Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm- Korumam Gereken Bir İmajım Var!

@yasminiesa

"Hazırlan! Seni eve ben bırakacağım!"

Burak'ın söylediği cümleyi duyan Hilal şaşkınca ona baktı.

"Öyle bakmaya devam edecek misin? Merkezde işim var. Giderken bırakayım hadi!"

"İşi varmış" diye kendi kendine söylenen Hilal, gözlerini devirdikten sonra koltukta duran çantasını aldı.

Kapıya doğru yürürken içeriye Onur girdi. Yorgun görünen adam gelir gelmez kimseye bakmadan koltuğa uzandı. Bir koluyla gözlerini kapatarak uyku modunu aldı. Ekiptekiler onu görünce hemen yanına gitti.

Burak, koltuğun koluna oturarak konuşmaya başladı.

"Uyuyacaksan odana git! Ama önce operasyon hakkın..."

Onur sıkıntıyla doğrulup Burak'a baktı.

"Bir şey olduğu yok abi! Aynı tas aynı hamam. Adamların arasına sızdım ama liderleri bana şu an için güvenmiyor. Gerçi... Kimseye güvenmiyor. Baştakiler işkillenmesin diye sessizce halletmeye çalışıyoruz fakat en fazla 1 ay daha sabredebilirim. O şerefsiz burnumun dibindeyken yakalamamak çok koyuyor be abi. Ayrıca bu şerefsiz asıl aracı bile değil. Üsttekiler hakkında bir bilgisi olduğundan şüphelensem... Saniyesinde yakalayıp öttürcem de. Adam boş kutu. Anlayacağın başa ulaşmak sandığımızdan daha zor olacak. Bir de biz mi sorgulasak? Şu Kadi..."

Onur, aniden konuşmayı kesti. Ortam gerilmiş herkes sessizleşmişti. Burak, Hilal'e baktı ve ayağa kalktı.

"Hadi gidelim"

"Neden?"

"Ne neden? Yatıya kalmayı mı düşünü..."

"Yapma Burak! Siz beni aptal mı zannediyorsunuz? Sinan Binbaşı en başında devlet için çalışacağımı söylediğinde 'Kadir Alacalı'nın kızı olduğunu biliyoruz. Babanın işleriyle alakan yok. O yüzden problem de yok' zırvalıklarını sıraladı. O zamanlar bu olay aklıma yatmasa da... Mantıklı bir açıklaması yoktu! Ben de kabullendim. Seni burada görünce... Anladım! Beni işe alırken o adamla kan bağım olmadığını biliyormuş. Bu yüzden sıkıntı etmemiş(ler). Bunu annem ve anneannemden başka bilen tek kişi de o adam. Annemlerden öğrenemeyeceğine göre... O adam söylemiş olmalı. Söylemesi için de yaşıyor olması... Şamanlık yapıp ölülerle görüşüyorsanız orası başka tabi."

"Madem anladın... Neden sormadın?" dedi Binbaşı, Hilal'in yanına gelerek.

"Gerek var mı? O adam benim için öldü. Nefes alıyor olması bunu değiştirmez. Sadece... Boşanma dilekçesi imzalatın ve bir avukatla gönderip annemden boşanmasını sağlayın. Gaiplik müessesine göre ölüm tehlikesi içinde kaybolmalarda ancak 1 yıl sonra boşanılabiliyor! Annemin bu süreyi beklemesini istemiyorum. Ölmeden önce boşanma kararı almış bir adam ve boşanmak isteyen bir kadın... Sanırım anlaşmalı boşanmaya girer. Girmese bile... Dostlarınız olduğunu farkındayım. Ne yapın edin annemi o adamdan boşayın!"

Binbaşı olur anlamında kafasını salladıktan sonra sıkıntıyla konuşmaya başladı.

"Resmî nikah tamam da... İmam nikahı ne olacak? Bunun için yüzleşmeleri gerek. O zaman da annen olayları öğrenir. Anladığım kadarıyla bunu istemiyorsun. Nasıl..?"

"O adam... Soygun'u öğrendikten sonra ilk iş... Annemi boşamış zaten!" diye mırıldandı Hilal. Bu gerçeği dün arkadaşından öğrenmiş ve oldukça sarsılmıştı. Aslı, kendi annesi Sıla ve Hilal'in annesini konuşurken duymuştu. Hilal olayları anlatınca ikisi arasında farkedilen fakat söze dökülmeyen mesele olmuştu Kadir Alacalı. Aslı, sadece bu gerçeği söylemiş ve sonrasında da o adamın adını ağzına almamıştı.

Odadakiler Hilal'in cümlesi üzerine çeşitli argo kelimeler mırıldandılar.

"Beyler!" diye uyardı Binbaşı onları.

Sinirlendiğini hisseden Burak, yaşanan olaylardan biraz(!) kendini suçlu hissediyordu. 'Daha ne kadar bu kızın hayatını mahvedeceğim acaba?' diye düşündü kederle.

"Sen her şeyden kendine pay çıkarmaya iyi alışmışsın anlaşılan!" diyen Hilal'le ona döndü.

Kıza 'Ne diyorsun?' dercesine baktığında Hilal "Senin bir suçun yok! Hatta... Bize çok büyük bir iyilik yaptın. Sanırım teşekkür etmeliyim."dedi.

Bu cümleyi kurarken dudaklarındaki hüzünlü tebessüm olmasa Burak için her şey daha kolay olabilirdi.

"Biz gidiyoruz!" dedi ve Hilal'i kolundan tutarak götürmeye başladı.

Hilal, her ne kadar bu yakınlıktan hoşlansa da, bir bavul gibi sürüklenmekten hoşlanmadığından durdu ve kolunu çekti.

"Allah'a şükür 2 bacağım var. Yürüyebiliyorum anlayacağın!" diye söylenerek önden yürümeye başladı.

Ona atar yapan kızın arkasından bakan Burak, bıyık altından güldükten sonra koşar adımlarla peşinden gitti.

🦋

"Söylesene Barut... Ateş ve barut yan yana kaç gün dayanabilir?" diye sordu ikiliyi izleyenlerden biri olan Onur.

"Bu ateşin kim, barutun kim olduğuna bağlı değişir. Eğer ateş Hilal'se yakmaya oldukça kararlı. Barut istese de ateşten kaçamaz. 1 ay'a kalmadan ayan beyan ortada olan gerçekleri kabullenmeleri gerekir. Fakat ateş Burak'sa...O zaman çok zor. Adam yakmamaya yeminli... Cayır cayır da yansa, kül olup ölse de asla kabullenmez. Ateşsiz barut da hiçbir halta yaramaz. Hilal'in, er ya da geç Burak'ın aşılmaz setlerini geçip kalbine girmesi gerekiyor. Yoksa ikisi de bir hiçe dönüşecek" dedi Tuncay düşünceli bir şekilde.

"Mesele kalbe girmek değil ki! Burak'ın kalbi zaten Hilal için atıyor. Lafın gelişi de değil! Geçen yaralandığında olanları biliyorsunuz. Mesele... Geçmişin prangalarından kurtarıp, korkularını yenmesini sağlamak! Bu ise... Sevgiyle hallolmuyor. Tam tersi... Ne kadar çok seversen, kaybetme düşüncesiyle daha çok deliriyorsun! Ne kadar çok seversen... O kadar uzağa kaçıyorsun!" diye mırıldandı Yağız.

"Sen de mi uzaklardasın? Bu yüzden mi Burak'ı bu kadar iyi anlıyorsun?" diye soran kişi Binbaşıydı.

Yağız bu soruya cevap vermeyip sessiz kaldı.

Bir süre sonra konuşmaya başladı. "Burak... Her gün onunla aynı havayı soluyup, ondan uzak durmaya çalışacak. Sorun bu da değil. Her gün gözlerini görürken... Her gün sesini duyarken... Bir gün bu savaşı kaybedecek. Sandığınızın aksine bu iyi bir şey değil! Savaşı kaybedeceğini anladığında çok daha sert çıkışacak. Korumak için yıkacak. Yıktığı enkazın altında yine kendisi kalacak. Sonunda... Ya gidecek. Ya da..."

"Ya da ölecek" diye fısıldadı Emre.

Tuncay neredeyse isyan edercesine konuşmaya başladı.

"Neden en kötüsünü düşünüyorsunuz ki? Ben de bu savaşa girdim. Masal'ı kaybetmekten köpek gibi korksam da... Aşka karşı savaşılamadığını öğrendim ve kabullendim. O da kabullenecek! Geçmişinde ne yaşadı bilmiyorum. Bildiğim tek şey... Burak'ı kurtaracak biri varsa o da bizim inatçı Hilal! Ayrıca geçmişini bilmediğimiz diğer çok sevgili abimiz! Savaşı kaybetmek için illa her gün gözlerini görüp, sesini duymak gerekmiyor. Kalbin onun için atmaya başladığı an... Zaten kaybetmişsindir. İstersen dünyanın bir ucuna git farketmez... Bir gün kendini yine onun yanında bulursun! Geçen yıllarınıza yazık etme ve çok geç olmadan o kıza git!"

"Ne kadar da kolay(!). Yap, et demek. Şunu hiç düşünmüyorsun Tuncay! Sen... Sevdiğini kaybetmenin acısını yaşamadığın halde korktun ve uzak durdun. Biz ise... Zaten o acıyla boğulduğumuzdan uzak duruyoruz. 'En azından nefes alıyorlar. Güvenli bir hayatları var' düşüncesi yeni bir güne başlamamıza sebep oluyor. Ona gitmek... Asker olmadan öncesinde bile ona gidememe sebeplerim vardı. Asker olduktan sonra... Bizim için artık hiç umut yok! Onca yıldan sonra... Biz diye bir şey kaldığından bile şüpheliyim."

Yağız, tüm bunları sakin ve sessiz bir sesle söylemişti. Bağırsa, ortalığı dağıtsa bu kadar etkili olmazdı. Kızarmış gözleriyle dostlarına baktıktan sonra "3 yıldır beraberiz. Bir kere bile olsun geçmişimi açamadınız! Bense yıllardır suskunluk yeminindeyim. Fakat bugün olanlar... Küçük Hanım 2 günde bizi bile fırtınasından nasiplendirdiğine göre... Dediğin gibi Burak'ın kabullenmekten başka çaresi yok!" diye mırıldandı.

"Herkese iyi günler" dedikten sonra fabrikadan çıktı. Arkasında kardeşleri için endişelenen adamlar bırakarak...

🦋

Arabada sessizce yol alan ikiliden Hilal, sessizliğe daha fazla dayanamayarak radyoyu açtı. Sessiz arabayı dolduran müzik sesiyle tebessüm edip arkasına yaslandı.

5 dakika sonra, çalmaya başlayan şarkıyı duyduğunda eli hızla kapatma düğmesine gitti. Elini başka bir elin tutmasıyla radyoya ulaşamadı.

"Bırak" diye fısıldadı usulca Hilal.

"Kapatma!" dedi Burak ve elini geri çekti.

Hilal, onu dinlemeyerek radyoyu kapattı. Arabanın içini dolduran Zara'nın 'Bana bir masal anlat baba!' diyen sesinin kesilmesiyle derin bir nefes aldı.

Burak ona baktıktan sonra ani bir hareketle şerit değiştirdi ve sağa döndü.

"Napıyorsun? Evim o tarafta değil!" dedi Hilal, Burak'a dönerek.

"Evin mi? Hangi ev? Arkadaşının evini mi kastediyorsun?"

Burak'ın imalı ses tonu Hilal'in sinirlenmesine sebep oldu.

"Seni ne ilgilendiriyor? İstediğim yerde kalırım. İstediğim şarkıya tepki veririm! Sanane! Karargahtayken de dediğim gibi 'Yaşanan hiçbir şey senin suçun değildi'. En azından o adamı ve annemi ilgilendiren kısmı. Bu yüzden vicdan azabı duymana gerek yok!"

Burak alayla gülüp "Vicdan azabıymış!" diye mırıldandı.

Onun bu halini umursamayan Hilal "Burak nereye götürüyorsun beni?" diye sordu.

"Ekibi isteğinle bırakmadığın için... İmhaya!" dedi Burak yine alaylı sesiyle.

Sinirleri iyice bozulan Hilal "Fazla kasma yaa! Bas gaza yolun solu uçurum zaten. Direksiyonu da kıvırırsak... Temiz iş! Ama dikkat et de garanti ölelim. Çünkü eğer... Olur da ikimizden biri arabadan sağ çıkarsa... Yaşayan kişi, kendini öldürene kadar geçen sürede... Acıdan kahrolur!" dedi.

Burak hiçbir şey söylemeden sessizce Hilal'e baktı ve arabayı sürmeye devam etti. Ne zaman bunalsa kendini bulduğu uçurumun kenarına geldiğinde kontağı kapattı. Arabadan indikten sonra Hilal'in tarafına geçti ve kapısını açarak "İn!" diye emretti.

"Şu an mesai saatleri dışındayız Yüzbaşım. Amirim olarak emir vermeye yetkiniz yok! Normal hayatta da emir almaktan nefre... N'apıyorsun yaa? Burak, bırak kolumu! Delirdin mi?"

Hilal, onu zorla arabadan indiren Burak'a bir yandan söyleniyor, diğer yandan kolunu kurtarmaya çalışıyordu. Burak uçuruma yakın bir yerde Hilal'in kolunu bıraktı ve birkaç adım geri çekildi.

"Bağır! Çağır!.. Bir şeyler yap!"

Hilal, Burak'a bakmayı kesip önündeki manzaraya döndü. Boğaz köprüsü ve şehir tüm ihtişamıyla karşısında duruyordu. Denizin kara suları buradan pek seçilmese de varlığı herkesçe biliniyordu. "Burak gibi" diye mırıldandı kendi kendine.

Uçuruma birkaç adım daha yaklaşırken arkasındaki bedenin de eşdeğer bir biçimde ona yaklaştığını duydu ve tebessüm etti.

"Bu bir şeylerin içine... Buradan aşağı atlamak da giriyor mu?" diye sordu Hilal bariz bir merakla.

Burak tebessüm ettikten sonra konuştu.

"4 adım sonra ayağına takılacak bir taş var. Gittiğin yola engel olmak için mi yoksa seni düşürmek için mi orada durduğunu bilemeyeceğimiz... Atlama gibi bir düşüncen yoksa ona dikkat et!"

"Atlayabileceğime inanmıyorsun anlaşılan! Bir delilik anıma denk gelmiş olsa ve atlasam... Ne yapacaksın?"

"Peşinden geleceğim" dedi Burak gayet olağan bir şeyden bahsederek.

Duyduğu cümleyle kalp atışları hızlanan Hilal, Burak'a döndü. Ukala bir gülümsemeyle ona bakan adam devam etti.

"Senin bir anlık delilik dediğin hal, ben de her an mevcut... Hilal atlamış da Burak atlamamış dedirtmem! Şunun şurasında benim de korumam gereken bir imajım var!"

Hilal kahkaha attı. Kahkahası boşlukta yankılanınca sustu ve "Beni neden buraya getirdin?" diye sordu.

"Yüzleşmen için!"

"Seninle mi?" diye sordu Hilal şok olmuş bir şekilde.

Burak, başını sağa sola sallarken hüzünle tebessüm ediyordu.

"Babanla..." diye fısıldadı Hilal'in ela gözlerine bakarken.

"Yüzleşmekten kaçtığı tonlarca şey olan adam... Yüzleşmem için beni buraya getirdi ha? Komik(!)."

"Unuttun mu? Ben yüzleşmekten kaçınmak için duvarlar örenim. Sense kendine yalan söylemekten nefret eden... Artık aslına uygun davranmanın vakti geldi... Hilal" dedi Burak.

Kısa bir duraksamadan hemen sonra kızın ismini söyleyen adam, neredeyse ona kelebek diye seslenecekti.

Hilal, nefes alamadığını hissettiğinde elini boğazına götürdü. Gözlerine batan yaşları farkettiğinde başını salladı ve arabaya doğru yürümeye başladı. Birkaç adım atmıştı ki önünde duran adamla duraksadı.

"Çekil!"

"Hayır."

"ÇEKİL BURAK!!"

Karşındaki adama var gücüyle bağıran kızın boğazı acımıştı. Yanağından bir damla yaşın düştüğünü hissettiğinde önündeki adamı sertçe itti.

"Madem bu kadar konuşmak istiyorsun o halde bizden konuşalım! Senin beni ne hale düşürdüğünden..."

Burak gözlerini, öfkeyle ona bakan kıza kenetlendi. O ela gözlerde öfkeden daha yoğun bir duygu vardı. Acı...

"Şu son 3 ayda çok üzüldün di'mi? Çok gözyaşı döktün" dedi adam hüzünle.

"Tahmin bile edemeyeceğin kadar."

"Benim yüzümden... Annen yüzünden ağladın. Peki ya o adam? Hayatın boyunca baba dediğin insan için ağladın mı?"

Duyduğu cümleyle Hilal'in gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Hızlı bir el hareketiyle onları sildikten sonra "Ağladım veya ağlamadım. Seni ilgilendirmez!.. Beni eve götürüyor musun? Yoksa şehre yürüyerek mi ineyim?" dedi hırçın bir sesle.

Burak tek kelime etmeden yüzüne bakınca sinirli bir soluk aldı ve yanından geçip yürümeye başladı. Arkasından gelen adım sesleri duyunca hızını arttırdı.

Burak, yanından geçen kızın arkasından baktı ve elini ensesine götürüp derin bir nefes aldı.

"Ne olacaksa olsun!" diye mırıldanıp hızla Hilal'in peşinden gitti. Peşinden gittiğini anlayan kızın hızlandığını farkettiğinde "İnatçı kelebek!" diyerek güldü ve hızını arttırdı. Yanına geldiğinde Hilal'in kolundan tutup, kendisine çevirdi.

Hilal bıkkın bir şekilde Burak'a baktı ve "Bırakır mısın?" diye sordu.

Burak hayır anlamında başını salladı.

"Sabrımı zorluyorsun Burak! Konuşursam yanarsın!"

"Yıllardır cayır cayır yanan birini, yakmakla tehdit edemezsiniz Hilal Hanım!"

"Yalnız... Yanmanın da çeşitleri vardır Burak Bey! Ateşle yanarsın, kaynar suyla yanarsın, kimyasalla yanarsın!.. Hepsinin acısı da, hasarı da farklıdır... Yanıyor olabilirsin doğru! Fakat seni daha da fazla yakabileceğime hayatım üzerine bahse girebilirim. Ne dersin? Deneyelim mi?"

Burak ela gözlere bakıp tebessüm etti.

"İkimiz arasındaki en büyük fark ne biliyor musun Hilal? Ben... En çok yanımdakileri ,sevdiklerimi, yakarım. Sen ise... Sevdiklerini yakmamak için her şeyi yaparsın. Onlara kıyamazsın! Yanarsın fakat asla yakamazsın!"

Hilal tekrardan ağlamaya başladığını hissettiğinde kolunu Burak'tan kurtardı.

"YO-RUL-DUM!! Ben artık çok yoruldum Burak! Durduk yere ağlamaktan, nefes alamamaktan yoruldum... Bırak beni!"

"Demesi kolay" diye fısıldadı Burak.

Hilal, duyduğu cümleyle karşısındaki adamın yeşil gözlerine baktı. O gözlerdeki çaresizliği görünce başını önüne eğdi.

"Ne istiyorsun benden?"

"Nefes alabilmeni... Bunu başarabilmen için de o adamı hayatı..."

"Nefes alamama sebebimin o adam olduğunu mu zannediyorsun?" dedi Hilal, Burak'ın cümlesini keserek.

"Zannetmiyorum. Biliyorum!"

"Burak onca şey yaşadım. Benim hiçbir şeyim olan bir adama mı üzüleceğim?"

Burak, Hilal'in yanına yaklaştı ve kollarından tutup gözlerinin içine baktı.

"O adam... Baban... Zamanında senin her şeyindi. Tüm hayatın boyunca onu mutlu etmeye uğraşmadın mı? Bir haber aldığında herkesten önce ilk ona koşmadın mı? Ağladığında teselli için ona sarılmadın mı? Sana bisiklet sürmeyi o öğretmedi mi? Kitap okumaya ilk başladığında en büyük destekçin o değil miydi?.. Tamam iyi bir vatandaş değil belki. İyi bir koca da değil. Fakat... İyi bir baba. Bunu hiçbir gerçek değiştiremez. O seni sevdi. Sense... 'Babalar kızlarının ilk aşkıdır' derler. Senin için durum tam da buydu. O adamın yaptığı... Belki de benim yaptığımdan bile daha çok canını acıttı. 'Umursamıyorum' diyorsun. 'Benim için öldü' diyorsun yaa. Yalan!! Şimdi çıksa karşına özür dilese, sana sarılsa onu affedersin! Kızarsın fakat affedersin! Canını deliler gibi yakmak istesen de affedersin!"

Hilal, Burak'ın her cümlesiyle birlikte daha fazla gözyaşı döktü. Hıçkırıkları arttığında omzundaki elin sahibi onu kendine çekti ve sarıldı. Başını, sevdiği adamın göğsüne yaslayan kız uzun bir süre boyunca orada ağladı.

"Ağla!" diyerek saçlarını okşadı Burak. Kızın gözyaşları kalbini delip geçse de 'En azından yanındayım!' diyerek kendini teselli etti.

Dakikalar sonra genç kız geri çekildi. Gözyaşlarını sildikten sonra karşısındaki adama baktı.

"'Terzi kendi söküğünü dikemez' sözü gerçekten de doğru. Ben ,psikolojide yüksek lisans yapmış olan ben, bu konunun canımı bu kadar yaktığını farketmemişim. Sen nasıl...?"

"Seni tanıyorum..." diye fısıldadı Burak.

Kız, adamın yeşil gözlerine baktı uzun uzun. "Haklısın! Beni tanıyorsun. Benden fazla..." diye mırıldandı dudaklarındaki hafif tebessümle.

Burak, göz temasını kesip uçuruma doğru yürüdü. Uçurumun kenarına geldiğinde oturup ayaklarını sarkıttı.

Gözlerinin önünde yaşanan sahneyi izleyen kızın, eli ayağı buz kesmişti. Korkuyla Burak'ın yanına giderken bir yandan da bağırıyordu.

"DELİRDİN Mİ? ÇABUK KALK ORADAN!"

"Ben yıllardır deliyim... Hilal! Merak etme ilk kez oturmuyorum. Son da olmayacak..."

Hilal, kalbi korkudan hızla çarpmaya devam ederken Burak'ın yanına ulaştı ve o da oturmaya hazırlandı.

"Napıyorsun?" diye soran Burak'ın ses tonunda korku vardı.

Hilal dikkatli bir şekilde Burak'ın yanına oturduktan sonra "Burak uçurumun kenarına oturmuş da Hilal oturmamış dedirtmem! Şunun şurasında benim de korumam gereken bir imajım var!" dedi yüzündeki tebessümle.

Burak onaylamaz biçimde başını salladı ve "Ne yapacağım ben seninle?" diye sordu gülümseyen sesiyle.

'Sevsen yeter!' diye düşündü Hilal.

Sessiz kalarak yanındaki adamın yeşil gözlerine baktı. O gözlerde yanan ateşi gördüğünde 'Zaten seviyor' dedi aklı da kalbi de.

Burak yeşil gözlerini, ağladığı için bal rengine dönmüş, elalardan çekti.

İkisi de bir süre önündeki manzarayı izledi. En sonunda Hilal dayanamayarak sordu.

"Onunla hiç konuştun mu? Yani... Sorgusuna sen mi girdin?"

"Teklif ettiler ama... Ben girmedim!"

"Neden?" diye sordu Hilal, Burak'a bakarak.

Burak 'Senin yüzünden! Sana bunu yaşattığı, seni üzdüğü için o adamın sorgusunda, kontrolümü kaybetmekten korktum! Öz baban olduğunu düşündüğümden bu esnada ona bir zarar vermekten, dolaylı da olsa sana zarar vermekten korktum!' diyemedi.

Bunları diyemese de dürüst olmak istiyordu. Bu yüzden 'Yarın... Yarın yine soğuk Burak olurum. Fakat şimdi... Kendim olacağım!' diye düşünerek anlatmaya başladı.

"Yat patlamadan önce onu bayılttım. Bir tekneyle oradan uzaklaştık. Yat patladığında kameralar denize yöneleceğinden... Üsse deniz yoluyla değil de... Arabayla gittim. Yoldayken uyandı. Radyodan patlamayla alakalı haberleri takip ediyordum. Zeki adam... Olayı çaktı. Elindeki kelepçelerden benim devlet görevlisi olduğumu anladı. Ve... İlk cümlesi neydi biliyor musun?"

Hilal, cevabı duymaktan korkarak "Neydi?" diye fısıldadı.

"'Kızım...' dedi. 'Bu işlerle alakaları yok ama... Benden sonra onlara da zarar verebilirler. Yalvarırım onları koruyun!' dedi. O 1 ay boyunca gittiğin her yerde takip edildin."

"Sen mi..?"

'Sana uzaktan bakıp da yanına gelmeden durmak mı? Ben o kadar güçlü değilim be kelebeğim!'

Düşüncelerinin aksine "Benim işim gücüm vardı. Sadece etrafta tehlikeli tipler olup olmadığına dair rapor aldım. Zaten bir sorun çıkmadı."

"Peki neden sorgusuna girmedin?"

Soruyu duyan Burak sıkıntıyla başını kaşıdı. Konuşmak için nefes almışken karşısındaki kız kırgın bir sesle konuşmaya başladı.

"Yalan söyleyeceğin için mi yoksa tereddüt ettiğin için mi başını kaşıyorsun? Haberin olsun! Yalan söylemendense... Susmanı tercih ederim."

Burak'ın dudaklarında minik bir tebessüm oluştu. "Ama sen de izin vermiyorsun ki bir düşünelim!"

"O düşünmenin sonu yalansa hiç girişme!"

"Sana yalan söyleyebilmek de... Ne bileyim bunu yapmak yürek ister!"

Hilal güldükten sonra "Eee.. Beni oyaladığın şu kısa vakitte buldun mu yalanını?" dedi iğneleyerek.

Burak kızın gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı.

"Anladı! Kasayı soyanın... Seni kandıranın ben olduğumu anladı. Asker olduğumu bildiği halde bana kafa atmaya cüret etti. Senin için... Kızı için! Sorguya girersem konu... Farklı yerlere gidebilirdi. Bu yüzden... Sorgusuna girmedim."

"Anladım" diye fısıldadı Hilal.

İkili sessizce önlerinde uzanan manzaraya döndü. Bir süre sonra Burak, Hilal'e döndü ve onu izlemeye başladı. Kızın her esen rüzgarla birlikte saçları yüzüne savruluyordu. Burak kumral saçlara bakarken yumruğunu sıktı. O saçları kelebeğinin güzel yüzünden çekmemek, dokunmamak için verdiği savaş... Hayatının en zor savaşlarındandı.

Hilal, izlendiğini hissetse de hiçbir harekette bulunmadı.

Burak'a dönmeden "Hayat ne kadar garip değil mi? 3 ay önce bana bunları anlatsalar güler geçerdim. Özellikle şu 2 gün... 2 yıla bedeldi. Yaşadıklarım kitap olsaydı... Kesinlikle sayfalar sürerdi" diye mırıldandı.

Burak tepkisizce onu izlemeye devam ediyordu. Hilal en sonunda 'Ama bu haksızlık! O bana bakarken ona bakamamak..." düşüncesiyle yanındaki adama döndü.

Göz göze geldiklerinde paylaştıkları ânı yıllar geçse de unutamayacağını anladı Hilal. Kendisini izleyen Burak, belki de ilk defa kendisine bu kadar yalın bir şekilde bakıyordu. O yeşil gözler bir sürü duygu barındırıyordu. Acı, Özlem, Mutluluk ve... Sevgi.

Onun bu yoğun bakışları karşısında utanan Hilal başını öne eğdi.

Utanmış olsa bile cesaretinden bir şey kaybetmemiş olan kız "Neden öyle bakıyorsun?" diye sordu.

Burak onun bu cesaretine gülümsedi ve 'İşte benim Kelebeğim!' diye düşündü. Önüne dönüp derin bir nefes aldı ve sonrasında tekrardan Hilal'e baktı.

"Kitaplara olan aşkın... Bana birini hatırlatıyor!"

Duyduğu cümleyle birlikte Hilal, Burak'a döndü. Alacağı cevaptan deli gibi korkuyordu. Ya da alamayacağı... Yine de sordu.

"Kim diye soracağım ama... Sen kesin cevap vermezs..."

"Annem" diye fısıldadı Burak. "Annemi hatırlatıyorsun!"

Hilal, aşık olduğu adamın gözlerine baktı. Elini onun yanağına koymayı, ona sımsıkı sarılmayı istese de... Burak'ın kendini geri çekeceğini biliyordu. Bu yüzden sadece sormakla yetindi.

"Edebiyat öğretmeniydi değil mi? Kitapları sevmene sebep olan..."

Burak hüzünle tebessüm etti. Başını evet anlamında salladı.

"Ondan... Hiç bahsetmiyorsun. Kütüphanede de konusu açıldığında hep kapatırdın. Bugün konumuz aileyse..."

Beklentiyle gözlerine bakan kızı farkındaydı Burak. Gözlerini ondan kaçırdıktan sonra sessizce karşısındaki ışıkları izlemeye başladı.

"Hatırlamıyorum" diye fısıldadı. Gözlerini kapattıktan sonra devam etti.

"Gözümü kapattığımda aklıma ilk gelen... Hep kötü anlar oluyor. Ona kızdığımda saçma sapan attığım tripler... Ufacık bir meselede kızdı diye kırılmam... Ya da... Babamla fikir ayrılığına düştülerinde yaşanan atışmaları... Sürekli bunları hatırlamak canımı yakıyor. Kötü hissetmeme neden oluyor. Ben de... Hiç düşünmüyorum. Ya da... Çok düşünüyorum."

"Kötü anları hatırlıyorum diyorsun. Peki ya devamı?"

Burak gözlerini açıp anlamayarak kıza baktı. Hilal açıklama yapma ihtiyacıyla konuşmaya devam etti.

"Kötü anların sonunda hep iyi bir şey olur. Mesela... Kavgaların en güzel yanı barışmaktır. Bu yüzden... Devamını da mı hatırlamıyorsun?"

"Devamı..." diye mırıldandı Burak düşünceli bir şekilde. Birkaç dakika sonra umut dolu bakışlarla Hilal'e döndü.

"Bazen okuldaki öğrencilerine yardım etmek isterdi. İmkanı dahilinde bir şeyler yapsa da herkese yetemezdi. Ya da... Dayım görevde diye uyuyamaz en ufak bir şehit haberinde kötü olurdu. Böyle zamanlarda eline hüzünlü bir roman alırdı. O romanı okur ve ağlardı. Yaşadığıma değil, kitaba ağlıyorum demeye getirirdi. Fakat... Biliyor musun? O kitabın, kitapların sonu hiç gelmezdi!"

Hilal bariz bir merakla "Neden?" diye sordu.

Burak güldü ve anlatmaya devam etti.

"Çünkü... Babam o kitabı elinden alır ve 'Sana kaç kere daha hüzünlü kitaplar okuma diyeceğim sevgilim? Tamam çoğu insanın aksine ağlayınca da çok güzelsin fakat... Bendeki de kalp. Gözünden akan her damla kalbime ok misali saplanıyor!' derdi. Sonrasında... Kenarda duran gitarını alır ve herhangi bir şarkı çalmaya başlardı. Çok değil 3. notada annem şarkıya eşlik etmeye başlardı. Küçükken ikisini hayranlıkla izlerdim. Sonra bir gün... Bildiğim bir şarkıya ben de eşlik ettim. O günden sonra... Mutlaka her hafta bir gece ailecek şarkı söylerdik. Hatta... Babam bana gitar çalmayı öğretmişti. Gerçi... Yıllardır elime almıyorum." Sana kadar, yıllardır şarkı söylemediğim gibi...

"Bak hatırlıyorsun. Anlatmadan hatırlayamazsın!"

Burak kederle tebessüm etti ve sordu. "İyi güzel de... Anlatınca da... Kendimi şuradan aşağı atmak istiyorum. Onu ne yapacağız?"

Hilal de Burak'ın bakışlarını takip ederek aşağıdaki karanlığa baktı.

"Atla!" dedi adama bakarak.

Kızın sesindeki ve bakışlarındaki kararlılık Burak'ı şaşırttı.

"Atla ama şunu da bil... 1 salise sonra ben de peşinden gelirim. Ne de olsa... Korumam gereken bir imajım var!"

Burak derin bir nefes verdi. Hilal'in gözünü bile kırpmadan ,ciddiyetle, bu cümleyi kurması korkuyla yutkunmasına sebep oldu.

'Bana bu kadar bağlanmış olma! Yalvarırım!.. Gerizekalı Burak! Uzak durman gerekirken sen...'

Burak düşündükleriyle birlikte öfkeyle ayağa kalktı.

Hilal, ayağa kalkan adama baktı ve manzaraya döndü. "Büyü bitti. Masal bozuldu" diye mırıldandı kendi duyacağı şekilde. Ona yaklaştıkça Burak'ın geri çekileceğini bildiğinden hüsranla derin bir nefes aldı ve hiçbir şey yaşanmamış gibi "Hadi gidelim!" dedi ve kalkmaya hazırlandı.

Ayağa kalkarken bir anda belinden çekilmesiyle geriye savruldu ve kendini Burak'ın kollarında buldu. Başını kaldırıp kendisine oldukça yakın olan adama baktı. Burak'ın yeşil gözlerindeki korkuyu ve elinin altında hızla atan kalbi hissediyordu. Hilal, o gözlerde kaybolmuşken Burak aralarındaki yakınlığı bozdu ve neredeyse sürüklercesine kızı arabaya götürdü. Bir yandan da söyleniyordu.

"Hanımefendiye bak ya! Gören de kaldırımdan falan kalkıyor sanar. Aşağısı uçurum lakin kendileri gayet rahat ağırlığını bir tarafa verebiliyor. Hiç düşünmü..."

Hilal yürümeyi kesti ve Burak'a döndü.

"Ne söyleyeceksen adam akıllı söyle! Kendi kendine mırıldanma!"

"SEN kendinde misin acaba? Uçurumun kenarından öyle mi kalkılır? Ya sana..." Burak sustu ve derin bir nefes aldı.

"Fazla evhamlısın. Bir şey olmadı. Sakin!!"

Burak bir süre kıza baktıktan sonra "Artık bugün bitebilir mi acaba?" dedi sıkıntılı bir sesle.

Hilal usulca başını salladı ve arabaya bindi. Yola çıktıklarında Burak'ın açtığı radyo 'Konuşmayacağız' demenin bir başka yoluydu. Araba ilerlerken zaten yorgun olan Hilal farkına varmadan uykuya daldı.

Kızın uyku moduna geçtiğini gören adamın dudakları kıvrıldı. Bugün yıllardır gülmediği kadar gülmüştü. Fakat sorsalar kesinlikle inkar ederdi.

Evin önüne geldiklerinde uyuyan kıza döndü. O kadar masumdu ki... Eli ondan bağımsız hareket etti. Bütün gün yapmak istediği şeyi yaptı ve yüzündeki saçları usulca eline aldı. Papatya kokulusunu o kadar çok özlemişti ki...

Kendine gelip, geri çekilerek kızı izlemeye başladı. Bir süre sonra ,nihayet aklı başına geldiğinde, kıza seslendi. Bu esnada gözü saate takıldı. Yarım saattir, hiçbir şey yapmadan sadece kızı izlediğini farkettiğinde, hüsranla gözlerini kapattı.

"Beni uyandırıyorsun fakat kendin uyumaya niyetlisin sanırım?"

Hilal'in sesini duyan Burak gözlerini açarak kıza baktı.

"Geldik."

"Görüyorum!"

Hilal "O zaman...İyi geceler." diye mırıldandı. Arabadan inecekken kolundan tutan adamla eş olarak kalbi hızlandı. Merakla adama döndüğünde elindeki telefonu uzattığını gördü.

"Artık bu telefonu kullan. Güvenli hat. Telefonun içinde bazı uygulamalar da var. Onur bugün pek iyi değildi. Gelecek sefere detaylıca anlatır. Kendi numaran değişmedi. Onu kullanmaya devam edebilirsin. Bizim numaralar telefona kayıtlı. Kimseye verme dememe gerek yok sanırım! Hadi artık eve git. Bugün çok yoruldun. İyi geceler!" Kelebeğim

Hilal, arabadan indi ve apartmana yürüdü.

Kızın apartman kapısından içeri girdiğini gördüğünde arabayı çalıştıran Burak "Bugün feleğimi şaşırtmış olabilirsin. Ama önümüzdeki günlerde buna izin vermeyeceğim... Kelebek!" dedi ve şehirdeki evine doğru yola çıktı.

Loading...
0%