Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm- 12 Dilek

@yasminiesa

Tüm bedeni sızlayan adam, soğuk suyu kapatarak derin bir nefes aldı.


'Boş odalardan birinde git bir duş al, kendine gel Burak. Biz de Hilal'i normal odaya geçiş için hazırlayalım. Daha fazla yoğun bakımda kalmanıza gerek yok. Bir süre sonra o da uyanır zaten.' diyen Demir, duş al derken büyük ihtimal sıcak suyu kastediyordu.


"Doğal olarak. Hangi akıllı ocak ayında soğuk suyu açar ki." diye söylenerek banyodan çıkan Burak, kollarına bakınmaktan kaçınarak aldığı havluyu beline sardı ve kapıyı açtı.


Daha odaya geçmeden odadaki kişinin varlığını hissetmişti asker.


"Ne işin var burada?" derken sesinden memnuniyetsizlik akıyordu.


"Babamın hastanesi... İstediğim yerde olurum." dedi yatakta uzanan Ediz.


Kollarını başının altına alarak yatan doktorun gözleri endişeyle arkadaşını inceliyordu.


Ona bakmadan masanın üstündeki çantasını karıştıran Burak ihtiyacı olan kıyafetleri alarak banyoya doğru yönlendi. Kapıyı kapatmadan önce sert bir şekilde konuşmuştu.


"Çıktığımda burada olma, fena yaparım."


Yattığı yerden doğrulan Ediz başını iki yana salladı.


"Gerizekalı gitti alışkanlıkla yine kısa kollu tişört aldı. O kollarındaki izler varken o tişörtü giyer misin sence Burak?"


Tam da Ediz'in söylediği gibi olmuş başındaki havluyla saçını kurutan Burak, tişörtü elinde çıkmıştı banyodan.


"Ediz kafam bozuk. Kimseyi görmek istemiyorum dedim. Niye anlayışlı olmuyorsun?"


"Otur şuraya. Doktorun olarak buradayım. İlaç süreceğim kollarına." dedi Ediz üstündeki önlüğünü göstererek.


"Pabucumun doktoru." diye söylenen Alfa bıkkın bir iç çekişle yatağın üzerine oturdu.


Ne yaparsa yapsın arkadaşının gitmeyeceğini bilen adam elmecbur teslim olmuştu.


Eldivenini giydikten sonra ilacı arkadaşının koluna sürmeye başlayan Ediz "Nasılsın?" diye mırıldandı.


"Nasıl görünüyorum?" diye soran Burak bakışlarını karşısındaki duvara dikmişti.


"Bok gibi."


"Ah nazik şey seni. Bok gibiymiş. Göründüğümden daha s*kik hissediyorum şu an emin ol. Başım çatlıyor, düşünmemeye çalışırken çok düşünüyorum. Sürekli aynı döngü. Uyandığında, Hilal'imin vereceği tepkiden ödüm kopuyor. Yaşananları asla öğrenmesin istiyorum ama anlatmak zorunda olduğumu da biliyorum. Anlatırken bazı olayları atlamak isteyeceğim, atlarsam kızacak bana. Onunla kavga etmeye gücüm yok ama bu olacak gibi hissediyorum. Söyleyemem. O-Ona kalp masajı..."


Dişlerini birbirine bastıran Burak başını iki yana sallarken gözlerini kapattı. Bu hareketi sol gözünden bir damla yaşın süzülmesine neden olmuştu.


Arkadaşının haline bakan Ediz hüsran dolu bir nefes aldı. Demir ameliyathanede yaşananları anlatmıştı. Öncesini de Emre'den öğrenmişti zaten. Burak aklındakini okumuş gibi mırıldandı.


"Diğerleri nasıl?"


"Görüşmek istemediğin diğerleri mi?" diye sordu Ediz hafif bir iğnelemeyle.


"Yüzleşmek istemediğim diğerleri... Psikolojik olarak büyük bir çöküşteyim Ediz. Her şeyi öteliyorum şu an. Kaldıramam çünkü. Onun gözlerini görüp, sesini duyana kadar olmaz. Demir iyi olduğunu söyledi. Baktın mı sonuçlarına sen de?"


Krem sürme işini bitiren Ediz, Burak'ın yanına oturdu.


"Hastaneye girer girmez yaptığım ilk şey sizi kontrol edip sonuçlarınıza bakmak oldu. Ameliyat zaten kusursuz geçmiş. Sevgilin nasıl yaptı bilmiyorum ama gerçekten de bıçağın zararsız bir yere gelmesini sağlamış. Zehir ya da kalp durması herhangi bir soruna neden oldu mu diye inceleyen kişi babam oldu. Beyninde herhangi bir sorun gözükmüyor. Beyinle alakalı sonuçların yüzde yüz garantisi yok biliyorsun, uyanınca kesin yanıt vereceğiz ama babam '26 yıldır bu meslekteyim gönül rahatlığıyla bir sorun olmadığını söylediğim nadir test sonuçlarından.' dedi. Zehir de neredeyse etkisini kaybetmiş durumda. 'Etkileri bir süre daha sürebilir, halsizlik yapacaktır ama panzehirle savaş oldukça başarılı geçti.' dedi zehir uzmanı da. Yani o iyi. Gönlünü rahat tut kardeşim." dedi Ediz elini arkadaşının bacağına koyarak güvence vererek.


"O iyi de ben değilim." diye fısıldadı Burak.


"Sevgilinden uzak kaldığın içindir o. Ah aç olduğun için de olabilir tabii. Artık gerçek bir yemek yeme vakti. Günlerdir serumla besleniyorsun. Kerem'e söyleyeyim de yemeğini buraya getirsin. Hilal'i odaya almışlardır şimdiye. Sen yemek yerken de Melek abla ve Sa... Melek abla kızını ziyaret etsin."


Ediz'in söylemediği cümle, aklına dün akşamı getirirken Burak usulca yutkundu.


'Benim kızımmış.'


Kalp atışları hızlanırken sessiz bir şekilde sordu.


"Babam nasıl?"


Ediz, soruyu soran arkadaşının berbat ses tonu karşısında ona baktı.


'Burak gerçeği biliyor olabilir mi? İmkansız bu. Doktorlardan başka kimseyle görüşmedi. Bizim ekip de asla söylemez.' diye düşünen adam konuşmaya başladı.


"Yani iyi. Herkes gibi endiş..."


"Babam nasıl Ediz?" diye tekrarlayan adam kıpkırmızı gözleriyle arkadaşına döndü.


Kızarmış yeşillerdeki acı, hüzün ve etkisini kaybetmemiş şoku gören Ediz farkındalıkla konuştu.


"Biliyorsun. Nasıl?"


"Dün akşam uyandım aslında. Babam ziyarete girdiğinde. Onu o halde görünce Hilal'e kötü bir şey oldu zannettim. Söyledi ama ben... Bu konuyu konuşmak istemiyorum şu an. Babam nasıl? Melek abla çok üzerine gidiyor mu?"


"Hastanedekilerin söylediğine göre 3. dünya savaşı çıkmış ilk başlarda. Hâlâ hiçbirimiz bu gerçeği sindiremedik ama şaşırtıcı bir şekilde o ikisi kabullenme konusunda hepimizden daha hızlı çıktı. Dün akşam Salih amcayı yoğun bakıma girmesi için ikna eden kişi Melek abla olmuş. Dün acilde nöbetçiydim ben. Sizi ziyaretten çıktıktan sonra parka geçti Salih amca. Biraz fazla..." diyen Ediz devam etmedi.


"Sigara içti di'mi? Onu engelleyecek, dur diyecek bir ben de yoktu. Dün o kadar berbat bir haldeydim ki kendi derdime düştüm. Söylediği şeyi duymamazlıktan geldim hatta. Sabahtan beri aklımda o var. Geceden sabaha kadar içtiği sigaralarla bu sefer kanseri garantilemiştir." diyen Burak'ın içinde büyük bir öfke ve pişmanlık vardı.


'Keşke ona öyle davranmasaydım. Keşke konuşmaya en ihtiyacı olduğu zamanda onu bırakmasaydım.'


"Sabaha kadar değil. Bir süre içti. Birkaç kez yanına gitmeye yetendim ama cesaret edemedim. Sorun terslemesi ya da saldırması değildi. Başka bir yere giderdi, onu göremeyeceğim bir yere. En azından gözümüzün önünde olsun, saçma bir şey yapmasın diye düşünerek gidemedim yanına. Sonra... Hiç tahmin etmediğim biri gitti yanındaki boş salıncağa oturdu. Sabaha kadar yanında durarak sigara içmesini engelledi."


"Melek abla." diye mırıldandı Burak gözlerine yerleşen minnettarlıkla.


"Aynen öyle. Melek abla yanına gittikten sonra gözüm arkada kalmadı da... Bazen ne yapıyorlar diye merak edip camdan bakmış olabilirim." dedi Ediz bunu Burak'tan başkasına itiraf edemeyeceğini bilerek.


"Yani sonuçta birbirlerinin boğazına yapışabilirlerdi. Acil müdahale falan lazım olabilirdi di'mi Doktor Bey?" dedi Burak hafifçe tebessüm ederek.


"Ya işte. Ben de bir doktor olarak görevimi yaptım. İşte ben sonrasında yaşanacak tıbbi yön için bakarken, olası saldırı için de dayın tetikte bekliyordu sanırım."


Burak bu sefer alenen gülmüştü.


"Yıllar sonra kavuşan çifti rahat bırakmadınız ha?"


"Nükleer patlama riski büyüktü ne yapalım. Ambulans geldi bir ara onun için dışarı çıkmıştım camdan izleyen dayını gördüm. O da benim gibi arada asayiş berkemal mi diye kontrol ediyordu bence."


"Melek abla nasıl oldu da kendi isteğiyle babamın yanına gitti acaba?" diye kendi kendine konuşan Burak'ın aklında tek bir isim vardı.


Senin işin bu değil mi dayı? Kesin senin işindir. Sen seviyorsun böyle katakullileri.


"Sinan Binbaşı'nın parmağı vardır. Sen demedin mi Hilal ile bizi bir araya getiren oydu diye."


"Ah hiç sorma. Tek dayım olsa yine iyi. Bildiğin büyük bir planın kuklalarıymışız biz de haberimiz yokmuş." dedi Burak Kelebeği'ni hatırlarken.


"Bu da ne demek lan?" diye sordu Ediz merakla.


"Sakarya'dan buraya gelmeden önce, mezarlık çıkışında babamın çok eski bir arkadaşı ile karşılaştım. Batu amcamla. Ailesiyle birlikte ziyarete gelmişler. Yıllardır ister istemez suçladığım kişilerin başında geliyordu. O da kendini suçluyormuş ve beni yıllardır beni uzaktan uzağa kolluyormuş. İşte Sakarya'da karşılaşınca oturduk bir yerde kahve içtik. Oturduğumuz o kısa süreçte bana hayatımın şokunu yaşattı sağ olsun. Meğer ben 4 yıl önce Mardin'deki kızdan kaçarken o, kızı bulmuş izlemeye almış. Kadir Alacalı olayı olmasa Hilal ile birkaç tesadüfi(!) karşılaşma ayarlayıp Hilal'i ekibe almayı düşünüyormuş. Ancak işler Alacalı ile karışmış. O da bilerek bizim hep gittiğimiz kafeyi bir şekilde Aslı'nın karşısına çıkartmış. Amacı Dream kafede karşılaşmamızmış ama Hilal'in doğum günü olayı bana da sürpriz oldu dedi. İşte sonra da bilerek Alacalı dosyası bize geldi ve benim de o görevi almam sağlandı. Meğer her şey onun başının altından çıkmış."


"Göreve sen gönüllü gitmedin mi oğlum? Nasıl aldırdı?" diye sordu Ediz kaşlarını çatarak.


Aylar önce yaşanan yat patlamasından sonra Burak'ın ilk rotası bu hastane olmuştu. Patlama sırasında yattan fırlayan bir parça, teknedeki Kadir Alacalı'nın kaburgalarına gelmişti. Hal böyle olunca Burak durumunu kontrol için Alacalı'yı buraya getirmek zorunda kalmıştı. Muayene eden Ediz kırık değil de ezik olduğunu söylemiş ve sonrasında da Emre'den görev işini öğrenmişti. Tüm bunlar sayesinde Ediz en başından beri her şeyden haberdar olan nadir insanlardandı.


"Ekranda Hilal'i gördüğümde gönüllü olmama gibi bir şansım yoktu ki Ediz. Bir de Batu Bey beni benden daha iyi tanıyormuş. Bilerek kışkırttı beni! 'KİT davayı almazsa MİT'ten birilerini göndereceğiz hatta birkaç kişi kıza yaklaşmayı denedi de başarısız oldu.' diye yalan söylemiş dayıma. Bunun hesabını çok pis soracağım ikisinden de. Nasıl bir şey yapayım diye düşünmekteyim şu an."


"Oğlum sen kimlerin arasına düşmüşsün böyle? Böyle olmana şaşmamalı. Çevrendeki adamların zekasına ve tehlike düzeyine bak. Vay be!" diyerek ıslık çaldı Ediz.


"Hiç sorma. Ben nasıl bu oyuna geldim onu anlamıyorum. Batu amcam resmen her şeyi planlanmış. Tesadüf sandıklarımının çoğu onun başının altından çıkmış." diyen Burak bu gerçekleri öğrenen Hilal'in yüzündeki şoku hatırlayarak gülmüştü.


[Yazar Notu; Anlatılan planlı tesadüfler zinciri K.İ.T. Saklı Kalanlar kitabımın Cevapsız Sorular bölümünde detayıyla yer almaktadır. Mezarlık çıkışı Sakarya sahnesiniyse gelecekte bu kitapta Epilog ya da flash şeklinde yayınlamayı düşünüyorum. Bilgilerinize 🌼]


Ediz, gülüşünden bile yorgunluk akan arkadaşına baktıktan sonra ayağa kalktı.


"Hadi bana müsaade. İlaç kuruyana kadar uzun kollunu giyme. Kerem'i gönderiyorum sana yemek getirsin. Salih amcaların görüşmesi bittiğinde de gelirim Hilal'in yanına geçeririm seni."


Arkadaşına bir bakış atan Burak yalvarırcasına konuştu.


"Kimseye görünmeden."


"Merak etme Seher Nine herkesi postaladı. Bugün işe gitti hepsi. Senin ekip de buraya üs kurdu ama diğer taraftalar. İşleri yoğun. Aslında onların yanına gidersin diye düşünmüştüm davanın gidişatını takip için. Sen ise sormadın bile. Şaşırtıyorsun beni Yüzbaşı."


"Umurumda değil biliyor musun? Bizimkiler bulacaktır her şeyin sorumlusu olan o iti. Bulup en güzelinden cezasını versinler. Kim olduğunu öğrenmeyeceğim. Bu bünyeye bir tane nefret yeter, ikincisini kaldıramam. Bir kez daha sakince duramam. Olanlar aklıma geldikçe..."


Sesinin çatallaştığını hisseden Burak sustu. Hayatının bir köşesinde,hiç istemese de Bukalemun'un varlığı hep olacaktı. Şah'ın başındaki o itin de bu köşede yer almasını istemiyordu Burak. Bu nefret kendisini çok yıpratıyordu. Kelebeğine zarar veren p*çi gebertmişti. Bu yeterdi. Büyük resmi, canını emanet edecek kadar çok güvendiği timine bırakıyordu. Onlar neyi nasıl yapması gerektiğini bilirlerdi.


"Bu arada Doğu?" diye sordu Burak endişeli bir sesle.


Sırtını duvara yaslayan Ediz kollarını kavuşturdu.


"Burada. İyi şu an. Faili bulmaya yoğunlaştılar. Serkan da hiç gitmedi. Korkut geldi. Ulaş da ekibiyle dönüşümlü burada. Bermuda üçgeni onlara sürekli uyan Kadavra ile Mahşerin 4 Atlısı olma yolunda ve onlara önce Sinan dayı mı girişecek Emre, Serkan ya da Ulaş'tan biri mı bilemiyorum."


Duyduğu ile Burak güldü.


"Doğu'yu dünya gözüyle görmenin şükrü uzun süre korur bizim haylazları. Gerçi Doğu hariç diğerlerine dalabilirler." diyen Burak bir an o ortamda olmak istediğini hissetti. Dostlarıyla... Güzel olurdu.


Tabii ameliyathane kapısının önünde delilerek her şeyi açıklamış olmasaydı.


"Burcu'yu taburcu etmeyeceğiz dedi Demir. Dediği gibi sadece güvenlik amaçlı değil mi?" diye sordu bunları düşünmek istemeyen Burak.


"Oğlum sen Demir'in dediklerini niye teyit ettiriyorsun sürekli. Anlatmış ya adam." dedi Ediz gülerek.


"Of bilmiyor musun beni?" diye söylendi Burak gözlerini devirerek.


"Bilmez miyim? Kendisinden başkasına güvenmeyen kontrol manyağı herif seni."


"Ve Kelebeğinden..." diye ekleme yaptı Burak gülümseyen sesiyle.


"Kadere bak be. Her yön sizi birbirinize çıkarıyormuş. Çok klasik bir tabir var ya 'Ördü kader ağlarını.' diye. Tam anlamıyla o hesap. Sizin en büyük ortak noktanız Salih amcaymış meğer. İlk günler kabulleniş açısından sancılı olacak ama sonrasında bu durum tam bir durum komedisi olacak. Ediz Taşkır demişti dersin. Hadi ben kaçtım. Kerem'in getirdiği yemeği bitiriyorsun yoksa tıbbi işkenceler uygularım üzerinde." diyen Ediz düşüncelere dalmış arkadaşını bırakarak dışarı çıktı.


Hissettiği yorgunluğum zehirden çok ruhundaki fırtınadan kaynaklandığını hisseden Burak, yatağa uzandıktan sonra kolunun arkasıyla gözlerini kapattı. Bir süre susmayan düşünceleriyle yatan adam, ruhunda hissettiği eksikliğin en büyük nedeninin ne olduğunu anlayarak hızla ayağa kalkmıştı.


Bu hareketi sert bir baş dönmesi olarak kendisine dönerken ağzının içinde "S*ktir!" diye geveleyen adam elini duvara yaslayarak birkaç saniye durdu.


Baş dönmesi hafiflediğinde, geçmesini bile beklemeyen Burak acele bir şekilde çantasının yanına vardı ve sert hareketlerle onu karıştırmaya başladı.


Yok! Yok! Yok!


"Ulan nasıl muskamı koymayı unutursunuz!" diyerek öfkeyle söylenen Burak çantayı hazırlayana da buraya getirene de küfretmemek için kendini zor tutuyordu.


Başını kaldırdığında önündeki ayna sayesinde delirmiş yeşilleri ile bakışan Burak, gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalıştı.


Birkaç dakika sonra daha kontrollü hareketlerle tüm kıyafetlerini döken adam çantanın gözlerine bakarken koyulmayan tek şeyin muskası olmadığını, Hilal'inin bilekliğinin ve saatinin de olmadığını görerek dişlerini gıcırdattı.


Aklı başında bir insan evladı Burak'ın en değerli nesnelerini koymayı akıl edememiş miydi yani? Biri ya biri!


Dışarı çıkıp herhangi biriyle karşılaşma düşüncesi elini kolunu bağlarken etrafına bakındı.


"Niye aranıyorsam? MİT'e ait gizli bölümde telefon olmayacağına göre..." diye söylenen Burak, Kerem'in yemeği çabuk getirmesini dilemekten başka çaresi olmadığını kabullenerek döktüğü kıyafetlerini toplamaya başlamıştı.


Kerem sanki onu duymuş gibi kapıyı açtığında, Burak kızgınlığını ondan çıkarmadığını umarak konuşmaya başladı.


"Kerem yemekten çok daha hayati bir sorunumuz var şu an. Benim şahsi eşyalarımın nerede olduğunu..." diyen Burak kapanan kapıyla birlikte bir anda sustu.


Üzerindeki gözlerin kime ait olduğunu nerede, nasıl olursa olsun anlardı. Tüm ömrünü o gözlerin sahibi ile birlikte geçirmişti ne de olsa...


Başını yavaşça yukarı kaldıran Burak, karşısındaki aynadan kendisine bakan mavi gözleri görür görmez hızla önüne dönerek yutkundu. Ultra yavaş hareketlerle kıyafetlerini toplarken sessizce mırıldanmıştı.


"Kimseyi görmek istemediğimi söylemiştim."


Cümleye herhangi bir karşılık gelmemişti. Derin bir nefes alan Burak bu yüzleşmenin kaçınılmaz olduğunu bilerek elindeki tişörtü sertçe masaya bıraktı ve arkasını döndü.


"Bak bana çok kızgınsın biliyo..."


Emre'nin parmaklarından sarkan muskasını gördüğünde titrek bir nefes alan adam, kardeşi avucunu açtığında yutkundu.


Yalnız muskası değil babasının saati ve Hilal'inin bilekliği de ondaydı.


"Emanetlerin bendeydi." diye mırıldanan Emre'nin gözleri kardeşinin kollarındaki yaralardaydı.


Burak, kollarını arkasına saklama isteğini zorlukla bastırarak gözlerini yere dikti ve gelecek azarı bekledi.


Ama o azar gelmedi.


Emre ne konuştu ne de gitti. Elindeki muska hariç saati, bilekliği ve sol elindeki tablet ile telefonu yanındaki sehpanın üzerine bıraktıktan sonra hiçbir şey yapmadan sadece durdu.


Bu sessizlik Burak'ı ultra gererken başını kaldırarak kardeşine baktı.


"Madem bir şey söylemeyecektin niye yüzleşmek için karşıma çıktın? Çok yorgunum görmüyor musun?"


Mavileri 'Görüyorum.' derken adam sessiz kalmıştı.


"Şöyle bakmayı kes Emre. Tamam bağır çağır, istersen beni kum torban yap, olanca hıncını benden çıkar ama böyle durma! Bir tepki ver, ben de cezama razı olup çıtımı çıkarmayayım. Ya da istersen karşılık ver de karşılık vereyim. Ama bir şeyler olsun. İyi değilim ve tek isteğim bu yüzleşmenin bir an önce sonlanması."


Emre, Burak'ın bu sözlerine karşılık vermeden ona bakmaya devam ediyordu.


Bıkkın bir nefes aldıktan sonra onu incelemeye başlayan Burak iyi olmayanın tek kendisi olmadığını fark ederek kaşlarını çattı.


"Kaç gündür uyumuyorsun sen?"


'Valla günlerdir uyuyan tek kişi siz ikinizsiniz.' diye düşünen Emre cevabını yine dışarıya yansıtmamıştı.


Bir süre sessiz kaldıktan sonra Burak'ın yanına gelen Emre, elindeki muskayı kardeşine doğru uzattı. Muskasını alan Burak onu boynuna takarken Emre de kapıya doğru yürümeye başlamıştı.


"Kardeşim... Yapma n'olur. Başım çatlıyor zaten."


Duraksayan Emre arkasını dönmeden iç geçirdi.


"Tamam işte. O yüzden ben de istediğini yapıyorum ve gidiyorum. Bizi görmek istemiyorsun ya."


"Karşıma çıkıp sonra gittiğinde istediğimi yapmış olmuyorsun. Hiç çıkmayacaktın, ben de seni görmeyip olanları yok sayacaktım."


Arkasını dönerek Burak'a bakan Emre'nin dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirdi.


"Yok saymanın formülünü bana da öğretsene. Yok saymam gerekenler var."


Kardeşinin fısıltısını duyan Burak gözlerini kapatarak birkaç dakika durdu. Gözlerini açtığında, Emre'nin mavilerinim kollarındaki izlerde olduğunu gördü.


Adamın odaya girdiğinden beri sürekli koluna bakmasından iyice rahatsız olan Burak arkasındaki masadan eline geçen ilk uzun kollu tişörtü aldı ve hızla başından aşağı geçirdi. Tekrardan kardeşine döndüğünde kollarını hissettiği isyanla iki yana açmıştı.


"Bak! Yok bir şey. Bakmayı kes artık!' diye tıslayan Burak'ın asıl öfkesi karşılaştığı herkesin bu şekilde bakacağını bilmesiydi.


Öfkeli bir nefes alan Emre sert adımlarla kardeşinin dibine kadar geldikten sonra adamın kolunu tutarak hızla tişörtünü yukarı sıyırdı.


"Bak! Var bir şey. Üstünü kapattığında yok olmuyor. Varlığı burada." diyen adam iki parmağıyla Burak'ın yarasının üzerine vurmuştu.


"Evet işte olay da bu zaten. Varlığı sadece bende saklı." dedi Burak kolunu sertçe çekerek.


"Öyle olunca konuşamıyoruz." diye mırıldandı Emre.


"Konuşulacak bir şey mi var?" diye soran Burak titrek bir nefes almıştı.


"O an, gözünün döndüğünü fark edip durdurmaya çalıştığım ve beni de dumura uğrattığın o an... İçeriye kaçmamış olsaydın ağzını burnunu kırardım. Cidden kırardım. O denli öfkeliydim. Bunu nasıl sakladın aklım almıyordu. Bizi öylesine yıktıktan sonra hiçbir şey yapmamışsın gibi s*ktir olup gittiğine inanamıyordum. Canın yandığı için canımızı yakmıştın resmen."


Başını iki yana sallayan Burak acıyla fısıldadı.


"Beni hiçbir zaman anlamayacaks..."


Emre onun cümlesini tamamlanmasına izin vermedi.


"Senin yaptığın saklamak değildi. Hatta alakası bile yoktu."


Odaya girdiğinden beri ilk defa kardeşinin gözlerine baktı Burak. O mavi gözlerdeki kahreden acıyı gördüğünde yeşillerinden bir damla yaş düşmüştü.


Kardeşi sonunda onu anlıyordu.


Başını hafifçe sallayan Emre titreyen sesiyle konuştu.


"Oğlum böyle bir şey nasıl söylenirdi? O küçücük yaşında anlam verememişsindir olanlara. Hatta... Hatta kızmışsındır anneme. İçten içe çok kızmışsındır. Öyle bir şey yapmasaydı yaşardı belki diye düşünmüşsündür. Sonra o çocuk aklınla bazı şeyleri anlamaya başlamışsındır. Asla anlamamayı dileyerek. Bir çocuğun o yaşta bilmemesi gereken şeyleri tek başına göğüslemiş olmanı kaldıramıyorum. Sen o ihtimalin gerçekleşmemesi için 'Annem iyi ki kendini öldürmüş.' diye düşünürken ben Allah bilir hangi cehennemde 'Burak işte her zamanki bencil adam. Bugün yine birine sataştı, arabayı kaçırdı.' vb. cümleleri sıralıyordum."


İkisinin de gözlerinden yaşlar düşmeye başlarken Emre dudaklarını ısırdı.


"Şimdi neden ergenliğin boyunca her bulduğun şeye saldırdığını anlıyorum. Her şeye şahit olduğun içindi ama... O öfkenin nedeni buydu. Kaldıramıyordun. O günün başka bir şekilde sonlanmas..."


Cümlesini tamamlayamayan Emre berbat bir şekilde devam etti.


"Dağda en nefrettiğim şey mağdurlara eşlik etmekti. Senin her seferinde bu işi bana kilitlemen beni irreti ediyordu. Kolay yolu seçiyordun hep. Meğer senin seçim şansın yokmuş. Onların yanında sen dursan döndüğümde iki ceset ile karşılaşırdım büyük ihtimal. Onların kahreden ağlamalarına, acı dolu feryatlarına dayanamayan sen kalbine sıkardın. Zaten bu boşluğu bekleyen onlar da silahını alır kendine sıkardı. Ve son!.. Ben nasıl anlamadım? Normalde kurtardığımız insanlara ilk koşan kişi sen olursun. Ama..." diyen Emre çıkmayan sesiyle cümleyi tamamladı.


"Tecavüze uğrayanlara değil."


Hissettiği hissizlikten gözyaşları donan Burak çatlayan sesiyle konuştu.


"Günlerce kabus görüyordum Emre. O evden başlıyor, geç kaldığımız onlardan çıkıyor. O lanet günün sürekli şekil değiştirdiğini ve gerçek olmayanları gerçek gibi gösterdiğini söylememe gerek yok. Bilmiyorum, korktuğumu hissediyordum. Kabuslar öyle berbat ve gerçek gibiydi ki bazen hangisi kabus hangisi gerçek karıştırıyordum. Özellikle askerliğe ilk başladığım zamanlar. Biliyor musun o zamanlar ciddi ciddi 'Acaba beynim o travmayı sildi mi? Ya gerçekten o adamlar anneme bir şey yaptıysa ve ben onu silip yerine böyle bir anı uydursuysam.' diye düşünüyordum. Bu paranoya bir gün öylesine arttı ki o gün olay yerine ilk gelen ekipten birini buldum. Bir insanın 24 yaşında bile küçücük bir çocuk olacağını öğrendiğim an tam olarak o zamandı. Tüm bedenim tir tir titrerken 'Olay yerinde herhangi bir tecavüz izine rastladınız mı?' diye sormuştum karşımdaki adama. Aslında oraya asker Burak olarak gitmiştim, kim olduğumu söylememiştim ama anlaşılamayacak gibi değildi. Adam da berbat halimi görüp kim olduğumu anladı ve iki elime birden atılarak başını iki yana sallamaya başladı. 'Yemin ederim evlat. Yoktu! Çocuklarımın üzerine yemin ederim ki hiçbir şey olmamıştı.' dediği anda..." diyen adam ağzından bir hıçkırık kaçarken susmuştu.


Gözyaşları içinde nefes alamadığını hisseden Emre yere otururken Burak da ayakta zor duran bedenini kardeşinin yanına bıraktı.


"Ben kendim kabul edemediğim şeyi size nasıl söyleyeyim, sizi nasıl inandırayım oğlum? Her şeyi gördüm. Her şeyi gördüm! Bir şey olmadığına eminim ama yine de kendimden bile şüphelenmiştim. Çünkü... Çünkü o ihtimal çıldırtıyordu beni. Büyüdükçe daha kötü oldu durum. Ulan insan hamile annesinin kendisini öldürdüğüne nasıl sevinebilir? Nasıl?"


Yumruk yaptığı elini öfkeyle yere vuran kardeşinin isyanı, Emre'nin hıçkırıklarıyla karşılanırken Burak gözlerini yere dikti.


"Diğer tarafı hiç açmak istemiyorum. Benim babamın bu hayatta duyduğu son iki şey neydi biliyor musun Emre?" diyen Burak ruhundaki sancıyla devam etti.


"İlki o iğrenç adamın iğrenç sesiyle 'Karına yapacaklarımızı hayal et.' demesi ikincisi ise annemin son nefesime kadar kulaklarımdan silinmeyecek olan 'YİĞİT!' diye haykırışı. Çocukken çocuktum. Olaya hep annemin açısından bakıyordum. Babam yüzünden eve adamlar gelmiş ve onların ölümüne bu sebep olmuş gibi düşünüyordum. Askeriyeye girdiğimde özellikle askeriyenin son yılında o adamların eve gelmesinde babamın en ufak bir suçu olmadığını anlamıştım. Bu yüzdendi dayıma Mancs'i kullanmak istiyorum demem. Affetmiştim aslında babamı. Bir asker gözüyle bakıyordum artık olaya, realist düşünüyordum. Kurtarma operasyonlarında öncelik hep çocukların olurdu. Babam da beni bu yüzden o dolaba koymuştu."


Dudaklarında acı dolu bir gülümseme beliren Burak başını iki yana salladı.


"İpin ucunun kaçtığı ilk an Mardin'deki kızla tanıştığımda andı. O zaman yine babamı suçlamaya başladım işte. 'Bu kızın hayatına girersem ölümüne sebep olurum.' diye düşünürken buldum kendimi. Sonra Hilal ile yine karşılaştık ve bu sefer bir aşık gözü ile değerlendirmeye başladım o günü. Bu çok acıydı. Nefesimi kesiyordu. Yıllarca suçladığım adamla yaptığım bu empati, onu suçladığım anlar için koca bir vicdan azabı hissettiriyordu."


Bir süre duraksayan Burak ciddi gözlerle kardeşine döndü.


"Ama ipin tümü asıl ne zaman koptu biliyor musun?"


Emre başını iki yana sallarken Burak bu konuyu gönüllü olarak açtığına inanamamayarak fısıldadı.


"Hilal, en büyük hayalinin anne olmak olduğunu söylediğinde."


Duyduğu cümleyle birlikte Emre'nin gözleri hüsranla kapandı. İşte şimdi her şey anlaşılmıştı. Burak'ın deliler gibi aşık olduğu kızdan neden kaçtığını anlamıştı sonunda.


"İşte o andan sonra ben o günü bir baba olarak değerlendirmeye başladım. Bir aile babası. Ve bu hepsinden daha ağırdı. Bir yanda 11 yaşında oğlun, diğer yanda varlığını yeni öğrendiğin karının karnındaki o minicik ufaklık. O küçüğün doğma hakkını, büyüme hakkını çalamazsın. O itlerden birisi oğluna bir bakış atsa dünyayı yakarsın. Biliyorsun çünkü o p*çlerin ne mal olduğunu. Bu yüzden de aklındaki tek şey oğlunu korumak. Babalığının peşine sevdalığının ve daha dünyaya gelmemiş çocuğunun peşine düşüyorsun ama her şey için çok geç. Çünkü sen geç kalmışsın. Anlamamışsın bir mahalle katledilirken, anlamamışsın gelen tehlikeyi... Anlayamamışsın."


Yaşlar peşi sıra dökülürken acı dolu bir nefes aldı Burak.


"Babam son nefesinde çok acı çekmiştir Emre. Yediği kurşundan değil kendi suçu olduğunu düşündüğü için, karısını koruyamadığını düşündüğü için, o adamların beni bulacağından korktuğu için... Şimdi söyle bana. Ben hangi birini söyleyeyim size? Hangi korkumu anlatayım? Gelmedi oğlum. Ahanda şu dilime gelmedi o kelimeler. Bir sinir krizi anında olmasa, olmazmış da. Orada olduğumu bir gün söylerdim ama diğer gerçeği dayım da ben de sonsuza kadar kendimize saklardık. Hamile annemin kalbine sapladığı bıçağı da, nedenini de kendimizle birlikte mezara götürürdük. Söyleyemezdik. Ne kadar kızarsan kız, söyleyemezdim."


Kızarmış masmavi gözleriyle Burak'a bakan Emre, Hilal'in onu ne denli değiştirdiğini düşünüyordu. Hilal'den önceki Burak ile bu konuda konuşmak kesinlikle imkansızdı. Ayçiçeğinin varlığına bir kez daha şükreden adam, yeşillerinden yaşlar düşen kardeşini kendine çekti ve sımsıkı sarıldı.


"Seni bu dünyada en iyi anlayan kişi benim kardeşim. Onlar benim de anne babamdı. Korkularını da, nedenlerini de, susuşlarını da anlıyorum. Seni bu kadar iyi anlarken ne bağırıp çağırabilirim ne de yumruğumu havaya kaldırıp yüzünde patlatabilirim. Bu çok bencilce olur. Yerinde olsam aynısını yapacağım bir şey yüzünden sana kızamam. Bu hikayede en çok acı çeken sen iken, öğrendiğim gerçeğin hıncını senden çıkaramam. Hissettiğini hissederken olmaz. Acın acım iken olmaz."


Başını kardeşinin omzuna gömerek ağlamaya başlayan Burak kendisiyle ağlayan kardeşinin varlığına bir kez daha şükretti.


O olmasaydı ne bugünlere gelebilirdi ne de tam olabilirdi.


🐺


Dakikalar sonra gözyaşları dinen ikili, yatağa yaslanmış bir şekilde otururlarken Emre bakışlarını odada gezdirdi.


"Bu hastanede var bir şey. Altında yatır falan mı var acaba? İtina ile her gerçek burada mı ortaya çıkar aga?"


Hafifçe gülen Burak'ın aklına anılar dolmuştu.


"Hilal'e, Burak Kılıç olduğumu bu hastanenin çatısında söylemiştim. Babamın asker olduğunu da yine çatıda anlamıştım. Hanımefendiden ilk aşk itirafını da o zaman aldım. Asena zayıf anlarımı kullanmaktan hiç çekinmiyor."


"Tam dişine göre bir rakip işte. Ayçiçeğinden başkası senin kahrını çekemezdi valla."


"Sevgilime Ayçiçeği demeyi bırakır mısın?" diye tısladı Burak ona bir bakış atarak.


"Sanane be. Kardeşime nasıl sesleneceğimi sana mı soracağım?" diye tersledi onu Emre.


Dudaklarında bir gülümseme beliren Burak başını iki yana salladı.


"Benim olan her şeyi aldı gerçekten."


Cümleyi duyan Emre'nin mavi gözlerindeki muziplik kaybolurken Burak'a dönmüştü.


"Biliyorum." diye fısıldadı Burak soru dolu bakışlara cevap vererek.


"Nasıl hissediyorsun?"


Emre'nin sorusunu duyan Burak iç geçirdi.


"Bu soruyu sormaya cesaret eden bir sen olabilirdin yine geldin dibimde bittin. Konuşmak istemiyorum diyerek seni geçiştiremem değil mi?"


"Bu haldeyken değil. Bu konuda değil. Senin bu dünyada sansürsüz konuşabildiğin 3 insan var. İkisi olayın başrolü. Elinde tek ben kaldım."


Burak gözlerinin dolduğunu hissederken başını yatağa yaslayıp gözlerini kapattı.


"Gerçekten bu halin ne Burak? Bunu öğrendiğinde sevinmiş olman gerekmez miydi?"


"Sevinmedim mi sanıyorsun? Oğlum bu duruma dünya üzerinde hiç kimse benim kadar sevinemez. Çünkü ikisi de benim canım." diye mırıldandı adam gözlerini açmadan.


"Şu an karşımdaki adamda sevinç değil de hüzün görüyorum ben. Hatta acı. Sevdindiysen neden bu durumdasın?"


Gözlerini açan Burak kıpkırmızı yeşilleriyle kardeşine bakarak fısıldadı.


"Çünkü ikisi de benim canım."


Emre olayı anlamaya çalışarak ona baktığında Burak kısık bir sesle konuşmaya başladı.


"Ben biliyorum. İkisi de birbirlerine karşı acısını göstermeyecek ama ben biliyorum. Bu gerçeği öğrenen babamın aklına ilk gelen şey 'Ben ona her şeyi anlattım.' olmuştur. Bu gerçeği öğrenen Hilal'in ilk düşüneceği şey 'O küçük benmişim.' olacak. Sen bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Hilal'in 'Yapma!' diye yalvarmama rağmen kendisini nasıl suçlayacağını biliyor musun? Canı ne kadar çok yanacaktır. Babasıyla tanışmayı deliler gibi isterken aslında doğduğu ilk an babasıyla tanıştığını öğrenecek. İlk elini tuttuğu kişinin, o muhteşem gülüşünü bahşettiği ilk kişinin babası olduğunu öğrenecek. Sandığının aksine bu onu mutlu etmeyecek. Çünkü Hilal o hikayenin öncesini de sonrasını da biliyor. O kız, hiç tanımadığı adam 25 yılını onsuz geçirdi diye bile üzülüyordu. Hatta sırf bunun için babasının kötü biri olmasını bile diledi biliyor musun? 'İlk kelimemin baba olduğunu duyar ve üzülürse, ben ondan daha çok üzülürüm' dedi. Ben bunu diyen o kıza 'Babam her doğum gününde, her özel gününde sana hediye aldı biliyor musun? Evimizde bir oda dolusu hediye var. Hepsi de sana ait.' diye nasıl diyeceğim? O adamın salıncak aşkının sahibinin kendisi olduğunu nasıl söyleyeceğim? Kendi salıncak aşkını hatırlatanın da o adam olduğunu, kendine olan güvenini sağlatanın, Farsça'yı öğrenmesine sebep olan adamın o olduğunu nasıl söyleyeceğim? Yaralandığında bayılmadan önce bana 'Sence beni sever miydi?' diye sordu. Şimdi ben o kıza 'O seni, kendinden vazgeçecek kadar çok sevdi.' diye nasıl diyeceğim?"


Gözünden birkaç damla yaş düşen Burak titrek bir nefes aldı.


"Hilal'in iyiymiş gibi yapıp sürekli bunu düşüneceğini biliyorum. Acısını yok saymaya çalışacak. Belki benden bile saklamaya çalışacak. Biliyor çünkü. Benim en hassas karnımın o adam olduğunu biliyor. Ben arada kaldım Emre. Hikayeyi iki taraftan da biliyorum. Hilal'in babası hiç tanımadığım bir adam olsaydı, bunları yaşamış olsaydı Hilal'in hissettikleriyle yanar o adama da üzülmekle yetinirdim. Ama öyle değil! Ben o adamın acısının en büyük şahidiyim. Yeri geldi onunla ağladım, yeri geldi acısını unutsun diye kimseye yapmayacağım şebeklikleri yaptım. Ben babamın ela gözlerine her baktığımda o küçüğe olan sevgisini gördüm. Ben nasıl ki Eftalya'yı Güneş'imin sevgisiyle iki kat sevdiysem o da beni öyle sevdi. Bu yüzden de o adama sadece üzülmekle yetinmeyip yanıyorum. Olaya ikisinin açısından da bakıyorum ve cayır cayır yanıyorum. Babamın en büyük hasreti, sevdiğim kız çıktı. Sevdiğimin en büyük korkusu, babam çıktı. Ve Hilal, korktuğundan çok daha büyük bir şeyle yüzleşecek şu an. Ömrünü yara bere içinde geçirmiş bir adamla."


Yutkunan Burak başını iki yana salladı.


"Şu an zamanı ileriye almak istiyorum. Tüm o acılar geçsin, olayın mutluluğuna ışınlanalım. Babamı 'Merak etme kızın acı çekmiyor.' diye teselli etmeye kalksam yalan söylemiş olacağım. Sevdiğime 'Bence düşündüğün kadar kötü geçmemiştir yılları.' demeye kalksam çok daha büyük bir yalan! Düşündüğünden daha kötü geçti çünkü. Hepinizin düşündüğünden çok daha kötü! Ben gerçeği öğrendikten sonra iyiymiş rolü de yapmadı ve gözlerimin önünde yanışına şahit oldum ben. Hangi birini teselli edeceğim, hangi birine yalanlarımı sıralayacağım? Babam, Hilal'e hikayesini anlattı. O gün sevinmiştim ama şu an kahroluyorum. Hilal asla gerçeği bu denli yalınlığı ile öğrenmemeliydi. Hikayenin başrolü o iken değil. O acıları yaşayan babasıyken değil."


Duraksayan Burak acıyla güldükten sonra kardeşine doğru baktı.


"Bak mesela ben bu cümleyi kurarken olaya sevdiğimin tarafından değil de babamın tarafından bakıyorum. Empati yapıyorum babamla. Bedenimizde Eftalya her sorduğunda geçiştirdiğimiz o yaralar var ya Emre... Ona bu yaraları nasıl aldığımızı anlattığımızı düşünüyorum da nefesim kesiliyor. Ben Deniz Kızım'ın karşısında asla bu denli aciz olmak istemem. Asla! Onun gözünde her zaman güçlü duran bir adam olmak istiyorum. Bilmem belki yanlış bir düşünce ama böyle hissediyorum. Acılarım yüzünden deniz gözlerinde beliren gözyaşlarını kaldıracak kadar güçlü değilim ben. Günlerce işkenceye uğrasam çıtımı çıkartmam ama o gözlerdeki o acı, feryat figan bağırmama neden olur. Ben Eftalya'mın gözünde asla yenik düşmeyen, asla gözyaşı dökmeyen o güçlü adam olmak istiyorum."


Emre başını aşağı yukarı salladı. O da farksız hissetmiyordu.


"29 yaşındayım. Yıllar önceki o günde babamın döktüğü gözyaşlarını hatırladığımda hüngür hüngür ağlamak istiyorum. 'Ama... Babalar ağlamaz ki.' dediğim o ânı aklımdan çıkartamıyorum. Babamın benim karşımda gözyaşı dökecek kadar çok çaresiz olduğu o an ruhumu yaralıyor. Ve Salih babam bunu yaşadı. Kendi kızı olduğunu bilmeden Hilal'in gözyaşlarını sildi. O an ikisini birbirine kenetlemiş olsa da hiçbir babanın kızı karşısında bu kadar aciz hissetmemesi gerektiğini düşünüyorum."


Burak'a bir bakış atan Emre düşünceli gözlerle önüne döndü.


'Şu an bahsettiğimiz babanın acizliği mi yoksa senin acizliğin mi kardeşim? Günün birinde bir kızım olursa ona yaşadığım olayı asla anlatamam, onun gözyaşlarına kıyamam mı diyorsun? Nedense öyle hissettim.'


Bu soruyu sesli sormayacak kadar zeki olan Emre başını aşağı yukarı salladı. Burak'ın neden bu halde olduğunu anlamıştı.


"İkisini de çok iyi tanıdığın için ikisinin de ne hissedeceğini çok iyi biliyorsun. Gizli hislerini biliyorsun. Biz olaya bütün bakıyoruz, sonunda her şeyi aşarlar diye düşünüyoruz ama sen olaya en incesinden bakıyorsun. Bizzat onların ruhlarından! Şu an eminim ki defalarca kez kafanda buluşmalarını canlandırmışsındır. Dışarıya yansıyan şekliyle değil ama. Yani... Bir film izlermişçesine değil de bir kitap okurmuşçasına olmuştur bu. Karşısındakini üzmemek için dışarıya gülerken, iç seslerinde verdikleri savaşa şahit olarak olmuştur. Bu yüzden bu haldesin. Onların vereceği savaşın ağırlığını biliyorsun. Hatta belki de bu savaş sırasında onları teselli edememekten korkuyorsun."


"Korkuyorum. Hiçbir şey yapmasam Kelebeğim'in elinden tutsam bile yeter aslında biliyorum ama onun acı çekmesini istemiyorum. Zamanı geriye alıp bir şeyleri değiştirme isteğim yine çıktı ortaya."


"O zaman Salih Aslan hiç baban olmayabilirdi." dedi Emre realist bir şekilde.


Bu düşünce Burak'ın usulca yutkunmasına neden olmuştu.


"Alamıyoruz zamanı Burak Kılıç. Geriye değil ileriye gidiyoruz hep. Ve sen yine çok ilerisini düşünmeye başlamışsın. Frenle kendini Yüzbaşım. Görevin içine girdiğin an, sahaya çıktığın an, gelecek hakkında düşünmek/endişelenmek yasak. Endişe, ânı yaşatmaz. Ânı yaşayamazsan da hata yaparsın. Hatanın sonu ise yok oluştur. Bu yüzden her şey kademe kademe. Planlar aksayabilir, değişkenler olabilir. B planı da, C planı da, D planı da... Z planı da işleyişe göre, saha ajanının inisiyatifine bağlıdır. Tamamen plan dışına çıkılsa bile sıkıntı yoktur. O ajan her daim soğukkanlılığını korur ve âna uyum sağlayarak zorlukların üstesinden gelir. Ve sonunda görevi bitirerek huzurla evine döner." diyen Emre kardeşine dönerek ciddi gözlerle sordu.


"Tüm bunları ben mi söyleyeceğim sana Alfa?"


"Yani diyorsun ki bir kenarda oturup planlar yapma kısmını bitir artık. Çok düşündün zaten. Önüne çıkacak tüm engelleri düşünemezsin. Bu yüzden, direkt gir hikayenin içine. Gelişmeler yönlendirsin seni. O an geldiğinde zaten gereken planı oluşturacaksın, önceden düşünüp de kendini heba etme. Böyle devam edersen sonunda kendini kaybedeceksin ve ince düşüneceğim derken bütüne bile odaklanamayacak hale geleceksin. Bu asla olmaması gereken bir şey. Bunun sonucu mission failed."


Emre, yumuşak bir şekilde güldükten sonra koluyla Burak'ın kolunu ittirdi.


"İnsanın kendisini eksiksiz anlayan bir kardeşinin olması ne büyük nimet be."


"Kardeşinin kaybolduğunu fark ederek onu tuttuğu gibi çıkışa fırlatması daha büyük bir nimet inan bana." dedi Burak da aynı şekilde koluyla Emre'yi iterken.


Bu hareket elbette mavi gözlerin yeni hedefine yönelmesine neden olmuştu.


"O konuda istediğini söyleyebilirsin. Tüm yumruklara da hazırlıklıyım. Hakkın var." dedi Burak kolunu kendine doğru çekerken.


"Bunu hissederek söylemiyorsun." diye mırıldandı Emre.


Burak umursamaz bir şekilde omuzlarını silkti.


"Yine olsa binlerce kez yine aynısını yapacağım. İstediğiniz azarı atın s*kimde değil. O an yapılması gereken neyse onu yaptım ben. Asla pişman olmayacağım. Canımı kurtardım mı? Kurtardım! Gerisi boş geliyor. Karşıma Eftalya bile çıksa nezaketen 'Haklısın.' der ve susarım. Bu konuda hesap vereceğim tek kişi Kelebeğimin kendisi. O da, önce kendisinin vermesi gereken hesabı bana vermeli. Ne de olsa o, bıçağın önüne geçmese ben de onu korumak için kollarımı kesmezdim. Bu yüzden... İstediğini söyleyebilirsin. Bende kulak tıkaçı, sende mikrofon. Konuş!" diyen Burak takmayan bir şekilde yumruk yaptığı elini mikrofon gibi Emre'ye doğru tuttu ve karşısındaki duvara bakarak gelecek cümleleri beklemeye başladı.


"Ameliyathane görüntülerini izledim."


Duyduğu cümle Burak'ın elinin yavaşça aşağı düşmesine neden olurken yanlış duymuş olduğunu umarak kardeşine baktı.


"Anlamadım?"


"Anladın." dedi Emre kısık bir sesle


Kalp atışlarının hızlandığını hisseden Burak başını iki yana salladı.


"Nerede o görüntüler? Babam ya da dayım... Başka hiç kimse izlememeli. O görüntüleri imha etmem lazım. Kimse görmemeli." diyen Burak'ın aklındaki kimse tek bir kişiydi.


"Bence asıl o görmeli. Hilal o videoyu izlemeli Burak. Hatta ameliyathanenin önündekini de."


Düşüncesiyle bile deliler gibi korkan adam anında inkar etti.


"Kesinlikle böyle bir şey olmayacak!"


"Yani ona olanları detaylı bir şekilde anlatabileceğine eminsin?"


Gözlerinin dolduğunu hisseden Burak tavana doğru bakarken sessiz kaldı.


"Hilal'i azıcık tanıyorsam en detayına kadar inecek. Daha yeni bir tabudan çıkmışken yeni bir tabuya asla izin vermez o. Düşünürsen, en mantıklı çözümün bu olduğunu sen de anlayacaksın kardeşim. Görmesi, anlatmandan daha etkili ve detaylı olacaktır. Babasını öğrendiğinde seninle tüm yalınlığı ile konuşmasını istiyorsan sen de aynısını ona yapmalısın. Videoların ikisi de şuradaki tablette." diyerek kapının yanındaki sehpayı işaret eden Emre devam etti.


"Ameliyathane kaydının hepsi var. Tek kayıt da o, İşlemciden, Batu amcadan, izin aldım. Kayıtla ne yapmak istediğine sen karar ver. Silersen, dünya üzerinden silmiş olursun. Sonrasında bunu Hilal'e itiraf edebilir misin peki? Edebilsen de etme. Bu denli ilerleme kaydetmişken kaçtığını öğrenirse üzülür Ayçiçeği. Üzme onu... Ameliyat önünün kaydıysa Hilal içeri alındığı andan sen içeri girene kadar."


"Benden sonra sizin haliniz yok yani? Bana videoyu izlet diyorsun ama sizin videonuzu izlettirmiyorsun ha?" dedi Burak acı bir şekilde gülerek.


"Aynı şey mi oğlum? Sen sevdiğin kıza kendini izleteceksin. Aranızda saklı kalan hiçbir şey olmasın diye. Bizim olay daha farklı. Benim için sorun yok ama dayını, annemi, babamı o şekilde görmeni istemiyorum. Az önce dedin ya acizlik meselesi diye. Olay tam da bu. Hele de amcam... Salih amcamı o bitap haliyle sen bile görmemelisin. Anlatırım olanları ama sadece anlatırım. Melek ablayla olan atışmaları, kaçamak bakışmaları onlara özel. Maalesef biz de yanlarında olduğumuz için buna şahit olmak zorunda kaldık. Hiçbirimiz bunu görmek istemezdik."


"Bir röntgenci gibi sonradan açıp izlemek uygun olmaz." diye mırıldandı Burak durumu anlayarak. Ardından iğnelemeli bir alayla ekledi.


"Senin yaptığın gibi!"


İç geçiren Emre hüzünle gülümsedi.


"Bari hayatının bir acısını yaşarken yanında olayım dedim. Sonradan da olsa..."


Bu cümle karşısında Burak durgunlaşırken, Emre kardeşine özür dileyen bir bakış attı.


"Kollarını öyle gördüğümde... Öfkelendim. Tüm ömrünü kendine zarar vererek geçirmeni izlemiştim ve sonunda artık buna şahit olmayacağım diye sevinirken daha beterini görmüştüm. Serkan gelip o panzehiri vurana kadar ne haldeydim biliyor musun? 4 yıl önce panzehiri aradığım zamanki gibi hissediyordum. Deliler gibi korkuyordum. Doktor... Hilal'in kalbinin durduğunu söylediği an bunu neden yaptığını anlamıştım. Aslında en başında seni anlamıştım ama kabullenmek istemiyordum. Hiç mi başka yolu yoktu kardeşim?"


"Yoktu. Belki vardı ama o an benim aklıma gelen tek çözüm oydu. Düşünemiyordum." diye fısıldadı Burak.


"Biliyorum. Ben sana kızgın bir şekilde, tüm yaşananlara kızgın bir şekilde gittim odalardan birine..." diyen Emre sustu.


"Kırıp dökme alışkanlığımda yalnız olmadığımı bilmek mutlu edici." dedi olayı anlayan Burak hafifçe gülerek.


Emre de hafifçe güldükten sonra onaylamaz bir şekilde başını iki yana salladı.


"Bunu mutlu edici bulan tek deliler biziz. Ben her yeri talan ederken Demir geldi yanıma. Birkaç operasyon sonrası buraya getirdiğim teröristlerden dolayı tanışıklığımız vardı ama muhabbetimiz yok. Bana 'Bence Burak'ı en iyi anlayan kişi sensin. Bu yüzden bu oda bu halde. Kızgın olduğun şey Burak'ın kendisi değil, yaşamak zorunda olduğu olay. Ameliyathanedeki halini görseydin neden yaptığını çok daha iyi anlardın. O an düşündüğü tek şey sevgilisini kurtarmaktı.' dedi. İşte o an aklıma görüntüler geldi. Şahsen senin özeline giriyormuş gibi hissetmedim. Yani orada hiç tanımadığın insanlar varken benim de olmam sorun olmazdı... Olur muydu ki?"


Emre'nin ses tonunu duyan Burak istemsizce gülümsedi.


9 yaşındaki Emre gelmişti aklına.


💫


'Sen evde yoktun, benim de canım sıkıldı. Odana girip Puzzle'nı görünce biraz yapayım sorun olmaz demiştim ama olur muydu ki? Sevmezsin sen normalde biliyorum ama... Bana kızmazsın diye düşünmüştüm.' dedi mavi gözler endişeyle yeşil gözlere bakarken.


'Yani sevmem ama sensin. Kızmam o yüzden.' dedi Burak kardeşine gülümseyerek.


'İyi o zaman. Çünkü ben biraz fark etmeden bitirmiş olabilirim puzzle'ı.' demişti Emre mahcup bir şekilde.


Onun o haline gülen Burak kardeşinin kolunu tutarak merdivene doğru itmişti.


'Düş önüme düş. Benden önce gidip boz o yapbozu. Baştan beraber yeniden yapalım.'


'Bunu diyeceğini biliyorduuum. Çoktan bozdum o yüzden.' dedi Emre sırıtarak.


Merdivenin başında duraksayan Burak kocaman açtığı gözleriyle kardeşine baktı.


'Ben onun yarısını yapmıştım. Sen benim yaptığım puzzle'ı mı bozdun?'


'Yoo. Sen kendin boz dedin. Ben sadece birazcık erken davrandım.' diyen Emre gülerek kapıya doğru kaçmaya başlamıştı.


'Sana inanamıyorum. Gel buraya kaçma. Emre gel buraya dedim! Sen nasıl benim puzzle'ımı bozarsın. 500'lüktü o!' diye bağıran Burak kahkahalarla kaçan kardeşini gizli bir gülümsemeyle kovalamaya başlamıştı.'


💫


"Olmayacağını biliyorsun."


"O zaman gıcıklık yapmaya bırak. İş işten geçti zaten."


"Bir insan 20 yılda hiç mi değişmez? O gün seni yakaladığımda da bu cümleyi kurmuştun."


"Ah hatırlatma! 3 mahalle öteye gittiğim halde bırakmadın beni kovalamayı. İnatçı ne olacak?" diye söylendi Emre.


"Durmayan sensin ama kovalayan ben mi inatçı oluyorum." dedi Burak gözlerini devirirken.


Mutlu çocuk anıları ikisinin de içini sıcacık ederken Emre ciddi bir şekilde konuştu.


"Biliyor musun? Şu 4 gündür sürekli olarak aslında birbirimizin içinin yansıması olduğumuzu düşünüyorum."


"Bu ne demek?"


"Aslında acımasız olan sensin merhametli olan benim ya... Durum tam tersi. Yine aynı şekilde öfkeli olan sensin, sakin olan benim fakat aslında öyle değil."


"Kin var sende. Bu da benden daha acımasız biri yapıyor seni. Nefret ettiğinden ciddi anlamda nefret edersin sen. Yine öfken de kinli senin. Bir kere ortaya çıkarsa asla duramazsın. "


Kardeşine bir bakış atan Emre, onun kendisini bu kadar iyi tanıması karşısında gülümsedi.


"Bu yüzden ben ne zaman gerçekten öfkelensem sen hep sakin olursun. Durdurmak için!"


"İnsanın, öfkelendiği zamanlarda onu durduracak birine ihtiyacı var. O anda mantığı olacak birisine. Bu yüzden sen varken öfkelenmekten asla korkmam mesela. Sen beni mutlaka bir şekilde durdurursun çünkü çok iyi biliyorum."


Dudaklarında bir gülümseme beliren Emre kardeşine doğru döndü.


"Bir şeyi fark ettim. Küçükken bana bir şey yapılsa sen öfkelenirdin. Sen 'Kardeşime ne diyorsun sen?' diyerek karşındakine çıkışınca ben seni durdurmaktan öfkelenemezdim bile. Sonradan buna o kadar çok alıştım ki hep seni durduran kalkanın oldum. Şimdi düşünüyorum. Bilerek sen atılıyordun değil mi? Ben öfkelenirsem sonuna kadar gitmeden durmazdım çünkü."


Burak bu konunun neden açıldığını anlamasa da başını aşağı yukarı salladı.


"Öyle! 7. yaşıma girdiğim yaz İstanbul'a size gelmiştik ya hani... Hatırlıyor musun o yaz mahallenden 12 yaşlarındaki bir çocuk sana benim yanımda magandalık yapmaya kalkmıştı. İlk iki üç gün takmadık ama ikimizin de canına tak etmişti bu durum. Babama söyleyelim dedim ama kabul etmedin ben çözeceğim bu işi dedin. Mükemmel de çözdün(!). Senden iki kat büyük olan o çocuğa önce tekme attın sonra da elindeki taşı kafasına fırlattın. Sen daha büyük taşı ararken çocuk başından akan kanlarla topuklamıştı."


"Hatırlamamam imkansız. Korkmuştum. O çocuk annesine söyler bizimkiler de öğrenir korkusundan daha farklı bir korkuydu bu. İçimdeki öfke çok korkutmuştu beni. Sana bu işi çözeceğim derken aklımda böyle bir şey yoktu. Taş kafasını yardığı halde yeni bir taş aradığım an, ben ben değildim. Korkutmuştu bu durum. Çocuk 7 yaşındaki birinden dayak yediğini söylemedi ve bizim de aramızda bir sır olarak kalmıştım bu olay. Ben de bir daha asla böyle bir şey yapmadım."


"Yapmadın değil yapamadın."


"Bu ne demek?" dedi Emre kaşlarını çatarak.


"Sadece ikimiz arasında bir sır değildi. Babam da şahit olmuş olaya. Her zamanki gibi. Akşamında benimle konuşmuştu. 'Kardeşinin yaptığının doğru olmadığını biliyorsun değil mi? Neden engellemedin Emre'yi Burak? Ya çocuğa gerçekten de çok kötü bir şey olsaydı. Kardeşini durdurmalıydın Küçük Alfa'm.' demişti. Ona senin öfkenden korktuğumu söylemiştim. Hiçbir şey görmüyordun öfkelenince. 'Engelleseydim o taşın bana dönmesi kaçınılmaz olurdu baba.' demiştim. Öyle de olurdu gerçekten. 'O zaman başka türlü engelle.' demişti. Nasıl soruma da 'Ondan önce davran mesela. İlk öfkelenen sen ol. Sen durman gereken zamanı bilirsin.' diye cevap vermişti. Garip bir engelleme yöntemiydi. 'Ama ya ben de duramazsam?' diye sormuştum korkarak. Birini yaralama, zarar verme fikri korkutmuştu beni. 'O zaman kardeşin durdurur seni. Güven ona.' demişti. Babam dediyse doğrudur düşüncesi ile bir dahaki benzer durumda öfkelenen ben olmuştum. Senin beni sakinleştirip engellemen babamı haklı çıkarmıştı. Ben öfkelendiğimde, zarar görmemem için kendi öfkeni içinde saklayıp beni sakinleştiriyordun sen. Ailemi kaybettikten sonra içimdeki öfkeyi dışarı vurmaktan korkmamam da senin beni engelleyeceğini bilmemdendi aslında. Düşünüldüğünde, bana uygun olan tepki sessizleşip içime kapanmam olurdu. Salih babamın yanında birkaç öfke nöbeti haricinde gösterdiğim genel tavır buydu ama sizin yanınıza geldiğimde hep bir öfke vardı. Kardeşimin beni durduracak olmasına güvendim her zaman."


"Ama o gün güvenini boşa çıkardım ve seni engellemedim. Sadece izledim. O iti öldürseydin hayatın hepten mahvolacaktı ama ben parmağımı dahi kımıldatmadım." diye mırıldandı Emre.


Burak, Emre'nin kurduğu cümleyle birlikte bu konunun neden açıldığını anlamış oldu.


Bukalemun'du olay. Onu öldüresiye dövdüğü gün...


"Beni engelleyemezdin. Kimse beni engelleyememişti. Sen de gördün."


"Gördüm. Hilal sadece kolunu tuttu ve durdun. Tanıdık bir sahneydi. Yıllarca farklı insanların üzerinden seni bu şekilde aldım. Tabii ki de aynısı değildi o an. O it herkes değildi. Ben olsam Hilal'in varlığındaki gibi sakince pes etmez çırpınırdın ama yine de ben seni bir şekilde durdurabilirdim fakat yapmadım. Senin ne hale geleceğini bile bile 'Öldürsün.' dedim hatta."


"Emre niye durduk yere bu konuyu açıyorsun şimdi? Şu an bunun pişmanlığını yaşamanın sıras..."


Acıyla gülen Emre, Burak'a baktı.


"Pişmanlık? Pişmanlık mı? Benim o günle alakalı tek bir pişmanlığım var. O iti boğmamam! Ben senin kadar merhametli değilim Burak. Eğer 4 gün önce öğrendiğim gerçeği o zaman bilseydim kendi hayatımın içine edecek de olsam hiçbir şeyi s*klemeden öldürürdüm o p*çi. Hamile annemin o bıçağı eline almaya karar vermek zorunda olduğu o an için de, senin böyle bir acıyı yaşamak zorunda olduğun için de öldürürdüm. Buse'm bırakmadı. Sen o ameliyathaneye girdikten sonra Bukalemun'u öldürmek için hastaneden çıktım ben. Eğer güvenlikten geçip o adama ulaşacağıma emin olsaydım sevdiğim kızı da, arkamda bıraktığım gözü yaşlı annemi de umursamadan o p*çin son nefesini vermesini sağlayacaktım."


Bakışlarını yerdeki karolara diken Burak herhangi bir tepki vermedi.


"Hadi itiraf et! Susmanın bir diğer nedeni de bu oldu. Ben, her şeyin şahidi olduğunu öğrenmiştim ama annemin olayını bilmiyordum. Dayım, annemin olayını biliyordu fakat senin her şeyi şahidi olduğundan bihaberdi. O gün ikimizden biri tam hikayeyi biliyor olsaydı eğer Bukalemun şu an cehennemin dibindeydi."


"Öyle bir p*ç için bilinçli bir şekilde katil olmaya gerek var mı?" dedi Burak sesindeki nefretle.


"İşte ben bunu asla anlayamayacağım. O mağarada Ziyar'ın kim olduğunu bilsem, onu da öldürürdüm ben. Olayı yaşayan bizzat senken nasıl bu kadar merhametli olabiliyorsun?" diye sordu Emre. Sesindeki şaşkınlık ve acının yanında, bakışlarında da hayranlık vardı.


Sol gözünden bir damla yaş düşen Burak boğazındaki yumruyla konuştu.


"Çünkü ben Yiğit Kılıç ve Dilek Kılıç'ın oğluyum. Ne olursa olsun, kim olursa olsun intikamın çok yanlış bir şey olduğunu; şiddetin değil, kelimelerin güçlü olduğunu defalarca kez bana anlatan o iki mükemmel insanın çocuğuyum. Benim o itleri öldürmem, annem ve babamın bana aşıladığı her şeyi elimin tersiyle itmem anlamına gelmiyor muydu? Kemikleri sızlamaz mıydı o zaman? 'Biz sana böyle mi öğretmiştik oğlum?' deseler ne cevap verirdim ben onlara? Ben vefat ettikleri güne kadar onları bir kere bile olsun hayal kırıklığına uğratmadım Emre. Onlardan sonra ise her gün uğrattım! Acımdan kendim gibi davranmayarak, herkese saldırarak, gülmeyi unutarak uğrattım. Yine de asla boynumdaki bu muskayı çıkarmadım. Kim olduğumu hatırlatan tek şey buydu. Onlardan kalan en büyük değerim buydu. O itleri öldürdüğüm an ben benliğimi kaybederdim, bu muska da boynumda durma hakkını... Hilal hayatıma girmeseydi eğer, Bukalemun'u öldürüp benlikten çıktığım o gün, kalbime sıkacak ve ruhumun da bedenimden çıkmasını sağlayacaktım. Muskamı da siz çıkartırdınız boynumdan. Utanırdım çünkü... Onu kendi ellerimle çıkarmaktan."


Emre, başını önüne eğerek titrek bir nefes aldı. Dilek annesi ve Yiğit babası yaşasaydı eğer yanındaki adam bambaşka birisi olurdu.


Herkese karşı dost canlısı, güleryüzlü, şakacı ve sempatik birisi...


İkili, kendi düşünceleri içinde sessizce otururken Burak kısık bir sesle sordu.


"Dayım nasıl? Sevda annem ve Enver babam?"


"Geçtiğimiz günlere göre daha iyiler. Bu olayın bu şekilde olması biraz iyi oldu sanırım. Hepimizin düşünmek için, kendimizle kalıp olayı sindirmek için zamanı oldu. Annem ve babam üzgünler şu an. Söylemediğinden değil de söyleyemediğinden dolayı olduğunu anladılar. Fakat hazırlıklı ol. Sinan Kor her şeye rağmen seni dayak arsızı yapacak gibi."


Burak'ın dudaklarında içten bir gülümseme belirdi.


"Maksimum 3 yumruk veriyorum. Sonrasında çekip sımsıkı sarılır. Kapanışı da her anda itina ile laf sokmakla yapar."


"Ben oyumu 2 yumruktan yana kullanıyorum. Haricinde olay birebir." dedi Emre sırıtarak.


"Ooo o zaman durum sandığımdan da iyi." dedi Burak kardeşine minnettar bakışlarla bakarken.


"Bu bakışlarla bana değil sevgiline bakacaksın Burak Kılıç. Hatları karıştırmayalım lütfen."


Dolan yeşilleriyle birlikte gülen Burak, ayağa kalkarak kardeşine elini uzattı. Bir salise duraksamadan Burak'ın elini tutan Emre, ondan önce davranarak kardeşine sarılmıştı.


"Benim hatlar karışmaz Emre Yankı. Bunu kimseye söyleme ama o hatlarda Hilal'in hemen yanında sen varsın. Sana olan minnettarlığım ve sevgim, beni büyüten babamdan hatta öz dayımdan bile daha üstün. Her daim, her konuda beni her türlü anladın sen. Ne yaparsam yapayım bırakmadın beni. Bu dünyada gerçekten kahrımı çeken biri varsa o da sensin kardeşim. Küçücük yaşında benim elimden tuttun, kendi acını yok sayıp benim acımla ilgilendin sen. Sadece yanımda durman bile bana yeterken sen benimle her yere geldin. Sırf beni bırakmamak için KKTC'de kurulan özel ekibin teklifini geri çevirdiğini biliyorum. Beni ömrünün her aşamasında hayatın haline getirdiğin için çok teşekkür ederim."


Gözünden birkaç damla yaş düşen Emre kardeşine sarılışını sıkılaştırdı.


"Asıl ben teşekkür ederim. Tuttuğun eli asla bırakmadığın, beni bu koca dünyada yalnız koymadığın için. Ben seninle yaşadım doğru fakat sen de benim için yaşadın. Bu hep böyle oldu. En bıktığın anda bile silahını alıp tetiğe basmadın. Etkenleri hepimiziz ama en büyük etkenin ben olduğumu biliyorum. Sen, bensin; ben de senim. Tek uğraşın her daim beni bensiz bırakmamak oldu. Onca acına rağmen hayatta kaldığın için çok teşekkür ederim kardeşim. Bundan sonra gerçekten de yeni bir devir başlıyor hayatımızda."


"Hee kayınço olacağız. Ahh bir de sen dayımın damadı olacaksın dur. O zaman ikimiz ne oluyo... Ahh. Niye vuruyorsun be?"


"Yeter bu kadar duygusallık desen olurdu. Ne diye Bermuda Şeytan Üçgenlik yapıyorsun? Delirttiler beni zaten şu kısacık zamanda!" diyerek geriye çekildi Emre.


Onun bu haline gülen Burak alayla konuştu.


"Onları bile özledim desem?"


"S*ktir git!' derim. Valla birine silahın kabzası ile girişeceğim sonunda."


"Neyse ki hastanedeyiz."


"Aynen bak iyi hatırlattın. Gideyim artık ben. Yoksa biz saatlerce o konudan diğerine atlarız. Kerem beni bekliyor yemeğini getirecek. Yemeğini ye de sevdiceğinin yanına git. Bu arada olayı planlayan iti de yakalamak üzereyim. Gözün arkada kalmasın."


"Sen varken o dediğin mümkün değil be kardeşim." dedi Burak tüm içtenliğiyle.


Gözlerini açıp kapatarak kardeşine teşekkür eden Emre çıkmadan önce sehpanın üzerini işaret etti.


"Tablet dediğim gibi. Telefonun uçak modunda. Görüşme için değil de anılar iyi gelir diye getirdim. Kulaklığını da göndereyim mi Kerem ile?"


"Gerek yok. Uyusa da Kelebeğim ile dinlemiş oluruz."


"Ben de öyle tahmin etmiştim. Hadi görüşürüz Yüzbaşım. İş güç beni bekler." diyerek sırıtan Emre kardeşine asker selamı verdikten sonra kapıdan çıktı.


Huzur dolu bir nefes alan Burak, sevgiyle gülümseyerek emanetlerinin yanına gitti. Kelebeğine takmak üzere yıldızlı bilekliği cebine koyduktan sonra babasının saatini eline aldı. Tam koluna takacakken Kelebeğinin takmasını isteyerek onu da cebine, bilekliğin yanına, attı ve gülümseyerek telefonunu eline aldı.


Kelebeği ile olan tüm resimlerini bir milyonuncu kez daha baştan alma zamanıydı.


🦋


Gözlerinden önce bilinci açılan genç kızın burnuna dolan ilk koku, onun kokusu olmuştu.


Alfa'sının...


Elinden tutan elin varlığına eşdeğer olarak yanağına çarpan nefesi hisseden Hilal burnunun direğinin sızladığını hissetti.


Yaşananlar büyük bir acıyla ruhuna çarparken, açmadığı gözlerinden bir damla yaş süzülmüştü.


Burak'ın sakin atan kalp atışları tesellisi olsa da adamı bıraktığı son an aklından çıkmıyordu genç kızın.


'Sen de mi gideceksin Annemin Duası?' diye sormuştu adam.


Bunu soracak kadar kötü bir ruh halinde olan Alfa'sı, Kelebeği onu sevdiğini söyledikten hemen sonra bayıldığında ne yapmıştı acaba?


İkinci yaş da ilkinin yanında yerini alırken başını yanında hissettiği sevdiğine doğru çeviren Hilal gözlerini açtı.


Aşık olduğu adam, tam karşısında duruyordu.


Pencereden sırtına vuran loş ışık Alfa'sının yüzünü gölgede bıraksa da gözleri karanlığa hızlı alışan genç kız, huzurla uyuyan sevgilisini gördüğünde gözünden akan yaşların hızlandığını hissetti.


Aklına, aylar önce bu hastanedeki bir odada kabus gören Burak gelmişti. Onun sayıklamaları karşısında ne kadar korktuğunu, kaybolmuş bakışları gördüğünde canının ne denli yandığını hatırladı genç kız.


O an en büyük dileği yeşillerin kabus görmemesi olmuştu. Ve dileği gerçekleşmişti. Belki sadece onunla uyuyabiliyordu o yeşiller fakat yine de dileği gerçekleşmişti.


Tüm yüzü gözyaşlarıyla kaplanan Hilal, sevdiği adamı görme isteğiyle hafifçe ona doğru döndü. Burak şu an uyansa kesinlikle 'Ameliyat oldun sen. Neden hareket ediyorsun?' derdi fakat bunu şu an pek de umursamıyordu. Garip bir şekilde yarasındaki ağrı yok denecek karar azdı. Bunu ilaçlara bağlasa da bedenindeki dinlenmişlik hissi cesurca hareket etmesine neden olmuştu.


'Çok çok azarlarıma bir yenisi daha eklenir.' diye düşünen genç kız, dudaklarındaki tebessümle yarasına dikkat ederek adamı tam anlamıyla görecek şekilde döndü. Sevdiğinin yüzü dudaklarındaki tebessümünü gülümsemeye çevirirken titrek bir nefes aldı Hilal.


Korkmuştu. Her şeyden çok korkmuştu. Uyanamamaktan, uyandığında berbat bir halde olan sevgilisini bulmaktan korkmuştu. Ama en çok da şu an yaşanan ânı yaşayamamaktan korkmuştu.


Kabus gören bir Burak bulmaktan...


Bunu asla dile getirmese de yaralandığı andan itibaren Hilal'in aklında olan onlarca ihtimalden en ağır basanı Burak'ın kabuslarını artık engelleyemeyeceği düşüncesiydi.


Bu endişeden daha doğalı da olamazdı. Çünkü Burak kendi ağzıyla Eftalya'nın yaralandığı güne kadar onunla uyuduğunda kabus görmediğini, yaralandıktan sonraysa kaybetme korkusunun her şeyi sıfırladığını söylemişti. Bu yüzden de genç kızın içinde bir yer sürekli 'Ya artık benimle uyurken de kabus görürse?' korkusuyla kavrulmuştu.


Fakat şu an görüyordu ki bu korkusu yersiz olmuştu. Yaşanan hiçbir şey yaşadıklarını sıfırlayacak kadar güçlü değildi. Bunu tam şu an çok daha iyi anlamıştı geç kız.


Boştaki elini havaya kaldıran Hilal, Burak'ın yüzüne santimler kala durdurdu parmaklarını. Dokunduğu anda uyanacaktı sevdiği. Uyandığı anda gözyaşlarının esiri olacaktı ikisi de. Ve o yaşların sonunda yapılması kaçınılmaz olan yüzleşme gerçekleşecekti.


Odadaki loşluğa bakan Hilal, yüzleşme için bu andan daha mükemmel bir an olamayacağını düşündü. Karanlık, onlara ihtiyaçları olan mahremiyeti sağlayarak gözyaşlarını kucaklardı.


Günler önce Sakarya'daki o evde de yaptığı gibi...


Bu düşünce içindeki genç kız cesur bir hareketle baş parmağını sevdiğinin gözünün kenarına koyarak çok hafifçe okşadı. Parmağını adamın yanağına doğru indirdikten sonra avucunu Burak'ın yüzüne yerleştiren Hilal'in görüşü, elalarındaki yaşlar yüzünden bulanıklaşmıştı.


Alfa'sının nefes alış-verişleri hızlandığında yeşilleri görme isteği ile gözlerini kırpıştıran Hilal, adamın gözlerini açmadığını görerek hüzünle ona baktı. Bu sırada bir gözyaşı Burak'ın kapalı gözünden firar etmişti. Yaşı adamın yanağına düşmeden yakalayan Hilal onun titrek bir nefes aldığını hissetti.


İlerleyen dakikalarda Hilal herhangi bir şey söylemeden sevgilisini öylece izledi, Burak ise gözlerini açmaya cesaret edemeyerek öylece durdu. Yine de adamın gözyaşları durmamış, açılmayan gözkapaklarından usul usul firar etmişti.


Sonunda Burak'ın elaları görme isteği, yaşanacak muhtemel yüzleşmenin çok çok üstüne geçmiş ve yeşillerini hasretinden geberdiği elalarla kavuşturmuştu.


Hilal, yeşillerde gördüğü acının beden bulup dışarıya çıkacak kadar büyük olduğunu görünce yalnızca tek bir cümle fısıldadı.


"من خیلی دوستت دارم..."


(Seni çok seviyorum)


Hilal'in fısıltısıyla söylediği cümleyi duyan Burak'ın dudaklarının arasından bir hıçkırık firar etti. Helikopterdeyken 'Hayır. Uyandığında!' dediği anlar gelmişti aklına. 'Söz veriyorum sana geri döneceğim.' diyen Kelebeği sözünü tutmuştu.


Alnını kızın alnına yaslayarak gözlerini kapatan adam titreyen sesiyle fısıldadı.


"من خیلی دوستت دارم..."


(Seni çok seviyorum)


Burak'ın ses tonu binlerce şey anlatıyordu. Onsuz geçen zamanda ne denli kahrolduğunu ses tonuyla ifade eden adamla birlikte gözlerini kapattı Hilal.


"Özür dilerim Alfa'm. Çok çok özür dilerim." diyen genç kızın aklına Burcu ve Nur'un durumu gelirken sorup sormama arasında sessiz kaldı. Böylesine bir anda sorması belki de...


"İyiler. Endişe etme. İkisi de çok sağlıklı."


Söylenmeyen 'Sağlıklı olmayan tek şey sensin.' cümlesini duymuştu Hilal. Geriye çekilerek adama bakan genç kız sessizce mırıldandı.


"Çok mu korktun diye sorsam çok mu saçmalamış olurum?"


"Aklında canlandırdığın şey var ya... Onu dünyanın en yüksek rakamıyla çarpsan korkumun ve deliliğimin sadece yüzde 0.1'lik kısmına ulaşabilirsin."


Duyduğu cümle karşısında hıçkıran Hilal sevdiğine baktı.


"Ben gerçekten çok..."


"Şşşşt. Özürleri de, yüzleşmeleri de sonraya saklayalım. Şimdi... Gel bakalım buraya." diyen Burak sevgilisinin gözlerinde kaybolurken kollarını açtı.


İçindeki 'Ya yarasına bir şey olursa.' diyerek onu olumsuzluğa sürükleyen sesi susturan adam, Hilal'in yarasına dikkat edecek kadar akıllı olduğunu ve asıl yaranın karnında değil de akmayan gözyaşlarında olduğunu herkesten daha iyi biliyordu.


Beklediği buymuş gibi yavaşlayan gözyaşları yeniden hızlanırken, sevdiğinin kolları arasında yerini alan Hilal önceleri sessiz sonrasında da hıçkırarak ağlamaya başlamıştı.


Hayattaydı!


Kelebek, Alfa'sına verdiği sözü tutmuştu.


Ona geri dönmüştü.


🦋


"Şu ilaçlar yüzünde alamadığım papatya kokusuna en acilinden bir çözüm bulmak lazım Kelebeğim. Delireceğim cidden." diye söylendi sevgilisinin saçlarını yumuşak hareketlerle okşayan Burak.


Bu cümle, Hilal'in hafifçe tebessüm etmesine neden olurken kendini âna bırakarak muzip bir şekilde konuşmuştu.


"Söyleyelim de şampuanımı getirsinler. Kapağını açıp açıp koklarsın."


"Komik mi bu şimdi?" diye söylenen Burak, genç kızın aldığı derin nefesle ruhunun titrediğini hissetmişti.


"Benim tuzum kuru. Her yer kokunla dolu. Bu yüzden komik olabilir yani." diyen Hilal bir kez daha sevdiğinin kokusunu doyasıya içine çekmişti.


"Saat bir, delirtme bir." diye homurdanan Burak sevgilisinin alnına sevgi dolu bir öpücük kondurdu.


"Saat bir, konuşma bir de olsun mu?" diye soran Hilal odadaki dijital saate bakmıştı.


03.54


Oturacakları şekilde ayarlanan yatakta Burak'a dönen genç kız kısık bir sesle konuşmuştu.


"Hava aydınlanmadan bu konuşmayı yapmak istiyorum."


"Gece uzun olacak mı diyorsun?"


"Gün aydınlık olsun diyorum."


"Öğrendiklerinden sonra mı? Hiç sanmıyorum." dedi Burak kısık bir sesle.


Onun bu hali karşısında Hilal'in içindeki endişe iyice çoğalmıştı.


"Ameliyatta herhangi bir..."


"Sırayla gidelim." diyerek kızı susturdu Burak. Sesinden endişe akıyordu.


"Ne oluyor Alfa'm? Bu kadar kötü ne yaşanmış olabilir?"


Sessiz kalan Burak dudaklarını birbirine bastırdı.


"Burak?"


"Duydukların hiç ama hiç hoşuna gitmeyecek."


"En son bunu söylediğinde ölümüne operasyona gittiğini anlatmıştın." diye mırıldandı Hilal sesindeki memnuniyetsizlikle.


"Bu konuşmayı ertelemenin yolu yok mu? Daha yeni kalktın."


"Ertelelemek istemiyorum. Neler yaşadığını bilmeden hiçbir şey olmamış gibi uyuyamam, ki zaten gram uykum da yok. Ben sadece... Gün ışımadan olanları öğrenmek istiyorum. Yeşillerin tüm yalınlığı ile açığa çıktığında gözlerinde gördüğüm o ifadenin nedenini öğrenmek istiyorum. Ama şu an anlatmak istemiyorsan sen bilirsin."


"Sen bilmek istiyorum demişken ben nasıl anlatmak istemiyorum, anlatmayacağım diyebilirim ki?" diye mırıldandı Burak.


Bu cümle, genç kızın dudaklarında parıldayan bir gülümsemeye neden olmuştu.


"Bak böyle yapa yapa beni başına iyice çıkarttın. Çıtayı çok yükseltiyorsunuz Bayım. Sonrasında 'Fazla yüksekteyiz. Biraz aşağı mı insek?' dersen gram takmam haberin olsun."


"Ben mi aşağı inelim diyeceğim? Ben? Ben yani. Ben!"


Adamın ukala sesi karşısında gülen Hilal yarasında hissettiği hafif acıyla gülüşünü durdurmak zorunda kaldı.


"Sen beni bıçaklayan o iti neden acısız öldürdün ki Burak? Onun yüzünden sevgilime bile gülemiyorum şu an." diye söylendi Hilal.


"Bak bu konuyu hiç açmayalım Asena. Öfkem öylesine yüksekti ki adamın cesedini kadavra olarak bir üniversite hastanesine bağışlattım. Dedim istediğinizi yapın, özellikle yeni asistanlarınızın eline verin, tepe tepe kullanın."


Burak'ın gayet ciddi çıkan sesinden dolayı gerçek mi söylediğini yoksa alay mı ettiğini anlayamadı genç kız.


"Ciddiyim." dedi Burak dişlerini sıkarak.


Kollarını kesip panzehiri döktükten sonra ameliyathane önlüğünü değiştirmeye giden Alfa, Kerem'den telefonu isteyerek Doğukan'a bir mesaj çekmişti.


'O p*ç herifin gereksiz cesedini birine aldırıyorsun ve en illet üniversite hastanesine kadavra olarak bağışlıyorsun. Söyle onlara en acemi, en beceriksiz stajyerler ve asistanlar tepe tepe kullansınlar bedeni. Diğer merhumların bedenine yapmaktan haya ettikleri ne kadar deney varsa üstünde denesinler, diğer kadavraların ruhuna eza vermemek için yapmadıkları ne varsa o ite yapsınlar. Hayatta kalıp kalmayacağım belli değil. Ölürsem son isteğim bu. Ona göre isteğimi yerine getir Doğu. O itin canlısı acı çekmedi, cesedi gebersin.'


"Yaptın yine yapacağını desene?" diyerek şakacı bir sesle konuşan Hilal'in cümlesi Burak'ın ciddileşmesine neden olmuştu. Onun bu haline bakan genç kız iç geçirdi.


"Sırf bundan dolayı istiyorum biliyor musun yaşananları öğrenmeyi. Gerçekleri bilmediğim için yaptığım şakayı ciddiye yoruyorsun ve düşüncelere kapılıyorsun. Halbuki gerçekleri bilsem de aynı şakacı tavırla konuşacağım seninle ve misli ile de karşılık alacağım."


Burak başını iki yana doğru salladı.


"Bu sefer şakacı takılabileceğini pek sanmıyorum. Bana çok kızacaksın."


Hilal'in kalbine ciddi anlamda korku dolarken sevgilisinin kolları arasından başını kaldırarak aşık olduğu zümrütlere baktı.


"Ne oldu Alfa'm?" diye yumuşak bir şekilde sordu.


Kızın yumuşak ses tonu ve endişeli elaları yeşil gözlerin kızarmasına neden olurken Burak berbat bir sesle fısıldadı.


"Orada olduğumu söyledim. Herkese her şeyi söyledim. Tam bir cinnet ânıydı. Yanıyorum diye yaktım."


Duyduğu cümleyle gözleri büyüyen Hilal, kesik bir nefes almıştı.


Bunu tahmin etmeliydim...


Aralarında doğal bir sessizlik süregelirken Burak'ın gözünden bir damla yaş firar etmişti. Onun bu hali içini acıtan genç kız adamın yanağının üzerindeki gözyaşının üzerine yumuşak bir öpücük bıraktı.


"Bir gün öğreneceklerdi zaten Alfa'm. Gerçeğin ortaya çıkması hiçbir şekilde kolay olmayacaktı zaten. Demek ki böyle olması gerekiyormuş." diyerek geri çekilen kız, düşen ikinci gözyaşını da parmağı ile yakalamıştı.


"Neler dedim Hilal. Gözüm dönmüştü, canım çok yanıyordu. Düşünme yetimi kaybetmiştim. Söylediklerimi duysan asla onaylamazsın."


"Ben senin doğru yapıp yapmadığını onaylayacak öğretmenin ya da 'Bunu yapmalısın.' diyerek seni yönlendirecek ebeveynin değilim Burak. Ben seni ne yaparsan yap anlayacak olan sevgilinim. Kimse anlamasa bile ben anlarım seni. Yanlış yapsan bile elinden tutarım çünkü sen zaten yanlışını bilincinde olup günün sonunda bunu telafi ederek, gereken kişilerden gereken özürleri dilersin. Olur da bir gün yanlışını kabul edemeyecek kadar büyük bir inkarda olursan da, aylardır yaptığımı yapar ve kaçışlarını sonlandırmak için çabalarım. O yüzden anlatabilirsin bana her şeyi."


Gözlerindeki sevgi dudaklarına yansırken gülümseyen Burak yaramazlık yapmış bir çocuk misali mırıldandı.


"Söyleyeceğim ama kızmayacaksın."


Cümleyi duyan Hilal geriye çekilerek gözlerini kıstı.


"Bu cümle hiç hayra alamet değil. Her yanlışı genelleyemem Burak Bey."


"Hani benim öğretmenim ya da ebeveynim değildin? Kızmak da bu ikisine girmiyor mu?" dedi Burak kaçma çabası ile.


Kollarını gördüğünde Hilal'in kızmaması için bir şekilde anlaşmaya varmalıydı Burak. Yoksa Asena yaralı haline rağmen onu pençelerdi.


"Tamam kızmayacağım."


Hilal'in cümlesini duyan Burak şaşkınlık ile kaşlarını havaya kaldırdı. Ta ki devamında gelen cümleyi duyana kadar.


"Sen de bana bıçağın önüne geçtiğim için kızmayacaksın ama. Laf sokmak yok, imada bulunmak yok, yarayı görüp de söylenmek yok. Hatta hatırlayıp üzülmek bile yok."


"Bu ağır şartlar kabul edilip de anlaşma mı imzalanır? Yani illa Kurt Savaşı çıksın istiyorsun Asena Hanım." diye söylendi Burak esefle iç geçirerek.


"Yani kızan tek kişi öğretmen ve ebeveyn olmuyormuş değil mi Burak Bey? Ayrıca bu kadar ne yaptın da Kurt Savaşı çıkacak?" diye sordu Hilal kaşlarını çatarak.


"Tahmin dahi edemezsin."


Hilal aklına gelen şeyle aniden doğrularak tısladı.


"Bıçaklandığın yerden kendimi vurdum.' falan dersen bir de ben vururum seni."


"Ne yapıyorsun kızım ya? Bi dur! Yaran iyileşmedi hâlâ. Yapmadım öyle bir şey."


"Sesinde var bir şey. Yapmadın ama düşündün değil mi?" diye sordu Hilal hesap soran bir ifadeyle ona dönerek.


"Ohooo sen olanları öğrenmeden bu haldeysen öğrenince beni bir yastıkta boğarsın."


Burak'ın alaylı sesi karşısında derin bir nefes alan Hilal "Hemen bana ne olduğunu anlatıyorsun Burak!" diye çıkıştı.


"Emredersiniz Dominant Teyze."


Adamın sahte bir alayla kurduğu cümle öfkelendirmek yerine hüzünlendirmişti.


"O kadar mı kötü? Gerçekten de o kadar mı kötü Alfa'm?"


Kızın acı dolu ses tonu adamın titrek bir nefes almasına neden olmuştu.


Onun bu halini gören Hilal çok ciddi bakan elalarını yeşiller ile birleştirerek kesin bir sesle konuştu.


"Her şeyi öğrenmek istiyorum. Hiçbir detayı atlamadan her şeyi anlatmanı istiyorum. Sonradan artı bir detay öğrenirsem hiç olmadığım kadar çok kızarım sana. Kırılır, üzülür diye düşünmeden bana her şeyi anlat lütfen."


Derin bir nefes aldıktan sonra kollarının arasındaki kızı bırakan Burak, yanındaki komidinin üzerinden tableti alarak ikisinin arasına getirdi.


"Bu ne?" diye sordu Hilal soru dolu gözlerle sevgilisine bakarak.


"Bunu yaptığıma inanamıyorum." diyerek gözlerini kapatan Burak savaşı bir kenara bırakarak kararlı gözüken Hilal'e baktı.


"Bunun içinde kamera kayıtları var. Senden sonra ne denli delirdiğimin kayıtları. Asla izlemeni istemiyorum ama... Böyle bir bencilliği de yapamayacağım. Daha aramızda resmi bir şey bile yokken KİT'e kabul testini izlemek için her şeyi yapmıştım. Sırf kabuslarına konu olacak acını öğrenmek için. Bu yüzden de bu videoları sana izleteceğim. Sen de öğren diye. Madem mutlu şeyleri hiç eksiksiz birbirimizle paylaşıyoruz, acılarımızı da eksiksiz paylaşmalıyız."


Parmaklarını adamın boştaki elinin parmakları arasından geçiren Hilal, tuttuğu eli dudaklarına götürerek sevgiyle öptü.


"İyi günde, kötü günde.' diyorsun. Kesinlikle!"


"Yoook demiyorum öyle." dedi Burak iğneleyici bir şekilde.


Soru dolu gözlerini adama çeviren Hilal 'Hayırdır?' dercesine kaş göz yaptı.


"Siz beni ne denli çıldırttığınızı biliyor musunuz Kelebek Hanım? Cezalısınız siz. Yok o yüzden iyi günde kötü günde hastalıkta sağlıkta falan. İhtimal dahilindeki evlilik teklifini çıkmaz ayın son çarşambasına ertelettin Asena. Vatana millete hayırlı olsun."


Şaşkınlık içinde ağzını açan Hilal bir süre hiçbir şey diyemedikten sonra mırıldandı.


"Yattığım yerden bu denli büyük ne yapmış olabilirim? Resmen kin güdüyorsun bana şu an."


"Hiç canım. Ne yapmış olabilirsin ki? Tek kelime etmeyeceğim önce videoyu izleyeceksin. Daha doğrusu beraber izleyeceğiz. İki video var. Sadece onların arasında konuşma hakkın var. Özellikle ikinci videoyu açtıktan sonra bitene kadar tek kelime etmek yok. Videoyu durdurmaya kalkarsan ya da izlemeyi bırakıp bana yönelirsen kapatırım, bir daha da izletmem. Ve bunu bir tehdit olarak algılayıp sırf gıcıklığına beni denemeye kalkma. Gerçekten yaparım."


"Yurtdışına gitmek için vize aldığım konsolosluk bile bu denli şart koşmamıştı." diye söylenen Hilal adama bakarak en doğal soruyu sordu.


"Neden?"


"Neden mi? Anlatmaya bile korktuklarımı bizzat izleteceğim. Normalde sözlerde kalacak olanı bizzat sana sunacağım. Dizi/film izlerken bile ağlayan sen, o görüntüleri izlerken ne hale geleceksin. Sen oradaki Burak'ın yaptıklarına şahit olurken ben senin tepkilerine şahit olmak zorunda kalacağım. Bu benim için ne kadar zor biliyor musun? Yarısında izlemeyi bırakıp bana sığınırsan bir daha açamam o videoyu. Çünkü... Geçen her dakikası daha da berbat."


Yüreğindeki korkunun, Sakarya'daki eve girdiği günkü gibi yükseldiğini hisseden Hilal tablete bir süre sessizce baktı. Neredeyse 'İzlemeyeyim. Sen anlat.' diyecekti genç kız. O denli korkmuştu karşılaşacağı şeyden.


"Karar senin Asena'm. İzleyecek misin, izlemeyecek misin?"


Asena'm hitabı Hilal'in, içindeki korkunun karşısına dimdik dikilmesine neden olmuştu. O Alfa'nın Asena'sıydı. Ne olursa olsun, yüzleşmekten asla kaçmayacaktı.


"İzleyeceğim." dedi genç kız alev alev olan elalarını yeşillere dikerek.


Kızın bakışları karşısında dudaklarında gurur dolu bir gülümseme beliren Alfa elindeki eli sıktı.


"Öncelikle bir şey söylemem gerekiyor."


"Nedir?"


"Şu an resmi olarak salı gününe girmiş bulunmaktayız."


Duyduğu cümleyle gözlerini belerten Hilal şok içinde sevgilisine döndü.


"NE?"


"Bir takım sebeplerden uyutulmanı istemiş olabilirim."


"Bana bunu nasıl yapabilirsin?" diyerek hesap soran Hilal devamında kurduğu cümleyle bu hesabın nedenini açıklamıştı.


"Ben uyurken sana ne oldu? Çıldırmışsındır."


"Yapana yapılır hesabı beni de uyutmuşlar. Pazar akşamı geç saatte uyandım ben de. Peşine de tekrardan uyudum zaten. Sadece bugünüm sensizdi. Gerçi gördüğün üzere yine dibindeyim."


"Seni neden uyutmuşlar? Ne oluyor Burak?" diyen Hilal ilk defa korkusunu tüm saltlığı ile sesine yansıtmıştı.


"Öğreneceksin!"


Tek eliyle tableti açtıktan sonra videoya tıklayan Burak sevgilisinin elini sıktı.


"İzlerken tek bir şeyi unutmamanı istiyorum. O anlar geçmişte kaldı. Şu an yanımdasın, elin elimde ve hissettiğim şey bunun huzuru. Anlaşıldı mı Kelebeğim?"


"Anlaşıldı." diyen kızın sesindeki tereddüt anlaşılmadığını gösterse de bunun yaşanması gerektiğini bilen adam derin bir nefes aldıktan sonra videonun play tuşuna bastı.


Ekranı, sedyeyle ameliyathanenin içine alınan Hilal ve elindeki bileklikle ameliyathanenin dışında kalan Burak kaplarken genç kız titrek bir nefes almıştı.


Sanırım pek de anlaşılmamış olabilirdi.


🦋


İlk video bitmiş Hilal gözlerinde yaşlarla sevgilisine dönmüştü.


Aklında tekrarlayan tek şey kayar kapıdan içeri giren Burak'tı.


"Ameliyata mi girdin sen?"


"Seni görmem gerekiyordu."


"Ama ben beni öyle görmeni asla istemezdim." diye fısıldadı Hilal ona bakarak.


"Uyanık olsaydın da durdursaydın o zaman." diye mırıldandı Burak istemsizce.


Adamın cümlesini duyan Hilal bu konuda sevgilisinin sonuna kadar haklı olduğunu bilerek sessiz kaldı.


"İkinci videonun sonunda da aynı diyaloğun bir benzeri yaşanacak. O zaman böyle sessiz kalamayacaksın."


"Durdurmam gereken ne yaptın ameliyathanede?" diye sordu Hilal kısık bir sesle.


"Ne yapmadın diye sorsan daha kolay çıkarız işin içinden." dedi Burak donuk bir sesle.


"İkinci video'yu aç." dedi Hilal hissiz bir şekilde.


"Direkt patlat bombayı diyorsun." diyen Burak elindeki eli sımsıkı tutarak ameliyathanenin videosunu açtı.


Kıyamet sonrası Kurt Savaşları


Loading...


🦋


Titrek bir nefes alan Burak kollarında hıçkırıklarla ağlayan kızı nasıl susturacağını ilk defa bilmiyordu.


"Güzelim lütfen... Lütfen ağlama artık."


Hilal, gözlerine bakmak için omuzlarından geriye itmek isteyen sevgilisine izin vermeden adama biraz daha sokularak ağlamaya devam etti.


'Keşke kızsaydı. Keşke bağırıp çağırıp hesap sorsaydı. Keşke küsseydi de bu şekilde ağlamasaydı.' diye düşündü Burak büyük bir acıyla.


Kurt Savaşlarına hazırlıklıydı ama Kelebeğinin canından can gitmişçesine ağlamasına hazırlıklı değildi.


Burak bu düşünceler içinde yanarken Hilal gördüklerinden dolayı yanıyordu.


Burak'ın kollarını kestiğini gördüğünde öldüğünü düşünmüştü genç kız. Asıl ölümünün o an olmadığını anlaması için, çok da bir zaman geçmesi gerekmemişti.


Monitörün tek bir sese düştüğü o an, geriye doğru sendeleyen adamın gözlerini kameradan göremese bile görmüştü Hilal.


Ruhunda hissetmişti o zümrütlerin zehire gark olmasını...


Ağlaması şiddetlenen Hilal, donakalmış Burak'ı sarsan hemşiri hatırladı. Burak'ın kameradan okuduğu dudaklarından 'Kelebeğim maviye aşık.' cümlesinin döküldüğü o anı...


Maviler içinde ondan gideceğini düşünen Burak'ın hissettiklerini düşünmek bile istemeyen Hilal, Burak'ın aktif bir bomba karşısında olduğunu öğrendiği günü hatırlamıştı.


Hilal, telefon gelene kadar geçen 5-10 dakikada bilinmezlikle bin kere ölmüşken, Burak gözlerinin önünde yaşanan bu sahneyle ne kadar ölmüştü?


Acıyla inleyen genç kız 'O beni bırakmaz. O. Beni. Bırakmaz! Söz verdi bana. Bana geri döneceğine söz verdi. Çekil! Benim burada olduğumu bilsin. Çekil... Yalvarırım çekil.' diyen adama yaşadıklarını nasıl unutturacağını düşünmeye başlamıştı.


O, sırf Burak'ı çok üzülmesin diye bıçağın önüne kendisine zarar vermeyecek şekilde geçmişti. Her şey nasıl bu hale gelmişti?


Gördüğü videodan kendisini çok etkileyen bir diğer an yaktı canını.


'Yıllar sonra... Şarkı sayesinde karşılaşmıştık değil mi? Tam da âna uygun bir şarkım var Kelebeğim. Duymak ister misin?' demiş ve tüm hayatı olan sevdiğine kalp masajı yaparken şarkı söylemişti adam.


O an oradaki hiç kimse anlamasa da Hilal o şarkının nedenini biliyordu.


Bir şarkıyla, Cevapsız Sorular'la, başlayan hikayeyi yine bir şarkıyla sonlandırmak istemişti Burak. İçinde bir yer, her şeyin son olduğunu kabul etmişti.


Adamın tişörtü sırılsıklam olurken Hilal'in gözyaşları hızlanmıştı.


Burak, bir gün o ânı unutabilirdi belki ama Hilal asla unutmayacaktı.


'Sesim çıkmaz anla halimden


Yaram çok derin kanar her yerimden


Melhem yoktur cümle alemde


Soran olsa akar gözlerimden


Nereye gideyim nasıl edeyim' diyerek şarkıyı söylerkenki ses tonunu unutmayacaktı.


'Benim senden tek bir dileğim var


Otur yanıma bekle duyana kadar


Gidenlere kanıp sen de meyletme


Giden gitsin sen kal ölene kadar' diyen o adamın yüz ifadesini asla unutmayacaktı.


"Hilal'im, güzelim, canım, bitanem... Lütfen. Lütfen bana bakar mısın Kelebeğim?" diye yalvardı Burak.


Sevdiğinin sesi Hilal'in ağlamasını şiddetlendirirken onun bu haline artık dayanamayan Burak da sessiz gözyaşları dökmeye başlamıştı.


'O videoyu izleten aklımı s*keyim!' diyerek kendisine söven adam çaresiz bir şekilde sevgilisinin saçlarını okşarken, bir yandan da kızın sarsan hıçkırıklarının yarasına zarar verip veremeyeceğinden endişeleniyordu.


Genç kız videoda gördüğü '10.' diye fısıldayan adamı hatırladı. Adamın dudaklarını okuduğu an kendisine bir şey yapacağından deliler gibi korkmuştu fakat Burak hemen peşine 'Yalan söyledim.' demişti.


Neyin yalanıydı bu bilmiyordu ama adamın iç sesiyle büyük bir mücadelede olduğunu, bu anların sadece görünen ile kalmadığını garantilemişti bu durum.


'Umudum olan senden vazgeçer miyim ben hiç? Bu beden son nefesini verene kadar seninle. Ah saçma bir cümle oldu. Dakikalardır kalbim atmıyor ki benim.' deyişi aklına gelirken bedeni titredi.


Burak gerçek anlamda delirmişti.


'Hilaaaal! Kalk hadi. Üşürsün burada...'


Hilal, başının döndüğünü hissediyordu. Sevdiği adamı geçmişindeki o günden çıkarmak isterken bizzat kendi elleriyle o güne hapsetmiş olmasını kaldıramıyordu.


'Yok sana balık ekmek falan. Evlenme teklifi de etmeyeceğim. Sürün aylarca! Kim dedi ki o bıçağın önüne geç diye? Sanane elalemin canından? SANA NE? Benden canımı aldın! BENDEN CANIMI ALDIN!'


O ânı duyduğu, an Burak'ın neden 'Siz beni ne denli çıldırttığınızı biliyor musunuz Kelebek Hanım? Cezalısınız siz. Yok o yüzden iyi günde kötü günde hastalıkta sağlıkta falan. İhtimal dahilindeki evlilik teklifini çıkmaz ayın son çarşambasına ertelettin Asena. Vatana millete hayırlı olsun.' dediğini anlamıştı Hilal.


Başına kocaman bir ağrı saplanırken kalbi atmaya başlamadan hemen önce söyledikleri geldi aklına.


['Özür dilerim. Çok özür dilerim bağırmak istemedim. Kızmak istemedim ben sadece... Güneş'im rica etsem ablana ışığım olmadan karanlıkta kaldığımı hatırlatır mısın abiciğim? Unutmuş olacak ki bu kadar ısrarla gelmemek için çabal...'


Dıt... Dıt... Dıt... Dıt... Dıt... Dıt...]


Sonrasındaki Burak, tam bir ölüydü. İyi gibi görünse de ölüydü. Doğukan'ın gelmesine bile şaşıramamıştı.


25 dakikada resmen 25 yıl yaşlanmıştı adam.


Tabletten tüm bu anları izleyen Hilal ise o anlardan sonrasını ciddi anlamda hissiz gözlerle izlemişti.


Tüm ruhu; kollarından kanlar, gözlerinden yaşlar akan o çaresiz adamda kalmıştı.


Bu yüzden de video biter bitmez Burak'ın yeşillerine bakamadan adamın göğsüne sığınmış ve ağlamaya başlamıştı. O andan itibaren aklında sadece izledikleri ve duydukları yankılanırken sevdiği adamı duymamazlıktan geliyordu.


Burak artık bu duruma daha fazla dayanamadığını hissederek büyük bir isyanla konuştu.


"Canımı yakıyorsun! Canımı çok yakıyorsun. Yalvarırım Kelebeğim. Yalvarırım bana bak."


Hilal bu yalvarışı duymazdan gelemedi. Adamın sesinden kendisi gibi ağladığını duymuştu.


Yine ağlatmıştı Alfa'sını!


"Ay Kızım, Ay Işığım lütfen. Lütfen. Bi bana bakar mısın? Nefes alamıyorum elalarını göremeyince. Zaten papatya kokun da yok şu an... Bu yüzden lütfen bana bu işkenceyi daha fazla yaşatma. Şu an Asena olmazsan, sonrasında Alfa'nı en dipten toplamak zorunda kalacaksın."


"Özür dilerim." diye fısıldadı Hilal berbat bir sesle.


Sonunda sevgilisinden bir dönüt alabildiği için şükran dolu bir nefes alan Burak, muzip çıkarmaya çalıştığı sesiyle konuştu.


"Dilemelisin. Hani anlaşmıştık Kelebek? O anların geçmişte kaldığının bilincinde olacaktın."


"Geçmişte kaldıysa, videoda kalbimin duracağı zaman neden gözlerini kapattın?"


Hüsran dolu bir nefes alan Burak, Hilal'in beden diline ve kendisine bu denli hakim olmasından ilk defa nefret ettiğini hissetmişti.


"Şu an sayende 'O videoyu asla izletmemeliydim.' diyorum." diye fısıldadı Burak.


"Seninki yine iyiymiş. Ben 'O bıçağın önüne asla geçmemeliydim.' diyorum ki bu düşünce yüreğime çok ağır geliyor. Kurtardığım canlar için pişman olmuşum gibi düşündürtüyor."


Kızın çaresiz sesini duyan Burak onun başına bir öpücük bıraktı.


"Şşşt. Yok öyle bir şey. İnsanlar bazen bazı şeyleri yapmak zorunda kalırlar. Bu zorunluluk sırasında bazı konular için deliler gibi pişmanlık duysalar da sonuçtan asla pişmanlık duymazlar. Çünkü zaten her şey o sonuç içindir."


Burak'ın cümlelerini duyan Hilal ağlamasının iyice durduğunu hissederken kaşlarını çattı.


"Bunu benim olayım için söylemedin gibi hissettim? Yani... Tek kastın bu olmadığını."


Burak'ın dudaklarında buruk bir tebessüm belirmişti.


Haklısın Zeki Kelebeğim. Babanın ve senin olayın için söyledim aslında.


Bunu ona söylemesi gereken kişi olmadığının farkında olan Burak, yerini bilerek başka bir cevap verdi.


"Mesela ben 4 yıl önce o mağarada yaşananlardan çok pişmandım. Emre'yi yanımda sürüklediğim için. Ama onlarca insanı kurtardığımız için pişman değilim. Yine olsa yine aynı kararları veririm ama içimdeki bir nokta sürekli kardeşimin o olanları yaşamaması için bunu yapmamış olmamı diliyor."


Hilal hafifçe başını salladı. Kendisi de aynen bu şekilde hissediyordu.


"Sakinleştin mi bitanem? O güzel bal gözlerinden nasiplenebilir miyim artık?"


Yumuşak bir şekilde söylenen bal gözleri kelimesi karşısında Hilal'in dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi.


"Gözlerimi görmeden gözlerimin rengini bile bilen bir Alfa yapmışlar."


"Gözlerimi görmeden gözlerimin sakladıklarını bile bilen bir Kelebek yapmışlar."


Burak'ın verdiği karşılık, adamın her şeyin farkında olduğunu, Hilal'in ruh halini en ince detayına kadar bildiğinin göstergesi olmuştu.


Başını adamın göğsünden kaldıran Hilal, elalarını yeşiller ile buluşturur buluşturmaz yeniden gözyaşı dökmeye başlamıştı. Onun gözyaşlarını iki eliyle silen Burak şakacı bir sesle mırıldandı.


"Artık ağlamasan mı? Sayende tuz gölüne döndüm iyice."


Adamın muzipliği cılız tebessümünü hafifçe harlarken, Burak kızın yanağını yukarıya doğru kaldırarak dudaklarının kıvrılmasını sağladı.


"Bak biraz daha gülmezsen jokere çeviririm seni."


Burak'ın ciddiyet kokan sahte tehditi Hilal'in dudaklarında gerçek bir gülümseme belirmesine neden olmuştu.


"Bazen şaka mı yapıyorsun yoksa ciddi misin gerçekten de anlayamıyorum." diye itiraf etti genç kız.


"Eh bir istihbaratçı ile birlikte olmanın küçük bir getirisi olsun o da Psikolog Hanım." dedi Burak içten bir şekilde sevdiğine bakarak.


Adama da kendisine de en iyi gelen şeyin tatlı atışmaları olduğunu bilen genç kız homurdandı.


"Benim üzerimde askerliğini kullanıyorsun!"


"Şuna bak şuna. Bir de homurdanıyor musun? Senin, benim üzerimde psikologluğunu kullandığın anların şeceresini çıkartsak, gittiğim operasyonlardan daha fazla çıkar be."


"Hadi canım! Ben ne zaman senin üzerinde psikologluğumu kullanmışım?" diyen Hilal'in gözleri gülümsemeye başlayan zümrütlerdeydi.


Elini sevgilisinin yanağına koyan Burak parmaklarıyla kızın gözlerinin kenarlarını okşarken ciddileşti.


"Ben, bana bakan gözlerinin hep bu açık yeşilde kilitli kalmasını istiyorum Kelebeğim. Bal rengine bürünecekse de okuduğun bir kitaptan ya da izlediğin bir filmden olsun. Dikkatini çektiğim anda önce ballarından nasipleneyim sonra da onların benim gözlerimi kopyalayarak yeşile dönmesini izleyeyim. Ve... Sakın kaçmasın o gözler benden. Zümrütlerim artık elalarına korkusuzca tüm yalınlığı ile bakarken saklanmasın o elalar benden. Saklandığında ruhum çok üşüyor, çaresizlikte boğuluyorum."


Gözünden bir damla yaş düşen Hilal başını aşağı yukarı salladı.


"Söz veriyorum bir daha kaçmayacağım gözlerinden Alfa'm." dedi genç kız kısık bir sesle.


"Anlaştığımıza sevindim." diyen Burak elini kızın çenesine indirdikten sonra kıza doğru yaklaşarak yanağına bir öpücük bıraktı.


Bu yakın temas, kızın kalp atışlarını hızlandırmıştı. Bunu hisseden Burak geri çekilirken gülüyordu.


"Bu arada bütün ameliyathane personeline rezil oldun."


"Rezil olmak mı? Bence hepsi gıpta ile baktı bana." dedi Hilal ukalalık yaparak. Sonrasında da bilmiş bir şekilde devam etti.


"Dünya üzerinde var mıymış benim kadar büyük bir aşık?"


Bunu söylerken aklına sevdiğini kurtarmak için bile isteye zehir alan adam gelirken, elaları usulca sevgilisinin kollarını bulmuştu.


Gözlerinin yeniden dolmaya başlaması kesinlikle iyiye işaret değildi. Hilal bakışlarını adamdan çekemese de kollarına yönelme gibi bir şey de yapmamıştı. Karşılaşacağı manzaradan deliler gibi korkuyordu.


Onun hislerini anlayan Burak iki kolunu da sevgilisine doğru uzattı.


Onun kollarına bakarken kesik bir nefes alan Hilal, gözünden bir damla yaş düşerken titreyen ellerini sevgilisinin koluna götürdü ama tişörtü açmaya cesaret edemeyerek bıraktı.


Sevgilisinin ellerini tutan Burak yumuşak bir şekilde fısıldadı.


"Bana bakar mısın güzelim?"


Usulca yutkunan Hilal korku dolu gözlerini sevgilisine çevirdi.


Yeşiller olanca sevgisi ve şefkatiyle ona bakıyordu.


"Askeriyede bir tane komutanımız vardı. Lakabı Üstat. Aşırı sert, realist bir insandı. Ve bu Komutan özellikle ilk sınıfların dersine giriyordu. Sadece teorik değil birkaç pratik derse de... Pratik derslerde haşatımız çıkartır, teorik derslerde de kelimeleri ile gözümüzü korkuturdu. Bütün birinci sınıflar ondan nefret ederken üst sınıfların en sevdiği eğitmen ve kumandandı. Bir gün üst sınıflardan konuştuğum bir abim bana 'Hadi ama Burak. Sen de mi Üstat'tan nefret ediyorsun. Oğlum sen asker oğlusun, asker yeğenisin. Bir düşün neden sizi yıldırmaya çalışıyor. Söylediklerini kulaklarınla değil kalbinle dinle. Aç gözlerini ve kimsenin görmediklerini gör.' demişti. O gün merak ettim. Yani birinci sınıf harici herkesin deliler gibi hayran olup saygı duyduğu adamdı o. Ya onlara farklı davranıyordu ya da o abimin dediği gibi başka bir şey vardı işin içinde. O günden sonra dediğini yaptım. Pratik derslerde hep daha fazlasını ister, yapılanın yaptığını asla takdir etmezdi. 'Ne bu güçsüz tavırlar? Asker olmak için geldiniz buraya oturmaya değil.' dediği tüm o zamanlarda herkes ondan korkusuna başını kaldırmazken ben kaldırdım. Ve ilk defa gözlerindeki takdir ışıltılarını gördüm. Bize yansıtmadı ama çabamız çok hoşuna gidiyordu. Pratik dersler bu şekilde ilerlerken teorik derslerde de sürekli 'Yapamayacaksan kapı orada.' diyordu. Dikkat etmeye başladıktan sonra ilk defa bunu bir tehdit, yıldırma politikası, güç gösterisi ya da küçümseme gibi algılamadım. O çok ciddiydi! Askerliğin herkesin harcı olmadığını anlatıyordu bize aslında. Onun yüzünden birçok kişi bıraktı. Bırakanlara bakıyorum da... Ya aile baskısı, ya asker maaşı ya da üniforma havasındalardı. Bazıları da gerçekten gönülden istese de psikolojik olarak ya da fiziksel olarak yetersizdi. Meğer eleme yapıyormuş Üstat. Bu elemeyi kazananlar da bu yüce görevi gerçekten hak edecek kadar güçlü olanlarmış. Onun hep söylediği, asla aklımdan çıkmayan, hayatımın mottosu haline getirdiğim bir sözü var."


Burak'ın kararlı gözlerine bakan Hilal neredeyse fısıldayarak "Nedir?" diye sordu.


"Buraya geldiyseniz gelecekte Best Model olma hayalini unutacaksınız. Bu mesleği seçtiyseniz yakışıklılığı, mayo mankenliğini, pürüzsüz bebek cildini unutacaksınız. Bu meslekte bedeni en beyaz olan değil, en yaralı olan alır ödülü. Bedenindeki her bir yara kurtardığı masum, koruduğu silah arkadaşı anlamına gelir çünkü. Eğer bu sevdaya düştüyseniz yaradan korkmayacaksınız. Bedeninizde izi kalan en ufak bir yaradan utanmayacaksınız. Tam tersine gururla taşıyacaksınız onları. Hikayesiyle birlikte! Şahsi tecrübelerime bakarak söyleyebilirim ki hikaye ne kadar derinse, o yara da o kadar derin olur. Her zaman değil ama bazen insana derin hikayeler gerekir. En değerli hikayesi de o olur çoğu zaman. Bir gün böyle derin bir yara alırsanız şayet sakın şunu unutmayın. Her şey sevdanız için! Siz, sevdanıza bedeninizde ömürlük nişanesini taşıyacak kadar delicesine aşık olan bir Sevdalısınız. Bu yüzden de yaralarınıza baktığınızda gördüğünüz şey acı, kan, vahşet, gözyaşı değil; sevda, aşk, fedakarlık, kurtarmanın verdiği huzur ve mutluluk olsun. Bunu yapabildiğiniz gün gönül rahatlığıyla 'Ben artık bir askerim. Sevdası için yaşayan bir Deliyim.' diyebilirsiniz. Hepimizin en deli olması dileğiyle. Her daim vatan sağ olsun. Dağılabilirsiniz."


Hilal'in gözlerinden peşi sıra gözyaşları süzülürken Burak sevgiyle ona gülümsedi.


"Benim bedenim yaralarla dolu Hilal'im. Bunlardan bir an bile ne utandım ne de pişman oldum. Yine de söz konusu hayatımdaki kadınlar, ninem, Eftalya'm ve Validem, olduğunda bu yaralarımı hep saklı tuttum. Utandığımdan değil, onların gözyaşlarına kıyamadığımdan. Onlara o yaraların hikayesini asla anlatamayacağımı bildiğimden. Söz konusu sen olduğun ise içimde iki yer var. İlki bedenimdeki bu izleri senden saklı tutmak istiyor. Öğrendiğinde üzülmeni istemiyor ama bunları senden saklayamayacağını da çok iyi biliyor. İkinci ise tek tek hepsinin hikayesini anlatmak için sabırsız. O, bedeninde gururla taşıdığı nişanelerini sevdiğine göstermek istiyor. Senin bunun psikolojisini kaldırabileceğini bilseydim, şu ana kadar bunu yüzlerce kez yapmıştım ama hâlâ buna hazır olmadığını biliyorum."


Gözlerini elalardan çekmeden onun bir elini bırakan Burak, sol kolunu açtıktan sonra sevdiğinin boştaki elini yarasının üzerine koydu.


Bıçağın zehirli olup olmadığını anlamak için açtığı yaranın üstüne...


Hilal bakışlarını eline, Burak'ın koluna, çevirirken titrek bir nefes almıştı.


"Bu yara... Benim bedenimdeki en derin yara. Fiziken daha derinleri de oldu ama en derin yaram bu. En derin hikayesi olan. Sevdası için en deli kesildiğim. Yarim için, yarım için açtığım yaram. Bedenimdeki en gurur duyduğum iz bu. Gelecek ne getirir bilemem ama ömrümün sonuna kadar gururla taşıyacağım en büyük nişanem, masum insanları kurtarmak için yaralanan sevdalığımı kurtarırken aldığım bu yara olacak. Ben kollarıma baktığımda acı, kan, vahşet, gözyaşı görmüyorum. Tek gördüğüm sevdam ve aşkım olan sen. Seni kurtarmak için yaptığım bu hareketi fedakarlık olarak bile görmüyorum çünkü insanın kendisini kurtarması, fedakarlık olarak değil içgüdü olarak, yaşama ihtiyacı olarak adlandırılır."


Parmaklarını, sevdiği adamın kendisi için aldığı yaralarının kenarlarında gezdiren Hilal sessiz gözyaşları dökmeye devam ediyordu. Onun bu halini görmek istemeyen Burak, çenesinin altından tutarak kızın başını kaldırdı. Ela gözlere bakarken kesin bir şekilde konuşan Burak hayatındaki en ciddi anlardan birini yaşıyordu.


"Ömrümün sonuna kadar bu çiziklere baktığımda hatırladığım tek şeyin seni kurtarmanın verdiği huzur ve uyandığında elalarını gördüğümdeki mutluluk olacağına vatanım ve senin üzerine söz versem... Gözlerindeki yaşları dindirebilir miyim İhtilal'im?"


Verilen söz ve kullanılan hitap karşısında dudaklarında bir gülümseme beliren Hilal başını aşağı yukarı salladı.


"Dindirebilirsin Alfa'm."


"Peki unutman için ne yapabilirim? Kollarıma her bakışında gözlerinde hüzün görmemek için ne yapmam gerekiyor?" diye sordu Burak gelecekte yaşanacakları tahmin ederek.


Bir süre duraksayan Hilal ela gözlerini zümrütlerde gezdirdikten sonra konuştu.


"Videoyu izlerken bıçakla kendini kestiğini gördüğümde aklımdaki tek düşünce 'Gözlerinden öperek kabuslarını unutturduğum gibi, yarasından öperek acısını geçirmeliyim.' oldu."


Bu düşünce/cümle Burak'ın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmesine neden olmuştu.


"Yaralarımdan öpmene asla hayır demem Sevgilim. Peki bunu yaptığında hüzün dolu bakışların kollarımdan çekilecek mi?"


"Bu biraz zor olacak gibi. Bunun için ne yapabili..."


Aklına gelen şeyle duraksayan Hilal bir anda gülümsemişti.


"Dilek hakkım! Bana, ruhuma zarar veren operasyonlardan sonra dilek hakkı vermiştin. Bunu yapalım. Kollarındaki her bir kesik için benden bir dilek hakkı iste. Ben de kollarına her baktığımda o kesiklerin açıldığı ânı değil, bu dilekleri gerçekleştirirken attığımız kahkahaları hatırlayayım."


Bu durum oldukça hoşuna giden Burak, dudaklarında kocaman bir gülümseme belirirken bir parmağını kıza doğru kaldırdı.


"Bir şartım var ama. Bu dilek hakkı benim değil bizim olsun. İkimizin! O an kimin aklına gelirse fikri ortaya o atsın ve ortak bir kararla o dilek gerçekleştirilsin."


"Ama... Olmaz ki öyle. Yara senin, acı çeken sensin."


"Bir, senin yaran benim yaram mı varmış Kelebek Hanım? İki, acı çeken ben değilim sensin. Dediğim gibi ben yaralarıma baktığımda sevdamı kurtarmanın gururunu hissediyorum sadece."


"O zaman ortak dileklerimiz olacak. O yaşanan olayın dilek hakkı sayılıp sayılmayacağına ortak karar vereceğiz. Ben her dilek hakkından sonra o yarayı öpeceğim ve hüznünü hayatımdan çıkaracağım. Ama sadede 11 dilek ortak. 12.'si sana ait olacak. En büyük yaranı iyileştirecek olayı senin seçmeni ve benden dilemeni istiyorum." diyen genç kızın parmakları o büyük yaranın üzerindeydi.


"Peki kabul. Ama söz vereceksin. Hayatımızın sonuna kadar kollarımdaki yaralara herhangi bir hüzünle bakmayacaksın."


"Söz veriyorum. 12. Dilek, en büyük yaran, son olacak. Benden istediğin dileği gerçekleştirip, o yaranı da öptükten sonra kollarındaki her iz için yalnızca dileklerimizi hatırlayacağım ve mutlu olacağım." dedi Hilal gözlerindeki ışıklarla.


"Bu tam bir anlaşma oldu. Yazıya döküp kaşe mi bassak acaba?" diye takıldı Burak kızın eline bir öpücük bırakırken.


"Gerek var mı? Ruhumuza döküp, sevgimizi basarız. Beni sana geri gönderen güneş de şahidimiz olur." dedi Hilal perdenin arasından yavaş yavaş doğan güneşin turunculuğuna bakarken.


"Hiç yol yapmaya çalışma Hilal. Yok şahit mahit. Cezalısın."


"Off ya. Bari balık-ekmek olsaydı? İlk dileğimiz balık ekmek olsa?"


"He hadi gel seni çıkartayım da sahile gidelim. Usulca yat yerine Hilal. Çok oturdun zaten. Valla sabah Demir yaran hakkında en ufak olumsuz bir şey söylerse 2 hafta boyunca çıkartmayacağım seni buradan." diye söylenen adam yatağın kumandası ile yatağı geri yatırdı.


"Hoş geldin Gıcık Burak." diye gözlerini deviren Hilal dudaklarında beliren gülümsemeyle, yatakta oturan adama baktı.


"Bu Gıcık Burak'ı bile çok seviyorum be."


Kurulan bu cümle Burak'ın dudaklarında da mükemmel bir gülümsemeye neden olurken kızın yanına doğru uzanarak aşina hareketlerle kızın yüzüne gelen saçlarını geriye itti.


"Bu Burak da her haliyle, her halini ayrı ayrı seviyor Asena'm." diyen adam bıkkın bir nefes aldıktan sonra isyanla söylendi.


"Burada kullanmam gereken hitap Papatyam olmalıydı. İlk dileğimiz şu ilaç kokusundan kurtulup papatya kokunu geri kazanmak mı olsa?"


"He hadi gel beni çıkart da eve gidelim. Usulca yat yerine Burak." dedi Hilal dudaklarındaki hin dolu gülümsemeyle.


"İşitsel zekası olan sevgilin olmasının laneti... Ah bu arada geçen gün bir yazı okudum biliyor musun? Şu Şah olayı olmasaydı buluştuğumuzda söyleyecektim sana."


"Neymiş?" diye sordu Hilal meraklı bir şekilde.


"Derler ki kadınlar kulaklarıyla, erkekler gözleriyle severmiş.' Senin işitme zekan ve benim görsel zekam, belki de yalnızca birbirimizi en mükemmel şekliyle sevmemiz içindir."


Adamın yoğun bakan yeşil gözlerine eşlik eden kısık sesli cümlesi, Hilal'in kalp atışlarına depar attırmıştı.


"Dilek annem ve Yiğit babam sayesinde edindiğin bu edebiyat aşkın da benim nefesimi kesmek için sanırım?" diye fısıldadı genç kız ruhu titrerken.


"Ne demiş atalarımız? Söyleyene değil, söyletene bakacaksın. Ben mi dedim sana bu denli güzel, nahif, parlayan bir ay ışığı ol diye?" diyen Burak muzip bir sesle devam etti.


"Söyle o beni seven güzel kalbine! İhtilalcim olduysa, şairliğimin çarpıntısıyla da başa çıkmayı öğrenmeli."


Elini kalbinin üzerine koyan Hilal hızlı atan kalp atışlarıyla birlikte gülümseyerek adama baktı.


"Söyledim. 'Bu hayattaki en çok sevdiğim şey onun kalbimi çarpıtması. Bu yüzden de başa çıkmak falan istemiyorum. Sonsuza kadar devam!' diyor."


"Ah zeki sevgilimin akıllı kalbi. Çok iyi bir seçim yapmış. Zaten benimle başa çıkması da imkansız. Malum gördük. Kalbin sahibi bilinci kapalıyken bile hissediyor beni."


Gülümsemekten yanakları ağrıyan Hilal sahte bir şekilde iç geçirdi.


"Her bulduğun fırsatta bunu dile getireceksin değil mi?"


"Tabii ki de. İnsan, en sevdiği anları sevdiğine sürekli söyleyen bir varlıktır." dedi Burak sevdiği kızın alnına bir öpücük kondurarak.


"Hadi Kelebeğim kapat gözlerini artık. Günlerdir uyuduktan sonra bir anda yaşananlar çok yordu seni."


"Tek beni mi sanki?" dedi Hilal adamın yorgun gözlerine bakarken.


Burak, dilinin ucuna kadar gelen 'Beni yaşananlardan çok yaşanacaklar yordu Sevgilim. Bugün bu denli ağlayan senin, yarın gerçeği öğrendiğinde nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyorum ve bu çok korkutucu.' cümlesini yuttu.


"Yok beni de yordu. Hadi uyuyalım." diyen Burak kızın yarasına dikkat ederek ona yaklaştı ve gözlerini kapattı.


Derin bir nefes aldığında isyanla söylenmeyi ihmal etmemişti.


"Şu papatya kokunu en acilinden çözmemiz gerekli Papatyam. Yoksa hastane odasını bir papatya tarlasına taşımam gerekecek ki bu da kural manyağı doktorumuzun hiç hoşuna gitmez."


Yumuşakça gülen Hilal gözlerini açmadan sevgilisinin kokusunu içine çektikten sonra sırıttı.


"Ben sevdiğimin kokusuyla doluyum benim için hiçbir sorun yok. Ah bak şu evlenme teklifi işini yeniden düşünürsen, ben de sorununa çözüm bulabilirim belki."


"Desene ikimiz de isteklerimizi rüyamızda göreceğiz." diye dalga geçen adam Hilal'e rüyasını anlatması gerektiğini hissetse de onun söylenen uykulu sesini duyduğunda bunu sonraya erteledi.


"Bir gün bana evlenme teklifi ettiğinde cevap olarak 'Rüyanda görürsün.' diyeceğim Burak."


"Rüyanda göreceğin bir evlilik teklifine de ancak "Rüyanda görürsün.' diye cevap verilirdi zaten Hilal." dedi Burak otuz iki diş sırıtırken.


Uyku her yanını sararken esneyen Hilal mırıldandı.


"Hatırlat da sabah buna güzel bir cevap vereyim."


Gözlerini açan Burak, sevgiyle kıza bakarken mırıldandı.


"Elbette hatırlatırım. Seninle atışma fırsatını asla kaçırmam Kelebeğim. Rüyanda beni gör."


"Kötekle kovalarken göreceğim söz veriyorum." dedi kız bir kez daha esneyerek.


Onun bu haline keyifle gülen Burak sevgilisinin burnuna küçük bir öpücük kondurduktan sonra dudaklarındaki gülümsemeyle gözlerini kapattı.


Sonunda Kelebeğine kavuşmuştu.


🌙


Ahhh gerçekten sonunda sonunda sonundaaaaaaa 🤣


Şebekler yaa yerim onları ben 😍


O kadar çok özlemişim ki. Yine yazdırdılar kendilerini 😍


Evet gençler. Bölümü söz verdiğim gibi bayrama yetiştirdim 🤲🏻 😁


Aslında yazarlık yaparak bölümü tam da Hilal ve Ege'yi karşı karşıya getirdiğim anda bitirmek istiyordum da kıyamadım size asdadadss


Yani bir güzel heyecanlandırıp tam da gerçek açıklandığı anda bitirseydim çok acımasız olurdu ve bayram hediyesi demişken bunu yapmak istemedim 😅🤣


Yatın kalkın merhametime şükredin (Yazar herkese çektiriyordu üstüne bir de merhamet diyordu 🤣)


📣 Bir dahaki bölüm bu hafta değil de önümüzdeki hafta 30 Temmuz Cuma gecesi 00.00'da gelecektir. O zamana kadar azıcık tatil yapayım, toparlanayım, kendime geleyim di'mi? 😉 🙃


Gelecek bölüm baba-kız kavuşmamız var (İnanamıyorum sonunda 😱)


Burak'ın korkuları içten içe olacak gibi. Hilal, Ege'yi üzmek istemez ama büyük ihtimal Burak ile hissettiklerini paylaşacaktır. Biraz sancılı bir süreç ama Alfa bizimkinin hüznünü geçirir 😍😁.


Melek zaten Ege'sini iyice toparladı. Bu yüzden de hüzünlü ama mutlu günler bizi bekliyor. Ah bu süreçte her ânı dileğe vurmaya çalışma bir Alfa ve Asena da izleriz elbette 😍😎😁


Var aklımda güzel şeyler 😈 😁


Ancak yardıma da hayır demem. Önümde uzuuun bir dilek kuyruğu var ne de olsa 😎


Sizce bu dilekler ne olabilir? Ne istersiniz? 😍


(Öncelikle Ocak ayında olduklarını unutmadan isteklerinizi yazın lütfen. Yazılanlardan yapabileceğim, kurguya uygun giden bir şeyler olursa kullanmaya çalışacağım 😁😉)


Evet artık bölümün son kısımlarını düzenleyeyim de atayım. Az önce anneme yakalandım 'Sen de mi uyumadın? (kız kardeşim de ayaktaydı) Sabah erken kalacaksınız.' dedi. Umarım yarın uyuklamam ve söylenmesini çekmem. Tü tü tü tü bolca amin 🤲🏻 🤣


(düzenleme bilemem kaç saat sürdü. KİT aşkım nelere kadirsin.)


Valla yine de hiiiç pişman değilim. Dudaklarımda koca bir sırıtış aklım hâlâ yazamadıklarımda 🤣


Kurban Bayramı'nız tekrardan mübarek olsun 😍


Allah'a emanet olun 🌼


Sizi çooook seven Yazarınız Şura 🦋


B.K.S.


14100


Loading...
0%