@yasminiesa
|
Karanlık koridorun sonundaki camın kenarına yaslanan kadın, kolları bağlı bir şekilde dışarısını izliyordu. Düzeltelim... Parktaki salıncağın üzerine oturan adamı izliyordu. Boğazında koca bir yumru hisseden Melek titrek bir nefes aldı. Yıllar boyunca susturmaya çalıştığı o genç kız, adamın yanındaki boş salıncağa oturarak derdine ortak olmak istiyordu. Bu isteği o kadar yoğundu ki Melek çıldıracağını hissetti. 'Her şeyin başlangıcı olan o ânı tekrardan yaşatmak, seninle sil baştan başlamaya razıyım.' anlamına gelmez miydi? Gelirdi! Peki razı mıydı Melek? Hayır! 'Evet!' Bakışlarını istese de parktaki adamdan çekemeyen kadın başını iki yana salladı. Değildi. Değildi işte. Hiçbir şey anlatmayan bir adamın peşinden koşmaya da, yaşadıklarını unutmaya da razı değildi. 'Asıl razı olmadığın şey, gözlerindeki o alevlere rağmen susmasına neden olan şeyi öğrenmek olmasın Melek? İtiraf et. Bari kendine itiraf et. Deliler gibi korkuyorsun sen. Ege'nin neden sustuğun öğrenmekten deliler gibi korkuyorsun. O elaları bal rengine bürüyen o acının nedenini öğrenmekten deliler gibi korkuyorsun. Nedenini öğrenirsen onu affetmekten de korkuyorsun ama asıl korktuğun... Onun gerçekten de çok büyük acılar çekmiş olması.' Susturamadığı iç sesi bas bas bağırırken ağlamak istemeyen kadın, küçük bir çocuk gibi dudağını ısırdı. Ağlamaya başlarsa duramayacağını hissediyordu. Her şey öylesine üst üste gelmişti ki... 'İhtiyacın olan tek kişi o şu an...' Gözlerinden usul usul yaşlar düşmeye başlayan Melek, ciğerlerine ulaşmayan bir nefes aldıktan sonra elini camın üstüne koydu. Salıncaktaki adamın omuzları kambur, başı öne eğikti. Onu hiç tanımayan birisi bile iyi bir ruh halinde olmadığını anlardı. Onu tanıyan birisi ise... Kadının hissettiği gibi hissederdi. Koskoca dağın yavaş yavaş yıkılışıyla ölüyormuş gibi. Loş parkta yakılan çakmak alevini gören Melek esefle alnını cama yasladı. 'Bu kaçıncı sigara Ege? Kaçıncı? Yetmedi mi ha? Daha ne kadar kendini zehirlemeye devam edeceksin? Daha ne kadar bunu izlemek zorunda kalacağım ben?' Adam, sigara ile kendini zehirlerken; kadın, uzaktan izleyerek ve hiçbir şey yapmayarak zehirliyordu kendisini. Aradan dakikalar geçti. Salih Ege bu süreçte 4 sigara daha bitirirken, Melek eli kolu bağlı bir şekilde gözlerinden sessiz yaşlar akarken onu izledi. Aşağı inip sigara paketini onun elinden çekmeyi deliler gibi istese de... Adamın yanına gidemiyordu. Giderse duramazdı ki. Onu teselli etmeden duramazdı. Ve bunu yapmamalıydı. Yorulmuştu kadın. Sadece 4 günde yılların yorgunluğunu yaşayan ruhu bir tavizi daha kaldıramazdı. İçindeki Küçük Kadın, söylediği onca kelimeyi alan ama geri iade etmeyen Suskun Adam'la baş edemezdi. Ege'nin sustuğu her an, ağlayarak kaçıyordu o Küçük. 'Sevse söylerdi. Sevse, onu affetmem için ihtiyacım olan bahaneyi verirdi. Görmüyor mu ne kadar çok istiyorum? Onu affetmeyi, ona sarılmayı ne kadar çok istiyorum görmüyor mu? Neden bana bunu yapıyor? Neden beni karanlıkta bırakıyor? Bilmiyor mu karanlıktan ne kadar çok korktuğumu? Sadece o yanımdayken korkmuyordum ben. Ondan sonra yine karanlıktan korkar oldum. Attı beni zifiri karanlığa, elinde fener olduğu halde öylece kenarda bağırışlarımı izliyor. Sevseydi açardı o ışığı. Tamam kızardım, bağırırdım çağırırdım, hesap sorardım hatta... Büyük ihtimal yaşadıkları için çok üzülürdüm ama sonunda ellerini tutardım. Yalpalardım, bocalardım, bazen de yaralarımdan kanlar akar canım çok yanardı ama yine de onun elinden güç alır toparlanırdım. Fakat o buna izin vermiyor. Aşk iki kişiliktir derler, o ise aşkı tek başına yaşamak istiyor. Bu yüzden de ne benim isteklerimi dinliyor ne de kendinden bir an bile taviz veriyor. Bu yüzden gitmeyelim yanına. Gidersek... Karanlıktan korkarız biz.' diye bas bas bağırıyordu. O yüzden gidemiyordu Melek. O küçüğün bir suskunluğa daha gücü yoktu. O Küçük, bir suskunluğu daha affedemezdi! Tüm bu düşünceler içerisinde boğulan kadın, koridorda yankılanan ayak seslerini duyduğunda yüzündeki gözyaşı izlerini sildi. Bu sırada adımların sahibi biraz uzağında durarak konuşmaya başlamıştı. "Sen burada ayrı yanıyorsun, o aşağıda ayrı. Sadece şu anlık... Birlikte yansanız? Bunu istemeye hakkım yok biliyorum ama yanına insen Melek? Birisi durdurmazsa sabaha kadar o salıncağın üzerinde o zıkkımı içmeye devam edecek. Beni yanına yaklaştırmaz, kimseyi yanına yaklaştırmaz. Senden başka hiç kimseyi! Konuşmana gerek yok. Sadece susup yanında dursan bile ona yeter. Bugünlük bunu yapamaz mısın?" Adamın söyledikleri üzerine dudaklarında acı bir gülümseme beliren Melek başını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Biliyorum Binbaşı biliyorum. Yeteceğini biliyorum. Ama sen bilmiyorsun anlaşılan, her şeyin nasıl başladığını bilmiyorsun. Bilseydin benden bunu asla istemezdin." Melek'in konuşmasından cesaret alan Sinan, kadının yanına gelerek salıncağın üzerinde oturan kardeşine baktı. "Bilmiyorum evet. Sen, onun kendine sakladığısın. Senin hakkında kimseye tek kelime etmedi. Seni, bana anlatmadı hiç. Seni kimseye anlatmadı. Senden tüm yalınlığıyla bahsettiğini duymadım. Adını bile anamadı mesela. Gül Kokulum derdi sadece." Duyduğu hitap karşısında titrek bir nefes alan Melek buğulanan gözlerini kırpıştırdı. 'Evet. Gül Kokulum derdi.' "Şu dünyada hikayenin tamamını kendi ağzıyla anlattığı iki kişi var." diyen Sinan o iki kişinin Hilal ve Burak olup olmadığını söyleyip söylememe arasında kaldıktan sonra söylememeyi tercih ederek devam etti. "Tamamını dememe de bakma sen. O anlatılan hikayede bile üstünkörüsün sen. Yakıyor çünkü. Seni anmak, onu yakıyor ve günlerce kendine getiremiyor. Şimdi karşısındasın ve ne halde olduğunu tahmin bile edemiyorum. Düşündüğü çok şey var. Kabullenmesi gereken çok büyük bir gerçek var. Üstüne bir de sen varsın. Her konuşmanız ayrı yangın. Bunları söylediğimi duysa beni öldürür ama ikiniz de çocuk değilsiniz. O nefretin altında yatanı en çok ikiniz biliyorsunuz. Bu yüzden de kastettiğim yangının ne olduğunu çok iyi biliyorsun." "Ben ne bildiğimden pek de emin değilim. Bana çok yabancı o adam, ama bir o kadar da aşina. Ve bu çok berbat bir duygu. Bir bakışı var..." Sesinin çatallaştığını hisseden Melek sustu. "Sen ona yabancı değil misin Melek? O bıraktığı kız mısın?" "O kız öleli çok oluyor." "Aynı cümleyi Hilal'in yanına girmeden önce o da kurdu. Peki gerçekten öldü mü? Senin içindeki o kız, onun içindeki o genç... Öldü mü gerçekten? Öldüyse içinizdeki alevi harlayan kim?" diye sordu Sinan yumuşak bir sesle Bakışlarını Ege'ye çeviren Melek kendisinden beklenmeyen bir itirafta bulundu. "Öldüğüne inandırmıştım kendimi. Başka türlü yaşayamıyordum. Öldüremediğimi de az önce tam burada fark ettim biliyor musun? Bu karanlık koridorda. Ben karanlıktan korkarım normalde. Ama onu gör-görme ihtiyacım o kadar fazlaydı ki, ona görünmeme ihtiyacım o kadar çoktu ki ışığı açmadan geldim tüm koridoru. Sıfır korkuyla. Sonunda o olacağını biliyordum çünkü." Sesli söylediklerinin ağırlığıyla susan Melek kendi kendine söylendi. "Tüm bunları sana söylediğim için kendime, bana bunları söylettiğin için de sana kızıyorum şu an." "Salih her ne kadar seni en büyük Giz'i yaparak sussa da... İyi bir sırdaş olduğumu söyler." "Biliyorum." diye fısıldayan Melek yeni bir sigara yakan Ege'ye baktı. "Evlenme arefesindeydik. Ailesinden ilk kez o zaman bahsetmişti bana. Aramızdaki ilk yakınlaşmanın yaşandığı yerde oturuyorduk. Ailesinden sonra, bana seni anlattı. 'Bu hayatta kimsem yok ama bir abim var. Ona asla abi diyemem, kaybettiğim abim aklıma geliyor bu yüzden de ismiyle seslenirim, arkadaşımmış gibi davranırım ama abim o benim. Başım sıkıştığında ilk ona koşarım. Bir derdim varsa ilk onunla, en büyük sırdaşımla paylaşırım. Benim için canını ver dese bir an bile düşünmem veririm. Çünkü bana yitirmek üzere olduğum canımı veren zaten oydu. Her şeyden vazgeçmişken tuttu elimden. Ben sana aile olacağım dedi. Tüm hayatı toprak altına gömülen biri olarak inanmak istedim ona. O gün elimi tuttuğu gibi sözünü de tuttu. Anne-babasını, anne babam, ikiz kardeşini de kardeşim yaptım. Onunla tanışmanızı her şeyden çok isterdim. Ama şu an... Ülke dışında.' dedi. Ona 'Kıskandım. Ben de öyle bir abi istiyorum.' dediğimde gülümseyerek 'Bir kız kardeşe daha hayır demez bence. Sen, benim diyemediğim kadar, benim yerime de abi dersin.' demişti. Mesela o yüzden şu an sana istemsizce abi diye hitap etmek istiyorum. Bunca yıldır onun arkasını kolladığın için sana teşekkür etmek istiyorum. Ve bu ikisi de çok saçma." Çaresiz bir nefes alan Melek, Sinan'ın kızarmış bal gözlerine baktı. "Ben şu ana kadar kimseye kendimi açmadım. En son, düşüncelerimi süzgeçten geçirmeden konuştuğum kişi oydu. Ondan sonra kimsenin yanında bu denli acizleşmedim." 'Bu acizlik değil.' demek isteyen Sinan sessiz kaldı. Kadının en sevdiğinden yediği darbeden sonra böyle düşünmesinden daha doğalı olamazdı. Acıyla gülen Melek yaptığına inanamaz bir şekilde başını iki yana sallayarak Sinan'a baktı. "Şimdi ise hiç tanımadığım seninle durmuş konuştuğum konuya bak. Düşüncelerimi bile susturmaya çalışırken sana onları sesli söylüyorum. Neden? Geçmişte yaşanmış bir konuşmadan dolayı! O adamın hayatım üzerinde bu denli kontrol sahibi olmasından nefret ediyorum. Ya benim ona kızmam gerekiyor. Ömrüm boyunca ona kızmışken karşıma çıktığı ilk anda yelkenleri suya indirmemem gerekiyor. Ama ben napıyorum? Açıklaması olmadığı için susan bir adama karşı merhamet gösteriyorum." "Son cümlen palavradan ibaret. Bunu sen de biliyorsun." diyerek araya girdi Sinan. "Sana az önce de söyledim. Ben artık neyi bilip bilmediğimden emin değilim. Anlamıyorsunuz beni! O benim yaşadıklarımı tahmin edip, bilebilir ve ona göre davranabilir. Ama ben... Konuşmuyor ve bu beni çıldırtıyor. Ne düşünebilirim? Allah aşkına ne düşünebilirim. Susuyor. Demek ki açıklaması yok." "Ya da açıklaması çok. Çok büyük, çok acı, çok yakan, çok gözyaşılı..." Sinan'ın cümlesini duyan Melek'in gözleri tek kurtuluşu buymuşçasına sigara içen adamı bulmuştu. "Ve sen de her ne kadar konuş diye ısrar etsen de, onun anlatacaklarını duymaktan korkuyorsun Melek. En az, onun söylemekten korktuğu kadar çok hem de. " Gözünden bir damla yaşın düştüğünü hisseden Melek isyanla konuştu. "Ben küçük bir köyde, en büyük hayali üniversite okumak olan fakat şartlardan dolayı bunu gerçekleştiremeyen sıradan bir genç kızdım. Hayatımdaki en büyük acı, babamın yokluğuydu ama amcam onu doldurmak için her şeyi yapıyordu. Yani baba yokluğum da hep en derinlerimde saklıydı. Peki ne oldu da hayatım nükleer bir felakete dönüştü. Neden? Ya benim bunun nedenini bilmeye hakkım yok mu? Tamam haklısın korkuyorum. Gerçekten o nedenin ne olduğunu bilmekten korkuyorum ama... Bilmem gerekiyor. Ben tüm bunları neden yaşadım? Neden onca acıyı çektim? Neden sevdiğim adam tarafından terk edildim? Neden çocuğum için sevmediğim bir adamla evlenmek zorunda kaldım? Neden? Neden? Neden?" Bakışlarını Salih'e çeviren Sinan sessiz kaldı. 'Hayatımdaki en büyük acı, babamın yokluğuydu ama amcam onu doldurmak için her şeyi yapıyordu.' cümlesi kardeşinin susmasının en büyük nedeniydi. Nasıl söylenirdi ki bu isyan içindeki kadına 'Teröristler ondan bir seçim yapmasını istedi. O da kızını kurtarmak için babanı öldürdü.' diye. Onun suskunluğunu yanlış anlayan Melek derin bir nefes aldı. "Bu neden sana değil yanlış anlama. Nedenini öğrenmek istiyorum ama olur da bir gün gerçekleri öğreneceksem bunun ondan olmasını istiyorum. Beni düşürdüğü hale bak. Neredeyse konuş diye yalvaracağım ona. Olayın tam tersi olması gerekmiyor muydu? O kendini affettirmek için çabalamalıydı. Ben... Ben onu affetmek için değil." Sinirleri bozulmuş bir şekilde gülen Melek başını iki yana salladı. "Evet bunu da sesli itiraf ettiğime göre bana müsaade. İstediğini yaparak onun yanına gitmeyeceğim Binbaşı. O sigaraları ya da bu ruh halini engelleyecek başka bir şey bul. Ben paratoner değilim. Onun bu davranışları üzerimde yıldırım etkisi oluşturuyor ve bu yıldırımları yediğimde canım yanıyor." "Yıldırım..." diye mırıldanan Sinan Melek'e doğru baktı. "İlginç bir teşbih. Salih'in kod adının ne olduğunu biliyor musun?" Melek başını iki yana sallarken soru dolu gözlerle Sinan'a bakmıştı. "Fırtına." "Bu isimler özelliklerinize göre veriliyordu değil mi? Onu ne denli tanımadığımın bir belirtisi daha. Bana göre o fırtına olmazdı. Daha uysal bir şey olurdu. Çoğu zaman Karadeniz gibi hırçın değil de Ege Denizi gibiydi çünkü. Üstünde birçok adacık bulunan ve onları koruyan Ege..." "Haklısın özelliklere göre verilir. İsmin ne olursa olsun bir kez alırsan bir daha sıyrılamazsın o isimden. 15. yılında bile kendisine Çaylak diye hitap edilenler olurdu gerisini sen düşün. Ama Salih bir istisna. Az önce söylediğin sözlerle onu ne denli iyi tanıdığını gösterdin aslında." Kaşlarını çatan Melek parktaki adama doğru bir bakış attıktan sonra Sinan'a döndü. "Ne demek istiyorsun?" "Salih'in ilk kod adı Hâlim'di. Yumuşak huylu, uysal demek." Boğazında bir yumru beliren Melek kısık bir sesle cevabını bildiği soruyu sordu. "Peki ne zaman değişti bu ismi?" "Sigara kullanmaya başladığı zaman. Ege olmayı sonsuza dek kaybettiği zaman." Sinan'ın söylediğinden bir anlam çıkarmaya çalışan Melek yine aynı kısık sesle yeni bir soru sordu. "Ege isminin bir anlamı var mı peki?" Soruyu duyan Sinan bilmem dercesine omzunu silkti. "Kesin bir bilgim olmasa da gerçek olduğundan emin olduğum bir tahminim var. Yine de bunu söylemek bana düşmez." Melek hissiz bir şekilde başını iki yana salladı. "Garip değil mi? Kocam olan adamı benden daha iyi tanıyorsun. Her bakımdan! Mesela bana sokak dövüşlerine katıldığını söylemişti. Bedenindeki yaraların da bu yüzden olduğunu. Ben de bir aptal gibi inanmıştım ona. Kocamın asker olduğunu bile anlamadım. Kötü adamlarla takıldığı için kızdım ona. Sürekli tekrarladığı 'Sonra'ların, 'Bir gün'lerin nedenini asla anlamadım. Ben anlamadım, o da bana güvenmedi ve anlatmadı." "Güven meselesi değil bu Melek." Cümleyi duyan kadın alay dolu bir acıyla mırıldandı. "Tabii ki. Öyledir." Derin bir nefes alan Sinan, Melek'e baktı. "Asker olduğunu öğrenseydin, o adamların yanına özellikle sızdığını ve her an ifşalanma tehlikesiyle yaşadığını bilseydin ne yapardın? Dayanabilir miydin buna?" Soruyu duyan Melek usulca yutkundu. Geçen yıllara rağmen, düşüncesiyle bile kalbinin üzerinde bir baskı hissetmişti. "Bak bana." dedi Sinan ciddi bir sesle. "Eski eşim buna dayanamadı ve boşandık. Asker eşi olmak herkesin harcı değil Melek. Yani özele girmiş olacağım ama sen zaten babanı kaybetmişsin. Kaybın ne olduğunu çok iyi biliyorsun. Kocanı kaybetmekten de korkardın ve işte o zaman istemesen de bir şekilde onu ifşalardın. Ya da daha beteri, kendi kendini delirtirdin. Gitme derdin ona. Zamanında İclal'in de bana dediği gibi. Ki biz İclal ile aşk evliliği yapmamıştık. O beni değil de kocasını, benim varlığımı kaybetmekten korkuyordu daha çok. Benim evde olmayışlarımdan yıpranıyordu, her çalan kapıda 'Bu sefer ölüm haberi mi gelen?' diyerek açıyordu o kapıyı. Senin karanlıktan korktuğun gibi o da yalnız kalmaktan korkuyordu ama benimle bir ömür geçirmek demek yalnızlığın ta kendisi demekti. Yani onun halini düşünüyorum da... Sen kaç katı olurdun acaba? Aşık olduğun adamı her sabah o itlerin yanına bile isteye gönderebilir miydin? Hiç sanmıyorum! Kesinlikle Salih sana söylemeyerek en doğru şeyi yapmış. Şu an karşımdaki Melek bu mesleğin getirisini anlar ama 19 yaşındaki o genç kızın anlayabileceğini zannetmiyorum." Sinan'ın söyledikleriyle ilk defa bu konuya başka açıdan bakabildiğini hissetmişti Melek. Haklıydı Binbaşı. Haklıydı da... Adama dönen kadın isyan içinde iki elini yana açtı. "Yine dönüp dolaşıp aynı yere geldik. Bir başka nedene. O zaman neden evlendi benimle? Ona ilk yaklaştığım gün, sonraki günler... Bir şekilde beni kendinden uzak tutabilirdi. Zaten bir gün gidecekti. Kendi platonikliğimle kalırdım ben. İkiimiz de bu denli yanmamış olurduk. Belki sonra bir gün... Her şey bittiğinde üniformasıyla çıkardı karşıma. O zaman konuşurduk, o zaman gerçekten tanışırdık. Kolay olmazdı belki o görevdeyken onu beklemek. Yine de sonunda bana döneceğinin sözünü alır ve sözünü tutacağından emin beklerdim onu. Dayanırdım bir şekilde her asker eşi gibi. Ve biz böyle tüm o kötü şeylerı yaşamamış olurduk. Neden bunu yapmadı? Benimle evlenmeyebilirdi. Neden sahte birisiyken benim elimi tuttu ki? Neden?" Bakışlarını parka çeviren Sinan hüzünle gülümsedi. "Az önce dedin ya, sonunda onun olacağını bildiğim için bu karanlık koridorda korkmadan yürüdüm diye... Ya onda da öyle olduysa? Ya sen de onun zifiri karanlığını aydınlatan ışık olduysan? Belki o da karanlıktan çok korkmuştur Melek. O kadar çok korkmuştur ki tüm gücüyle ışığına, sana, sarılmıştır. Işığından uzağa düşerse kör karanlıkta kaybolmaktan korkmuştur. Benliğini unutmaktan, kim olduğunu unutmaktan korkmuştur. Bu yüzden de sonrasını düşünmeden sadece ışığının yanında kalmasını istemiştir... İstemek de değil, buna ihtiyacı vardı. Bencilce bu. Evet! Ama bu bencilliği yapmasaydı, her şeyi bırakıp bu dünyadan giderdi Salih. Senin elini tutması demek yaşaması ve- ve kurtarması gerekenleri kurtarması anlamına geliyordu. Senin elini tutması demek nefes alması, gülmesi, mutlu olması anlamına geliyordu. Büyük ihtimal de senin elini tutmayı çok sevmiştir. Bu yüzden de her şeyi bir kenara bırakıp bu bencilliği yaşamaya karar verdi. Sonunun böyle olacağını o dahil hiç kimse tahmin edemezdi. O itlerin arasından seni güvenle çıkaracağını düşünmüş olmalı ama... Olamadı. Her şey sarpa sardı ve şimdi de bu halde buradayız işte." Melek gözlerinin dolduğunu hissederken Ege'sine baktı. "O görevde... Çok kötü şeyler oldu değil mi? Koskoca adamı yıkan ne olabilir diye düşünüyordum. Bakışlarında neden acının en koyusu var diye düşünüyordum. Sen biliyorsun değil mi? O gün neden tüm isyanıyla omuzumda ağladığını biliyorsun. Bana asla anlatmadığı o olayı biliyorsun." diye mırıldandı kadın berbat bir sesle. "Biliyorum." dedi Sinan çatallı bir sesle. "Çok mu kötüydü?' diye sordu Melek sesi tir tir titrerken. Sinan soruya cevap vermeyerek sessiz kaldı. Kardeşinin, en yakın arkadaşını vurmak zorunda kalması çok kötünün de ötesindeydi. "Yani bana diyorsun ki... Yıllar önce yaptığını yap ve yanına git. O yine tek kelime etmeyecek ama sen yanında dur. Gelecekte yine bir şey olacak ve yine yanına gitmek zorunda kalacaksın. Ha haberin olsun o zaman da konuşmayacak. Deliler gibi acı çekiyor ama acısını seninle paylaşmayacak. Senin görevin de her şeyden bihaber bir şekilde sadece yanında durmak olacak. Yıpranma hakkın yok, çünkü o senden daha fazla acı çekiyor. İsyan etme hakkın yok, çünkü o çok kötü şeyler yaşadı. Neyi teselli ettiğini bile bilmeden onu teselli etmek zorundasın." Gözünden bir damla yaş düşen kadın hüsranla devam etti. "Peki ne zamana kadar? Kaç yıl? Ömrümün yarısı geçti zaten. Ömrümün yarısı onsuz geçti. Ve şimdi yanımda ama uzağımda olacak öyle mi? Ben bunu istemiyorum abi. Ben böyle bir hayat istemiyorum! Yapamam. Gururumu ayaklarımın altına almayı geçtim, hayat enerjimi sömürüyor bu durum. Kendime olan saygımı geçtim, kendime olan güvenimi zedeliyor. Konuşmayan birinin yanında bir süre sonra kendimi fazlalık gibi hissederim ben. Beni istemiyor, ondan susuyor diye düşünürüm. Her şeyden öte... Yetmez bana. Ona yetse bile bana sadece yanında oturmak yetmez! Ben, hiç tanımadığım yabancının biriyle sessizce oturmaya bile yalnızca 1 hafta dayanabilmiştim. O bir haftanın sonunda tek başına acı çekmesine dayanamayarak sormuştum. Şimdi tanıdığım yabancı bir adamla ne kadar süre sessizce oturabilirim sence? O adamın gözlerine sahip bir kızım varken... Nasıl sormadan durabilirim? Üzgünüm ama ben bu oyunda yokum. Kızım uyandığında ayaklarımın üstünde karşılamak istiyorum onu. Yerlerde sürünürken değil." Yanaklarından yaşlar süzülen Melek, parktaki Ege'ye son bir bakış attıktan sonra yorgun ruhuyla birlikte arkasını döndü ve yürümeye başladı. Sinan, önce Melek'e sonra da Ege'ye baktı. Yapmak üzere olduğu şey yanlıştı. Onların ilişkisine karışmaması gerekiyordu. Yine de başka bir çıkış yolu olmadığının farkındalığıyla mırıldandı. "Bana Gül Kokulusundan asla bahsetmedi ama Berceste'den bahsetti. Berceste'sinden." Adımlarını duraksatan Melek kaşlarını çatarak Sinan'a doğru döndü. "Ne?" "Salih'in Hilal ile hastanede tanıştığını biliyorsun değil mi?" diye sordu Sinan. Adamın nereye varacağını bilmeyen kadın başını aşağı yukarı salladı. "Biliyorum. Yaralandığındaydı. Hilal günlerce Burak ile birlikte hastanede başında beklemişti." 'Yaralandığında canı çok yanmış mıdır?' sorusu aklına üşüşen Melek, Sinan'ın devamında söylediği cümleyle gözlerinin kocaman açıldığını hissetti. "İşte ilk tanışmaları o zaman değildi." "Ne demek istiyorsun?" derken tüm ruhu titremişti kadının. Elini ağrıyan başına götüren Sinan derin bir nefes aldı. "Bunu yapmamam gerekiyor ama.... Korkuyorum Melek. Salih iyi değil. Hiç iyi değil! Saçma bir şey yapacak diye korkuyorum. Hilal uyandığında kaçar diye korkuyorum. Söylemeyelim diyecek kesin. En büyük tedavisi o iken ondan kaçmaya çalışacak. Senden de kaçtığı gibi." "Anlamıyorum abi. Ne demek istiyorsun? Niye kaçacak? Onun kararlılığını gördüm ben. Bana rağmen kızına babalık yapmak istiyor. O zaman?" dedi Melek soru dolu bakışlarla. "Salih beni kesin öldürecek." diye mırıldanan Sinan kadının kahverengi gözlerine bakarak konuştu. "Hilal'e her şeyi anlatmış. Hikayenin tamamını bilen 2 kişiden birisi Hilal. Diğeri de Burak zaten." Melek, duyduğunu idrak etmeye çalışarak öylece durdu. "Bas bas bağırmama rağmen bana anlatmadığı o hikayeyi kızına mı anlatmış?" "Ve kızı da onu teselli etmiş. Her şeyden bihaber iken. Mesela..." Duraksayan Sinan, Melek'in bu gerçeği öğrenmeden Salih'in yanına gitmeyeceğini bilerek devam etti. "Mesela Salih'in bahsettiği o Cennet Kokulu küçücüğün kendisi olduğunu bilmeden." Melek boş gözlerle karşısındaki adama bakmaya başladı. Duyduğu şeyi anlamlandıramıyordu. Daha doğrusu anlamlandırmak istemiyordu. Sol gözünden bir damla yaş düşerken Sinan'a 'Lütfen düşündüğüm şeyi söyleme.' dercesine baktı. "Dediğim gibi Salih asla bana seni anlatmadı. Salih bana o görevde yaşadığı hiçbir şeyi anlatmadı. Senin sürekli vurguladığın gibi bir adama dönüştü senden sonra. Suskun Adam! Burak'ı yanına aldığı güne kadar hep yettiğince konuştu. Asla fazlasını değil.... O görevden sonra onunla aynı eve çıktım. Gözüm hep üstündeydi. Sonra bir gün hiç beklemediğim bir anda ortadan kayboldu Salih. Delirdim. Herkese sordum. Yoktu. Yoktu. Gitmişti! Böyle olduğum yere çöktüğümü hatırlıyorum. Bitmişti... Kıymıştı canına bu sefer. Kurtaramamıştım kardeşimi. 5 gün geçti. Benim yaşayan bir ölüye dönüştüğüm 5 gün. Herkese haber saldım fakat ne dirisi ne ölüsü, yoktu ortalıkta. Yaşamak için sebebi olmayan bir adam ortadan kaybolursa dirisini bulman imkansızdır. Nerede öldürmüştür kendini diye düşünüyordum, ona göre o mekanlara bakıyordum. İlk gün ailesinin mezarlığına giderken emindim. Orada olacaktı. Bulamadım! İkinci gün, üçüncü gün, dördüncü gün derken artık hazırlanmaya başladım. Her şeyin başladığı yere gidecektim. Şanlıurfa'ya, senin memleketine. Sabahında yola çıkmaya hazır olduğum o gün, sabaha karşı kapı çaldı. Koltukta uyuyakalmışım zille hızla ayağa kalktım. Kapıyı 'Sonunda cesedini buldular.' diye düşünerek açtığım doğru." Melek, karşısındaki adamın berbat bir sesle anlattıklarını dinlerken oturma ihtiyacı hissederek koridordaki koltuğa oturdu. Ona bir bakış atan Sinan da yanına oturduktan sonra ellerini birleştirerek anlatmaya devam etti. "Salih'ti. Normal insanların aksine, onu kanlı canlı karşımda gördüğümde yaptığım ilk şey sarılmak değil de olanca gücümle yumruk atmak olmuştu. Orada onu hastanelik edene kadar dövsem de, bana yaşattığı korkunun ve acının hıncını çıkartamazdım. İkinci yumruğu atmak üzereydim ki konuştu. 'Özür dilerim abi.' diye fısıldadığını duyduğumda... " Sesi titrediği için susan adamdan bir damla yaş düşerken gözlerini kapattı. 'Bu cümlenin altındaki anlamı bir bilsen Melek. Aylar sonra kardeşim ilk defa konuşmuştu. Konuşmuştu!' Kadına bazı şeyleri asla anlatamayacağının bilincindeki Sinan gözlerini açarak ellerine baktı. Melek asıl hikayeyi Ege'sinden öğrenmeliydi. Gerçi orası nasıl olacaktı bunu kimse bilmiyordu. Tüm bunları düşünmeyi sonraya erteleyen Sinan anlatmaya devam etti. "Sesini duymak o kadar güzel bir duyguydu ki o an ne korku kaldı ne de acı. Yaptığı için affetmiştim onu. Sana da söylemiş. Bana abi demezdi fakat o gün bir abiye ihtiyacı vardı ki öyle seslenmişti. Sonrasında da yine birkaç ihtiyaç anında abi dedi. Burak da aynısını Yağız'a karşı yapar. Yeğenimi iyice kendisi yaptı Beyefendi." Sinan, Melek'in hikayenin devamını dinlemeye hazır olmadığını hissederek kısa bir konu değişimi yapmıştı. Melek buna balıklama atlayarak Sinan'a bir bakış attı. "Ona, ailen olacağım derken bunu tahmin etmemişsindir. Öz yeğenini, en büyük ailesi kılacağını." Sinan, kızarmış bal gözleriyle Melek'e bir bakış attı. "Öyle oldu. Salih ve Burak'ın ilişkisi öylesine kendine has ki... Birbirlerini tamamlıyorlar resmen." "Senin zamanında onu kurtardığın gibi, o da yeğenini kurtarmış." diye mırıldandı Melek. "Ve Berceste'sine yapamadığı babalığı Burak'ıma yaptı." "Neden Berceste?" diye fısıldadı Melek istemsizce. Dünya üzerinde onlarca hitap varken neden Berceste'ydi? Bir anlamı olmalıydı. "Nedenlerinin cevabı onda Melek." "Ona onlarca kez 'Hilal'i nasıl bu kadar kolay sahiplenebildin?' diye çıkıştığım halde tek kelime etmeyen adamdan bahsediyoruz değil mi? O cevapları ben öldükten sonra, mezarıma vermeyi düşünüyor sanırım." Derin bir nefes alan Sinan mahcup bir şekilde konuştu. "Sana da herhangi bir şey diyemiyorum ki. Yaşadıklarını bilmiyorsun desem zaten şu an tek istediğin bunu öğrenmek. Ama... Salih'e de haksız diyemem Melek. İkiniz de kendinizce haklısınız. Onun yerinde olsam ben de susardım büyük ihtimal." "Tamam bırak kardeşinin haklılığını savunmayı. Nedenleri de bir kenara bıraktıysak yeni sorum. O 5 günde neredeymiş?" "Söylemedi. Sadece ilk gün neredeydi onu anlattı." "Şubat ayındaydı değil mi?" diye mırıldandı Melek sessiz bir şekilde. "Evet! Senin doğum yaptığın zaman." Dolan gözlerini kırpıştıran Melek karanlık koridora hafif bir ışık sağlayan cama döndü. Onu görmese bile salıncaktaki varlığını biliyordu. Gözünden bir damla yaş süzülürken boğazındaki yumruyla konuştu. "Şimdi sen bana kızımın, babasıyla ilk doğduğu gün tanıştığını mı söylüyorsun?" Melek'e mahremiyet sağlamak amacıyla onun yüzüne bakmayan Sinan başını aşağı yukarı salladı. "Öyle. Salih yaşananlardan sonra benden hep uzak durdu yani... Görevden sonra ona sarılmama ya da herhangi bir teselli sözü etmeme izin vermedi. Dağılmaktan korkuyordu ve bir kere dağılırsa asla toparlanamazdı. Zaten iyi değildi, silahını alıp kendini vururdu. O gün tek konuşmakla..." diyen Sinan pot kırmak üzere olduğunu hissederek duraksadı. Salih'in aylarca tek kelime etmediğini söylediği anda olaylar çok çok daha büyürdü. Melek'in nedenleri de, gerçeğe dair korkuları da artardı. Bu yüzden olaya başka bir açıklama getirdi. "Konuşmakla yani bana abi demekle kalmadı, kendi isteğiyle sarıldı da. Bir değişim olduğu her halinden belliydi. Bu yüzden de o bebeğin babası olduğunu düşünmüştüm. Soramıyordum da elbette. Oturma odasına geçtiğimizde benden su istedi. Suyu doldururken de 'Ben değilmişim.' diye mırıldandı. Bunu hiç beklemiyordum. Sürahiyi tutan elim öylece havada kaldı. Ne diyeceğimi gerçekten bilmiyordum. Ayrıca çok da şaşkındım. Yaşamına son vermemesinin tek sebebi o küçüktü ve babasının kendisi olmadığını öğrendiği halde canlı bir şekilde karşımda duruyordu. Suyu ona verip yanına oturdum. Hiçbir şey söylemedim. Herhangi bir teselli sözü faydasızdı. Suyu bitirdikten sonra elindeki bardağı bırakmadan anlatmaya başladı. O gece yağan karın altında hiçbir haber almadan beklediğini, dağıtılan lokumla bebeğin doğduğunu öğrendiğini, duyduğu bir dedikoduyla da doğruluğunu kontrol için içeri girdiğini söyledi." "Kemal Alacalı'nın DNA testi istediği dedikodusu." diye mırıldandı Melek olayı tahmin ederek. "Evet. Önce gizlice laboratuvara sızmış. Masanın üzerindeki kağıtla dedikodunun gerçek olduğunu teyit etmiş. Sonuçların sabah çıkacağı yazıyormuş. Ertesi gün erken saatte gizlice girip sonuçları öğrenmiş. Yani Salih testi Kemal Alacalı'nın eline geçmeden önce görmüştü zaten." "Bu test mevzusunu kapatalım mı? Bu konuda... Ona aşırı kızgınım." diye mırıldandı Melek. Sinan, yanındaki kadına bir bakış attıktan sonra başını aşağı yukarı salladı. İçindeki kardeşini koruma iç güdüsü oldukça fazlaydı. 'Sen olsan ne düşünürdün?' demek istiyordu ama Melek de haklıydı. Bu denli özeli konuşmaya hakkı olmadığını bilerek anlatmaya devam etti. Salih bunu anlattığımı duyunca yüzüme bakmayacak. "Ayaklarım beni Yeni Doğan Ünitesi'ne götürdü. Defalarca kez geri dönmeye çalışsam da başarılı olamadım. O an sonuç ya da başka bir şey önemli değildi. Görmek istiyordum. Onun kızını görmek istiyordum.' diye mırıldanmıştı. Bebeğin orada olup olmadığını bilmeden öylece üniteye gitmiş." "Bir dakika." diyerek araya girdi Melek. "Hilal sadece doğumun hemen ardından çok kısa bir tetkik için o üniteye alınmıştı. O zaman mı..." diyen kadın başının döndüğünü hissederek arkasına yaslandı. Ege, Hilal'i benden sonra mı gördü yani? Herkesten önce... Kızım dünyaya gözlerini açar açmaz önce annesiyle sonra da babasıyla mı iletişime geçti yani? Her bebek gibi... Yanağından yaşlar düşmeye başlayan Melek, Sinan'ın anlattıklarını gözlerini kapatarak dinlemeye başladı. Sanki o an, gözlerinin önünde yaşanıyormuş da izliyormuş gibi. "Yavaş adımlarla cama yaklaşmış. 'İçim kıpır kıpırdı aslında koşmak istiyordum.' demişti bana. Gerçekten de öyleydi. O ânı anlatırken bile elaları parlıyordu. Sesinde heyecan, dudaklarında bir tebessüm vardı. Aylar sonra onu gülümserken görmüştüm. Sürekli 'Çok küçüktü.' diye tekrarlıyordu. O küçüğü gördüğünde ne hissettiğini anlatmam gereksiz bence. Senin hissettiğinle birebir aynı hissetmiştir. Onlarca düşünce eşliğinde bebeği izlerken öylece dalmış birkaç dakika. Tekrardan beşiğe baktığında bebek yerinde yokmuş. 'Aklım çıktı. Hemşirenin bebeği kapıdan çıkarması yalnızca saniyeler sürmüştü ama o saniyelerde korkunun en derinini hissettim.' demişti. Hemşire onun bebeğe bakışlarını gördüğünde doğal olarak bebeğin babası olup olmadığını sormuş. Fark etmeden en hassas konuyu eşelemiş yani. Soruyu duyan Salih'in bakışları yine bebeği bulmuş. 'Elimi uzatsam dokunabilirdim ama ona dokunmaya hakkım olduğunu hissetmiyordum.' diye mırıldanmıştı anlatırken. Bu düşünceyle geri dönüp gidiyormuş ki hemşire onu durdurmuş. 'Artık nasıl görünüyorsam acımıştı benim halime. Bakmak ister misiniz diye sordu. Evet demeye cesaretim yoktu ama bedenim benim yerime cevap vermişti bile. Anlatmaya başladı hemşire. Doğalı yalnızca bir saat olduğunu annesinden başka kimseyle görüşmediğini söyledi. Annesi kızına kavuşmada fazla sabırsız dedi. Tetkik kelimesini duyunca endişeyle hemşireye baktım. Çok sağlıklı diyerek teskin etti beni. Çekiyordu o küçük. Yanında buldum kendimi. Gerçekten de tam bir Berceste'ydi.' demişti sesindeki sevgiyle. Ben de senin gibi sordum ona 'Berceste mi?' diye. Söylemedi hiçbir şey. Anlamı kendinde saklı." Hıçkırmamak için dudaklarını ısıran kadın, Sinan'ın devamında söylediklerini duyduğunda sessizce inlemişti. "Ona bakarken gözünden düşen bir gözyaşı bebeğin yüzüne damlamış. Bizim Küçük yüzünde hissettiği ıslaklıkla kımıldanmış doğal olarak. 'Aylar sonra ilk defa içten bir şekilde gülümsetti beni. Hem de o küçücük bedeniyle.' demişti Salih. Bu hareketten cesaret alan kardeşim elini bebeğe doğru uzatmış. Yumruk olan o küçük ele." Bu sefer hıçkırığını tutamayan Melek nefes alamadığını hissederek elini boğazına götürdü. Yanına getirilen küçük kızının yumruk yapmış ellerine sevgiyle dokunmuştu o da. Sadece dakikalar önce, sevdiği adam mı dokunmuştu o küçük ele? Birlikte olamasalar da can verdikleri sayesinde elleri yine kavuşmuş muydu yani? Anlatacaklarının kadının gözyaşlarını artıracağını bilen Sinan usulca devam etti. "Salih buraya kadar oldukça dirayetliydi ama kayış buradan sonra koptu. Bir insanın aynı anda gözyaşı döküp tebessüm ettiği anlardan birisindeydik. O Küçük... Hilal o temas esnasında yumruğunu açıp küçücük eliyle Salih'in parmağını tutmuş. Salih'in diyebildiği tek şey ise 'Çok küçük...' olmuş. Babasının sesini duyan minik ne yapmış biliyor musun? Gülmüş. Hemşire bebeklerin bilinçli gülümsemelerinin 2. aydan sonra olacağını ama bazen güzel zamanlarda bu hareketi yapabildiklerini söylemiş. Hilal zaten hep en güzel zamanların insanı değil mi? Karşısındakinin en çok neye ihtiyacı olduğunu anlamaya daha doğduğu andan başlamış bizimki. Hemşire demiş ki 'Bence bu güzel hanımefendinin ilk gülümsemesini siz aldınız Beyefendi. Elini ilk tutan da siz oluyorsunuz hatta." Sessiz ağlamaların yerini hıçkırıklar almış, Melek elleriyle yüzünü kapatarak katıla katıla ağlamaya başlamıştı. Ege'sinin o anda neler hissettiğini hayal ettikçe öldüğünü hissediyordu kadın. Hele de sonrasında, o testi gördüğünde... Başını önüne eğen Sinan, titrek bir nefes aldı. Ege ve Melek'in hikayesinin sonunun vuslat olması gerekiyordu. İkisinin de acılarını geçirebilecek tek şey vuslattı çünkü. O an söz verdi kendine adam. Gelecekte kardeşi, sevdiği kadına yaşananları anlatmaktan yine kaçarsa bu sefer eli kolu bağlı durmayacaktı Sinan. Gerekirse şimdi yaptığını yapacak ve her şeyi anlatacaktı kadına. Geçmişte olsa Melek duyduğunda kızar, affetmez diye düşünebilirdi fakat şu an yanında hıçkırıklara boğulan kadının kızsa bile affedeceğinden emindi Sinan. Melek'in gözyaşlarının biraz dinmesi ile asıl can alıcı olayı anlatmaya başladı. "Bebeği izleyen Salih, o âna kadar bebeklerin cennet koktuğu söyleminin halk inanışı olduğunu düşündüğünü fakat tam o an karşısındaki bebeğim Cennetin ta kendisi olduğunu söylemiş. 'Can feda ona.' diye mırıldanmıştı. Onun bu halini gören hemşire kurallara göre asla yapmaması gereken bir şeyi yapmış ve 'Saf gerçekliği teyit etmeye ne dersiniz?' diyerek Salih'in çok kaybolmuş göründüğünü, kimseye söylememe şartıyla gözetimi altında bebeği kucağına almasına izin vereceğini söylemiş. O küçüğün kardeşimin yarasına merhem olacağını hissetmiş. Salih, çok küçük olduğu için zarar vermekten endişelendiğini söylemiş. Hemşire de bir şey olmaz diyerek bebeği almış ve Salih'in kollarına vermiş. Babasının, kızıyla ilk tanışması işte o anda olmuş. Salih doya doya Berceste'sinin Cennet kokusunu içine çekmiş, kulağına ilk baba nasihatlerini fısıldamış. Ve kızı da bir kez daha gülümseyerek ödüllendirmiş onu. Hemşire onların bu halini görünce 'Sizi gerçekten çok sevdi.' demiş. Salih'in verdiği cevabı söylememe gerek yok sanırım. Hiç ayrılmak istememesine rağmen 'Annesine götürün. Özlemiştir.' diyerek bebeği hemşireye teslim etmiş kardeşim. Hemşire zekiymiş. Tekrardan sormuş bebeğin babası olup olmadığını. Bu sefer bilmiyorum diyerek dürüst davranan Salih eklemiş. 'Sakın ona tek kelime etme. Burada olduğumu bilmesin... Az önce şahit olduğun ânı anlatman kafasını karıştırmaktan ve acı çekmesini sağlamaktan başka bir işe yaramaz. Yeterince acı çekti. Bırak da en mutlu gününde, mutlu olsun." Mutlu mu? Tüm ruhunda Ege'si varken, kocası olmadan ikisinin bebeğini gözyaşları içinde tek başına doğurmuşken mi mutlu olmuştu? Doğumhaneye girmek isteyen annesine bile izin vermemişti genç kadın. O gün elinden tutmasını istediği tek bir kişi vardı, o da neredeydi bilmiyordu bu yüzden herkesi reddetmişti. 'Sadece adımlar ötemdeymiş.' diye düşünerek inledi kadın. Odaya getirdikleri kızını kucağına aldığı o ânı hatırladığında tüm her şeyin yerine oturduğunu hissetti. Etrafındaki herkes gülen gözlerle bebeğe bakarken, bebeğinin kokusunu içine çeken kadın hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Onun bu halini gören annesi ve Kadir odadan çıkarken, neden ağladığını anlamış gibi bakan hemşire de yavaşça onları takip etmişti. Darmadağın olan Melek ise geriye çekilerek küçük kızına fısıldamıştı. 'Babanın kokusunu mu taşıyorsun sen kızım?' O günden sonra neden bir daha kızında Ege'sinin kokusunu almadığını şimdi anlıyordu Melek. Sonrasında; o an, o duygu yoğunluğuyla kızının Ege'si gibi koktuğunu hayal ettiğini düşünmüştü. Yine de uzun bir süre yalnızca o battaniyeyi kullanmıştı Melek. Hatta öyleydi ki bazı günlerde o battaniye kızının beşiğinde değil de kendi elleri arasındayken uykuya dalmıştı kadın. Hilal'den hatıra olarak sakladığı eşyaların başında da o battaniye geliyordu. O ânı hiç unutamamıştı Melek. Kızının Cennet kokusunda kocasının kokusunu aldığı o ãnı unutamamıştı. Ege'si sanki yanındaymış gibi hissettiği o ânı unutmamıştı. Meğer gerçekten de yanımdaymış... Bir süre gözyaşlarıyla boğuşan Melek çatlayan sesiyle sordu. "Bu son muydu?" Ege'nin varlığını hissettiği o anların, gerçekliğini sonunda sorgulamaya başlamıştı kadın. "Değildi." diye kısık bir sesle cevap verdi Sinan. "Ne zaman?" diye sorarken ruhunun çekildiğini hissediyordu. "Net olarak bildiğim anlar çok az. O günden sonra Salih temelli İstanbul'dan ayrıldı. Ayakları sürekli size getiriyordu onu ve başkasının karısı ile çocuğunu uzaktan izlememeliyim diyerek terk etmişti şehri. İşte baze..." "İstanbul'dan gittikten sonra ne yaptı?" diyerek araya girdi Melek. "Dağlara çıktı. Dur durak bilmeden o operasyondan bu operasyona. Kendini sürekli tehlikeye attığı için ben de peşindeydim. Bu sefer bilerek yurt dışındaki operasyonlara gitmeye başladı. Savaşın tam göbeğine. Sonunda annem ve kardeşim sürekli endişeli oldukları için onun peşinden sürekli ateşe atılamadığım bir duruma geldik. İstediği de tam olarak buydu. İşte o zaman Cevat'la tanıştırdım onu. Bazen o, bazen de diğer arkadaşları... Gittiği operasyonlarda ona göz kulak olan birisi oluyordu mutlaka. Kurşuna kafa atmaya bayılıyordu da Beyefendi." Duydukları karşısında titrek bir nefes alan Melek birleştirdiği ellerine bakarak kısık bir sesle sordu. "Hiç yaralandı mı peki?" Soruyu duyan Sinan başını öne eğerek sessiz kaldı. "Çok mu?" diye sorarken sesi tir tir titriyordu kadının. "Susmasının nedenlerinden biri de bu. Kendisine neler yaptığını öğrenmemen için her şeyi yapar." "Şu an ölmemiş olmasına şükretmem gerekiyor yani..." diye mırıldandı Melek hissiz bir şekilde. Eli ayağı boşalmış, ağlayamayacak kadar çok dağılmıştı Melek. Herhangi bir duygu bile hissedemiyordu. Kadının yalnız kalma ihtiyacını hisseden Sinan son kez anlattı. "Bazen ortadan kayboluyordu. Ya kafa dağıtmak için memleketine, köyüne gidiyor herkesten uzakta sessizce birkaç gün geçiriyordu ya da İstanbul'a geliyordu. Bunu asla sesli bir şekilde söylemedi. Bu konu hakkında asla tek kelime etmedi ama emindim ben İstanbul'a geldiğinden. Çünkü... Olaydan 4 yıl sonraydı. Bir gün böyle ortadan kaybolmuştu Salih. Ortaya çıktığında yeni bir alışkanlık kazanmıştı. O anda anladım." "Ne alışkanlığı?" diye sordu Melek kaşlarını çatarak. Eliyle camı işaret eden Sinan buruk bir tebessümle mırıldandı. "Salıncak." Birkaç saniye duraksayan Melek "Hilal sallanmayı çok severdi. Küçükken çok severdi sonra okula başlayınca azaldı. Fakat bir gün yeniden..." Cümlesini yarıda kesen Melek bakışlarını cama doğru çevirdi. Bir gün yeniden salıncak aşığı oldu. 'Ben asker olacağım.' dediği günlerde... Hızla Sinan'a dönen kadın cevabından emin olduğu soruyu sordu. "2009 yılının yazında neredeydi peki? Karne alındığı günlerde?" Başını aşağı yukarı sallayarak onayladı Sinan. "Burak liseden mezun olmuştu. Onun için İstanbul'a gelmişti o zamanlar. Kısa bir süre kaldı ama... Çok dalgındı o günlerde. Geldiğinden eminim." "Peki ya... Hilal ile konuşmuş olma ihtimali var mıdır?" "Bilemem o kadarını. Bunun cevabını ancak ikisinden biri verebilir." "Peki son soru. Aylar önce yaralandığı zaman bu hastaneye getirildiğinde..?" Ruhu titrerken sormuştu bu soruyu Melek. Hilal'in, Sevda'lara gittiğinin ertesi günü her zaman gittiği bankta oturup denizi izlerken, her yanını o sarmıştı. Onun elaları ona bakarken hissettiği gibi hissetmişti yıllar sonra. Bu his o an öylesine yoğundu ki etrafına bakınırken bulmuştu kendini. Tabii ki kimseyi görememiş ve acı bir gülümsemeyle önüne dönmüştü. Şimdi ise... Acaba diyordu? Acaba o gün orada mıydı? "İlk günler hastanedeydi. Sevdalardayken hiçbir yere gitmedi. Toplandığımız günün ertesinde ise uçağı vardı. Yalnız kaldığı bir zaman yoktu." "Yaa..." diye mırıldanan kadın, adamın devamında söylediği cümleler ile hızla ona döndü. "Fakat havaalanına tek gitmek istedi. Tüm ısrarımıza rağmen taksiye bindi. Taksiciye sahil yoluna gidelim dediğini duydum ki havaalanı içte kalıyordu. Uzun zamandır İstanbul denizini görmedi, biraz denizi havası alıp sonrasında havalimanı yoluna bağlanır diye düşünmüştüm." "Saat kaçta çıktı evden?" "10 gibiydi. Kısa bir kahvaltı yaptıktan sonra çıktı. Uçağa zamanında yetiştiğine eminim bu yüzden geldi diyemiyorum. Yani uğrayacağı bir yer olsa uçağa geç kalırdı." "Zaten geçtiği yol üzerindeysem kalmazdı." diye mırıldandı Melek acı bir sesle. Onu yıllar boyu gizlice izleyen adamın, bir ihtimal için sahil yolundan gittiğini ve onu gördüğünde taksiyi durdurarak kendisini izlediğinden emindi kadın. Sinan, herhangi bir yorum yapmayarak sessiz kaldı. Bir gün, Salih'in Giz'i ile oturup ona tüm bunları anlatacağına asla ihtimal vermezdi. "Bana öyle şeyler anlattın ki. Artık iyice delireceğim sanırım. Şu an tüm hayatımı gözden geçirip acaba diyorum. Bir hüsnü kuruntudan ibaret olduğunu düşündüğüm, varlığını hissettiğim tüm o anları sorguluyorum. Kızımla alakalı söylediklerine hiç girmiyorum bile..." diye mırıldanan kadın gözünden bir damla yaş süzülürken cama doğru baktı. "Canı çok yanıyordur şimdi." Tüm düşünceleri karmakarışık olan Melek, öğrendiği bu yeni bilgiler karşısında nasıl bir tepki vereceğini bilemeyerek öylece durdu. Kadının düşünmeye ve sorgulamaya ihtiyacı olduğunu bilen Sinan ayağa kalktıktan sonra elini Melek'in omzunu koydu. "Bundan sonrası sende Melek. Öğrendiklerinle ne yapacağına kendin karar ver. İster bu gerçeği bildiğini söyle ister söyleme. Benden öğrendiğini söylemeni sorun etmem, onunla başa çıkabilirim. Yapmazsın ama bildiklerini harmanlayıp her şeyi anlatmışım gibi bir izlenimle ağzından laf almaya çalışma, inanmaz. Benim olayın o yüzünü anlatmayacağımı bildiği gibi, senin gözlerinden de gerçekleri bilmediğini anlar... Kolay gelsin şimdiden." Dostane bir şekilde Melek'in omzunu sıkan adam birkaç adım gitmişti ki duyduğu hitapla duraksadı. "Abi?" Dudaklarında hafif bir tebessüm beliren Sinan arkasını dönerek kadına baktı. "Efendim Kardeşim?" Sesleniş içini sımsıcak ederken samimi bir şekilde gülümsedi Melek. "Çok teşekkür ederim. Gerçekten!" "Asıl ben teşekkür ederim. Yeğenime gözün gibi baktığın için. Bu arada... Hilal'in bana dayı dediğini biliyorsun değil mi?" Melek, gülerek başını aşağı yukarı salladı. Sinan muzip bir sesle devam etti. "Burak, Hilal'in hayatındaki her şeyi sahiplenmesinden aşırı şikayetçiydi. Bundan sonra Burak'ın dayısı olduğumdan değil de, annesinin kardeşi olduğumdan öyle diyormuş diyelim biz. Hilal'i aklarız." "Okun altına da beni süreriz yani?" "Yalnızca işine gelince bana abi diyen Salih Efendi'nin çenesini kapatırım ben. Sen hiç endişe etme." dedi Sinan gülümseyerek. "Tamam o zaman. Sahiplenme konusunda Hilal'in bir üst sürümüyümdür. Birileri de bunu hatırlamış olur böylece. Sevdim bu işi." "Ben de sonunda gülümseyebilmeni sevdim. Daha sık tekrarlamalısın. Hayata inat! Hayatın sana, size çok büyük bir borcu var Melek. Bu borcunu, yavaştan ödemeye başlamış gibi farz et. Yanında durarak da Ege'ni bolca çıldırtabilirsin. Daha dostane laf sokmalarla, alaydan ziyade şakaya vurmalarla, bile isteye damarına basmalarla. Düşmanca değil, flörtçe. Bence bir dene. İnan bana bir yerden sonra ikiniz de her şeyi boş verip eğlendiğinizi hissedeceksiniz. Zamana bırakın bazı şeyleri. Aşk akaaar, yolunu bulur." "Tavsiyenizi dikkate alıp Sıla Hanım'lara da bu tavsiyeyi vereceğim Beyefendi." Sıla'nın ismini duyan Sinan'ın dudaklarındaki gülümseme sırıtışa dönmüştü. "Bizim ilişkimiz bol şekerli iyi gidiyordu böyle. Sıla benimle başa çıkamaz. Bence hiç karıştırma." "Bunu da ileteceğim." "Heyecanla bekliyorum o zaman kardeşim." diyen Sinan gözlerini açıp kapatarak kadına gülümsedikten sonra artık bazı şeylerin daha kolay olacağının huzuruyla arkasını döndü. Birkaç adım attıktan sonra duraksayan adam arkasını dönmeden bilinçli bir şekilde sordu. "Bu arada giderken ışığı açayım mı?" Bakışlarını cama çeviren kadın dudaklarında bir gülümseme belirirken başını iki yana salladı. "Gerek yok. Bundan sonra asla karanlıkta kalmayacağım... Kocaman bir alev topu oluşturmayı planlıyorum." "Kimse yaralanmadığı sürece müdahalesiz, büyük bir zevkle izlerim." diyen Sinan ellerini ceplerine soktuktan sonra ıslık çalarak koridorda yürümeye başladı. 🌙 Salıncak direğinin dibindeki siyah poşetten dolu sigara paketini çıkararak açan Salih, yeni sigarasını almak üzereydi ki paketin elinden çekildiğini hissetti. "Sinan gerçekten şu an..." diye cümleye başlayan Salih gördüğü kadınla birlikte şaşkınlıkla sustu. Onun bu şaşkınlığını umursamayan Melek boş salıncağa oturduktan sonra elindeki paketi yan taraflarındaki çimenliğe fırlattı. "Üzgünüm sigara kokusunu sevmiyorum." diyen kadın başka bir şey söylemeden önündeki ağaçlara bakarak öylece oturdu. Bu ânın gerçek mi hayal mi olduğunu çözmeye çalışan Ege kadının yüzüne bakarken, Melek ayağıyla oturduğu salıncağı hafifçe hareket ettiriyordu. Günün birinde parktaki bir salıncakta bu şekilde oturacağı aklına bile gelmezdi kadının. Günün birinde bir kez daha Ege'nin yanına destek için oturacağını da. Buraya gelmesi tahmin ettiğinden çok daha zor olmuştu. Binbaşı gittikten sonra neredeyse iki saat boyunca kendisiyle savaşmış, ne yapacağını düşünmüştü. Aklında canlandırdığı sahnelerin birinde kızıyor, diğerinde ise ağlıyordu. Ve Melek kızmaktan da ağlamaktan da çok yorulmuştu. Bu yüzden de Sinan'ın tavsiyesini kabul etmeye karar vermişti. 'Daha dostane laf sokmalarla, alaydan ziyade şakaya vurmalarla, bile isteye damarına basmalarla. Düşmanca değil, flörtçe.' Yüzüne parkın turuncu ışığı vuran kadında elalarını gezdiren adam, hafifçe tebessüm ederek kadının gerçek olduğuna kanaat getirdi. Hayal olamayacak kadar güzeldi çünkü... Derin bir nefes alan Salih Ege, önce yerdeki siyah poşete sonra da çimenlerin üzerine atılan sigara paketine baktı. Melek'in poşetten çıkartacağı yeni paketi de atacağını bilmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Sonraki dakikalarda ikili hiç konuşmadan öylece oturdu. Yarım saat geçti, bir saat, iki saat... Gelip geçen insanlardan bazıları onlara bir bakış atsa da yaydıkları havayı fark edip bir şey demeden gitmişlerdi. Çifti görenlerin tek düşüncesi 'Hastane parkında oturuyorlarsa ya hastaları vardır ya da yasları.' oluyordu. Aslında ikisi de vardı. Hastanede çocukları, aralarında da ayrı geçen yıllarının yası vardı. İkinci saat üçüncü saate doğru yollanırken bu sessizliği bozmak isteyen fakat bozmamaya kararlı olan Melek, salıncağı ayağıyla daha sert itmeye başlamıştı. Kadın, biraz daha böyle itmeye devam ederse resmi olarak sallanıyor sayılacaktı. Dudaklarında hafif bir tebessüm beliren Salih, yanındaki kadının inadını bozarak konuştu. "Yanıma nasıl gelebildin?" Söylemeyi planladığı şey bu değildi kesinlikle. Bu kadar ağır bir konuyla giriş yapmak istememişti Ege. Gerçi bu konuya hiçbir zaman giriş yapmak istemiyordu orası ayrı. Hüsranla gözlerini kapatan Salih, Melek'ten gelecek ters cevabı beklemeye başladı. "Önce gizli katın sensörlüsünden geçip asıl hastaneye giriş yaptım. Sonra da iç yangın merdivenlerinden inerek acil girişinden çıktım." Duyduğu cümleyle hızla gözlerini açan adam kadına baktı. "Ha?" "Yaa." "Allah aşkına ne diyorsun Melek?" "Neye takıldın? Acil girişinden çıkmama mı? İlk söylediklerinde ben de bir duraksadım ama orası daha kestirme dediler. Tüm hastanenin çevresinden dolaşmaktansa dediklerini yaptım işte." Dumura uğradığını hisseden Salih Ege karşısındaki kadına şok içinde bakmaya devam ediyordu. "Nasıl hissettiriyor? Yaaa adamı böyle yaparlar işte. Alışsan iyi edersin bundan sonra sorduğun soruların cevabı genel olarak bu basit formatta olacak." "Melek?" dedi Ege inanamaz bir şekilde. "Ah benim! An itibariyle 'Susan Adam'a Hak Ettiği Cevaplar' adlı bir kitap çıkarmayı düşünen kadın. Yalnız kalemim yazı konusunda pek de iyi değil. Sence çizgi roman şeklinde olsa satar mı? Ayrıca senin sayende yazdığım için telif istemeyeceğini düşünüyorum." "Ne yapıyorsun Melek?" diye sordu Ege dudaklarında belirmek için çabalayan gülümsemeyi zorlukla durdurarak. "Susmayan düşüncelerimi susturmaya çalışıyorum. Sen ne yapıyorsun?" "Sen gelene kadar ben de aynısını yapmaya çalışıyordum." diye mırıldandı Ege. "Peki ben geldiğimde?" diye sordu Melek ciddi gözlerle adama bakarak. "Şu an yaşadığım şaşkınlık bir 3 ay götürür beni." Hafifçe gülen kadın "Seni geçtim. Beni bir 3 yıl götürebilir." diye karşılık verdi. Kızın ile yıllar önce tanışmışsın. Melek sustuğu düşünceler içinde ayağını daha hızlı iterken Salih bu sefer gülümsemesini gizleyememişti. "Sallan sallan. Tutuklamazlar korkma." diye laf attı adam. Ona bir bakış atan kadın sanki bunu bekliyormuş gibi zincirleri iki eliyle kavradıktan sonra gerçek bir sallanışa geçmese de biraz daha hızlandırdı kendini. "Hilal de senin gibi. Sallanmayı çok seviyor." diyen Melek hızlandıkça dudaklarında beliren istemsiz gülümsemeye engel olamıyordu. "Benim gibi değil, senin gibi." dedi Salih Ege kısık bir sesle. Hemen yanında bulunan Melek, bu cümleyi duyarak yavaşlamıştı. "Unuttun ha? İple ağaçlara az salıncak kurdurtmazdın bana." derken buldu kendini Ege. Ulan yıllarca sustun sustun da bu kadının yanına geldiğinde niye geveze kesilip her önüne geleni süzgeçsiz söylüyorsun oğlum? Az bir sus daa. Ege kendi kendini azarlarken Melek salıncağı tamamen durdurmuştu. Anılar ardı sıra yüzüne çarparken kadın şok içinde fısıldadı. "Ben bunu nasıl unutmuşum?" "İnsan beyni. Unutmak için çabaladığını unuttur, unutmamak için çabaladığının her santimini hatırlatır." Boğazında bir yumru hisseden Melek titrek bir nefes alarak adama döndü. "Rolleri mi değiştik Ege?" Hitap karşısında içi titreyen adam, korkusuz bakan kahverengi gözlerde tutuklu kalırken isyan dolu bir nefes aldı. "İyi değilim ben şu an. Niye yanıma geldin ki?" "Çünkü iyi değilsin şu an." Bu cümle üzerine ikili bir süre hiçbir şey demeden birbirlerine baktılar. "Bir şey olmuş. Sen yanıma asla gelmezdin. Bir şey olmuş. Ne oldu?" "Hiçbir şey." diyerek önüne dönen Melek'in dudaklarında halinden memnun bir gülümseme belirmişti. Bu rol değişimi kadının çok hoşuna gitmişti. Hem de çok! "Biri mi bir şey dedi? O Sinan tek kelime ettiyse mahvederim onu." "Abime laf yok." diyen Melek artık resmen sırıtıyordu. Ege inanamamaz bakışlarla ona bakarken Melek kahkaha atmamak için dudaklarını ısırmaya başlamıştı. "Birazdan kötü kadın kahkahaları atmaya başlayacak gibisin." diye söylendi adam. "O kadar belli oluyor mu ya?" diyen kadın tekrardan sallanmaya başlamıştı. Kadının bu haline bakan Ege'nin dudaklarından bir gülüş fırladı. Kısa süre önce sabaha kadar yas içinde sigara içme planları kuran adamın şu anda gülüyor olması, yanındaki kadının üzerindeki gücünü bir kez daha göstermişti. "Biliyor musun? Yanılıyorsun." dedi Salih Ege bir anda. Adamı duyan Melek kaşlarını çatarak ona baktı. "Hangi konuda?" "Hilal'in sana benzemediği ve ona annelik yapamadığın konusunda." Kendisi için oldukça hassas olan bu konu karşısında Melek bilinçsizce salıncağı durdurmuştu. Onun hüzün dolan gözlerine bakan Salih birinin bunu kadına söylemesi gerektiğini hissetmişti. 'Belki de söylemişlerdir ama onlara inanmamıştır. Belki de bunu senden duymaya ihtiyacı vardı.' düşüncesi aklında beliren adam kesin bir şekilde konuşmaya devam etti. "Şu an karşımda Melek Gökmen'i değil de Hilal'i görüyorum. Tek salıncak aşkı değil, sözler ve davranışlar da aynı. Sakarya'da birçok kez bu üsluba şahit oldum." "Belki de sadece kızımı kopyalıyorumdur." diyen kadını duyan Ege bu konunun tahminden daha ciddi olduğunu anlayarak başını iki yana salladı. "Hiç sanmıyorum. Burak ve Hilal'i gözlemleyebildiğin çok bir an olduğunu zannetmiyorum." Ellerini kucağında birleştiren Melek usulca yutkundu. "İmkansız. O zaman tam tersi bir durum olması gerekir. Hilal'in beni bu şekilde gözlemleyebileceği bir an yoktu. Kadir'le asla bu şekilde..." diyen kadın hızla sustu. Yanındakinin kim olduğunu bir an unutmuştu. Sulh yapmaya karar vermişken Kadir'in konusunu açmak doğru bir karar değildi. "Boşuna susuyorsun. Hatırlarsan ben 25 yıldır bu gerçekle yaşıyorum." 'İlişkimiz sandığın gibi 25 yıl boyunca sürmedi. Hilal için başladı ama yürümedi. Kağıt üzerinde devam etmiş olsa da biteli çok oluyor.' diyemedi kadın. Bu konuyu karşısındaki adamla konuşmak istemiyordu. 'Bir kağıt parçasına benden daha fazla güvenmeni sindiremiyorum.' düşüncesi zihninde yankılanırken bu olumsuzluğu şimdilik geri plana itti Melek. Şu an sırası değildi. Melek'in sustukları duymadığını hisseden Salih, kadının kendisiyle her konuştuğunda böyle hissettiğini hatırlayarak pişmanlık dolu bir nefes aldı. İkili tekrardan sessizliğe boğulurken Melek için bir şey yapması gerektiğini hisseden Ege yeniden konuşmaya başlamıştı. "Hilal bana 'Ben annemden babamı dinleyerek büyüdüm.' demişti. Uyku moduna geçmesini söyledikten sonra ona..." duraksayan adam hüzün dolu bir tebessümle devam etti. "Beni anlatıyormuşsun." "Hilal'in gevezeliğinin bir gün başıma dert açacağını anladığımda yalnızca 3 yaşındaydı." diye söylendi Melek. Bir süre önündeki ağaçlara baktıktan sonra sessizce sordu kadın. "Başka ne söyledi?" "Çayı sevmediğini. Çay aşkını annesinden alamayacağına göre babasından almış olacağını." Salih Ege'nin cümlesi üzerine Melek derin bir nefes aldı. "Gerçekten her şey nasıl bu kadar tepetaklak oldu. Geçen gün yoğun bakımın önündeyken Emre sana 'Bir çay iç Salih amca. Kendine gelirsin. Sen çay seversin.' derken Aslı da bana 'Sen çay sevmiyorsun diye sana salep getirdim Melek teyze.' diyordu. Komik mi acı mı bilemedim o an." "Trajikomik diyeceğim ama ben komik bir şey göremiyorum. Baştan aşağı trajedi bence." diye mırıldandı Ege. "Niye? Sonunda istediğimi yapmışım. Sana çayı sevdirtmişim." derken buldu kendini Melek. "Bana çayı sevdirtmeye çalışmanın sebebi tek başına içmek istememendi. Bunu saçma buluyordum. Ta ki koskoca demlikle bakışmaya başlayana kadar. Ya da bir çay bahçesinde tek başıma oturana kadar." Duyduğu cümle karşısında Melek buruk bir şekilde güldü. "Sen tek başına gidip iki çay isteyen adamlardansındır." Duyduğu cümleyle Ege, Melek'e bir bakış attı. Kadın derin bir şekilde kendisine bakan elalara döndü. "Haklıyım sanırım." Bir süre kahverengi gözlere bakan Ege bir şey söylemeden önüne döndü. Bu hareketi cevabı vermişti. Aralarında yeni bir sessizlik oluşmasına izin vermeyen Salih karşısındaki ağaçlara bakarak sordu. "Hilal'in sana benzemesinde bu kadar kötü olan ne?" Melek derin bir nefes aldı. Adamın bu işin peşini bırakmaya niyeti yoktu anlaşılan. "Kötülüğünden değil imkansızlığından." "Neden?" diye ısrar etti Ege. "Görmedin beni. Senden sonra ne hale geldiğimi görmedin." diye itiraf etti kadın. "İnsanlara karşı evet. Şunu unutuyorsun Melek. Bu hayatta herkesin çeşitli rolleri vardır. Ben mesela. Asker olan adam başka. Sinan'ın kardeşi olan adam başka, genel olarak insanlarla iletişim kuran Salih başka. Burak'ın babası olan adam ise bambaşka. " "Ve bir de Ege var." diye fısıldadı Melek. Usulca yutkunan Salih kadına bir bakış attı. 'Ne olmuştu da yüzünü bile görmek istemeyen kadın ona Ege diyordu. Ne olmuş olabilirdi? Yaşananları öğrense bu kadar sakin durmazdı. O zaman ne oldu?' Melek adamın bakışlarını yok saymak için konuştu. Yine kısmen roller değişmiş, yoğun bakan elalardansa tabu konusunu açmaya gönüllü olmuştu kadın. "Yani diyorsun ki kızıma karşı bu yüzümü göstermedim. Onunlayken aslında eski Melek'ten izler taşıyordum. Hatta... Hatta ona anlattıklarımdı Hilal'e..." ...Aşkı öğreten. Söylenmeyen cümle aralarında yankılanırken Ege başını aşağı yukarı salladı. Melek yıldızlarla kaplı gökyüzüne baktı. Dolunay bulutların arkasına saklanmıştı. "Demek ki böyle oluyormuş." Melek'in bir anda kurduğu cümlesine anlam veremeyen adam ona bakarken kadın devam etti. "Çocuk sahibi olmak böyle bir şeymiş." "Bunu benim söylemem gerekmiyor muydu?" diye sordu Ege kaşlarını çatarak. Melek'in ne demeye çalıştığını hâlâ anlayamamıştı. "Ben kızımızda seni görürken, sen de beni görüyorsun." Ela gözlerini dolduran şey söylenen cümle miydi yoksa kadının özlem dolu yumuşak ses tonu muydu bilemedi Ege. "Herkesin nefret ettiği 'Seninkilere çekmiş işte, hep senin genler yüzünden, bu huyu keşke sana benzemeseydi.' olayı var ya... Ben bu muhabbeti kuranlara hep özenirdim. Genelde kızınca, söylenmeyle kurulan cümleler olur ama insanlar bu cümlelerdeki değeri asla bilmez. Benim bu cümleleri söyleyebileceğim biri olmadı hiç. Duyduğum tek kişi de annemdi. Ama o da az önce dediğin gibi roller gereği sadece kızı olan Melek'i tanıyordu. Gerçek Melek'i değil. Senin gibi değil. Bu yüzden de asla bize benzeyenimiz hakkında kimseyle gerçek bir konuşma yapamadım." diye mırıldanan kadın boğazındaki yumruyla devam etti. "Hilal, bir şeyi sevdiğini söyler sonra da Kadir'e dönerek 'Aaa baba sen de bunu seviyordun değil mi?' diye sorardı. Kadir, Hilal sevdiği için evet der ve sonrasında o şeyi sevmeye başlardı. Halbuki ben zaten o şeyi seviyor olurdum. Ama bunu kimse bilmezdi. En basitinden denize gitmek. Hayatım boyunca en büyük hayallerimden birisi denizde yüzmek oldu. Hilal tam bir deniz aşığı. Kadir ise denizci değil havuzcu bir insan. Ama denize gittiğimizde o ikisi denize girer ben ise denizi sevmeyen biri olarak kenarda otururdum. Hiçbir zaman söylemedim. 'Ben hayatımda hiç denize girmedim bu yüzden de korkuyorum. Deliler gibi girmek istiyorum ama korktuğumdan dolayı giremiyorum.' diyemedim. Babam bana söz vermişti, beni denize götüreceğini söylemişti ama vaktimiz olmadı. Yüzmeyi biliyorum havuzda yüzebilirim ama deniz daha farklı. O kumun ayaklarımın altında çekilme ya da farkında olmadan boşluğa adım atma düşüncesi korkutuyor beni. Kime ne anlatıyorsam. Sen zaten biliyorsun bunu." dedi Melek acı bir şekilde. İkisinin de aklında aynı sahne canlanmıştı. 💫 Resimdeki denize aşk dolu gözlerle bakan Melek'in anlattıklarını dinleyen Ege kararlı gözlerle ona baktı. 'Seni bir gün denize götüreceğim Meleğim.' 'Gerçekten mi? Denizi sadece resimlerden gördüğümden düşüncesi bile heyecanlandırıyor. Adını Ege Denizi'nden alan Karadeniz'li sen beni anlayamazsın tabii.' 'Yani nasıl oldu da bu mesele bile bana laf sokmanla bitti anlamadım. Bak bana iyi davran. Bırakırım seni denizin ortasında. Ege, Ege diye sayıklarsın sonra.' 'Yaa yapma. Şakası bile kötü. Tüylerim diken diken oldu.' dedi kadın kollarını ovuştururken. Karısının ellerini tutan Ege hafifçe güldü. 'Sen cidden korkuyorsun. Yani hem deliler gibi isteyip hem de deliler gibi korkuyorsun. E oraya gittiğimizde girmem dersen onca yolu boşuna gitmiş oluruz ama. Ne yapacağız?' Genç kadın sırıtarak kocasına baktı. 'Sen varken ben korkmam ki.' 'Şu an elimde olsa bu gece hatta şimdi seni en yakındaki denize götürmek için yola çıkabilirim.' dedi Ege ciddi bir şekilde. 'Söylediğin kulağa imkansız gibi geliyor ama gerçekten de yaparmışsın gibi hissettim.' diyen kadın kocasına sarılarak yanağından öptü. 'Hemen bugün değil ama bir gün. Benim için bunu yap, ömrümüzün sonunda kadar senden başka hiçbir şey istemem.' "Emrinize amadeyim ben Melek Hanım. İstediğini istediğin anda söyle bana. Hayallerini tek tek gerçekleştireceğim. Söz veriyorum Gül Kokulum.' 💫 Ve Ege tüm sözleri gibi bu sözünü de gerçekleştirememişti. Yanındaki adamın konuşmak için ağzını açtığını gören Melek hızla devam etti. 'Hiçbir özür, zamanı geri getiremezdi.' "Kızıma bir kez bile 'Denizi seven kişi de denizi sevmene sebep olan kişi de benim.' diyemedim. Çay aşkını benden aldığını, uyurken bir şeye sarılma huyunu benden aldığını ya da... Ya da gökyüzüne hayranlığının nedeninin ben olduğunu söyleyemediğim gibi. Artık çay içmiyordum çünkü. Küçükkenki gibi, uyurken bir ayıcığa ya da yastığa sarılmak yetmiyordu. Senden sonra değil. Kendi bedenime sarılarak uyuyordum ben de mecbur. Gökyüzü mü? Gökyüzüne her baktığımda aklımda sen varken bu da imkansızdı. Bunlar şimdi aklıma gelenler sadece. O kadar çok an var ki. Mesela Hilal küçükken limondan hazetmezdi pek. Bana 'Anne sen çok seviyorsun hatta limon kokuyorsun ama ben sevemiyorum onu. Ekşi ya böyle.' derdi. Kızıma hiç diyemedim. 'Bu huyun bana çekmiş. Ben de limonu sevmem.' diye. Sevmiyorsan neden limon kokusu kullanıyorsun derdi sonra. Yine aynı şekilde çiçeği, doğayı da çok severdi Hilal. Ama en çok da... Gülü.' Sesi titreyen Melek gözlerinden akan yaşları hissederek dudaklarını birbirine bastırdı. Ağlamaktan nefret ediyordu! Ruhunda büyük bir sancı hisseden Ege hüzün dolu kadına bakarken yumuşak bir şekilde fısıldadı. "Hilal ağlamaktan korkmaz, ağlamayı sever. Bu huyunu da senden almış." Hilal'in 'Anne ağlamanın kötü bir şey olduğunu düşünüyorsun biliyorum. Bu konuda da zıttız biraz.' dediği onlarca an geldi aklına. Kızarmış gözleriyle adama baktığında ela gözlerin de kıpkırmızı olduğunu gördü. "Kızımın bir kere bile olsun 'Anne bu huyum sana çekmiş, sana benziyorum.' dediğini duymak isterdim." Melek'in gözyaşları içinde büyük bir acıyla kurduğu cümle, Ege'nin gözlerinden bir damla yaşın düşmesiyle sonuçlanmıştı. "Ben..." "Hiçbir şey söyleme. Özür dilediğini duyunca öfkeleniyorum." diye mırıldandı Melek gözlerinden akan yaşları silerken. Bugün o kadar çok ağlamıştı ki ciddi anlamda yorulduğunu hissediyordu. "Bir ömrü sahte biri olarak geçirmeni gerçekten istemezdim Melek. Her şeyin bu hale geleceğini tahmin dahi edemezdim. Elimde kuru bir özürden başka hiçbir şey olmadığı için özür dilerim." "Tek bir şeyi merak ediyorum." diye mırıldandı Melek ağaçtan düşen bir yaprağı izlerken. "Açıklayabileceğim bir şeyse cevabını veririm." dedi Ege dürüst bir şekilde. "Dedin ya 'O itlerde utanma duygusu yok.' diye... Bizim bu hale gelmemize sebep olanlar neredeler?" "Cehennemin en dibinde." dedi Ege dişlerini gıcırdatarak. "Öldüler yani?" "Evet." dedi Salih Ege o zamanları hatırlayarak. "Nasıl?" Soruyu duyan adam, kadına baktı. "Ne duymak istiyorsun Melek?" "Acı çekerek gebermiş olmalarını. Çok acı çekerek." dedi kadın kendisinden beklenmeyecek bir şekilde. Bir süre ona bakan Ege ciddi olduğunu anlayarak önüne döndü ve mırıldandı. "Benim de tek temennim o. Canlısı acı çekti mi emin değilim ama cesedi çekti bunu biliyorum." "Bu ne demek?" "Cevaplayamayacağım şeyleri sormak gibi bir hobin var. Hep vardı. İlk tanıştığımız andan beri." "Seninle ilk tanıştığımız andan beri cevaplayamadığın tek konu, askerliğin hakkındaki şeyler. Ben o 19 yaşındaki kız değilim artık Ege. Tutup da sana 'Hiç birini öldürdün mü?' diye soracak kadar çömez değilim. İçerideki kızımla yaşıt olan o çocuklar bile kaç defa bunu yapmak zorunda kalmışlardır. Bunca yıldır asker olan ve sürekli dağlarda olan senin bunu yapmadığını düşünmek saflıktan başka bir şey olamaz. Burak ile tanışana kadar sizin dünyanızdan bihaberdim ama kötülüğün varlığını öğrenmiştim. Hilal'i dünyaya getirdiğim gün, o tüm dünyayı toz pembe zanneden kız gitti realist bir insan geldi. Bunun senin olup olmamanla da bir alakası yok. Benim, korumam gereken minik bir beden vardı artık. Kucağımda bebeğimle hastaneden çıktığım an, o pembe gözlüklerin çıktığını fark ettiğim an oldu. Ben artık bir anneydim. Hem de bir kız çocuğu annesi. Kızımın kişisel sınırları içerisine yaklaşan herkes artık gözümde potansiyel kötüydü. Hani zehirli bir yılanı öldürdüğün gün 'Ama o bir canlı! Nasıl bir canlıyı gözünü kırpmadan öldürebilirsin.' diyerek sana çıkışmıştım ya, hani ne olursa olsun insanların ölmemesi tarafarı olacak kadar saftım ya... Anne olduğum an artık değildim. Kızımı korumak için gerekirse birini bile öldürebilirdim." Melek'in söylediği son cümleyle kanının çekildiğini hisseden Ege sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapattı. Neyse ki ileriye bakarak konuşan kadın adamdaki değişimi fark etmemişti. "Burak ile tanıştıktan sonra ise bazı şeylere çok daha yakından şahit oldum. Beraber kahvaltı yaptığımız gün, ona sorduğum sıradan bir sorunun cevabının sıradan olamayacağını anlamıştım. O gün bana 'Şu gün ne yapıyordun diye sorarsan 'Ben o gün dağda kardeşlerim şehit olmasın diye çarpışıyordum. Şu kadar silah arkadaşımı kaybettim.' diye cevap veririm. Siz sergilere/davetlere giderken, ben siz yaşamınıza devam edin diye terörist avlıyordum.' demişti. Şu ana kadar bir askerle ya da polisle tanışma şansım olmadı, onların ağır şeyler yaşadığını bilsem de duymak bizzat yaşamak farklıymış diye düşündüğümü hatırlıyorum." Duraksayan Melek ayağıyla salıncağı çok hafif sallayarak devam etti. "Meğer bir askerle evlenmişim, bir askerden olan çocuğa sahipmişim. Anlamamışım." Sessizce mırıldanan kadına bakan Ege de ayağıyla salıncağını hafifçe iterken hiç beklemediği o itirafı yaptı. "Ben öldürdüm diyebiliriz. Kesinlikle planım bu kadar basit ölmesi değildi. Çok çok acı çektirerek öldürme niyetindeydim. Gerçi ömrümün sonuna kadar her gün üstünde yeni işkenceler denesem bile o Newroz itine karşı olan nefretim geçmezdi." Melek'in herhangi bir tepki vermemesi Ege'nin konuşmaya devam etmesine neden olmuştu. "Bir uçurumun tepesindeydik. Ya o, ya ben. İkimizden biri o uçuruma düşecekti. Ben olmayı diledim. O itin itmesini beklemeden gönüllü bir şekilde kendimi uçurumdan aşağı bırakabilirdim ama yapamazdım. Arkadaşlarımı kurtarmalıydım." diyen Ege içinden ekleme yaptı. 'Bebeğinin babasının kim olduğunu öğrenmeliydim.' "Bu yüzden de aşağı düşen ben değil de o olmalıydı. Bir süre boğuştuk. Sonunda yalnızca küçük bir taşa tutunmuş bir şekilde dağdan aşağı sallanıyordu. Onu kurtarabilirdim." diyen Ege sustu. "Ama kurtarmadın. Arkanı dönüp gittin." diyen kadının sesinde suçlama yoktu. "Evet. Yaptıklarından sonra gözümde insan sınıfından çıkmıştı. Arkamı dönüp çekip giderken tek dileğim düşer düşmez ölmemesi olmuştu. Jandarma cesedini günler sonra bulmuş. Ceset denebilirse artık. Başında kargalar." Bataklıkta çürümeye terk ettiği adamdan daha beter bir durumdaymış. Kargalar ve çakallar tarafından yenmiş. Cesedi değil ceset parçaları gömülmüş. "Arkadaşlarını kurtarmışsındır. Peki ya diğerleri? O Newroz dediğin tek değildir." "Bana bunu neden yapıyorsun Melek?" diye sordu Salih Ege kadına bakarak. "Bilmek istiyorum." "Neyi bilmek istiyorsun? Newroz'un sinirini adamlarından çıkarttığımı ve hepsini tek başıma, elimdeki demirle öldürdüğümü sonra da o lanet mağarayı patlattığımı bilince eline ne geçecek? Acımasız bir katil olduğumu öğrenince eline ne geçecek?" Sakinleşmeye çalışan Ege gözlerini kapatmıştı. Geldiğinden beri adama temasta bulunmamak için çabalayan Melek, elini adamın dizinin üzerine koydu. Bu temas karşısında gözlerini açan Ege, kadının eline bakarken yutkunmuştu. "Katil olman için öldürdüklerinin insan olması gerekmez mi? Sen diyorsun onların insanlıktan çıktığını. Arkadaşlarımı kurtarmak dedin, mağarayı patlattım dedin. O zaman bizim eve geldiğin günden hatta daha öncesinden beri arkadaşların o mağaradaydı. O adamların, ellerinde tuttuğu askerleri güzel bir şekilde ağırladıklarını düşünmüyorum. Sen gittiğinde de 'Oo efendim buyurun alın arkadaşlarınızı.' diyerek sana yol göstermeyeceklerine göre, onları öldürmekten başka şansın yoktu." Ege ne söyleyeceğini bilemeyerek öylece durduktan sonra şok içinde mırıldandı. "O yılanı öldürdüğüm gün bana o tepkiyi veren kadın değilsin sen." "Ben kime ne anlatıyorum dakikalardır." diyerek iç geçiren Melek temaslarını keserek salıncağını hafifçe sallamaya başladı. Ege düşünceleri içinde kaybolurken kadın bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu. "Asker olduğunu öğrendiğimden beri aklıma sürekli bazı anlar geliyor. Çok kontrolcü olduğunu düşündüğüm anlar. Mesela... Akşamları anneme gitmeme izin vermeyişin. Senden sürekli rica ettiğim ama senin bir türlü takmadığın kırık mahalle ampulü..." "Başlıca kavga sebeplerimizden birisi." diye mırıldandı Ege. "Öyle. O ampul patladıktan sonra karanlıktan korktuğum için akşamları dışarı bile çıkamıyordum. Sen de sürekli beni geçiştiriyordun. Onca söylenmeme rağmen hem de." "Hiçbir söylenme ya da büyük kavga bizzat kendi ellerimle kırdığım ampulü takmamı sağlayamazdı." Gözlerini faltaşı gibi açan Melek büyük bir şaşkınlıkla eski kocasına baktı. "Ne?" "Karanlıktan korkuyor olmana ne kadar şükrederdim biliyor musun? Dinlemiyordun Melek. Daha doğrusu anlamıyordun. 'Ne olabilir ki? Abartıyorsun Ege. Yani Allah aşkına köyün ortasındayız. Annemin evi 10-15 dakika sadece.'... Bu ve bunun gibi onlarca cümle. Senden istediğim tek şey hava kararınca evde olmandı. Sabahtan akşama kadar annende dur ama akşam olmaz. Ben yoksam, Emmi yoksa o saatte dışarıda olmaz. Özgürlüğünü kısıtladığımı söyleyip suçluyordun beni. Sırf inadına akşamları gitmeye başlamıştın annene. Yapabileceğim başka bir şey yoktu. Ben de kavga ettiğimiz bir gecenin sabahında yerden aldığım bir taşı lambaya fırlattım. Sonradan yaşanan 'Ampul patlamış diyorum neden takmıyorsun.' kavgaları gram umurumda değildi. Senin de dediğin gibi karanlıktan korkmam işime gelmişti." Duyduğu ile nasıl bir tepki vermesi gerektiğini bilmeyen Melek şaşkınlık dolu bir nefes aldı. "Bunu yapacak kadar çok mu..." diyen kadın diyeceği şeyi kendine saklayarak susmuştu. Ege onun yerine konuştu. "Evet bunu yapacak kadar çok delirmiştim. Nasıl bir konumda olduğunuzu bilmiyordun Melek. Sadece bizim... Sizin köyün yakınında 3 farklı sığınak vardı. 3'ü de farklı çeteye ait. Hepsi de ayrı ayrı pisliğin teki. Köyler arasında kurulan pazara neden seni asla yalnız göndermiyordum sanıyorsun? O pazarda alışveriş yapanların yarısı terörist, diğer bir kısmı da o teröristlere destek çıkanlardı. O pazarda her şeyden bihaber masum köylü sayısı %10 bilemedin 15'tir." Derin bir nefes alan Ege zaten foyası ortaya çıktığı için anlatmaya devam etti. "Annenle bizim ev arasındaki yol aşırı ıssızdı. O civarda yaşayanların yarısı herhangi bir olay anında müdahale etmek yerine perdelerini kapatır, diğer yarısı da benim o itlerle takıldığım için bunu hakkettiğimi düşünür kılını bile kıpırdatmazdı. Sana bunu bu şekilde anlatsam bana inanmazdın. Abarttığımı ya da hüsnü kuruntu yaptığımı düşünürdün. Sonra konu yine benim onlarla takılmama gelir tartışırdık. Kestirmeden hallettim işi" "Peki gerçekten... Herhangi bir şey oluyor muydu? Duydun mu?" Soru karşısında bir süre duraksayan Ege sessizce fısıldadı. "Neden geceleri eve o kadar geç geliyordum sanıyorsun?" Melek, tahmin ettiği şeyi mi söylüyor diye adama bakarken Ege başını aşağı yukarı salladı. "Bunu bilerek elim kolum bağlı duramazdım. Benim o adamlarla takıldığım zannediliyordu, kendimi gösteremezdim bu yüzden de Emmi'ye söyledim, çaktırmadan birkaç kişi toplattım. Ben planı ona anlattım o da diğerlerine. Nöbet sistemi oluşturduk sokaklarda bildiğin zabıtlık yaptık. Sıkıntı bizim köyün üst taraflarında daha çoktu. Özellikle yağmurlu akşamlarda. Ahıra, samana branda çekmeye kadınlar, kızlar..." Yumruklarını sıkan Ege öfke dolu bir nefes aldı. "Bu çetelerin kendi işaretleri vardır. Birkaç tanesinin ağzını burnunu kırdım bunları mağaralarının önüne attım. Bir tanesini de öldürdüm. Ondan sonra kimse birine elini sürmeye cesaret edemedi." dedi Ege buz gibi bir sesle. İçindeki Fırtına ortaya çıkarken yanındaki kadının kim olduğunu unutarak konuşmaya devam etmişti. "13 yaşındaki bir kız çocuğuna saldırmaya kalkmıştı o it. Aradan 25 yıl geçti, hâlâ şükrederim o gün orada olup yaşanacak felaketi engelleyebildiğim için. Önce malum yerini kestim p*çin, bayâ bir döndükten sonra da gittim mağarasının yanındaki bir ağaçta sallandırdım. Yanına da 'Birinizin daha ininden çıkıp kadına, kıza, çocuğa el sürmeye kalktığını görürsem siz içindeyken yakarım burayı.' diye bir not bıraktım. Çok aradılar beni, 'Kim yaptı?' diye çok soruşturdular. Ben yanlarındayken her şeyden bihaber bunu yapana sayıp sövdüler. Bu sövüşlerde bile seslerinden korku akıyordu. Hepsi de bir gün hedefim haline gelmekten korkuyordu. Bu yüzden de o günden sonra herhangi bir şey yapamadılar." Melek duyduklarının şokuyla kalakalırken Ege de tüm bunları anlattığı kişinin kim olduğunu yeni idrak ederek hüsran dolu bir nefes almıştı. Kadın bir süre bu öğrendiği bilgileri sindirmeye çalışarak öylece sustu. Sonrasında sorduğu soruysa Ege'nin beklediği bir soru değildi. "Akşamları evden dışarı çıkmamı engelledin ama ev de tehlikeli değil miydi? Yani... Büyük ihtimal tüm bunları yaşarken beni geç saatlere kadar evde yalnız bıraktığın düşüncesi hep aklının bir köşesinde yankılanmıştır. Kolay olmamıştır." "Sivilden biri eve girmeye kalksa ceza almaktan korkardı. Bu yüzden buna kalkışamaz. O itlerden birisi ise benim evime girmeye kalksa... Bizzat benden korkardı. Onlara neler yapabileceğimi çok iyi bilirlerdi. Sana atmaya kalktıkları herhangi bir bakıştan dolayı gözlerini oyacağımı bilen o itler, yanına yaklaşmaya asla cesaret edemezlerdi." Kaşlarını çatan kadın, adama bir bakış attı. "Neden bu bilmenin sadece lafla sınırlı kalmadığını hissediyorum?" Ege'nin suskunluğu karşısında iç geçiren Melek bedenini adama doğru döndürdü. "25 yıl önce olan bir şeyi söylemen bugünü etkilemez. Benim sana neden kızdığımı ve seni neden affetmediğimi en iyi sen biliyorsun. Yani evli olduğumuz günlerde yaptıklarını anlattığında 'Ah kahramanım benim. Hadi gel affettim seni.' diyerek boynuna atılmayacağım." Kadının haklı olduğunu bilen adam başını sallayarak anlatmaya başladı. "Evleneli iki hafta falan olmuştu. O itlerden biriyle bir konuda atışmıştık. Aklınca bana gözdağı verecek ya bize gelmiş, sana benim yemek istediğimi söylemiş. Bizim evin kaplarından biriyle geldi, kaynar nohutu pişkin pişkin konuşarak elime verdi. Büyük hata! O nohutu ona güzel yedirdim. Yüzündeki yanık izi ölünceye kadar sürdü. Bu arada hayatı da çok uzun sürmedi ya o başka konu. O günden sonra bir ayağı topal kaldı, elinin birini çok uzun süre kullanamadı, burnu da asla eski haline dönmedi. Newroz bile benden bu denli bir atak beklemiyordu. Onun bile gözlerinde korku belirmişti. Buna şahit olduktan sonra bir daha hiçbiri evimizin yanına yaklaşamadı." 'Seni terk etmek zorunda kaldığım o gün hariç.' diye düşünen adam bu düşünceyi geçiştirmek için konuşmaya devam etti. "O günü hatırlamaman imkansız. Akşamında yine 'O adamlardan hiç hoşlanmıyorum. Ayrıl onların yanından.' adlı tartışmayı yaşamıştık. İnan bana o itlerden benim kadar nefret edemezdin. Benim yanlarında kalırken duymak zorunda olduğum şeyler yüzünden hepsini o an orada gebertip, s*ktir olup gitme isteğimi tahmin dahi edemezdin. Ama başka çarem yoktu. Görevi aldığım ilk günden beri en büyük amacım o itleri durdurmak ve kardeşlerimi onların elinden kurtarmaktı." "Ben yoluna çıkan..." diyen kadın sustu. ... Bir engel oldum. "Sen yoluma çıkan ve benim de acımadan mahvettiğim birisin." diye mırıldandı Ege. "Çok keşke demiş gibisin." dedi Melek sessizce. "Seni yakıp yıktığım için, hayatını mahvettiğim için nasıl keşke demem?" "Peki bunları bir kenara bıraksaydık... Pişman mısın benimle tanıştığın için?" diye sordu kadın, adamın ela gözlerine bakarak. "İçerideki dünyalar güzeli kızı bana vermişken mi?" Melek, gözlerini adamın gözlerinden çekmeden ona bakmaya devam etti. 'Kastettiğimin bu olmadığını biliyorsun.' diyordu o kahve gözler. "Bir an bile pişman olmadım." dedi adam kadının ruhuna bakarak. "Seninle yaşadığım kavgalar bile güzeldi. Seninleydi çünkü. İçinde sen olan bir şeyin güzel olmama ihtimali yoktu. Yaşadığımız o kısa ama dopdolu günleri tekrardan yaşamak için ömrümün yarısını yine feda ederim." Sol gözünden bir damla gözyaşı düşen Melek aşk dolu ela gözlerde kaybolurken 'Bana anlatamadığın şey ne kadar büyük Ege'm? Ne kadar büyük ki gözlerimin için bakarak aşk itirafı yapabilmene rağmen hâlâ susuyorsun?' diye düşünmüştü. 🌙 "Gitmeyi düşünmüyor musun?" diye sordu Ege doğmaya başlayan güneşin ilk ışınlarına bakarken. O konuşmadan sonra ikili bir daha konuşmamıştı. Aralarındaki sessizlik rahatsız etmek yerine hoşlarına gitmişti. Her şeyin başladığı o günler gibi hissettiriyordu. Sanki yeniden tanışıyorlarmış, aralarındaki sevgi/aşk da yeniden, daha güçlü bir şekilde, filizleniyormuş gibi... "Gitmek mi? Pek düşünmüyorum açıkçası. Hastane yönetimi 'Kanser servisimiz dolu ve dışarıda ısrarla sigara içen bir adam var. Akciğerlerini perte çıkarırsa boş yatağımız yok.' dedi. Kızımın babasının hastane koridorlarında sürünmesini istemem." Hafifçe gülen Ege, bu yeni Melek ile nasıl başa çıkacağını bilemediğini hissetti. Ve bu duygu adamın çok hoşuna gitmişti. Gülen adama bir bakış atan kadın iki yana kırılmak için çabalayan dudaklarını serbest bırakarak içinden geldiği gibi davranmaya karar verdi. Bugün üst üste öğrendiği şeyler öylesine ağır gelmişti ki rol yapmaya ne mecali kalmıştı ne de isteği... "Sen nasıl askersin acaba? Asıl sizin sağlığınıza dikkat etmeniz gerekmiyor mu? O kadar koşturuyorsun ediyorsun... "Takmam ki!" diyerek omzunu silken Salih Ege, oğlunun hareketini kopyaladığının farkında değildi "Anneme söylerim." diyen Melek bu diyaloğun sonunu aşırı merak etti. 50 yaşında olduğunu unutan adam bir çocuk gibi omuz silker, 44 yaşındaki kadın 'Anneme söylerim.' diye tehdit eder... "Söyle. Kalkar gözden ırak bir yerde içmeye devam ederim." dedi Ege doğal bir şekilde. "Bir de marifetmiş gibi söylüyor. Annem o poşeti alıp gitmene izin verir mi sanıyorsun?" "Yenisini alırım. Param var sonuçta." "Hep mi vardı benden sonra mı..." diyen Melek adamın bakışını görünce sahte bir şekilde iç geçirdi. "Hep vardı! Bari birazını biz evlenirken kullansaydın da milletten borç harç dilenmeseydik." "Bu konuyu bile dalgaya vurabildiğine inanamıyorum Melek." dedi Ege büyük bir şaşkınlıkla. "Başka şansım mı var? Ben neye vursam bumerang gibi geri dönüp bana iade oluyor. Acıya vurunca ağır çarpıyor." diye mırıldandı kadın. "Neden bu şekilde davranmaya karar verdiğini söylemeyeceksin değil mi?" "Söylemeyeceğim." "Bana inadına mı?" diye sordu Ege söylenerek. "Hayır. Seninle bu konuyu konuşmaya kalkarsam o konuşmadan sağ çıkacağımı zannetmiyorum." diye itiraf etti Melek. Kadının söylediği şeyle usulca yutkunan adamın aklında tek bir şey vardı. 'Berceste'mi mi öğrendin?' Melek gibi Ege de bu konuşmadan sağ çıkabileceğini zannetmiyordu. "Melek... Yoruldum ben. Yalnız kalmaya ihtiyacım var." "Biliyorum. Ben de yoruldum. Bir anda seninle bu kadar çok vakit geçirmek, bilmediğim yeni şeyler öğrenmek yordu. Ve yeni bir konuşmayla kendimden daha fazla taviz verebileceğimi hissetmiyorum." "O zaman.. Gitmek için neyi bekliyorsun?" diye sordu adam yumuşak bir şekilde. "Dün gece kaç paket sigara içtin Ege?" Bu hitaba hâlâ alışamadığını hisseden adam soruyu cevaplamadı. "Ne yaparsam içmeyi bırakırsın?" "Sen sigara içmeyeyim diye mi yanımda duruyorsun?" "Yakalandım sanırım." diyen kadın adama hafifçe gülümsemişti. "Sayende sabah oldu, gün aydı. Görevini başarıyla tamamladın. Gidebilirsin yani." "İçmeyecek misin artık?" "Park dolar birazdan. Depresyona girmeme bile izin vermedin." diye söylendi Ege. "Soruma cevap vermiyorsun." "Söz veremeyeceğim çünkü. Artık tutamayacağın sözler vermiyorum." diye mırıldandı Ege. Cümlenin altındaki anlam ruhunu yakarken kadın hüzünle gülümsedi. "İkimiz de büyüdük ha. Yaşananlardan ders çıkartmamız güzel bir şey." Kadının yüzüne vuran güneş ışığına bakan Salih Ege istemsizce fısıldamıştı. "Bence de güzel." Adamın cümleyi kendisine söylediğinin bilincinde olan Melek gülerek başını iki yana salladı. "Siz hâlâ ders çıkartamamışsınız Ege Bey." "Bana Ege demeye devam ettiğine göre sen de benden farksızsın." diye tebessüm etti adam. Bir süre adamın tebessümünde takılı kalan Melek, ela gözlere yorgun bir şekilde baktıktan sonra son kozunu oynadı. "Seni Burak'a ve Hilal'e söylerim." Duyduğu cümle Ege'nin bakışlarını ciddileştirmişti. "Eğer o sigarayı içmeye devam edersen çocuklarına; gerçekleri öğrendiğinden beri durmaksızın sigara içtiğini, hatta bir gecede 3 paketi bitirdiğini söylerim. Onca uyarım rağmen sabahında da içmeye devam ettiğini tabii..." Hüsran dolu bir nefes alan Salih başını aşağı yukarı salladıktan sonra mırıldandı. "Tamam. İçmeyeceğim. Söz veriyorum." "İyi. Sana güveniyorum." diyerek ayağa kalkan Melek kendi kendine güldü. "Ağız burun dalmak istediğim adama, güvendiğimi söylediğime inanamıyorum." "Adam tutalım istersen... Bana vurmaya kalkarsan elini incitirsin." dedi Ege kadına gülerek. "Mesele dövülmen değil benim dövmem." dedi Melek gülümsemesini gizleyemeyerek. "Çok istiyorsan ayarlarım bir şeyler. Ring falan." diyen Ege de alenen gülüyordu artık. "Düşüneyim ben bir bunu." diyen kadın arkasını dönerek yürümeye başlamıştı ki adamın seslenmesiyle durarak ona doğru baktı. "3 paket olduğunu nereden biliyorsun?" "Geldiğimde yeni paketi açıyordun. 4.'yü." "Onun 4. olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu adam derin bir nefes alarak. "Belki de uzaktan izleyen tek kişi sen değilsindir." diyen Melek başka bir şey söylemeyerek arkasını döndü ve yürümeye başladı. Kadının gidişini izleyen Ege "Yaktım seni Sinan." diye tıslamıştı. 'Hiç boşuna tıslama. Sinan her ne dediyse çok iyi yapmış. Günler sonra ilk defa adam akıllı konuşabildin Meleğinle.' diyerek araya girdi iç sesi. Kadın hastaneye girdiğinde önüne dönen adam salıncağı hafifçe sallamaya başladı. Doğan güneşe bakarken günler hatta yıllar sonra ilk defa dudaklarında huzurlu bir tebessüm vardı. Nasılına, nedenine değil de yaşanana bakmaya karar verdi Salih Ege. Meleği artık ona Ege diye sesleniyordu. Ve Salih Ege, bu yeni Melek'i çok sevmişti. Her şeyden çok... 🌙 Ben geldim. Ah söylenecek çok söz var. İnstagram'dan bir anket yapmıştım. Anket sonucuna göre bölümü ikiye ayırıp bir dahaki bölümü (Hilal Burak'lı bölümü) bayram hediyesi olarak paylaşacağım. Hee bunu dedim diye diğer bölüm hazır zannetmeyin. 0 kelime yazdım oradan. Hatta bu bölümde normalde Burak-Emre sahnesi de olacaktı ama 11 bin kelime oldu ve bu 11 bin kelimenin 3500'den fazlasını bugün yazıp, bölümü bugün düzenledim. Başım çok ağrıdığı için de Burak ve Emre'yi yazamadım. O da diğer bölüme kaldı anlayacağınız. Gönlüm istiyor ki diğer bölümü Salı gününe yetiştirip bayramın ilk günü atayım. Ama bayram temizliğinin yanı sıra kardeşim de eve geliyor. Bir süredir yoktu bu yüzden onunla vakit geçirmek istiyorum, plan falan yaptık. Bu yüzden gönlümün isteği gerçekleşir mi hep beraber göreceğiz. Sizi bilgilendiririm 💙 Nasılsınız nasıl gidiyor? Ben hâlâ gariplerdeyim. Hayatımdaki fırtına devam. İşten ayrıldım (Gerçi kendi adamlarını aldıkları için seneye olan stajımı bahane ederek beni çıkartan onlardı 🙄 Tabii ihtiyaçları kalmadı 1 gün idare edemediler.) Neyse Efenim. Bölümü paylaşayım artık. Neyse yine yükseldiğimi hissederek usulca susuyorum. Sadece şunu hiç unutmayın olur mu? Siz bir kişiye bir mesaj atıyorsunuz ben 10+ kişiden mesaj alıyorum. Sürekli aynı dönüt de yazdıklarımın hevesini kırıyor, sadece kendime saklamak istetiyor. Allah'a emanet olun 🌼 Şimdiden hayırlı bayramlar 💙 B.K.S. |
0% |