindim."


"İşte Sakarya'ya gitmişken..."


"Emre..." diye mırıldandı Hilal yumuşak bir sesle.


Yıllardır yaptığının ortaya çıktığını anlayan Emre gözlerini kaçırdı. Nefes alamadığını hisseden adam boşta kalan elini boğazına götürürken Hilal'in tuttuğu kolunu da kendisine doğru çekmişti. Hilal kolunu çeken Emre'yi bu sefer zorlamadı ve kolunu bıraktı. Kolunu kızdan kurtaran adam arkasını dönerek balkon kapısını açtı ve bir an bile duraksamadan kendisini soğuk havaya attı.


Aslı Buse ve Sevda aynı anda ayaklanırken Hilal ikisine de baktı.


"Halledebilecek misiniz? Eğer sustuklarını görürüm ve kanadığını bile bile devam edebilirim diyorsanız size devredeciğim. Haklı çünkü. Bu konuda onunla konuşmaya pek de yetkim olduğu söylenemez. Siz yapacaksanız ben geri çekileceğim."


Aslı Buse dışarıdaki adama baktı. Canının yandığını bile bile üzerine mi gidecekti yani? Düşüncesiyle bile gözleri dolarken bunu gerçekleştirmesi imkansızdı.


Sevda ise konunun ne olduğunu anlamış ve zorlukla ayakta duruyordu. Kadına bakan Hilal derin bir nefes aldı.


"Hepiniz kaçmışsınız. Haklı bir kaçış ama... Artık bu kaçışa bir dur demenin vakti geldi. Ben sevdiğimin iyileşmesini istiyorum. O olayı hiç yaşanmamış yapamam ama artık ailesinin mezarına gitmesini istiyorum. 14 yılın 15 yıla çıkmasına izin vermeyeceğim! Memleketinden daha fazla ayrı kalmasına izin vermeyeceğim. Ve ben tüm bunları gerçekleştirmeye çalışırken, sizin kaçtığınızı görerek geri çekilmesini istemiyorum. 'Onlar onca yıla rağmen kaçmaya devam ediyorlarsa ben bunun üstesinden nasıl geleceğim? Bunu asla atlatamayacağım.' demesine izin vermeyeceğim! İsterseniz bana dünyanın en acımasız insanı yaftasını yapıştırın ama durmayacağım. Artık bu düğümlerin çözülmesi gerekiyor. Çünkü çözülmeyen düğümler nefes aldırmıyor ve ben artık hepinizin nefes alabilmesini istiyorum."


Hilal'in sözleriyle birlikte Sinan gözlerini kapattı. Odada bulunanların hepsi kızın haklı olduğunun farkındaydı. Dilek ve Yiğit hepsi için farklı anlamlara sahipti ve onların kaybı hepsinde çok derin yaralar açmıştı. Yıllarca kendi acılarını bastırmaya çalıştıklarından, bir diğerinin acısıyla ilgilenememişlerdi. Aslında Dilek ve Yiğit'ten bahsetmeme boykotunu koyan tek kişi Burak değildi. Burak yanlarında olmasa bile diğerleri de konuşmamıştı. Konuşamamıştı!


"Tüm aileyi elden geçirmeye niyetli gibisiniz Psikolog Hanım." diyen Sinan kızarmış bal gözlerini açarak kıza baktı.


"Eminim ki onlar da bunu isterdi dayı." diye mırıldandı Hilal.


Kızın kızarmış gözlerini inceleyen Sinan, duyduğu hitap ve cümleyle buruk bir şekilde gülümsedikten sonra başını aşağı yukarı salladı.


"Kesinlikle yeğenim. Burak'ın sana böylesine vurulmasına şaşılmamalı. Dileğime öylesine çok benziyorsun ki... Hele de Burak'la olan ilişkiniz. Fark ettiğim benzerliklerle her geçen gün daha da çok şaşırıyorum."


"Emanetlerini aldım, sevgiyle iyileştirdim ve şimdi de onunla birlikte miraslarını sürdürüyorum." diyerek gülümseyen Hilal devam etti.


"Geçen gün Burak bana, onları andıran anlardan kaçmak yerine öyle anlar oluşturarak onları yaşatmayı seçtiğini söyledi."


"Bunu Burak mı söyledi?" diye fısıldayan Sevda titrek bir nefes almıştı.


"Evet... Burak iyileşmek için çabalıyor. Gerçekten çok çabalıyor ve ben de bu çabasını karşılıksız bırakmayacağım. Bazı şeyler hâlâ tabu. Ama geçmişe dönüp baktığımda şu an yaşadığımız şeylerin de o zamanın tabusu olduğunu görüyorum. Bu yüzden de bir gün bugünün tabularını da geride bırakacağımızdan eminim." diyen Hilal karşısındaki kişilere baktı. Hepsi çok yaralıydı. Ama artık o yaranın iyileşme zamanı gelmişti.


"O, iyileşme isteğiyle çok büyük adımlar atıyor ve bu adımın ucu size de dokunacak. Günün birinde ona 'Yok Burak ben bunu yapamam. Bu konuyu hâlâ aşamadım.' dememek için sizin de iyileşmek için çabalamaya başlamanız gerekiyor." diyen Hilal bakışlarını balkondaki Emre'ye çevirdi.


"En yaralınız o... En çok acı çekeniniz de. O annesini ve babasını kaybetti fakat bunu dışa vuramadı bile çünkü öz annesi ve babası hayattaydı. 'Burak ailesini kaybetti. Ben kimim de onun yanında acımı dile getireceğim.' diye düşündüğünden yıllar boyu kanaya kanaya sustuğundan eminim. O günün vahşetine şahit olmadım belki ama Burak'ın gözlerindeki acı, o gün hakkında anlattığı kısa kesitlerle nasıl berbat bir gün olduğunu biliyorum. Ve siz yetişkinleri böylesine etkileyen o günün, 11 yaşındaki çocuklar üzerinde nasıl sarsıcı bir etkisi olduğunu düşünmek beni kahrediyor."


"Peki ne yapacağız?" diye sordu Aslı gözünden bir damla yaş firar ederken. Genç kızın tek istediği sevgilisine sarılmaktı fakat Hilal'in ciddi bakışları onu durduruyordu.


"Profesyonel yara deşici olarak işimi yapacağım." diye mırıldanan Hilal titreyen bedenini kontrol altına almaya çalıştı. Bu yaptığı için Emre onu asla affetmeyebilirdi. Yine de... Birinin yapması gerekiyordu. Odada bulunanlar arasında ona objektif yaklaşabilecek tek kişi de Hilal'di.


"Peki sonra?" diye sordu Aslı arkadaşına bakarken. Çocukluğundan beri tanıdığı Hilal'in gözlerindeki çaresizliği görmüş, bedeninin titrediğini de fark etmişti.


"Sonra..." diye mırıldanan Hilal derin bir nefes aldı.


"Ben yarayı deşeceğim, sen iyileştireceksin. Tek istediğim susmasını kabullenme Aslı. Önce konuştur, ondan sonra teselli et."


"Bana o günü anlattı Hilal." dedi genç kız arkadaşına bakarken. Bunu duyan Sevda, Aslı'ya doğru bakmıştı.


"Peki sana yıllardır onların mezarına neden gitmediğini anlattı mı?"


"Nasıl? Emre Sakarya'ya gidiyor Hilal. Yılda iki kere..." diyen Enver, kızın başını iki yana salladığını görerek sustu.


"Sakarya'ya gitmesi mezarlığa gittiği anlamına gelmiyor. Sırf mezarlığa gitmediğini anlamayın diye Sultan nineleri Sakarya'ya götürmeye gönüllü olduğuna eminim. Gittiğini bizzat gördünüz mü? Birlikte en son ne zaman mezarlığa gittiniz?"


Hilal'in söyledikleriyle bacaklarının tutmadığını hisseden Sevda zorlukla koltuğa oturdu. Enver karısının yanına gelirken, Aslı bakışlarını balkonda duran sevgilisine çevirerek kesik bir nefes aldı. Sinan ise bunu daha öncesinde nasıl fark edemediğini düşünerek kendisine sövüyordu.


"Emre'yle birlikte en son gittiğimizde daha yeni asker olmuştu." diye mırıldandı Sinan.


"5 yıl..." diye fısıldayan Enver güç almak istercesine karısının elini sıktı.


"Güneş de var. Onunla alakalı konuştunuz mu?" diyerek onlara baktı Hilal. Aslında sorusu Aslı'yaydı fakat Güneş ismini duyan Sinan irkilmişti.


Sıla endişeyle Sinan'a bakarken Hilal hüzünle nefes aldı. Burak'ın bu gerçeği itiraf etmesi 17 yıl sürmüştü ve ömürlerinin sonuna kadar Güneş hep açık bir yara olarak kalacaktı. Tek Burak değil, hepsi için...


"Daha çok yeniydi bu yüzden..." diyen Aslı başını iki yana sallayarak daha fazla konuşamadı. Emre'nin kaçtıklarının bu denli çok olması canını yakmış, bunu fark edememiş olması da ayrı bir acıtmıştı.


"Benim işim bu." diyen Hilal arkadaşına anlayışla baktıktan sonra teselli vermek istercesine gülümsedi.


"Benim işim saklanan gerçekleri görmek, ruhdaki yarayı bulmak ve tedavi etmek. Ben bulacağım ama tedavi etme işi sende Aslı. Ben Emre'nin psikoloğu olmak değil, arkadaşı/kardeşi olarak kalmak istiyorum. Psikologların hastalarıyla çok çok yakınlaşmama sebeplerinden birisi de, hastaların ruhlarını karşısındakine açtığı için kendini aciz hissetmesi. Ben Emre'nin bana her baktığında yaşadığı o acizliği hatırlamasını istemiyorum. Bir insan sadece iki insanın karşısında tamamen aciz kalır. İlki; yaralarını açtığı psikoloğu/psikiyatrı, ikincisi ise sevdiği... İkincisi her zaman ilkinden daha etkilidir. Emre'nin, yardımınla iyileşeceğini biliyorum Aslı. Ha olur da bir aksilik olursa, sizi tanıdığım/güvendiğim meslektaşlarımdan birine yönlendiririm. Ama dediğim gibi buna gerek kalacağını zannetmiyorum." diyen Hilal karşılaşacağı tepkinin nasıl olacağından endişelenerek balkona doğru yürüdü. Bir süre duraksayan genç kız, derin bir nefes alarak kapıyı açtı.


Kapının açıldığını duyan Emre, tuttuğu trabzanı sıktıktan sonra yorgun bir nefes aldı.


"Sen hiç vazgeçmez misin Hilal?"


"Eğer vazgeçseydim kardeşinin güldüğünü hiçbir zaman göremezdin." diyen genç kız, adamın yanına gelerek kollarını kavuşturdu. Ona bakan Emre bıkkın bir nefes aldıktan sonra sandalyenin üzerinde duran şalı alarak kızın omuzlarına koydu. Bu ince düşünce, şala sarılan kızın tebessüm etmesine neden olmuştu.


Adam her ne kadar ona kızsa da kardeşi olarak gördüğü, kardeşini iyileştiren bu kıza kıyamıyordu.


İkili bir süre sessizce durdular. Emre, Hilal'in bir şey söylemeyeceğini anladığında öfkeyle konuştu.


"Ne duymak istiyorsun? Tamam. Haklısın. Ben de gidemiyorum! Sakarya'ya kadar gidiyorum, mezarlığın önüne kadar gidiyorum ama mezarlığa giremiyorum! Duymak istediğin bu mu?"


"Neden?" diye sordu Hilal sakince. Adamın öfkesinden etkilenmemişti. Çünkü öfkesinin Hilal'e değil, kendisine yönelik olduğunu biliyordu.


"Neden? O it hâlâ dışarıda hayatını sürerken ben hangi yüzle annem ve babamın yanına gidebilirim? Asker olana kadar düzenli gidiyordum. Asker olduktan sonra da birkaç kez gittim. Ama sonra... Olmadı. Yediremedim yediremiyorum. Benden canımı, ruhumu, kardeşimi alan o iti bulamamış olmayı yediremiyorum." diyen adamın kardeşim derken kastettiği kişi Burak'tı.


Güneş... Onu düşünmek bile nefesinin kesilmesine neden olurken onun hakkında konuşamazdı Emre. Bakışlarını gökyüzünde parlayan Güneş'e doğru çevirirken zorlukla yutkundu. Tüm hücreleri acıyla haykırırken Emre sessiz kaldı.


"Senin duvarların da, sessizliğin/sakinliğin."


Duyduğu cümleyle birlikte Emre hızla Hilal'e döndü.


"Burak acısını öfkeyle dışarıya vuruyor. Kendisine zarar veriyor, etrafındakilere zarar veriyor. Sen ise acını sessizliğe dönüştürüyorsun. Susuyorsun, içine atıyorsun, içine içine konuşuyorsun. Dışarıdan bakıldığında o olayı kabullenip atlatmış gibi görünüyorsun. Ama içinde fırtınalar kopuyor. Söylesene Emre... Hiç avazın çıktığı kadar haykırdın mı? Kendine o bağırma iznini verdin mi?"


Titrek bir nefes alan adam gözünden düşen gözyaşı damlasını hissettiğinde ellerini yumruk haline getirdi. Hilal, çok doğru bir noktaya parmak bastığının bilinciyle devam etti.


"Vermedin! Burak hırçınlaştıkça sen uysallaştın. Dışarıdan bakınca onu alttan alıyor gibi gözüküyordun ama aslında saklanıyordun. Sen göze batmamaya çalışıyordun Emre. Çünkü anlarlarlarsa... Senin o günü atlatamadığını anlarlarsa bu sefer sana yöneleceklerdi. Seni psikoloğa götürmeye kalkacaklardı ve sen Burak gibi onları tehdit de edemezdin. Kıyamazsın sen, yapına ters. Bu yüzden de hayatının en büyük rolünü yaptın. O günü atlatmış gibi yaptın, sorun yokmuş gibi davrandın. Halbuki sen de o bantlı albümdeki bantları açamıyordun. Halbuki sen de onlar hakkında konuşamıyordun. Halbuki sen de 5 yıldır mezarlığa gidemiyordun."


Gözlerinden usulca yaşlar dökülen Emre, kesik kesik nefesler almaya başlamıştı.


"Öyle bir günü kim atlatabilir? Yaa ben annemle babamın kanlar içindeki bedenlerini gördüm. Buz gibiydiler Hilal. Buz gibi! Her yerde kan vardı. O kadar çok kan vardı ki..."


Eliyle sıkıca trabzanları tutan Emre gözyaşlarına boğulmuştu. Sol elini boğazına götürerek birkaç kez böğrüne vuran adam ciğerlerine gitmeyen nefesi almaya çalıştı.


"Bir gün, günün birinde bu acının azalacağını düşünmüştüm. Ama olmuyor. Gün geçtikçe artıyor. Tam toparlandım diyorum yeni bir şey öğreniyorum. Burak'ın her şeyin şahidi olduğu yetmiyormuş gibi şimdi de... Güneş! Hilal benim canım çok yanıyor. Çok farklı olabilirdi. Her şey çok farklı olabilirdi. Günlerdir kabus görüyorum ben. Yine o mahallede o eve koşuyorum. Koşuyorum koşuyorum koşuyorum ama bitmiyor. O yol hiçbir zaman bitmiyor. Dakikalar, saniyeler birbirine karışıyor. Sonunda ulaştığımda daha kötü oluyor. Annemin o kapalı gözleri açılıyor ve bana 'Sen bizim katilimizi bulamadın. Kardeşini kurtaramadın.' diyor. O bal gözler bana öfkeyle, nefretle bakıyor ve ben oracıkta ölüyorum. Babam uyanıyor buz gibi elleriyle yakama yapışarak nefretle beni silkeledikten sonra suçlayarak 'Geç kaldın!' diyor. Belki daha erken saatlerde annemlere Sakarya'ya gitmek istediğimi söyleseydim ya da..."


"Bir insanın nefes sayısının asla değiştiremezsin." diyerek araya girdi Hilal.


"Biliyorum ama..." 


"Burak söyledi. Bunu bana Burak söyledi Emre. 'Başka seçimler yapılsaydı ve Dilek Kor asla Dilek Kılıç olmamış olsaydı bile o gün o saatte hayatını kaybedecekti. Yine aynı şekilde Yiğit Kılıç da o gün o vefat edecekti.' dedi. Gönül başka türlü olmasını isterdi ama kaderleri buymuş, dedi."


Hilal'in söylediklerini duyan Emre "Ne?" diye fısıldadı.


"Öyle dedi. Ve bunu laf olsun diye söylemiyordu. Ben onun gözlerindeki safi inancı gördüm. Söylediğinin her kelimesini ruhundan hissederek söyledi. O artık kendini suçlamayı bıraktı... Sıra sende! Ona sorduğum soruyu benzer bir şekilde sana da soracağım. Emre Yankı'ya değil ama sorum Panter'e. O gün ailenle oraya gitmiş olsaydın, o silahlı adamlara karşılık verip onları kurtarabilir miydiniz? 11 yaşındaki bir çocuk, bir okul müdürü ve bir aşçı o vahşeti durdurabilir miydi Yüzbaşım?"


Başını önüne eğen Emre başını iki yana salladı.


"Kurtarabilir miydi?" diye sordu Hilal tekrardan. Sesli bir dönüt bekliyordu.


"Kurtaramazdı." diye cevap verdi Emre kısık bir sesle.


"Olayları şu andaki sana göre değerlendiremezsin. Panter onları kurtarabilirdi. Doğru! Ama o küçük çocuk kurtaramazdı." diyen Hilal adama baktı.


Kızarmış mavi gözlere bakarken ciddi bir şekilde konuştu.


"Şöyle yapacağız. Ben mantığını ikna edeceğim. Olayları realist bir bakış açısıyla düşünmeni/değerlendirmeni sağlayacağım. Sonra da seni sevgilinin yanına göndereceğim. Anlaştık mı?"


"Burak, 5 yıldır mezarlığa gidiyorum süsü vererek gitmediğimi duyduğunda beni kesecek." diye mırıldandı Emre pes etmiş bir şekilde.


"Büyük ihtimalle. Ama neden gitmediğini en iyi anlayan kişi de o olacak. Keşke elimde bir imkan olsaydı ve her şeyin sorumlusu olan o şerefsizin yakalanmasını sağlasaydım. O yakalanmadığı sürece elim kolum bir noktada hep bağlı kalıyor. Burak'ın o albüme bakmasını bir şekilde sağlayabilirim ama 14 yıldır gitmediği Sakarya'ya/mezarlığa nasıl götürebilirim bilmiyorum." diye mırıldandı Hilal.


"Ben sana güveniyorum kardeşim. Sen bir yolunu mutlaka bulursun." dedi Emre ona hafifçe gülümseyerek.


Sonraki 1 saat Hilal sordu Emre cevapladı, Emre sustu Hilal gözlemlerini söyledi. Tüm bunların sonunda ikisi de bir savaştan çıkmışçasına bitkin ve yorgun bir şekilde birbirlerine baktılar. Son bir konunun (en zor konunun) konuşulmadığının bilincinde olan Hilal usulca mırıldandı.


"Güneş..."


"O olmaz. Hilal lütfen. Ondan konuşamam." diye fısıldadı Emre çaresiz bir sesle.


"Benimle değil ama Aslı'yla konuşacaksın."


"Hilal..."


"Kabus gördüğünü söylüyorsun Emre. Onların önüne geçmek istiyorsan..."


Emre başını iki yana sallayarak kızı susturdu.


"Konuşunca işe yaramıyor. Aslı'ya o günden bahsettikten sonra daha kötü oldum."


"Bu çok doğal bir şey. Kaçtıklarınla yüzleştin, zorla kabuk tutturduğun o yarayı açtın. Yara açığa çıktığında canın yandı. Ama anlattıkların sayesinde yarayı dezenfekte ettin ve artık daha sağlıklı bir şekilde yaşıyorsun. Güneş'in varlığını öğrenmen o yaraya bir kesik daha attı. Bu yüzden de tekrardan iyileştirilmesi gerekiyor."


Emre güçsüz bir şekilde başını aşağı yukarı salladı.


"Denerim ama söz veremem. Ayrıca mezarlık..."


"Mezarlığa şu an gidemeyeceğinin farkındayım. Zamanı daha gelmedi. Şimdilik o albümün bantlarını söksen yeter. Sonrası da zamanı gelince gerçekleşir."


Emre, sevgiye Hilal'e baktıktan sonra gülümsedi.


"İyi ki varsın be Ayçiçeği. Gökten düşen bir meleksen bunu itiraf etmenin tam sırası haberin olsun."


"Gökten düşen bir melek değil de... Çilek Kız'ın kabul olmuş duasıyım. Dilek Kılıç son nefesinde, oğlunu iyileştirebilecek bir hayat arkadaşı için dua etmiş... Onu ondan çok seven." diye mırıldanan Hilal, kızarmış ela gözleriyle adama baktı.


"Annem seni tanısa gerçekten çok severdi." diyen Emre dolu gözleriyle kıza gülümsedikten sonra kollarını iki yana açarak mırıldandı.


"Gel bakalım buraya annemin duası."


Emre'nin hitabı karşısında gözünden bir damla yaş düşen Hilal, buruk bir tebessümler adama sarıldı.


"Bugün için çok teşekkür ederim kardeşim." diye fısıldadı Emre.


"Asıl ben teşekkür ederim abi. İsminin anlamını hakkıyla yerine getirerek* sevdiğime kardeş olup, onu asla yalnız bırakmadığın için."


[*Emre ismi genellikle aşık anlamında kullanılsa da kardeş ve arkadaş anlamlarına da geldiği söylenmektedir.]

🦋 


"Ooooo benim en sadık ziyaretçim gelmiş, hoş gelmiş." dedi Özgür gülümseyerek.


Emre'yle konuşmasından sonra kendisini oldukça yorgun hisseden Hilal, bir süre sahilde dolaştıktan sonra hastaneye gidip Gökçe ablayı ziyaret etmiş sonrasında da Özgür abisinin yanına gelmişti.


"Hoş buldum abi." diyen kız elindeki çay tepsisini sehpaya bırakarak alışkın hareketlerle pufa oturdu.


"Özgür abi diye mi seslensen acaba diye düşünmeye başladım. Yağız, her geldiğinde dik dik bakıyor da. Asker adamın dik bakışları da ayrı oluyormuş."


"Bence o senin hüsnü kuruntun." diyen Hilal'in dudaklarındaki gülümsemeyi gören Özgür hüsran dolu bir nefes aldı.


"Bence bu durum senin çok hoşuna gidiyor. Beni de kurbanın olarak seçtin."


"İnkar edemeyeceğim. Bir anda abilerim oldu ve bu durumdan oldukça memnunum." dedi Hilal omuzlarını silkerek.


Başını hafifçe iki yana sallayan Özgür gülerek sordu.


"Burak'tan ne haber?"


"Bu cuma da aradı. Yine sadece beni konuşturdu ve çok az konuştu. Görevden bir dönsün bunun intikamını çok pis alacağım." diye söylenen Hilal özlem dolu bir nefes aldıktan sonra çayları doldurmaya başladı.


"Bu poğaça ve kurabiyeler?" diye sordu Özgür çay tepsisindeki tabağı göstererek.


"Sevda teyzelere kahvaltıya gitmiştim oradan aldım."


İkili bir süre kurabiye yiyip çay içip havadan sudan konuştular. Bir süre sonra Hilal'in durgunluğunu gören Özgür şüpheli bir şekilde sordu.


"Bir şey mi oldu Hilal?"


Özgür'ün sorusu üzerine Hilal bakışlarını ona çevirdi. Bir süre düşünceli bir şekilde adama baktıktan sonra konuştu.


"Burak'ı özledim, aynı zamanda bugün oldukça zor bir konuşma yaptım."


"Kiminle?" diye sordu Özgür hâlâ kızı incelerken.


"Emre'yle."


"Başka bir şey yok yani? Bugün... Enerjin fazla garip geldi. Haddinden fazla düşüncelisin."


Hilal, hiçbir şey söylemeden adama baktı.


"Bak! Şimdi de aynı. Tekrar soruyorum..." diyen adam boğazındaki yumruyu geçirme isteğiyle yutkundu ve sesi titreyerek sordu.


"Kötü bir şey mi oldu?"


"Kötü bir şey olmadı." diye mırıldandı Hilal.


"Ama bir şey oldu?" diye soran Özgür hızlanan nefes alış-verişlerini kontrol almaya çalıştı.


"Havva teyze sana bunu söylememi istemedi ama ben bilmen gerektiğini düşünüyorum."


Özgür bir süre başı öne eğik bir şekilde öylece durdu. Aklından tonlarca ihtimal geçerken bedeni titremeye başlamıştı.


"Bir umut abi... O kaybettiğin umut."


Genç kızın kısık sesli cümlesiyle gözlerinden usulca yaşlar düşmeye başlayan adam gözlerini kapatarak titrek bir nefes aldı.


"Umut..." diye fısıldarken sesindeki her bir tınıdan acı akıyordu. Hıçkırmamak için dudaklarını birbirine bastıran Özgür başını kaldırarak kızarmış gözleriyle kıza baktı.


Hilal, adamın kararlı bakan kızarık gözlerini gördüğünde hafifçe tebessüm etti. Özgür, kızın gözlerinden okuduğunu sözlerine dökerek konuştu.


"Sonunda o umudu kaybedebilme ihtimaline rağmen... İstiyorum. İstiyorum o umudu Hilal."


"Bizim hastanedeki doktorlar, komanın altında yatan sebebi anlayabilmek için bir dizi kan testi ve beyin taraması yapmışlar."


"Tekrardan." diye mırıldanan Özgür ellerini yumruk yaptı.


İğneden korkmadığını söylese de aslında iğneden korkan Gökçe'sinin kolları iğne izleriyle dolmuştu.


"Ne dediler?" diye sorarken sesi çatlak çıkmıştı.


"Kafa içi basıncı fazlaymış. Öncelikle onun azaltılması gerekiyormuş. Bir takım ilaçlarla tedaviye başladılar. Glukoz ve oksijen seviyesini normale çekmeye çalışacaklar. Oksijen makineyleyken iyi ama makinesiz..."


"Biliyorum düşüyor. Peki o bahsettiğin... Umut?"


Özgür'e bakan Hilal gözlerini kaçırdı. Elleriyle oynayan kız hangi kelimeleri seçmesi gerektiğini düşünüyordu.


"Hilal böyle yaparak hiç yardımcı olmuyorsun güzelim. Lütfen... Zaten yanıyorum. Tek seferde!"


"Gökçe ablanın ilk testleri, kaza günü yapılan ilk müdahalenin testleri, ortaya çıktı. O gün sisteme işlenmiş fakat kısa süre sonra silinmiş. Belgenin arşivdeki orijinaline ulaşmış bizimkiler. Ve..."


"Sistemden silinmiş?" diyen Özgür'ün ses tonunu duyan Hilal tüylerinin diken diken olduğunu hissetti.


"Sistemden... Neden silinmiş?"


Özgür'ün sakin çıkan sesi patlamaya hazır bir bomba misali çıkmıştı. Adamın gözlerine bakamayan Hilal elalarını yerdeki karolara dikerek bir çırpıda konuştu.


"Spinal ve MR taramasına göre beynindeki sorun aslında ilaç tedavisiyle düzeltilebilecek düzeydeymiş. Fakat ilk tedaviyi yapan doktor Gökçe abladan alınarak yerine başka bir doktor atanmış. O doktor da..."


Duyduğu yüksek sesle başını hızla kaldıran Hilal, önce yerdeki demliği sonra da kıpkırmızı elini boğazına götürerek nefes almaya çalışan adamı gördü.


"Abi... Elin..." diye fısıldayan genç kız, adamın sıcak su dökülen elini duvara vurması üzerine hızla ayağa kalktı ve onu engellemeye çalıştı.


"BIRAK!" diye bağıran adam yumruğunu duvara bir kez daha geçirmişti. Bu son darbeyle birlikte, haşlanan eli iyice tahrip olarak yarılmıştı.


"Abi lütfen..." diyerek hıçkıran Hilal'in yalvaran sesi Özgür'ün gözlerini kapatarak alnını duvara yaslamasına neden oldu.


"Gökçe'm aslında hiç komaya girmeyecekti. Kazayı yaptırmaları yetmiyormuş gibi bir de onu komaya mı sokmuşlar? 6 ay... Ben 6 aydır onsuzum, ben 6 aydır ona deliler gibi hasretim. Ve bana bunun da onların işi olduğunu mu söylüyorsun? Biz nasıl bir işin içine düştük. Nasıl bir cani o it?" diye fısıldayan Özgür başına giren ağrıyla birlikte yüzünü buruşturdu.


Bacakları daha fazla bedenini taşıyamayan adam yere düşerken, Hilal'in attığı mesajı alan Tuncay, elinde ilk yardım çantasıyla içeri girmişti. Çantayı masaya bırakan adam, endişeyle onlara baktı. Hilal'in 'Bende.' dercesine işaret verdiğini gördüğünde geldiği gibi usulca odadan çıktı.


Gözleri kapalı olan Özgür sessiz gözyaşları dökerken ilk yardım çantasını açan Hilal, adamın eline baktı.


Yanık kremi sürmeye kalksa, açık yaraya yanık kremi sürülür müydü ki?

Yara için tentürdiyot dökmeye kalksa... Yanan ele tentürdiyot dökülür müydü?


Derin bir nefes alan genç kız, hızlıca Masal'ı arayarak durumu anlattı ve onun yönergeleriyle birlikte adama ilk yardım uygulamaya başladı.


Aradan geçen dakikalardan sonra duvara yaşlanmış olan Özgür, berbat çıkan sesiyle sordu.


"Peki şimdi ne olacak?"


"Beyin ameliyatı." diye mırıldandı Hilal.


Bu cevabı tahmin eden adam kesik bir nefes aldı.


"Risk yüzdesi?" 


Adamın sargılı eline bakan Hilal sessiz kaldı.


"İlaçla düzelebilme ihtimali hiç mi yok?" diye fısıldadı Özgür.


"Yok... Doktoru '6 ay boyunca beynindeki bu saatli bombayla nasıl yaşadı hayret ediyorum doğrusu. Bu şekilde en fazla 2 ay daha dayanabilir. Onda da yine koma halinde.' dedi. Mutlaka ameliyat olması gerekiyormuş. Çok çok riskli bir ameliyat. Ameliyat başarılı geçse bile sonrasında ne olacağı belli değilmiş. Yani..." diyen Hilal daha fazla konuşamayarak sustu.


Özgür boş bakışlarla karşısındaki duvara bakmaya başladı. Aklında 6 ay boyunca hastane koridorlarında gördüğü, beyin ameliyatının risklerini hasta yakınlarına anlatan doktorların konuşmaları ve ailelerinin tepkileri dolanıyordu.


"Ameliyattan sağ çıksa bile hiç uyanamayabilir. Uyansa bile beynindeki hasarın boyutunu bilmiyoruz. Konuşamayabilir, yürüyemeyebilir, hatta hiç kimseyi, kendini bile tanıyamayabilir." diye mırıldandı Özgür.


Çok fazla olumsuz seçenek vardı. Fakat... Uyanabilirdi. Kurtulabilirdi! 6 aydır imkansızlığa rağmen yaşayan nişanlısı tekrardan onunla konuşabilir, gülebilirdi.


"Havva annemler ne dedi?" diye sordu adam çatlayan sesiyle.


"Ne yapacaklarını şaşırmış onlar da. Ama seninle konuşmadan karar veremeyeceklerini söylediler. Tornado Operasyonuna başlayalı 16 gün oldu. Yakında sonuçlanacaktır. O zaman yanlarına gidersin, beraber bir karar verirsiniz."


"Ben..." diye mırıldanan Özgür, kıza bir bakış attı fakat bir şey söylemedi. Yine de Hilal her zamanki gibi konuşulmayanları duymuştu.


Adam kararını vermişti. Bu ameliyat olacaktı. Eğer nişanlısı ameliyattan sağ çıkamazsa sonunda acıları dinecekti ve Özgür de onun peşinden gidecekti.

Eğer kalıcı bir hasar meydana gelirse de ömrünün sonuna kadar nişanlısına gözü gibi bakacaktı.


Ömrünü onunla geçirecekti adam... Ne olursa, nasıl olursa olsun.


🦋


Ertesi sabah yorgun bir şekilde uyanan Hilal, elini yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa gidiyordu ki kapının çalmasıyla birlikte kapıya yöneldi.


"Ben baktııım." diyen genç kız, Duygu'nun geldiğini düşünerek kapıyı açtı.


Fakat karşısındaki Duygu değildi.


"Abi?"


Yağız mavi gözleriyle kıza baktıktan sonra yalnızca bir kelime söyledi.


"Başladı."


Burak yaklaşık 1 saat önce Kadavra'yı aramış ve Tornado'nun akşam beklenilen buluşmayı gerçekleştireceğini söylemişti.


Duyduğu kelimeyle ani bir nefes alan Hilal, başını sallayarak adamı onayladı.


"2 dakikaya hazırlanıyorum."


Hilal, hızla odasına giderken Aslı mutfaktan çıktı. Yağız'ı gördüğünde duraksayan genç kız olayı anlamıştı.


"Emre gitti mi?" diye fısıldadı.


"Evet. Operasyon emri verildikten sonra telefon açmak yasak... Şanslıydınız ki bu seferki operasyon sırasında eve gelebildi(k)."


Aslı başını aşağı yukarı salladıktan sonra iç geçirdi.


"Ben de Ajans'a gideyim o zaman. Hakan Bey'le haberlerin üstünden bir kez daha geçerim."


Aslı'nın içindeki endişeyi fark eden Yağız kıza gülümsedi.


"Sana selamı var. Sil şu gözlerindeki endişeyi. Panter defalarca kez bu tarz operasyona çıktı."


"İşin içinde olduğumu biliyorsun değil mi Yağız abi? O şerefsizlerle alakalı yayınlanacak makalelerin çoğunu ben hazırladım. Ne yaptıklarını, kimlere nasıl zarar verdiklerini çok iyi biliyorum."


Yağız başını aşağı yukarı salladı.


Bilmek ayrı, bilmemek ayrı işkenceydi.


"Hazırım. Hadi çıkalım." diyerek yanlarına gelen Hilal, portmantodan montunu alarak giymeye başladı. Korku olanca ağırlığıyla kalbine bastırıyordu. Burak bugün operasyona çıkacaktı. En ufak bir hata...


"Düşünme!"


Yağız'ın sert sesini duyan Hilal, başını kaldırarak kızarmış ela gözleriyle ona baktı. Küçük kardeşine hafifçe gülümseyen Yağız, tam bir abi modunda devam etti.


"Sen şu an önümüzdeki görevi düşünüyorsun. Sen kendi üzerine düşeni halledeceksin, o da kendi üzerine düşeni. Her zaman yaptığını yapıp olaya iyi yanından bak Küçük Hanım. Bu akşam özlem bitiyor, Alfa'na kavuşuyorsun."


Boğazındaki düğümü geçirmek için yutkunan genç kız, dolan gözlerini kırpıştırarak derin bir nefes aldı ve duruşunu dikleştirdi.


Şu an Kelebeğin değil, Asena'nın sahnesiydi.


"Hadi gidelim."


Saatine bakan Yağız başıyla onayladı.


"Yolda Enis'i ararsın. Hasta yakınlarıyla görüştüğünü kafeye çağırırsın. O gelene kadar da kafede güzel bir kahvaltı yaparız."


Hilal, bir şey yemek istemediğini söyleyecekti ki akıllılık yaparak sustu. Abisini azıcık tanıyorsa kesinlikle dediğini yaptırırdı.


🦋


Üst katında hususi odalar bulunan kafeye giren Enis, kendisine gösterilen odaya girdiği gibi "Görüşmeleri neden burada yapıyorsun?" diye sordu.


Adam daha gelir gelmez karakterini belli etmişti. İlk defa tanıştığı biriyle sen'li ben'li konuşan Enis'e bakan Hilal, içinden geçirdiklerinin aksine nazikçe gülümsedi.


"Hastalarımla görüştüğüm oda biraz fazla küçük ve basık. İlk günlerde bir hasta yakınımın ricasıyla buraya geldik, sonrasında da tüm görüşmelerimi burada yaptım Enis Bey."


Kaşlarını kaldıran adam hafifçe başını salladı. Enis Çarkuş bunu biliyordu aslında. Gelmeden önce tüm süreci incelemiş ve kızın gerçekten de psikolog olduğuna emin olmuştu. Hatta bir adamını gizlice kızın görüşmelerini yaptığı odaya sokturmuş, tez midir nedir onun gerçekliğini kontrol ettirmişti. Aklına, fotoğrafta gördüğü onlarca yabancı terimli tez kağıdı gelen Enis yüzünü buruşturdu. Bir insanın gönüllü olarak neden böyle işlerle uğraştığını anlamamıştı... Ne de gereksizdi.


Yine de halasını kırmamak için gönülsüzce buraya gelmiş ve şimdi de oldukça isteksiz bir şekilde karşısındaki bu doktor bozuntusuyla görüşüyordu.


Bulundukları odanın kapının çalınmasıyla birlikte Enis tetiğe geçti. Kontrol ettirdiği .


"Psikolog Hanım içecek olarak ne alırdınız?"


"Bu da soru muydu Feryalciğim?"


Onun bu tepkisine genç garson gülümsedi.


"Çayınızı hemen getiriyorum. Beyefendi siz ne alırdınız?"


"Bira falan var mı?" diye sordu Enis sıkkın bir sesle.


Bu görüşme bitmeyecekti.


"Üzgünüm Beyefendi alkol satışımız yok."


Gözlerini deviren Enis, bacak bacak üstüne attı ve memnuniyetsizce mırıldandı.


"Ne bekliyorsam... İyi o zaman bana bir tane acı kahve getir."


"Anlaşıldı Efendim." diyen Feryal endişeyle Hilal'e baktı.


Yaşıtı olan bu genç psikoloğun birçok görüşmesinde servis yapan kız hiçbir misafirinde bu adamdaki olumsuz elektriği almamıştı. Bakışlarıyla ona 'İyiyim ben.' diyen Hilal'i gördüğünde gönülsüzce odadan çıktı. Herhangi bir olumsuz duruma karşı tetikte beklemeyi aklına koymuştu. Taa ki yanına gelen mavi gözlü adama kadar...


10 dakika sonra Feryal sakin bir şekilde odaya girmiş içecekleri vererek aynı sakinlikle dışarı çıkmıştı.


"İçecekleri verdim." dedi genç kız, Yağız'a bakarak.


"Gördüm. Aferin oldukça iyi idare ettin." diyen Yağız telefonunu havaya kaldırdı. Odadaki güvenlik kamerası sayesinde Hilal'i izleyen adam, herhangi bir aksilik tespit ettiği an odaya dalacaktı.


"Patronunla görüştüm Feryal. Sen bugün bu kattasın. Gelen olursa bu katın kapalı olduğunu söyleyeceksin." dedi Yağız.


Hem Feryal'e, hem de kafe sahibine az önce gizlilik sözleşmesi imzalatmıştı. Genç kız olayın tam detaylarını bilmese de olayın büyük bir şey olduğunu anlayarak yardımcı olacağını söylemişti.


Görüşmelerin, en başından beri burada yapan Hilal tüm garsonları tek tek gözlemlemiş ve Feryal'in kendileri için en güvenilir kişi olduğuna karar vermişti. Bugün de olduğu gibi, Feryal'in son 4 görüşmede Hilal'in bulunduğu odaya hizmet etmesi tesadüf değildi.


"... Anlayacağınız Enis Bey bu süreçte halanız psikolojik olarak ne kadar sağlıklı olursa, bedeni hastalığa karşı o denli olumlu yanıt verecektir."


Hilal, anlattıklarını dinlemeyen Enis'e baktı.


Arkaya doğru kaykılarak oturmasıyla genç kızı kaale almadığını belirten adam, sağ kolunu koltuğa yaslayarak kendince 'Ben buranın sahibiyim.' diyordu. Gelir gelmez arabasının anahtarını masanın üzerine koyması 'Bak ben zenginim. Benim mal varlığım var.' anlamına gelirken, kıza attığı üstten bakışlarla onu yerinde sindirerek hakimlik kurmaya çalışıyordu.


Hilal'in anlattıkları sırasında çok çok nadir kıza bakan Enis, sıkıldığını belli edercesine elindeki tesbihi sallamış, sıklıkla da kolundaki saate bakmıştı. 'Bitse de gitsek.' modunda olan adam kahvesinden höpürdeterek bir yudum daha aldı ve ağzını şapırdattı


"Eeee Doktor? Sonuç olarak halamdaki bu kanseri iyileştirebilecek misin?" diye soran adamın sesindeki küçümseme ve gözlerindeki alay karşısında Hilal, derin bir nefes aldı ve masaya doğru eğilerek ellerini kavuşturdu.


Enis, geldiğinden beri karşısında el-pençe divan duran genç kızın ezik duran bakışlarının özgüvene dönüşmesini şaşkınlıkla izlerken, kızın söylediklerini duyduğunda şok içinde ona baktı.


"Yok! Bu hareketlerinle kadını sen kanser ettin bence. Seni ortadan kaldırırsak kanserin de geldiği yere döneceğine eminim. Nasıl fikir ama?"


Yerinde hareketlenen adama bakan Hilal "Bence ayağa kalkmamalısın." diye mırıldandı.


"Sen kendini ne zanne..." diyen adam başının dönmeye başlamasıyla birlikte ne olduğuna anlam veremezken, kararan gözleriyle birlikte aniden yere yığıldı.


Hilal başını esefle iki yana salladı.


"Ama ben demiştim. Neden beni dinlemiyorsun ki?"


🦋 


Uyanan adam, sandalyeye bağlı olan ellerini oynatmaya çalışsa da başarılı olamadı. Bağlı olmayan ayaklarını hareket ettirmeye çalıştığında ayaklarını oynatamaması üzerine saklamaya çalıştığı korkuyla çıkıştı.


"Ne yaptınız bana?"


"Lokal anestezi. Artık istesen de kaykılarak oturamayacaksın." diyerek şakıdı Hilal. Onun bu mutlu sesi karşısında gülen Yağız, ona baktı.


Bu kız iyice onlardan olmuştu.


"Seni oros..."


Yanağına yediği tokatla cümlesini tamamlayamayan Enis, boğazında hissettiği silahla yutkunmasını da tamamlayamamıştı.


"Düzgün konuş! Dilin bana lazım ve şu an onu kesmek istemiyorum."


Mavi gözlü adamın tüyler ürpertici fısıltısını duyan Enis, yıllar sonra ilk defa korkunun damarlarında dolaştığını hissetti.


"Cık cık cık! Terbiye seviyeniz sıfır Beyefendi. Anlattıklarımı dinlemediğiniz yetmedi bir de bana hakaret mi ediyorsunuz?" diyen Hilal elindeki silahı adama doğrulttuktan sonra ukala bir şekilde konuştu.


"Beni dinlemen için buna ihtiyacım olduğunu bilseydim en başından kullanırdım."


Yağız, Hilal'in elindeki silaha bir bakış atarak hafifçe gülümsedi. Genç kızın âna bu denli hızlı adapte olmasına ayrı bayılıyordu.


Hilal, elindeki silahın soğuklukluğuyla eş değer olan soğuk bakışlarla Enis'e bakarken hissettiği sakinliğe şaşırdı. İlk defa canlı bir hedefe silah doğrultmasına rağmen her gün bunu yapıyormuş gibi hissediyordu. Silah eğitimlerinin üstünden aylar geçmesine rağmen, göreve gitmeden önce eline silah vererek talim yaptıran Alfa'sını hatırladığında istemsizce gülümsedi.


2 Hafta Önce


Bir hışımla toplantıdan çıkmalarının üzerinden yarım saat geçmiş, ikili Burak sanki bu gece göreve gitmeyecekmiş gibi havadan sudan muhabbet ederek arabada yol alıyorlardı. Geldikleri yeri gören Hilal, kaşlarını kaldırarak Burak'a baktı.


"Burası neresi?" 


"Solucan'ın Mekanı." diyen adam emniyet kemerini çıkartarak kıza baktı.


"Solucan... Sizin silah sağlayan tedarikçiniz değil mi?"


"Evvet." diyen Burak derin bir nefes aldı.


"Peki... Neden buraya geldik?" diye soran Hilal, adamın yeşil gözlerine bakarken alacağı cevabı aslında biliyordu. Fakat düşündüğü şey öylesine uçuk gelmişti ki buna ihtimal veremiyordu.


"Madem operasyonlara çıkacaksın..." diyerek duraksayan adam sevgiyle sevdiğine baktı. Artık engellemeler yoktu. Olması gereken, olması gerektiği gibi olacaktı. Bakışlarında var olan şüphe tohumları da kendini yok ederken kararlı bir sesle konuştu.


"O zaman sana ait bir silahının da olması gerekiyor Asena'm."


Adamın yeşil gözlerini inceleyen genç kız şaşkınlık dolu bir nefes aldı.


"Sen şimdi ciddi ciddi elime silah mı veriyorsun?"


"Daha vermedim ama o ses tonunu kullanmaya devam edersen vermekten vazgeçeceğim sanırım."


"Gözlerimdeki şok dolu korku değil de ses tonum mu vazgeçirecek?"


Kıza dönen adam onun elalarına bir süre kilitli kaldıktan sonra uzandı ve parmaklarının tersiyle kızın yanağını okşadı.


Bu temas karşısında nefesini tutan genç kız, kalp atışlarının hızlandığını hissettiğinde güldü.


"Hâlâ mı üzerindeki etkime şaşırıyorsun?" diye sordu Burak yumuşak bir şekilde.


"Bir insanın kalp atışlarının sadece bir bakışla, bir dokunuşla bu denli hızlanmasına her zaman şaşıracağım."


"Yalnız o bir bakış dediğin benim bakışım, o dokunuş benim parmaklarımdan..."


Bir an şaşkınlıktan hiçbir tepki veremeyen genç kız kocaman bir kahkaha patlattı.


"İnanılmazsın gerçekten."


"Biliyorum." dedi adam ukala bir şekilde gülerken.


Hilal, onaylamayan bir şekilde başını iki yana sallarken gülmeye devam ediyordu.


"Neyse bu konuyu kenara bırakalım..."


"Sen ve egonu bir kenara bırakmak mı? İnanmam!"


Kızın mimikli bir şekilde kurduğu cümle karşısında neşeli bir kahkaha atan adam, gülen gözlerle kıza baktı.


"Söz konusu sensin. İnanabilirsin!"


"Şımarayım mı?" diye sordu Hilal dudaklarını birbirine bastırarak.


"Hâlâ şımarmadın mı?"


İkili birbirine bakarak gülümsedi. Yeşil gözlü adam elalardaki onca duyguya bakarken kızın ellerini ellerinin arasına aldı.


"Az önce gözlerindeki şok dolu korkudan bahsettin ya... Ben sana güveniyorum Kelebeğim. Ben sana benden bile çok güveniyorum. Sen yaparsın Asena'm. Sen her şeyi yapabilecek güce sahipsin. Bunu bildiğim için seni gönlüm rahat bir şekilde o operasyona gönderebiliyorum. Kendini koruman için verdiğim silahı da gayet iyi idame ettireceksin."


"Uzun zaman oldu. Talimlerin üzerinden çok uzun zama..."


"Silahını aldıktan sonra poligona gideceğiz. Hem silahına aşinali olmanı sağlayacağım hem de küçük çaplı bir hatırlatma talimi yapacağız. Görevden geldikten sonra bu talimi genişletiriz. Ayrıca dövüş antrenmanlarına da başlamalıyız."


Hilal, derin bir nefes aldı. İş ciddiye binince gözü biraz korkmuştu.


"Burak ben..." 


"Hilal'im." diye fısıldayan adam, kızın ellerini yukarı kaldırdı ve parmaklarına bir öpücük kondurdu.


"Bu bir formalite. Neden korktuğunu biliyorum. Bu silahı sana veriyorum ama kullanmaman için her şeyi yapacağım. Söz veriyorum! Yine de gönlümün rahat edebilmesi için bu gerekli. Seni silahsız bir şekilde o adamların yanına gönderemem. Elleri kolları bağlı da olsa... Sende silah oldukları bilinciyle hareket dahi edemeyecekler. O silahı ateşlememek için her şeyi yapacağını ben biliyorum. Ama onlar bilmiyorlar. Bilmeyecekler de! Dışarıdan bakıldığında o silahı düşünmeden ateşleyebilecek kadar gözü kara gözükeceksin. Olmasın ama olur da bir gün o silahı ateşlemen gerekirse de, bu etkisiz hale getirmek amacıyla olacak. İşte bugün sana poligonda öğreteceğim de bu. Hayati bir organa zarar vermeden nişan alıp etkisiz hale getirmek. Anlaştık mı?"


Hilal, başını aşağı yukarı salladıktan sonra kararlı bakışlarla adama baktı.


Bunu yapacaktı!


"Yalnız ben bunu ikinci randevu sayarım haberin olsun." diyen kızı duyan Burak güçlü bir kahkaha attı.


"Silah sesinden birbirimizi pek duyamayız ama.... Kabul sevgilim."


🦋 


Burak, takdir ve hayranlık dolu bakışlarla silahını doldurduktan sonra silah kontrolü yapan kızı izliyordu.


Sadece bir kere göstermesi yetmiş, Hilal aylar önce yaptığı talimleri hatırlayarak ikincide kendisi devralmıştı.


"Son kez temizliğini yap, doldur." diye mırıldanan adamın sesindeki gülümseme, Hilal'in başını kaldırarak ona bakmasına neden olmuştu


"Ama sen bana öyle bakarsan ben yaptığım işe konsantre olamam ki.." diye mırıldanan genç kız bir süre yeşil gözlere gülümseyerek baktı.


Sonrasında ciddiyetle silaha dönerek mermileri peş peşe şarjör yuvasına koydu ve mermiyi namluya sürerek akım yatağını doldurdu.


Genç kız yaklaşık 10 defadır aynı hareketleri tekrarladığından, oldukça hızlı bir şekilde silahı hazır hale getirmişti.


"Doğuştan bir yeteneğin mi var yoksa aylar önce çok sıkı mı çalıştın?"


"Alfa'nın Asena'sı olmak bunu gerektirir." dedi Hilal sırıtarak.


Alfa'nın Asena'sı olmasının bundaki etkisi yadırganamazdı elbette ama daha büyük bir nedeni de vardı.


Genç kızın damarlarında Salih Ege Aslan'ın kanı dolaşıyordu.


Alfa'nın Asena'sıydı doğru ama ondan da önce babasının kızıydı o. Bu yüzdendi içinde kaynayan heyecan, bu yüzdendi büyüklüğüne şaşırdığı vatan aşkı.


Babasının kızıydı Hilal. Tek sorun, bu gerçeği bilmiyor oluşuydu. Silahın elindeki aşinalığına ve hissettiği bu korkusuzluğa bir anlam verememesi de bu bilinmezlik halinden kaynaklıydı.


"Artık yetsin mi?" diyen genç kız, garip bir şekilde silahı ateşlemek istediğini fark etti. Sanırım sevgilisine maharetlerini göstermek istiyordu. Bunu fark eden Burak gülerek konuştu.


"İlk kural; Atışa..."


"Atışa karar vermeden asla parmağımızı tetiğe sokmayacağız, önce nişan alacağız parmağımız sonra tetiğe girecek." dedi Hilal bir saniye bile duraksamadan.


"Hmm... Peki ikinci kural?" diyen adam arkasına yaslanarak kollarını birbirine kavuşturdu. Gülen gözleriyle konuşan kızı büyük bir hayranlıkla izliyordu.


"Tutuş ve duruş çok önemli. Tutuşta; sağ elimin 3 parmağıyla çok sıkmadan tuttuğum kabzayı, sol elimin 4 parmağıyla kilitliyorum. Duruştaysa bacaklar omuz genişliğinde açılıyor. Bu esnada sağ elimi kullanıyorsam sağ ayağım biraz geride duracak ki dengelensin. Hedefi görecek doğal/rahat bir pozisyon alındıktan sonra tek gözümü kapatarak hedefi beliriyorum ve atışımı yapıyorum. Bu esnada nefes kontrolüne ve tetik kontrolüne de dikkat etmeyi unutmuyorum. Atıştan sonra silahın geri tepme durumuna karşı hazırlıklı oluyorum. Yüksek ses veya geri tepme karşısında kesinlikle irkilmeyerek soğuk kanlılığını koruyorsun. Tepmeye alışmak için de sıklıkla antrenman yapıyorsun."


Kızın nefessiz konuşmasıyla gülen adam, yerinde doğrularak kıza yaklaştı


"Peki hedef duran bir hedef değilse o zaman..."


"Tek gözü kapatmaman gerekiyor. Hızlı ve taktik atışlarında iki göz de açık kalır." dedi Hilal kesin bir sesle.


"Ben gidiyorum Hocam. Size iyi atışlar." diyen Burak'ın gerçekten de gittiğini gören Hilal ona seslendi.


"Ya Buraaak!" 


Adamın onu takmayarak yürümeye devam ettiğini gören genç kız, hızlı hareketlerle silahını boşaltarak güvenli hale getirdi ve adamın peşinden gitti. Daha yanına varmadan sırtı dönük adamın kulaklarına kadar sırıttığını hissetmişti.


"Bu da neydi şimdi?"


"Sana yetse de bana yetmemiş demek ki. Doldur bakayım tekrardan silahını."


"Pisliksin!" diye söylenen Hilal gözlerini devirdi.


"Bu pislik seni sinir etmeye bayılıyooor." diyen Burak'ın yanağından öpmek için yanına yaklaşmasıyla birlikte genç kız silahını adamın karnına yasladı.


"Hiç sırnaşma! Kızgınım sana."


"Kurşun yiyeceksem de senden olsun be gülüm." diyerek kıro bir sesle konuşan Burak'ı "Yaa bi git işine." diyerek tersledi genç kız. Boş olduğundan emin olduğu silahı adamın karnından çekmemişti.


"Cık cık cık. Çok kırıldım ama. Ben diyorum 'Senden gelecek kurşuna can kurban.', sen diyorsun 'Haydi yallah!'. Bu nasıl ilişki?"


"Ben senin eserinim hiç söylenme." diyen Hilal silahıyla Burak'ı dürttü.


"Kaldır ellerini! Yavaşça bankoya doğru yürü."


"5 banko var. Hangisine?" diye soran Burak'ın sesi bu durumdan oldukça hoşnut çıkmıştı. Ciddileşmek için oldukça büyük çaba harcayan Hilal sert bir sesle konuştu.


"3 Numaraya. Kaldır ellerini dedim!"


"Tamam vurma." diyen adam ellerini kaldırdı. Bir yandan gülerek mırıldanmayı ihmal etmemişti.


"Gerçi çoktan vurdun."


Adam yan yan yürürken, Hilal gülmemek için dudaklarını ısırmakla meşguldü.


"Yalnız Hanımefendi çok önemli bir sorum ve oldukça da mühim bir bilgilendirmem var. Önce hangisini istersiniz."


"Bilgilend... Aaa!" 


Genç kız cümlesini bitiremeden ileri doğru sarsıldığında düşmemek için can havliyle sevgilisinin koluna tutundu.


Küçük çaplı bir çığlık atan Hilal, neye uğradığını şaşırarak onu duvara yaslamış olan adama baktı.


"O da neydi öyle?" diye mırıldandırken hâlâ ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.


"Alfa pisliğiydi(!). İstediğin bilgilendirmeyi yapıyorum. Ben rehin alınmam, rehin alırım." diyen Burak elindeki silahı kızın karnına dayadı. Boş silahı, az önce Hilal'in karnına bastırdığı noktaya doğrulmuştu.


Hilal , Burak silahı ne ara ondan aldı ne ara kendisini tutarak duvara yasladı diye düşünürken adamın sol elinin sırtında olduğunu fark ederek gülümsedi.


Sırtı duvara vurup acımasın diye elini duvarla arasına siper etmişti Burak. Aylar önce Sevda teyzelerde de yaptığı gibi...


Sevgilisinin bu ince hareketi karşısında etkilenen Hilal dudaklarında beliren kocaman gülümsemeden habersizdi.


Sevgilisinin aksine... 


"Öyle gülümseme." diyen adamın çatallı sesini duyduğunda bakışlarını yeşillere çevirdi. Dibinde duran yeşillerdeki yoğun bakışları gördüğünde sessizce yutkundu.


Ne ara bu kadar yakınlaşmışlardı?


Kendisine bu soruyu soran tek kişi Hilal değildi.


Duvar ile kendisinin arasına sıkıştırdığı kıza bakan Burak da aynı soruyu soruyordu. Bedeninin her zerresini kendi vücudunda hissettiği Hilal'in nefes alışverişlerinin hızlandığını fark eden adam zorlukla yutkundu.


İş kesinlikle şakalaşmadan çıkmıştı...


Burak yeşillerindeki hareler koyulaşırken kızdan uzaklaşması gerektiğini bilse de bedenlerinin temasını kesmek için herhangi bir harekette bulun(a)madı. Bakışları izinsizce kızın dudaklarına kayarken hissettiği arzuyla titrek bir nefes aldı.


Hilal'i öpmek istiyordu.


Bu düşünce tüm bedenini harekete geçirirken, kızın sırtında duran elinin aşağıya doğru kaymasına engel olamamıştı. Gözlerini dudaklarından çekmeyen adamın sırtındaki elinin beline yönlendirmesiyle birlikte tüm bedeninden bir ürperti geçen Hilal, kalp atışlarının kulaklarında yankılanmaya başladığını hissetti.


Aralarındaki çekimin bilincinde olan ikilinin hızlı soluk alışverişleri birbirine karışırken, yaşadığı heyecanla bacaklarının tutmadığını hisseden genç kız bilinçsizce adamın kolunu sıktı. Kız arkadaşının kolunu sıktığını hisseden Burak bakışlarını zorlukla kızın dudaklarından çekerek aşık olduğu elalara çevirdi. Hilal'in gözlerindeki teslimiyeti gördüğünde inlememek için dudaklarını birbirine bastırmıştı.


Bilinç sınırlarının tam ucunda yürüyen Alfa gözlerini kapatarak alnını kızın alnına yasladı.


"Bütün irademi yerle bir ediyorsun." diye fısıldarken silahı kızın karnından çekmişti.


Oyun bitmişti ve Burak şu an kara kara nasıl toparlanacağını düşünüyordu. Derin bir nefes alan adam, genzine dolan papatya kokusuyla birlikte yaptığının çok büyük bir hata olduğunu idrak etti.


Ciddi anlamda hakimiyetini kaybetmek üzereydi.


Hilal'den olumsuz bir dönüt alma isteğiyle gözlerini açan adam, dibindeki kızın da gözlerini kapatmış olduğunu gördüğünde sessizce inledi.


Aralarındaki elektrik elle tutacak derecede yükselmiş, etraflarındaki atmosfer salt arzuyla dolmuştu.


Burak, öpmeye kalkışırsa Hilal'in hiçbir şekilde itiraz etmeyeceğini anladığında kıza biraz daha yaklaştı. Bu sırada elindeki boş silah da parmaklarının arasından kayarak yere düşmüştü ama adam bunun farkında bile değildi.


Kalan son akıl zerresi de aralarındaki mesafenin neredeyse sıfıra inmesiyle birlikte yok olmuştu.


Gözlerini kapatarak titrek bir nefes alan Burak ruhuna dolan papatya kokusuyla birlikte tüm doğrularını elinin tersiyle bir kenara fırlattı. Silah olmadığı için boşa çıkan elini kızın çenesine götürürken mantık sınırını çoktan aşmıştı. Dudaklarını sevdiğinin dudaklarıyla kavuşturmak için başını önüne eğen Burak kolunda duran elin baskısını hissettiğinde aniden duraksadı.


Alfa, Kelebeğinden yükselecek -aklını başına getirtecek- bir itiraz beklese de, onun kadar aklını kaybetmiş olan genç kız ne adamı durdurmak için bir şey söyledi ne de geri çekildi.


Kuruyan dudaklarını ıslatan Burak aklını geri kazanması için kendisini sarsan Yüzbaşı Alfa'yı dinlemek ile arzularına yenilmek arasında gidip gelirken titrek bir nefes aldı.


Sakinleşmeye çalışan adamın aklını başına getiren şey, boynuna değen muskası oldu. Hissettiği muska aklına babasının annesine 'Helalim.' diyerek sevgiyle baktığı anları getirmişti. O kelimeye aşıktı küçük Burak. Gerçi o kelimeye daha çok babasının annesine o kelimeye söylerkenki bakışlarına aşıktı.


[Küçük çocuk günün birinde 'Niye anneme Helalim diyorsun baba?' diye sormuştu. Babası birkaç saniye bu soruya nasıl cevap vereceğini düşünerek duraksasa da soru dolu gözleri geri çevirmemek için konuşmaya başlamıştı.


'Hmmm. Annen benim karım olduğundan...'


'Ama karım değil Helalim diyorsun.' diyerek bölmüştü babasını küçük çocuk.


"Açıklayabileceğimin ötesinde sorular sor, üstüne bir de verdiğim cevabı beğenme!' diye şakayla sitem eden Yiğit, oğluna bakmıştı.


'Hani deden dini nikah kıyıyor ya...'


'He he. Allah katında iki insanın karı koca olması için imam nikahı kıyılması gerekiyor çünkü.' diye cevapladı küçük çocuk bilmiş bir şekilde.


'Sen 9 yaşında olduğuna emin misin oğlum?'


'Aklın yaşı mı olurmuş baba yaa. Yani sen o yüzden mi anneme Helalim diyorsun? İmam nikahından dolayı mı? Tamam da... Yine de garip geldi.'


'Hiçbir pişmanlığım olmadan Helalim o benim. Hiçbir keşkem olmadan...' diye mırıldanan Yiğit kendisine anlamayan gözlerle bakan oğluna gülümsedi.


'Aklın yaşı olmaz ama bazı şeylerin yaşı olur Küçük Alfa'm. Sen sen ol o gün geldiğinde asla pişman olacağın bir şey yapma. Hakkıyla 'Helalim' demek istiyorsan, sabretmeyi de bilmelisin.'


'Haklısın.' diyen çocuk neyi onayladığını bile bilmiyordu. Bunun bilincinde olan adam 'Haklıymışım.' diye mırıldanarak neşeli bir kahkaha attıktan sonra ukala bir şekilde oğluna baktı.


'Ben her zaman haklıyım. Bu arada bu muhabbeti aramızda saklayalım olur mu paşam? Annen 'Yine küçücük çocuğa ne anlattın Yiğit?' diyerek linçliyor sonra.'


'Olur da... Linçlemek neydi?'


Yeşillerinin birebir kopyası olan meraklı gözlere bakan Yiğit sırıtarak anlatmaya başladı.


'Heh sonunda güvenli yerden soru geldi. Bak şimdi...' ]


Küçük Alfa'nın en büyük hayali annesiyle babası gibi bir aşka sahip olmaktı. Babası gibi tüm benliğiyle sevdiğini Helalim diyerek sevmek istiyordu. Ve hislerinin esirindeki Alfa'nın bunu bozmasına izin vermeyecekti. Elini kızın çenesinden çekerken kendi kendine söz vermişti.


Sevdiğinin dudaklarında nefes aldığı gün, onunla evlendiği gün olacaktı.


Aklına üşüşen bu anıyla birlikte geriye doğru bir adım atan Burak, gözlerini açarak sevdiğine baktı. Ela gözlerin sonsuz bir güvenle kendisini izlediğini gördüğünde derin bir nefes aldı. Hilal her şeyin farkındaydı. İçinde verdiği savaşı da, bu savaşa neden yenilmediğini de... Çok iyi biliyordu.


"Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?" diye soran kızın gözlerindeki sevginin ve teslimiyetin yoğunluğunu gören adam, tam o anda babasının ne demek istediğini gerçek anlamda anladı. Zamanından önce arzularına yenik düşerek gelecekte 'Keşke.' demektense, elindeki silahı kafasına götürüp sıkabilirdi Burak.


Kendisine sonsuz bir güvenle bakan Kelebeği de, sevdaları da en iyisini hak ediyordu. Ve Alfa da her şeyin layığıyla olmasını sağlayacaktı.


"Asıl ben seni çok seviyorum Papatyam. Her şeyden çok..."


🦋


"Hazır... At!" 


Komutu duyan genç kız anında harekete geçerek silahını aldı ve tetiğe bastı.


"At!.. At!.. At!.. At!.."


Komutları eksiksiz bir şekilde yerine getiren Hilal, adamın 'Yap temizliğini!' demesiyle birlikte silahının kontrolünü yaparak bankoya bıraktı.


"Yoruldun mu?" 


"Çok değil. Ama biraz kollarım ağrıdı." diyerek yüzünü buruşturan Hilal, yanına gelen Burak'ın hafifçe koluna masaj yapmasıyla birlikte gülümseyerek adama doğru yaslandı.


"Hani bana hayati olmayan noktaları gösterecektin? Kaç dakikadır kafama göre takılıyorum."


"Kafana göre takılmak? Hedefi onlarca kez 12'den vurmaya kafana göre takılmak mı diyorsun?" diye sordu Burak kaşlarını kaldırarak.


"Yetenekli çıktım işte ne yaparsın?"


"Memnuniyetle severim." diyerek sırıtan adam, kızın yanağına bir öpücük kondurdu.


Gülümseyen Hilal aklına gelen şeyle adama döndü.


"Soru diyordun? Çok önemliydi hani..."


Gülen gözleriyle "Akıl mı bıraktın?" diyerek söylenen Burak, kıza döndü. Yaşadıkları an aklına gelirken yanakları hafifçe pembeleşen Hilal yutkundu. Onun bu haline gülen gözlerle bakan Burak, kızı mahcup etmemek adına herhangi bir yorum yapmayarak poligona girdiklerinden beri aklında dönüp duran soruyu sordu.


"Silah kullanmayı kim öğretti? Talimleri kim yaptırdı?"


Burak, hiç istemese de sesindeki kıskançlığa engel olamamıştı.


"Ne yapacaksın?" diye soran Hilal kaşlarını havaya kaldırmıştı.


"Bilemiyorum valla. İçimdeki Alfa gidip o herife ağız burun dalmak istiyor. Medeni Burak biraz daha sakin ama o da her an Alfa'ya uyabilir."


Adamın kıskanç ses tonu karşısında Hilal eğlenerek ona baktı ve kesin bir şekilde konuştu.


"İzin vermem!" 


"Ne? Neye izin vermezsin?" diye soran Burak'ın ses tonunda tehlikeli bir tını vardı.


"Hocama saldırmana." dedi Hilal gayet olağan bir şeyden bahseder gibi.


"Hocam Serkan'dı demeyeceksin değil mi?"


"Senin arkadaşınla ne alıp veremediğin var Burak?" diye soran Hilal artık resmen gülüyordu.


"Arkadaşımla değil yanına yaklaşan erkeklerle sorunum var. Ayrıca benim oldukça istekli bir şekilde öğreteceğim şeyleri başkasının öğretmiş olması..." diyen Burak iç geçirdi. Genç adam tam anlamıyla ciddi olmasa da söylediklerindeki ciddilik payı kendini belli ediyordu. Hatta öyle ki aurasından hafif bir öfke yayılıyordu.


Masaj yapmayı bıraktığı genç kıza su şişesini uzatırken Hilal konuştu.


"Dayımla da sorunun olmasın ama Alfa'm."


Hilal'in kurduğu cümleyle öfkesi buhar olan adam "Dayın?" diyerek sordu.


Başını sallayan Hilal "Dayım." dedi sahiplenir bir sesle. Bu durum Burak'ın dudaklarında enfes bir gülümseme belirmesine neden olmuştu. Sevdiği kızın, değer verdiklerini aynı değerle sahiplenmesi onu çok mutlu ediyordu. Hilal'in anlatmaya başlamasıyla bütün bedenini ona döndürdü.


"Koskoca Binbaşı'nın bana silah kullanmayı öğretmesi ve talimlerimde bulunması çok garip gelmişti. Karate hocamın kadın olması da hafiften garibime gitmedi değil. Genelde bu işte erkeklerle daha sık karşılaştığımızdan eğitmenimin de erkek olacağını düşünmüştüm... Meğer dayın, kurdunu tanıyormuş da ona göre yapmış tüm bu düzenlemeleri."


Duyduğu bu yeni bilgilerle birlikte Burak derin bir nefes aldı.


"Vayy be. Dayım tüm bunlara takılacağımı nereden bili..."


Sesi sonlara doğru azalan Burak'ın dudaklarında hafif buruk bir gülümseme belirmişti.


"Nereden olacak? Babamdan tabii ki."


"Büyük Alfa'ya çok büyük bir teşekkür borçluyum. Sayesinde, beni böylesine güzel seven bir adama sahibim." dedi Hilal sevgilisine bakarak.


"Bunu duysaydı eminim ki 'Teşekkürün borçlusu sen değilsin, benim. Oğlumu delicesine sevdiğin ve onu düştüğü karanlıktan kurtardığın için çok teşekkür ederim kızım.' derdi.


🦋 


Hilal'in arkasına geçen Burak "Bak şimdi..." diyerek başını kızın omzuna yerleştirmiş, ellerini de kızın silahı tutan ellerinin üzerine koymuştu.


"Burası, burası, burası, burası..."


Burak, onu hayati olmayan yerlere yönlendirirken bu yakınlıkla mantıklı düşünemeyen Hilal mırıldandı.


"Söylesen de yapabilirdim."


"Banane." diyen adamın sesi oyuncağını paylaşmak istemeyen küçük bir çocuk gibi çıkmıştı.


"Konsantre olamıyorum." diye isyanla konuştu genç kız.


Adam kendisine bu denli yakınken nasıl titremeden atış yapabilirdi ki?


Hele de az önce yaşananlardan sonra!


"Niye ki?" diye masumane bir şekilde sordu Burak. Dudaklarındaki hain gülümsemeyi hisseden Hilal ona pabuç bırakmayarak konuştu.


"Diye sordu az önce tüm iradesini yerle bir ettiğimi söyleyen adam."


Gözlerinde bilinçli alevler olan genç kız tek kaşını havaya kaldırarak az önce onu öpmek üzere olan adama baktı.


"Bence biz bir süre aramızdaki sosyal mesafe sınırını aşmayalım Alfa. Bir dahakine bu kadar iradeli olabilir misin emin olamadım."


Hilal'den hiçbir şekilde böyle bir çıkış beklemeyen Burak şaşkınlıkla kalakaldı.


"Sen..." diye mırıldanan adam, kızın yüzüne cesurca bunları vurmasının şokuyla devam edememişti.


"Benimle uğraşma Burak Kılıç. Her zaman sen zararlı çıkarsın." diyen Hilal, Burak'ın şaşkınlığına güldükten sonra adamın gösterdiği hedefleri hiç ıskalamadan vurdu. Ve Burak tam o anda gerçeği anladı.


"Beni oyuna getirdin. Aylarca pasif kalmış birisi asla bu atışları atamaz."


Silahını hızlı hareketlerle temizledikten sonra bankonun üzerine koyan Hilal, arkasında duran adama döndü. Onun dönmesiyle Burak bir salise bile beklemeden kollarını kızın beline sarmıştı. Sevdiğinin kollarındaki Hilal şebekçe omuz silktikten sonra güldü.


"Yakalandıııım. İtiraf vakti. İzin günlerimde sık sık poligona gidiyorum. Hem öğrendiklerimi unutmamak için hem de... Bilmiyorum garip bir şekilde atış yapmayı sevdim. Ayrıca mükemmel bir stres atma aracı."


"Hee yani diyorsun ki onca ay sana katlanabildim çünkü poligona gelip seni vurduğumu hayal ederek stres attım."


"Aşk olsun Burak yaa. Ben o kadar gaddar biri miyim?" diyen genç kız sırıtarak devam etti.


"Kum torbasına attığım tekme ve yumrukları sana savurduğumu hayal ederek stres attım. Hak verirsin ki bolca dayaklık şey yaptın."


Sevgilisinin ciddiyetine bakan bakan adam neşeli bir kahkaha attı.


"Şu an yine 'Şaka yapıyorsun.' diyemeyeceğim anlardan birindeyiz Asena'm. Arada çınlayan kulağımın nedeni de arkamdan küfürler savurman falan olabilir mi?"


"Küfür kullanmayı sevmediğimi biliyorsun. Ayrıca arkandan konuşmak mı? O da ne? Ben her zaman yüzüne yüzüne çarptım sözlerimi. Kesinlikle daha etkiliydi."


Esefle iç geçiren adam mırıldandı.


"Ahh ahh. Allah belamı verdi."


"Arkamda bir kutu mermi ve bir adet silah dururken ayağını denk mi alsan acaba Alfa'm?" diye tıslayan Hilal, adama dik dik bakmayı ihmal etmemişti.


"Allah herkese böyle tatlı bir bela nasip etsin. Kızarken bile sahiplik eki kullanıyorsun be Kelebeğim." dedi Burak gülümseyerek. Sonrasındaysa kaşlarını çatarak sordu.


"Poligona geliyormuşsun ama arabada uzun zaman oldu dedin?"


"Poligona geliyordum doğru ama yalnızca kendi kendime serbest atışlar yapıyordum. Sinan Dayı'nın talimlerinin üzerinden uzun zaman geçti. Ayrıca... Canlı bir hedefi vurma kısmında ciddiydim."


Parmaklarıyla kızın yanağını okşayan adam başını aşağı yukarı salladı.


"Biliyorum. Ama dediğim gibi bu sadece bir formalite. O silahı kullanmana gerek kalmayacak." diyen Burak isteksizce kızdan uzaklaştı.


"Hadi az önce vurduğun noktaları hareketli hedef üzerinde deneyelim." diyen adama baktı Hilal. Zamanlarının azaldığını biliyordu. Burak, saatler sonra göreve gidecekti. Kesik bir nefes alan Hilal, bunu düşünmeyi reddederek adamı onayladı ve ikili gerekli hazırlıklardan sonra talime başladılar.


45 dakikanın sonunda gözlüklerini ve kulaklıklarını teslim ederek poligondan çıkmış arabaya doğru yürüyorlardı.


Genç kızın omuzlarını esnettiğini gören Burak takılarak sordu.


"N'oldu? Bu randevu sizi yordu mu Hanımefendi?"


"Estağfurullah Beyefendi ne yorulması? Yeşil gözlü adamın birisi atış esnasında sürekli hayran bakışlarıyla bana baktı. Onun kem gözlerine maruz kaldığımdan üzerimde bir ağırlık var."


Hilal'in söyledikleriyle gülen Burak, kızın parmaklarını parmaklarının arasından geçirdikten sonra ela gözlere baktı.


"Size hayran olmamak mümkün mü Hanımefendi? Her gün yeni bir yönünüzle sahalara çıkıyorsunuz. Poligon talimini randevuya çevirdiniz resmen." diyen adam duraksayarak kıza baktı ve gözlerindeki parıltılara zıt bir ciddiyetle sordu.


"Bir dahaki randevumuz silah söküp takma olsun mu?' diye soracaksın diye korkmalı mıyım acaba?"


"Bak böyle bir düşünce hiç aklıma gelmemişti ama tuttum bunu. Oldukça eğlenceli olur bence. O zamaaaan... Önümüzdeki randevularımızdan birisi silah söküp takma olsun mu Alfa'm?"


Kızın hevesli elalarına bakan adam sevgiyle gülümsedi.


"Olsun Asena'm. Olsun."


🦋 


Anılardan sıyrılan Hilal karşısındaki şerefsize baktı.


"Beni vursanız da konuşmayacağım!" dedi Enis büyük bir nefretle.


"Akıl var mantık var. Seni vurursak zaten konuşamazsın!" dedi Hilal bayık bakışlarla adama bakarken. Dakikalar önce adamın kendisine attığı bu bayık bakışları bilinçli olarak iade etmişti genç kız.


"Yalnız abi... Önce ben şu hırboyla detaylı bir terapi mi yapsam? İşe görgü kurallarıyla başlayıp, bir hanımefendinin yanında nasıl davranması gerektiğiyle bitiririm." diyen Hilal, adama küçümseyen bakışlar atarak devam etti.


"Gerçi bunu yaparsam gittiği yerde onun dilinden anlayan diğer hödüklerle konuşamaz."


Enis, nasıl bu duruma düştüğünü düşünerek öfkeli bir nefes aldı. Çok pis oyuna gelmişti.


"Ben sizin var ya..."


Başladığı cümleyi kızın alaylı kahkahası böldü.


"Gerçekten de yok yere tehditler savuracak kadar aptal mısın Enis? Güç kimde bir bak bakalım." diyen Hilal elindeki silahla adamı baştan ayağa işaret etti.


Kollarını kurtarmak için çabalayan Enis, önce kızın elindeki silaha sonra da adamın elindeki silaha baktı. Buradan kurtulsa bile hissetmediği bacaklarıyla yürümesi imkansızdı. Kabullenişle iç geçiren adam yumruklarını sıktı.


"Ne yaparsanız yapın konuşmayacağım!"


"Biz bir şey yapmayacağız zaten... O yapacak!" dedi Hilal silahını belindeki taşıma kılıfına yerleştirirken.


Açılan kapıdan içeri giren Fadime, hayal kırıklığıyla dolu gözlerle yeğenine baktı. Halasını karşısında gören Enis'in gözleri kocaman olurken Fadime adamın yanına gelerek ona sert bir tokat attı.


"Hala..." 


"Bu tokatı 16 yaşındayken kavganın birinde bir adamı bıçakladığın gün atmalıydım. Kapıma gelen polislere 'O bütün gece benimleydi.' diyerek yalancı şahitlik yapmayarak, o ıslah evine girmeni sağlamalıydım. Hayattaki en büyük pişmanlığım bu!"


"Sana ne söylediler bilmiyorum ama gerçek değ..."


"Ben de öyle dedim. Yalan söylüyorsunuz dedim. Benim evladım o kadar gaddar olamaz dedim. Taa ki gencecik bir çocuğu döverek hastanelik ettiğin videoyu görene kadar. Çocuğu bir de uyuşturucu kuryeliğini reddetti diye dövmüşsün!"


"Ben..." diyen Enis nefretle Hilal ve Yağız'a baktı.


"Yıllarca babana benzeme diye çırpındım durdum ben. Bu muydu karşılığı?"


"BEN O ADAMA BENZEMİYORUM!" diye çıkıştı Enis.


"Haklısın." diye mırıldandı Fadime. Ardından acı dolu bir sesle devam etti.


"Sen ondan çok daha betersin. Yanlış seçimler yaptın, yanlış kişilerle dost oldun diye kahroluyordum. Meğer o yanlış kişinin kendisi olmuşsun sen. Eğer polislere yardımcı olmazsan, istediklerini söylemezsen analık hakkımı sana helal etmiyorum. 'Keşke onu o yetimhaneden çekip çıkartmasaydım.' dememe neden olma oğul. Kalan şu sayılı ömrümde, doğru yola az da olsa kavuştuğunu göreyim, huzurla gözlerimi kapatayım bu dünyaya."


"Beni kodese tıkmaları, özgürlüğümü elimden almaları mı huzur?" diye sordu Enis hırçın bir şekilde.


"Evladım dediğim kişinin başkalarının evlatlarını zehirleyerek öldürmesine göz yummaktansa, dört duvar arasında ömrünü geçirmesine razıyım. Ama suç sende değil. Seni yetiştiremeyen bende."


"Anne..." diye mırıldanan adam onca kötülüğüne rağmen kendisini büyüten kadına kıyamamıştı.


"Ben sana anne olamamışım demek ki... Son sözüm Enis. Ne kadar ömrüm kaldı bilmiyorum ama bu kalan zamanımda, arada parmaklıklar olsa da seni görmek istiyorum. Eğer itirafçı olup polislere yardım etmezsen ölümü bile göremezsin." diyen Fadime, Enis'in bir şey söylemesine izin vermeden arkasını döndü.


Hilal, yaşlı kadının koluna girerek onu odadan dışarı çıkartırken kadın ağlamaya başlamıştı.


"Ahh benim yavrum ahh. Ne zaman bu hale geldi? Ben nasıl göremedim gözlerindeki kötülüğü? Nasıl anlamadım?" diyerek döğünen kadını yan odaya doğru götüren Hilal, kapının önündeki polise başıyla işaret vererek Yağız'ın yanına girmesini söyledi.


"Fadime Hala bunda senin bir suçun yok..." diyerek konuşmaya başlayan Hilal, aniden gelişen zorlu bir terapiye başlamış oldu.


🐺


Yanındaki Turan'a bir bakış atan Burak rahat bir şekilde arkasına yaslandı. Tornado iti sabah arayarak her şeyin hazır olduğunu, saat 19.00'da kapılarına bir araç göndererek onları aldırtacağını söylemişti.


Kadavra'ya anında haber veren Burak, hiçbir takip cihazı istemeyerek operasyonu tehlikeye atmamıştı. İyi ki de öyle yapmıştı çünkü ikili arabaya binmeden önce üstleri ve para çantası cihaz var mı diye aranmıştı. Aramayı yapan adam özür dileyerek 'Sadece formalite icabı Giray Bey.' demişti.


Sadece formalitedendi tabii ki. Adamın asker olacak hali yoktu ya(!).


"Daha ne kadar bekleyeceğiz?" diyerek esneyen Burak oturduğu koltuğa biraz daha yayıldı. Turan, Burak'a doğru bir bakış attı. Adamdaki bu rahatlığa şaşırmıştı.


'Arkadaşına gerçekten de çok güveniyor.' diye düşünen Turan, Burak'ın güvendiğine güvenme kararı verdi ve Kadavra'nın drone ile yerlerini tespit edip ekiplere tam zamanında haber vereceğine inanarak arkasına yaslandı.


Onlardan kilometrelerce uzaktaki Kadavra ise hayatının en eğlenceli operasyonunu yaşıyordu.


"Ooo 3 numara. Sen tünelden çıktıktan sonra sağa dönenin peşinden git bakayım. 2 numara kardeş nereye? Sen düz devam, oynaşma hiçbir şeyle bakiyim. 1 numara... Bakalım bugünün 1 numarası sen mi olacaksın? Sola dön bakayım sen de. Ben drone'unda büyük hissediyorum valla Number One. Hamdi Bey'e söyleyeceğim teklifi senin üzerinden yapsın."


"Bizimkilerde iyi ki kulaklık yok. Operasyonu bırakıp seni s*kmeye gelirlerdi yoksa." diye söylendi kulaklığın diğer ucundaki Serkan.


"Çakaaaaal! Drone'larımın yanında benimle nasıl konuşuyorsun böyle? Duymayın siz onu yavrularım. O abi pis, kötü, kaka. Babanıza kötü söz söyledi diye sakın üzülmeyin tamam mı?.. Oooo bu Tornado işi büyüttü yalnız. 4 numara hadi koçum sen de şu yeni gelen siyahın peşine düş bakayım."


Doğukan, bir bilgisayar oyunundaymışçasına drone'ları bir oraya bir buraya neşeyle göndererek kontrol ediyordu.


Zaten şu an yaşanılan sahne de bilgisayar oyunlarını aratmıyordu.


Burak'ların içinde bulunduğu siyah Volkswagen minibüs uzun bir tünele girdikten sonra üçüz doğurmuştu. Plakaları kapalı olan birbirlerinin birebir aynısı arabalar hiç duraksamadan üç farklı yöne gitmişti. Drone'lar da peşlerinden...


2 numaralı drone'un takip ettiği araç, girdiği alt geçitten çift bir şekilde çıktığında 4 numaralı drone havada boş boş durmaktan kurtulmuş ve onun peşine düşmüştü.


"Şu an aklımdaki tek soru sen adamın böyle bir şey yapacağını nasıl anladın?" diye sordu Serkan.


Gözleri duvardaki bölünmüş monitörde olan Doğukan, Serkan'ın sorusunu "Anlamadım." diye yanıtlarken bilgisayara bağladığı drone'lara yön vermeye devam ediyordu.


"Anlamadın mı? Her operasyona aynı anda 5 farklı drone'la mı çıkıyorsun?"


"Yoooo. Takıntılı bir manyakla çalışıyorum! İyi ki de öyle yoksa şu an çok feci takozlamıştık... Son operasyonda drone vurulunca Alfa 'Bundan sonra iki farklı drone'la çalışıyorsun.' dedi. Bu operasyonda istisna yaparak da sayıyı yediye çıkarttırdı. Tornado'nun bir itlik yapacağını anlamıştı. Adamın şu ana kadar yakalanmamasının en büyük nedeni her ihtimali düşünen bir Obsesif olması."


"Ne kadar obsesif olursa kendisinden daha takıntılı olan Alfa'nın karşısında eli kolu bağlı. 7 drone nedir?" dedi Serkan vay canına dercesine bir ıslık çalarken .


"Bana da fazla gelmişti ama... Şu an 5. drone'u da farklı bir tarafa göndermeme bakılırsa iyi ki onu dinlemişim. Bu Tornado nasıl bir mahlukat merak etmeye başladım."


"Aklı şerefsizlikten başka hiçbir şeye çalışmayan pi*in teki işte. Bu zamana kadar neden yakalanmadığı anlaşıldı. Sırf alışverişte kendisi de bulunacak diye aynı arabadan beş tane hazırlatıp farklı noktalara göndermek mi? Kabul ediyorum çok zekice bir hamle."


"6 oldu..." diye mırıldandı Kadavra memnuniyetsiz bir şekilde.


Tornado resmen oyun oynuyordu. 1 numaralı drone'un takip ettiği araç tenteyle kaplı bir pazara girmiş ve çıkışta da iki tane olmuştu.


İçindeki korkuya engel olmaya çalışan Doğukan yutkundu. Eğer o kapalı alanlardan birinde Burak'ları indirip başka araca bindirdilerse...


Düşünmemeye çalışan Kadavra, sabahki telefon konuşmasını hatırlayarak derin bir nefes aldı.


Burak 7 drone olayını söyledikten sonra Doğukan endişeyle sormuştu.


'Tamam da ya kör bir noktada sizi başka bir araca naklederlerse?'


'Yapamazlar!' demişti Burak kesin bir sesle.


'Nasıl yapamazlar?' 


'Ben sıradan biri değilim, İlizyonist'im. Zamanında Almanya'yı ultra karıştıran hatta İnterpol'de arama emri çıkartılan birisiyim. Tornado'nun araç değiştirme isteği, yakalanma korkusu olduğunu belli eder. Böyle bir ihtimal aylar önce tedarikçisinin hatası yüzünden vurgun yiyen İlizyonist'in anlaşmadan vazgeçmesine neden olur. Bunun farkında olan Tornado, İlizyonist'i bir kum torbası misali bir araçtan başka bir araca asla taşıyamaz. Ehh olur da bir aksilik çıkarsa... O zaman B Planı'na geçeriz.'


'B planın mı var?' diye sordu Doğukan.


'Benim her zaman bir B Planım vardır.' dedi Alfa ukala bir sesle.


'Benimle de paylaşmayı düşünüyor musun?' diye soran Doğukan'ın sesindeki aksi tını karşısında Burak güldü.


'Öğrendiğimde paylaşacağım elbette.'


'Burak?' diyen Doğukan iç geçirdi. Ömrü bu adamın alengirli cümlelerini anlamaya çalışarak geçmişti.


'B Planı, A planı işe yaramadığında ortaya çıkar. A Planı'nın işe yaramaması da aksi bir durumun meydana gelmesinden kaynaklanır. Yani B Planı aksiliğe karşı yapılır ve bu da anlık olduğu anlamına gelir. Duruma uygun doğaçlama bir plan!.. Olur da bir aksilik çıkırsa ben kesinlikle çıkış yolunu bulur ve bir şekilde sana haber veririm endişelenme. Hadi Allah'a emanet ol. Dediklerimi sakın unutma!'


Düşüncelerinden sıyrılan Doğukan, araçlardan ikisi farklı yönlerden şehir dışına doğru yol alırken büyük bir dikkatle drone'lara komut verdi.


"Tornado'nun 6 farklı araçla hile yapmasına mı şaşırayım, senin aynı anda 7 drone kullanmana mı bilemedim." diye mırıldandı Serkan.


"Rekorum 9 drone. Bu ne ki?"


"9 drone? Hangi operasyonda oldu bu?" diye sordu Serkan şok içinde.


"Can sıkıntısı operasyonunda. Diğer ülkelerin istihbarat servislerini hacklemekten sıkıldığımda drone'larla oynuyorum."


"İstihbarat servisleriyle alakalı yorumunun şaka olduğunu farzediyorum." diye mırıldanan Serkan'la birlikte Doğukan güldü.


"Nasıl gerçek olsun canım(!)?"


"Konuyu kapatabilir miyiz? Ben dağdaki avlarımla mutlu mesut yaşayıp gidiyorum. Fazlasını bünyem kaldırmıyor."


Neşeyle gülen Doğukan, drone'ları takibe geri dönerken Serkan sıkıntıyla çevresine bakındı. Ekibiyle birlikte hazır olan Yüzbaşı arabasını tenha bir yere çekmiş, Doğukan'dan gelecek mekan bilgisini bekliyordu. Kardeşine yetişemeyeceği ya da herhangi bir aksilik olabileceği düşüncesiyle gözlerini kapatan adam, sessizliğin 'Acaba'lara ve 'Ya'lara gebe olduğunu farkederek gevezeliğe devam etti.


"Eee peki 7. drone. O boşa mı çıktı?"


"Heee öyle old... Hassi*tir."


Duyduğu cümleyle yaslandığı arabadan hızla doğrulan Serkan korkuyla sordu.


"Ne oldu?" 


"Eğer onu dinlemeseydim..." diyen mırıldanan Doğukan, 7. drone'u tünelden çıkan siyah minibüsün peşine taktı.


"Kadavra n'oluyor?"


"Alfa, eğer olağandışı bir şey gerçekleşirse drone'lardan birisini mutlaka o noktada tutmamı söyledi. Saçma gelmişti bana ama o 'Olağandışılığın olduğu yerde mutlaka algıda seçicilik vardır. Koyun sürüsü misali olağandışılığı takip edersen yanlış yönlendirmenin kurbanı olursun. Ne olur ne olmaz, o sonuncu drone olay mahallini izleyecek. Haksız çıkarsam hiçbir şey kaybetmeyiz ama haklı çıkarsam ve önlem almazsak çok fazla şey kaybederiz.' demişti. Bu kadar kesin konuşunca ben de son drone'u tünelin üstünden asla ayırmadım."


"Ve?" diye soran Serkan tahmin ettiği cevabı aldı.


"Burak'ların bindiği minibüs o tünelden hiç çıkmamış. Köprüden çıkan araçların üçü de şaşırtmacaymış. Buluşma yerini görene kadar tüm drone'ları takip edeceğim ama eminim ki bizi istediğimiz yere 7. drone götürecek."


Burak'ın zekasına bir kez daha hayran kalan Serkan gururla gülümsedi.


"O Tornado iti, Alfa'yla baş edebileceğini mi zannetti gerçekten de?"


🐺 


"Hoş geldin İlizyonist."


"Hoş mu geldim? Pek de gelemedim sanki? Neden bir tünelin içinde dakikalarca beklediğimi sorabilir miyim Tornado?"


Burak'ın çıkışı karşısından pek de hoşlanmayan Tornado işin içindeki yüksek meblağyı düşünerek sakinleşmeye çalıştı.


"Önlem. Kusura bakma. Sen dememiş miydin son alışverişinde vurgun yediğini söyleyen. Ben de her şeyi en iyisiyle yapayım dedim."


Başını aşağı yukarı sallayan Burak "Haklısın fakat adamlarının pek de misafirperver olduğunu söyleyemem. İnsan bir iki içecek ikram ederdi."


"Benim hatam. Hollanda'ya gitmeden önce birkaç kadeh atalım."


"Gute Idee! (İyi fikir!). Atalım. Zevkle bekliyorum."


'Sana kafa atalım, yumruk atalım, tekme atalım. Finalde de hapse atalım. Mükemmel bir fikir.' diye düşünen Burak yüzüne sahte bir dost gülümsemesi kondurdu.


"Şimdi bizim iş tam olarak nasıl olacak? Son detayları konuşamadık."


"Malı kontrol etmeniz için burada buluştuk. Arabalarımı nakliye ettirdiğim şirket az ileride. Siz Türkiye'ye gelip beğenerek aldığı arabalarını peşinden Hollanda'ya götüren birisiniz. Türkiye'deki kalkışta hiçbir sorun olmayacak. Anlaştığım firma sandığınızfan daha büyük ve kendine özel havalimanından kalkıyor uçakları."


"Peki ya denetmenler?"


"Bizim adamımız. Hiçbir falsoları yok. Tereyağından kıl çeker gibi hallolacak bu iş. Ödemenin yarısı şimdi. Yarısı uçak Hollanda'ya indiğinde. Fakat şunu da söylemeliyim ki uçak Hollanda sınırlarına girdiği anda sizin sorumluluğunuzda. Oluşacak herhangi bir aksilikte sorumluluk kabul etmiyorum. Ayrıca... Adımı veremeyeceğinizi umuyorum." diyen adamın cani bakışlarını gören Burak duraksadı.


Alfa, karşısındaki şerefsizin normal biri olmadığından tam şu an emin olmuştu.


Uyuşturucu haricinde yaptığın ne pislikler var acaba Tornado?


"Arabadaki mallara bakalım istersen. Fazla ortalıkta dolanmayı sevmem. Takası gerçekleştirelim olmadı benim mekana gideriz."


"Alınma ama fazla kuruntulusun." dedi Burak adama bakarak.


"Ahh hakkımda söylenenlerin en hafifi 'Kuruntulu' olsa gerek." diyerek gülen Tornado arabanın yanına gitmişti. Burak da peşine gitti.


"Var mı bunun özel bir nedeni?"


Tornado bu iş için özel üretilen arabanın kapısını açtı. Koltuklar, döşemeler, bagaj... Akla gelecek her yer uyuşturucu ile kaplıydı. Göstermelik yerleştirilen kumaş sayesinde dışarıdan bakan birisi aracın uyuşturucu yüklü olduğunu asla anlayamazdı.


İkili arabayı incelerken Tornado öfkeyle konuştu.


"Oro*pu çocuğunun biri zamanında bana yamuk yapmaya kalktı. Gerçekten güvenmiştim de p*çe. Az daha yakalanıyordum o it yüzünden."


"Ne oldu peki?" diye sordu Burak muhabbeti sürdürmek için. Tornado'nun çevredeki hareketliliği hissetmemesi gerekiyordu.


"Cezasını kestim!" 


Adamın sesindeki tını Burak'ın başını kaldırarak ona bakmasına neden olmuştu.


İt oğlu it kim bilir kimlerin hayatını karartmıştı.


"Hayatımdaki en büyük pişmanlığım o p*ç geberip giderken onu izleyememek. Can çekişmesini izlemek isterdim. Tuttuğum adamlar da işi yarım yamalak yapmışlar zaten. Adamı ilk öldürmeyin dedim ama baş edememişler öldürmüşler. Kolayca geberip gitmiş. Halbuki ben orada olsaydım 'Lütfen beni öldür.' diye yalvartacak kıvama getirmez miydim onu?"


Yumruklarını sıkan Burak sakinleşmeye çalıştı. İçinde yine çok büyük bir öfke belirmişti. Neden bilmiyordu ama bu itten zerre hoşlanmamıştı.


"Örnek malın tadına baktın mı?" diye soran Tornado ile kendine gelerek adama döndü.


"Evet. Oldukça kaliteli iş."


Malı Haluk abiye inceleten Burak, uyuşturucunun Tornado'nun laboratuvarından çıktığını onaylatmıştı.


"Öyledir. Şu an düzen bozulmasın diye açamasam da araç bu malla dolu."


Burak, başını aşağı yukarı salladı ve tam o anda silah sesi yankılandı.


"ETRAFINIZ SARILDI! SİLAHLARINIZI ATIN TESLİM OLUN."


"S*ktir!" diyen Tornado silahını çıkararak kaçmaya başladı. Burak da belindeki silahı çıkarttıktan sonra onu takip etmeye başladı. Tornado bunu garipsemek şöyle dursun bir noktada "Şuradan sağa döneceğiz.' diyerek komut bile vermişti.


İkili uzun bir süre koştuktan sonra Tornado'nun bahsettiği nakliye şirketinin bahçesine gelmişlerdi.


"Şimdi içeri gireceğiz. Özel mülk! Aynasızlar giremez."


Tornado'yı duyan Burak içinden sessiz bir kahkaha attı. Eğer Kadavra'yı azıcık tanıyorsa içerisi asker kaynıyordu. Burak Kılıç her zamanki gibi haklıydı. Buluştukları noktanın nakliye şirketine yakın olması Doğukan'ın işkillenip araştırma yapmasına ve asker göndermesine neden olmuştu. Akıllılık eden Kadavra tüm askerlere 'Gelirlerse sakın dokunmayın. Yüzbaşı bundan hiç hoşlanmayarak o adamın yerine sizi sıra dayağından geçirir.' demişti. Bu yüzden de askerler sadece izleyici konumdaydı. Herhangi bir durumda müdahale gerekirse olaya dahil olacaklardı. Nefes nefese olan Tornado ayağıyla yerdeki taşa vurdu.


"S*keyim böyle işi. A*ına koyduğumu o*ospu çocukları nereden çıktı?"


"Bana güvence vermiştin Tornado! Nasıl baskın yiyebiliriz?"


"Ben de bilmiyorum! Bu zamana kadar hiç böyle bir şey yaşamadım!" diyen Tornado öfkeden deliye dönmüştü.


"Çünkü benimle tanışmamıştın!" diyen Burak, adamın koluna bir tekme atarak silahını düşürmesini sağladı.


"Ne?" diyen Tornado o kadar şaşırmıştı ki tepki bile verememişti.


Burak, bunu fırsat bilerek omuzlarından tuttuğu adamın karnına dizini geçirdi. Bu darbe karşısında nefesi kesilen Tornado iki büklüm olmuştu.


"Aa-aa hemen saygıyla eğilme lütfen. Daha yüzüne makyajını yapmadım. Allayıp pullayayım seni, teşekkürünü o zaman yaparsın!" diyen Burak yumruğunu adamın burnuna geçirdi.


"Seni o*ospu ço... AHH!" diyen Tornado karnına yediği tekmeyle birlikte savrularak arkasındaki duvara çarptı.


Tornado'nun yanına yaklaşan Burak, adamın saçlarını kavrayarak büyük bir öfkeyle ona baktı.


"Kendi dilinle boğulmak istiyorsun sanırım sen! Sözlerine dikkat et! Benim ettirmemi hiç istemezsin inan bana!"


Tornado, adamın buz gibi bakışlarından irkilse de sinmeye niyetli değildi. Burak'ın suratına tükürdükten sonra nefretle konuştu.


"Taraf mı değiştirdin? İtirafçı mı oldun? Karşılığında ne verdiler Giray? Senin gibilere ne de..."


"Sen bu zekilikle(!) nasıl yaşadın çok merak ediyorum? Fiziksel kondisyonun da sıfır. Tabii alışmışsındır tüm işlerini adamlarına yaptırmaya."


"Sen Giray değilsin!" diyen Tornado nasıl böylesine bir tufaya düştüğünü merak etti. Nasıl kanmıştı?


"Tünaydın." diye mırıldandı Burak gözlerini devirerek.


"Kimsin?"


"Bayılıyorum biliyor musun sizin bu sorunuza? Benim kim olduğumu öğrensen bir şey yapamayacağından değil de gerçekten de kim olduğumu söyleyeceğime ihtimal vermenizden." diyen Burak omuzlarını silkti.


"İlla bir şekilde seslenmek istiyorsan Makyöz de tatlım. Seninle işim bittiğinde makyajını çok beğeneceksin inan bana!"


🐺


"ALFAA!" diyerek yanına koşan Serkan kolundan tutarak arkadaşını durdurdu.


"Yeter oğlum. Kaç dakika oldu!" diyen Serkan ile yarılmaya yüz tutmuş elindeki kanları Tornado itinin üzerine silen Burak ayağa kalktı.


"Bu arada... Van kedisi olmaya mı karar verdin sen?"


Serkan'ın gülerek sorduğu soruyu duyan Burak gözlerini devirdi. Bu hareketi, aldığı darbeden dolayı lensini çıkarttığı gözünde bir acıya neden olmuştu. Gözü kesinlikle şişecek/moraracaktı.


"Hahaha çok komik(!). Bu ite bir yumruk hakkı tanıdım onda da gitti göze çalıştı. Halbuki burun daha iyi seçenekti. Mal işte!"


"Ne yaptın oğlum adama?" diyen Serkan bayılmak üzere olan adama baktı. Adamın kan ve morartılar arasından zor görünen bakışları ultra bayık bakıyordı.


"Makyaj yaptım." dedi Alfa sırıtarak.


"Aslında şuraya biraz daha allık güzel giderdi." diyen Burak adama uzanacaktı ki Serkan engelledi.


"Yeter artık! Ayrıca rica etsem diğer lensi de çıkartır mısın? Seni böyle ciddiye alamıyorum.' diyen Serkan kahkaha atmıştı.


Söylenerek lensini çıkartan Burak, Serkan'ın kelepçe çıkardığını görerek elini uzattı.


"Benim hakkım!" 


"Kesinlikle! Kimse buna itiraz edemez." diyen Serkan kelepçeyi arkadaşına verdi.


Ve Burak Kılıç, karşısındaki adamın o gecenin canisi Bukalemun olduğunu bilmeden kelepçeleri taktı.


"Yakaladım seni! Çok kolay oldu be Tornado." diyerek alayla gülen Burak adamın çözümleyemediği bakışlarla ona bakmasına aldırmayarak ayağa kalktı be Serkan'a döndü.


"Hali yok biliyorum ama bayılt da götür. Uzun zamandır peşindeyiz. Bir aksilik çıkmasın."


"Tamamdır. Bu aradaaaa... Bak bende ne var?" diyen Serkan cebindeki anahtarı çıkardı.


"Arabam. Nerede?" diyen Burak içinde dolaşan yoğun heyecanı hissetti.


Sonunda Kelebeğine kavuşacaktı.


Yerdeki Tornado'ya bayıltıcı iğneyi yapan Serkan, başını kaldırarak Burak'a bir bakış attı.


"Operasyonu başlattığımız yerde. Ben getirdim, kimseye vermedim. Torpidoda eşyaların, arka koltukta da birkaç parça temiz kıyafet var. Lazım olacak gibi." diyerek sırıtan Serkan, adamın üzerindeki kıyafetin kan olmasını kastetmiyordu. Arkadaşının sevgilisine koşma isteği gayet açık bir şeydi ve eve gitmeden kıza gideceğini bilmek için müneccim olmaya gerek yoktu.


"Bu arada... Uzun zamandır konuşamıyoruz." dedi Serkan ona bakarak.


Burak, Serkan'ın imalı ve iğneleyici cümlesini bir an bile duraksamadan yanıtladı.


"Gizemli bir şekilde çoğalan operasyonlarından dolayı görüşemiyoruz. Çok haklısın!"


"Ne biliyorsun?" diye soran Serkan gözlerini kısmıştı.


"Az biraz dedikodu." diyerek gülen Burak, arkadaşına asker selamı verdikten sonra geri geri yürümeye başlayarak konuştu.


"Şu an acelem var ama mutlaka bir ara konuşalım!"


Serkan'ın "Tamamdır!" demesiyle birlikte önüne dönen Burak arabasına doğru yürümeye başladı. Gerçi dışarıdan bakıldığında yürümekten çok koşuyor gibiydi...


🐺


Arabasının yanına gelen Burak, üstündeki gömleğini hızla çıkartarak arka kapıyı açtı. Tişörtü boş poşete atan adam, kapının yanındaki su şişesini alarak önce ellerini sonra da yüzünü yıkadı. Peçeteyle ellerini kurutan adam, tahriş olan ellerini gören sevgilisinin söyleyeceklerini şimdiden tahmin edebiliyordu.


Serkan'ın özellikle arabayı böyle kuytu bir yere çektiğinin bilinciyle gülümsedi. Kendisini tanıyan dostları olduğu için çok şanslıydı.


Poşetten temiz kıyafetlerini alan adam dakika bile denemeyecek kadar kısa sürede üstünü değiştirdi ve hızlı hareketlerle şoför koltuğuna oturarak torpido gözünü açtı.


Silahı ve telefonuyla kısa bir an bakıştıktan sonra önceliğini telefonuna veren adam telefonunu alarak kilidi açtı. Aramak amacıyla rehbere girmişti ki duraksadı. Ararsa asla kapatamazdı. Bu yüzden de bariz bir isteksizlikle WhatsApp'a girerek mesaj attı.


'Bu kadar yürekten çağırma beni

Bir gece ansızın gelebilirim.'


Mesaj anında görülmüştü.


Kelebeğim 🦋; Seni bekliyorum, uyumadım

Sevinçten kapımda ölme, benimle yaşa


Hilal'in, hiç duraksamadan kendince uyarladığı şiiri gören Burak özlem dolu bir nefes aldı. Genç adam sevdiğini çok çok özlemişti.


Kelebeğim 🦋; Sığınaktayım.


Gördüğü mesajla birlikte şaşkınca ekrana bakan adamın dudaklarında bir gülümseme belirdi. Böyle bir cevap beklemiyordu. 'Nasıl'ını sonraya bırakarak papatya kokulusuna koşma isteğiyle arabayı çalıştıran Burak tek bir cümle yazmış ve tek bir cümleyle karşılık almıştı.


'Geliyorum...'


Kelebeğim 🦋; Bekliyorum...


Dışarıdan bakan birisi o üç noktaların gereksizliğini düşünürken, ikili için o noktalarda onlarca anlam vardı.


Birbirlerine olan özlemleri, sevgileri, yaklaşan vuslata heyecanları gizliydi sonsuzluğa uzanan o üç noktada.


Ve Burak Kılıç, arabayı Kelebeğine doğru sürmeye başladı.


Aylar önceki bir operasyonun dönüşünde yaptığını yapmış, ela gözlüsüne bir an önce kavuşma dileğiyle hız sınırlarını son noktasına kadar zorlamıştı.


🐺


Sığınağa oldukça kısa sürede varan Burak, arabadan inmeden önce torpido gözünü açarak silahını çıkarttı ve parmaklarını silahının üzerinde gezdirerek derin bir nefes aldı.


Silahından ayrı kalmak kendisini güçten düşürüyordu. 4 yıl önceki o operasyonda silahının başına bir şey gelmesin diye Caner'in silahıyla kendi silahını değiştirmiş, Ülkeye döndüğünde de ilk iş silahını eline almak olmuştu.


"Sensiz fazla savunmasız hissediyorum Mancs*." diye fısıldayan adam silahının kabzasını sıkıca kavradıktan sonra gözlerini kapattı.


[*Mancs; Macarca'da 'Pençe' anlamına gelir.]


"Operasyon dönüşlerinde kaç kez şimdi yaptığımı yaparak anneme koştun babam?"


Başını arkasına yaslayan Burak, bir süre öylece durduktan sonra gözlerini açarak elindeki silaha baktı ve gülümsedi.


"Dile gelip de gördüğün muhteşem operasyonları anlatmanı isterdim Mancs. Gerçi bence dile gelsen ilk söyleyeceğin şey 'Boynuz kulağı geçti.' olurdu." diyen Burak'ın sesindeki hafif ukalalık kendini belli ediyordu.


Bu ukala cümle; Burak Kılıç'ın, Yiğit Kılıç'a olan benzerliğinin bir kez daha ispatıydı. Bu yüzden de eğer silah dile gelebilseydi ilk söyleyeceği şey kesinlikle 'Babana ne kadar da çok benziyorsun Küçük.' olurdu.


Sevgiyle gülümseyen adam, arabadan inerek silahını beline sıkıştırdı ve yeşil gözlerini gökyüzüne çevirdi.


"Her zaman yaptığınızı yaparak beni korumaya devam edin Yağmur Adam ve Çilek Kız. Ve bu saatten sonra da endişelenmeyin. Artık ölmek istemiyorum. Yaşamak istiyorum! Kelebeğimle sonsuza kadar, sonuna kadar yaşamak..."


Sığınağın kapısına doğru giden Alfa, belindeki silahının varlığını tüm ruhuyla hissederken yıllar önce silahı sahiplendiği o güne dönmüştü.


'Hayırdır evlat? Bu acil görüşme isteğini neye borçluyuz?"


Yalnızca bir hafta sonra akademiden mezun olacak olan yeşil gözlü asker adayı, ciddi gözlerle karşısındaki dayısına baktı. Yaklaşık 2 ay önce aklına bir düşünce üşüşmüştü ve Burak o günden beri ne uyuyabiliyor, ne yemek yiyor, ne de nefes alabiliyordu.


"Babamın silahı nerede dayı?" diye sordu genç adam konuya bodoslama dalarak.


Hiç beklemediği bu soru karşısında afallayan Sinan, yeğenine baktı.


"Ne oldu? Neden?" 


"Babamın silahı nerede dayı?" diye tekrarladı Burak.


Kaşlarını çatan Sinan, yeğenini incelerken cevap verdi.


"Evimde... Kasamda."


"Teslim etmedin yani?" diye soran Burak rahatlamış bir şekilde nefesini verdi. Bu rahatlama, yapmak üzere olduğu şeyi ne denli istediğinin kanıtıydı.


"Teslim edemedim, etmek istemedim. Bu yüzden de izin aldım da... Ne olduğunu söyleyecek misin Burak?"


"İstiyorum." dedi Burak sadece.


"Neyi istiyorsun?" 


"Ben... Ben babamın silahını istiyorum dayı. Onu sahiplenmek istiyorum. Asker olduğumda, üzerime o silahın kayıtlanmasını istiyorum. Bunu yapabilir misin?"


Duraksayan Sinan, yeğenine baktı. Adamın yeşil gözlerdeki ifade başka bir seçeneğe mahal bırakmıyordu. Burak, soru sormuyor ya da rica etmiyordu. O silahı istiyordu ve ne pahasına olursa olsun onu alacaktı.


"Bir şekilde ayarlarım ama... Bunu gerçekten de istediğine emin misin evlat?"


Damarlarında dolaşan korkuyla karışık heyecanı hisseden Burak kararlılıkla başını salladı.


"Bir şeyi en son ne zaman böylesine istediğimi hatırlamıyorum. İstiyorum! Alfa'nın silahını istiyorum. Babamın silahını istiyorum."


Yeğeninin dolu dolu 'Babam' demesi karşısında gözlerinin dolduğunu hisseden Sinan boğazındaki yumruyu geçirmek istercesine yutkundu. Burak o günden sonra ilk ve son kez 18. yaş gününe girdiğinde ailesinden bahsetmiş, sonrasında da onları anmaktan sürekli kaçmıştı. Aslında yeğeninin attığı bu adım çok büyük bir şeydi fakat Sinan tekrardan sorma ihtiyacıyla konuştu.


"Emin misin?" 


Adam iki kelime, dokuz harften oluşan bu cümleyle aslında 'O silahın en son o gün kullanıldığını hatırlarken onunla çatışmalara girebileceğinden emin misin?' diye soruyordu.


'Ani aldığım bir karar değil. 2 aydır tek düşündüğüm şey bu. Hatta... Büyük ihtimalle yıllarca bunun isteğiyle yaşadım ve olayın resmiyete döküleceği zaman da bu isteğimi gün yüzüne çıkarttım. İstiyorum dayı. O itlerin karşısında, babamı defalarca kez kurtaran silah ile çıkmak istiyorum!.. Elimde o silah olacak."


Sinan, yumruklarını sıktı. Söylenmeyeni duymuştu. 'Öldüğümde elimde o silah olacak.' diyordu yeğeni. Derin bir nefes alan adam, yaklaşık 3,5 aydır görmediği yeğeninin gözlerindeki buz gibi ifadeye bakarken, çok yanlış bir şey yaptığını idrak etti.


Burak'ın asker olmasını asla kabul etmemeliydi.


İçinden bir ses, yeğeninin gördüğü her ateşe fütursuzca atlayarak kendisini öldürteceğini söylüyordu. 'Umarım yanılırım.' diye düşünen Sinan başını aşağı yukarı sallayarak yeşil gözlere baktı.


"Tamam! Gerekli yerlerle konuşarak babanın silahını almanı sağlayacağım.'


Dayısı sözünü tutmuş ve silahı Burak'a getirmişti. Silahı hafif dolan gözleriyle inceleyen yeğenine bakarken 'Mancs.' diye mırıldandı. İlk başta anlam veremeyen Burak, dayısının 'Silahın ismi... Mancs!' demesiyle istemsizce gülümsedi. Babasının, silahına isim verdiğini duymak hoşuna gitmişti adamın.


'Neden Mancs? Silah Alfa'nın pençesi görevini gördüğü için mi?' diye sordu.


Burak'ın sesindeki meraklı tını geçmişe götürdü Sinan'ı. Aslında ailesinden konuşmanın, o günle az da olsa barışmanın yeğenine çok iyi geleceğini biliyordu fakat bunu nasıl yapacağını bilmiyordu.


Kendisi de yaşanan olayı sindirememişti çünkü.


"Baba asker olmaya ilk karar verdiğinde, Nejdet Sançar'ın bir sözünü okuduğunu ve çok hoşuna gittiğini söylemişti. 'Sembol ile... '


Dayısının sözünü kesen Burak, hiç teklemeden sözü söyledi.


'Sembol ile milletin birbirine en uygun düşeni, şüphesiz kurt ile Türk'tür. Çünkü kurt, hayvanlar dünyasının pençesi en sert olanı; Türk ise, insanlık âleminin yiğitlikte en önde bulunanıdır.'


Yiğit'in bizzat kendisi olan Türk Askeri bu cümleden esinlenerek Alfa olmaya karar vermiş ve bir kurt olarak da silahına pençe ismini vermişti.


'Sözü biliyorsun.' diyen Sinan şaşkınlıkla yeğenine bakmıştı.


'Bilmek mi? Favori sözlerimin başını çekiyor.'


'Peki ya babanın...' diyerek cümleye başlayan Sinan, çocuğun gözlerindeki ifadeyi görerek sustu.


Babasının sevdiğini bilmeden sevmişti.


Elindeki silaha bakan Burak, titrek bir nefes aldı. Genç adam, babasıyla olan bu benzerliği karşısında nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Bir yanı bu benzerliği deliler gibi sevse de, diğer yanı...

O Burak'ı korkutuyordu. Orası çok ama çok öfkeliydi. Bu düşüncelerini bir kenara bırakan Burak kısık bir sesle mırıldandı.


'Selam Mancs! Bundan sonra benimlesin.'


Genç askerin, bu ânı silahıyla olan konuşmalarının başlangıcı oldu. Burak o günden sonra yalnız hissettiği her anında silahıyla konuştu.


Dışarıdan bakıldığında silahıyla ama aslında babasıyla...


🦋


Çorbanın altını kapatan Hilal, bir kez daha saatini kontrol etti.


"Nasıl yaa? Sadece 1 dakika mı geçti?" diye isyanla soluyan genç kız ne yaparsa vaktin daha hızlı geçeceğini düşünmeye başlamıştı.


'Kesin o geldiğinde zaman su gibi akıp geçer.' diyen iç sesine gözlerini devirerek "Hiç sorma." diyerek cevap verdi.


"Yokluğumda yine delirmişsin."


Hilal, duyduğu sesle birlikte başını hızla kaldırdı. Yeşil gözlere kilitlenen genç kız, adım atmayı geçtim nefes almayı dahi unutmuştu.


Kız, hissettiği özlemin yoğunluğuyla gözlerinin dolduğunu hissederken; adam, kocaman gülümseyerek kollarını iki yana açtı.


Bunu gören Hilal, bir salise bile duraksamadan sevdiğine koştu. Aradaki mesafeyi oldukça kısa sürede aşan genç kız, Burak'ın kollarına atlayarak ellerini adamın ensesinde birleştirdi. Kendisine sarılan sıcacık bedene biraz daha sokulurken, adamın kokusunu alma isteğiyle derin bir nefes almıştı.


Kendisine koşan sevdiğine sımsıkı sarılan Burak, özlemiyle yanıp tutuştuğu papatya kokusunun burnuna dolmasıyla birlikte huzurlu bir nefes aldı. Hilal'inin saçlarını okşayan adam, doya doya papatya kokusunu içine çekerken gülümsedi.


Özlenilen papatya kokusunu almak: Tamamlandı!

Özlenilen kahkahayı duymak: Yükleniyor...


Burak, kızın belinden tuttuğu gibi döndürmeye başladı. Bu hareketi beklemeyen Hilal, önce şaşkınlık dolu bir ses çıkarsa da duruma çabuk adapte olarak kahkaha atmaya başlamıştı. Sevgilisin neşeli kahkahasıyla gülen adam hızını arttırdı.


"Yaa... Ahahahah. Ama Burak... Ahahahah. Düşeceğim ahahahahhhah."


"Cık! Düşürmem." diyen Burak kısa süre sonra durarak kızın ayaklarının yere basmasını sağladı. Hilal'in başı dönmüş olacak ki, genç kız dengesini sağlamak için adamın koluna tutundu. Bu durum Burak'ın güçlü bir kahkaha atmasına neden olmuştu. Attığı kahkahalardan dolayı hızlı nefesler alan Hilal, alnını adamın göğsüne yaslayarak sakinleşmeye çalıştı.


"Başım dönüyor."


"Başını döndürdüğümü biliyorum. İşte biz buna 'Alfa Etkisi' diyoruz." dedi adam ukala bir şekilde.


"Siz ne dersiniz bilemem ama ben 'Alfa Egosu' diyorum." dedi genç kız gülerek.


Artık rutin haline gelen bu atışmayla gülümseyen Burak, papatya kokusunu içine çekerek mırıldandı.


"Bensiz geçen günlerin nasıldı bakayım?"


"Sensizdi... Dua ettim, korktum. Dua ettim, özledim. Dua ettim, gururlandım."


"Gururlandın?" diye sordu Burak şaşkınlıkla.


"Hee. Dedim ki kızım bulmuşsun gül gibi asker adamı ne diye sızlanıp melankoliye bağlıyorsun. Kır dizini usulca sevgilini bekle."


Bu cümleyle gülen Burak, geri çekilmeye çalıştı fakat Hilal buna engel oldu.


"Elalarını özledim." diye fısıldadı adam.


"O elalar şu an biraz fazla kırmızı." diye karşılık verdi kız.


Derin bir nefes alan Burak, çenesini Hilal'in omzuna koyduktan sonra onu kendisine doğru çekerek sarılışını sıkılaştırdı.


"Şu an benim yeşillerim de kırmızı. Özlemden süregelen, vuslatın mutluluğuyla dolu bir kızarıklık... Hissedilen korku da cabası. Yine de aşık olduğum gözlerini görmek istiyorum. Sanırım ilk defa kızarık gözlerin ya da gözyaşların canımı öyle çok yakmayacak. Kollarımda sana sarılırken ağlaman, ben yokken ağladığın düşüncesinden çok daha iyi bir seçenek."


Emre'nin söyledikleri aklına gelen Hilal, gözlerini kapattı. Gözünden bir damla yaş firar ederken hafifçe geri çekildi. Burak geri çekilen kızla birlikte sarılışını gevşetti.


Gözleri kapalı olan Hilal, yavaşça gözlerini açarak ona büyük bir sevgiyle bakan adama baktı.


Ve günler sonra yeşiller ile elalar birbirine kavuştu.


İkilinin gözlerinde, yıllar önceki yeşiller ile bal gözlerdeki ifadenin aynısı vardı... Ne eksik ne fazla!


🦋


"İyi misin?" diye sordu adam kısık bir sesle.


Başını sallayan Hilal, yeşil gözlerde endişe olduğunu fark etmişti.


"Bana ağla diyorsun ama endişeyle bakıyorsun." diyen genç kızın sesi çatlak çıkmıştı.


"Yani çok seviyoruz olsun o kadar."


Burak'ın kurduğu cümle Hilal'in gülümsemesine neden olmuştu.


"İşte bu gülümsemeyi kesinlikle gözyaşlarından çok daha fazla seviyorum." dedi adam sevgiyle kıza bakarken.


"Sen varken bende hep bu gülümseme hâli." diye mırıldandı genç kız.


"Dedi az önce kollarımda ağlayıp, gözyaşlarıyla tişörtümü ıslatan kız."


Adamın alayvari cümlesini duyan kız, elalarını kısarak dik dik ona baktı.


"Sen benden ne istiyorsun yaa?"


"Asena'yı istiyordum... Aldım." diyen Burak gülen gözlerle kızın çakmak çakmak olan gözlerini izliyordu.


Gülmemek için dudaklarını birbirine bastıran genç kız, adama gözlerini devirdi.


"Bu göz devirme 'Böylesine çabuk oltaya getirmenden nefret ediyorum. Uğraşamayacağım seninle.' göz devirmesi miydi?"


Burak'ın cümlesiyle gülümsemesini daha fazla tutamayan Hilal güldü.


"Sevgilisini nasıl da tanırmış."


"Tanırım tabii." diye fısıldayan adam, kızın alnına bir öpücük kondurdu. Bu temas karşısında gözlerini kapatan Hilal mutlulukla gülümsedi. Bir süre böyle durduktan sonra Hilal mırıldandı.


"Yoruldun ayakta. Hadi geçelim."


Bu cümleyle kızı sımsıkı saran adam gözlerini kapattı.


"Ama seni bırakmak istemiyorum." derken sesi küçük bir çocuk gibi çıkmıştı.


"Ama beni bırakmazsan elalarımı göremezsin. Nefessiz anlattıklarımı da dinleyemezsin."


Bu cümle üzerine "İkna gücünün fazla güçlü olduğunu biliyor muydun?" diyerek gülen Burak geri çekilerek kıza baktı.


Adama bakan Hilal, ukala bir şekilde başını aşağı yukarı salladı. Bu sırada dudaklarında kendini beğenmiş bir sırıtma vardı.


"Sonra egoist olan ben..." diye söylenen adam, kızın burnunu sıktı.


Hilal, gülerek burnunu kurtarmaya çalışırken Burak, ocaktaki tencereleri fark ederek duraksadı. Genç adam ancak o zaman sığınaktaki kokuyu dikkat kesildi.


"Mercimek çorbası mı yaptın?"


Fısıldayan adamın sesi çatlak çıkmıştı. Kalbinde anlam veremediği hisler dolaşırken sevdiğine baktı.


"Evet. Restorandakinden daha güzel olduğuna eminim." diyen kızın cümlesinin ukalalıkla bir alakası yoktu. Çorbanın tadının bir önemi yoktu o an. Önemli olan o çorbanın değeri ve kızın da bu değerin bilinciyle kendi elleriyle çorbayı pişirmesiydi.


Yarı buruk bir şekilde gülümseyen adam "Bence de." diye mırıldandı kısık bir sesle.


Sevdiğinin ela gözlerinin yeşillerindeki en ufak bir duyguyu bile incelediğinin bilincinde olan Burak, kızın yüzüne gelen saç tutamını alarak kulağının arkasına sıkıştırarak içten bir şekilde gülümsedi.


"Seni seviyorum."


Saf, yalın, dürüst, gerçek ve ruhla söylenmiş iki kelime...


Adamın yeşil gözlerine bakan Hilal, bu iki kelimeyi taa iliklerinde hissetmişti.


"Ben de seni seviyorum Alfa'm." diyerek karşılık verdi genç kız. Aynı ses tonuyla, aynı hislerle.


"Hadi elini yüzünü yıka da gel. Çorba pişti ama yemek daha pişmedi."


Kızın gözlerine sevgiyle bakan adam gülümsedi. Kendisini, yorgun argın işten geldikten sonra karısı tarafından karşılanan bir eş gibi hissetmişti. Bu hissi haddinden fazla seven adam, kızı belinden çekerek tekrardan sarıldı. Onun bu hareketi karşısında gülen Hilal memnuniyetle adama sokuldu.


"Beni bırakmaya niyetin yok galiba."


"Cık! Asla." diyen adam başını kızın boynuna gömerek aşık olduğu papatya kokusunu doya doya içine çekti.


"Hayatımın en zor ve yorucu göreviydi. Saliseler geçmedi resmen. Ama şu an var ya, sana kavuştuğum şu an, benim için yemek yaptığın ve beni karşıladığın şu an... Ne zorluk kaldı ne de yorgunluk. Bu âna alışabilirim. Hatta bu ânı yaşamak için senden kısa süreli uzakta durmaya bile alışabilirim. Yeter ki sonunda kollarıma koşmuş ol."


"Döndüreceksen neden olmasın?" dedi Hilal muzip bir sesle.


Onun bu cümlesi karşısında Burak güldü.


"Sadece döndürmem için koşacağını bilmek beni çok kırsa da... Kabul!"


Hilal neşeyle güldü. Bu deli adamla konuşmayı çok özlemişti. Kısa bir süre sonra isteksizce geri çekilen adam, kıza baktı.


"Bu gidişle yanmış yemek yiyeceğiz. Hadi git de ocağa bak."


"Yemeğin pişmesine daha var."


"Eee o zaman neden beni başından savmaya kalktın? Ayrıca... Yemekte taze fasulye mi var?"


Aldığı kokuyla duraksayan adam, şaşkınlıkla kıza baktı.


"Madem bir şey yaptım... Tam yapayım dedim. Favori menün." diye mırıldandı Hilal. Sevda teyzeyle bu konuyu konuşan genç kız korkusuzca bu menüyü hazırlamıştı.


Burak'ın yeşillerindeki yoğunluk artarken fısıldayarak sordu.


"Cacık da var mı?" 


"Niyetim o ama sevgilim beni bırakmıyor Yüzbaşım."


"İçecek olarak?" diye soran Burak alacağı cevabı aslında biliyordu.


"Üzüm suyu. Bak onu anneannemdem çordu..."


Adamın bir anda kendisine sarılması karşısında genç kız cümlesini tamamlayamadı.


Burak, yanağından bir damla yaş süzülürken titrek bir nefes aldı.


"Bu menüyü neden sevdiğimi biliyor musun? Ve neden yıllarca hepsini bir arada asla yaptırmadığımı..."


"Bilmeden bir şey yaptığımı ne zaman gördün Alfa'm?" diye fısıldadı Hilal.


Adamın gözünden bir damla yaş daha firar ederek kızın ensesine damlamıştı. Bunu hisseden Hilal kesik bir nefes alırken Burak kısık bir sesle konuştu.


"Kimsenin bilmediği bir şey var ama. Ben babam seviyor diye bu menüye aşıktım. Son yıllardaysa evde aynı anda pişen mercimek çorbası ve taze fasulye babamın geleceğinin habercisiydi. Okuldan eve geldiğimde ocakta bunlar olursa sevinçle anneme koşardım. Akşamında da babama..."


Adama sarılışını sıkılaştıran Hilal gözlerini kapatırken 'Bu detayı bilseydim yine de yapar mıydım?' diye düşündü bir an.


Düşünmek gereksizdi. Kesinlikle yapardı.


"Seninle onları yaşatmak o kadar güzel ki..." diye fısıldadı Burak hafif bir tebessümle.


"Bence de." diye karşılık verdi Hilal.


Kızdan uzaklaşan Burak elalara baktı bir süre. Yeşil gözleri kıpkırmızı olmuştu.


"İyi ki varsın Kelebeğim. Ömrümün sonuna kadar hayatımın başrolü bu iki cümle olacak sanırım. 'Seni seviyorum.' ve 'İyi ki varsın."


"Benim de duymaktan asla bıkmayacağım iki cümle onlar olacak Sevdiğim."


Ela gözlere gülümseyerek bakan adam, elini yüzünü yıkamak için lavaboya doğru gidiyordu ki duraksayarak kıza baktı.


"Namaz kıldın mı?"


"Ezan okunur okunmaz. Akşam üzeri seccadenin başından kalmadım ki." diye yanıt verdi Hilal hiç duraksamadan.


"Yaa. Bende diyorum ki bu operasyon nasıl böylesine kolay geçti? Meğer Kelebeğimin duaları sayesindeymiş."


Parlayan gözleriyle Hilal'e bakan Burak, ondan uzaklaşmanın ne kadar zor olduğunu biraz kez daha fark etmişti. Bir saniye bile kızdan uzaklaşmak istemiyordu. Deşen bir nefes alarak konuştu.


"Oturursam bir daha yanından ayrılamam. Sen cacığı yapıp sofrayı kurarken ben de namazımı kılayım olur mu?"


"Tabii ki olur Sevdiğim." diyerek gülümseyen genç kız, abdest almak için giden sevgilisinin arkasından bakarken mutlulukla gülümsedi.


Hayatına girecek kişinin nasıl birisi olacağını sık sık hayal ederdi. Mutlak olarak ortak bir dile sahip olmak önemliydi ama Hilal en çok dini konularda ortak bir dili konuşup konuşamayacaklarını merak ederdi.


Burak, hayallerinin de ötesinde girmişti hayatına. Namaz kılması, Kuran'ı Kerim okuması ya da alkol kullanmamasının yanı sıra... Aklına poligonda yaşananlar gelirken genç kız kesik bir nefes aldı.


Burak onu neredeyse öpecekti ve Hilal buna karşı çıkamamıştı bile. Burak'tan önce böyle bir durumda ne yapacağını sorsalar 'Öyle bir durumda kesinlikle karşımdakini iterim. Ne kadar seversem seveyim evlenmeden uygun değil, bunu istemiyorum.' derdi.


Fakat işler hiç de öyle gerçekleşmemişti.


O ânı düşündüğü şu anda bile genç kızın elleri terlemeye başlamış, kalp atışları hızlanarak nefes alış-verişleri sıklaşmıştı.


O gün, Burak'ın gözlerini kapatarak alnını alnına yaslamasıyla birlikte Hilal de gözlerini kapatmıştı. Adamın hızla inip kalkan göğsünü hissederken tüm bedeninin titrediğini hissetmişti. İrademi yerle bir ediyorsun diyen adam kızın aklını başından almıştı. Hilal, o an Burak onu öpse hiç düşünmeden karşılık verirdi. Çünkü o an düşünme yetisini kaybetmişti. Adamın geriye doğru bir adım atması girdiği transtan çıkartmış, saklanan mantığı 'Merhaba!' diyerek ortaya çıkmıştı.


İşte o an Hilal yapmak üzere olduğu şeyi idrak edebilmişti. En çok dikkat ettiği konuların başında gelen bu durumu, elinin tersiyle bir kenara ittiğini fark etmek kızı afallatırken, tek düşünebildiği karşısındaki adamın sevgisinin büyüklüğü olmuştu.


Kendisi bile teslim olmuşken adam, teslim olmamıştı.


Gülümseyen genç kız, huzurlu bir nefes alarak mırıldandı.


"Teşekkürler Dilek anne ve Yiğit baba. Oğlunuzu böylesine mükemmel bir adam olarak yetiştirdiğiniz için çok teşekkür ederim."


🦋 


"Yaa Hilal yapmaaa. Uykum geliyor diyorum."


Genç çift, özlemin getirisiyle birlikte uzun uzun konuşarak yemeklerini yemişler, ardından sofrayı toplayıp bulaşıkları yıkayarak koltuğa geçmişlerdi.


İlk başlarda her şey normal ilerlerken Hilal, Burak'a dizlerini göstererek 'Gel yat da öyle okuyayım yazdıklarımı.' demişti.


Burak ilk başlarda 'Böyle iyi.' dese de kızın elindeki defteri kendisine çekerek 'O zaman okumam.' diye tehdit etmesiyle elmecbur kabul etmişti.


İşte şimdi de çok büyük bir sorunları vardı.


"Ya kızım durur musun artık?" diyen adam, Hilal'in elini tutarak saçından uzaklaştırdı.


"Yaa ne güzel saçına oynuyorum oğlum. Mutlu olup teşekkür edeceğine..."


Esneyen Burak, baygın gözleriyle kıza baktı.


"Uykum geliyor."


"Bence çoktan gelmiş bile." diyerek güldü Hilal, bir kez daha esneyen Burak'a bakarken.


"İşte! Yapma o yüzden."


"Neden? Uyu işte." diyen genç kız kolunu tutan adamdan elini kurtardıktan sonra yine Burak'ın saçlarına yöneldi.


"Uyumak istemiyorum." diyen adam bunu derken esnemeseydi daha inandırıcı olabilirdi elbette.


"Bana hiç öyle gözükmedi." dedi Hilal ona şun bu haline küçük bir kahkaha atarak.


"Seni çok özledim. Elalarını, sesini, konuşmanı... İzin verirsen seninle vakit geçirmek istiyorum." diyen adam, kızın elini bir kez daha tutarak saçlarını okşamasını engellemişti.


"Ben buradayım bir yere kaçmıyorum. Hadi biraz uyu."


"Diyelim ki kabul ettim... Sen ne yapacaksın bu sırada?"


Yanındaki sehpanın üzerinden telefonunu ve kulaklığını alarak havaya kaldıran genç kız sırıttı.


"Çok sevdiğim bir psikolog yeni bir podcast paylaşmış. Onu dinlerim."


"Planladın di'mi bunu? Resmen kulaklığını yanına almışsın." diyen adamın öylesine çok uykusu gelmişti ki kelimeleri istemsizce ağzında yuvarlanıyordu.


"Böyle bir planım yoktu aslında taa ki sen yorgun argın bir şekilde depo kapısından girene kadar. Benimle vakit geçirmek için ötelemeye çalışıyorsun ama çok yorgunsun Sevdiğim. Az biraz dinlen, ondan sonra birlikte vakit geçirelim. Bu sayede ben de gözlerindeki yorgunluğu görerek üzülmem. Nasıl fikir?"


"Sen bana sormadan fikrini uygulamaya geçirmişsin bile. Önce leziz yemeklerinle karnımı doyurdun, sonrasında masalsı sesinle anlattıklarınla mayışmamı sağladın şimdi de saçlarımla oynayarak uyutuyorsun." diye mırıldanan adam gözlerini kapattı.


"İnkar edebileceğin noktayı çoktan geçtin sanırım." dedi ona gülen gözleriyle bakan Hilal. Burak'ın şu an küçük bir çocuktan hiçbir farkı yoktu.


"Hmm hmm." diye mırıldanan adamın saçlarını okşamaya devam eden Hilal, sehpanın üzerine koymuş olduğu siyah pikeyi alarak sevgilisinin üstüne örttükten sonra adamın yüzünü incelemeye başladı.


Eskiden sürekli kaşlarını çattığı için kaş aralarında olan çizgiler, artık hep güldüğü için göz kenarlarına transfer etmişti.


Dudaklarındaki tebessümle huzurla bir uykuya dalan Burak'a elalarındaki sevgiyle baktı Hilal.


Uyumaktan korkan adam, sevdiğinin güvenli kollarına/dizine sığınarak en derin uykulara dalıyordu.


"Belki de benimle uyuduğun bir gün, rüya bile görürürsün Sevdiğim." diye fısıldayan genç kız adamı izlemeye devam etti.


Burak'a Podcast dinleyeceğini söylemişti ama sevdiğinin saçlarını okşarken bunu yapmak istemediğini fark etti. O önündeki şaheseri doya doya izlemek ve onu düşünmek istiyordu.


Sağ elinin parmaklarını Burak'ın saçlarının arasında gezdirmeye devam eden Hilal, sol elinin parmaklarını adamın yüzüne götürdü. Parmaklarını önce adamın yüz hatlarında dolaştıran genç kız sonrasında morarmaya yüz tutmuş gözüne götürdü.


Oldukça yumuşak bir şekilde yarayı severken adamın dudaklarındaki gülümsemenin büyüdüğünü hissetti. Uyku ve uyanıklık arasında kızın kendisini sevdiğini hissetmişti Burak.


Adamın parmaklarına doğru bakan Hilal iç geçirdi. Çok kızmıştı bu yaptığına. Yine de kıyamamıştı. Çorba içmek üzere kaşığını eline aldığında görmüştü hafif şişen parmaklarını. 'Ne yaptın yine Burak?' diye çıkışırken adamın suçlu bakan yeşillerine dayanamayarak 'Madem adamı döveceksin eldiven falan giy de sana zarar gelmesin.' diye devam etmişti.


Bu cümlesini duyan Burak'ın dudaklarında beliren enfes gülümsemeyi hatırlayarak güldü Hilal.


Burak'a söz verdiği gibi defterini okumuştu Hilal... Ama son günleri değil!

Emre'yle yaptığı konuşmayı ya da Gökçe ablanın olayını söylemeden uyuyakalmıştı Burak. Doğruya doğru bu durum genç kızın işine gelmişti. Emre'nin olayını Emre anlatmalıydı zaten ama... Gökçe ablanın bile isteye komaya sokulduğunu öğrenmesi Burak2 o Tornado şerefsizini bir posta daha dövmesine neden olurdu. Ve Hilal, Burak'ın öyle gereksiz insanlar için kendisinden bir parça kaybetmesini istemiyordu.


Genç kız, düşünceli gözlerle sevgilisine baktı. Burak, Tornado'ya karşı çok öfkeliydi. Adamın adı geçtiğinde bile yeşil gözleri çakmak çakmak oluyordu. Yemek esnasında birkaç kez konu adamdan/operasyondan açılmış, bunun üzerine Burak konuyu değiştirmişti. O kısacık sürede bile Burak'ın gerilen bedenini ve öfkelenen bakışlarını hissetmişti Hilal.


"Onun yerine yakaladın değil mi?" diye fısıldadı Hilal.


Burak,i Tornado'yu, ailesinin katili Bukalemun niyetiyle yakalamıştı.


Burak aslında şu zamana kadar bütün suçluları Bukalemun'u yakalıyormuşçasına yakalamıştı. Adamın kendisi bile bu durumun farkında değildi ama Hilal bunu fark etmişti. Hatta bunu yapan tek Burak değildi.


Emre de, Sinan Binbaşı da yakaladıkları her suçluyla aslında Bukalemun'u yakalamışlar bir Burak daha ailesinden olmasın diye canlarını ortaya koyarak kötüleri hapse mahkum etmişlerdi.


Parmaklarının tersini adamın yanağının üzerinde dolaştıran Hilal, derin bir nefes aldı.


Fakat Tornado daha hususi olmuştu Burak için. Haluk abinin sorgusu sırasında Burak davayı kendisiyle içselleştirmişti. O gün kurtardığı Kayra aslında Güneş, Kaan ise kendisiydi. Abisine kardeşini vermişti Burak. Yaralı bir babaya çocuklarını verirken düşündüğü kişi kendi babasıydı.


'Ailemi kurtarma ihtimalim olsa ve birisi bana bunu yapacağını söylese bu teklife balıklama atlardım.' demişti Burak o sorguda. O umut için her şeyi yapacağını söylemişti. Kendisi için çok geçti ama başkaları için geç olmasın istiyordu sevdiği. Tornado'nun peşinden inatla gitmesinin en büyük sebebi de buydu.


Sonrasında Özgür abisi ortaya çıkmış ve işler iyice dallanıp budaklanmıştı. İnsanları aileleriyle tehdit eden o şerefsiz, Bukalemun'u daha fazla anımsatmıştı Burak'a. Bu yüzden de o şerefsize kendi elleriyle kelepçe takmak için her şeyi yapmıştı.


'İyi ki de yakalayabildi.' diye düşündü Hilal. İkinci bir Bukalemun vakasını daha kaldıramazdı Sevdiği.


"Keşke onu da yakalayabilsen Alfa'm." diye fısıldayan kız adamın yüzündeki parmaklarını çekerek inip kalkan göğsünün üzerine koydu. Elinin altındaki kalp atışlarının hızı karşısında istemsizce gülümseyen Hilal mırıldandı.


"Uyurken insanın kalp atışları yavaşlar diyen uzmanlar... Sevdiğiyle uyuyan insanları da bu teorinize katmış mıydınız acaba?"


Adamın kalp atış hızının kendi kalbiyle aynı tempoda attığını hisseden Hilal keyifle gözlerini kapattı.


🐺


Elinin boşluğa düşmesiyle uyanan Burak hızla gözlerini açtı. Uyku sersemliğiyle nerede olduğunu anlayamayan adam, önce kalbinin üzerindeki eli hissetti sonra da Kelebeğinim nefes alış-verişlerini duyarak gülümsedi.


Başını dizinde yattığı kıza doğru çeviren adam, karşılaşacağı manzarayı az buçuk tahmin ediyordu.


Hilal, boştaki koltuğun sırtına koymuş başını da kolunun üzerine yaslayarak uyuyakalmıştı.


Esefle "Ahh be Kelebeğim." diye mırıldanan adam, kızı uyandırmamaya çalışarak sessizce kalktı. Yavaş hareketlerle Hilal'i kucağına alan Burak, onun koltuğa düzgün bir şekilde yatmasını sağladıktan sonra yanına uzandı.


Hilal bu değişikliğe anında uyum göstererek adama doğru sokulmuştu bile. Burak bu durum karşısında gülümseyerek kızın yüzünü incelemeye başladı. Saatler önce kızın kendisini izlediği gibi... Oldukça uykulu olsa da kendini izleyen Hilal'i hissetmiş, kızın parmakları yüzünde dolaşırken de uyuyakalmıştı genç asker.


Elini kaldıran adam, Hilal'in yaptığını yaparak parmaklarını kızın yüz hatlarında gezdirmeye başladı.


Kısa süre sonra "Uykum var." diyen uykulu sesi duyduğunda kısık bir sesle güldü.


"Benim de uykum vardı. Ama ben gözlerinle yüzümü inceleyip, oynarken bir şey söylemedim."


"Ama sen masalıma engel oluyorsun." diye mırıldandı Hilal gözlerini açmadan.


"Masal mı?" diye sordu Burak şaşkınlıkla


"Evet masal. Kalbinin anlattığı..." diyerek fısıldayan Hilal, başını adamın göğsüne doğru yasladı. Sevdiğinin kalp atışlarını dinleyen genç kız, dakika bile olmadan tekrardan uykuya dalmıştı.


Gülümsedikten sonra kollarında tuttuğu kızı biraz daha kendisine çekerek gözlerini kapatan adamın da papatya kokusu eşliğine uykuya dalması çok sürmemişti.


🦋


Yüksek sesli alarmı duyan Hilal, gözlerini açmadan elini arkasındaki sehpaya doğru attı ve alarmı susturdu. Sığındığı adamın kollarında uykusuna kaldığı yerden devam etmek üzere gözlerini kapatmıştı ki, aklına gelen düşünceyle birlikte hızla gözlerini açtı.


"Buraaak." diye sevgilisini dürterken adam ona sarılarak "Hmm." diye mırıldandı.


"Buraaaak kalk hadi alarm çaldı."


Adamdan ses gelmediğinde Hilal esneyerek ona baktı.


"Namaz vakti Alfa'm. Hadi kalk."


"Benim alarmım daha çalmadı. Benimkine uyalım." diyen Burak kıza biraz daha sokuldu.


"Tamam da vakit geçe..."


Kızın cümlesi bitmeden depoda tekrardan alarm sesi yankılanmaya başlamıştı. Bu seferki Burak'ın telefonundan geliyordu.


"Az önceki gibi bunu da susturur musun Kelebeğim?"


Hilal, kelimeleri ağzında yuvarlayan adamla birlikte derin bir nefes alsa da uzanarak alarmı kapattı.


"Teşekkürler." diye mırıldanan Burak uykusuna devam edecekti Hilal onu tekrardan dürttü.


"Buraaaaaaak."


Adamda mimik bile oynamadığında tekrardan dürttü.


"Senin alarmın da çaldı kalk hadi."


"Ama benim uykum vaaar." diye mızmızlanan adamı duyan Hilal, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.


"İyi o zaman beni bırak. Namaz geçecek."


Adamın kolunu çekmesi üzerine bunu bekleyecek Hilal büyük bir şokla ona baktı.


"Resmen!" diyen kız ela gözlerini adama dikmişti ama nafile. Uykucu adam gözlerini açmamıştı bile.


"Bence..." diye mırıldanan adam esnediği için devam edemedi.


"Sence?" diye sordu Hilal.


"Sen kıl namazını, sonra gel beni kaldır. Nasıl fikir? Bence mükemmel."


"Bence değil. Hadi şimdi kalk gidip namaz kılalım. Böylece namazı son vakte bırakmamış olalım. Asıl mükemmel fikir bu."


Gözlerini yarı açan adam, uyku akan yeşileriyle kıza baktı.


"Uykum var görevden geldim ben."


"Uyumayacağım diyen adama bakın hele." diyen Hilal adamın uykulu bakışları karşısında gülmekten kendini alamamıştı.


"Dedim ama beni dinlemedin uyuttun işte." diyen adam gözlerini kapatarak kolunu kızın beline attı.


Bu şebek Burak'ın, KİT'in korkulan Alfa'sı olduğuna kimse inanamazdı.


Onun bu haline kıyamayan Hilal gülümseyerek adamı baktıktan sonra abdest almak için ayağa kalktı. Sevdiği bir 10 dakika daha uyusa pek de sorun olmazdı.


15 Dakika Sonra 


"Kalk Burak! KALK! KALK ARTIK!"


"5 dakika daha."


"10+5 aldın zaten. Kalk!" dedi Hilal adamın omuzlarından silkelerken.


"4.59 dakika?" 


"Burak!" diye tıslayan kız sahte bir öfkeyle nefes aldı.


Adam resmen uyandığı halde numara yaparak kızı süründürüyordu.


"4.55 de mi olmaz?" diye sordu gözünü açmamak için her şeyi yapan Burak.


Onun sırıttığını hisseden Hilal, adamı isyanla dürttü.


"Allah'ım! Burak kalk yaa..."


"3.59 dakika peki?" 


Adamın koluna vuran Hilal, dudaklarındaki gülümsemeye zıt bir şekilde gözlerini devirdi.


"Erkeğe şiddete hayır Asena'm." diye mırıldanan Burak pikeye sarılarak koltuğa iyice yerleşmişti.


"Hayır uyandın zaten bu ısrar niye?" diye söylendi Hilal.


"Bir daha Allah bilir ne zaman beni sabah namazına uyandıracaksın. Toplu dozumu alayım dedim." diyen adam, kıza doğru dönerek gözlerini açtı.


Burak, yeşillerindeki parıltılarla elalarını izledi bir süre. Adam öylesine derin bakıyordu ki Hilal yanaklarının kızardığını hissetmişti.


"Hayırdır yanakların niye al al oldu?


"Öyle bir bakıyorsun ki..." diye mırıldandı Hilal.


"Alışsan iyi edersin. Ömrümün sonuna kadar bu bakışlarla hatta misliyle elalarına kilitlenmek gibi bir planım var."


Burak'ın cümlesinin peşine Ezan-ı Muhammed-i okunmaya başlamıştı. Ezan'ın okunduğunu duyan Burak hızla yattığı yerde doğruldu.


"Halk arasında bir söylem var. Hiç duydun mu bilmiyorum. 'Doğru sözün üzerine ezan okunur.' diyor bazıları." dedi Hilal kısık bir sesle.


"İnanış doğru mu bilemem ama söylediğim cümle şüphe geçirmeyecek bir doğruluğa sahip." diyen adam, kızı yanına oturttuktan sonra kolunu beline sardı ve ikili birlikte ezanı dinlemeye başladılar.


"Sabah ezanlarını apayrı seviyorum. Çok farklı bir atmosferi oluyor. Seher vaktinden midir, müezzinlerden midir bilinmez."


"Haklısın. Sabah ezanı daha farklı geliyor kulağa." diyen Burak okunan ezanı dinlerken gülümsedi.


"Ezan-ı Muhammedi bana her gün 5 vakitte namaz kılmayı hatırlatmanın yanında, ne denli şerefli bir görevim olduğunu da hatırlatıyor. O tüm haşmetiyle her gün/her yerde okunsun diye biz canımızı feda ediyoruz."


"Ezan dinmez, Bayrak inmez..." diye mırıldandı Hilal.


Kıza bir süre aşkla bakan adam abdest almaya kalktı. Bu sırada aklına yıllar önceki bir anısı üşüşmüştü.


Abdestini alan 8 yaşındaki çocuk, sürekli cemaatle namaz kıldıkları odaya gittiğinde annesinin ve babasının birbirlerine sarılarak cam kenarında durduğunu gördü.


"Ne yapıyorsunuz?" 


"Ezanı dinliyorduk oğlum." diye yanıt verdi Dilek. Bu esnada biten ezanla birlikte, oğlu üşümesin diye camı kapatmıştı.


"Neden birlikte dinliyorsunuz? Tek dinleyemiyor musunuz?"


Burak'ın sorusu üzerine Yiğit derin bir nefes aldı. Bu aralar minik oğlu fazla soru sormaya başlamıştı. Sorduğu her soruya saatlerce cevap verirdi elbette ama oğlunun derdi merak falan değildi. İtina ile karısıyla birlikte geçirdikleri vakitlerde yanlarına geliyor ve tüm dikkati üstüne çekiyordu.


Düzeltelim.. Dileğinin dikkatini!


"Canımız istedi oğlum bir sorun mu var?" dedi Yiğit oğluna bakarken.


"Hep aynısını diyorsun. Sen tek başına hiçbir şey yapamıyor musun? Anlamıyorum hiç. Garipsin baba sen. Gerçekten bak!"


"Hayır her âna maydanoz olan sen garip olan ben. Oğlum biz seni keyfimizin kahyası ol diye mi doğurduk acaba?"


"Heh bak yine SİZ. Beni annem doğurdu diye biliyordum ama... Ne zamandan beri erkekler de bebek doğuruyor baba?


"Heh gel de cevap ver şimdi." diye mırıldandı Dilek yanındaki adama.


"Bu çocuk kime çekti Allah aşkına Dileğim? Hayır bu lafları nereden öğreniyor onu da ayrı merak ediyorum."


"Nereden olacak Burak bu! Allah bilir kimin kapısını dinlemiştir de duymuştur bir şeyler."


"Kapı dinleme eşittir Sinan. Senin ikizinin yeğenini biz çekiyoruz." dedi Yiğit gülerek.


"Oğlun senin birebir kopyan hiç suçlama kardeşimi şimdi. Beni kıskandığı için böyle davrandığını bilmiyor musun sanki? Aynı sen işte!"


"Sana ortak geldi resmen hergele. Tövbe yaa Rabbim. Bir gün bu konuda ciddi bir konuşma yapmalıyım onunla."


"Kendi aranızda fısıldamayı bırakacak mısınız? Hep bunu yapıyorsunuz. Gidiyorum ben. Kılmayacağım namaz falan!"


Duyduğu cümleyle birlikte hızla oğlunun yanına giden Yiğit boylarını hizalamak için yere çöktü.


"Müezzinim nereye? Ben sensiz ne yaparım? Gitme özür dilerim."


Kollarını kavuşturan Burak kendisiyle konuşan adamın yüzüne bakmadı.


"Ama sen küsersen ben üzülürüm. "


"Ama sen beni hep dışarıda bırakıyorsun. O benim annem!"


'Sanırım ciddi konuşma zamanı şu an.' diye düşünen Yiğit oğluna baktı.


"Ee benim de karım!"


"Ama benim annem!" 


"Ama benim karım!" 


"Ama beni o doğurdu. Bu yüzden..."


"Sanki tek başın..."


"Yiğit!" diyen Dilek kocasına 'Ne diyorsun farkında mısın?' bakışları atıyordu.


"Lütfen bölme Çilek Kız. Burada ciddi bir konuşma gerçekleştiriyoruz biz."


"Senin dilinin ayarı yok kocacığım. Yok!"


"Ne yaa? Hayatın gerçekleri." diyen adam kendisini izleyen oğluna baktı. İçten içe Burak'ın 'Bunlar yine beni saf dışı bıraktılar. Kendi aralarında konuşuyorlar.' dediğine emindi.


"Davranışlarım garip geliyor ha Beyefendi?"


"Garip gelmiyor. Öyle!" diyen çocuğun gözleri annesi ve babası arasında gidip geliyordu.


"Rabbim inşaallah sana senin gibi bir çocuk verir oğlum. İçimden bir ses çocuğunun seni benden daha garip bulacağını söylüyor."


"Ben hiç de garip olmam bir kere. Ezan-ı birisiyle birlikte dinlemem ki ben mesela."


"Göreceğiz Küçük Alfa'm. Göreceğiz. Bak bu da benden sana Yiğit Kılıç sözü olsun. Yaz bir kenara. Sen kesinlikle benden daha büyük bir garipliğin içine gireceksin."


'Yine haklıydın baba. Ben senden de fazla garip oldum.' diye düşünen adam babasının o o gün kastettiği garipliğin, değişik davranışlar olmadığını anlayamamıştı. Burak'ın garip diye adlandırdığı şey 'Aşk'tı aslında. Ve babası da Burak'ın kendisinden daha büyük bir aşkın içine düşeceğini söylemişti.


"Namaz kılmıyor muyuz?"


Soruyu duyan Burak Hilal'e baktı. Gözlerinde nasıl bir ifade vardı bilmiyordu ama Hilal'in endişeyle yanına gelmesine neden olmuştu.


"İyi misin?" 


"Geçmişten güzel bir anı... Yine de yaktı."


Sevdiğinin eline uzanan Hilal hafifçe tebessüm etti.


"Namazlarımızı kıldıktan sonra... Anlatmanı istesem?"


"Büyük bir zevkle Papatyam." diyen adam, kızın elini sıkarak gülümsedi.


İkili namazlarını kılmak için farklı odaya geçerlerken Burak kendi kendine mırıldandı.


"Sanırım seninle cemaat yapabileceğimiz o günlerin gelmesini, her şeyden çok istiyorum Kelebeğim."


🐺 


Saatler sonra deponun kapısının hızla çalınmasıyla birlikte ikili uykularından yanarak hızla kanepede doğrulmuşlardı.


"Ne oluyor?"


"Bakacağım." diyen Burak hızlıca kanepenin altındaki silahını alarak kapıya gitti. Elindeki silahı doğrultarak kapıyı açtığında karşısındaki kişi alayla konuştu.


"Benim sana silah doğrultmam lazım. İnsan bir arayıp iyiyim der. Haberini Serkan'dan alıyoruz."


"Emre? Oğlum niye alacaklı gibi çalıyorsun kapıyı?" diye söylenen Burak silahını beline sıkıştırdıktan sonra kardeşine sarıldı.


Şükür dolu bir sesle "Sağ salim döndün." diyen Emre bu sarılışa karşılık vermişti.


Kısa süre sonra geri çekilen Emre, Hilal'e baktı.


"Naber yenge?" 


"İyidir. Senden naber?"


"İyi. Gerçekten iyi."


Burak, ikilinin bakışlarındaki ifade karşısında kaşlarını çattı. Yaşanan diyaloğun kelimeleri basit olsa da anlamları hiç basit durmuyordu.


"Ne kaçırdım?" diye sordu Burak onlara bakarak.


"Çok bir şey değil. Hilal geçici bir süreliğine psikoloğum olarak atadı kendini." dedi Emre kardeşine bakarken.


"Peki bu atanma sonrası yaşanan seansta benim bilmem gereken bir şey..." diyen Burak, Emre'nin bakışlarını görerek sustu ve sormadığı sorusunu kendisi cevapladı.


"Var! Nedir?" 


"Şu an sırası değil Burak. Telefonun açmadın diye geldim."


"N'oldu?" diye sordu Burak kaşlarını çatarak.


"Tornado..." diye mırıldandı Emre.


"Sakın kaçtı deme! Herkesi yakarım." diyerek araya girdi Burak..


"Yok kaçmadı. Sakin ol!'


"Eeee o zaman?" 


"Seni istiyor." dedi Emre sıkıntılı bir sesle.


"Beni istiyor?" 


"Evet! Beni yakalayan adamı getirin. Yalnızca ona konuşacağım dedi."


İç geçiren Burak, Hilal'e doğru baktı. Kahvaltı yapma hayalleri yalan olmuştu.


"Hadi gidelim!" diyen kızla birlikte başını salladı.


"Gidelim de bakalım bu Tornado iti ne istiyormuş."


🐺 


"Konuş!" dedi Burak sert bir sesle.


Tornado, karşısında oturan yeşil gözlü adama baktı. 'Lensim çıktığı için adam zaten gözlerimi gördü.' diyen Burak lens falan takmadan girmişti sorguya. Camın arkası bayâ bir kalabalıktı. Gerçi şu an yalnızca KİT üyeleri ve Turan Alp kalmıştı. Milletvekili olan adamın sorgusunda hareketlilik olmuş, tüm üst düzey yetkililer oraya gitmişti.


"Beni yakaladın." dedi Tornado, Burak'a bakarken.


"Yakaladım! İçeride bol bol düşünürsün artık nasıl oldu bu diye." dedi Burak ukala bir şekilde.


"İçeri girmeye gerek kalmadı. Şimdiden düşünüyorum. Nasıl oldu da iki kez kandırıldım diye "


Derin bir nefes alan Burak boş gözlerle adama baktı.


"Beni istemişsin sorguna. Konuş da gideyim. İtin birini yakalamak için bir süredir operasyondaydım da."


Tornado gözlerini devirerek alayla güldü.


"Benden üstün olduğunu zannediyorsun yaa... Çok gülüyorum."


Adamın cümlesine anlam veremeyen Burak kaşlarını çattı.


"Ne diyorsun?" 


"Sana hayattaki en büyük pişmanlığımı söylemiştim dün hatırlıyor musun?"


"Evet. Eeee?" dedi Burak umursamaz bir şekilde.


"Hayattaki en büyük ikinci pişmanlığımı da söyleyeyim mi?"


"Söyleme."


"Yerinde olsam hemen reddetmezdim. Bence anlatacaklarım oldukça ilgini çekecek."


Bıkkın bir şekilde gözlerini deviren Burak, bu adamla aynı ortamda bulunmaktan gram haz etmediğinden emin olmuştu.


"Bir hikaye anlatacağım... O*ospu çocuğunun birisi zamanında beni kandırdı. Neyse ki güç bendeydi ve bunu önceden fark ederek işini hallettim. Sana söylemiştim. İlk pişmanlığım onun geberip gitmesini izleyememek, ikinci pişmanlığım ise bir konuda onun kazanması oldu. En büyük isteğim onun acı çekmesini sağlamaktı. Ama p*ç herif acı çekmeden gitti. Halbuki gözlerinin önünde karısının tecavüze uğradığını izlemesini isterdim. Hatta... Oğlunun da aynı şekilde neden olmasın? Eğlenceli olurdu bak. Karısında mı daha çok tepki verirdi oğlunda mı merak ettim şimdi... Ama hep merakımla kalacağım sanırım. Maalesef iş için yanlış adam seçmişim. Gitmişler ilk o iti öldürmüşler. Oğlunun varlığından bile haberleri olmamış hatta aptalların. İlk o eve baskın yapmalarını, gözdağı için diğer evlere sonra girmelerini söylemiştim halbuki."


Yarıdan sonra karşısındaki şerefsizin sözlerini boğuk bir şekilde duymaya başlayan Burak, başına giren ağrıyla yutkundu.


Kendine gel Alfa!


Tüm bedeni kaskatı kesilen adam, yavaş hareketlerle ayağa kalkarak sakin bir şekilde kapıya doğru yürüdü.


Kapının yanına vardığında soğukkanlı bir şekilde kapıyı kilitleyen adam, sorgu odasının ilk kuralını çiğnemiş oldu. Sorgu odasındaki masayı alıp kapıya dayarken odadaki telefon çalmaya başlamıştı. Masayı kapıya dayayan adam, tek bir hamleyle telefonu sökerek ikinci kuralı da çiğnemiş oldu.


Şimdi de üçüncü kuralı çiğneyecek olan adam Tornado'ya baktı.


"Nerede kalmıştık?" diye soran Burak'ın sesi duygudan yoksun çıkmıştı.


"Senin için aslında çok farklı hayallerim olduğundan?"


Karşısındaki iti nasıl öldüreceğini düşünen Burak, hiçbir yorum yapmadı.


Önce el parmaklarını mı kırsaydı yoksa ayak parmaklarını mı?


"Adamlarım babanın çok bağırdığını söylediler doğru mu?"


Dişlerini mi sökseydi yoksa gözlerini mi oysaydı?


"Hayır baban yüzünden onca masum insan da öldü. Bunun vicdan azabıyla nasıl yaşayabildin yaa?"


Sandalye ile direkt kaburgalarına mı girişseydi yoksa başını duvarlara sürte sürte kafa derisini mi yüzseydi?


"Duyduğuma göre annen de çok güzel kadınmış. Ama vermemiş o*osp..."


Sınıra gelen Burak yanındaki sandalyeyi kaptığı gibi adama fırlattı. Tornado, kesinlikle böyle bir hamleyi beklemediği için kaçamamıştı. Kaburgalarına çarpan sandalyeyle birlikte oturduğu yerden geriye düştü.


Nefesi kesilen Tornado nefes almaya çalışırken Azrail'i yavaş hareketlerle yanına geldi ve kırılan kaburgasına dizini koyarak Tornado'nun yakalarından tuttu.


"Seni öldüreceğim!"


İki kelime... Doğruluğu kesin, laf olsun diye söylenmemiş, gerçekleştirmek için her şeyin yapılacağı iki kelime.


Ve bu iki kelimeden sonra ilk yumruk atıldı.


Tornado daha ilk vuruşta adamın söylediğinin gerçek olduğunu anlamıştı. Bu vuruşun dünkü vuruşla gram alakası yoktu.


İlk yumruk burnunu kırmıştı, ikinci yumruk burnunun bir daha asla eskisi gibi olmayacağını kanıtlamıştı. Üçüncü yumruk dişlerinin yarısını götürürken şerefsizin ağzı kanla dolmuştu. Dördüncü yumruk kalan dişlerini de götürürken Tornado, askeri durdurmaya çalıştı. Konuşmaya çalışırken birkaç dişiyle beraber kanını yutan adam öğürmüştü.


Şu an konuşmak faydasızdı...


5. 6. 7. 8. 9... Tornado/Bukalemun artık yumrukları saymayı bırakmıştı.


Tornado'nun askerle görüşmek isterken amacı basitti aslında. Karşısındaki askere kim olduğunu açıklayıp kışkırtarak kendisine saldırmasını sağlayacak, aldığı darbelerle de kafa travması yaşamış gibi numara yaparak bu lanet delikten çıkacaktı. Aynı zamanda kendisini yakalatan askerin (yıllar önceki hainin oğlunun) mesleğinden ihraç edilmesini sağlayacaktı. Bir taşla iki kuş! Plan basitti işte.


Fakat olay hiç de tahmin ettiği gibi ilerlememişti. Karşısındaki yeşil gözlere bakan Bukalemun hayatında ilk defa ölüme bu kadar yakın olduğunu hissetti. Artık yumrukları saymayan şeref yoksunu hangi yumruğun ölümüne sebep olacağını düşünmeye başladı.


Ölecekti... Asker onu öldürecekti.


Burak, yüzünü darmadağın ettiği adamın önce karnına, sonra ciğerine en son da kırılmış kaburgasına bir yumruk attı. Öfkesi her yumrukla azaltmak yerine artıyordu. Elleri yarılan adamın gözü hiçbir şeyi görmüyor, kulakları hiçbir şeyi duymuyordu. Mesela dakikalardır kapı yumruklanıyor, kapının arkasındakiler de durması için haykırıyordu. Fakat Burak bundan bihaberdi.


Adam ne düşünebiliyor, ne de herhangi bir şey hissedebiliyordu. Tüm ruhunu kaybetmişti. Sanki bedeni kötü bir ruh tarafından ele geçirilmiş ve Burak'ın bedenini yönetiyordu. İçinde bir yerde mantıklı düşünebilen ufacık kısım 3. bir kenardan şahıs misali yaşananları izliyordu.


Burak'ın Bukalemun'un karnına attığı son yumruk kanı bozuk itin kan kusmasına neden olmuştu. Fakat bu bile Burak'ı kendine getirmemiş hatta gördüğü kan ona o günü hatırlatarak daha da hırçınlaşmasına neden olmuştu.


Tamamıyla bir delilik ânıydı. Genç adamın gözüne bir perde inmiş gözleri kör kesilmişti. Kulakları alınmış, sağır olmuştu. Bu yüzden de odaya girenleri, birisi koluna dokunana kadar fark etmemişti.


Kendisini durdurmaya çalışan kimdi bilmiyordu ama tüm gücüyle itmişti onu Burak. İkinci bir el ona uzandığında "BIRAAAK!" diye haykırmış elin sahibine dirseğini geçirmişti.


Üçüncü kişi ve dördüncü kişi kollarından tutmaya kalktığında sertçe silkelenmiş ve ellerinden kurtulmuştu Burak.


Etrafındaki insanların bir şeyler dediğini hissediyor fakat hiçbir şey duymuyordu. Kaybolmuş bakışlarını tekrardan Bukalemun itine çevirdi. O gecenin katiline... Ailesinin katiline... Güneş'inin katiline.


Aklına miniğinin gelmesiyle birlikte sağ yumruğunu hızla Bukalemun'un yüzünde patladı. Zaten ağzından kan gelen itin bu darbeyle burnundan da oluk oluk kan akmaya başlamıştı.


Kolunu tekrardan yumruk atmak için yukarı kaldıran Burak, kolunun tutulmasıyla birlikte duraksadı.


Biliyordu! O olduğunu biliyordu. Hissizleştiği anda bile onu hissedebiliyordu. Ruhunu kaybettiği zamanda bile ruhuna dokunanı hissediyordu


İliklerine kadar papatya kokusuyla dolduğunu hisseden Burak acıyla inledi. Başına çok büyük bir ağrı saplanırken tüm bedeni bir un çuvalıymışçasına yere düşmüştü.


"Gidelim mi Alfa'm?"


Tüm dünyaya sağır kesilen adam, ruhunun diğer yarısını duyarak başını kaldırdı. Gözlerine inen perde yüzünden herkesin yüzü kararmışken ela gözleri tüm canlılığıyla görmüştü Burak.


Kıpkırmızı olan elalarından yaşlar dökülmesine rağmen kız gülümsedi.


Bu gülümsemeyi gören;


Ruhu, Kelebeğini görme isteğiyle bedenine koştu.


Algıları, Kelebeğini en iyi şekilde hissedebilmek için geri döndü.


Mantığı, Kelebeğiyle olabilmek için saklandığı yerden dışarı çıktı.


Kolunu tutan el, elini bulurken Burak'ın gözlerinden bir damla yaş firar etti. İkinci yaş da ilkinin yanında yerini alırken kızın elini tuttu Burak. Sımsıkı... Sımsıkı!


Ve küçücük bir Kelebek, koskoca Alfa'yı yerden kaldırarak oradan uzaklaştırdı.


Tökezlediği an tuttu, yürüyemediği an ayakları olup onun yerine yürüdü, hatta nefes alamadığında onun için de de nefes aldı.


İkili bu şekilde düşe kalka, birbirlerine destek olarak çatıya çıktılar.


Çatıya çıktıklarında Hilal yalnızca tek bir kelime söyledi.


"Yakaladın!" 


Bu cümle Burak'ın gözlerinden olanca kuvvetiyle acıya neden olurken Hilal kısık bir sesle aynı cümleyi tekrar etti.


"Yakaladın Alfa'm. Ailenin katilini, çocukluğunun katilini yakaladın!"


Loading...
0%