Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm- En Zor Görev

@yasminiesa

Gecenin bir yarısı Hilal'in yatağının üzerinde oturan Aslı "Ben yanlış anladım sanırım! Sen şimdi bana askeri bir time girdiğini mi söylüyorsun? Yeni bir şey de değil. Yaklaşık 1 aydır? Bununla sınırlı olsa yine iyi(!). Ekibe kabul için seni teste taabi tuttular. Geçen gün telefonunu açmadığıda 'Bir an seni kaçırdılar zannettim' dediğimde bana gülmüştün. Şu an karşıma geçmiş aslında gerçekten de bunun olduğunu mu söylüyorsun?" dedi.

Hilal, Sinan Binbaşı'dan aldığı özel izinle ve yazılı gizlilik sözleşmesiyle birlikte Aslı'nın yanına gelmiş ve sözleşmeyi imzalattırdıktan sonra ona her şeyi anlatmıştı. Yıllarını birlikte geçirdiği kardeşi ile arasında hiçbir gizli saklısı olmasın istiyordu Hilal. Ayırıca birisine (Aslı'ya) Burak'ı anlatmazsa çıldırabilirdi. Bu süreçte yanında olacak Aslı'ya her şeyden daha çok ihtiyacı vardı. Fakat Aslı, haklı olarak, gerçekleri öğrendiğinde fazlaca tepki göstermişti.

Arkadaşının verdiği tepkiler oldukça sakindi ve Hilal için bu, öfkeyle söylenmesinden çok daha kötüydü. Söz konusu Aslı olunca öfkesinden değil sakinliğinden korkulmalıydı çünkü Aslı sakinse ya kırılmıştır ya da korkmuştur. Sakin görünerek de bu duygusunu gizliyor demektir. Hilal, arkadaşının öfkesiyle baş edebilirdi ama kırgınlığı ve korkusuyla baş edebileceğini sanmıyordu.

Pişman gözlerle arkadaşına bakan Hilal 'Keşke ona daha önce anlatsaydım.' diye düşündü.

"Aslı..."

"Nasıl böyle bir şey yapabilirsin Hilal? Bu kararı kimseye sormadan alman... Annen ve anneannenin de haberi yok değil mi? Bilseler..."

"İzin vermeyeceklerdi! O yüzden söylemedim!"

"Bana da bu yüzden söylemedin di'mi?"

Soruyu duyan Hilal, arkadaşından gözlerini kaçırdı.

Aslı dolan gözlerini hissedince başını önüne eğdi ve konuşmaya başladı.

"Ne güzel ya(!). Ben kardeşimle aramda gizlimiz saklımız yok diye düşünürken... O, 1 aydır beni ayakta uyutuyormuş. Tüm hayatını etkileyecek bir kararı her şey yaşandıktan sonra da sadece bildiriyor."

Hilal derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.

"Ben Amerikadayken... Haber yapmak için Afganistan'a gittin. Senin tabun olduğu için bu konuyu şu ana kadar açmadım. Şimdi ise sadece tek bir soru soracağım. Eğer annen burada yalnız olmasaydı... Türkiye'ye geri döner miydin?"

Sorusuyla beraber Aslı çaresizce ona baktı. Dolan gözlerinden bir damla yaş düştü.

"Unutmuşum. Hiç tanımadığı insanları analizde bile mükemmel olan senin.. Söz konusu sevdiklerin olduğunda hiçbir detayı kaçırmayacağını. Görüyorsun değil mi? İçimdeki yangını... Herkesten gizleyebilirim ama senden gizleyemem. Hilal, ben Türkiye'ye döndüm mü gerçekten? Her an aklım orada. Her bulduğum vakitte istemsizce orayla alakalı haberlere bakıyorum. Onlar orada acılar içerisindeyken ben burada rahat rahat oturduğum için suçluluk duyuyorum. Oraya gittiğimden beri değiştim. Onların oradaki acı hayatını gördükten, yaşadıktan sonra... Kendi hayatıma şükretmeye başladım mesela. Her şeyi dalgaya vuran kız değilim artık. Sorduğun sorunun cevabını verdim sanırım? Buradan sonrasında ne diyeceğini biliyorum. 'Ben de böyle hissediyorum' diyeceksin. 'İnsanlara yardım etme, onları koruma şansım var. Bundan vazgeçmeyeceğim!'"

Hilal usulca başını salladı. Aslı dudaklarını ısırarak arkadaşına baktı.

"Korkuyorum Hilal! Ben kötülüğü bizzat yaşadım. O adamların acıması olmaz! Sana bir zarar gelmesinden korkuyorum. Fakat ne dersem diyeyim fikrin değişmeyecek. Bunun farkındayım. Bu yüzden söz ver bana! Kendine çok dikkat edeceksin. Başkalarının hayatını kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye atmayacaksın. Mardin'deki gibi yapmayacaksın! O zaman şanslıydın. O asker seni kurtarmıştı. Ama her zaman bu olamaz! Her daim seni kurtaracak biri olmaz! Dikkatli olacaksın! Sen sadece görevini yapacaksın. Gerisini diğerleri tamamlayacak. Aklımın sürekli sende olmasını istemiyorsan söz ver bana!"

"Söz veriyorum dikkatli olacağım!" dedi Hilal arkadaşına güvence vererek. Sonra da mırıldandı. "Zaten benim tehlikeli bir şey yapmama izin vermez."

Aslı merakla kaşlarını kaldırdı ve "Kim izin vermez?" diye sordu.

"Ekiptekilerin hepsi! En çok da... Alfa!"

"Alfa? Bu Alfa'nın... Mardin'deki asker olma ihtimali yok değil mi?"

"O" diye fısıldadı Hilal. Bugün yaşadıkları aklına gelirken derince bir nefes aldı.

Aslı şok olmuş bir şekilde Hilal'e baktı. "Nasıl yaa? Sen şimdi yıllar önceki adamın karşına çıktığını mı söylüyorsun?.. Kadere bak be! Ee anlatsana. Nasıl biri? 3 yıl önce şartlardan ve karanlık olduğundan nasıl biri olduğunu göremedim demiştin. Yakışıklı mı? Umarım sevgilisi falan yoktur. Yıllar sonra karşılaşmanız kesinlikle bir işaret olmalı. Gerçi sen... O ismi lazım değil yüzünden çocuğa yüz de vermezsin şimdi! Halbuki..."

"Burak!"

"Vayy ismi lazım değilin ismini söylemeye başlamışız. Bu iyileşmeye başladığın anlamına mı geli..."

"Alfa... Burakmış!"

"Anlamadım??" dedi Aslı gözlerini pörtleterek.

"Bizzat yaşadığım halde ben de anlayamıyorum. Üsse gittiğimde karşımda Burak'ı buldum. Aslı, bilmediğim o kadar çok şey varmış ki!!"

"İnanamıyorum! Burak aslında asker miymiş? Sıradan bir asker de değil... 3 yıl önce seni kurtaran ve senin etkilenmiş olduğun asker!! Sen şu işi bir baştan anlatsana"

"Bugün Sinan Binbaşıyla üsse gittim. Kapılar açıldığında karşımda..."

🦋

Kahvaltısını bitiren Hilal ayağa kalktı. Kalan çayını da dikledikten sonra, kendisine endişeyle bakan Aslı'ya tebessüm etti. Endişeli bakışlar silinmeyince "Hadi ama Paparazim! Yapma böyle! Böyle yaparsan bütün gün aklım sende kalacak ama!" dedi.

Aslı ayağa kalkıp dostuna sıkıca sarıldı.

"İtiraf ediyorum onların yapacaklarından değil de senden korkuyorum. Çok fedakar birisin Hilal. Bu fedakarlığının bir gün başına iş açmasından korkuyorum!"

"Burak beni asla sahaya çıkartmaz zaten. Boşuna endişeleniyorsun! Hadi ben kaçtım. Akşama görüşürüz."

Apartmandan çıkan Hilal, 10 dakika önce çağırdığı taksiyi görünce adımlarını hızlandırdı. Taksiye yaklaşmışken taksinin gitmesiyle kaşlarını çattı. Telefonunu çıkartmışken "Ben gönderdim" diyen sesi duyduğunda o tarafa döndü.

"Neden?" diye sordu karşısındaki Yağız'a.

"Çünkü seni ben götüreceğim. Hadi atla!" dedi ve arabaya geçti.

Hilal bu emrivakiden hoşnut olmasa da denileni yaptı.

Yola çıktıklarında "Hep böyle mi olacak?" diye söylendi.

"Bizden memnun olmadığını daha ilk günden belli etmeyeydin iyiydi" dedi Yağız muzip bir şekilde.

"Başkalarına bağımlı olmayı sevmiyorum. Hadi akşam 'Hava karardı!' dediniz bir şey demedim. Sabahın 7'sinde ne olabilir ki?"

"Eğer gittiğimiz yer normal bir kesimde olsa... Haklısın. Şehir dışında ıssız bir fabrikaya taksiyle gelemezsin. Dikkat çeker. Bunun farkındasın! Bu yüzden planın benzinlikte inip fabrikaya kadar yürümek. Oralar it kopuk dolu Hilal. 3 kilometreyi tek başına yürümene izin vereceğimizi düşünmen komik(!)."

"Küçükken anneme sürekli 'Abi istiyorum. Neden benim abim yok' derdim. Bilmiyordum tabi böyle olacağını..."

"Övdün mü sövdün mü sen şimdi?" diye soran Yağız ciddi görünüyordu.

"Böyle bir... İlgiye alışkın değilim sadece. Fakat... Alışabilirim sanırım" diye mırıldandı Hilal.

"Yani sen şimdi... Şu ana kadar hiç bir erkekle arkadaşlık kurmadığını mı söylüyorsun? Üniversitede bile?"

"Niye bu kadar şaşırdın ki?"

"Üniversitede gruplar meşhurdur. Kızlı erkekli büyük gruplardan çok vardır. Psikoloji'de de bir farkı olmadığını düşünüyorum. Ve sen de insanlarla hızlı kaynaşıyorsun. Bu yüzden o gruplardan birinde olduğuna emindim. Doğum gününde söylediğin mesele... Ondan dolayı mı uzak durdun?"

Hilal sessiz kaldı. Bu Yağız için en büyük cevaptı.

"Sakın bana tüm üniversite hayatın boyunca tek takıldığını söyleme!" dedi Yağız şok olmuş bir sesle.

"Yok! Tek değildim. Aslında planım oydu. Fakat... Sınıfımda Nisa diye bir deli vardı. Bir an bile beni yalnız bırakmadı. Sonrasında İlayda da bize katıldı. Üçümüz hep birlikteydik. Üç silahşörler hesabı. Yurt dışına da beraber gittik. Nisa yakın zamanda ülkeye dönecek. İlayda'nınsa pek niyeti yok gibi"

"İyi bari! Yalnız olmamana sevindim. Üniversite çok güzel bir ortam. Orada kurulan dostluklar..." Yağız'ın sesi sonlara doğru azaldı.

Hilal, kırmızı ışık yandığından arabayı durduran Yağız'ı incelemeye başladı.

"Eee. Ne görüyorsun?.. Hakkımda tahminleriniz neler bakalım Hilal Hanım?" diye sordu Yağız, Hilal'e bakmadan.

Hilal sessiz kalarak Yağız'a izlemeye devam etti. Bir süre sonra "Gerçekten de söylememi istiyor musun? Dünden sonra..." diye mırıldanarak önüne döndü.

"Dün... Yıllardır duyduğum en mantıklı şeyi söyledin. Ben... Ailem sağolsun(!) fazla cahil yetiştirildim. Askeriyeye girene kadar namaz surelerini bile bilmiyordum. Küçükken dedemle cuma ve bayram namazlarına giderdik. O vefat ettikten sonraysa askeriyeye kadar hayatımda namaz yoktu. Yaşanan her şeyin Allah'ın takdiri olduğu gerçeğini aşılayan bir ailem olmadığından... Hala bunu kabullenmekte zorlanıyorum. Ama haklı olduğunu biliyorum. Bunu kabullenebildiğim gün... Geçmişimle yüzleşebilirim sanırım. İnsanları etkilemek gibi bir yeteneğiniz var Küçük Hanım. O yüzden asla konuşmaktan çekinme!.. Acılarımızla yüzleşmekten kaçındığımız her saniye boğuluyoruz. Ve ben artık nefesimi tutmaktan çok yoruldum."

Son cümlesini isyan edercesine fısıldadı Yağız. İstanbul trafiğine takılan ikilinin önünde oldukça uzun bir yol vardı. Hilal, Yağız'a baktı ve aklındaki soruyu sordu.

"Kaç yaşındasın? Burak 28 yaşında. Emre'den 2 ay büyük olduğunu söylemişti. O yüzden Emre de öyle. Tuncay'ın dün anlattıklarından yola çıkarak Onur'la ikisinin 25 yaşında olduğunu tahmin ediyorum. Sen de Onur'lar gibi üsteğmensin. Fakat sen... Sen onlardan daha olgunsun. Nedense 25 yaşında olduğunu düşünmüyorum."

"29 yaşındayım."

Cevap karşısında Hilal, şaşkınca Yağız'a baktı.

"Burak'tan da büyüksün! Bu ekibe alındığına göre başarılı bir askersin. Neden hala üsteğmensin?" diye başka bir soru sordu Hilal.

Yağız bir anlığına Hilal'e baktıktan sonra yola döndü.

"Ben... Sence neden?" dedi Yağız kısa bir duraksamadan sonra.

"Az önce sesinde özlemle bahsettiğin üniversite hayatı... Harp akademisi miydi? Öyle değilmiş gibi hissettim."

Arabayı süren Yağız istemsizce yavaşladı. Hilal'e bakmadan derince bir nefes aldı.

"Gerçekten de mükemmel bir analiz yeteneğin var. En ufak bir tepkiden çıkarımlar yapıyorsun. Hislerinle harmanlayıp... Hikayenin aslına iniyorsun. Haklısın! Ben... Harp akademisinden önce başka bir üniversitedeydim... Hukuk okuyordum. Sonra... Bazı şeyler yaşandı. Ben de tüm geçmişimi geride bırakıp orduya yazıldım. Diğerleri gibi akademiden mezun değilim. Daha farklı eğitimlerden geçtim. Sinan Binbaşı beni bulana kadar dağlarda görev yapıyordum. Bir gün İstanbul'a geri döneceğim... Aklımın ucundan dahi geçmezdi. Ama Sinan Binbaşı beni ekibe almaya oldukça kararlıydı. Bir şekilde ikna etti. Geçen sene bir operasyon'dan sonra Onur, Tuncay ve benim rütbelerimi yükselttiler. Burak'ların ise... Ekibe girmeden önce yaptıkları bir operasyonda rütbeleri yükseltilmişti zaten. Sonuç olarak... Buradayım işte."

"Geçmişini, sevdiklerini geride bıraktığını söylüyorsun. Lütfen bana en azından haber verdiğini söyle!"

Yağız, duyduğu cümleyle az daha direksiyon hakimiyetini kaybediyordu.

"Vermedin!! Abi, seni çok merak etmişlerdir. Onlara bunu yapamazsın!"

Yağız arabayı hızla yolun kenarına çekti. Hilal endişeyle ona bakarken dışarı çıktı. Hilal de birkaç saniyelik tereddütten sonra arabadan indi.

Yağız arabaya yaslanmış öylece karşıya bakıyordu. Hilal usulca yanına yaklaştı ve "Nefesini tutmaktan yorulduğunu söylemiştin. Konuşmaktan çekinmemem gerektiğini... Ben... O yüzden geçmişi açtım. Özür dilerim" dedi sessizce.

Yağız'ın tepkisizce karşıya baktığını görünce "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu.

Yağız susmaya devam edince pişmanlıkla "Abi!" diye mırıldandı Hilal.

Kelimeyi duyan Yağız gözlerini kapattı. Yaşlar yanaklarından süzülürken Hilal gerçeği anladı. Sorun geçmişi açması değildi. Ona hitap şekliydi.

"Ben... Benden büyüksün diye... Bir daha demem! Özür dilerim. En iyisi... Ben arabaya gideyim."

Hilal arkasını dönecekken Yağız'ın onu çekip sarılmasıyla duraksadı. Karşındaki adamın ağladığını hissettiğinde o da Yağız'a sarıldı. Birkaç dakika sonra Yağız geri çekildi ve sessizce arabaya geçti.

Hilal de peşinden arabaya bindi. Yağız hiçbir şey söylemeden oturdu. Kısa süre sonra çatlamış bir sesle konuşmaya başladı.

"Ben... Ben yüzlerce insanı kurtarsamda asla huzurla uyuyamayacağım Hilal. Çünkü küçük kardeşimi... Kurtaramadım. Olacakları bilseydim... O gün... O lanet yere ben giderdim... Düne kadar bu düşünceler içinde boğuluyordum. Dün söylediklerinden sonra... En azından nefes alabileceğim kadar bir boşluk bulmaya çalışıyorum. Yine de ömrümün sonuna kadar 'Keşke... Ölen ben olsaydım' diyeceğim."

Yağız kırmızı gözleriyle Hilal'e baktıktan sonra tebessüm etti.

"Yaşasaydı... Seninle aynı yaşta olacaktı. Emin ol iyi anlaşırdınız. İki inatçı... İki meraklı... İki kitap kurdu..."

Yağız'ın sesindeki acı ve özlemi duyan Hilal'in gözünden iki damla yaş düştü.

"Şşşt! Sende hemen ağlamaya yer arıyorsun ama..." dedi Yağız gülümsemeye çalışarak.

Hilal gözlerini silerek "Son zamanlarda yaşadıklarım beni hiç olmadığım kadar duygusal biri yaptı. Yani şu halimize bir bak! Benim seni teselli etmem gerekirken sen beni teselli ediyorsun!" dedi.

Arabayı tekrardan yola çıkartan Yağız "Yaşadıklarını fazla hafife alıyorsun Hilal! Bütün hayatının yalan olduğunu öğrendin. Buna rağmen... Gayet iyi idare ediyorsun!"

"O adamla aramızda her zaman olmasa da son zamanlarda büyük bir soğukluk vardı. Bunun için hep kendimi suçladım. Sanırım gerçeği öğrenince... Rahatladım. Sadece... Anneme çok kızgınım. Bir de... Gerçek babamı merak ediyorum. İnsanın hiç tanımadığı biri hakkında hayal kurması çok garip."

"Senin yerinde olmayı dilerdim. O adamın oğlu olmamayı..." diye mırıldandı Yağız.

Hilal, sessiz kalarak dışarıya baktı. Sonunda şehrin trafiğinden kurtulmuşlardı.

"Gerçekten de geride bıraktıklarına haber vermeyecek misin?" diye sordu Hilal, Yağız'a dönerek.

Direksiyonu sıkan Yağız "Bu yıllardır böyleydi. Şimdi de böyle devam edecek" diye mırıldandı.

"Neden? Bunun canını yaktığını görebiliyorum. O zaman neden..?"

"Tam olarak Burak'la aynı nedenden!"

Duyduğu cümleyle Hilal başını önüne eğdi ve fısıldadı.

"En azından benim savaşabilmek için bir şansım var. Sen o kıza bu şansı bile vermemişsin!"

"Yapma! Bir günde... Hayır aynı saat içerisinde ikisi hakkında konuşmayı kaldıramam. Aslında... Söz konusu o olduğunda... Düşünmeye bile dayanamıyorum. Onun konusunu açarsan... İstemeden de olsa canını yakarım. Bu yüzden lütfen!"

Yağız'ın gergin bir sesle söylediklerini duyan Hilal sessizce isteğini kabul etti. Bakışlarını cama çevirirken 'Umarım hepimiz mutlu oluruz' diye düşündü.

İkili kalan yolu boyunca sessiz kaldılar. Kısa süre sonra fabrikanın otoparkına giren Yağız arabayı park etti.

Hilal arabanın kapısını açacakken ona seslenen Yağız ile duraksadı ve ona baktı.

"Ben... İstersen bana abi diyebilirsin Küçük Hanım. İlk başlarda biraz canımı yakabilir fakat... Alışabilirim sanırım!" dedi Yağız samimi bir tebessümle.

"Çok isterim... Abi!"

🐺

Fabrikanın çatısındaki parapetin üzerinde oturan Burak denizden yükselmeye başlayan güneşe gözünü dikmiş öylece duruyordu.

Dünkü beklenmedik yüzleşmeden sonra ne düşüneceğini, nasıl davranması gerektiğini şaşırmıştı adam. Bir daha asla görmeyeceğine emin olduğu Hilal'i tüm kırılmışlığıyla karşısında bulduğunda...

"Niye yine çıktın ki karşıma?" diye fısıldadı Burak aciz bir sesle.

Mardin'de etkilendiği kızı aramamak için kendisiyle uzun bir savaş vermiş yıllar sonra kafede rastlaştıklarındaysa 'Atlatırım. Atlatmak zorundayım.' diye düşünmüştü. Hilal sadece bir görevden kurtardığı ve kafede şarkı söylediği bir kızdı. Toplasan 5 saatlik bir konuşmaları bile olmamıştı. Herhangi şahsi bir paylaşımları yoktu, bu yüzden sorun da yoktu.

Şimdiyse...

Hilal'in yeşillerine ruhunu okuyormuş gibi bakarak kurduğu cümleleri hatırlayan Burak'ın dudakları hüzünle iki yana kıvrıldı.

'Merak ediyorum. Anlattıklarını anlatsam... Yüzde kaçı doğru çıkar acaba? Bence... %90'ı doğrudur. Belki de daha fazlası? Ne dersin? Deneyelim mi?'

"Ben bununla nasıl başa çıkacağım?" diyen Burak hüsranla gözlerini kapattı.

Hilal'in susmama sebebi, savaşma sebebi, adamın anlattıklarıydı. Anlattıklarının doğru olduğunu bildiği içindi o güzel elalarındaki kendinden emin duruş.

'Onun burada olmaması gerekiyor biliyorsun değil mi? Çok geç olmadan gönder onu. Katilinden uzaklaştır... O görevi asla kabul etmemeliydin Alfa!'

Kalbini zift karasına boyayan karanlık sesin fısıltısıyla ruhu üşüyen asker, dudaklarında beliren acı dolu tebessümü hissetti.

Aylar önce bu çatıda almıştı o kararı.

Aylar önce bu çatıda görev bahanesiyle ona koşmayı kabul etmişti.

💫

Mardin'deki kızla kafede karşılaşmalarının üzerinden yaklaşık bir hafta geçmişti. Onu görür görmez kim olduğunu anlayan ama inkar eden Burak, sahneye çıkıp da kıza yaklaştığında daha fazla inkar edememişti.

O gece tanıştığı ay ışığı altında parıl parıl parlayan ela gözleri de, ciğerlerine ulaşan papatya kokusunu da unutması mümkün değildi.

Kafedeki karşılaşmadan sonra etrafta dalgın bakışlarla gezen adam toplantıya girerken o moddan sıyrılmış KİT'in Yüzbaşı'sı olarak Kadir Alacalı davası hakkında aldığı bilgilere bakıyordu.

Bir süre daha önündeki dosyayı inceledikten sonra keskin gözleriyle Binbaşı'na döndü.

"Neden göreve Yağız ya da Onur gidecek dediniz Binbaşım? Operasyon nasıl olacak ki?" derken sesinde şüpheli bir tını vardı. Dayısının huzursuzluğunu hissediyordu.

Burak'ın sorusu üzerine Sinan yeğenine temkinli bir bakış attı.

Birazdan kızılca kıyamet kopacaktı. Toplantı odasının da fabrikanın da başlarına yıkılması an meselesiydi.

"Başta da söylediğim gibi MİT 2 yıldır takip ettiği bir adamdan almış bilgiyi. Uzun süreli bir operasyon için vakit yok. Az önce anlattığım gibi Kadir Alacalı da tam bir kontrol manyağı. Belgeleri evdeki kasasında tutuyor ve eve hiçbir şekilde kimse girmiyor. Karısı görüşmelerini dışarıda yapıyor, kızı desen eve en yakın arkadaşı hariç kimseyi almıyor. MİT ise en fazla 2 ay sonraya belgeleri istiyor."

"Neden ben hoşuma gitmeyecek bir şeyler geldiğini hissediyorum. Bu açıklamayı neden yapma ihtiyacı hissettiniz Binbaşım?" diye soran Burak yeşil gözlerini dayısını dikmişti.

Gözlerini kaçıran Sinan, Yağız ve Onur'a doğru baktı.

"İkinizden biri adamın kızına yanaşıp bir şekilde eve girecek."

Bu cümle üzerine Burak "Komutanım!" diye çıkışırken, Yağız "Ben değil!" diyerek resti çekmişti.

"Sanırım iş bana kaldı." diye mırıldanan Onur'un sesi memnuniyetsiz çıkmıştı. O da masadaki diğerleri gibi usule aykırı bu durumu uygun bulmamıştı. Kız da bu işlerin içindeyse belki yine oluru vardı ama bildiği kadarıyla Kadir Alacalı'nın kızı kendi halinde takılan birisiydi.

"Hayır iş sana falan kalmadı çünkü operasyonu bu şekilde yürütmeyeceğiz." dedi Burak kesin bir sesle.

Bu çıkış Yağız'ın arkasına yaslanmasına neden olmuştu. Burak olmasaydı bu çıkışı bizzat kendisi yapacak olan adam, Burak varken sessiz kalma hakkını kullanıyordu. Onun Alacalı'yı tanıdığını anlamaları gerçekte kim olduğunu öğrenmeleri anlamına gelebilirdi ve Yağız kesinlikle bunu istemiyordu.

Derin bir nefes alan Sinan, Burak'a doğru baktı.

"Emir geldi diyoru..."

"S*km..."

"Burak!" diyen Emre ona uyarı dolu bir bakış attı.

Süt kardeşi kendince 'Evde değiliz karşındaki de dayın değil. Sakin ol!' diyordu.

"Ben sana hep empati yaptırmaktan çok yoruldum ama Emre. Bir kız kardeş abisi olarak söyle bakalım. O kızın yerinde Eftalya olsaydı?"

Burak'ın öfkeli bir sesle söylediği cümle Emre'nin mavi gözlerinin çakmak çakmak olmasına neden olmuştu. Sinan, ikisinin birlik olarak üstüne geleceğini anlayarak bakışlarını tavana çevirdi.

"Ben de bu durumu uygun bulmuyorum ama emir bu. Emir demiri keser!"

"Etik de emiri yutar! Benim kurallarım budur. Nasıl ya? O kızın babasının işleriyle alakası yoksa resmen duygularıyla oynamış olacağız. Demedim mi az önce 24 yaşında bir kızı var diye. Bahsederken herhangi bir sevgiliden, nişanlıdan da bahsetmediğine göre kız gönderdiğin kişiye duygusal olarak bağlanabilir."

"O yüzden Yağız'ı göndermeyi düşü..."

"Hayır!"

Sinan, Yağız'ın ses tonunu duyduğunda kaşlarını havaya kaldırarak ona baktı. Yağız sesini biraz daha yumuşatarak konuşmaya çalıştı.

"Beni eleyin Komutanım. Bu görevden beni azat edin. İstediğiniz şekilde o kıza yaklaşmayacağım. Kız eve en yakın arkadaşından başkasını almıyor dediniz az önce. Bir tahmin yürütmem gerekiyorsa MİT kıza yaklaşmayı denedi ve başarısız oldu."

Sinan'ın gözlerindeki doğrulayan parıltılara bakan Yağız başını iki yana salladı.

"O zaman kız herkese güvenmeyen birisi ve bu da gerçek bir yakınlığı gerektirir. Ben bu işte yokum. Böyle bir yakınlığı kaldıracak ruh haline sahip değilim şu an. Operasyonu baltalarım. Her şey daha da kötüye gider."

Sinan bakışlarını Onur'a çevirirken Burak araya girdi.

"Başka bir yol bulacağız! Yaa kendi ağzınla diyorsun. Kızın, Onur'u evine alması için gerçekten güvenmesi gerekiyor. Bir genç kızın 2 ay içerisinde evine alacak kadar birine güvenmesi ancak o kişiye aşık olması ile olur."

"Arkadaşça yaklaşacak!" dedi Sinan yeğenine dönerek.

"Onur arkadaşça yaklaşacak da kız öyle mi yaklaşacak bakalım. Onur kıza yaklaşmak için planlanmış tesadüfler ayarlayacak. Kızın kendine güvenmesi için onun sevdiği şeyleri araştırıp kendi sevdikleri gibi sunacak. Kız 'Bana benziyor. İlgi alanlarımız aynı.' dediği kişiye arkadaşça mı yaklaşacak yani? Yapma ama!"

Burak'ın öfkeli sesi karşısında adamların hiçbiri tek kelime etmedi. Hepsi de onun haklı olduğunu biliyorlardı. Operasyon sonunda geride bir enkaz bırakmaları kaçınılmaz olurdu.

"Diyelim arkadaşça yaklaştı yine de aynı durum. Güveniyor sonuçta. Ayrıca adamı eve kızının aldığını duyan Kadir Alacalı kıza ne yapar?"

"Alacalı kızına çok düşkün." diye mırıldandı Onur. Babası holding sahibi olan Onur bu camiada meşhur olan Alacalı hakkında güçlü bir malumata sahipti.

"Sana göre Alacalı teröre de bulaşmazdı. Önümüzde tapu gibi raporlar var ama şu an." dedi Burak bir saniye bile duraksamadan.

"Başka yol yok Burak. MİT araştırdı ve başka yolu yok." dedi Sinan yeğenine bakarak.

"MİT en illet işlerini bize postalamaya bayılıyor. Kendisi niye yapmıyor bunu?" diye sordu Burak sinir olmuş bir şekilde.

"Başka bir davaları var. Öncelikli olanlardan."

"Gerçekten başka yolu yok mu Komutanım? Benim bir süt kardeşim var. Tüm hayatımı 'Ya pisliğin teki çıkıp da Beste'min duygularıyla oynarsa?' korkusuyla geçirdim ben. Ve şimdi de o pislik olmak istediğim söylenemez." diye mırıldandı Onur.

Hem kuzeni hem de süt kardeşi olan Beste'nin, Onur'daki yeri apayrıydı.

"Ben de bunu istemiyorum çocuklar. 3 gündür bu konu hakkında tartışıyorum üsttekilerle ama yok. Gerçekten hiçbir yolu yok. Alacalı ulaşabileceğimiz tek yetkin kişi ve ifşa tehlikesi var. Belgeleri bizden birinin aldığını anlamamaları gerekiyor. Kasada olduğu için basit bir hırsızlık gibi göstereceğiz."

"Ne basit ama..." diye söylendi gözlerini deviren Burak.

"Belki kız babasının işlerinden haberdardır?" diyerek araya girdi Tuncay.

Haberdarsa en azından mecburiyetin vicdanı hafiflerdi.

"Hiç sanmıyorum. Kız çok kendi halinde." diyen kişi bilgisayarından toplantıya katılan Kadavra'ydı.

"Ahh geldin mi? N'oldu Ölüm Timi?" diye sordu Binbaşı karanlık ekrana bakarak.

Serkan'ın timi olan Ölüm Timi'nin bilişimcisi fenalaştığından Kadavra geçici olarak onun yerine bakmak zorunda kalmıştı. Bu yüzden de toplantıya gecikmişti.

"Şimdi operasyonun sonundalar. Bilişimcileri kendine geldi, o devraldı olayı."

"Nesi varmış ki Meryem'in? Neden bayılmış?"

Emre'nin sorusunu duyan Kadavra gülümsedi.

"Söyleyeceğim ama sakın kimseye söylemeyin. Geçen hastaneye gitmişti Meryem kan testi vermeye. Sonucu almaya gidemedi işten güçten ama ben hackledim sistemi. Nesi olduğunu biliyorum yani."

"Hamile mi?" diye araya girdi Burak.

"Off Burak ya! Hep işin büyüsünü bozuyorsun." diye söylenen Doğukan'ın sesi gülüyordu.

"Kocası Rıfat'ı azıcık tanıyorsam 'Bayıldın mı? O stresin içinde bir saniye daha duramazsın. Şimdilik iznini iste. Çalışmak istersen de daha az stresli bir işe geç.' diyecektir. Neyse beyler sonuç olarak an itibariyle Ölüm Timi bilişimcisiz kaldı."

"Bulurlar birini." dedi Burak rahat bir sesle. Aklında şu saçma operasyon dönüp duruyordu.

"Tabii sen rahat rahat konuş işlerini bana kakalayacaklar. Bir ara birkaç bilişimciye online eğitim vermiştim. Gidip bilişim açısından onları referans mı göstersem?"

"Gösterirsin Kadavra. Konumuza dönelim önce." diye araya girdi Sinan.

"Kusura bakmayın Binbaşım. Az önce oldukça stresliydi. Çakal yine yaptı yapacağını da. Alfa 2 oluyor kendileri!"

"Ağır mı yarası?" diye soran Emre'nin sesi endişeli çıkmıştı.

"Yok yok. Bacağında sıyrık var sadece. Vampir kurtardı. Valla o ikisi Alfa-Panter'in alt sürümü gibi. Onlarla operasyon, sizinle operasyon demek."

Burak, iç geçiren Emre'ye gülen yeşilleriyle bir bakış attı.

İtina ile Panter delirtilir.

"Komutanım başlamadan önce söyleyeyim beni birazdan yine Ölüm Timi'ne bağlayacaklar. Operasyon görüntülerini göndermem lazım. Cevat Albay'ın üsse geçmesini bekliyorum."

"Tamamdır. Sen başla gitmen gereken yerde gidersin."

Doğukan bir süre Kadir Alacalı'dan, faaliyetlerinden ve yaptığı kaçakçılıkların kanıtlarından, belgeleri yansıtarak bahsettikten sonra kızına geçti.

"Kızın adı Hilal. Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji mezunu. Üniversite sonrası 2 yıl yurt dışında Yüksek Lisans yapmış. İşitsel zekası ve beden dili uzmanlığı var. Ki MİT'i asıl zorlayan da bu olmuş. Kız haddinden fazla zeki. Yalan yakalama konusunda profesyonel. Mikro ifadeleri de oldukça iyi okuyor. Duygular konusunda da tam bir analizci. Tüm bunların üstüne ultra duvarları var. Yakın çevresi hariç herkese mesafeli, temkinli yaklaşıyor. Ona yaklaşmak, elektrik telleriyle çevrili bir kaleye girmeye çalışmakla aynı şey. Tellerdeki elektriği kaldırmazsa asla o kuleye tırmanamazsın. Ve böyle birinin kendisini açması/güvenmesi için ya karşısındaki kişi harikulade bir oyuncu olacak ya da... Rol yapmayacak."

'Harikulade oyuncu' kısmında tüm bakışlar Burak'a dönmüştü ama Burak onları duymuyordu.

Hilal mi?

Psikoloji mi?

Beden dili uzmanlığı ve duygu analizi mi?

Kalp atışlarının hızlandığını hisseden Burak, nefeslerini sakinleştirmeye çalışarak elindeki kalemi yavaşça masaya bıraktı.

Çünkü elleri titriyordu.

Tüm bedeni gibi!

'Hayır! Hayır o değildir. Değildir...' diye düşünen adam dişlerini sıktı.

Burak'ın bu tepkilerinin öfkeden kaynaklandığını düşünen Sinan derin bir nefes alarak söylendi.

"Tamam tamam sakin ol! Sana vermeyeceğim görevi. Sen devam et Kadavra."

"Tüm bunların haricinde kızın yaptığı belli başlı faaliyetler de var."

"Nasıl faaliyetler?" diye sordu Emre soru dolu bir sesle.

"Birçok yardım kuruluşuna bağışta bulunmuş. Her türlü terör mağduruna yardımcı. Şöyle bir bakıyorum da yaptıklarına... Önümdeki profil tam bir 'Vatan Sevdalısı'na ait."

İçinde fırtınalar kopan Burak'ın aklına yıllar önce Çakal ile aralarında geçen bir diyalog gelmişti.

('Kim içinde bomba olan bir binaya girer ki?'

'Ben!' )

Bir Vatan Aşığı...

"Planlanmış bir şey olabilir." diye yorumda bulundu Tuncay.

"Ben de öyle düşündüm ama asla planla olamayacak bir durum yaşanmış geçtiğimiz yıllarda. Kız az daha canından oluyo... Beni arıyorlar Komutanım. Kızın bilgilerini, resimlerini yansıtıyorum ekrana. Cevat Albay'la görüşüp geliyorum hemen."

Deliler gibi korkan Burak, bakışlarını ekrana çevirdi. Ekrandan yansıyan gülen elaları gördüğünde tam kalbine bir bıçak saplanmıştı.

Bakışlarını ekrandan çekmeye çalışsa da başarılı olamadı. Tüm algıları duran adam kendini dış dünyaya kapattığını hissediyordu. Şu an dünyada sadece ekrandan bakan elalar ve kendisi vardı.

Ekranda gördükleri resimle tüm tim hızla Burak'a dönmüştü. Hepsinin bakışlarında şok dolanırken Emre'nin bakışlarında ek olarak ciddi bir korku vardı.

Sinan yaşanan bu durum karşısında kaşlarını çattı.

"Ne oluyor?"

Soru, cevapsız kalmıştı.

"Emre?"

Emre, kendisine seslenen süt dayısına baktı ancak herhangi bir şey söylemedi.

Üzerindeki gözleri hisseden Burak ise aynı anda her şeyin üst üste geldiğini hissediyordu.

'Sakin ol. Ben askerim.' diyerek olanca karanlıkta görmeye çalıştığı elalar şu an gayet net bir şekilde kendisine bakıyordu.

Bir görevde kullanacakları bir kurban olarak!

Nefes alamadığını hisseden Burak, başını öne eğerken inlememek için kendini zor tuttu.

Bu şu an yaşanıyor olamazdı... Olamazdı değil mi?

"Panter! Yüzbaşı bana bir cevap ver neler oluyor?" diye soran Sinan'ın gözleri yeğeninin üzerindeydi. Her ne olursa olsun duygularını profesyonel bir şekilde gizleyen Burak'ın yüzünde büyük bir inanamazlık ve şok vardı. Bu da demek oluyordu ki gerçekten büyük bir sorun vardı.

Emre, yutkunduktan sonra Burak'a doğru baktı. Şarkı söyleyecek kadar çok etkilendiği kızı şu ekranda görmek... Genç adam empati yapamadığını hissetti. Bu empati ağırdı çünkü.

Emre'den herhangi bir cevap alamayacağını anlayan Sinan, sabrı taşarken Onur'a doğru döndü.

"Üsteğmen Onur Ünal!"

Sesleniş karşısında usulca yutkunan Onur, önce Burak'a sonra Sinan'a sonra tekrardan Burak'a baktı. İki komutanı arasında kalmış olan askerin kurallar gereği rütbesi büyük olanı seçmesi gerekiyordu. Fakat o rütbeyi değil de bağlılığı seçecekti. Tüm tim gibi...

Bunun bilincinde olan Sinan, içten içe hoşuna giden bu duruma öfkeli bir iç çekişle tepki verdi.

"Komutanına bağlılığın, bağlılığınız çok güzel. Ekip olarak sizi seçmekle ne kadar doğru bir karar aldığımı gösteriyor bu. Yine de bunu yaparken..." diyen Sinan yumruğunu sıkarak sustu.

Dayısının ona dönen bal gözlerini gören Emre, başını öne eğerek bakışlarını kaçırdı. Söylenmeyen yüreğinde yankılanmıştı.

'Yine de bunu yaparken... Beni ezip geçiyorsunuz. Bu durum da bana saygı duymadığınızı düşündürtüyor.'

Dayısının böyle hissetmesi Emre'yi yaralarken cevap vermek için ağzını açtı.

"Kafe Dream'de karşılaştık."

Odadakilerin hepsi kısık sesle kurulan bu cümlenin sahibine döndü.

Burak masadaki kalemi tekrardan eline almış, gözlerini de kaleme dikmiş öylece duruyordu.

O da Emre gibi dayısının o şekilde hissetmesine dayanamamıştı...

"Kızı tanıyor musunuz yani?" diye sordu Sinan büyük bir şaşkınlıkla.

'İşte iş şimdi daha da kötü oldu. Tanış ise Burak bu durumu gerçekten de kabul etmez. Eğer çok sorun çıkartırsa mecbur MİT'e operasyonu geri paslayacağım.'

Ekiptekilerin Burak'a attığı kaçamak bakışlardan işkillenen Sinan, iç sesinin aksine yeğenine bakarak konuştu.

"Ah tamam işte ne güzel. Onur'un kıza yaklaşması için bir bahane üretmeye gerek kalmad..."

Çat!

Burak'ın, elindeki kalemi kırmasıyla birlikte Sinan cümlesini tamamlayamadı.

Kırmızı tükenmez kalemin kırılan kısmı adamın eline batarken, parmağıyla birlikte eli de kırmızıya boyanan Burak kalemin ucunu parmağına doğru bastırdı. Nerede kan nerede kırmızı mürekkep başlıyor anlaşılmıyordu.

Onun kendine daha fazla bir zarar vermesini istemeyen Emre, anında Burak'ın eline atıldı. Kardeşini, elindekini bırakmayacağını bilecek kadar iyi tanıyan adam parmağını kırığın üstüne koyarak kalem parçasını çekmişti.

Burak, kalemi bırakmamak için ısrar etse ya da kalemi kendine doğru çekse Emre'nin parmağı kesilecekti.

Titrek bir nefes alan Burak, elini açarak kalemi bıraktı.

'Kendi bedenine her şeyi yapan adam, sevdiklerine zarar gelmesin diye her şeyi yapardı.'

Emre, darmadağınlığını gizlemeyi başaramayan kardeşine bakarken bu işin içinden nasıl kurtulacaklarını düşünüyordu.

"Ne olduğunu anlatacak mısınız artık?" diye sordu Sinan sabırsız bir sesle.

"Kadir Alacalı'nın suçlu olduğuna emin miyiz?" diye mırıldandı Emre.

"Daha deminden beri ne konuşuyoruz biz Panter?"

Dayısının ses tonu, Emre'yi istemsizce suçlu bir çocuk moduna sokmuştu.

"Beyler ben geldi... Neler oldu burada? Bu akıllı yine mazoşistliğini konuşturmuş. Hayırdır?"

Doğukan'ın sesini duyan Sinan arkasına yaslanarak söylendi.

"Ben de merak ediyorum hayrını."

"Ben devam edeyim mi? Kızla alakalı önemli şeyler söyleyecektim." dedi Kadavra aceleci bir şekilde.

"Etme..." diye mırıldandı Burak berbat bir sesle.

"Ne oluyoruz Burak? Kız gerçekten ilgi çekici. Şu an önümde yazanlar tam deli işi. Bizlik yani. Hilal ya çok aptal ya çok cesur. Aptal olduğunu zannetmiyorum. Bu deli cesareti. Nerede görsem tanırım. Bu kız işte 3 yı..."

"Kapa çeneni Do..."

Burak'ın başladığı cümle Doğukan ismini yıllardır ağza aldırtmayan adamın sert çıkışmasıyla kesilmişti.

"HOOOOOOP! Yavaş gel! Fazla hızlı geliyorsun Burak Aslan(!) Çarpışmadan sağ çıkamazsın haberin olsun."

"Sakin Kadavra. Sakin!" diye mırıldandı Emre uzlaşmaya çalışarak.

"Neyine sakin be. Ne zannediyor o kendini? Delirtmesin beni. Benim elimdeki malzeme kesinlikle daha çok ses getirir. Canı yanınca karşısındakine saldıran tek cani o değil! Bu konuda ondan az kalır yanım yok. Ayağını denk alsın." dedi Kadavra öfkeli bir şekilde.

Başına bir ağrı giren Burak alayla güldü.

"Ne zaman farkına varacaksın? Bilinçli yapmadığımı ne zaman fark edeceksin?"

Odak değişimi, Burak'ın bu hayatta bayıldığı tek şeydi. Önünde kocaman bir sorun varken 'Aaa tüh burası da tozluymuş dur bir tozunu alayım.' demek tam onluk bir hareketti. Kısacası... Kaçmak! Şu an da bunu yapıyordu.

Koca ekrandaki elaları yok sayma isteğiyle liseden beri tanıştığı arkadaşıyla açmaması gereken tabu konuları konuşuyordu. Her konu Alacalı Operasyonu'ndan daha güvenliydi şu an.

"Yıllar oldu. Böyle bilinçsizlik mi olurmuş?"

"Kadavra'ya değil de kardeşime ihtiyacım olduğunda... Olurmuş. Neyse! Ben ne desem boş. Senin gözler kör. Neden bahsettiğimi anlamayacaksın zaten."

"Kör değilim. 4 yıl öncesi dahil, ne zaman zora düşsen ismimle seslendiğinin farkındayım fakat sağır olmayı tercih ediyorum. Bir taviz diğerini doğurur. Bana bir kere adımla seslenmeye kalkarsan hep yaparsın. Ben sadece anlamlandırmaya çalışıyorum Burak. Gidip geldiğim 15 dakika içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyo..."

Bir anda susan Doğukan, önündeki belgelere baktı. Odada önce klavye sesi sonrasında ise bir şaşkınlık nidası yükseldi.

"Ne yani bu kız..."

"Sonra neden ismimle seslenmeye kalkıyorsun. Kapa çeneni demedim mi?" dedi Burak ruhsuz bir sesle.

"Ne olduğunu söylüyor musunuz yoksa tam şu an, bir başlangıç yapmak için Onur'u kızın bulunduğu mekana mı gönderiyorum?"

Dayısının cümlesi Burak'ın başından aşağıya kaynar sular dökülmesine neden olmuştu.

"Bunu yapmayacağız!" diye tıslarken gözlerini dayısına dikmişti.

"Üzgünüm burası senin oyun parkın değil. Racon kesip bilişimcimi susturamazsın. Toplantıdayım ben şu an! Şunun bir farkına varın artık. Kadavra az önce neyi araştırdığını ve Burak'ın seni neden susturduğunu söylemen için on saniyen var. Sonrasında Hacker'ı resmi olarak göreve atadığımı söylemek için MİT'i arayacağım."

"Komutanım Hilal anlar. O kızın gözlem gücü gerçekte..."

Sinan, Onur'un cümlesini takmadan mırıldandı.

"Kadavra 7 saniyen kaldı. Geri sayım yapmama ihtiyacın var mı?" diye sordu Sinan ciddi bir sesle.

15 yaşından beri tanıdığı adamın bu ses tonunu çok iyi biliyordu Doğukan.

Sinan Kor sırf inadına dediğini yapardı.

"Hilal Alacalı, 3 yıl önce Mardin'in Yalçın'lar köyündeymiş. İçeride kalan bir bebeği kurtarmak için patlamak üzere olan bir okula girmiş."

Gözlerini kapatan Burak, dişlerini birbirine bastırdı.

"Ne?" diyen Sinan şaşkın gözlerle yeğenine bakarken, asıl şoku yaşayan kişi Emre'ydi.

"Sen..." diye fısıldayan Emre cümlesinin devamını getirmedi. Bir şey demesine gerek yoktu. O üç noktayı Burak çok iyi anlamıştı.

Sen... Bunu biliyor muydun?

Biliyordun tabii ki!

Bu yüzden şarkı söylemeye çıktın değil mi o sahneye?

Hilal, o kız.

Hilal, Mardin'deki kız!

"Ara verelim!" diyen Burak onay beklemeden ayağa kalktı ve kendisini toplantı salonundan dışarıya attı.

Burak'ın arkasından toplantı salonuna mutlak bir sessizlik hakim olurken Sinan, bir cevap istercesine Emre'ye baktı.

"Şarkı söyledi..." diye mırıldandı Emre.

"Ne?"

Sinan'ın fısıltısı, duyulamayacak kadar kısık bir sesle gerçekleşmişti.

"Kafeye gittik, kızın doğum günü partisi yapılıyordu... Burak'ın o gün neden öyle davrandığını şimdi anladım. Onun Mardin'deki kız olduğunu biliyormuş."

Mavi gözler, bal gözlerle buluştu. İkisinin de gözlerinde aynı ifade vardı.

Korku...

Burak'ı bu dünyada en iyi tanıyan iki kişiydiler onlar. Reddedeceğini, kaçacağını ve en önemlisi de bunu neden yapacağını herkesten daha iyi bilen iki kişi...

🐺

Toplantı odasından kaçarcasına çıkan Burak, bir an bile duraksamadan çatıya çıkan merdivenlere yöneldi. Merdivenleri çıkarken nefes alamayarak gömleğinin üstten iki düğmesini açan adam, deliliğin sınırında olduğunu hissediyordu.

Çatıya ulaştığında kapıyı kırarcasına açtıktan sonra yaptığı ilk şey nefesi kesilinceye kadar haykırmak olmuştu.

O ELALARIN AŞAĞIDAKİ EKRANDA NE İŞİ VARDI!

Bu düşünceyle bir kez daha bağıran Burak, hayata dair hissettiği öfke doruklara ulaşırken tahta masa takımındaki sandalyelerden birini kaptığı gibi kapının bulunduğu duvara fırlattı. Asker, sandalyeyi o kadar hızlı atmıştı ki tahta sandalye duvarla buluştuğu anda paramparça olmuştu.

İkinci sandalyeyi alan Burak, masaya vura vura onu da paramparça ederken üçüncü sandalyeye de olanca hızıyla tekme atmıştı.

Öfkesi geçmek yerine daha da çoğalan adam dördüncü sandalyeyi eline aldı.

Ona yaklaşıp üzerinden soygun mu gerçekleştireceklerdi? Bir de MİT bunu denemişti öyle mi?

Bu düşünceyle sinir kat sayısı zirveye ulaşan adam elindeki sandalyeyi fırlattı. Sandalye, çatıdan aşağı fabrikanın giriş kısmına büyük bir gürültüyle düşmüştü. Beşinci sandalyeyi yaslanma yerinden tutan Alfa'nın aklında olan tek şey kızın ekrana yansıyan ela gözlerdi. Olanca gücüyle sandalyenin ayaklarını duvara vurup parçalarken bir anda duraksadı. Çok büyük bir farkındalıkla çarpılmıştı.

Ne yaparsa yapsın, ne kadar parçalarsa parçalasın hiçbir şey değişmeyecekti.

Şu ânın parçalama zamanı değil de düşünme zamanı olduğunu anlayan asker, elindeki sandalyeyle paralel bir şekilde yerle buluştu. Kolundaki ağrının haşin hareketlerine ek olarak parçaladığı sandalyelerden çıkan parçaların vurmasıyla oluştuğunun farkındaydı.

Gözlerini kapattıktan sonra inleyerek arkasındaki duvara yaslandı.

Düşünceleri, hızlı hızlı aldığı nefes alışverişleri gibiydi. Aynı anda onlarca olasılığı hesaplıyor, onlarca ihtimali düşünüyordu ve evet hepsinin sonu da berbat bitiyordu.

Yine de kesin bir gerçek vardı ki... Alfa, asla Papatya Kokulu Ela Göz'ün yanına birinin yaklaşmasına izin vermezdi.

Önündeki seçeneklere baktığında seçeneğinin olmadığını kabullendi.

"Onun üzerinden olmaz." diye fısıldadı acı dolu bir sesle.

'O zaman başka bir yolunu bulursun.'

Genç adam, içinden geçen düşünceyle birlikte hızla gözlerini açtı.

İç sesi yıllar sonra ilk defa olumlu bir düşünceyle karşısına mı çıkmıştı?

Bu bile, o kızın üzerindeki etkisinin ispatıydı aslında.

Başka şartlar altında olsa asla yanına yaklaşamayacağı kızın yanına sokulmak için gönüllü olacaktı Burak.

"Bu işin sonunda hangimiz daha fazla yanacağız acaba Ela Göz?" diye mırıldanan Burak kararlı bir şekilde yerden kalktı.

Az önce duygusal bağ muhabbetine kendi ağzıyla defalarca kez değinmişken, Hilal'e herhangi bir erkeğin yaklaşmasına asla izin veremezdi. Hatta bu erkek, kardeşi Emre olsa bile izin vermezdi.

Bu düşünceler içindeki adam, gerçek anlamda sakin hareketlerle toplantı salonuna girdi. Yüzündeki poker maskesi öfkesini değil de kabullenmişliğini gizliyordu.

Burak, yerine oturur oturmaz Sinan konuştu.

"Görevi MİT'e devredebili..."

"Ben alıyorum." derken sesi kısık çıksa da kesin konuşmuştu Alfa.

"Emin misin?" diye soran Sinan endişeli gözlerle yeğenine bakıyordu. Gelecekte bu ânın pişmanlığını yaşamak istemiyordu.

"Eminim. Kadavra bana gerekli bilgileri at. Plan yapınca Hacker'a kısa bir bilgilendirme yaparım. Soygun için önümüzde 2 ay var dedin. Bu süreçte bir şekilde getireceğim o belgeleri size. Ve MİT kesinlikle bu işe karışmıyor. Adamlarından herhangi birini o kızın yanında görürsem..." diyen Burak zehir yeşili gözleriyle dayısına baktı.

'Neler yaparım inan ben bile bilmiyorum.' diyordu o yeşiller.

"Tamamdır. Görev sende. Gerekli bilgilendirmeleri gereken zamanda Hacker'a mutlaka yapıyorsun. MİT'e operasyonun gidişatı hakkında bilgi vermemiz gerekiyor."

"Anlaşıldı." diye mırıldanan Burak ayağa kalktıktan sonra kimseyle göz teması kurmadan odadan çıktı.

"Bu işin sonunda kıyamet kopacak gibi hissediyorum." diye mırıldanan Yağız mutsuz bir şekilde arkasına yaslandı.

"Ağzını hayra açsan iyiydi be abi." dedi Onur, Burak'ın gittiği kapıya doğru bakarken.

"Bunun hayırlık işi yok. Hazırlayın kendinizi 2 ay sonra bu kapıdan bir enkaz girecek."

"Başka yolunu bulur. Alfa o!" dedi Tuncay kesin bir şekilde.

"Bulamaz demiyorum. Bulacaktır hatta, buna eminim. Ama mesele başka yol değil ki. Burak bu! Mardin muhabbetinde bu kızdan etkilendiği halde yanına gitmediyse kararını yıllar önce verdi demektir. Olan kıza olacak, kendini de yakacak.'

"Çok olumsuz düşünüyorsun." diye mırıldandı Emre.

"Olumsuz da olsa sen de benim gibi düşünüyorsun Panter. Olmamasını umut etmen benim gibi düşündüğün gerçeğini değiştirmiyor."

"Haklısın." dedi Emre derin bir nefes alarak.

"O zaman neden buna izin verdin? MİT'e ver deseydin verirdim." dedi Sinan ona bakarak.

"Vermene asla izin vermezdi ki. Hilal'le tanıştım ben Binbaşım. Eğer sen de tanısaydın, o kızla konuşsaydın aurasını hissetseydin benim bunu yapma nedenimi anlardın. O kızdaki gözlem gücü, karakteri, parlayan gözleri... Ben sadece, Burak'ın hayatına gelen güzel bir gelecek ihtimalini kenara atmak istemedim. Ayrıca 'Bu görevi bana bırak. Ben hallederim kardeşim.' desem dahi izin vermezdi. Bana bile izin vermezdi. O zaman, girdiği bu yolda yaşadığı her şeyin sorumluluğunu alacak. Bırak Burak görev bahanesi altında kıza ruhunu açsın. Bırak Hilal ruhunu açan o adamın ruhuna dokunsun. Sonu ne olursa olsun yaşanması gerekenler yaşansın. Madem yıllar sonra yeniden karşılaştılar, bu sefer kaçma olmasın."

Sinan, Emre'ye bakarken yaşanacakların sonunun kaos olmamasını bir kez daha dilemişti.

🐺

Kızın müdavimi olduğu kütüphaneye giren Burak, kızı göreceği bir şekilde arka taraftaki bir masaya oturdu. Genç kız, öylesine okuduğu kitaba dalmıştı ki onun bu hali Burak'ın dudaklarında hafif bir tebessüm belirmesine neden olmuştu.

'Tam şu an... Annene benzemiyor mu? Haddinden fazla hem de.' diyen iç sesi ile titrek bir nefes alan adam usulca yutkundu.

Benziyordu... Çok benziyordu!

Elindeki kitabı açan Burak, kitabına arasından Hilal'e attığı kaçamak bakışların görev icabı olduğunu iddia etse de kesinlikle görevle alakası yoktu. Anne ve babası bir kitap kafede tanışan Burak'ın planı kız ile kütüphanede karşılaşacak şekilde hazırlaması, niyetinin hiçbir zaman görev olmadığının salt göstergesiydi aslında.

Bir süre kızı izleyen Burak, duyduğu telefon sesiyle daha önce 2 kere okumuş olduğu kitaba çevirdi bakışlarını. Kalp atışlarındaki anlamsız hızlanışın kızın kendisine bakması olduğunu reddeden adam, kızın eşyalarını alarak dışarı çıkmasıyla neye uğradığını şaşırmıştı.

Kaşlarını çatarak telefonunu çıkartan Alfa kütüphanenin kameralarını incelemeye başladı. Kızın lavaboya ya da kantine gittiğini düşünüyordu ki kolonlardan birinin arkasında durduğunu görerek şaşkınlıkla kalakaldı.

Hilal, tam tamına 56 dakika boyunca kolonun arkasından kütüphaneye girenleri çıkanları gözetledi.

Burak ise tam tamına 56 dakika boyunca elindeki kameradan onu...

En sonunda kızın hareketlendiğini fark ederek telefonun ekranını kapatan adam kitap okuyormuş gibi yapmaya devam etti.

Tüm bu süreçte Burak'ın dudaklarında bir tebessüm, içinde ise büyük bir hoşnutluk vardı.

Geçen 3 yılda kızın ne zekasında ne de kendine haslığında herhangi bir değişme olmamıştı. Hâlâ tuttuğunu koparan bir yapıya sahipti ve bu durum genç askerin oldukça hoşuna gitmişti.

Bu sırada genç kızın arkasından yaklaşıp çekingen bir şekilde kurduğu cümleyle az daha kendini tutamayıp kahkahayı basacaktı.

"Kütüphanede yer kalmamış da izniniz olursa masayı paylaşabilir miyiz?"

Seni üçkağıtçı seni. Bir de sesini çekingen yapmıyor mı? Çok fenasın Hilal Alacalı. Çok fena...

Bu düşünceler içindeki adam, durduramadığı tebessümünü zorlukla silerek arkasını döndü. Elalarla göz göze geldiği anda dudakları yine istemsizce iki yana kıvrılmıştı.

"İzin senin doğum günü kızı!" dediğinde kızın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmişti.

"İtiraf ediyorum hatırlayacağını düşünmemiştim 43 numara!"

Seni unutmak mı? Parıl parıl parlayan ela gözlerini unutmak ha? Mümkün değil be Hilal. Adının gökyüzünden olması, uğruna yaşadığım bayrağımda şanınla dalgalanman... Bu imkansızlığı iyice arttırdı.

Genç asker, elbette bunları kıza söylemedi. Onun yerine gülerek şu cümleyi kurdu.

"Her gün sahneye çıkıp şarkı söylemiyorum. Ve tabii ki kurbanlık dana gibi de numaralandırılmıyorum."

"Mesaj alınmıştır diyeceğim de... 43 Numara demek eğlenceli geliyor. Vazgeçmek isteyeceğimi sanmıyorum."

"İstediğin gibi seslen. Takılan biri değilim." diyerek omzunu silken Burak içinden 'Ben özel hitaplara aşık...' diye düşünmüştü.

"Bu arada gerçek anlamda tanışamadık. Ben Hilal Alacalı." dedi Hilal elini uzatarak.

Burak, kendisine uzatılan eli tutarken usulca yutkundu.

"Ben de Burak..." diyen adam hafif bir duraksamadan sonra kendini de oldukça şaşırtarak devam etti.

"Kılıç!"

Hilal, bu yeni tanıştığı adama gülümseyerek bakarken; yıllar sonra ilk defa gönüllü olarak kendisini Burak Kılıç olarak tanıtan asker, hayatının tam şu salise geri dönülemez bir biçimde değiştiğini biliyordu.

İkisi de hissetmişti.

Bu ânın hikayelerinin başlangıcı olduğunu...

💫

Hatırladıklarıyla dudaklarının arasından soğuk bir kahkaha dökülen Burak, yumruk yaptığı elini sertçe oturduğu taş parapete vurdu.

İkisini de mahvetmişti. Her şeyi değiştirebileceğine inanmış, görevi onun üzerinden tamamlamazsa tüm sorunlarının çözüleceğini düşünmüştü. Görev meselesi kendisini o kadar çok kilit etmişti ki Mardin'de de kafede de o kızdan neden kaçtığını unutmuştu. Mesele asla görev olmamıştı ki. Mesele baştan sona Burak'tı.

Asla değiştirmeyeceği geçmişi, sürekli kendisini zehirleyen o lanet iç sesi, tüm ruhunu esir alan korkuları ve elbette salt gerçeklerin ta kendisi...

Çaresiz bir şekilde güneşe bakan Burak bir süre daha orada oturduktan sonra düşen omuzlarını dikleştirerek derin bir nefes aldı.

'Senin sonun anneminki gibi olmayacak Ela Göz. Kelebeği yaşatmak için her şeyi yapacağım.' diyerek bir kez daha kendine söz veren Burak arkasını dönerek parapetin üzerinde indi. Çatıyı yavaş adımlarla geçtikten sonra aynı yavaşlıkla merdivenlerden inen Alfa üssün kapısına geldiğinde şifreyi girmişti.

Açılan kapıyla birlikte, telaşsız adımlarla salona ilerlemeye başladı. Yıllar, hislerini gizlemek konusunda adamı o kadar ustalaştırmıştı ki hissettiği gelgitin zerresi bile yüzünde can bulmamıştı.

Üsse girdiğinde Tuncay'la Emre'yi koltuklarda otururken buldu. Burak'ın geldiğini gören Emre, sinirle ayağa kalkıp ona doğru yürümeye başlamıştı.

Yanına ulaştığında yumruk yaptığı elini arkadaşının yüzüne savurdu.

Bu ani hareketi beklemeyen Burak, gözüne yediği yumrukla geriye sendeledi.

"BİR KEZ DAHA!.. Bir daha o lanet olası telefonunu kapatıp ortadan kaybolursan... En yakın operasyonda ,o şerefsizlere, bilerek yakalanacağıma söz veriyorum! "

Emre'nin sözlerini duyan Burak inanamayarak gözlerini açtı. "Bunu yapamazsın!" derken kendinden oldukça emindi.

"Emin misin? Ben yoruldum artık Burak! ÇOK YORULDUM! Benim neler hissettiğimi sadece bu şekilde anlayacaksan... BUNU YAPARIM!!!"

Emre'nin ciddi ve kararlı bir şekilde söyledikleri Burak'ın korkuyla yutkunmasına sebep oldu.

"Sakin ol! Sadece... Çatıdaydım. Saçma bir şey de yapmadım!" dedi Burak Emre'yi sakinleştirmeye çalışarak.

"Seninle benim saçma anlayışımız birbirinden oldukça farklı sanırım asker. Odama gel Burak!" diyen Binbaşı'nı duyduklarında hepsi ona döndü. Binbaşı ise gözünü dikmiş sadece Burak'a bakıyordu. Burak sıkıntıyla nefesini verdikten sonra Binbaşı'nın odasına doğru yürüdü.

Odaya giren Sinan kapıyı kapattı. Sessizce masasının başına geçti ve oturdu.

Sessiz kalmaya devam etmesi üzerine Burak sabırsızlanarak "Ne diyeceksen de artık!" diye söylendi.

"Yüzünün hali ne?"

"Bildiğin cevapların sorularını sormaya bayılıyorsun Binbaşı!"

Binbaşı sinirle güldü.

"Düşünmeden hareket ediyorsun Burak! Askeri üsse basarcasına giriyorsun. Bununla da yetinmeyip oradaki Yüzbaşı ile kavga ediyorsun!"

"Serkan benim arkadaşım!"

"Bu askeriyede dövüşmenizi haklı mı çıkarıyor? Askeriyenin katı kurallarını biliyorsun! Askerlik yapmayı istemiyorsan alengirli işlerle uğraşma, direkt istifanı ver!"

"Alengirli işlerle uğraşan ben miyim? Hatırladığım kadarıyla askeriyeyle alakası olmayan birini ekibe alan SENSİN!"

"Alakası yok mu? Kızı büyüten adam terörist!"

"Ama o bunu bilmiyordu!! Sormadı ama illaki soracak. O adamın yaşayıp yaşamadığını sorduğunda ne diyeceksin?"

"Gerçeği... Üsttekilerden izin aldım."

"Aman ne güzel(!)"

"Merak etme! Senin, onun için hayatını ve hayallerini riske atıp, emirlere karşı geldiğini söylemeyeceğim!!"

Duyduğu cümleyle ayakları tutmayan Burak, yavaşça sandalyeye oturdu.

"Sen... Sen bunu biliyor muydun? Nasıl?" diye fısıldadı.

"Bu kadarını yapacağını tahmin etmemiştim. Ama düşününce... Yiğit Kılıç'ın oğlundan daha azı beklenemezdi zaten. Baban da annen için tüm hayatından vazgeçmişti."

"Onların hikayesinden öğrendiğim bir şey varsa... Vatana aşık bir insan o hayatı asla bırakamıyor. Ne derse desin, ne yaparsa yapsın!"

"Ve sen de öyle olacağından mı korkuyorsun?"

"Öyleyim zaten!!! Neyse... Nasıl öğrendin? Ve bildiğin halde neden sustun?"

Konuyu değiştiren yeğenine bakan Sinan, onaylamaz bir şekilde başını salladı. Yeğeni, geçmiş ne zaman açılsa itina ile kaçıyordu. Sinan'ınsa bunu kabullenmekten başka çaresi yoktu.

"Onur, Avrupa'ya geçmediğini söylediğinde şüphelendim ama ihtimal vermemiştim. Haberleri görünce... Anladım."

Burak aklına gelen düşünceyle doğruldu.

"Yarbay'ın hiçbir şey dememesi... Senin bir alakan yok değil mi?"

Sinan, gözlerini dikip yeğenine baktı. Burak gerçekle başını sallamaya başladı.

"Hayır! Lütfen bana bunu yapmadığını söyle!"

"Ne yapmamı bekliyordun. Yarbay arayınca 'Her şey haberim dahilinde gerçekleşti. Ona, onlara bu emri veren bendim' demekten başka çarem var mıydı?"

"DAYI!!!"

"İstediğin kadar bağırabilirsin. Senin için yapabileceklerimin sınırı yok bunu farketmedin mi?"

"Ya o adamı kurtaramasaydım? O zaman ne yapacaktın? AKLINDAN NE GEÇİYORDU??" diye bağıran Burak oldukça sinirliydi.

"SENİ KURTARMAK!!! Bu dünyada benim için her şeyden önce SEN geliyorsun evlat! Bu uğurda gözüm kapalı hayatımdan vazgeçerim! Bunu o aklına sok!! Bundan sonra da bir şey yapacaksan önce bana haber ver! Yarbay'dan video'yu izlemen için izin almamış olsaydım elini kolunu sallayarak o askeriyeden çıkamazdın! Tek kendinin değil Serkan'ın da başını yakardın!"

"Test için... Bilerek Korkut ve Serkan'ı seçtin!"

"Öğrendiğinde böyle bir tepki vereceğini biliyordum. Serkan olmasaydı... Ana üssün arşivine girmek gibi bir delilik yapmandan korktum. Bakışlarına bakılırsa bunu yapacak kadar aklını kaçırmışsın! Bütün bunlara rağmen kızdan uzak duracaksın öyle mi? Bunu asla başaramayacaksın Burak! Boşuna çabalıyorsun!"

"SENİN YÜZÜNDEN! Dün de dedim. Onu ekibe alarak beni öldüren sen oldun!.. Bir de kalkmış senin için aldım demiyor musun! Sonra Burak neden delirdi?! Beni siz delirttiniz!!!"

"Barış Hoca'nın önerdiği kişi Hilal'miş... Yurt dışında birinden bahsetmişti hatırlarsan... Sen de yanımdaydın. İlk başlarda böyle bir düşünce aklımın ucundan bile geçmedi. Bana Hilal'in dosyasını uzattığında... Aradığım özelliklere sahipti. Fakat ben, bunların yaşanacağını bildiğimden, tereddüt ettim. Aradan öyle günler geçti. Neredeyse unutmuştum... Sürekli bile isteye canını tehlikeye atıp durman, beni harekete geçiren etken oldu. ALES'in yapıldığı gün Hilal'i izlemeye gittim. Sınavdan çıktığındaki tepkilerine göre onu değerlendirecektim. Mutlu çıkarsa ,güzel geçtiyse, tercihler açıklanana kadar bekleyecektim. Kazanıp, mülakatı geçerse varlığımızdan haberdar dahi olmayacaktı. Ümitsizce çıkarsa ona teklifimi sunacak, tercihlere kadar düşünmesini söyleyecektim. Fakat hiç beklemediğim bir şey oldu. İlk çıkış saati başladığında çıkan tek tük öğrencinin arasında Hilal de vardı. Çok kötü görünüyordu Burak. Sahilde bir banka oturdu ve... Dakikalarca ağladı. 1 hafta boyunca her gün o banka oturdu. En sonunda, havanın buz gibi olduğu bir gün, daha fazla o şekilde oturmasına dayanamadım ve ben de yanına oturdum. Teklifimi duyduğunda... O kaybolmuş gözlerde ilk defa bir umut gördüm. Pişman değilim! Yine olsa yine aynı şeyi yaparım. 1 ay önce... O lanet operasyondan sonra, ölmek üzereyken, baygın bir şekilde o kızın adını sayıkladığında bu kararımın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım."

Burak duyduklarını sindirmeye çalışarak sessizce oturdu. Hilal'in ağladığını duymak canını yakmıştı. 'Ben bu kafayla onu daha çok ağlatırım' diye düşündü.

"Anlayacağın... O görev olmasa bile Hilal buraya gelecekti."

"Peki aynı mı olurdu? Hiç sanmıyorum! O zaman sadece iş arkadaşım olurdu."

"Gerçekten de bu dediğine inanıyor musun? 3 yıl önce... Yanımda yaptığın telefon konuşmasını unutmadım Burak! Senin o şekilde kahkaha attığını neredeyse hiç görmedim. Onu da boşverelim. Sen... Hilal'e soyadının Kılıç olduğunu söylemişsin! Gerçek soyadını... Kabul et veya etme farketmez! Sen o kızdan hoşl..."

"SAKIN! Sakın o cümleyi tamamlama dayı! Hilal'e de saçma sapan şeyler söyleme!"

"Benim söylememe gerek var sanki! Zamanında ne yaptıysan... Kız şimdi yaptıklarını kâle almıyor!"

Burak yorgunca arkasına yaslandı. İçeriden Hilal'in kahkahasını duyunca istemsizce gözlerini kapattı. Peşine Yağız'ın kahkahası duyulunca öfkeyle ayağa fırladı.

Kapıya yönelirken dayısının "Kırmızı görmüş boğa gibi çıkarsan, Hilal'in eline malzeme vermiş olacaksın. Yine de sen bilirsin!" dediğini duyunca duraksadı. Sakinleşmeye çalışarak biraz bekledikten sonra kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

Yeğeninin arkasından bakan Sinan derin bir nefes aldı.

'Tüm bunlara bu kadar tepki veren Burak aslında her şeyin planlı olduğunu bilseydi ne yapardı acaba?'

Yiğit Kılıç'ın, Burak'ın babasının, arkadaşı olan Batu planlanmıştı her şeyi. Yıllar önceki Mardin operasyonundan sonra Hilal'in izini kaybetmemiş, Barış Hoca sayesinde de kızın yeteneklerini fark ederek onu KİT'e almaya karar vermişti. İşlemci kod adlı MİT ajanının plan basitti aslında.

Hilal ile Burak'ın birkaç kez tesadüfen(!) karşılaşmalarını sağlayacak, sonrasında da Hilal'i ekibe alacaktı.

Burak'ın geçmişinden dolayı kıza asla yaklaşmayacağını biliyordu Batu. Babasının kopyası olan çocuğun aşık olma ihtimalinden neden kaçtığını herkesten daha iyi biliyordu.

Burak'ı iyileştirebilecek tek şeyin aşk olduğunu da bildiği gibi...

Batu yıllarca uzaktan izlediği, kardeşinin emaneti bildiği Burak'ın o kıza olan aşkını fark etmişti.

Burak'ın diğer raporlara göre daha farklı yazdığı Mardin Rapor'undaki saklı hayranlıktan, küçük Efe'ye ve ailesine verilen gizli hediyeleri bizzat Mardin'e gidip kendisinin vermesinden ve Mardin'e gittiği her seferinde de o mağaraya da uğramasından anlamıştı. İlk kar yağdığında düşünceli bir şekilde ormanlık alana gitmesinin de bunda etkisi vardı.

Babasının ölümünden sonra bir daha hiç görüşmeseler bile Burak'ın saklı kalanlarını görmüştü Batu. Babasının oğluydu Burak. Zamanında babasının yaptığı gibi o da aşktan kaçmayı seçmişti. Fakat Batu buna izin vermemiş, Burak gibi Hilal'i de uzaktan takip etmeye başlamıştı.

Kadir Alacalı'nın teröristlerle yaptığı iş birliğine kadar her şey gayet de planına uygun gidiyordu. Hilal, New York'tan dönmeden kısa bir süre önce Aslı'nın karşısına KİT'in sürekli gittiği Dream'i çıkartmış ve kızın o kafenin müdavimlerinden olmasını sağlamıştı.

Hilal geldiğinde mutlaka Burak ile kafede karşılaşmalarını sağlayacaktı ki, Alacalı olayı patlak vermişti.

MİT bağlantıları sayesinde yaptığı uzun araştırmalardan sonra Hilal'in aslında Kadir Alacalı'nın kızı olmadığını öğrenen Batu, planına devam etmeye karar vermişti. Kafedeki doğum günü olayı tamamen tesadüfen gelişse de Burak'ın 43 numara çıkması Batu'nun olaya el atmasıyla gerçekleşmişti.

Sonraki süreçteyse MİT'in ilgilendiği Alacalı davasını bilerek KİT'e devretmişti adam. Tam da tahmin ettiği gibi davaya Burak gönüllü olmuş ve kıza yaklaşmıştı.

Sonrasında olanlar malum...

Soygundan sonra konuştuğu Batu'nun söylediklerini hatırladı Sinan.

'Burak o davayı başka türlü çözebilirdi Sinan. Onda o potansiyel vardı. Hilal'in üzerinden o soygunu gerçekleştirmeden de Alacalı'yı yakalardı ancak o kaçmayı tercih etti. Bundan sonrası sende. Ne yapacağına sen karar ver.' demişti adam.

Burak'ın bile isteye tehlikelere atıldığını gören Sinan'ın kararlık bir seçeneği yoktu. Hilal'in de Burak kadar berbat bir durumda olduğunu gördüğünde, sevenleri bir araya getirmeye karar vermiş ve genç kızın KİT'e girmesini sağlamıştı Binbaşı.

Yavaş adımlarla Yeğeninin çıktığı kapıya doğru yürüyen adam bakışan gençleri gördüğünde gülümsedi.

Bu kararın iyi mi yoksa kötü mü olduğunu zaman gösterecekti ancak Hilal'in kararlı ve pes etmeyen duruşu Dileğinin kopyasıyken Burak'ın pek de bir şansı yok gibiydi.

🦋

Dayısının odasından bir hışımla çıkan Burak duraksadı.

Gördüğü manzara karşısında bir yandan kıskançlıktan delirirken diğer yandan dostlarının ,kardeş saydıklarının, Hilal'le bu kadar iyi anlaşması tebessüm etmesine sebep oldu.

Tuncay'ın anlattıklarına gülen Hilal izlendiği hissiyle beraber gülümsemeyi kesti. Midesinin kasılıp, kalbinin heyecanla atmasına bakılırsa onu izleyen kişi Burak'tı.

Bir süre görmemezlikten gelse de sonunda dayanamadı ve ona bakmadan konuşmaya başladı.

"Yeni görevinde korkuluk olacaksın sanırım. Daha ne kadar orada dikilmeye devam edeceksin acaba!"

"Ne tesadüf(!) Kütüphaneden çıkıp 56 dakika boyunca kolunun arkasında saklandığın gün... Ben de aynısını düşünmüştüm."

Duyduğu cümleyle Hilal hızla başını kaldırdı. Yanaklarının kızardığını hissedince dik dik Burak'a baktı. 'Pislik! Bildiğini belli etmek istiyorsun anladım da... Neden herkesin ortasında söylüyorsun şimdi bunu?' diye düşünerek gözlerini devirdi.

Burak'ın arkasında Sinan Binbaşıyı görünce ayağa kalktı.

"Binbaşım! Bugün sanırım elinizdeki davalarla alakalı belgelere bakacağım"

Hilal'in hevesi karşısında Sinan Binbaşı tebessüm etti ve "Senin için yazılı dosyaları, ses dosyasına çevirttim. Gel bakalım!" diyerek bilgisayar odasına doğru yürüdü.

Bir dosyadan, diğer dosyaya geçen Hilal, saat kavramını unutmuştu. Akşama kadar dosyaları bitirmek istediğinden öğle yemeğini bir simitle geçiştirerek çalışmaya devam etmişti. Kulağındaki kulaklıktan dolayı, arkasındaki koltuklarda oturan timin konuşmalarını duymuyordu. Kendisine seslenildiğini fark edince kulaklığı çıkarıp arkasına döndü.

"Saat 15.30" diyen Burak'a boş gözlerle baktı.

"Peki. Hatırlatma için teşekkürler!" diyerek önüne dönmüştü ki hızla ayağa kalktı.

Ekiptekiler ne olduğunu anlamaya çalışırken Burak "Üst katta lavabo var. Mescid de yanında" dedi.

Hilal, hiçbir şey söylemeden Burak'a baktı ve odadan çıktı.

Arkasından bakan Burak, kızın telaşı karşısında istemsizce tebessüm etti. Arkadaşlarının ona baktığını hissedince "Ne!" diye onlara çıkıştı ve hiç hoşlanmadığı dosya işine geri döndü.

🦋

"Bitti!" diyen Hilal yorgunca arkasına yaslandı. Kulaklıklarını çıkartıp gözlerini kapattı.

"Uyumaya niyetli gibisin" diyen Yağız'ı duyunca istemsizce tebessüm etti.

"Beni eve taşıyacaksan neden olmasın?" diyerek onlara döndü.

Burak'ın sıkılı yumruklarını görünce bir şey söyleyecekken 'daha ilk günden üstüne gitmeyeyim' düşüncesiyle sessiz kaldı.

"Sen iste yeter Küçük Hanım. Ciddiyim yukarıdaki odada uyuyabilirsin!"

"Gerek yok! Şimdi uyursam gece uyuyamam zaten. Yine de teşekkürler... Abi" diyerek gülümsedi Hilal.

"3 ay önceyi saymazsak... Siz daha dün tanışmadınız mı? Ne ara Küçük Hanım ve abi samimiyetine ulaştınız?" diye söylendi Burak.

Burak'ın mızmız bir çocuk gibi davranması karşısında Hilal, kendini kahkaha atmamak için zor tuttu. Fakat Yağız'ın böyle bir derdi olmayacak ki kahkahayı bastı.

"Hilal etkisi işte. Ne yapabilirsin? Önce tüm dünyanı alt üst ediyor. Sonra bir şekilde dünyanda, kendine bir yer ediniyor. Bunu sadece 1 günde yaptığına bakılırsa... Durum vahim!"

Yağız'ın söyledikleriyle Burak, Hilal'e baktı. Gözünü bile kırpmadan, ona inatla bakan kıza...

'Durum gerçekten de vahim!' diye düşündü elalarında kaybolduğu kızı izlerken.

Saate baktıktan sonra Hilal'e döndü ve "Gitme saati" diye mırıldandı.

Sonrasında da belki de çok pişman olacağı cümleyi söyledi.

"Hazırlan! Seni eve ben bırakacağım!"

İnstagram; yasminiesa_watty

Parodi Hesaplar;

alfaa_burakk_k.i.t

asena_hilall_k.i.t

panter_emree_k.i.t

hacker_onurr_k.i.t

sahinn_yagizz_k.i.t

barut_tuncay_k.i.t

Ve diğerleri...

Loading...
0%