@yasminiesa
|
1 Hafta Sonra "Onur'dan hala haber yok mu?" diye sorarak salona girdi Binbaşı. Soruyu duyan gençlerin konuşan dudakları sustu, gülen gözleri hüzünlendi. Burak içindeki fırtınayı dizginlemeye çalışarak "Hiçbir haber yok Binbaşım!" dedi. Sesini kontrol altına almış olsa da gözleri korkusunu haykırıyordu. Binbaşı, gençlerin gözlerinde gezinen endişe bulutlarını gördüğünde "Bu suratlarınızın hali ne böyle? 8 ay önce, Tuncay'dan 1 ay haber alamadığınızda bile bu hale düşmediniz! Onur sadece 3 gündür ortada yok!" dedi. Timin birbiriyle bakıştığını görünce "Ne oluyor? Bilmediğim bir şey mi var?" diye sordu. Binbaşı'nın sorusu havada kalmış kimse olumlu ya da olumsuz bir cevap vermemişti. Sinan, Hilal'in yanında oturan yeğenine baktı ve "Burak?" dedi sorarcasına. Hilal, yanındaki adamın soruyla beraber kaskatı kesildiğini hissetti. Burak, beden diline ters bir şekilde oldukça rahatça konuştu. "Ne olabilir ki dayı?" Sinan hitap karşısında gözlerini kısarak yeğenine baktı ve "Dayı?" dedi şaşkınca. Burak ona bu şekilde hitap ettiğine göre kesinlikle bir sorun vardı. "Ne olduğunu hemen anlatıyorsun Yüzbaşı Burak!" Burak sessiz kaldığında "Asker!" diye emretti. Hitap üzerine oturduğu yerden kalkıp hazır ola geçen adam "Emredersiniz komutanım!" dedi. Sinan şok içinde karşısındaki yeğenine baktı. Burak'ın duruşu da davranışları da gayet ciddiydi. Üs içinde, operasyonlar hariç, her daim rahat bir hava vardı. Üssü aynı zamanda ev gibi kullanmaları ve birbirlerini aile olarak görmeleri bunun en büyük sebebiydi. Bu yüzden Burak'ın bu resmi duruşu iyice şüphelenmesine sebep oldu. "Otur ve ne olduğunu anlat! Hemen!" Burak koltuğa geri oturup sıkıntıyla başını ellerinin arasına aldı. Sağ ayağını seri hareketlerle sallıyordu. Onun bu halini gören Hilal, sakinleşmesi için elini bacağına koymak istedi. Belki de sarılmak... İkisini de yapamayacağının bilinciyle başını önüne eğdi. Kendinden bağımsız hareket eden ellerini ise sımsıkı yumruk yaptı. "Evlat! Korkutuyorsun beni" diye mırıldandı Binbaşı. Burak, başını kaldırıp dayısına baktı. Yeşil gözleri kızarmış olan adam "Korkuttuğumdan daha fazla... Korkuyorum" diye fısıldadı. Bırak'ın cümlesinin ardından Tuncay, hiçbir şey demeden ayağa kalktı ve üst katın merdivenlerine yöneldi. Emre, peşinden gidecekken "Bırak yalnız kalsın! Zaten hepimiz berbat haldeyiz!" diyerek onu engelledi Yağız. "Artık biri bana da neler döndüğünü anlatacak mı?" diye sordu Binbaşı sert bir sesle. Tüm başlar ona döndüğünde Burak derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. "3 gün önce... Kadavra'dan bir telefon aldım. Telefonuna gizli ağdan bir adres gönderilmiş. Siyah ve mavi kodla beraber. Adrese anında bizim hastanenin ambulansını göndermiş. Kodu gönderen bizim ağı kullansa da telefonunda kayıtlı olmayınca... 'Onur orada mı?' diye sormaya aramış. Gerisi... Çorap söküğü gibi geldi. Mesajı gönderenin Onur olduğunu anladığımda... Hemen gazeteci ekibe emir verdim. O kişinin öldüğüne dair bir haber yayınladılar. Ameliyatı Ediz ve ekibi yaptı. Ferman Müdür de bilgilendirildi. Hastanede kaydı yok. Gerçi... Zaten kim olduğunu zaten bilmiyoruz. Şu an... Hastanın uyanmasını bekliyoruz. Durumu... Ciddiliğini koruyor." Ciddiliğini koruyor ifadesinin 'uyanmayabilir' anlamına geldiğinin hepsi farkındaydı. Ve bunun düşüncesi bile korkuyla yutkunmalarına sebep oldu. "Peki ben tüm bunları neden şimdi öğreniyorum?" Binbaşı'nın sorusuna kimse cevap vermedi. Binbaşı düşünceli bir şekilde konuştu. "Onur'un, haber vererek operasyonu tehlikeye atmış olmasına kızacağımı düşündünüz diyeceğim de... Bunu yapmayacağımı biliyorsunuz! O zaman sorun ne?" "Çocuk 17 yaşında. Oğuz'la ,Onur'un kardeşiyle, yaşıt" diye mırıldandı Yağız. "Ve? Çocuklar o kafanızdan ne geçiyor Allah aşkına? Onur haber vermedi çünkü adamın güvenini kazanmıştır ve fırsa... Bunu düşünüyor olamazsınız?" dedi Binbaşı hayretle ve hızla Burak'a döndü. Burak gözünü bir noktaya sabitlemiş öylece duruyordu. "Burak! Sırf operasyon için böyle bir şey yapm..." "Biliyorum! Onur, o şerefsizin gözüne girmek için bir masuma zarar vereceğine kendi kafasına sıkar. Hele de karşısındaki masum... Kardeşi yaşındaysa! Bir senaryom var. Sadece senaryo olmasını deliler gibi istediğim. Bence Onur, çocuğun... İnfazının önüne geçmek için... Onu vurmaya gönüllü oldu. Ediz '1 milim sağa gelseydi çocuk ölmüş olurdu' dedi. Ben öyle bir durumda kalsam... Şansımı deneyip karşımdakini kurtarmaya çalışırdım." "Eğer dediğin gibiyse ve o çocuk... Uyanmazsa o zaman Onur... Sizin de korktuğunuz bu di'mi? Onur'un bu yüzden ortada olmadığını düşünüyorsunuz!" "Umarım yanılıyorumdur" diye mırıldanan Burak, yanılmadığını düşünüyor olacak ki umutsuz bir ifadeyle oturuyordu. Herkes düşüncelere dalmışken "Ben bir Tuncay'a bakayım. Ediz'den bir haber alırsan... Hemen haber ver!" diyen Binbaşı yukarı kata çıktı. "Hadi! Ben de seni bırakayım Hilal!" diyerek ayağa kalktı Yağız. Hilal ise oturduğu yerden kalkmadı. Yorgun bir şekilde Yağız'a bakıyordu. "Ne oldu?" diye sordu Yağız şaşkınca. "Bu daha ne kadar böyle devam edecek abi?" diye sordu Hilal isyan ederek. "Ne? Seni bırakıp almamız mı? Bizim için bir sorun yok!" "Ama benim için var!" dedi Hilal sıkıntıyla. Yağız konuşmak üzereyken araya Burak girdi. "Hiç boşuna yorulma abi! Ne dersen de inat etti. Aylarca burada kalır yine de bu konu hallolmadan kalkmaz o koltuktan. Yine de iyi sabretti. Ben daha önceden patlar zannediyordum." "Sabırlı biriyimdir" diye mırıldandı Hilal, Burak'ın gözlerinin içine bakarak. Konunun başka yerlere kaydığını hisseden Burak, bakışlarını kaçırdı. Hilal arkasına yaslanıp konuşmaya başladı. "Evet beyler! Ortada bir sorun var. Çözümü?" "Sana göre bir sorun var Hilal Hanım! Biz halimizden gayet memnunuz. Gerçi sen bizi beğenmiyorsun anlaşılan!" dedi Emre sitemli bir sesle. "Yaa hayır! Öyle değil!" "Peki nasıl?" diye sordu Yağız asık bir suratla. Anlaşılan o da bu olaya oldukça bozulmuştu. Hilal'in çaresizliğini gören Burak, olaya el atması gerektiğini hissederek konuşmaya başladı. "Gitmeyin kızın üstüne! Konunun bizimle alakası yok. Hilal, insanlara muhtaç olmaktan nefret ediyor sadece. Kendi ayaklarının üstünde durmaya alışkın. Bu yüzden de kısıtlandığını hissediyor. Başkasına yük olduğu düşüncesi de cabası!" Hilal, duyduklarından sonra Burak'a gözlerini dikip bakmaya başladı. İçinde yükselen öfke, geçmişi hatırlamasından kaynaklanıyordu. "Beni tanıyormuş gibi konuşma!" diye çıkıştı bir anda. Burak yeşil gözlerini, kırgın bakan ela gözlerle buluşturdu. "-muş gibi? Ben seni tanıyorum Hilal! Bunu sen de çok iyi biliyorsun!" Hilal, alayla gülümseyerek "Haklısın! Ama sen de bana hak vermelisin! Sürekli hiçbir şey yaşanmamış gibi davrandığından dolayı unutmuş olabilirim(!)" dedi. Burak sinirlenmeye başladığını hissetti. Derin bir nefes aldıktan sonra "Çocuk gibi kavga mı edeceğiz?" diye sordu. "Yaşananlar bir çocuğun başına gelemeyeceğine göre 'çocuk gibi' kavga etmeyeceğiz. Kavga edeceksek de... Sen zararlı çıkarsın. Sustuklarımı konuşurum çünkü!" dedi Hilal kendinden emin bir şekilde. Burak, karşısında duran kıza baktı. Bir yandan söylediklerinden dolayı ona kızıyor. Diğer yandan ise... Kendisi gibi bir adama cesurca karşı çıktığı için hayranlık duyuyordu. Ukala ses tonu hem sinirlenmesine, hem de tebessüm etmek istemesine neden oluyordu. Anlaşılacağı üzere Hilal, Burak'ın tüm dengelerini altüst etmişti. 'Bir psikoloğa görünmelisin bence. Bu normal değil' diyen iç sesine 'Benim psikoloğum da o, delirmeme sebep olan da... Ama her şeyden önce benim yasağım o! Yaşaması için, ölmeyi seçtiğim...' diye cevap verdi. "Burak! İyi misin?" diye soran Hilal'in endişeli sesiyle ona baktı. Bakışlarından ilk seslenişi olmadığını anlamıştı. "Hilal? Az önce çıkışıyordun şimdiyse... kova burcu olduğunu bilmesem 'İkizler burcu musun?' diye soracağım." "Ahh! İyi hatırlattın(!). Ben de sana onu soracaktım. Aslan burcu olduğunu söylemiştin değil mi? Acaba bu da bana söylediğin yalanlardan biri miydi? Hal ve hareketlerin ,benden daha fazla, İkizlere benziyor da!" Burak sinirle gülmeye başladı. Hilal onun bu halini görünce "Sanırım doğru söylediğin kısımdanmış" diye fısıldadı. "Hilal" diye mırıldandı Burak yorgunca. "Neden bunu yapıyorsun?" Soruyu duyan Hilal hüzünle tebessüm etti ve "Benim de merak ettiğim... Cevapsız sorular" dedi sessizce. Burak, buruk bir şekilde gülümsedi ve mırıldandı "Ve geriye tek bişey kaldı: Binlerce cevapsız soru." Şarkının başında bulunan macarca şiirden alıntı yapan adam için, bu şarkının çok özel bir anlamı vardı. Aklına Hilal'le şarkıyı söyledikleri an gelirken gözleri ondan bağımsız kızın gözlerine kilitlendi. İki genç, içlerinde fırtınalar koparken birbirlerine baktılar. Burak, ela gözlerinde kaybolduğu kızla beraber, neredeyse kendine itiraf edecekti. Ona karşı olan duygularını... Fakat bunu kabullenirse, her şeyin daha da zorlaşacağının bilincindeydi. Bu yüzden çok zor da olsa gözlerini kızdan çekerek koltuğun üstünde duran kapüşonlusunu aldı. Kıza bakmadan "Ceketini al da çıkalım" dedi ve kapıya doğru yürümeye başladı. Hilal, saniyeler önceki yoğun bakışların etkisinden kurtulmak için silkelendi. Susmaktan yorulan kız, Burak'la bir arabanın içinde, uzun bir yolu olaysız atlatmayacağının bilinciyle itiraz etti. "Yağız abim beni bırakır. Sen boşuna uğra..." Hilal, yürümeyi kesen Burak'la beraber konuşmayı kesti. Adam, arkasını dönmemiş olsa da öfkelendiği anlaşılıyordu. Yaklaşık 10 saniye sonra ürkütücü bir sakinlikle onlara döndü. Hilal içinden 'Yine, neye bu kadar kızdı bu?" diye düşündü. Arkasını dönen Burak, saliselik bir sürede Yağız'a bakıp, Hilal'e döndü. Her ne kadar başında abi demiş olsa da Hilal'in kullandığı sahiplik eki Burak'ı oldukça öfkelendirmişti. 'Bir de kalkmış bana 'uğraşma' diyor! Hanımefendiyi başkası bırakınca sorun yok. Ben götürünce sorun oluyor!'. İç sesini zorla da olsa susturan adam, sakin bir sesle konuşmaya başladı. "Merak etme bundan sonra kimseye muhtaç olmayacaksın!" "Bu ne demek?" "Bu durumu sorun edeceğini tahmin etmiştim. Binbaşıyla konuştum. Yukarıdakilerin de izniyle... Sana bir araba tahsis edeceğiz. Şirket arabası olarak düşünebilirsin. Tek fark... İş dışında da kullanabilirsin... Hemen itiraz etme! 6 ay boyunca maaşının bir miktarında ,arabanın bedeli olarak, kesinti olacak. Bizimle sözleşmen bittiğinde de arabayı geri teslim edeceksin. Benzin vs. de senden olacak. Olası bir... Kazadaysa iş başındaysan sorumluluk bizde, haricindeyse yine sana ait olacak! Anlaşılmayan bir şey?" Bırak'ın anlattıklarını düşünen Hilal, teklifin oldukça makul olduğuna karar verdi. Kaşlarını çatarak aklına takılan tek sorunu dile getirdi. "Sıfır araba kabul etmem!" Kızın cümlesini duyan Burak,istemsizce gülümsedi. "Kabul edeceğini hiç düşünmemiştim zaten" diye mırıldandı gülümseyen sesiyle. "Millet sıfır araba alabilmek için 40 takla atar. Küçük Hanımsa almamak için... Her dakika bizi kendinize hayran bıraktırıyorsunuz hanımefendi" dedi Yağız samimi bir tebessümle. Burak, bir anda sinirle çıkışarak "Hadi gidelim artık!!" dedi ve dış kapıya doğru yürüdü. Arkasında şaşkın bir kız bırakarak çıktı. "Beni beklemeden çıktı" diyen Hilal'in sesi hayretle doluydu. "Şeytan diyor 'Çıkma dakikalarca beklet!'. Neyse işin ucunda araba var. Yatsın kalksın da ona şükretsin" dedi daha çok kendi kendine konuşarak. Emre ve Yağız'la vedalaşıp hızla Burak'ın peşinden gitti. "Bu Burak salağı gerçekten de beni kıskanıyor. Beni!!" diyen Yağız şaşkınlıkla gülmeye başladı. "Seni değil Hilal'i kıskanıyor. Fakat sen öyle diyorsan..." dedi Emre gülerek. "Tamam da benden kıskanıyor. Yani kız bana... Abi diyor. Aramızda asla öyle bir durum yaşanmayacağının da farkında! Bu herif bu kafayla o kızdan ne kadar uzak durabilecek acaba?" Son cümleyi duyan Emre hüsranla koltuğa oturdu. "Deliler gibi kıskansa da, hasretinden geberse de... Uzak durur! Bazen 'Hilal'e geçmişi anlatsam belki de her şey daha kolay olabilir. Hilal... Bilirse onu ikna edebilir' diye düşünüyorum. Fakat o zaman da... Sevdiği kızı kazansa da benim yüzüme bakmaz. Ayrıca bunu yapmaya hakkım yok!" "Kesinlikle yok! Ayrıca öyle bir durumda... Burak 'Hilal zaten biliyor. Anlatmama gerek yok!' düşüncesiyle sessiz kalmaya devam edecek. İnan bana bu daha fazla soruna yol açar. Çünkü Hilal... Ondan duymak isteyecek. Onun anlatmasını ve biraz da olsa yüklerinden kurtarmayı..." "Hala Hilal'le Burak'tan mı bahsediyoruz?" Yağız, acıyla gülümsedi ve sessiz kaldı. Aradan bir süre geçtiği halde Emre ona bakmaya devam edince "Allah aşkına Emre! Git önce süt kardeşinle ilgilen" dedi tersleyerek. Emre derin bir nefes alarak "İkiniz de birbirinizden betersiniz. Neyse... Hadi kalk Tuncay'a bakalım. Kendine gelmeye niyeti yoksa Masal'ı arayacağımızı söyleyelim. Ondan başkası onu bu ruh halinden çıkaramaz. Umarım... O çocuğa bir şey olmaz. Onur da bir an önce gelir" dedi ve ayağa kalktı. 🦋 "Seç birini!" "Şaka yapıyorsun?" diyen Hilal önünde duran 5 arabaya bakıyordu. "Oldukça ciddiyim! Bunlar operasyonlarda kullandığımız arabalar. Plakalarını, bazen de renklerini değiştirip kullanıyoruz. Herhangi birini seçebilirsin. Sorun olmaz!" Burak cümlesini bitirmeden, Hilal istediği arabayı seçmişti bile. Yine de son kez emin olmak için sordu. "Şimdi... Buradaki tüm arabalar sadece operasyonlarda kullanılıyor. Hiçbiri size ait değil. Doğru mu anlamışım?" "Kesinlikle!" "İyi o zaman! Şuradaki ,duvar dibindeki, beyaz Nissan Qashqai'yi beğendim. Onu istiyorum!"  Hilal'in gösterdiği arabayı gören Burak bir adım geriye gitti. "O olmaz!" derken oldukça kararlıydı. Ne olduğuna anlam veremeyen Hilal, yanındaki adama döndü. Burak, yüzü solgun bir şekilde duruyordu. Vücut dili kaçmak istercesine kapı tarafına yönelmişti. "Ne oluyor?" diye sorduğu adamın, gözlerine bakmamak için verdiği uğraşı farkettiğinde kaşlarını çattı. "Burak?" "Başka araba seç!" "Neden?" diye sordu Hilal merakla. Burak'ın sorusunu cevapsız bırakmasıyla ofladı. 'Hayır yani... Hepsinin operasyonlarda kullanıldığını söylüyor ama isteyinc...' Hilal aklına gelen şeyle beraber şaşkınca Burak'a döndü. "Sen... O arabayı kullanmıştın değil mi?" diye sordu. Sesinin titrediğini hissettiğinde elini yumruk yaptı. Burak, elini ensesine götürdükten sonra derin bir nefes verdi. "Başka araba seç Hilal!" "Seçmeyeceğim!" "Anlamadım?" Burak, şaşkın gözlerle ona bakıyordu. Hilal, artık bazı olayların geçmişte kalması gerektiğinin farkındaydı. Sonsuza kadar yaşananları ardında taşımak istemiyordu. Burak'ın da bunu yapmasını istemiyordu. O arabayı kendi için değil Burak için alacaktı. Hareketlerinden anladığı kadarıyla o araba, geçmişi (en acı şekliyle) hatırlamasını sağlayan bir faktördü. 'Acaba o arabayı sürerken nasıl hissetmişti? Beni kandırdığı için... Çok canı yanmış mıydı?' düşünceleriyle birlikte ona bakan adama döndü. "Anahtar!" dedi avucunu ona uzatarak. Burak başını iki yana salladıktan sonra "O araba olmaz!" dedi. Burak'ın kararlılığını farkeden kız, onu ikna etmenin tek yolunun saldırmak olduğunun bilinciyle konuşmaya başladı. "Neden? Yalan olan bir şeye niye bu kadar takıntılısın Burak Kılıç(!)" Adını duyan Burak, kısa bir anlığına gözlerini kapattı. Hilal, alayla kullandığı soyadının, aslında karşındaki adamın gerçek soyadı olduğunu ve bu soyadını her duyduğunda adamın ölmekten beter olduğunu bilse ne yapardı acaba? 'Bence sımsıkı sarılırdı' diyen iç sesiyle afalladığını hissetti Burak. Hilal'le arasına mesafe koymak için 2 adım geriye gitti. "Ne istiyorsan onu yap!" diye kızı tersledikten sonra "Araba açık anahtar da içinde. Garajın anahtarı da arabanın içinde. Yolu biliyorsun! Benzinliğin oradan girmeyi unutma!" dedi ve Hilal'in başka bir şey söylemesine izin vermeden otoparktan çıktı. Hilal sessiz adımlarla arabanın yanına geldi. Kapının kulpunu tuttuktan sonra usulca kapıyı açtı. Arabanın içine geçip oturduktan sonra kendi kendine gülmeye başladı. "İnsan beyni gerçekten garip" diye mırıldandı. "Saçma bir şekilde onun parfümünün kokusunu alıyorum. Çıldırmış olmalıyım. Allah bilir en son ne zaman bindi!" Hilal düşüncelerini toparlamak için başını salladı. Arabayı çalıştırdığında ilk işi radyoyu açmak oldu. Açılan kanalın en sevdiği kanal olduğunu farkedince istemsizce tebessüm etti. Yola çıktığında "Araba kullanmayı özlemişim" dedi gülerek. Keyifli bir yolculuğun ardından evine ulaştığında arabayı park etti ve apartmana girdi. Kızın apartmana girmesiyle birlikte, sokağın başında park halinde duran Alfa Romeo Stelvio hızla sokaktan ayrıldı.  Hilal, ne Burak'ın yol boyu onu takip ettiğinden haberdardı. Ne de şu an kullandığı arabanın geçen 1 hafta boyunca o adama ev sahipliği yaptığından... 🦋 Akşam yemeğini bitiren kızlar masayı toplamaya başladı. Hilal onlara yardım etmeye kalkışan Sıla teyzesini oturma odasına kovaladıktan sonra bulaşıkları makineye yerleştirmeye başladı. "Annen bu aralar daha da yorgun görünüyor" dedi masayı silen Aslı'ya hitaben. Aslı sıkıntıyla dostuna döndü. "Kafedeki bulaşıkçılardan birisi ayrılmış. Çok sevgili(!) patronları yeni bir çalışan almak yerine işi annem ve Nagihan ablaya yaptırıyormuş. Kaç defa dedim 'Çalışma! Çalışacaksan bile orada çalışma!' diye ama beni dinlemiyor. 'Herkes deliler gibi iş ararken işten çıkma lüksüm yok' diyor. Dün yine atıştık bundan dolayı." Hilal "Bundan sonra ben de maaş alıyorum. Dediğin gibi çalışmasına bile gerek yok" dedi. "Ev veya kira değil ki dert. Para biriktiriyor. Bilmediğim sanıyor ama... Öğrendim. Benim içinmiş. Bir gün evlenirsem... Çeyiz, nişan vs. şeylerin en iyisini almam için. Hayat hiç adil değil. Babam olacak o şerefsiz yıllarca nafakamı ödemedi diye annem okumam için bileziklerini sattı. O şerefsiz de benim hakkımı... O çiyana yedirdi. Annem şimdi de kendinden ödün vererek bu yaşta, hiç iyi olmayan koşullarda çalışıyor. Bazen kendimi yük gi.." "Sakın! Saçmalama Aslı! Sen annenin yaşama sebebisin. Bu dünyadaki tek akrabası, her şeyisin! Böyle düşündüğünü duyarsa çok üzülür. Hem sen... Onun bütün emeklerini mesleğini eline aldığın gün ödedin. Seninle gurur duyuyor. Benim gibi..." Aslı, küçüklüğünden beri hayatı olan arkadaşına sımsıkı sarıldı. O kadar sıkı sarılmıştı ki Hilal bir an nefes alamadı. "Kızım deli misin yaa? Öldürüyordun beni!" dedi Hilal öksürerek. Aslı gülmeye başladı. Bu esnada gözleri takvime takıldı. Bugün 27 temmuz olduğunu gördüğünde Hilal'e döndü. "Deli demişken... Bugün senin delinin doğum günü değil mi? Eğer unuttuysan..." "Unutmak mı? Canıma susamadım Aslı!" "Eee bu yıl ne aldın? Hiç de göstermedin! Trip atmalık sebep." Aslı'nın yarı şakacı yarı alınmış sesini duyan Hilal tebessüm etti. "Bu seferki gösterilecek bir şey değil!" "Ne?.. Susmasana!.. Yaa cevap ver! Off Hilal sen adamı çıldırtırsın. Gizemli gizemli gülmeyi kessen ve anlatsan?" "Saat 20.00" diye mırıldandı Hilal sandalyeye oturarak. Telefonunu çıkarttı ve masanın üzerine koydu. "Eee? Saatten banane! Anlat artık!" "Şöyle ki şu an Amerika'da 13.00. Bu da demek oluyor ki şimd..." Telefonunun çalmasıyla beraber susan Hilal arayan numarayı Aslı'ya gösterdi. Telefonu açıp kulağına götürdüğünde duyduğu çığlık sesiyle yüzünü buruşturup telefonu geriye çekti. "Yuh! Ben bile duydum!" diye söylendi Aslı gülerek. "HİLAAAAAAAAAAAAAAAAL!!! İNANAMIYORUUUUUM!" Hilal "Sağır oldum be Nisa! Sağol yaa." diye söylense de bıyık altından gülüyordu. "Sakın! Sen sağır olursan 1 haftalık Tayland maceramı kime anlatacağım. Ben doğum günümü unuttuğunu zannedip sana söverken... Telefonuma gelen '3 gün sonra düzenlenecek turumuz için 10'da havaalanında olmayı unutmayın!' mesajıyla köpekler gibi pişman oldum. Affet beni he! Lütfeeeen!" Hilal, Nisa'nın hevesli sesi karşısında kahkaha attı. "Git tatilini yap! Sonra Ülkeye dönüyorsun. Yeter artık! Sürekli erteliyorsun. Hem... Ben galiba sana burada bir iş buldum!" "İş mi? Ne işi? Nerede? Nasıl?" "Önce derin bir nefes al canım!" "Adamı çıldırtırsın Hilal! Söyle çabuk!" Hilal, arkadaşının Aslı'yla benzer cümleler kurmasıyla "Günahım neydi de aynısından 2 tane düştü şansıma" diye söylendi. "HİLAL! Kendi kendine konuşma faslını geç! Hemen işin aslını anlat!" "Kesin bir şey yok! Bir arkadaşa... POMEM'de görev almak istediğinden bahsetmiştim. Sanırım bir şeyler ayarlayabilir." "İstanbul gibi bir şehirde Polis Meslek Eğitim Merkezi'nde iş ayarlayabilecek babayiğit kim çok merak ettim?" "Merkez karakolda organize Büro Amiri!" "Oha! Kızım bu Tayland'dan bile büyük haber. Sen nasıl böyle birini tanıyorsun? Tanımakla da kalmıyor arkadaş diye bahsedebiliyorsun? "Kimleri tanıdığımı bilsen şaşar kalırsın!" diye mırıldandı Hilal. "Efendim? Ne dedin?" "Yok bir şey! Sen bir gel de... Ben sana şu son zamanlarda yaşadığım ultra ekşınlı hayatımı anlatacağım! Bu arada... Doğum günün kutlu olsun! İyi varsın delim." "Asıl sen iyi ki varsın kıymetlim! Aslı'ya selamlarımı söyle! Tura kadar olan 3 günde her şeyi ayarlayıp İstanbul'a ,eve, göndereyim. Tayland bitsin direkt İstanbul'a geleyim bari. Deliyim belki fakat 19 saati geri dönüp üstüne Ülkeye gelmek için 10 saat uçuş yapacak kadar da deli değilim" Nisa'yla vedalaşan Hilal odasına çekildi. Namazını kıldıktan sonra eline bir kitap aldı. Kitabın yarısına geldiğinde yorgunlukla kapanan gözlerine daha fazla söz geçiremedi ve uykuya daldı. 🦋 "Elimizde yeni hiçbir bilgi yok! İşin sonu Kadir Alacalı'yı tekrardan sorgulamaya kadar gidecek gibi" dedi Emre elindeki dosyayı sehpaya fırlatırken. Dosyada yazılanları hepsi ezbere biliyordu. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Çünkü dosya sadece 3 kağıttan ibaretti. "O adamın pek bir şey bildiğini sanmıyorum. İşin sadece para kısmıyla alakadardı. O paranın nasıl geldiğinden bihaber!' dedi Yağız düşünceli bir şekilde arkasına yaslanarak. Hilal, duyduğu isimle kalbinde bir sızı hissetse de bir yorumda bulunmadı. Başını kaldırdığında ona bakan adamı görünce 'İyiyim' dercesine gözlerini kırptı ve tebessüm etti. Ondan iyi olduğuna dair telkin alan Burak elindeki dosyaya döndü. "Abi, bırak artık şu dosyayı! Zaten görsel zekandan dolayı belleğinde kayıtlı her şey. Gözden kaçırdığın bir şey olsa bulmuştun şu ana kadar!" Tuncay'ın isyan etmesiyle elindeki dosyayı sehpaya koydu Burak. "Bir şey olmalı! Aylardır sadece bu kadar az bilgiye ulaşmış olmamızı kaldıramıyorum. Artık şu alçakları yakala..." Çalan telefonunun sesiyle konuşmayı kesen Burak cebinden telefonunu çıkarttı. Arayan kişiyi gördüğünde yüzü kireç kesildi. Elindeki telefonu sıkarken "Kim o?" diye sordu Emre. "Ediz" diye fısıldayan Burak'ın sesi titremişti. Odada bulunanların korkulu bakışları arasında telefonunu açtı. "Yalvarırım! Yalvarırım iyi bir haber ver kardeşim!" "Çocuk uyandı" dedi Ediz neşeli bir sesle. Burak derin bir nefes verip arkasına yaslandı. Yaşadığı rahatlamayla gülmeye başlarken "Şükürler olsun!" diye mırıldandı. Burak'ın tepkilerinden güzel haber aldıklarını anlayan tim de rahat bir nefes aldı. Sevinme sesleri yankılanırken salona giren Binbaşı "Durumu nasılmış?" diye sordu. "Çocuk kim? Ve durumu nasıl?" diye sordu Burak. "Adı Bulut. Hikayesini şu ançin anlatmadı... Merak etme! Durumu gayet iyi. Biraz misafirimiz olacak sadece. Yalnız Burak..." "Ne oldu?" "Çocuk uyanır uyanmaz... Onu vuran kişiyi sordu. Bayılmadan önce hatırladığı son şey... Onu vuran adamın ona ölmemesi, yaşamaya devam etmesi için yalvarmasıymış! 'Eğer polisler onu yakaladıysa ben şikayetçi değilim. Mecbur kaldı! Beni o kurtardı' deyip durdu. 'Polisin elinde değil. Yakalanmadı' desem de ikna edemedim. Bu sefer de 'Bana söz verdi! Uyandığında yanında olacağım!' dedi. Endişeli bir şekilde 'Ona bir şey olmadı değil mi?' diye sormaya devam ediyor. Ne yapmalıyım?' Burak, duyduklarıyla gözlerini kapattı. "Ah be Onur!" diye mırıldandı kederle. Ve konuşmaya devam etti. "Onur söz verdiyse kesin tutar. Ona söyle uyandığında yanındaydı. Sadece o bunun farkında değildi! Bir de detaya falan girme ama... Onur'un gizli görevde olduğunu, bu yüzden de cezalandırılmayacağını söyle! Aklı kalmasın! Ayrıca hiçbir şekilde sizin sözünüzden çıkmasın! Başına daha fazla bela açmasın. Hatta... Sen, ters bir hareketin Onur'un hayatını tehlikeye atacağını söyle! Daha etkili olacağına eminim. O alçağı yakaladığımızda... Ziyaretine geleceğimizi de söyle! Bulut size emanet Ediz!" Telefonunu kapatan Burak ayağa kalktı ve volta atmaya başladı. "Hepiniz şahitsiniz! Eğer Onur yarım saat içerisinde burada olmazsa, onu hastaneye Bulut'un yanına göndereceğim!" "Abi! Tamam hepimiz çok kızgınız ama yine de..." "Tuncay inan bana onu sadece hastanelik etmeme şükretmeli. Onu bu görevden almak istiyorum da... Empati yaptığımdan bunu yapamıyorum! Dediğim gibi sadece yarım saat!" Sonraki 25 dakika Burak'ın patlamaya hazır bir bomba gibi etrafta dolaşmasıyla geçti. 26. dakikada üssün kapıları açıldı ve içeriye Onur girdi. Üstü başı dağılmış olan adamın göz altları morarmıştı. Berbat gözüküyordu. Burak, hızla yanına giderken Binbaşı Sinan, yeğenine 'ters bir şey yapma' bakışları atıyordu. Onur, karşısında durarak önünü kesen adama kızarmış gözleriyle baktı. Onun, acı dolu bakışlarını gören Burak "Ah be oğlum!" diye mırıldanarak bir adım attı. Adımına eşdeğer olarak Onur, bir adım geriye çekildi. "Şimdi değil!" dedi çatlamış sesiyle. Boğazını temizledikten sonra "Elimde yeni bilgiler var! Artık elebaşlarını bulalım. Ve ben de şu şerefsizi yakalayayım. Onunla konuşmam(!) gerekenler var" dedi. Burak 'tamam' dercesine başını salladı. "Önce bi git duş al! Biz toplantı salonundayız. Hemen sana bardakta çorba yapıyorum. Ezogelin seversin... İtiraz yok! O çorbayı içmeden toplantıya gelmene izin vermiyorum! Şimdi doğru odana!" Burak'ın yarı muzip sesle söyledikleri Onur'un gülmesine sebep oldu. "Berbat bir haldeyken bile beni güldürebiliyorsun ya abi..." "Sen bir kendine gel ben sana gülmeyi göstereceğim. Ağzını öyle bir yamultacağım ki joker gibi gezeceksin ortalıkta!" "Senden gelen... Başım gözüm üstüne be abi" diye mırıldanan Onur diğerlerine baş selamı verip odasına yöneldi. 🦋 "Adamımızın adı düzeltiyorum şerefsiz alçağımızın adı Bedir Tığcı. Kod adı Taşıyıcı. Piyasada 'ayakçı' olarak biliniyor. Adının aksine ayak işleriyle yakından uzaktan alakası yok. Çünkü kendileri bir şirketin CEO'su... Şirket çok büyük olmasa da mükemmel bir paravan görevinde. Bu zamana kadar yakalanmama sebebi de göz önünde bulunması zaten. Ahh tabi herhangi bir aksi durumda tüm suçu her şeyden bihaber, masum çalışanlara atması da bunda oldukça etkili(!). Şirketin içinde de pek masum şeyler dönmüyor... Bedir çöplüklerde büyümüş birisi. Gençlik zamanında bilinmeyen bir sponsor tarafından himaye altına alınarak bir anda şirketini kuruyor... Çöplüklerden tanıdıkları ve iş hayatından tanıdıkları arasında tam bir taşıyıcı görev görüyor. Pis işleri çöplüktekilere yaptırıp parasını da sponsorlara veriyor. Kaç kişi olduklarını bilmiyorum fakat en fazla 7 kişiyle böyle bir bağa sahip. Hepsi de kuruluşun farklı şekillerde ayakta kalmasını ve işlemesini sağlıyor. Bunlardan biri Kadir Alacalı'nın Reis dediği kişi. Şimdilik terörle bağlantısı olduğu kesin olan tek kişi o! Bu adamla bağlantıya geçen çok nadir insan var. Bedir bile kim olduğunu bilmiyor. Onu öttürüp bizi Reis'e götürecek isimler almalıyız... Ortada çok yüksek bir meblağ dönüyor beyler. Bu parayı genelde Bedir'in paravan şirketinde muhafaza edip, alım satım yaparcasına dağıtıyorlar. Sponsorlar ilk başlarda ham parayı sağlıyor. Sonrasında da para 3 katı olarak bu şirket vasıtasıyla kendilerine dönüyor. Asıl soru... Bu kadar paranın kaynağı ne?" "Uyuşturucudan başka şeylerle de mi uğraştıklarını düşünüyorsun?" diye soran Tuncay'dı. Onur, ekrana şirketin tahmini bilançoyu yansıttı. "Bu kadar paranın altında... Başka bir şey var diye düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur fakat fazlası var gibi hissediyorum. Adamı aldığımızda bunu öğrenmeliyiz!" "Adam şirket CEO'su diyorsun. Sessizce alamayız. Öğrenildiği anda da... Tüm izleri yok ederler" diye mırıldandı Yağız düşünceli bir şekilde. "Planı olan?" Binbaşı'nın sorusuyla herkes düşünmeye başladı. "Nelerle uğraşıyor? İlgi alanları neler? Mesela... Bugün nerede olacak?" diye peş peşe sıraladı Burak. "Telefonunu hackledim. Akşama bir bara gidiyor. Sonrasında da..." Hilal, düşünceli bir şekilde mırıldandı. "Aslında gayet basit bir yolla yakal..." "ASLA!!!" Burak'ın öfkeli sesini duyan Hilal konuşmayı kesti. Hilal'e kızgın gözlerle bakan adam sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapattı. Aklına gelen görüntülerle sakinleşmek yerine öfkesi artarken yumruğunu sıktı. Toplantı odasında bir ses yankılandı. Hilal ne olduğunu anlamaya çalışırken Burak'ın elindeki kırık kalemi gördü. Derin bir nefes alarak "Sakin olur musun?" diye sordu. "Senin saçmalamayı bıraktığın gün dünyanın en sakin adamı olacağım. Emin olabilirsin!" "Burak neden bu kadar abartıyorsun? 'Olmaz!' dersin konu kapanır!" Hilal, Burak'ın tavrından tartışacaklarını anladığında geriye yaslandı ve kollarını kavuşturdu. "Abartan benim öyle mi? Görevi sadece sorgu analizi yapmak olan biri kalkıp, operasyonda yer almayı düşünüyor ki... Normal bir konumda da değil! " Burak dişlerini sıktıktan sonra devam etti. "Fakat abartan ben oluyorum! Hilal bu senin ilk görevin! Şimdi bunu teklif ediyorsan... İleride yapacakların... Bu ekibe hiç katılmamalıydın!" "Yine başa döndük... Burak seninle tartışmak istemiyorum! O yüzden... Lütfen!" Burak eliyle masada ritim tutmaya başladı. Kısa süre sonra "O şerefsizlerden herhangi biriyle karşı karşıya gelecek olursan... Ne yapıp edip seni bu timden gönderirim! Ona göre..." Hilal alayla kahkaha atıp "'Ayağını denk alacaksın!' demeyi unuttunuz Yüzbaşım(!). Biliyor musun sırf senin inadına o adaml..." Burak ayağa kalkıp Hilal'in oturduğu yere yaklaştı. Gözleri öfkeyle alev alev yanarken bir elini kızın sandalyesine, diğer elini ise masaya yaslayarak kıza yaklaştı ve tehdit edercesine konuşmaya başladı. "Beni deneme! Beni sakın sınama Hilal! İnan bana... Yapabileceklerimin sınırını bilmiyorum. Bir sınırı olduğundan bile şüpheliyim. Hani sürekli yakmaktan bahsediyorsun ya... İçimdeki o adamı ortaya çıkarırsan,asıl sen yanmak neymiş görürsün!.. Bırak o adam olduğu yerde kalsın. Herkesin iyiliği için!" Burak sözlerini bitirdiğinde, Hilal'in yüzüyle arasında santimler olduğunu farketti. Bir süre ela gözlere takılı kalan adam, kendini toparlayarak geri çekildi. "Şimdi... Müsaadenizle yapmamız gereken bir toplantı var Hilal Hanım!" derken eliyle dış kapıyı gösteriyordu. Bütün bunlar yaşanırken sessiz kalan Binbaşı, Burak'ın son hareketiyle oturduğu yerden kalktı ve konuşmaya başladı. "Ne yaptığını sanıyorsun? Sen istesen de istemesen de Hilal de ekibin bir parçası. Bunu defalarca konuştuk. Ne diye sil baştan..." "Önemli değil Binbaşım!" diyerek araya girdi Hilal. Onu kovan adama karşı içinde yeşeren koruma içgüdüsü sinirlerini bozsa da kendine hakim olamıyordu. "Karşımdaki adam geçmişte... Kontrolü dışında gerçekleşen olayların sinirini bozduğunu söylemişti. Düşününce şu son yaşananlar... Tamamıyla ondan bağımsız gerçekleşti. İkimiz de çok gerginiz! En iyisi ben bugünlük paydos edeyim. Yarın sakin kafayla tekrar gelirim! Birileri de o zamana kadar bazı şeyleri kabullenmiş olur... Umarım!" Hilal, oturduğu yerden ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Tam kapıdan çıkacakken duraksadı ve geri dönüp Burak'a baktı. Burak'ın gözünü kırpmadan onu izlemesinden cesaret alarak, bir soru yöneltti. "Hatırlıyor musun?" Kızın, hüzün dolu ela gözlerine bakan adam tepkisiz kalamadı ve "Dikkatli git!" diye mırıldandı. Normal insanlara göre gayet basit ve sıradan olan bu cümle Hilal'in kocaman tebessüm etmesine neden oldu. "Giderim!" diye fısıldarken gözleri gülüyordu. "Sonra görüşürüz beyler!" diyerek odayı terk etti. "Bu neydi şimdi? Sizi gerçekten anlayamıyorum" dedi Onur şaşkın bir sesle. Diğerleri de şaşkın bakışlarla bakıyordu. Burak "Ben biraz hava alacağım. 15 dakika mola verelim!" dedi ve kimsenin bir şey demesine izin vermeden odadan çıktı. 🦋 Çatıya ulaşan adam, binadan yeni çıkmış olan arabayı izlemeye başladı. Araç, görüş alanının dışına çıktığında ,yanında bulunan, sandalyenin üstündeki dürbünü aldı ve arabayı izlemeye devam etti. Arabanın fabrika sınırlarından uzaklaşmasıyla telefonunu cebinden çıkarıp, elini bir numaranın üstünde tuttu. Herhangi bir tehlike olursa anında Doğan'a haber verecekti. Neyse ki Hilal, bir sorun çıkmadan benzinliğe ulaştı. Telefonu çalan Burak rahat bir şekilde telefonu açtı. "Gördüm! Bemzinlikten şimdi çıktı. Aradığın için teşekkür ederim!" diyerek benzinlikte çalışan Doğan"ın telefonunu kapattı. Kızı evine kadar takip etmemek için kendiyle mücadele veren adam en sonunda, çatının diğer tarafına gidip, parapetin* üstüne oturdu. (*Parapet; çatı veya balkondan düşülmesini engellemek için yapılan beton duvar) Burak'ın rahatlığını gören birisi, oturduğu yerin aşağısında boylu boyunca uzanan bir uçurum olduğuna kesinlikle inanmazdı. Uçurumun sonunda yeşil nokta olarak gözüken ağaçları izleyen Burak az önce yaşanan olayları düşünmeye başladı. Hilal'e gerçekten de çok kızmıştı. Kendini fütursuzca tehlikeye atması, aklına 3 yıl önceyi getirmişti. Hilal'in insanlar için tehlikeye gözü kapalı atlaması Burak'ı ölesiye korkutuyordu. Bu korkusuysa bugün öfke olarak gün yüzüne çıkmıştı. Bu yüzden de kıza ağzına geleni saymıştı. Tüm bunlara rağmen... Hilal gitmemişti. 'Hatırlıyor musun?' diyerek geri dönmesi... Burak'ın tüm duvarlarını yıkmıştı. Hatırlıyordu. Söz konusu o olduğunda her şeyi hatırlıyordu. 🌙🌠🌙 "Yaa Burak lütfen! Özür dilerim! Bir daha böyle bir şeyi yapmayacağım!" Burak, kolunu Hilal'den kurtardı. "Aile konusunu açmak istemediğimi anladığın halde üstüme geldin. Bir şey demedim! Ama bu çok fazla! Sen, beni analiz edip tanı koymaya kalktın Hilal! Ben senin hastan değilim! Git başkasına psikologluğunu yap. Bence biz... En iyisi bir süre görüşmeyelim!" Burak, sinirle bunları söyleyip kütüphanenin çıkışına doğru yürümeye başladı. Anın içinde kaybolan adam gizli görevdeki bir asker olduğunu ve "Bir süre görüşmeyelim!" cümlesinin karşısındakine söyleyeceği son cümle bile olamayacağını unutmuştu. Burak'ın söyledilerini duyan Hilal'in gözünden bir damla yaş aktı. Neden kalbi bu kadar çok acımıştı? Neden hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu? Geçmişten bir anı aklına gelirken Burak'ın peşinden koşmaya başladı. Kütüphanenin dış kapısından çıkmadan yakaladığı adamın kolunu tuttu. Nefes nefese kalan kız, konuşmak için sakinleşmeyi beklerken Burak "Kalbini kırmak istemiyorum... Kelebek. En iyisi ben gideyim. Sakinleşince konuşuruz!" dedi. Kolunu çektiğinde Hilal bırakmadı. "Biliyor musun benim en büyük korkum... Ben dedemi hiç görmedim Burak. Annemin babasını... Annem çok küçükken vefat etmiş. Üzerinden yaklaşık 35 yıl geçmiş olmasına rağmen dedemin konusu her açıldığında anneannem ağlıyor. Çünkü... Dedemle yaptıkları bir tartışma sonrası dedem arabaya binmiş ve... Yaptığı kazada hayatını kaybetmiş. Her seferinde pişmanlıkla 'İncir çekirdeğini doldurmayacak bir mesele yüzünden... Onunla kırgın ayrıldım' diyerek gözlerinden yaşlar süzülür. Benim de en büyük korkum böyle bir şey yaşamak. Bu yüzden kimseyle kırgın ayrılmak istemiyorum. İstersen bağır, çağır, kız! Ağzımı açıp tek kelime etmeyeceğim! Ama böyle gitme! Lütfen!" "Bağırmak, çağırmak ve kızmak. Söz konusu senken... Bunu nasıl yapabilirim ki kelebek?.. Hadi gel içeri geçelim! Çözmen gereken testler var!" diyen Burak, elini genç kızın omzuna atıp, onu kütüphaneye doğru yönlendirdi. 🌙🌠🌙 Anıların içinde kaybolmuş olan adam daha önceden duymuş olduğu sözleri mırıldandı. "Konu sen olunca; sabırsızım, kıskancım, bencilim, inatçıyım, öfkeliyim, kindarım, şüpheciyim. Kısacası ben, ben değilim." |
0% |