Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm- Onun İçin Değer

@yasminiesa

3 Ay Önce

Villadan hızla çıkan Burak, arabasına bindi. Güvenliğin yanından geçerken yüzünü kamera açısından çıkacak şekilde çevirdi. Yola çıktığında istemsizce gaza yüklendi. Sinirliydi. O kadar çok sinirliydi ki... En başında bu görevi reddetmeliydi. Aslında dayısı ,komutanı, bu görevi ilk başta Onur'a vermişti. Kızlarla her daim arası iyi olan, ekibin Cazanova'sına... Fakat peşinde oldukları kızın ,her izin günlerinde mutlaka gittikleri kafede, Burakla beraber şarkı söylediğini öğrenen dayısı, görevi Burak'a devretmişti. Aslında şerefsizin tekini yakalamak için masum birini kullanmak Burak'a ters geldiğinden (kızın Hilal olduğunu öğrenmeden önce) çok itiraz etmişti. Ama görevinin Hilal olduğunu öğrenince reddedememişti. Asla kabul etmek istemese de, başka birinin ona yaklaşmasını istememişti. Şimdi bile bunun düşüncesi... Çalan korna sesiyle kendine gelip arabayı kenara çekti. Şehir içinde hız sınırını aşması yetmiyormuş gibi, az daha ters yöne giriyordu. Karşı arabadaki adam yanından geçerken küfrediyordu.

"Şeytan diyor 'Git önünü kes! Ağız burun dal. Tüm hıncını ondan çıkar!' Sonra da adam beni dava eder tabii. Bu arada yaptığım hız da ortaya çıkar. Yukarıdakiler duruma işkillenir. Sonra askerliğim... LANET OLSUN!!! AHHH!!!"

Burak elini sinirle direksiyona vurdu. Aynayı parçaladığında yaralanmış olan eli, bu darbeyle kanamaya başladı. Kanayan eline bakan Burak, yumruğunu sıkarak yaranın daha fazla açılmasını sağladı.

"Hayatımda ilk defa acı eşiğimin bu kadar yüksek olması sinirimi bozuyor. Gerçi elimin acısı, kalbimin acısını nasıl geçirebilir ki?? Hahaha... Kalp acısıymış(!). Hangi kalp acısından bahsediyorsun gerizekalı! Yıllar önce o lanet günde duran kalbinin acısından mı?"

Derin derin nefesler alan Burak sakinleşmeye çalıştı. Şu son günlerde oldukça öfkeliydi. Bunun tek nedeniyse geçtiğimiz 1 ayda İnsomnia (uykusuzluk) hastalığının nüksedip, neredeyse zirveye çıkmış olmasıydı. 11 yaşında başlayan hastalığını, askeriyeye girdikten sonra yaptığı zihin egzersizleri sayesinde oldukça azaltmıştı. Yıllardır geceleri kocaman bir 4 saat uyuyabiliyordu. Bazen şanslıysa 5... Gerçi onda da deliksiz olduğu anlar nadirdi. Fakat şu son ayda, 2 saat ancak uyuyabilmişti. Kabusları onu rahat bırakmıyordu. Geçmişi sürekli şekil değiştirerek karşısına çıkıyordu. Çoğunda Hilal'in adını haykırarak uyanıyordu. Bazen de kasasının soyulduğunu öğrenen o adam, Hilal'i işbirliği ile suçlayıp...

"Yapamayacağım! Bunu yapamam. O adamın Hilal'e zarar verme düşüncesi bile..."

Arabayı çalıştıran Burak, hızlıca bir ara sokağa daldı. Biraz dolaştıktan sonra bulduğu marketin önüne, arabayı park etti. Kadir Alacalı, korkusundan polise gidemezdi ancak tanıdıkları sayesinde plakadan arabayı bulabilirdi. Çok oyalanmıştı. Bu saatte eve gelmesi imkansız olsa da... Hiçbir şeyin garantisi yoktu. Yaptığı dikkatsizlikleri, bir acemi bile yapmazdı.

"Yine bir kan temizleme senfonisi. Ne de güzel(!)" dedi arabadaki kanları temizlerken. Elini torpidodan aldığı mendille gelişigüzel sardıktan sonra arka koltukta duran beyaz sırt çantasını alıp, içinden kahverengi lensleri çıkarttı. Lensleri gözüne taktıktan sonra çantayı siyah bir poşetin içine koydu. Telefonunu çıkartıp Hacker'ı aradı.

"Onur, arabayı Karanfil Park'ın oradaki marketin önüne bıraktım. Temizlemeye birilerini gönderirsin."

"Abi buluşma noktamız Avrupa'ydı. Orası Anadolu'da değil mi? Sen Avrupa'ya gitme..."

"Aslında Avrupada'yım. Sana yanlışlıkla Anadolu'nun adresini verdim. APTALIM YA BEN HANİ!!!.. Gitseydim oranın adresini verirdim değil mi?"

"Tamam yüzbaşım. Sakin olun!.. Komutana ne diyeyim?"

Burak sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapattı. Diyaframından derin bir nefes aldı ve bıraktı. Bu işlemi birkaç kez tekrar ederken bir gökdelenin tepesinde olduğunu düşünmeye başlamıştı bile. Sakinleşmesi sadece 5 saniye sürmüştü. Yılların egzersizleri... Tekrar konuştuğunda az önceki adamdan eser yoktu.

"Bir aksilik çıktı. Villadan... Geç çıkmak zorunda kaldım. Adam her an eve gelebilir ya da kız... Kız uyanabilir. Şu an Avrupa'ya geçmeye çalışarak operasyonu riske atamam. Plakadan arabayı bulmaları çok kolay olur. Mesai çıkışı köprüde trafiğe takıldığım an... Ayların emeği çöp olur. Paraları torpidoya bırakır,belgeleri alırım. Bir taksiye atlayıp biraz dolaştırır sonra da izimi kaybettiririm. Rutin şeyler. Biraz zaman alır sadece... Karşıya Marmarayla geçip belgeleri ana binaya götürüp teslim ettikten sonra... Fabrikaya anca gelebilirim."

"Anladım. Komutana iletirim... Şu an arabanı görüyorum. Sana göre saat 7 yönünde bir mobese var. Marketin sadece girişinde güvenlik kamerası varken, yanındaki inşaatçı sokağın iki tarafını da gösterecek şekilde 2 kamera yerleştirmiş. Onun haricinde... Arabayı parkettiğin apartmanda da güvenlik kamerası bulunuyor. Başka yok! Arabaların karakutularına dikkat etmeyi unutmazsın. Taksiden indiğin yerde bana ihtiyacın olursa da ararsın. Görüşürüz abi!"

"Görüşürüz Hacker"

Telefonu kapatan Burak istemsizce gülümsedi. Operasyonlar hariç, ona her zaman abi diyen Onur, sinirli olduğunu anlayınca geri vitese takarak yüzbaşı ve siz moduna geçiyor, sakinleşince tekrardan abi demeye devam ediyordu. İstisnasız her zaman...

Arkasına yaslanan Burak, planını gözden geçirdi. Eğer her şey planladığı gibi giderse... Kimse için bir sorun olmayacaktı. Ama olur da bir aksilik çıkarsa... Tüm sorumluluğu üstlenecekti. Ve yaptığı itaatsizliğin cezası... En hafif ihtimalle ekip liderliğinden alınması olurdu. Derin bir nefes aldı. Bir pürüz çıkmaması için dua etmekten başka çaresi yoktu.

Paraları torpidoya koyduktan sonra siyah poşeti ve belgelerin olduğu çantayı alıp kepini düzeltti ardından kapıyı açtı. Onur'un dediği yerlere yüzünü göstermekten kaçınarak seri adımlarla markete ulaştı. Umarım Onur izlemeye devam etmiyordur. Markete girdiğimi görmesi bir şeylerden şüphelenmesine yol açar.

Marketten yaralı eli için bir şeyler alan Burak, bir yandan da içerideki kişileri inceliyordu. Şu anda içeride onunla birlikte toplam 5 kişi vardı. Kasiyerle 6.

Kasiyer direk elendi. Her zaman burada. Onunla konuşmak intihar etmekle eş değer.

Yaşlı teyzeyi de ele... Kesin konuşacak biri bulmanın hevesiyle seni lafa tutar, soru sorar. Çok dikkat çeker. İnsanların eşgal vermesini kolaylaştırır...

Kız... Söz konusu bile olamaz. Şu an bile beni süzüyor. Utanmasa gelip numaramı isteyecek!

Şu amca... Onu da ele. İçeri girer girmez elime onaylamaz bakışlar attı. Kesin emekli öğretmen! Bir ton nasihat vermeye kalkacak. Yine dikkat çekici ve vakit kaybı.

Burak, dolaptan soğuk su alan gencin yanına yaklaştı. Onun duyabileceği bir sesle "Şarjım bitti ve bir arama yapmam lazım. Rica etsem 5 dakikalığına telefonunu kullanabilir miyim genç adam?" diye sordu.

Genç tereddütsüz telefonu uzatarak "Buyur abi. İstediğin kadar konuş. Ben ilerideki reyondayım... Rahat konuşursun!" dedi ve gitti. Burak tebessüm etti. Yanılmamıştı. Dışarıdan bakılınca simsiyah giyinmiş bu genç serseri çoğu insanın, gördüğünde yolunu değiştireceği biriydi. İnsanlar bilmiyordu. Zaten o çocuğun istediği de buydu. İnsanların ondan uzak durması... Çünkü bu hayatta insanlardan oldukça zarar görmüştü.

Telefona kod girip numarayı çevirdi. Karşıdaki 2. çalışta telefonu açtı. Her zamanki gibi.

Küçük bir kız sesi "Kimsin?" diye sordu. Sesi duyan Burak az daha kahkaha atacaktı.

"Küçük bir kız ha? Gittikçe kendini geliştiriyorsun." diyen Burak'ın sesi kontrol edilemez bir şekilde eğlenceli çıkmıştı.

Lise arkadaşı olan Doğukan ile ne zaman konuşsa lise yıllarındaki o çocuğun kısmi tasasızlığına dönmüş gibi hissediyordu.

Askeriyeye girdikten sonra hayatını gün geçtikçe daha çok dibe çekmişti ne de olsa.

"İnanamıyorum! Alfa! Sen yaşıyor musun? Kaç ay oldu ses soluk yok... Aradığına göre bir sorun var sanırım. Kadavra hizmetinizdedir efenim!"

Onun alaylı mübalağasını duyan Burak gözlerini devirerek konuştu.

"Bırak şimdi goygoyu, 2 aydır ne yaptığımı en iyi bilen sensin. Önemli olmasa aramazdım."

"Kesinlikle. Şu an elindeki belgeleri üsse götürmen gerekirken tanımadığım bir numaradan beni arıyorsun. Neden?"

Arkadaşının oldukça ciddi çıkan sesini duyan Burak ateşler içinde bırakarak gittiği kıza geri dönmek isterken titrek bir nefes aldı.

"Burak?"

Kadavra'nın endişesi sesinde hayat bulurken KİT'in bilişimcisi olan arkadaşına hissettiği isyanla çıkıştı asker.

"Yardım et işte be oğlum."

"Sana her zaman, her koşulda yardım ederim ama oturup başını belaya sokmanı da izlemem. Hacker bana 5 dakika önce belgeleri bugün getireceğini, incelemem için hazır olmamı mesaj attı. Sen ise beni aradın. Neler oluyor?"

"Şimdi sırası değil." dedi Burak net bir şekilde.

Bu konuda hiçbir zaman sırası değil...

"Peki istediğin gibi olsun. Ne yapmam gerekiyor?

"Elçilik. Bir mesaj iletmene ihtiyacım var." diyen asker planını bir kez daha gözden geçirdi.

Her şey istediği gibi giderse hiçbir sorun çıkmazdı.

Hiç sorgusuz "Seni dinliyorum." diyen Doğukan ile hafifçe tebessüm etti. Onun gibi bir dostu olduğu için şanslıydı.

"Kartal'daki 32 numara..."

"Bellona bayisi var?"

"Aynen. Bizim kara oğlan 8 ay taksitle TV ünitesi almış oradan. Ne yapacaksa artık... Hala taksitleri devam ediyor. Arayıp ödemesini söyle!Yalnız bunu ben telefonu kapatır kapatmaz yapman lazım. Zaman önemli... Ve sen oranın bir çalışanısın. O bile buna ikna olmalı. Makbuzda mı sorun çıkar her ne olduysa işini gücünü bırakıp yarım saate orada olmalı. Telefon konuşmasını dinleyen biri hiçbir şey anlamamalı! Sadece... Bir yerde 'öfkeden antenleri çıktı resmen' cümlesini kullan. Sonrasında da 'bodrum katı'... Bir ürün hakkında uydur işte bir şeyler. Ürün 'zift siyahı' gibi olsun. Sana güveniyorum. Ve seni aradığımı kimse bilmeyecek. Panter bile..."

"Panter bile? Bunu sorgulamak vardı ama... Hadi tamam bu da istediğin gibi olsun. Bana anlamadıklarını Kara Oğlan'a anlat bari de durdurması gereken bir şey varsa o durdursun."

"Sanki yapabilecekmiş gibi..." diye mırıldandı Alfa. Bu saatten sonra kimse fikrini değiştiremezdi. Aklına koymuştu bir kere.

'Tek aklına mı? Peki ya gönlüne?'

İç sesini duymazdan gelen Burak, Doğukan'a odaklandı.

"Bu konuşmayı yok et Kadavra. Herhangi bir terslikte elçiliğin bilinmeyecek."

"Herhangi bir terslikte seninle o cehenneme geleceğim için elçiliğim zaten bilinmeyecek." dedi Doğukan alayla.

Derin bir nefes alan Burak başını olumsuzca iki yana sallasa da bu konuda yorum yapmayarak diğer direktifini verdi.

"Telefon konumundan çoktan yerimi tespit etmişsindir. İzimi kaybettireceğim ama belli başlı yerlerdeki kameralara yakalanmış olursam gerekeni yap. İşler takırında giderse kimsenin ruhu duymadan şu durumu çözeceğim. Eğer aksi olursa..."

Bizzat kendimi ifşalayacağım...

"Bu durumdan cidden hiç hoşlanmadım ama sana güveniyorum. Her ne yapıyorsan kendine dikkat et Burak." diyen Doğukan aramayı sonlandırdı.

Telefonu kapatan Burak, etrafına bakındıktan sonra telefonun kılıfını çıkarttı. Cebinden çıkarttığı 200 Tl'yi oraya koydu ve kılıfı yerine taktı. Notlar bölümüne girip Hayat bazılarına sert çarpar. Bazıları daha küçük yaşlarda kötüyü tanımak zorunda kalır. O duyguyu iyi bilirim. Uykusuz geceler, amaçsızca geçen boş vakitler... Bu dünya amaçsız yaşanmıyor be genç adam! İnsanın bir amacı olmalı... Yaşamak için! Neleri seversin bilmem ama bir amacın olmadığını biliyorum. Al bu parayı bir amaç bul kendine. Ahh tabi 200 Tl'yle bunu bulman zor olur... Aşağıya yazacağım adrese git! Orada sana yardımcı olacak birileri var. Sana aile olacak insanlar... '

İnsan ailesini seçemez, ancak zaman içinde arkadaşlarından oluşan yepyeni bir aile kurabilir!'

Hayat sana gülmedi diye ona küsme! Elindeki bardağın boş tarafını görüp vazgeçme! O boşluğu doldur!..

Bu para sana borcum olsun. Bir gün almaya gelirim. İstersen verirsin. Kabul edersen benim hediyem olur... Ama bir gün geleceğim. Bunu bil! Amacını öğrenmek ve yardımcı olmak için geleceğim. Ama her şeyden öte... Seni tanımak için geleceğim! Adres:...

Yazdığı nota yarım saat sonrası için alarm koyarak telefonu kapattı. Verdiği adres bir villaya aitti. İçinde çok sevdiği, örnek aldığı emekli bir öğretmen yaşıyordu. Annesinin arkadaşı, akıl hocası... Nimet teyze ismi gibi bir nimetti. Öğretmenlikten emekli olduktan sonra birkaç gençle bazı çalışmalar yapmış, eşini kaybedince de bu çalışmaları arttırıp, eşinden kalan mirasla aldığı villada bir gençlik merkezi kurmuştu. Amacı ise yolunu kaybedenlere ışık olmaktı. Annesinin de ,kısacık ömründe, yaptığı gibi...

Adını bile bilmediği gence yönelen Burak teşekkür ederek telefonu uzattı. Hızlıca kasaya gidip aldıklarını ödedikten sonra aynı hızla marketten çıkmıştı.

Dışarı çıkar çıkmaz kameralara dikkat ederek yandaki sokağa girdi. Sonra bir diğerine, sorma bir diğerini... Kısa süre bu şekilde devam ettikten sonra uygun gördüğü bir apartmanın önünde durdu. Çevresine anlık bir bakış attıktan sonra kapısı açık olan binanın içine giren asker çatı katına çıktı. Ortak kullanım alanı olan üstü açık terasta yönünü belirledikten sonra etrafta kimseyi görmemesiyşe yanındaki apartmanın çatısına geçti.

Bir süre de bu şekilde ilerleyen asker sağ tarafta duran apartmanın çatısına geçtiğinde izini kaybettirdiğinden emin bir şekilde durdu. Issız görünen çatının bir köşesine çekildiğinde nce yaralı elini tedavi etti. Beyaz çantasını çıkartıp kanlı peçeteyi onun içine koyduktan sonra çantadaki beyaz kepini alarak taktı, siyah kepi ise çantaya geri koydu. Evrakları da beyaz çantaya aktardıktan sonra kapüşonlusunun siyah tarafını, mavi tarafına çevirerek tekrardan giydi. İşi bittiğinde boşalan çantayı herhangi bir parmak izinin olmadığının bilinciyle çatıda bırakarak merdivenlere yöneldi. Bandajladığı elini cebine sokan adam hızla dış kapıya gelip binadan dışarı çıktı.

Sokağa çıktığında -görsel hafızası sayesinde- nerede olduğunu bildiği taksi durağına gitti ve bir taksiye atladı. Taksideyken, daha önceden Kadir Alacalı'nın yaptığı kaçakçılıkla alakalı ezberlediği delilleri ve şahitleri telefonundan USB'ye aktardı

Gideceği yere yakın bir ara sokakta, taksiden indi. Yürürken saatine baktığında 11 dakikası kaldığını gördü. Mağazaya yaklaşınca etrafına bakındı. Hacker'ın değerini şu an daha iyi anladım. Kameralar beni yakalarsa yaptığım ortaya çıkar. Gerçi plan ters teperse, gidip her şeyi kendim itiraf edeceğim zaten... Gizlenmek için bu kadar uğraşmasa mıydım acaba? diye düşünerek mağazaya yaklaştı.

Mobilyaları taşımak için kullanılan arka kapıdan gizlice içeri geçip telefonunu çıkarttı. Sadece 7 saniye... diye düşünerek Onur'un daha önceden telefonuna yüklediği programla, tüm teknolojik aletleri kısa devre yaptırdı. Kameraların kapandığı kısacık anda hızlıca bodrum kata girdi. Girer girmez bodrumdaki tek kameranın görüş alanından çıktı ve arka taraftaki lavabonun yanındaki depoya geçti.

5 dakika sonra merdivenlerden inen ayak sesine eşlik eden sesi duydu.

"Lavabonuzu kullanmama izin verdiğiniz için teşekkürler! Midemi bozmuşum da biraz... Siz işinize bakın isterseniz! Tekrardan sağolun!"

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Bakalım Ulaş'ı nasıl ikna edecekti...

"Uyuyorsan rahatsız etmeyeyim!" diyen sesle tebessüm etti ve gözlerini açtı.

"Her şey bu cümleyle başlamıştı di'mi?.. Lisede az sinir olmazdın bana!" dedi.

"Lisede herkes sana sinir oluyordu oğlum. Bütün derslerde uyuyordun yine de okul 1.si hep sendin. Sonra süt kardeşini de kendine benzettin. Ahh ne günlerdi be... Hayırdır kardeşim! Neden bu şekilde buluştuk? Başın mı belada? Ve Emre ner..."

"Emre'yi karıştırma! İnan elimde olsam seni de karıştırmazdım ama... Tek şansım sensin!"

"Burak neler oluyor? Korkutuyorsun!"

"Aslında... Korkacak bir şey yok... Tabii her şey yolunda giderse..."

"Hangi her şey? Ne olduğunu anlatacak mısın?"

"Ben... Bir görevdeydim. Detayları veremem klişesine gireceğim maalesef. Klasik hikaye. Foncularla alakalı."

"Teröristlere fon sağlayan iş adamları... Dediğin gibi klasik. Hangi aşamada iş klasiklikten çıkıp Kingsman düzeyine geldi peki. O filmde adamlar en azından saygın bir terziydi. Biz ise bir mobilyacının deposundayız. Leş gibi bir tuvaletin yanında olan hani!"

Burak, söylenen Ulaş'ı takmayarak devam etti "Belgeler bende."

"Ve?"

"Adamı yakalamanı istiyorum"

"İş iyice garipleşmeye başladı. Askerlerin peşinde olduğu bir davayı almak bile bir sürü prosedür gerektirirken, sen KİT'in davasını almamı istiyorsun! Yanlış mı anladım?"

"Davayı değil adamı alacaksın"

"O daha beter! Adamı aldığım an ifşa olduğu anlaşılacak ve dakikasında işini bitirecekler. Şanslıysak intihar diye gösterirler. Yok değilsek 'İstanbul Emniyetine bağlı karakolda bir cinayet işlendi!' manşetlerini şimdiden görebiliyorum"

Burak derin bir nefes aldı ve sinirle "Bana bilmediğim bir şey SÖYLE!" diye çıkıştı.

"Bilmeyen sen değilsin benim! Ne oluyor Burak? Gizli saklı beni çağırıp, peşinde olduğunuz adamı almamı istiyorsun! Neden?.. Anlat! Anlat ki yardım edeyim!"

"Ben... Belgeleri evden gizlice aldım. Doğal olarak! Tek sorun basit bir hırsızlık değildi. Adamın... Adamın kızı vasıtasıyla eve girdim. Belgeler 2,3 güne çözülecek kadar basit değil! 1 hafta belki de daha fazla... Bu süreçte adam... Kızın üstüne gidecek. Ona herhangi bir şey yapmaya kalkarsa..."

Ulaş, şüpheyle arkadaşına bakmaya başladı. "Saha operasyonu kaç gündür devam ediyor?" diye sordu.

"42" diye mırıldandı Burak.

"Burak benden ne istediğinin farkında mısın? Adamı yakaladığım an, daha ötmeden işini bitirirler. Sorun... Askeriyenin meselesine karışmam ya da polisliğimin tehlikeye girmesi falan değil! Yaptığımız bir hatanın sonucunda... O finansmanlardan birinin yakalanmasına engel olur ve masumlara bir şey olursa... İkimiz de bunu kaldıramayız. Hele de sen!"

"Adamı yakalamayacaksın!"

"Oğlum kafan mı güzel? Bir dediğin bir dediğini tutmuyor."

"Zekiliğin nereye kayboldu senin?"

"42 günlük operasyonunu çöpe atmak isteyen arkadaşımı görünce, yaşadığım şoktan gitti bir yerlere. Nerede ben de bilmiyorum"

"Ulaş! Sen sadece... Adamı yakalamaya gidip, elinden kaçırırsan ne kadar büyük bir soruna yol açacağını söyle!"

"Böyle bir durum soruna yol açabilir tabi"

"Adam ölürse ve olay medyaya yansırsa?"

"Elimden kaçırdığım suçlu ölür ve medya bunu öğrenirse mi? Kesin soruna yol açar! Başımı epey ağrıtırlar! Ama... Senin için yaparım. Bana aklındakini anlat!"

"Adam foncularla yaptığı iş birliğinin yanında kaçakçılıkla da uğraşıyor. Oldukça tanınan biri. Bu yüzden de... Medyanın kulağına kaçakçılık yaptığı giderse işler karışır. Direk canlı yayın!.. Arama emri çıkartılacağından, kaçmak için tek çaresi ,üzerine kayıtlı olmayan, özel yatı olacak. Kaptanı şu an yok ama kullanmasını biliyor o yüzden de sorun yapmayacak. Devamında anlatacağım yer... Ultra tahmine dayalı. Bence finansmanlar kaçmasını engelleyip, susmasını sağlamak için yatı patlatacaklar. Yat patladığındaysa içi boş olacak. Çünkü ben adam hareket etmeden önce yatta olacağım, ve belirli bir yerde drone ile adamın içeride olduğu bir görüntü yakaladıktan sonra onu bayıltıp, sürat teknesiyle en yakın üsse götüreceğim"

"Burak planın %99.9'u tahminden ibaret. Garanti olan 0.1'lik kısım da kaçmasına izin verdiğim yer oluyor!"

Burak yavaşça duvarın dibine çöktü.

"Başka çarem yok!"

"Nasıl yok? 1 haftaya adam yakalanacak işte! Ne diye bu kadar..? Yoksa... O kız için mi yapıyorsun bunu? Burak bana bakar mısın?"

Burak sessiz kalarak oturmaya devam etti. Ulaş da onun yanına çöktükten sonra konuşmaya başladı.

"Patlama olacak diyorsun. Adam ölebilir. Sen... Sana bir şey olması konusuna girmeyeceğim. Her operasyonda bu tehlikeyi yaşıyorsun zaten. Hem de bile isteye. Neyse o ayrı konu...Bir patlama olup olmayacağını bilmiyorsun. Belki yata giderken bitirecekler işini. Belki hiç bitirmeyecekler. Belki belki belki... Çok fazla belki var Burak. Bu iş bu kadar basi..."

"Bunu bana mı söylüyorsun? Basit olmadığını biliyorum. Ne zannediyorsun? Anlık verilen bir kararla hareket ettiğimi mi?.. Ben günlerdir uyku uyuyamıyorum Ulaş! O villadan çıkarken ne farkettim biliyor musun? Ben bu planı zaten günler öncesinde kurmuşum. En başından beri bunu yapacağımı biliyordum. O, değil de herhangi biri olsa, yine içim rahat etmezdi. Kimseyi bir teröristin insafına bırakamam. Annesi de orada olacak! O adam şu an her şeyini kaybetmiş durumda. Gözü dönüp de... Anla işte! Onlara bir zarar gelmesine izin veremem"

"Ya o 2 kişi için onlarca hatta yüzlerce kişi ölürse?.. Seni tanıyorum. O adam ölürse, kendin gidip teslim olursun. Bütün sorumluluğu üstlenerek... Ne zannediyorsun? Böyle bir durumda dayının, babanın hatırına seni affedeceklerini mi? O adam ölürse, elinizdeki belgelerin gram işe yaramayacağını ben bile biliyorum. Bu durumda üsttekiler bunu cezasız bırakmazlar. Bir kız için askerliğini yakmaya değer mi?"

"Değer" diye fısıldadı Burak. Ulaş şok içinde Burak'a döndü.

"Değer??? Sen neden asker oldun Burak? Nedenlerin çok, biliyorum. Fakat asıl neden o adam değil mi? Sen deliler gibi ölmek istemene rağmen yıllardır o şerefsizi yakalamak için yaşamıyor musun? Onu bulmak için gördüğün her deliğe bakmıyor musun? Şimdi kalkmış bana askerliğinin umrunda olmadığını söylüyorsun! Ne zannediyorsun! Şu an bile onu bulamazken... Sıradan biri olduğunda bulabileceğini mi? Diyelim ki buldun. Asker değilken... Ona ne yapabileceksin?.. Bütün savaşın, kendi ellerinle ona kelepçe takmak için değil miydi? Şimdi ne değişti? Kızın biri için tüm bunları elinin tersiyle atacak mısın yani? Bu kız tüm bunlara değe..."

"DEĞER!!! KAHRETSİN! Değer tamam mı? Onun için değer!!! Hiçbir şey umrumda değil! Anlamıyor musun? Şu an bile... ÇILDIRIYORUM!! O adamın ona zarar verebilme düşüncesi beni çıldırtıyor. Ben onu, öz babasından bile korumak isteyecek kadar çok..." Burak cümlesini tamamlamadan sustu.

Ulaş, yıllardır tanıdığı arkadaşına baktı. Bu basit bir kız meselesi değildi. 'Nasıl anlamadım? Burak'tan bahsediyoruz. Şu ana kadar hayatından ,öylesine dahi olsa, bir tane bile kız geçmemiş olan... Burak, o kıza aşık olmuştu. Tüm nedenlerini, doğrularını, hayatını hiçe sayacak kadar çok...' diye düşündü.

Burak, kızarmış gözlerini duvara dikti ve konuşmaya başladı.

"Hani sordun yaa 'O şerefsizi... O şerefsizi yakalamak için asker olmadın mı?' diye. Doğru! En büyük nedenim olmasa da en büyük hedefim o. Çünkü... O zamanlar ben... Küçüktüm. Hiçbir şey yapamadım. Elimden hiçbir şey gelmedi. Sadece... Sadece izledim. O yüzden ya zaten ölmek istemem. Yaşamayı haketmiyorum! Allah kahretsin ki ölmeyi de beceremiyorum... Ben tekrardan bu şekilde perişan olmak istemiyorum Ulaş. Sırf intikamım uğruna hiçbir şey yapmayıp onu... Onu kaybedersem diğer dünyada annemle babamın yüzüne nasıl bakacağım ben. Onlara ne diyeceğim?? 'Askerliğim yanmasın istedim o yüzden de... Onu yaktım.' mı? O yanarsa ben kül olmadan durabilecek miyim peki? Kumar oynadığımın farkındayım. Bencilliğinse âlasını ediyorum. En ufak bir terslik başka insanların hayatına mâl olabilir. Fakat ben zaten 11 yaşımdayken o insanlar için her şeyimi kaybettim. Bir kez daha diğergamlık yapıp, onu da kaybedemem. İnan bana... Hiç kimse, bunu yapacak kadar fedakar olamaz! Şimdi... Bana yardım edecek misin? Yoksa etmeyecek misin?

"Adamımızın adı ne?" diye sordu Ulaş, Burak'ın elinde duran belleği alırken.

Şimdiki Zaman

Ulaş biraz duraksadıktan sonra "Evet! Burak Aslan'ı tanıyorum" diyerek Hilal'in sorusunu yanıtladı.

Hilal, gözlerini kapatarak arkasına yaslandı. Gözyaşları akmaya başladığında elleriyle yüzünü kapattı. Burak, onu o adamın insafına bırakmamıştı. Babası olduğunu sanmasına rağmen...

Bir süre gözyaşlarının akmasına izin verdikten sonra toparlandı. Şimdi alması gereken yanıtlar vardı. Gözyaşlarını sonraya saklayabilirdi. Gözlerini sildikten sonra Ulaş'a döndü.

"Seni o gün bizim eve gönderen Burak'tı değil mi?" diye sordu.

Ulaş sessiz kalınca "Sorularımı cevaplamayacaksın sanırım?" dedi Hilal acı bir şekilde.

"Burak bunu öğrenirse... Büyük ihtimal bir daha yüzüme bakmaz. Onu kaybedemem... Ayrıca ne kadarını bildiğini veya ne kadarını anlatmam gerektiğini de bilmiyorum!"

"Ona bunu söyleyecek kadar aptal değilim. Burak konuştuğumuzu öğrenmeyecek. En azından... Sabrımı taşırana kadar. Kendimi inatçı sanırdım. O benden daha beter. Kabullenmiyor. Kabullenecek gibi de durmuyor" diye mırıldandı Hilal.

"Bunun nedeni... İnadı değil. Ve öyle baktığına göre sen de bunun farkındasın."

"İnat olmasını dilerdim. İnadıyla başa çıkabilirim. Ama korkularıyla... Düşündükçe imkansızlığı artıyor. Şu an seninle konuşurken bile 'Ben kim, onun korkularını aşmasını sağlamak kim?' diye düşünüyorum"

"İnan bana! Bunu bu hayatta yapabilecek biri varsa o da sensin! Ondaki yerini bilseydin... Bu cümleyi kurduğun için kendinden utanırdın!"

Hilal çaresizce Ulaş'a baktı ve konuşmaya başladı.

"Bugün... Onunla karşılaştım. Asker olduğunu öğrendim. Neden bana yaklaştığını... Komik olan ne biliyor musun? Aramızdakileri başlatanın hep ben olduğunu sanmıştım. O gün onu kütüphanede gördüğümde... Bile isteye yanına gitmiştim çünkü. Tesadüf olduğunu düşünmüştüm. Belki... Belki de kader... Fakat hepsi planmış. Bunu hatırladıkça kandırılmış hissediyorum. Sonra yaşadıklarımız aklıma geliyor. Bana anlattıkları... 42 gün boyunca sürekli konuştuk biliyor musun? Pazar günleri kütüphaneye gitmesem bile mutlaka birimiz bir mesaj atıyor ve yazışmaya başlıyorduk. Sonra bir bakmışız saatler geçmiş. Bugün ise bana öyle şeyler söyledi ki... Bir an çekip gitmek istedim."

"Hilal, ben aranızdakilere karışmak istemiyorum. Burak... Kan kussa 'kızılcık şerbeti içtim' der. Bu yüzden söylediklerimle, yaptıkları oldukça çelişkili olacaktır. Sadece şunu bil! Seninle yakınlaşmaya mecburdu. Fakat seninle konuşmaya mecbur değildi... Anlattığın Burak, benim tanıdığım Burak'tan oldukça farklı! Benim tanıdığım Burak sessizliğiyle meşhurdur. Hele kendini anlatması, dünyaya uzaylı istilası olmasından daha imkansızdır. Bu olduğuna göre... Sanırım yakında bir istila olacak ha?"

Hilal, Ulaş'ın onu neşelendirmek için yaptığı şakayla tebessüm etti.

Merakla Hilal'e bakan adam en başından beri merak ettiği soruyu sordu."Nasıl karşılaştınız? Daha da önemlisi... Adını ve asker olduğunu nasıl öğrendin?"

"Sinan Binbaşı sayesinde"

"Sinan dayı mı? Nasıl yaa?"

"Psikoloğum biliyorsun. Aynı zamanda beden dili uzmanlığım da var!"

"Yani?"

"Yanisini sen tahmin et. Anlatamayacağım şeyler var!"

"Seni ekibe aldı!" dedi Ulaş şok olmuş bir sesle.

"Evet! Sabah karşılaşana kadar bilmiyordum. Sinan Binbaşının kim olduğunu, Burak'ın girdiğim ekipte olduğunu... Sinan Binbaşı bir nevi ikimizi de kandırdı. Şu an imzaladığımız sözleşmeden dolayı elimiz kolumuz bağlı durumda. İstesek bile 2 yıl boyunca ekipten ayrılmayacağız. Hal böyle olunca... Burak çıldırdı!"

"Sinan dayı yaşıyor değil mi?" diyen Ulaşla güldü Hilal.

"Yaşıyor. Şimdilik!"

"Burak... Şu an nerede?" diye sordu düşünceli görünen Ulaş.

"Bilmiyorum. İlk başlarda beni kırmak için tonlarca şey söyledi. Sonra... Ekip'e girmek için teste taabi tutulduğumu duyunca... Çok kızdı. Herkesin önünde binbaşının yakasına yapışacak kadar, onun öz dayısı olduğunu açıklayacak kadar çok... Sonunda da çekip gitti"

"Klasik Burak. Kafası atınca hiçbir şeyi umursamadan ortadan kaybolur. Lisede de böyleydi bu."

"Lise? Lise arkadaşı mısınız?"

"Evet"

"Bu soruma cevap verdiğin gibi... Diğerine de cevap versen olmaz mı? Sadece 'evet' ya da 'hayır' diyeceksin. Çok şey istemiyorum."

"Cevabı biliyorsun zaten. Neden duymak istiyorsun?"

Hilal gökyüzüne çevirdi bakışlarını bir süre durduktan sonra tekrardan Ulaş'a döndü.

"Kalbim hislerime güveniyor. Ama beynim sürekli benimle savaş halinde. Özellikle bugün olanlardan sonra... İnsanın; 'Yaşanan her şey yalandı!' diyerek onu aşağılayan, bununla yetinmeyip kovan birinin karşısına geçip de 'Sana inanmıyorum!' demesi sanıldığı kadar kolay değil. Gerçekten de bugün söylediklerine inanmıyorum ama... O kadar acımasızdı ki... Sözleri 'Keşke tekrar karşılaşmasaydık. Onu sadece hırsız olarak bilseydim' dedirtecek kadar çok canımı yaktı. Bugün buna katlanabildim. Ya yarın? Ya ondan sonraki gün?.. Geçmişinde kaçtıklarından dolayı böyle davranıyor bunun farkındayım. Ama beni sürekli iten bir adama karşı ne yapabilirim ki? Beni sürekli sözleriyle yaralarken nereye kadar savaşabileceğim? Gün gelecek 'Acaba?' demeye başlayacağım. 'Acaba ben mi yanlış anlıyorum? Gerçekten de... Her şey sadece operasyon için miydi?' Eğer bu olursa ben, ben olmaktan çıkacağım. Kendime güvenmeyi bırakacağım. Bunu istemiyorum Ulaş. Ayrıca... Vatan için, masum insanlar için bana yaklaşmasını bir şekilde kaldırabilirim ama... Bu uğurda annemi ve beni tehlikeye atmış olmasını kaldıramam. Eğer sen, gerçekten de her şeyden habersiz bir şekilde, elindeki belgelerden dolayı gelmişsen... Burak, beni hiçe sayarak tehlikeye atmış demektir. Beni böyle önemseyen(!) biri içinse savaşım... Bu savaştan daha fazla yara almadan çekileceğim. O yüzden duymak istiyorum. O gün kendin mi geldin yoksa... Burak mı gönderdi?"

"Burak gönderdi. Üsttekilerden habersiz..." diye mırıldandı Ulaş.

Hilal, şok içinde Ulaş'a baktı. "Nasıl üsttekilerden habersiz? Bunu öğrenirlerse..."

"Askerliği tehlikeye girecekti. Belki de askerlik denen bir şey kalmayacaktı. O yüzden diyorum ya 'Burak'ı geçmişiyle yüzleştirebilecek tek kişi sensin!' diye. Her asker 'askerliği' yaşam sebebi sayar. Burak içinse... Asker olmak yaşamın ta kendisiydi. O senin için... Yaşamını bir kenara bıraktı. Hala seni hiçe saydığını mı düşünüyorsun?"

Hilal yanağına ıslatan yaşlarla başını öne eğdi. Aylarca suçladığı adam onun için tüm yaşamından vazgeçmişti. 'O yapması gerekeni fazlasıyla yapmış. Bundan sonrası bende. Ona rağmen ,onunla, bizim için savaşacağım. O yaralı adamı iyileştireceğim.' diyerek kendi kendine söz verdi.

Ulaş, ağlayan kıza baktı ve sessiz kaldı. Söylemesi gerekenden çok daha fazlasını söylemişti zaten. Arkasına yaslanırken 'Oğlum Burak sert kayaya toslamışsın. Bu kız sen ne yaparsan yap seni bırakmaz. İyi ki de öyle!' diye düşündü.

Hilal yaşlarını silip Ulaş'a döndü. "Fazla sulugöz ve zayıf olduğumu düşünüyorsun değil mi?"

"Yok! Öyle düşünmüyorum. Çoğu insanın aksine ağlamanın bir erdem olduğuna inanırım. İnsanı, insan yapan gözyaşları değil mi? Ağlamak insanın en güzel silahıdır. Ruhunu temizler, güç verir... Ayrıca zayıflık ve sen? Güldürme beni. Sen çok güçlü bir kızsın Hilal. 3 ay önce hayatın alabora olduğu halde hala ayaklarının üzerinde duruyorsun. Kolay olmayacağını bilsen de savaşmaktan kaçmıyorsun. Saatler önce çok büyük bir yüzleşme yaşamana rağmen... İnandıkların uğruna çabalayıp, cevaplar arıyorsun. Seni tanımadan önce Burak'a 'Bir kız için bunu yapmaya değer mi?' diye sormuştum. Onun da dediği gibi değermiş... Burak bu dünyada tanıdığım en cesur insan. Söz konusu başkalarıysa bir salise bile düşünmez ateşe dalar. Fakat kendisi olunca... O cesur insan kayboluyor. Kaçarak kendini koruyabileceğini düşünüyor. Her şeyin farkında ,her yönden, ama göz göre göre inkar ediyor. Bütün bunları söyleme sebebim... Onu ikna etmek sandığından bin kat daha zor olacak. Yaralarını iyileştiremeyeceksin mesela. Merhem olacaksın evet ama... Hep izi kalacak. Bunun bilincinde olmalısın. Olur da bir gün vazgeçeceksen... Bu yola hiç çıkma ve yol yakınken vazgeç!"

"Yol yakın falan değil Ulaş. Karadan ayrılalı çok oldu. Geri dönemem. Dönmeye kalkarsam boğulurum. Özellikle de bugün öğrendiklerimden sonra..."

Ulaş'ın dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. "Ne diyeyim? O zaman kardeşim sana emanet. Seni delirttiği kadar delirt onu! Benden tam yetki"

Hilal 3 aydır kalbine baskı yapan sancının hafiflemiş olmasıyla kahkaha attı.

"Emredersiniz amirim! Bugünkü delirtme hakkımı kullandığımı düşünüyorum... Gerçekten çok teşekkür ederim Ulaş. Bugünü unutmayacağım. Artık bu dünyada bir dostun daha var. Bir sıkıntın olduğunda ,ne zaman olursa olsun, ara beni! Elimden geleni yaparım" dedi Hilal ayağa kalkarak.

Ulaş elini uzatınca Hilal kaşlarını çattı. "Ben dost diyorum adam elini uzatıyor" diye söylendi.

Ulaş gülerek "Gel buraya deli kız!" dedi ve Hilal'e sarıldı.

Taksi durağına doğru yürürlerken Ulaş "Bizim diğer deliye iyi bak! Çok yakında 'iki deli bir araya gelmemeliydi' şarkısını siz ithaf etme dileğiyle" dedi.

"Off Ulaş yaa! Dilek iyi de şarkı... Ben slowcu insanım. Lütfen yapma!"

"Aaa! Şarkı zevkleri de aynıymış. Yesinler!"

"Sen bizim asıl tanışmamızı bilmiyorsun anlaşılan. Neyse o da başka günün hikayesi olsun. Sonra görüşürüz!" dedi ve Ulaş'ın taksiye bindirmesiyle eve doğru yola çıktı.

🐺

Fabrikadan şehre kadar bir an bile durmadan arabasını hızla süren Burak, gençlik merkezine ulaşınca arabasının kontağını kapattı ve indi. Karşısındaki mekana bir süre baktıktan sonra hızlıca içeri girdi. Onu gören kadına konuşma hakkı tanımadan üst kata çıktı ve odaya girip kapıyı kilitledi. Odayı incelemeden yerdeki sopayı aldı.

Nimet teyze gençlik merkezini kurduğunda bir öfke odası da kurmuştu. İlk olarak Japonya'da 2008 yılında açılan ve insanların öfkesini atmak için kurulan bu öfke odaları, Nimet teyzeye oldukça yaratıcı gelmiş ve gençlere farklı bir terapi uygulamak amacıyla merkezi açarken yetkililerle görüşmüştü. Onların onayıyla açılan odada çeşitli sopalar ve coplar bulunuyordu. Bunlarla odanın içinde bulunan çeşitli cam eşyalar (bardak, tabak vb.), tahta sandalyeler ve daha nice nesneyi istediğin gibi parçalayabiliyordun.

Burak elinde tuttuğu beyzbol sopasını masanın üzerinde duran bardaklara doğru savurdu. Kırık cam parçaları etrafa saçılırken, bu sefer hedefine masayı aldı.

Dakikalar sonra elindeki sopayı yere bırakan Burak, duvarın dibine çöktü. Yanındaki cam parçalarına bakarken büyük bir camı eline aldı. Bir süre elinde tuttuktan sonra cam parçasını bileğinin üzerine koydu ve gözlerini kapattı. "Çok yoruldum" diye fısıldayarak camı bileğine bastırdı. Aklına ela gözlerin gelmesiyle, bir haykırış koparıp camı fırlattı.

"Nasıl dayanacağım? Gözlerine baktığım an tuzla buz olurken nasıl ondan uzak duracağım? Bir gülümsemesiyle istemsizce tebessüm ederken... Gözyaşlarını görünce dünyayı yakmak isterken... Nasıl onu umursamıyormuş gibi yapacağım? Nasıl?" diye mırıldandı Burak.

Gözlerini kapattığında gözünden yaşlar düştü. Aklından onlarca kötü senaryo geçerken mırıldandı.

"Onu bana mahkum edemem."

Bir süre ,kendisi gibi, paramparça olmuş cam parçalarıyla bakışan Burak ayağa kalkarken bir parçayı alıp cebine attı. 'Ne olur ne olmaz!'

Ayağa kalkan Burak kapıyı açtı. Açmasıyla Nimet teyzesinin ona sarılması bir oldu.

Geri çekilen kadın "Oğlum çok korkuttun beni!" dedi korkmuş bir sesle. Kahverengi gözleri oldukça endişeli bakıyordu.

"İyiyim ben!"

"Yalancı! Yeşillerin kıpkırmızı olmuş. Aha gözlerini de kaçırdın. Elini de mahvetmişsin zaten. Ne diye koruyucu tulumu giymedin?"

"Teyze" dedi Burak yorgunca.

"Söyle teyzesinin biriciği. Anlat! Ne oldu da bu hale geldin?"

"Konuşmak istemiyorum. Saçma bir şey yapmayayım diye buraya geldim. Lütfen beni buna pişman etme!"

"Tamam tamam. Soru yok! Gel sana bir kahve yapayım. Eline de baka..."

"Gerek yok! İşlerim var... Bakma şöyle! Vicdan azabı çekiyorum sonra seni üzdüğüm için."

Nimet, elini oğlu saydığı Burak'ın yanağına koydu.

"Buraya 3 ay önce de bu şekilde gelmiştin. Yine neyden kaçıyorsun be oğlum? Yetmedi mi kendine çektirdiğin bu acı? Yıllar oldu. Birileriyle konuşsan... Profesyonel bir yardım alsa..."

"YAPMA! Anlatabilseydim hiç tanımadığım bir yabancıya değil de size anlatırdım zaten. Yapamam! O günü tekrar yaşamaya kalkarsam... Bu sefer kendimi öldürmeme hiçbir güç engel olamaz! Beni düşünmeyi BIRAKIN ARTIK!!! Yaptıklarınızın bana yararından çok zararı dokunuyor. Bunu görün lütfen! Yalvarıyorum beni benimle bırakın!"

"Bizi de anla Burak! Sen gözlerimizin önünde eriyip giderken biz hiçbir şey yapamıyoruz. Bu bizi kahrediyor. Yine de... İstediğin gibi olsun. Sana karışmayacağım. Ama sen de kendine dikkat edeceksin. Canın hepimiz için çok kıymetli!"

"Ne kıymet ama(!). Ben kıymetli canım yüzümden bu haldeyim. Eğer..." dedi ve sustu Burak.

"Yine yarım bıraktın cümleni. Bir kere de susmasan."

"Konuşursam sonrasında çok pişman olacağım şeyler söylerim. Söylediklerim için özür dileyip, af dileceğim insanlar ise... Toprağın altında. Özür için yanlarına gitmeme izin vereceğiniz güne kadar... Susmaya devam edeceğim" dedi ve kaçarcasına çıkış kapısına yöneldi. Gitmeden önce Nimet teyzesini yanaklarından öptü.

"Hadi Allah'a emanet ol Nimetim benim! Yakın zamanda müthiş kekinden yemeğe geleceğim. Söz!"

"Kendine iyi bak oğlum. Sen de Allah'a emanet ol!"

Arabasına binen Burak, telefonunun tuş kilidini açtı. Aradığı ismi bulunca arama tuşuna bastı. Birkaç çalıştan sonra "Emredersiniz komutanım!" diyerek açılan telefonla gözlerini devirdi ve "Zevzek" diye mırıldandı.

"Doğru söyleyin beni telefonunuza zevzek diye kaydettiniz, sonradan da adımı unuttuğunuz için sürekli bu hitabı kullanıyorsunuz di'mi yüzbaşım?"

"Korkut gerçekten hiç havamda değilim. Bu konuşmalarını ve neşeni sonraya saklayalım olur mu?"

"Sonraya? Hangi sonra? Ne zaman işin düşse o zaman ancak arıyorsun. Allah bilir bir daha muhteşem sesini ne zaman duyacağım. Gül cemalini görme kısmına girmiyorum bile."

"Haklısın! Fakat sen de tempomuzu biliyorsun. Ya sen görevdesin ya ben. Ne yapalım? Bizim hayatımız da böyle işte."

"Bağlanma kimseye, kaybedersen kalırsın öylece... Kesinlikle!"

Duyduğu cümleyle başını arkaya yasladı Burak. Yıllar önce söylemişti bu sözü. Bir gün ağırlığını tam kalbinde hissedeceğini bilmeden...

"Eee. Sorun ne abi?" diyen Korkut'la düşüncelerinden sıyrıldı.

"Bizim ekibe yeni biri geldi. Ona... Kabul için bir test uygulanmış. Kimin uyguladığından haberin var mı?"

"Hilal'i mi diyorsun?"

"Hilal? Tanıyor musun? Sakın bana testin içindeydim deme!"

"İçindeydim ama söylememi istemiyorsan o zam..."

"Korkut kes zevzekliği! Şu işi doğru düzgün anlat!"

"Abi sen iyi misin? Bu nasıl bir ses tonu?"

"KORKUT!"

"Tamam. Sakin ol şampiyon! Kızı almaya bir arkadaşla ben gittim. Şu zamana kadar test için onca kişiyi aldım böylesini görmedim. Kızın ağlayıp zırlamasını beklerken bizi şaşırtıp saldırdır. Bacağıma tekme attığı yetmedi, bir de yumruğundan nasiplendirdi. Bu fiziksel kısımdı. Serkan'ın psikolojik baskısına kar..."

"Serkan? Testi Çakal mı uyguladı?

"Evet. Gönlün rahat bir şekilde ekibe alabilirsin kızı. O kızdan size zarar gelmez."

"Korktuğum bu değil zaten! Bizden ,benden, o kıza bir zarar gelmesi" diye mırıldandı Burak.

"Anlamadım abi? Ne dedin?

"Bir şey demedim. Sağol! Sonra görüşürüz"

"Görüşürüz abi"

Telefonu kapatan Burak, arabayı çalıştırdı ve gaza bastı.

Askeri üsse geldiğinde kendini tanıtıp süratle içeri girdi. Aceleyle 3. Kata çıkıp sağdan ikinci kapıyı hızla açtı. Arkası dönük Serkan, açılan kapıyla konuşmaya başladı.

"Destur! Bir kapı böyle mi açılı..? Alfa? Hayırdır? Bir şey mi oldu?"

Burak onu bakmadan odadaki diğer askerlere döndü ve "ÇIKIN DIŞARI!" diye emretti.

Askerler önce birbirlerine sonra da komutanları olan Serkan'a döndüler. Serkan kaşları çatık bir şekilde karşısındaki dostunu inceliyordu. Öfkeli halini görünce olayın büyümemesi adına askerlerine "Dediğini yapın!" diye emir verdi.

Askerler çıktıktan sonra "Sen ne yaptığını zannediyorsun? Burası dingonun ahırı mı? Nerede olduğunu farkında değil misin oğlum? Her ne olduysa... Bütün üsse meze olmaya lüzum yok!"

"İstedikleri malzemeyi alıp, meze yapıp istedikleri taraflarına sokabilirler... Oradan bakınca onları umursuyor gibi mi görünüyorum?

"Umursamalısın! Neyse... Patlamaya hazır bir bomba gibisin. N'oldu?"

"Dün yaptığınız kabul testi... Videosu nerede?"

"Mesele bu mu? Kız testi geçti. Videoya ne gerek var?.. Bize güvenmiyor musun?"

"Nerede diye sordum?"

"Üstekilere verdik. Üzgünüm(!). Bizim sözümüze kaldın" dedi Serkan alaycı bir sesle.

Burak derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Düşünecek kadar sakinleştiğinde odadaki bilgisayara doğru yürüdü ve açma düğmesine bastı.

"Napıyorsun?" diye yanına gelen Serkan'ı takmayarak bilgisayara rastgele bir şifre girdi. 'Şifre yanlış' uyarısı verince ikinci kez girmek için harekete geçti. Serkan onu engelleyerek omzundan tuttuğu gibi duvara fırlattı.

"DELİRDİN Mİ??? O şifreyi bir kez daha yanlış girdiğin anda bütün sistem kendini kapatacak. Ardından alarm ve kilit sistemi devreye girecek. BİLMİYOR MUSUN?"

Burak boş gözlerle Serkan'a baktı. "Yedek videoyu bu gece imha etmen gerekiyor. O imhadan önce bana izleteceksin! Bilgisayarı açmaya yanaşmıyorsan herkesi buraya toplarım. Başıma gelecekler gram umrumda değil. Kararını vermek için 2 dakikan var!"

"2 dakika fazla" diye mırıldanan Serkan bilgisayarın fişini çekti.

Burak alayla güldü. "Gerçekten mi? Tekrar fişi takamayacağımı düşünmen komik(!)"

"Gerekirse seni bayıltırım. Bana bunu yaptırma! O video bana zimmetli. Kurallar var! Bunu en iyi sen biliyorsun... Anlayamıyorum yaa. Bu kızın videosunu izlemen neyi değiştirecek ki? Sözleşme imzaladı. İstesen de ekipten atamazsın. Ayrıca videoyu hatim etsen bile kızın bir hatasını bulamayacaksın."

"İzletmeyeceksin yani?"

Serkan koltuğa oturup bıkkınca nefesini verdi.

"İyi o zaman!" diyen Burak kapıya yöneldi.

Serkan arkadaşının bu hareketine anlam veremedi. 'Burak istediğini almadan gidiyor muydu yani? İmkansız!'

Burak'ın ses tonu ve duruşu garip olduğundan şüpheyle dostunu incelemeye başladı. Yaralı ellerini gördüğünde kaşlarını çattı. Hızla ayağa kalkıp tam kapıyı açacakken kolundan tutarak onu durdurdu.

"Nereye? Hem bu halin de ne? Ne oluyoruz Burak?.. İstediğini almadan sakince gidecek misin? Bu senlik bir hareket değil. Saçma bir şey yapmayacaksın değil mi?"

Burak kolunu kurtardı. "İstediğimi almayacağımı kim söyledi? Saçma bir şey de değil. Bence oldukça mantıklı."

"Ne mantıklı?"

Burak'ın yüzünde soğuk bir tebessüm belirdi. "Buradaki bilgisayarı açmaya kalkmam gerçekten saçma olur. Ehh neyse ki videodan bir tane daha var!"

"NE? Ana üssün arşivine sızmayı düşünmüyorsun değil mi?"

"Tam olarak onu düşünüyorum"

Sinirleri bozulan Serkan gülmeye başladı. Burak birkaç saniye ona baktıktan sonra "İzninle" diyerek kapının kulpunu tuttu. Serkan'ın bir anda onu tutup çekmesiyle geriledi.

"Çakal gerçekten seninle uğraşacak vakt..."

"Neden? O videoda hayatını tehlikeye atacak kadar önemli ne var?

"Görmek istiyorum" diye mırıldandı Burak.

Serkan sessizce dostuna ,silah arkadaşına, baktı. Onu en son 4 yıl önceki görevlerinde bu kadar berbat bir halde görmüştü. O görev, gerçek Burakla tanıştırmıştı onu. Ve Burak'ın 'Yapacağım!' dediği bir şeyi ne olursa olsun yapacağını biliyordu Serkan.

"Bu doğru değil" diye mırıldanırken bilgisayara doğru yürümeye başlamıştı bile. Bilgisayarı açıp şifreyi girdi. Videoyu da açtıktan sonra "Bana bunu yaptırdığına inanamıyorum!" dedi söylenerek.

Burak sessiz kalarak bilgisayarın başına geldi. Fareyi 'oynat' tuşunun üzerine getirdi ve duraksadı. Korkuyordu. Göreceklerinden, duyacaklarından, en çok da onun yaşamış olduğu ,berbat ötesi, deneyimin sonucu olarak ruhunun vermiş olduğu tepkiden... Yine de öğrenmeliydi. Kelebeğinin kabuslarına konu olan olayı öğrenmesi gerekiyordu. O kabusları dindiremeyecek olsa da... Bilmeliydi.

Fareye tıklayan Burak oynamaya başlayan videoyla derin bir nefes aldı.

Sakin olmaya çalışarak videoyu izlerken Hilal'e tokat atıldığını görünce, sadece yumruklarını sıktı. Onu pür dikkat izleyen Serkan'ın farkındaydı. Şu an videoyu izlemeyi bırakırsa bir daha bu şansı elde edemeyeceğinin bilinciyle sakinleşmeye çalıştı. Ne kadar başarılı oldu orası tartışılır.

Çok geçmeden izlediği sahneyle başı dönmeye başladı.

("Korkmuyor musun? Başına geleceklerden..."

Hilal bu soruyla adama baktı ve "Korkuyorum... Ama başıma geleceklerden değil. Vatan haini olmaktan... Vatan haini olmaktansa, vatanım için şehit olurum" dedi.

"Seni öldüreceğimden fazla eminsin. Senin gibi güzel bir kızın ölmesi yazık olur. Ölmek için yalvartabilirim... Yine de değer mi?")

Duyduklarının bir gün gerçek olabilmesi ihtimalini düşününce Bırak'ın nefesi kesildi. Usulca elini cebine atarak ,gelmeden hemen önce cebine attığı, cam parçasını kavradı. Elinin acısıyla camı biraz daha sıkarken önündeki sahneye odaklanmaya çalıştı.

Yaşadıklarının bir test olduğunu öğrenen Hilal güçlü durmaya çalışsa da dolan gözleri farketmişti Burak. 'Dayı onu bu işlere nasıl bulaştırırsın?' diye düşündü isyan ederek.

Kısa süre sonra elini bileğine götüren Hilal'in yüzünden acı bir ifade geçmesiyle yerinde doğruldu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken ("Bilekliğim... Nerede? Biliyor musun?) sorusunu duyunca inledi. Gözleri dolarken bir kez daha farkına vardı. Ne teröristler ne de herhangi birisi... O kıza hiç kimse onun kadar zarar veremezdi. Bunu ispatlarcasına ekrandaki ,gözleri kızarmış olan, Hilal şu cümleleri kurdu.

("Benim yaptığım ketumluk değil. Bazen gerçekler o kadar acı gelir ki insana 'susarsam belki geçer' diye ümit eder ve susasın. Gerçi... Akıl anılara, kalp ise duygulara hapisken... Geçmesi imkansız" diye mırıldandı Hilal.)

Video bittiğinde Burak birkaç dakika kımıldamadı. Daha doğrusu kımıldayamadı. Aklını Hilal'in gözleri ve sözleri işgal ediyordu. İstediği olmuş Hilal'in kabuslarına konu olan olayı öğrenmişti. Bununla da kalmamış kendi kabuslarına da bu olayı katmıştı. Psikolojik olarak çöken Burak sinirle gülmeye başladı.

"Kardeşim? İyi misin?" diyerek ona bakmaya çalışan Serkanla Burak'ın öfkesi arttı. Cam parçasını usulca bırakıp yumruk yaptığı elini cebinden çıkararak Serkan'ın suratına bir tane geçirdi. Bu o tokat için...

Hilal'e yaptığı iğrenç imayı hatırlarken böyle bir ihtimali düşünmesine sebep olduğu için 2. ve 3. yumruğu da attı. Tam 4. kez vuracakken Serkan onu engelledi.

"1. tamam. Hadi 2'yle 3'e de tamam. Ama 4. olmaz kardeşim" diyen Serkan hızlıca Burak'ı yere yapıştırarak yakasından tuttu.

Burak, Serkan'ın karşılık olarak ona vurması ümidiyle gözlerini kapattı. Beklediği olmayıp da Serkan ona vurmayınca "Hadi ne bekliyorsun?" diye mırıldandı gözlerini açarak.

Serkan yumruk yaptığı eli havada sessizce ona bakıyordu. Yumruğunu indirip Burak'ın üzerinden kalktı ve yanındaki duvara yaslandı.

"4 yıl önce de bunu yapmıştın! Sırf unutmak için o adamların sana işkence etmesine bile isteye izin vermiştin! Hadi o zaman yakalanmıştık zaten buna maruz kalacaktık da... Şimdi ne yapacaksın? Benden yediğin iki yumrukla yetinmeyip bir terörist grubunun içine kendini atıp 'Hello! Ben askerim. Etim de kemiğim de sizin!' mi diyeceksin?"

Burak da doğrulup duvara ,Serkan'ın yanına, yaslandı ve "Güzel fikirmiş!" dedi.

"Güzel fikir?? Oğlum senin en acilinden akıl hastanesine yatman lazım!" dedi Serkan sinirli bir sesle.

"Uyutmayacaklarını bilsem kabul edebilirdim aslında."

"BURAK!!"

"Evet?"

"Ne oldu? Bu halin ne? Anlat!"

Burak'ın sessiz kalmasıyla, Serkan başını duvara yasladı. İleride gördüğü kan lekelerini görünce elini burnuna attı. Eline çok az miktarda kan gelince kaşlarını çattı. Hızlıca etrafına bakarken Burak'ın kanlı elini gördü. Sinirle derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. İlk yarım çantasını alıp geri dönerken bir yandan da söyleniyordu.

"Gerizekalısın! Gerçekten gerizekalısın! Sonun gerçekten akıl hastanesi olacak. Komutanlar bilerek kendine zarar verdiğini görseler seni görevden alırlar. Sen hala umursamaz bir şekilde kafana göre takıl!"

Burak'ın yanına çöken Serkan "Elini aç!" diye emretti. Burak tepkisiz kalınca "Burak yemin ederim herkesi ayağa kaldırıp yaptıklarını anlatırım. Başta Salih amcayı ararım sonra da süt anneni. Salih amca iki kızar yine söz geçiremez belki ama Sevda annen üzülmekten ve kendini harap etmekten başka bir şey yapmaz. Ayrıca bunlarla da kalmam Ferdi dedeyle Sultan nineye de haber veririm" dedi ciddi bir sesle.

"Yapamazsı..."

"Emin olma! Beni ne kadar çok delirttiğini tahmin bile edemezsin. Şimdi elini aç!"

Burak sinirle elini açtığında Antiseptik Solüsyonu (batticon'u) eline boca etti. Ardından Serum Fizyolojik (tuzlu su) ile yarayı güzelce yıkadıktan sonra cam parçası girmiş mi diye inceledi. Bütün bu süreçte Burak'ın yüzünde bir mimik dahi oynamaması Serkan'ı endişelendirdi. Lokal anestezi yapmak için iğneyi aldığında Burak "Gerek yok!" diyerek engelledi. Serkan onu dinlemeyerek işine kaldığı yerden devam edince Burak, bileğini tutarak durdurdu.

"Şu kadarcık yara için elimi mi uyuşturacaksın gerçekten? Dikmeye başlıyor musun ben mi devralayım?" dedi tehditkar bir sesle.

"Acı çekmeye bayılıyorsun değil mi?" diye mırıldandı anesteziyi geri bırakıp iğneyi alan Serkan.

"Bu ufacık fiziksel acıyı kastediyorsan 'Evet bayılıyorum!' Çok kısa süreliğine de olsa unutmamı sağlıyor" dedi Burak sessizce.

"Neyi unutmanı sağlıyor?"

"Bilmiyormuş gi.."

"O bilekliğin sahibi sensin değil mi? Hilal'in geçmeyen yarası..."

Ve o anda bu cümleyi işiten Burak'ın yüzünde bir acı belirdi. Eline iğne batırılırken mimik dahi oynatmayan adamın tüm bedeni kasıldı. Gözleri feryat etmeye başladı.

Dikişi bitiren Serkan iğneyi kenara koyup bandajı eline aldı. İşi bittiğinde konuşmaya başlayacakken, gördüğü şeyle başından aşağı kaynar sular döküldü.

"Se...Sen..." diye kekeleyerek Burak'ın gömleğini hızla yukarı çekti ve bileğini açığa çıkardı.

"Bu... Bu iz ne kardeşim?" diye sordu fısıldayarak. Burak'ın, bilek atardamarının üzerinde, yeni yapıldığı belli olan hafif ize bakarken.

Burak yine sessizliğini korurken, Serkan artık çıldırma noktasını aşmıştı.

"BURAK CEVAP VER!!! YETER! SUSMA!"

"Ne dememi istiyorsun? Her şey açık değil mi? İntihara kalkıştım. Onda da yapmadım zaten. Boş yere endişeleni..."

"BOŞ YERE!! Abi bi git aynaya ,haline, bak Allah aşkına! Sen... Uyuyabilmek için Xanax mı kullanıyorsun?"

"Uykusuzluk için verilen fakat yan etkilerinde uykusuzluk olan Xanax'tın mı bahsediyorsun?" diye sordu Burak alayla.

"Başka bir şey?"

"İlaç falan kullanmıyorum Serkan! Kabuslarım bana yeterken ilaç alıp ayıkken de halüsinasyon görmeye ne niyetim ne de takatim var!"

"O zaman kendi isteğinle intihara kalkıştın ki bu daha kötü..." dedi Serkan duvara yaslanarak.

"YAPMADIM ama!! Olayı büyütme. Ve kimseye söyleme!"

"Tabii!! Bir gün yarım bıraktığın işi tamamladığında da 'Vah! Tüh! Yazık! Neyse olan oldu" derim(!)"

Burak elini saçına götürdü ve sinirle çekiştirdi. "Anlatamıyor muyum? Benim..."

"Senin yardım alman gerekiyor!"

"NE YARDIMI LAN! Ne yardımı? Herkes bir yardımdır gidiyor. Bana kim nasıl yardım edecek? Hafızamı mı sileceksiniz? Silince şuramdaki nefes aldırmayan acı geçecek mi sanıyorsunuz? O lanet kabuslarla her gün geçmişi itinayla yaşarken nereyi siliyorsunuz? İlaç verince ya da anlatınca geçecek bir şey mi lan bu? Ben 11 yaşımda gözlerimin önünde, annemle babamın öldürülmesini izledim Serkan. Söyle hangi yardım bana bunu unutturabilecek! Varsa öyle bir yardım söyle de ben de artık nefes alayım! YALVARIRIM SÖYLE!" diye haykırdı Burak.

Yaşlar yanağından süzülürken sadece oturdu. Onları silmeye gücü yoktu. Zaten 3 damla damlar sonra kururdu. Yıllardır olduğu gibi... Bir kereliğine de olsa hıçkırarak ağlamak isterdi Burak. Belki az da olsa içindeki sızı dinerdi. Ama her şey gibi kendi bedeni ve ruhu da ona karşıydı.

"Seni ilk defa böyle görüyorum. Yaşadığın öfke patlamaları... En azından dışavurum yapıyorsun. Konuşarak... Bu bile bir gelişme aslında farkında değil misin? Bu gelişmenin nedeni ise... Hilal!"

Konunun istemediği bir noktaya gittiğini farkeden Burak ayağa kalktı. Serkan, kapıya doğru giden dostunun arkasından seslendi.

"BURAK!! Hilal... Annen değil. Sen de baban değilsin. Aynı şeyi yaşayacaksınız diye bir kaide yok!"

Serkan'ın söylediği cümleyle Burak sendeledi. Dudaklarında acı bir gülümseme belirirken arkadaşına döndü.

"Yanılıyorsun Serkan Olcay! Hem de çok yanılıyorsun. Haklısın Hilal... Annem değil. Bir çok yönden benzese de bir çok yönden faklı. Ama ben... Ben babamın oğluyum. Söz konusu vatan olduğundaysa babamın ta kendisiyim. Bu yüzden... Aynısını yaşamamız kaçınılmaz! Bunu ona yapmayacağım. Bu uğurda her şeyimi feda etmem gerekse bile 'biz' diye bir şeyin olmamasını sağlayacağım. Yaşayamam... Aynı şeyi yaşayamam! Ona zarar gelebilme ihtimaliyle bile nefes alamıyorum! Onu da gözlerimin önünde kaybedemem. Daha da kötüsü... Önce... Önce beni yaralayıp sonrasında o... Ona ne yapacaklarını bilemeden, son nefesimi veremem! Olmaz! OLMAZ!"

Burak'ın çaresiz sesi ve kızarık gözleri Serkan'ın kalbini acıttı. Yaşadıklarının kolay olmadığını 4 yıl önce şahit olduğu kabuslarla anlamıştı. Ama... Ama bu kadarını tahmin edememişti. Ki Burak hiçbir şey anlatmamıştı bile. Anlatsa... Serkan duyacaklarından korkmaya başladı. O sadece duyacaklarıyla böyleyken Burak bizzat bunlşamıştı. Söylenecek sözün kalmadığını farkeden Burak odayı terketti. Serkan arkasından bakarken mırıldandı.

"Şimdi kalkıp sana 'Hilal, içindeki o yaralı küçüğe iyi gelecek. Onu kabullen!' desem... Hangi hakla bunu söyleyebilirim ki? Yaşadıklarını 10'da 1'ini bile bilmiyorum. Anlatmıyorsun ki!.. Herkesin istediği tek bir şey var o da mutlu olman. Ama sen en çok ondan korkuyorsun değil mi? Bir keresinde demiştin yaa 'En mutlu günümle, cehennemim aynı gün' diye. 'Mutlu olursam cehennem de peşinden gelecek' diye düşünüyorsun farkındayım. Ama yanılıyorsun! Umarım meraklı sana yanıldığını en kısa sürede kanıtlayabilir"

Loading...
0%