@yasminiesa
|
Alevlere esir olan tüm illerimize/ilçelerimize, Türkiye'mize ve tüm Dünya'ya geçmiş olsun dileklerimle 🦋 Tüm bu süreçte canla başla azimle çalışan tüm görevlilerden ve gönüllülerden Allah razı olsun. Birçoğumuz aradaki kilometrelerden dolayı tekbir getirerek manen yardım etmekten daha fazlasını yapamıyoruz maalesef. Onlar orada bizzat alevlerle mücadele ediyorlar. Hazreti Allah bu çabalarını hayatlarının her aşamasında karşılarına çıkarsın inşaallah 🤲🏻 Beddua etmeyi hiç sevmem ancak bu sefer hadlerini öyle bir aştılar ve aşmaya devam ediyorlar ki. Birisi bir yorum yazmış 'Bu yangınları çıkaran itleri helikopter ateşlerin üstünden geçerken yanlışlıkla(!) aşağı düşürmek lazım.' diye. Bu denli insanlıktan çıkanlar için hak ettikleri bir kısas olurdu bence. Onlarca canlıyı öldüren, doğayı katleden insanları evlerinden barklarından eden bu canilere acınması gerektiğini düşünmüyorum. Son günlerde sık sık 'Keşke KİT gerçek olsaydı da bu şerefsizleri bizimkilerin eline verseydik.' diye düşünüyorum. Eminim ki bizimkiler o p*çleri yanlışıkla(!) ve büyük bir zevkle ateşlerin arasına düşüşürürlerdi... Söylenecek çok söz var fakat kelimelerim kifayetsiz. Her an yeni bir yangın haberi geliyor ve bu durum gerçekten korkutuyor. İnşaallah bir an önce bu olaylar sonlanır 🤲🏻 Hazreti Allah şehit düşen kardeşlerimizin ailelerine sabır versin. Evlerini, barklarını, hayvanlarını kaybeden kardeşlerimizi de en kısa zamanda hayırlısıyla düzlüğe çıkarsın. Çok büyük bir imtihandan geçiyoruz gerçekten. İnşaallah herkese en güzel şekliyle yardımlarda bulunulur da bu travmanın mağduriyeti madden de olsa giderilmiş olur. Manen yaşananları unutmak ise maalesef hiçbiri(miz) için kolay olamayacak. Allah hepsinin tek tek yardımcısı olsun. Umarım bu kötü günleri en kısa zamanda geride bırakabiliriz 🌼 🌙 "Sonunda çay içmeye başladın." dedi Sinan huzurla arkasına yaslanarak. Elindeki çaya bakan Salih derin bir nefes almıştı. "Sigara boykotu konulunca başka çarem kalmadı." Cümleyi duyan Sinan hafifçe güldü. "Benim 25 yılda yapamadığımı yalnızca 5 günde yaptı valla. Helal olsun kardeşime." Dudaklarında gizli bir gülümseme beliren Salih Ege memnuniyetsiz bir şekilde çayından bir yudum aldı. "Yaptığı tek şey çocuklarımla tehdit etmekti." "Bunu ben de yaptım ama beni takmadın. Adamına göre muamele yapıyorsun Fırtına." diye takıldı Sinan dostuna sıcak bir şekilde gülümseyerek. Elindeki çay bardağını masaya bırakan Salih bir süre sessizce bardağa baktıktan sonra yardım dilenen gözlerle Sinan'a döndü. "Abi ben ne yapacağım?" Onun çaresiz çıkan sesi Sinan'ın dudaklarındaki gülümsemeyi soldururken elindeki kahve bardağını bırakan adam arkadaşına baktı. "Konu Hilal ise... Herkes gibi afallasa da sevinecektir. Başlarda kolay olmayacak Salih. Geçmişin prangalarına takılı kalacaktır. Hiç kimseye ruh halini yansıtmak istemeyecek, bu konuda hissettiklerini saklamaya çalışacaktır fakat Burak buna izin vermez. Bu sefer bence biraz roller değişecek. Hilal kaçmaya çalışan taraf olacak, Burak da yüzleştirmek için çabalayan taraf. Sevgilisinden öğrendiklerini ona geri iade edecektir yeğenim. O konuda, bir şey yapacak olan kişi sen değil de Burak olacak. Oğlunun mükemmel bir dert ortağı olduğunu en iyi sen bilirsin. Gönlün rahat olsun." dedikten sonra derin bir nefes alan Sinan sessiz bir şekilde devam etti. "Konu diğeri ise... İyi idare ediyor gibisiniz." Dudaklarında acı dolu bir gülümseme beliren Salih başını iki yana salladı. "O sadece bir ilizyon." "Ama gerçek bir ilizyon." dedi Sinan kesin bir şekilde. "Ne fark edecek? İlizyonlar kaybolmaya mahkumdur. Sahte olduğunda 'En azından sahteydi.' deyip teselli bulursun. Peki gerçek olunca? O zaman elinde yalnızca koca bir kaybediş kalır. Bizim sonumuz da bu olacak. Bir gün konuşulmayanlar elimizde patlayacak. O gün geldiğinde hangimiz daha ağır yaralanacağız dersin?" Titrek bir nefes alan Salih yumruğunu sıktı. "O! O daha çok yaralanacak. Her şeyden bihaber tekrardan benimle gülmeye başladı çünkü. Aslında bana çok kızgın ama kızgınlığını bir kenara itecek kadar çok kendinden geçti ve sırf benim canım yanıyor diye her şeyi sineye çekti. Bu işin sonunda yine ona hayatının darbesini vuracağım. Melek bana bir kez daha bağlanmadan bu saçma ilizyonu bitirmeliyim ama... Yapamıyorum. Ona ihtiyacım var. O olmazsa büyük bir kara delik tarafından yutulacağım. Dün Hilal'in yanına ne kadar zor girdiğimi biliyor musun? Girdikten sonra bazı şeyleri aşarım diye düşünmüştüm ama yine arkama bakmadan kaçmak istedim. O an çok... Gerçekten bir aile gibiydik abi. Kızımızın bir elini annesi diğer elini babası tutuyordu. Berceste'm gözleri kapalı bir şekilde öylece yatsa da, o an öylesine huzurlu bir andı ki hep sürsün istedim. Üçümüz hep böyle beraber duralım, hiç ayrılmayalım. Benim gözüm iki değerlim arasında gezinsin, dudaklarımda tebessüm, ruhumda huzur dolaşsın. Sonra bir anda tüm gerçekler çarptı yüzüme. Hayalimde bile mutlu olamadım." diyen Salih Ege acı bir sesle devam etti. "Hilal'in gerçeği öğrenmesini istemiyorum ben. Canının yanmasını istemiyorum. Bana benzeyen elalarının kızarmasını istemiyorum. Odaya girdiğimde sustum öylece baktım kızıma, Melek anladı neden durgunlaştığımı. Beni teselli etti sessizce. Sonradan da olsa, babalık sıfatının değerini hiçbir zaman kaybetmediğini söyledi. 'Bak mesela amcam... Sonradan girdi hayatıma ama benim için gerçekten de baba oldu. Babamın yokluğunda bana babalık yaptı. Küçüklüğümü inşaa eden kişi babamsa, gençliğimin inşaası da amcama aittir. Geç geldim diye düşünme. Sen kızının en güzel zamanına yetiştin. Genç bir kadın olacağı zamana. Sana asıl şimdi ihtiyacı var.' dedi. Diyemedim! 'Senin baba saydığın o adamı senden alan kişi benim.' diyemedim." Başında kocaman bir ağrı hisseden Ege sandalyesine yaslandı. "Aramızda bu gerçek yankılanırken onu yine kandırıyormuşum gibi hissediyorum. Geçmişte sakladığım tek şey asker olduğumdu. Öğrendiğinde çok kızar ama beni anlar diye düşünürdüm. Şimdi ise... Ondan sakladığım şeye bak. Babasının katiliyim ben! Melek bedenine ellerimdeki kanlarla dokunmamamı istemişken ben bu gerçeği yok sayıp onun ruhuna dokunuyorum. Yok sayılacak bir şey mi bu? Ben bir kere, çürük bir temel üzerine bir ilişki inşaa ettim Sinan. Sonu koca bir yıkımla bitti, ikincisi olmayacak. Ona bu gerçeği asla söyleyemeyeceğime göre de... Bir şekilde Melek'ten uzak durmalıyım. " Arkadaşına bir bakış atan Sinan'ın gözleri bunun imkansızlığını haykırıyordu. "Bakma öyle! Biliyorum ben de bunu asla yapamayacağımı. Onu her gün görürken olmaz. Bu yüzden Hilal hastaneden çıksın... Sakarya'ya geri döneceğim." "Bu, Melek'ten uzak durmandan daha imkansız. Hilal buna izin vermez. Hilal izin verdi diyelim, sen onunla vakit geçirmek için bu denli istekliyken hiçbir yere gidemezsin." Hüsran dolu bir nefes alan Salih, berbat bir sesle konuşmasının başındaki cümleyi tekrarladı. "Ben ne yapacağım abi?" "Zamana bıraksan?" dedi Sinan ne diyeceğini bilemeyerek. Kardeşine 'Bir gün istesen de istemesen de Melek her şeyi öğrenecek. Bunu kabullenip onu karşına alarak her şeyi anlatsan... İkiniz de bu acıyı yaşamazsınız.' demek istiyordu ancak bunu dediği anda Melek'in yaşananları öğrenmesinden deliler gibi korkan Salih her şeyi boş vererek gerçekten de çekip giderdi. İşte o zaman tüm olaylar daha da berbat bir hâl alırdı. İkili bir süre kendi düşünceleri içinde sessizce otururken kafeteryanın kapısından Melek ve Sıla girdi. Sıla, Sinan'ı görür görmez onun yanına yönelecekken duraksayarak arkadaşına baktı. "Sorun yok." diye mırıldanan Melek çay bardağıyla bakışan adamın masasına giderek yanındaki sandalyeye oturdu. "Birilerinin Karadeniz'de gemileri batmış anlaşılan." Sevdiği kadının sesini duyan Salih Ege'nin dudakları istemsizce yukarıya kıvrılırken soğuyan çay bardağını ileriye doğru itti. "Batmak çok basit bir tabir." "Var yani bir gemin?" dedi Melek samimi bir alayla. 'Bu sadece bir ilizyon.' diye düşünen Ege acıyla güldü. Şu an herhangi bir konuyu ciddiye alsa ve kartlarını açık oynasa şiddetli bir kavga kaçınılmaz olurdu. İkisinin de içinde tuttuğu, söylemek istediği onlarca kelime vardı çünkü. Konuşulmayanlar, sorulmak istenen hesaplar, alınamayan cevaplar, yaşanan acılar... Adamın masanın üzerine dalan gözlerini gören Melek iç geçirerek konuştu. "Bu moddan ne kadar çabuk çıkarsan o kadar iyi olur. Gün geçtikçe toparlanacağına daha çok batıyorsun. Kızımın seni bu halde görmesini istemiyorum Salih." "Dün de söylediğim gibi... Elimde değil." "Ebeveyn olmak 'Elimde değil.' kelimesini sözlükten çıkarmaktır. Olacak. Elinde olacak! Hilal uyandığında ona gerçeği sen söyleyeceksin. Bu konuda kararım kesin. Biliyorsun." Bakışlarını eski karısına çeviren Salih Ege derin bir nefes aldı. "Tamam dedim ya Melek. Niye aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsun?" "Çünkü hâlâ kaçacak gibi duruyorsun. Dün söylediğim onca şeye rağmen hem de." Kadının kahverengi gözlerine bakan adam gözlerini kaçırdı. Bu kadın Salih'i tanımadığını söylüyordu ancak yanılıyordu. Ege kadar Salih'i de tanıyordu. Nasıl yaptığını bilmiyordu ancak Melek aklından geçenleri okuyabiliyordu. Melek gözlerini kaçıran adama bakarak söylendi. "Niye aynı şeyleri tekrarlayıp duruyormuşum?" Adamın daha fazla üstüne gitmek istemeyen kadın onu kendi halinde bırakarak Sinan'a döndü. "Nasıl gidiyor abi? Buldunuz mu adamı?" "Bizimkiler az önce inine baskına gittiler ancak emri verenin orada olduğunu düşünmüyoruz. Birkaç adamını yakalayıp konuşturacağız." "Bu sırada kaçmaz mı?" diye sordu Melek endişeli bir şekilde. Operasyon detayını pek paylaşmak istemese de kadının bakışlarını gören Sinan sessiz bir şekilde konuştu. "Aslında isteğimiz bu. Medyada da birkaç haber yaymayı düşünüyoruz. Kaçmaya çalışırken yakalayacağız adamı." Emri veren kişinin, 2 yıldır Kırmızı Bülten ile aranan Kalpazan Verrak olduğu anlaşılmıştı. Sahte para basan Verrak, yıllardır yakalanmamın verdiği özgüvenle işleri büyütmeye karar vermiş ve kısa süre önce de Bukalemun'la anlaşma yaparak uyuşturucu işine atılmıştı. Tedarikçisi olan adam gittiğinde büyük zarara uğrayan adam, Bukalemun'un terörle ilgilenen Haydut adlı ortağını da galeyana getirerek Şah'a baskın düzenlemişti. Haydut TEKOV'u durduracak, Verrak da istediği gibi Bukalemun'u alacaktı. Haydut'u iki gün önce gizlice kaldıran KİT üyeleri, Verrak'ın vatanı olan Irak'a yaptığı gizli geçişlerle ilgilenen çeteyi öğrenmiş ve Tuncay'ın aralarına sızmalarını sağlamıştı. Şu an geriye yalnızca Verrak'ın kaçması için bir tetikleyici kalmıştı. Bu tetikleyici de bugünkü baskın ve sonrasında yapılacak haberlerdi. Tüm bu süreçte Irak Ulusal İstihbarat Servisi (INIS) ile işbirliği içinde olan MİT, yakaladıkları zaman Verrak'ı onlara teslim edecekti. 'İki yumruk atayım bari. Lütfen?' diyen öfkeli KİT üyelerine bakıldığında INIS, Verrak için büyük bir kurtuluş oluyordu. "Yakalansın da başka bir şey istemiyorum. Çocuklar da çok yoruldular. Günlerdir adam akıllı uyku uyumuyorlar." "Hangimiz uyuyabildik ki Melek? Zar zor Seher Nine'yi eve gönderebildik ancak. Diğerleri de yine iş çıkışı burada alıyorlar soluğu. Bir görsek rahatlayacağız aslında da... Beyefendi onu görmemize bile izin vermedi." Sinan'ın sitemli sesini duyan Salih Ege buruk bir şekilde tebessüm etti. "Kızma oğluma. O kadar şeyle nasıl başa çıksın? Hilal uyanana kadar kaçmayı tercih etti işte. Sonrasında zaten kaçamayacak." "Senin gibi..." diye mırıldandı Melek ciddi bir şekilde. Bu konu hakkında yeni bir atışmayı kaldıramayacağını hisseden Salih Ege bu yorumu duymamış gibi yaparken Hemşir Kerem hızlı adımlarla kafeteryaya girdi. Hemşir onların masasına doğru yönelirken Melek telaşla ayağa kalktı. Bu sırada Kerem'in cümlesini duyan Ege donakaldığını hissetti. "Gözünüz aydın. Kızınız uyandı." 🌙 "Aynı tartışmayı aynı yerde yine mi yaşayacağız Ege?" diye sordu kapının önündeki Melek. Kapıya doğru bir bakış atan Salih Ege ruhundaki korkunun ağırlığını taşıyamadığını hissetti. "Ben... Öğrenmese olmuyor mu?" diye fısıldayan adamın sesi çaresizliğin en koyu tonuyla kaplanmıştı. Melek, kızarık ela gözlerini kapayan adama bakarken kendi bedeninin de çaresizlikle kaplandığını hissetti. 'Bu denli büyük ne saklıyorsun Ege? Gerçekten de korkutuyorsun beni.' diye düşünen Melek elini adamın eline götürdü. Salih Ege elinde hissettiği temasla gözünü açarken Melek tuttuğu eli destek verircesine sıktı. "Sorun her neyse kızımız bunun üstesinden gelecek kadar güçlü birisi. Rica ediyorum onun adına kararlar alıp durma. Benim adıma alıyorsun ama ona bunu yapma. Dün söylediklerimi hatırla. Eğer buna rağmen 'Ben korkularımın esiri olacağım, bunu yapamayacağım.' diyorsan çek git hayatımızdan. Ama bunu yaptığında tek Hilal'i değil Burak'ı da yıkarsın bunu unutma. Kaçışının nedenini bildikleri için seni affederler ama ömürlerinin sonuna kadar o kırgınlık içlerinde kalır. Karar senin Salih Ege Aslan!" Kararlı bir sesle bunları söyleyen Melek elini Ege'nin elinden çektikten sonra kapının kulpunu tuttu ve arkasındaki adama baktı. "Yarım saat içerisinde odaya gelmezsen Hilal'e babasının sen olduğunu ben söyleyeceğim. Haberin olsun." Ege'yi düşünceleri ile yalnız bırakan Melek odaya girerken kapıyı bilerek açık bırakmıştı. Kapının önündeki Salih içeriden gelen kızının sesini duyduğunda bir gözyaşının elalarından firar ettiğini hissetti. Aklını dün sabah yaşananlar doldururken titrek bir nefes almıştı adam. Dün Öğlen Saatleri Hilal'in odasının kapısını açan Melek her an kaçacakmış gibi duran adama dönerek bıkkın bir şekilde "Gir içeri!" diye emretti. Kahve gözlerinden kararlılık akan kadının istediğini yaptıracağı belliydi. 'Bari seninle olmasın.' diye düşünen Ege hareket etmedi. Onun kımıldamadığını gören Melek kolundan tutarak adamı içeriye doğru çekiştirdi fakat bu ısrarı da faydasız olmuştu. Salih Ege Aslan yerinden bir milim kımıldamamıştı. "Ege?" diyerek derin bir nefes alan Melek kızgın bakışlarını adama çevirdiğinde, çok yakın durduklarını fark etti. Kalp atışları kendisinden izin almadan hızlanan kadının gözleri elalarda kilitlenirken nefes alış-verişleri son günlerde sıklıkla olduğu gibi hızlanmıştı. Sevdiği kadının kahverengi gözlerine bakan Ege yutkunduktan sonra çaresizce fısıldadı. "Korkuyorum. Ya uyanırsa, ya duyarsa?" Adama 'Korkma, ben yanındayım.' demek isteyen Melek bir adım geriye giderek aralarındaki yakınlığı bozdu. "Merak etme duymayacak." diyen kadın elini adamın kolundan indirerek devam etti. "Çünkü bizzat sen söyleyeceksin!" "Ona asla söylememem gerekenleri söylemişken mi?" diye mırıldandı Salih isyanla. "Evet!" diyen Melek'in bakışları keskindi. "Bana hiç yardımcı olmayacaksın değil mi?" diye sordu adam acı dolu bir gülümsemeyle. "Yardımcı olmuyor muyum? Hakkımı yeme Salih Ege Aslan. Sineye çekip, sustuklarımı görmezden gelemezsin. Acı çektiğin için kendimden verdiğim tavizi yok sayamazsın. Şimdilik sulh yapmaya karar verdim ama söz konusu kızım olduğunda ne sulh kalır ne de taviz. Hiçbir şeyi umursamam. Ondan kaçmana izin vermeyeceğim." "Zaten dün akşam ziyaret ettim. Şimdi girmeme niye gerek var?" diye sordu Salih bir çare kaçabilirim umuduyla. "Sen kaçtıkça ben daha çok inat ediyorum biliyor musun?" dedi Melek yılmış bir nefes alarak. "İşte bu neyin inadı?" diye çıkıştı adam. Hilal ile yüzleşmeye asla hazır olamayacağını hissetti Ege. Uyanma ihtimali bile onu bu denli korkutuyorsa gerçek yüzleşme anında kızının karşısına nasıl çıkabilecekti ki? "Ege..." diyerek adamın ismini yumuşakça söyleyen kadın güçlü bir sesle devam etti. "Her şeyden kaçabilirsin ama kızımdan kaçmana izin vermeyeceğim. Hilal, bugün yarın uyanacak ve sen de uyandığında ona gerçeği söyleyeceksin." Tüm ruhunu çaresizlik dalgası kaplayan adam başını iki yana salladı. "Beni buna zorlayamazsın Melek. Buna hakkın yok." derken söylediğine kendisi bile inanmıyordu. "Neye hakkım yok? Kızını göstermemezlik mi yapıyorum ben sana? Yapmam gereken buydu sanırım. Göremezsin dersem mi gireceksin içeri?" İç geçiren Salih kadına bir bakış attı. "Anlamıyorsun beni." "Anlatmayan sensin.' diye çıkıştı Melek. Aralarındaki gerginliğin oktavı artarken sakinleşme isteğiyle başını öne doğru eğen Melek titrek bir nefes aldıktan sonra mırıldandı. "Her şeyi sil baştan sıfırlayıp durduğunun farkında mısın?" Arkasındaki duvara yaslanan Salih Ege odanın içine doğru bakarken kısık bir sesle isyan etti. "Elimde değil. Sürekli aynı düşünceler içinde kıvranıyorum. Çok yoruldum ben." "Senaryoların yoruyor, biliyorum bu duyguyu. Fakat hayat, senin kurduğun o senaryoya göre ilerlemiyor Ege. Tek bir değişken, tek bir cümle seni senaryondan saptırıyor. Sen istediğin kadar yaz dur. Hikayeni ancak yaşayarak öğrenebilirsin." Salih Ege sol gözünden bir damla yaş süzülürken boş bakan elalarını yerdeki karolara çevirdi. "Hilal'in ne düşüneceğini anlamak için bir senaryo yazmama gerek yok. Bu durumda hikayeden saptıracak hiçbir etken yok. Adım kadar iyi biliyorum öğrendiğinde vereceği ilk tepkiyi." "Peki sonradan vereceği tepki?" diye sordu Melek uzlaşmacı bir ses tonuyla. Ege bu soruyu yanıtsız bırakmıştı. "Salih..." Duyduğu hitap adamın başını kaldırarak kadına bakmasına neden olmuştu. "Bir karar verir misin? Ege mi, Salih mi?" diye sordu adam. Melek bu odaya gelmeden önce yine ona Salih diye seslenmişti. İğneleme olmadan söylenen bu isim, şaşırtıcı bir şekilde Salih Ege'nin zoruna gitmemişti. Asıl önemli olanın sesleniş değil de sesleniş şeklinin/seslenen kişinin olduğunu da o an anlamıştı işte. Yine de her daim tercihi Ege'den yana olacaktı.. "Kendimden verdiğim tavizi ben bile kabullenememişken başkalarının yanında mı açığa çıkaracağım?" dedi Melek bariz ortada olan bir şeyi söylerken. Olayı anlayan Salih Ege düşünceli bir şekilde konuştu. "Yani herkesin yanında Salih, yalnızken Ege olacağım öyle mi?" "Öyle." "Peki az önceki neydi?" diye sordu adam. Kızının yanına gitmemek için, kısmen yaşanacak yüzleşmeden kaçmak için her şeyi yapabilirdi şu an. Bunun farkında olan Melek bitkin bir şekilde konuştu. "Kendinle çelişiyorsun Salih Ege." "İnsanlar her daim kendileriyle çelişirler Melek." "Haklısın. Ve bu çelişkiden onları kurtaracak birilerine ihtiyaçları olur. Mecburi bu görevi üstlendim ben de. Etken sen, neden kızım." diyen kadın karşısındakini adamın kızarık elalarına baktı. "Ege beni dinliyor, Ege kızının yanına gitmek istiyor. Bunu görebiliyorum. İkna etmem gereken kişi Ege değil, Salih." "Haklı olabilirsin. Ancak büyük bir sorunumuz var. Sen Salih'i tanımıyorsun, onu ikna edemezsin. Onu ikna edebilcek tek bir insan var bu dünyada..." "Burak." diye araya girdi Melek. "Aynen ve maalesef bu konu onu da aşıyor. Hiç beklemediği yerden geldi darbe. Hiçbirimiz beklemiyorduk ama onun durum apayrı. Hikayeyi iki taraftan bildiği için iki elinde kor demir, önünde küçük bir su kabı öylece kalakaldı. Sağ elini suya soksa sol elindeki demir elinde kalacak canını yakacak, sol elini soksa sağ elindeki... Burak beni 'Düşündüğün şeyler olmayacak, düşündüğün gibi olmayacak endişe etme.' diyerek teselli yalanlarıyla cesaretlendiremez. Hilal'i tanıyor çünkü. Ben de oğlumu tanıyorum. Yalan söylerse anlarım. Anlayacağın elimizde koca bir hiç var. Beni Burak ile yüzleştirirsen işler daha da kötü olacaktır." "O zaman..? Ne istiyorsun Ege?" dedi Melek sinirlerine hakim olmaya çalışarak. "Kaçmak istiyorum." diye fısıldadı adam neredeyse sesi duyulmazken. "Çıldıracağım gerçekten. Bana yapmak istemediklerimi yaptırma Salih Ege! Kızımın bizzat babasından gerçeği öğrenmesini istiyorum ancak 'Ben kaçıp gideceğim.' diyorsan sen bilirsin. Git! Ben söylerim Hilal'e babası olduğunu." "Bana biraz zaman veremez misin Melek?" diye sordu uykusuz kaldığı için gram enerjisi olmayan adam. Onun bu yorgun hali karşısında içi giden kadın anlayış göstermedi. "Ne kadar zaman? 1 ay, 1 yıl, 10 yıl..? Başa sarıp duruyoruz resmen! Üzgünüm ama sen kaçmak istiyorsun diye kızıma yalan söylemeyeceğim ben. Bunu yıllardır yapıyorum zaten ve gerçekten çok yoruldum. Benimle göz göze geldiği anda bir sorun olduğunu anlayacak Hilal. Tanımıyor musun onu? Hayır anlamıyorum Ege. Hadi bana, bize, hepimize, Hilal'in tüm sevdiklerine, bu durumu müstehak görüyorsun da oğluna da mı görüyorsun? Buraya gelirken sen söylemedin mi dün gece oğlunun uyandığını ve gerçeği söylemek zorunda kaldığını? Burak'ın böylesine büyük bir gerçeği sevdiğinden saklayabileceğini nasıl düşünebiliyorsun? Sen kafanı toplamak için çekip gideceksin; o da her an bu gerçeği susarak, senin zamanı belli olmayan dönüşünü mü bekleyecek yani? En iyi sen bilmiyor musun söylenmeyenlerin ilişkide oluşturduğu çatlakları/zararları? Şimdi canım dediğin çocuklarını bu duruma mı sürükleyeceksin gerçekten? Hem de bu ilişkiye sahip olabilmek için onlarca zorluğa göğüs germişlerken..." Melek'in söyledikleri Ege'nin olaya başka bir açıdan bakmasını sağlarken kadın son darbeyi vurdu. "Korkun, çocuklarının mutluluğundan daha mı büyük Salih Ege?" Yenildiğini hisseden adam başını arkasındaki duvara yaslayarak karşısındaki kadına çaresizce baktı. Onun bakışları karşısında biraz yumuşayan Melek daha sakin bir şekilde devam etti. "Bir kere kaçarsan hep kaçıyorsun. Kendimden biliyorum! Hamile olduğumu öğrendikten sonra Kadir'le yaptığım anlaşmanın en önemli maddesi 'Büyüdüğünde çocuğuma gerçek babasını anlatacağım. Gerçekleri söyleyeceğim.'di. Ortak kararımızdı bu. O zamanlar birbirimizi tanımıyorduk ve ikimiz de işimize geldiği gibi maddeler eklemiştik. Kadir maddeyi görünce 'En iyisi. Çok uzamasın bu iş. Babası olmadığım bir çocuğa ömür boyu babalık da yapamam ya.' demişti. Sonraki yıllar, Hilal gerçeği öğrenmesin diye çabalamamızla geçti. Ben ayrı korktum bundan, Kadir ayrı. 24 yıl! 24 yıl boyunca kaçtım ben Ege. Kadir hiç beklemediğim bir şekilde bu gerçeği açıklamasaydı, bir 24 yıl daha kaçardım. Bu gerçeği benimle birlikte mezara götürürdüm hatta. Çünkü ben de deliler gibi korkuyordum. Her şeyden korkuyordum. Kızımı kaybetmekten korkuyordum, beni asla affetmemesinden korkuyordum..." 'Seni bulmasından ve seninle yüzleşmekten korkuyordum.' diyerek içinden ekleme yapan kadın devam etti. "Senin korkunun nedenini anlayamam ama korktuğun için kaçma isteğini anlayabilirim. Ve bunun sonu asla gelmiyor Ege. Asla bir son olmuyor. Gün geçtikçe korkuna bir neden daha ekleyip, biraz daha kaçacaksın. Buna izin vermeyeceğim ben. Hilal yeterince ebeveynlerinin kaçışının kurbanı oldu. Üstüne seni de eklemeyeceğim. Seni bu kadar merak ederken, kötü biri olmandan deliler gibi korkarken kızımı karanlıkta bırakmayacağım. Her önüne gelen bu gerçeği biliyorken asıl bilmesi gereken kişiden saklamayacağım. Az realist düşün. İşler bu raddeye gelmişken nasıl kaçacaksın?" Melek'in her bir kelimesinde haklı olduğunu bilen adam odaya doğru baktı. Onun sessizleşmesini olumluya yormak isteyen Melek de bakışlarını odaya doğru çevirdi. "Doktor bugün uyanmayacağını söyledi. Hilal uyanmadan önce bile onun yanına giremiyorsan, uyanınca hiç giremezsin. Dün yoğun bakıma girmeden önce de söyledim. Bazı savaşlarını o uyanmadan verirsen, uyanınca bu savaşın ona yansımaz. En azından büyük bir kısmı yansımaz." Başını aşağı yukarı sallayan Ege yavaş adımlarla içeriye doğru girerken, onun arkasından bakan Melek titreyen bedenini zorlukla kontrol altına aldıktan sonra adamı takip ederek kapıyı kapattı. Küçük holü geçmeden önce hislerini kontrol altına almaya çalışan kadının aklında tek bir düşünce vardı. 'Kaçıp gitme isteğin en çok beni yaralıyor Ege. Sana zaten güvenemezken, yine çekip gideceğini düşünmek beni gerçekten de çok yıpratıyor.' Sol gözünden düşen bir damla yaşı hızla silen Melek birkaç adım attıktan sonra karşılaştığı manzarayal duraksadı. Eskiden her şeyi olan adam, yatağın ucuna oturarak kızının elini tutmuş; dudaklarındaki hafif tebessümle, gözlerindeki büyük sevgiyle onu izliyordu. Melek, günün birinde onları bir arada göreceğini hiç düşünmemişti. Hayatta en çok istediği şeyin gerçekleşmiş olmasıyla gözleri dolan kadın, elini ağzına götürerek hıçkırığını susturdu. Sonunda kızı babasına kavuşmuştu. "Orada durmak için mi 'Odaya ikimiz gireceğiz!' diye ısrar ettin?" diye sordu Salih kısık bir sesle. Adamın çatallı sesini duyan Melek, başını iki yana sallasa da sesli cevap vermedi. Şu an sesinin çıkacağını düşünmüyordu genç kadın. Gözleri eski kocası ve kızı arasında gidip gelirken yavaş hareketlerle yatağın diğer ucuna oturdu ve uyuyan kızının elini eline aldı. Sonunda kızının bir elinde babasının eli, diğer elinde de annesinin eli vardı. Tüm çocuklar gibi... Onu izlerken gerçeği öğrendiğinde vereceği tepkiyi ve geç kalışlarını hatırlayan adam durgunlaşmıştı. "Boşuna endişeleniyorsun Ege. Farkındayım geçen yılların asla bir telafisi yok ancak asla geç değil. Bir insan kaç yaşında olursa olsun babasına kucak açar, onu benimser ve her şeyi yapar. Bak mesela amcam... Sonradan girdi hayatıma ama benim için gerçekten de baba oldu. Babamın yokluğunda bana babalık yaptı. Küçüklüğümü inşaa eden kişi babamsa, gençliğimin inşaası da amcama aittir. Geç geldim diye düşünme. Sen kızının en güzel zamanına yetiştin. Genç bir kadın olacağı zamana. Sana asıl şimdi ihtiyacı var.' Duydukları ruhuna saplanan bir mızrak etkisi yaparken kızının elini tutan eline baktı. Sevdiğinden babası saydığı adamı alan ele... Bir süre dalan gözleriyle sessiz bir şekilde duran adam bakışlarını uyuyan kızına çevirdi. "Öylesine huzurlu uyuyor ki, gören de bizi hiç korkutmamış da sadece güzellik uykusuna yatmış zanneder." Ege'nin isyanla karışık sevgi dolu sesini duyan Melek, dudaklarında beliren gülümsemeyle kızına baktı. "Küçükken de böyleydi. Ateşlendikten sonra sanki hiç bizi korkutmamış gibi huzurla uyurdu. Tabii biz sabaha kadar başında..." 'Biz' söylemi kalbine saplanırken usulca yutkunan Salih Ege gözlerini kızından çekmeden sordu. "Çok sık hastalanır mıydı?" "5 yaşına kadar ara sıra ateşi çıkardı fakat doktora gidecek kadar büyük olmadı. Sadece bir kez ne kadar uğraşırsam uğraşayım ateşini düşüremedin. 7 aylıktı daha. Aklımın çıktığından emin olduğum bir gündü. Çok ağlıyordu, onun her bir gözyaşı da kor olup kalbime saplanıyordu. Öylesine korktum ki ona bir şey olacak diye... Annemin sakinleştirme çabaları da, Kadir'in iyi olacak söylemleri de gram etki etmemişti. Doktorlar yanına alıp da, ateşi düşen kızımın huzurla uyuduğunu görene kadar sakinleşemedim. Hatırlıyorum da o günden sonra çok uzun bir süre uyumadan başında nöbet tutmuştum." Sevdiği kadına bir bakış atan Ege onun kızarık kahvelerini gördüğünde pişmanlıkla gözlerini kaçırdı. Tek kızının büyüyüşünü değil, Melek'inin korkularını da kaçırdığını bir kez daha hatırlamıştı. "Anaokuluna başladığı yıl, toplu ortama girdiği için biraz sık hasta oldu ama soğuk suya girmekten de, ilaç kullanmaktan da nefret ettiği için o günlerden sonra kendi kendine dikkat etmeye başladı. Küçücük yaşında kendi sorumluluğunu alıp 'Şu an terliyim lütfen camı kapatır mısınız?' gibi şeyler söylerdi. Soğuk şeyleri dolaptan çıkar çıkmaz içmezdi, dondurmasını yedikten sonra asla fazlasını istemezdi. Hilal her zaman uslu bir çocuk oldu. Bir kez bile okuldan çağrıldığımı bilmem. Bir veli toplantısında 'Çok kitap okuyor. Derslerde bile yeri geliyor gizlice okuyor.' diye şikayet almıştım hatta." diyerek gülen Melek durgun bir şekilde devam etti. "Beni tedirgin eden tek şey çok içine kapanık olmasıydı. Aslında utangaç bir yapıya sahip değildi, herkesle her şeyi konuşabilirdi ancak kendini insanlardan soyutluyordu ve bu durum korkutuyordu beni. Yine de herhangi bir şey yapamıyordum çünkü kendini insanlardan soyutlamasının sebebinin gözlem yeteneği olduğunun farkındaydım. Sakladığım sırrı öğrenmesin diye göz göre göre sustum. Kötü bir anneyim söylemimin başlıca nedeni de bu." Kızıa doğru eğilerek onun yanağını şefkatle okşayan Melek, Ege'ye doğru dönerek konuşmaya devam etti. "Orta sonu bitirdiği yıl daha da içine kapandı Hilal. Lise gözünü korkutuyordu. Yeni bir ortama girmek istemiyordu. Ona güvenmediğimiz için, hislerini yok saydığımız için Kadir'le bana çok kızgındı ancak bunu bize yansıtmıyordu. Her zamanki gibi içinde sessizce yaşıyordu. Sonra bir şey oldu. Ne olduğunu bilmiyorum ancak bir şey olduğundan emindim. Bir anda o kendine güvenmeyen özgüvensiz kız gitti yerine kendine inanan, hislerine güvenen birisi geldi. Yıllarca okul dışı faaliyetlere isteksiz gitmişken yanıma geldi ve 'Ben Farsça öğreneceğim. Beni kursa yazdırır mısın?' dedi. 'Farsça mı? O da nereden çıktı şimdi?' desem de bir karşılık alamadım. Her zamanki gibi istediğini yaptım ve onu kursa yazdırdım. Ve sonrasında yeni bir isteğiyle karşılaştım. Asla gerçekleştirmeyeceğim o istekle." Hilal'deki o değişimin sebebi Ege'ydi. "Kızım bir gün karşıma geçti ve ela gözlerindeki alevlerle 'Asker olacağım ben!' dedi. O gün, onda seni gördüğüm en büyük andı belki de. O bakışları biliyordum ben. Senden biliyordum. Ne olursa olsun dediğini yaptıracaktı. 7 aylıkken ateşler içinde hastaneye götürdüğüm o gündeki gibi hissettim kendimi. Aklım yok olmuştu o an. Hilal gibi fedakar bir insanın asker olması demek günün birinde tabutun içinde evind gelmesi anlamına gelirdi. Kabul etmedim! Kabul edemezdim ki. Nasıl edeyim? O benim her şeyimdi. Çok kavgalar ettik bu yüzden. Gerçi kavga da denemez. Ben sesli kızdım o sessizce içinden konuştu ve gittikçe uzaklaştı benden. Her seferinde 'Beni anlamıyorsun anne. Babam beni anlıyor ama sen hiç anlamıyorsun.' diyerek çekti gitti. O da beni anlamadı hiç. Onu kaybetmekten ne kadar korktuğumu, neden korktuğumu anlamadı... Ha hakkım var mıydı böyle bir şeyi yapmaya? Yoktu! Ancak benim bu dünyada tutunduğum tel dal kızım iken, benim hayata devam edebilmemin tek nedeni o iken, onu kaybetme fikri nefesimi keserken başka türlü davranamadım. Benden giden çok olmuştu ve ben kızımın gidişini de kaldıramazdım. Üniversiteye başlayıp da bölümünü deliler gibi sevdiği günden sonra aramızdaki buzlar erise de gördüğü her askerde dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi, benim de kalbimde kocaman bir sancı. Kızımın hayatını mahvedip onun bireysel kararlarını çiğnemiştim. Acaba diyorum bazen, kendim istemediğim bir hayata mahkum olduğum için mi onu da istemediği bir hayata sürükledim?" Melek'in son cümlesiyle birlikte Salih Ege hüsranla iç geçirdi. "Kendine saçma bir şekilde yüklenmekten zevk mi alıyorsun?" Adamın söylediğiyle birlikte Melek acı bir şekilde güldü. "Ne bekliyorsun ki? Ben 19 yaşındayken en güvendiği adam tarafından terk edilen birisiyim. Bunun benim suçum olduğunu, kadınlığımı kullanarak onu elimde tutamadığımı ve bu yüzden de başka çiçeklere yöneldiğini söyledi giderken. İnsan, göklere çıkarıldığı kişi tarafından bir anda yere bırakılınca bir daha asla kimseye güvenemiyor ya hani... O kimsenin başını da kendisi çekiyor işte. Kendinden bile şüphelenecek kadar yıkılıyor, kendine karşı dünyanın en acımasız insanı kesiliyor. Kızım olmasaydı, kızımı büyütürken yanımda olan ve bana gerçekten de iyi bir dost/yoldaş olan Kadir olmasaydı şu an ya bir mezarlıkta toprağın altında ya da bir akıl hastanesinde parmaklıkların ardında olurdum. Bunların olmasındansa yalnızca kendime yüklenmekle kaldığım için şükretmeliyiz bence." Tüm ruhunun buz kestiğini hisseden Salih Ege ağzını açmışken Melek gözlerini kızına dikerek konuyu değiştirdi. Kadın bu konu hakkında konuşmayı hiçbir şekilde istemiyordu. Kızı uyanmadan önce yanındaki adamla kavga ederse, Hilal uyandığında onların bu hâlini görüp daha da fazla üzülürdü. Bu yüzden de geçici sulh bir şekilde devam etmeliydi. "Hilal hep şahsına münhasır biri olmuştur. Sevdiği şeyleri abartma gibi bir huyu var. Bir işi yapacaksa tam yapar. Bir şeye gönül verirse sonuna kadar gider. Sana çekmiş bu konularda. Dün gece duyduklarımdan sonra neden farsça öğrenmek istediğini anladım." diye duraksayan kadın yanındaki adama baktı. "Berceste farsça bir kelimeymiş." Söylenen cümleyi duyan Ege, tahmin ettiği gibi Sinan'ın Melek'e 'Berceste'sini anlattığını doğrulamış oldu. Melek kızına bir bakış atarak gülümsedi. "Onunla konuşurken Berceste diye hitap ettiğinde sana kesin anlamını sormuştur. Sen de 'Seçilmiş olan, değerli olan' demişsindir kesin. Güzel, hoş anlamını kullanırsan bir yabancı olan senden kaçacağını düşünmüşsündür çünkü. Hem o an önemli olan onun ruhuna dokunmak olduğu için, kendine güvensin diye değerliliğini hatırlatmak için böyle söylemişsindir. Ancak ona Berceste demenin asıl sebebi bu değildi değil mi?" Melek'in derin bakan kahvelerine daha fazla bakamayan Ege bakışlarını kaçırırken kadın sessizce fısıldadı. "Berceste'nin diğer bir anlamı da 'Bir şiirdeki en güzel dize, akılda kalan dize.' demekmiş." Sol gözünden bir damla yaşın düştüğünü hisseden Ege gözlerini kapattı. "O Cennet Kokulu Küçük, senin şiirinin en güzel dizesiydi. En unutulmayanı, en akılda kalanı... Bu yüzden ona Berceste dedin değil mi?" diye sordu Melek titreyen bir sesle. Aklında geçmişten bir an yankılanmıştı yine. 💫 'Gül Kokulum bu yüz ifadesi de ne böyle? Bir şey mi oldu?" 'Yani oldu gibi ama öyle çok da önemli değil aslında. Boş ver.' 'Meleğim?' diyerek kaşlarını çatan Ege sofrayı hazırlayan karısının elindeki boş tabağı aldı ve onu sandalyeye oturttu. Karşısına oturduğunda Melek adamın istediğini yerine getirerek çekingen bir şekilde konuşmaya başlamıştı. 'Bugün kızlarla toplandık ya...' 'Evet?' 'Gülşah abla ballandıra ballandıra üniversitede kocasıyla nasıltanıştığını anlattı. 'Hikayemizi yazsak roman olur hatta çok satanlara girer.' falan dedi. Bunu yaparken de beni hem üniversiteye gitmememden hem de seninle bir nevi görücü usulü evlenmemden vurdu. Bir de bunu bizzat yüzüme söylemeye cesaret edemeyerek alttan alta ima etti ama herkes bunu anlayarak bana baktı. Çok moralim bozuldu durduk yere. Bir daha onlarla buluşmak falan istemiyorum. Dedim ya aslında önemli değil ancak yaptığı çok... Ağrıma gitti sanırım. Neden böyle yaptı ki şimdi? Ben ona bir yanlış mı yaptım? Üniversiteye gidememiş olmak benim suçum mu?' Karısına sevgiyle bakan Ege onun ellerini tuttu. 'Üniversite'ye bir gün gideceksin. Bunun için her şeyi yapacağım. Bu yıl olamaz ancak seneye sınava girmeni sağlayacağım. Şehre taşınırız, gerekirse ders almanı da sağlarım güzelce hazırlanırsın.' Bunların üzerine Melek'in yaptığı olumsuz mimik karşısında Ege güldü. 'Ne oldu yine?' 'Ben İstanbul'da okumak istiyorum. Oraya gidebilir miyiz ki? Pahalı bir şehir. İş olayı da sıkıntı. Ev kiraları da çokmuş. Elimizde hiç birikmişimiz yok.' Bu cümleleri duyan Ege durgunlaştığını hissetti. Karısına zaten bir işinin olduğunu, İstanbul'da bir evi olduğunu ve aslında orada yaşadığını ayrıca kenarda birikmiş yüksek bir miktar parasının olduğunu söyleyememek sert çarpmıştı. Gülümsemeye çalışan adam, bu olumsuzlukları bir kenara alıp karısını teselli etme işine kaldığı yerden devam etti. 'Ayarlarız bir şekilde Gülüm. Sen takılma bunlara... Gelelim roman meselesine.' 'Ona gelmemize gerek yok. İsteyen istediğini söylesin biz aşk evliliği yaptık. Sadece bazı şeyler gerçekten de hızlı gelişti ancak bu umrumda değil. Beni gerçekten de sevdiğini biliyorum.' Dudaklarında eşsiz bir gülümseme beliren Ege karısının ellerini dudaklarına götürerek öptü. 'Sana olan sevgimin haddi hesabı yok. Demiş ya roman olup çok satar diye... Ben ilişkimizi asla yazmazdım çünkü herkesin okumasını istemezdim. Sen benim kendime sakladığımsın. Ayrıca roman mı?' diyen adam kaşlarını çatarak başını iki yana salladı. 'Aşk'ın karşılığı şiirdir. Aksini iddia eden ise aşık olmamıştır. Bir dizede onlarca şey anlatmak kesinlikle daha özel, daha güzel.' 'Ama böyle yaparsanız sizden şiir isterim Şair Bey.' dedi Melek gülerek. 'Benim şiirim sensin.' dedi Ege bir anda. Onun yoğun bakan elaları karşısında kalp atışları hızlanan genç kadının dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmişti. 'Ben öyle kitap okuyan bir insan değilim. Abimdi bizim evin kitap kurdu. Lise zamanında evdekiler bana kitap oku diye ısrar ettikçe onları susturmak için abimin kütüphanesindeki şiir kitaplarını seçip okumaya başladım. Tabii ki de şiir kitabı alma amacım kısa olmasıydı. Bir yerden sonra gerçekten de şiirleri sevdiğimi hissettim. Onların üzerimde bıraktığı hissi seviyordum. Bazen bir şiire takılır defalarca kez onu tekrar ederdim. Her okuduğumda farklı bir anlam çıkarırdım, her gördüğümü o şiirle bağdaştırırdım hatta ders çalışırken ne ara ezberlediğimi bile bilmediğim o şiiri kağıdın kenarına yazardım.' Ailesi ile anılarından birine girdiği için ruhunda bir sızı hisseden adam tebessümle devam etti. 'Sen benim için bir şiirsin. Seni her gördüğümde farklı bir yanını fark ederek sana yeniden aşık oluyorum. Dünya üzerinde gördüğüm her nesneyle bir şekilde aklıma sen geliyorsun. Her zerreni ezbere bildiğim seni tekrardan görebilmek için dakikaları sayıyorum. Sen Gül Kokan Meleğim, beni bambaşka diyarlara götüren şiirimsin. Sen yanımdayken ben bu hayatın en mutlu, en umutlu insanı oluyorum. Parıltınla beni nasıl bir karanlıktan kurtardığını o boynundaki dile gelse de anlatsa sana. Ben bu kör karanlıkta yolumu kaybettiğimde gökyüzündeki aya bakıyorum, onu her gördüğümde senin bana hissettirdiklerin yankılanıyor ruhumda. Bu hislerin dile gelme ihtimali imkansız. Sana olan sevgimi sana bakan elalarım anlatabilir ancak. Senin bendeki yerini anlatacak kelimeyi bulamam çünkü şiirim bizzat senken kelimelerim kifayetsiz kalıyor.' 💫 Gözlerini açarak kızına bakan Salih Ege kendisinden cevap bekleyen kadını cevapsız bırakamadı. "Evet. O gün hastanede onu gördüğümde dudaklarımdan istemsizce Berceste kelimesi döküldü. Söylediğim anda her yönden ona bu hitabın yakıştığını düşündüm. O benim Berceste'mdi. Hiçbir şey bunu değiştiremezdi, değiştirmedi de." 'Hiçbir şey bunu değiştiremezdi.' diye içinden tekrarladı Melek. Kadir'in çocuğu olup olmaması değiştirmezdi. Çünkü mesele ne Ege ne de Kadir'di. Bizzat Melek'in kendisiydi. Melek'in kızıydı Hilal. Gözünden bir damla yaşın düştüğünü hisseden Melek yanındaki adama bakarak sessizce sordu. "Uzaktan çok izledin mi bizi?" Soruyu beklemeyen Ege gözlerinin büyüdüğünü hissederken sessiz kaldı. "İzledin demek... Kızınla konuştuğun hin ona ne söylemiştin?' 'Kızınla.' kelimesi hoşuna giden adam kızarık elalarını Melek'e çevirdi. 'Bu yaşına rağmen insanları analiz etmede çok iyi olduğunu bunu lanet olarak görmesinin de yeteneğine haksızlık olduğunu söyledim. Gözlem yeteneğini geliştirerek ileride yararlı işler yapmalısın dediğimde 'Ne yapabilirim ki?' diye sordu bana." "Sen ne dedin?" diye sordu Melek yumuşak bir şekilde. Bakışlarını kızına çeviren Salih Ege dudaklarında sevgi dolu bir gülümseme belirirken mırıldandı "İstediğin herhangi bir şeyi yapabilirsin. Yeter ki... Vatanına bir katkın olsun." "Bu yüzden asker olmak istedi. Vatan deyince akla ilk asker gelir." Kızının elini sıkan Ege titrek bir nefes aldı. "Vatanını önemsemeyen birisi olamazdı zaten, asla bunu düşünmemiştim. O gün sadece bir hatırlatma yapmak istemiştim. Tahmin ettiğim olmuş. Hatta daha fazlası olmuş ve damarlarında akan kan da devreye girmiş. Bu durum seni zora sokmuş fakat pişman değilim. O Vatanın Çocuğu Melek. Ondan daha azı da beklenemezdi çünkü her şey Vatan içindi." Gözünden bir damla yaş süzülen Salih kızının elini tutan eline baktı. Kendi elleriyle öldürdüğü canları aklına gelirken içinden tekrar etti. Her şey Vatan içindi, "Bunu ne kadar canı gönülden istediysen(iz) artık gerçekten de girdi askeriyeye. Bu sefer elalardaki alevi geçiştiremedim. O elalardaki inadı yenebilirim ancak inancı yenemem. Elmahkum geri adım attım ben de. Burak'ın varlığı olmasaydı, ekiptekiler Hilal'i bu denli sahiplenmeselerdi bu kadar rahat kabullenemezdim sanırım. İtiraf ediyorum, ortaya çıkmasaydın büyük ihtimalle askeriyeden ayrılması için ısrar edecektim ve yine kavgaya tutuşacaktık." "Varlığım neyi değiştirdi?" diye sordu Salih merakla ona dönerek. "O babasının kızı! Babasının vatan için ne kadar ileriye gittiğine bizzat şahit olmuşken, ona söyleyeceğim her şeyin bir safsatadan ibaret olacağını anladım. Ne dersem diyeyim, ne yaparsam yapayım bu sevdadan vazgeçmeyecek." Kadının son cümlesindeki imayı hisseden Ege ona baktı. 'Bana rağmen vazgeçmeyecek. Beni yakma pahasına devam edecek.' diyordu kadın. "Olayın boyutunu bilseydin..." diyen adam başını iki yana sallayan Melek'le birlikte devam edemedi. "Ben çok yoruldum Ege. Bilseydin diyorsun ama anlatmıyorsun. Bilmediklerimi anlatacaksan anlat ben de edebimle susayım, anlatmayacaksan da sitemime karışıp durma." Kadının çıkışını 'Haklısın.' dercesine onaylayan Salih Ege kızına döndüğünde istemsizce gülümsedi. "Teknik olarak onun önündeki ilk atışmamızı da yaptık ha? Devamı gelecekmiş gibi hissediyorum." "Aa-aa. Neden böyle hissediyorsun acaba durduk yere?" diye dalga geçen Melek de istemsizce tebessüm etmişti. "Biliyor musun Hilal'in seni öğrendiğinde vereceği tepkiden çok... Bize karşı vereceği tepkiyi merak ediyorum." diye itiraf etti Melek sessiz bir şekilde. "Her laf sokuşunda o da bir laf sokacaktır." dedi Ege eski karısına bir bakış atarak. "Sana mı bana mı?" diye sordu Melek adamın bakışına karşılık verirken. "Bence daha çok bana. Analı-kızlı bana çalışacakmışsınız gibi hissediyorum." "Garip! Ben daha çok baba-kız beni yerden yere vurursunuz diye düşünmüştüm." diyen Melek'in dudaklarındaki şakacı gülümseme duyduğu cümleyle birlikte silindi. "Buna izin vermem. Bir daha asla." Ege'nin ciddi bakışlarını gören Melek ela gözlere uzun uzun baktı. 'Bir daha asla zarar görmene izin vermem diyorsun da be adam, susarak bana bunu yine sen yapmıyor musun?' diye düşünen Melek düşüncelerini sesli söylemedi. Bugünlük taviz hakkı dolmuştu. Bakışlarını kızına çeviren kadın yanındaki adamın bakışlarını hissederken konuştu. "Senin bu baban tam sopalık kızım. Böyle ıslak köteği alıp döveceksin diyeceğim ama bu o zaman da akıllanmaz. Ser verir sır vermez Beyefendi. Ben alt edemedim bari sen kalk da haddini bildir." Melek'in cümleleri Salih Ege'yi kızdırmak ya da hüzünlendirmek yerine gülümsetirken onaylamaz bir şekilde cık cıkladı adam. "Ohoo. Daha uyanmadan annen senin bilinçaltına işlemeye başladı bile kızım. Adaletsiz değil mi ama bu? Siz şimdi kız dayanışması da yaparsınız. Benim en acilinden Burak'ı tarafıma çekmem gerek. İki cadıya karşı tek başına siper korumak zor olacak." "Cadı mı? Seni bir cadı yaparım şimdi..." diyerek elalara dönen Melek ânın dejavusuyla duraksadı. Bu çok geçmişteki Melek gibi hissettirmişti. Geçmişte aynı ses tonuyla, aynı bakışlarla, aynı heyecanla birçok benzer cümle kurmuştu bu elalara karşı. Adam da aynı şeyi hissetmiş olacak ki dudaklarında istemsizce beliren hafif gülümseyle kahvelerde gezdirmişti bakışlarını. Bu bakışlara karşılık verecek gücü kendinde bulamayan Melek bakışlarını uyuyan kızına çevirdi. Ege'nin bakışlarının bir kendisinde bir de kızlarının üzerinde gidip geldiğini hissederken sessizce yutkunmuştu. Melek'in kaçırdığı bakışları adama Emmi'nin evine ilk gittiği günlerdeki kaçamak bakışları hatırlatırken yarım ağız gülümsemişti. Üstüne basa basa ben o kız değilim diyordu ancak adamın karşısında bir şekilde hep o toy kıza dönüşüyordu Melek. Sevgi dolu bakışlarını önce kızlarının yüzünde sonra da ellerindeki ellerde gezdiren Salih Ege ilk defa kendilerini bir 'Aile' gibi hissetti. Hasta olan kızlarının başında nöbet tutan bir Anne ve Baba... Birlikte ne güzel duruyorlardı ama. Gerçekten de aile olmak onlara çok yakışırdı. Elalarını kızının güzel yüzünden çeken Ege, sevdiğinin güzel yüzüne döndü. Adama bakmamak için çabalayan kadın izlendiğini anlayarak nefesini tuttu. Bu durum Ege'nin başını eğerek sesli bir şekilde gülmesine neden olmuştu. Adam ne 44 yaşındaki kadının bu heyecan dolu toyluğunu açıklayabilirdi ne de 50 yaşındaki kendisinin bu durumdan aldığı delicesine zevki.. Melek, Ege'nin kendisine güldüğünün bilinciyle derin bir nefes aldı. Ciddi anlamda adamın ağzını yüzünü kırmak istiyordu. 'Hadi ama yapma. Ege Bey'in yakışıklı yüzüne bir şey olmasını istemeyiz değil mi?' İç sesinin söylediği cümleyle birlikte Melek'in dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. Yalan yoktu. Geçen yıllar adamdaki toyluğu almış, yerine karizmatik bir olgunluk getirmişti. Ve bu durum ona çok yakışmıştı. Düşüncelerinin gittiği yönden ciddi anlamda hoşlanmayan Melek iç geçirerek bu ânı bozdu. "Olaylar her yönden fazla hızlı gelişiyor farkındayım ancak Berceste'yi öğrenmem ya da salıncakta sana eşlik etmem üzerine çay döküldüğünde yaptığımız konuşmayı değiştirmiyor biliyorsun değil mi?" Duyduğu cümle karşısında dünyaya dönen Salih Ege'nin dudaklarında acı dolu bir gülümseme belirirken sessizce mırıldandı. "Bazen hatırlatmana ihtiyacım olabiliyor. Bu durumu sürekli kendinle savaş halinde olmanın bir yan etkisi gibi düşünebilirsin. Ne yaptığımı fark etmiyorum, özür dilerim. Birisinin gözlerini dikip bakması senin için de rahatsız edici olmalı elbet." "Kaç yaşındayız biz? 7, 15, 18, 23? 'Birisinin gözlerini dikip bakması senin için de rahatsız edici olmalı.' cümlesini kurman için kaç yaşında olmalıydık Salih Ege? Kusura bakma ama benim gerçekten çocukça oyunlara da, imalara da, bariz ortada olanı yok saymaya da gücüm yok. Oynama benimle! Ben oyun yaşını geçtim, oyun hakkımı da fazlasıyla doldurdum. Ne duymak istiyorsun? Senin öylesine 'Birisi!' olmadığını ikimiz de biliyoruz. Bana bakmanı istememe sebebimin neden kaynaklandığını da biliyoruz. Ne istiyorsun benden gerçekten anlayamıyorum. Yıllar önceki duygularımın hiç bozulmadan saklı kaldığını söylememi ve hiçbir şey olmamış gibi boynuna atılmamı mı bekliyorsun gerçekten?" "Bunun olmayacağını elbette biliyorum. Ben sadece..." diyen adam derin bir nefes alarak sustu. "Sadece ne?" diye sordu Melek adama bakarak. Kadının kahvelerindeki meydan okuma apaçık bir şekilde seçiliyordu. Bu bakışlar karşısında dudakları yeniden yukarıya doğru kıvrılan Ege kısık bir sesle mırıldandı. "Sadece... Özlemişim." Hiç beklemediği bu dürüst cevap karşısında afallayan Melek adamın ela gözlerinde kilitli kalırken, Salih Ege de söylediği cümlenin getirileri ile başa çıkmaya çalışıyordu. Kısa sürede kendini toparlayan adam bakışmalarını keserek kızına baktı. "Gidelim mi artık?" diye sorarken sesinde herhangi bir duygu olduğu söylenemezdi. İsyan dolu bakışlarını tavana çeviren Melek sakinleşmeye çalıştı. Adamın bu gelgitli davranışları gerçekten de bir gün çok büyük bir şekilde patlamasına neden olacaktı. "Gidelim." derken onun da sesi mesafeli çıkmıştı. Kadının mesafeli ses tonu canını yakarken kızının elini hafifçe sıktıktan sonra bırakan Salih Ege ayağa kalktı ve Melek'i beklemeden odadan çıktı. Acıyla gözlerini kapatan kadın iki eliyle kızının elini tuttuktan sonra alnına yasladı. Aldığı titrek nefesten sonra gözlerinden peş peşe birkaç damla yaş düşen kadın isyanla inledi. "İnan bana kızım bu duruma daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Bir an önce uyanıp duruma el atman gerekiyor yoksa her şeyi s*ktir edip giden kişi baban değil de ben olacağım." Dudaklarını birbirine bastıran Melek sakinleşmeye çalışarak gözlerini açtı ve uyuyan kızına baktı. "Biliyor musun sen gözlerini açınca her şey düzelecekmiş gibi hissediyorum. Onun susmaya devam edeceğini biliyorum ancak sen bana bir kez sarılsan tüm dertlerim uçakmış gibi geliyor. Sen küçükken de böyle olurdu. Ne zaman duvarların üstüme üstüme geldiğini hissetsem soluğu senin yanında alırdım. Sana sarıldığımda, neşeli sesini duyduğumda nefes aldığımı hissederdim. Bazen de... Sen uyurken gelirdim, sana sarılırken usul usul gözyaşı dökerdim. Aslında tam şu an bunu yine yapabilirim ancak istemiyorum. Artık sana dürüst davranmamam için hiçbir sebebim yok. Uyandığında her türlü şok olmaya hazırlıklı ol Ela Gözlüm. Niyetim sana sarılarak omzunda gözyaşlarımı dökmek çünkü. Yıllar sonra tekrardan gözyaşlarımız birbirine karışsın mı kızım?" diyen kadın, kızı bebekken onunla birlikte ağladığı onlarca ânı hatırlayarak buruk bir şekilde güldü. "Bakalım Psikolog Hanım herkesin söylediği gibi mükemmel bir teselli uzmanı mıymış?" diyerek şakacı bir sesle konuşan Melek kızının eline bir öpücük bıraktıktan sonra gözyaşlarını silerek ayağa kalktı. Kapıdan başı yukarıda omuzları dik bir şekilde çıkan kadının yüzündeki donuk ifadeyi gören bir insan ne onun içindeki fırtınayı anlayabilirdi, ne de kısa süre önce acı dolu gözyaşları döktüğüne inanabilirdi. Şimdiki Zaman "Sence çok kızacak mı?" diye fısıldadı Hilal büyük yatağın sağ tarafında rahat bir şekilde oturan adama bakarken. "Melek ablayı bilemem ama ben kesin Validem'den şamarı yiyeceğim." diyerek gülen Burak sevgilisinin elini tuttu. "Benimki de beni laflarıyla döver şimdi. Eğer askeriyeden ayrılmamı isterse çıkacak potansiyel kavgayı erteletir misin? Şu an bu konuda onunla tartışmak istemiyorum." dedi kız sıkıntılı bir şekilde. Hilal duygu durumunu fark edecek diye ödü kopan Burak ona bir bakış attı. "Bence düşündüğün gibi olmayacak. En azından şu an açmaz bu konuyu." Erkek arkadaşının durgun ses tonu karşısında kaşlarının çatıldığını hisseden Hilal tam ona dönmüştü ki odaya annesi girdi. Onun uykusuzluktan bitap düşmüş gözlerini gören genç kız gözlerinin dolduğunu hissederken suçlu bir çocuk misali fısıldadı. "Annem..." Onun özür dileyen bakışları karşısında boğazı düğümlenen Melek dudaklarını gülümsemeye zorlayarak kızının yanına yürüdü. "Bir daha beni bu kadar korkutursan hayatının azarını atarım sana." Annesinin titreyen sesini duyan Hilal'in de boğazı düğüm düğüm olurken yatağının yanına oturan annesinin ellerini sımsıkı tuttu. "Özür dilerim. Böyle olsun istememiştim. Ben sadece... Görmezden gelemedim." Sol gözünden bir damla yaş düşen Melek'in aklını 'Ben sadece... Özlemişim.' diyen adam doldururken karşısındaki kızına odaklanarak başını aşağı yukarı salladı. "Biliyorum kızım. Biliyorum." Neden görmezden gelemediğini biliyorum. İçinde kaynayıp duran ateşin nedenini artık biliyorum. Babanın kızı olduğun içinmiş. Kızının yarasına dikkat ederek ona sarılan Melek aldığı ilaç kokusuyla burnunu kırıştırdı. "Şu ilaç kokusuna bir çözüm bulmalıyız." Cümleyi duyan Hilal sessizce gülerken Burak'ın isyan eden sesi duyuldu. "Ah bu konuda yalnız olmadığımı bilmek sevindirdi." Hilal gülen ela gözlerini ona çevirirken kızından ayrılan Melek de Burak'a doğru bakmıştı. Kadının kahverengi gözlerinde birçok ifade vardı ama ilk sırada O yer alıyordu. Ege... İkilinin sessiz bakışmasını fark eden Hilal kaşlarını çatarak sevgilisine döndü. "Ne oluyor? Bu nasıl ağır bir hava? İyiyim ben." "Evet evet maşaallah aynı çene devam." dedi Melek kızına bakarak. Annesinin gözlerindeki ifadenin benzerini yeşillerde de gören Hilal ters ters ikisine baktı. "Hoşuma gitmedi bu bakışmanız haberiniz olsun." diyen genç kız uyarıyla annesine baktı. "Anne eğer askeriyeden ayrılmamı isteyeceksen ya da bununla alakalı Burak'ı sıkıştıracaksan bozuşuruz bak. Ben seviyorum Vatanım için yararlı bir şey yapmayı. Zaten asker olamadım en azından bu şekilde..." "Demeyeceğim." diye mırıldandı Melek güçsüz bir sesle. Aklında yine dün burada Ege ile konuştukları gelmişti. "Demeyecek misin? Hiçbir şey mi?" diyen Hilal şaşkın bir şekilde annesine baktı. "Hiçbir şey demeyeceğim." dedi Melek yorgun bir gülümsemeyle. İşte Hilal bunu gerçekten de beklemiyordu. "Neden?" Kızının sorusu üzerine kadın derin bir iç geçirdi. "Üzümünü ye bağını sorma olayı hiç olmadı sende. Bu sorgulama da ne böyle? Sürekli sormaman gereken sorular... Kime çektin sen?" Melek'in ses tonundaki yumuşaklık ve gözlerindeki buruk acıyı gören Hilal, annesinin gözlerini incelemeye başladı. Şaşırtıcı bir şekilde karşısındaki kadın tanıdığı annesinden farklı görünüyordu. Beni kaybetme korkusu mu değiştirdi acaba? Fakat gözlerindeki parıltı daha farklı bir şey. Ben bu parıltılı bakışları Burak'la tanıştıktan sonra aynaya baktığımda görmeye başladım. O zaman... "Çözebildiniz mi Psikolog Hanım? Ne ara bu kadar büyüdün de beni incelemeye başladın acaba?" dedi Melek sevgi dolu bir sesle. "Ben bu hayatta bi seni çözemedim sanırım anne. Burak'ı bile çözdüm ama sen hep saklı bir kutuydun benim için. Bunun nedenini babamın babam olmadığını öğrendiğim gün anladım. Birçok şey anlam kazandı o zaman. Bazen söylemek isteyip de sustukların olduğunu hissederdim, anlam veremezdim ama. Yani istese söylerdi diye düşünürdüm. Geçmişindekini öğrendiğimde, suskunluğunun bana karşı değil de kendine karşı olduğunu anladım." Melek'in dudaklarında hüzünlü dolu bir gülümseme belirirken Hilal başını iki yana salladı. "Ya bu konu da nereden açıldıysa şimdi? Boş verelim bunları. Ninem nerede? Ayrıca diğerleri de yok... Valla herkesin bir anda doluşmasını beklemiştim. Tek seni görmek şaşırttı." Hilal'in cümlesi üzerine Burak ve Melek çok kısa bir süreliğine birbirlerine baktılar. Hilal elbette bu bakışmayı yakalamıştı. "Allah aşkına neler oluyor? Burak?" Sevgilisinin kendisine dönen bakışları karşısında Burak usulca yutkundu. Gece karanlığı da kullanarak Hilal'i atlatabilmişti ancak şu an bunu yapması imkansızdı. Bu işten sıyrılmanın yollarını düşünürken odada bir ses yankılandı. "Ne olacak? Hastaneye düşmesek karşılaşamayacağız." Duyduğu ses ile kapıya doğru dönen Hilal'in dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmişti. Ameliyathane videosu sayesinde adamın hastaneye geldiğini öğrenen genç kız, onun Sakarya'ya geri dönmemesi karşısında çok mutlu olmuştu. "Salih baba! Hâlâ buradasın." Hilal'in neşeyle şakıyan sesi odadakilerin kalbine saplanırken Salih gülümsemeye çalışarak kıza yaklaştı. Bu sırada Melek ayağa kalkmış eliyle oturduğu yeri işaret etmişti. "Annemde bir halleder var ama çözemedim." diyerek fısıldayan Hilal yanındaki adama döndü. Ayaktaki ikilinin gözleriyle konuşmasına biraz dikkat etse anlardı o hallerin nedenini ancak böyle bir şeye ihtimal bile vermediği için onlara bakmamıştı bile. Burak'ın sessizliği karşısında yanındaki adamın elini bırakan Hilal kızmaya başladığını hissederek derin bir nefes aldı. "Sende de var bir haller. Bu durum gerçekten hiç hoşuma gitmedi Burak. Hepsinden beklerim ama senin benden bir şey saklamanı kaldıramam bilmiyor musun?" Kızın yüzüne düşen saçını geriye doğru iten Burak "Birazdan." diye mırıldandı sadece. 'Dünden beri bir aradayız. Sorun her neyse bu yeni olan bir şey olamaz. Uyandığımdan beri benden ne saklıyorsun? Nasıl saklayabilirsin?' diye düşünen Hilal ona kırgın bir bakış attıktan sonra annesine ve Burak'a olan kızgınlığını unutma isteğiyle Salih'e döndü. 'Madem ne olduğunu söylemiyorlar o zaman onlarla muhatap olmam ben de!' "Gerçekten de sizi İstanbul'a getirecek kadar büyük bir güce sahip miyim ben Beyefendi?" diyen Hilal şımarık bir şekilde gülümsemişti. Gözlerinin kızardığını hisseden Salih Ege gülümsemeye çalışarak kızın yanına oturdu. "Tahmin bile edemezsin." derken kısık sesi çatallı çıkmıştı adamın. Onun bu halini gören Hilal adamın eline uzanıp tuttu. "Gerçekten de herkesi çok korkuttum sanırım. Özür dilerim, ben gerçekten böyle olmasını istememiştim. Yine de kimse anlamasa bile senin beni anlayacağını biliyorum Salih baba." Sol gözünden bir damla yaş süzülen Salih başını öne eğerek sakinleşmeye çalıştı fakat karşısındaki kızı tatlı sesiyle ona baba derken, 'Sen beni anlarsın biliyorum.' derken bu pek de mümkün değildi. Salih'in bu hali karşısında endişeli bir şekilde yanındaki Burak'a dönen Hilal sevgilisinin bakışlarına karşılık vermemesiyle birlikte anlam veremediği bu durumdan nefret ettiğini hissetti. Yani altı üstü sadece 5 gündür uyuyordu. Ne olmuştu da herkes çokça garip davranıyordu? "Salih baba bari sen yapma ama. Yiyeceğim azarlar, kızgınlıklar, sitemler oldukça fazla olacak zaten. Çok feci azınlıktayım şu an. Bari sen benim tarafımda dur da 'Bakın arkamda koskoca Binbaşı var ha. Yakar sizi ayağınızı denk alın.' diyerek kurtulayım bu sitemlerden. Madem benim için bu şehire ayak basmışsın o zaman beni yamyamlardan kurtarma görevi sende." Dudaklarını birbirine bastırarak inlemesini durdurmaya çalışan adam nefes alamadığını hissetti. 'O zaman beni kurtarma görevi sende.' Baban mı kızın mı? Seç! Yapamayacaktı... Ona bunu söyleyemezdi. Ona o küçük olduğunu söyleyemezdi. Gitme niyetiyle derin bir nefes alan adam, oğlunun çaresiz çıkan sesiyle duraksadı. "Baba..." Dışarıdan bakıldığında tek bir kelimeydi ancak boşlukta yankılanan söylenmeyeneleri duymuştu Salih Ege. 'Yapma bana bunu. Bana bunu yaşatma. Yalvarırım yapma. Susamam bunu bilirken. Affedemem bizi böyle bırakıp gidersen. Lütfen yapma!' Başını kaldırarak oğlunun gözlerine baktığında yeşillerin kıpkırmızı olduğunu gördü. Eğer Salih biraz daha susmaya devam ederse Burak herkesi boş verip gerçeği sevdiğine kendisi söyleyecekti. Bunu fark eden Salih Ege 'Gerçeği her türlü öğrenecek zaten. Benden olsun. Onun 25 yılında yanında olamadım en azından şimdi yanında olayım ve bizzat ben söyleyeyim.' diye düşündü. Hilal, anlamsız gözlerle karşısındaki adamın dolu gözlerine bakarken kendi elalarının da dolduğunu hissetti. Ne olduğunu bilmiyordu ancak Salih babasının acı çektiğini hissediyordu ve bu durum canını yakmıştı. "İstanbul'a gelmek, gördüğün üzere biraz zelzelelere sebep oldu." diye fısıldadı Salih Ege kızının diğer elini de tutarken. Adamın iki elini de sıkan Hilal buruk bir şekilde tebessüm etti. "Biraz mı? Kusura bakma ama 11 şiddetinde deprem olmuş da her şey yıkılmış bir sen sağ kalmış gibi duruyorsun. Bu odaya her giren böylesine uykusuz ve berbat bir halde olacaksa rica ediyorum diğerleri bugün gidip uyusunlar yarın gelsinler." "Uyumak fazla uzak bir terim gibi geliyor. Nasıl yapılıyordu?" diye sordu Salih Ege cümlesi üzerine gülen ela gözlere sevgiyle bakarak. "Ayağımda sallayayım da göstereyim diyeceğim de cüsse meselesi işleri biraz karıştıyor. Ayrıca dikişlerimi özenle atan doktorum eminim ki bu durumdan hiç hoşlanmaz." dedi Hilal şakacı bir şekilde. 'Seni bir kere bile ayağımda sallayamadım be Berceste'm.' diye düşünen adam gözlerinin yeniden dolduğunu hissetti. Adamın bu hali karşısında kalbinde bir korku hisseden Hilal titrek bir nefes aldı. 'Bir şey olmuş. Çok kötü bir şey olmuş. Seher ninem de yok ortalıkta. Acaba ona bir şey oldu da söyleyemiyorlar mı bana?' diye düşünen genç kız 'Ninem nerede?' sorusunu sormaya korkarak dalgacı bir sesle Salih babasıyla konuşmaya devam etti. "Bana kan vermişsiniz Binbaşım. Teşekkür ederim. Özel bir kod misali yetenekleriniz de damarlarımdaki kana karışsaydı ne de güzel olurdu ama. Karşıma çıkan herkesi dakikasında nakavt ederdim." Ege'nin aklına yıllar önce parkta karşılaştığı o küçük kız geldi. Gözlem yeteğinin gücü karşısında 'Bu kadar yetenekli olmanı beklemiyordum.' dediği o anda aslında kendi gözlem yeteneğinden bir parçayı kızına verdiğini anlayamamamıştı adam. "Özel bir kod... "diye mırıldanan Salih dudaklarında acı bir gülümsemenin belirdiğini hissetmişti. Hilal daha fazla bu duruma dayanamadığını hissederek ellerini adamın elinden çekti. "Tamam yeter. Söyleyin artık! Bu durum gerçekten de çok kötü şeyler düşünmeme neden oluyor. Kim? Kime ne oldu? Yoksa..." diyerek titrek bir nefes alan Hilal cümlesini devam ettiremedi. "Bana bir şey oldu." diye fısıldadı Salih Ege kızının sol elini ellerinin arasına alırken. Ne olduğunu anlamaya çalışan Hilal soru dolu gözlerle adama bağlarken Salih kısık bir sesle konuştu. "Hani bana salıncak aşkımın nedenini sormuştun ya, ben de sana 'O salıncak başka bir günün hikayesi olsun kızım.' demiştim..." Konudan bağımsız kurulan bu cümle karşısında hafifçe kaşlarını çatan Hilal "Evet hatırlıyorum." diye mırıldandı. "Sebebi oydu. O Küçük." Salih Ege'nin sevgi dolu sesine tezat bir şekilde acıya bürünmüş ela gözlerine bakan Hilal başını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Hissetmiştim öyle olduğunu." derken bu muhabbetin neden aniden açıldığına anlam veremese de adamın konuşmaya ihtiyacı olduğunu hissederek yumuşak bir şekilde devam etti. "O sallanmayı seviyor diye sevdin değil mi? Yine İstanbul'a geldiğin bir gün dayanamadın onu görmeye gittin." diyen Hilal sonuna karşısındaki adamın neden böyle olduğunu anladığını hissetmişti. Salih babam yine gitti onlara. Bu yüzden bu kadar berbat bir halde. Benimle alakası yok olayın. İç sesinin sorduğu 'Peki o zaman annen ve Burak neden sana karşı garip davranıyorlar?' sorusunu umursamayan Hilal konuşmaya başlayan adamı dinlemeye başladı. "Öyle oldu. Babasına yanındaki salıncağa binmesi için çok ısrar etmişti fakat babası binmedi. Onlar gittikten sonra kendimi salıncakta buldum ben de." Duyduğu şeyle birlikte hafifçe gülümsemişti genç kız. Salih babası gibi birisinin hayatında olması insan için büyük bir şanstı. 'Ben de küçükken babama bin derdim ama etraftaki insanlara bakar ve binmezdi. Bu yüzdendi ya Sakarya'da seninle sallanırken çok eğlenmem.' diye düşünen Hilal, adamı bölmemek için bunu sesli dile getirmemişti. Her şeyden bihaber bakan ela gözleri inceleyen Salih buruk bir şekilde gülümsedi. Karşısındaki kız o küçüğün kendisi olmasına ihtimal dahi vermiyordu. Derin bir nefes alan adam bu gerçeği söyleyebileceği tek şeklin anlatmak olduğunu fark etmişti. 'Ben senin babanım.' cümlesi çok büyük bir şok etkisi oluştururdu ve buna ne kendisi ne de karşısındaki küçük hazır değildi. "Aradan yıllar geçti. Bir gün Burak'ın lise mezuniyet töreni için İstanbul'a geldim. Yine kendime söz geçiremedim ve o evin önünde buldum kendimi. Fakat o gün farklı bir şey oldu ve o küçükle karşılaşma şansım oldu. Hatta öyle ki onunla oldukça keyifli bir sohbet yaşadım. Hayatımın en unutulmaz günlerinden birisiydi. O günü kimseye sesli olarak anlatmadım çünkü kimse bilsin istemedim. Benim indimde bu onunla ikimizin küçük sırrıydı." Bu cümleler fazla tanıdık gelmişti. [Bu hikayeyi daha önce kimseye anlatmamıştım. Aslı'ya bile..." "Neden?" diye sordu Burak meraklı bakışlarla. "Bilmem ki. Sanırım... Bana özel kalmasını istedim. Bir de... Aslında öyle büyük bir olay da değildi ama... Beni çok etkilemişti. Bunu anlayamayacaklarını düşündüm.] Adamın bal rengine dönmüş ela gözlerine ilk defa gerçek anlamda bakan genç kız afalladığını hissetti. Aklı düşündüğü şeyi inkar ederken, kalbi gerçeği anlayarak gözyaşlarını yanaklarından düşürmeye başlamıştı. Onun gözyaşlarını gören Salih Ege kontrolünü kaybetmemek için başını önüne eğerek anlatmaya devam etti. "Çok zeki birisiydi ancak bunu genel olarak saklıyordu. Beden dilinden ve ruh halini çözmüştüm. İnsanlardan kaçıyordu! Bu tanıdık gelmişti. Yıllarca yaptığım bir şeydi. Nedenler farklı olsa da davranış aynıydı. Ona bakarken hissettiğim tek şey bir şeyler yapmam gerektiğiydi. Bu histen dolayı bir cesaret yanına gitmiştim. O küçüğün ruhuna dokunmam gerekiyordu. Yıllar önce parmağımdan tutarak bana hayat olmuştu o. Salıncakta attığı neşeli kahkahalarıyla ruhuma dokunmuştu. Şimdi de sıra bendeydi. Özellikle o kayboluş halinin bir benzerini oğlumda görmüşken bu duruma kayıtsız kalamamıştım." O gün parkta yanına oturan adama 'Ne yani, sen de mi sallanıyorsun?' diye sorduğunda 'Ama sadece geceleri... Bu yaştaki ve bu cüssedeki birinin sallanması garip karşılanıyor. Tanıyan eden görse ömür boyu dillerinden kurtulamam' cevabını almıştı. Kahkahalar dolu bir gecede sallanışları ruhuna dolarken tüm bunları anlamlandıramayan Hilal kalp atışlarına eşdeğer bir şekilde nefes-alışverişlerinin de hızlandığını hissetti. Gözyaşları mı? Onlar resmen bir şelale olmuşlardı. Bu yüzden de karşısında adamı doğru dürüst seçemiyordu bile. Boşta olan elini yanındaki Burak'a doğru uzattığında sevdiği anında elini tuttu. Onun bu teması karşısında dudaklarından küçük bir hıçkırık kaçan Hilal elini sıkan sevgilisiyle birlikte gözlerini kapatmıştı. Şu an gerçekten de yaşanıyor olamazdı. "O kadar konuştuk fakat adını sormadım ona. Merak etmeme meselesi falan değildi bu. Benim için bir adı vardı zaten, bu yüzden de herkesin ona seslendiği ismi öğrenmeye gerek duymamıştım." Ellerini tutan iki değerli adamın ellerini sıkan Hilal, duyduklarının ağırlığı altında ezilirken nefes alamadığını hissetti. Gözlerini açarak annesine baktığı an düşüncelerini inkar edemediği an olmuştu. Hilal, hayatında ilk defa annesini bu kadar çaresiz ve savunmasız görmüştü. Annesiyle babası hakkında yaptığı konuşma ve Sakarya'da Salih Aslan'ın anlattıkları ardı sıra aklında yankılanırken bakışlarını ağlayan annesinden çekemedi. 'Adının... Adının Ege olduğunu söyledi ama... Gerçekten de öyle miydi bilmiyorum. Göz göze geldiğimiz an... Ela gözlerine vurulmuştum... Gözlerini ondan almışsın. İnadını da aldığın gibi...' [Emmi'nin yeğeniydi. Daha gördüğüm ilk an, anneme benzetmiştim onu. O hayat dolu bakışları, meraklı ama utangaç gözleri... O an her şeyin değişeceğini anlamıştım aslında. Hep onu izlerdim. Gözlerim hep onun üzerindeydi.] * 'Nasıl insanlarla takılıyordu?' diye sordu Hilal. 'Ben... Tekin değildi işte.' [En iyi seçenek aralarına sızmaktı. Buna direkt gönüllü olduğumu söylememe gerek yoktu sanırım?] * 'Bir gün geldi ve... Hiç tahmin etmeyeceğim şeyler söyledi. Benden... Benden sıkıldığını ve... Daha bir sürü şey. Öyle laflar etti ki... Ona tokat attım. Amcam, beni ve annemi İstanbul'a göndereceğini söyledi. Oradaki bir tanıdığına... Kadir'lerin evine bu şekilde geldik.' [Bir gün Newroz iti geldi ve ondan boşanmamı söyledi. Hedeflerimiz büyükmüş bizim yerimiz aile evi, kadın koynu değil; dağlar, tepelermiş... O itin söylediklerini duyduğumda ilk düşündüğüm şey onu köyden göndermekti. Ona, onu aldattığımı söyledim. Beni kısıtladığını, onun yüzünden hayatımı yaşayamadığımı, o kutu kadar köyde evli olduğum bilindiği için istediğim kızla birlikte olamadığımı... Daha niceleri. Şu an sana söylemeye bile hayâ edeceğim imalarda bulundum ve gözlerimin önünde bakışlarının değişmesini izledim. Önce büyük bir şok, sonra inanamamazlık sonra da büyük bir acı. O gün ona tonlarca şey söyledim. Söylemediğim... Söyleyemediğim tek bir cümle vardı. 'Seni sevmiyorum.'] * 'Ben... Çok kötü bir haldeydim. Yemeden içmeden kesilmiştim. Bitkin düştüğümden bayılmışım, hastaneye götürmüşler beni. Yapılan kan testinden yaklaşık 2 haftalık hamile olduğum ortaya çıktı. Ben.. Böyle bir şeyi beklemiyordum. Ona çok kızgın ve kırgındım ama yine de haberi olması gerektiğini düşündüm. Bu yüzden de laf arasında amcama nerede olduğunu sordum. Amcam hiçbir yerde bir izi olmadığını, gittiğini söyledi.' [Onu boşadığım gün, Emmi'nin yanına berbat bir halde gitmiş 'Newroz beni tehdit etti. Karımı boşadım. Onu bu köyden gönder. Mümkünse yurt dışına. Bir süre onunla iletişimini kesersen sevinirim. Sonra da, sen de git buradan. Aklımın sende kalmasını istemiyorum... Baba.' demiştim. Bu yüzden de odaklandığım tek şey görevimdi.] Salih babasının 'Kocası öldü.' dediği an aklına gelirken başının döndüğünü hissetti. Bakışlarını kıpkırmızı olan ela gözlere çevirirken iç sesi bas bas 'Senin kızın olmadığını söylemiştin...' diye feryat ediyordu. Adamın ona anlattıkları, kendisinin onu teselli edişi gelirken sessiz ağlamasına hıçkırıklara eklenen genç kız Burak'ın elini biraz daha sıktı. [En uca kadar geldim. Son adımı atmak için ayağını kaldırmıştım ki savrulduğumu hissettim. Komutanımdı... Soner. Deliler gibi çırpındım beni bırakması için, bırakmadı. Sonra tek bir cümle söyledi, ben çırpınmayı bıraktım." "Ne söyledi?" diye soran Hilal, aslında sorunun cevabını biliyordu. "Ya o senin kızınsa ve sen şu an kızını babasız bırakıyorsan?" diye fısıldadı Salih çatlayan sesiyle. "Peki senin kızın mıymış?" diye sordu Hilal sessiz bir şekilde. Bunun da cevabını biliyordu aslında. Salih kendisinin kopyası olan ela gözlere bakarak 'Hayır.' diye fısıldadıktan sonra ekledi. "İyi ki... İyi ki de değil. Ben bu yaptığımı ona nasıl anlatırdım? Bir katil olduğumu..." Hilal başını iki yana salladı. "Sen katil değilsin. Başka çaren yoktu." "O tetiğe bastım ben Hilal. Çarem olsun, olmasın fark etmez. Ben babam saydığım insanı öldürdüm." Sen bir bebeğe yaşama hakkını vermişsin. Koşma, gülme, büyüme hakkını vermişsin. Hiç kimse seni katil olmakla suçlayamaz. Senin verdiğin o karar, omuzlarına aldığın o yük çok çok büyük. Ve bunu hiç tanımadığın küçük bir yaşam için gönüllü olarak almışsın. Eminim ki o küçük bunu bilseydi sana minnettar olurdu. Hayatını ona verdiğin için...] Kendisine bakan kızının ağlaması şiddetlenirken titrek bir nefes alan Salih Ege, kendi elalarından düşen yaşlarla birlikte fısıldadı. "Berceste'm." Duyduğu hitap ile hıçkırıkları katlanan Hilal hafifçe inlerken, yarasına dikkat ederek onu kendisine çeken Ege kızının gözyaşlarını dindirmek isteyerek ona sarıldı. Fakat bu sarılış genç kızın gözyaşlarını dindirmek yerine arttırmıştı. Şu an öz babamın kollarında mıyım gerçekten de? Babam, kötü biri olmasını geçtim vatanı için sevdiğinden bile geçen bir kahraman mıymış yani? Babamın beni sevip sevmeyeceği hakkında endişeler taşırken o beni bu dünyadaki her şeyden daha çok mu seviyordu yani? "Özür dilerim. Ben çok özür dilerim." diyerek gözyaşlarının arasından mırıldanan Hilal hıçkırarak devam etti. "Sen benim yü..." Duyduğu cümleyle buz kestiğini hisseden Salih Ege geriye çekilerek kızının ela gözlerine baktı. "Eğer o cümleyi tamamlarsan hastanenin çatısına çıkıp kendimi atarım." Duyduğu cümle karşısında gözyaşları duran Hilal korkuyla ona baktı. Adamın sert çıkan sesinde tek bir tereddüt yoktu. Bir babasına bir de sevdiğine bakan Burak müdahale etme dürtüsünü zorlukla engellerken Salih Ege daha yumuşak bir şekilde devam etti. "Sen değil miydin beni teselli eden, onlarca şeyi söyleyen... Şimdi ne değişti? Başrol olduğunu öğrendiğinde düşüncelerin mi değişti, suçlu sen mi oldun yoksa ben mi? Eğer yaşananlarda en ufak bir suçun olduğunu düşünürsen yaşayamam ben Hilal. İlk tanıştığımız gün, küçücük bir bebek olan seni kucağıma aldığımda düşündüğüm tek şey 'Değer!' olmuştu. Kulağına onlarca cümle fısıldadım o gün. Sayende geveze kesilmiştim." Duraksayan Salih Ege ellerini kızının yüzüne götürerek gözyaşlarını silerken, bu şefkat dolu hareket Hilal'in gözlerinin yeniden dolmasına neden olmuştu. "Bir gün sana o günü detaylıca anlatacağım ancak şimdi o gün hakkında bilmen gereken tek bir şey var Berceste'm." diye fısıldayan Salih Ege gözlerindeki gözyaşları ve dudaklarındaki sevgi dolu tebessümle kızına baktı. "Her şey senin içindi Cennet Kokulum. Değdiğini biliyordum ama... Şimdi yaşıyorum da. Yine olsa yine aynı kararı verirdim. Dipsiz bataklığa batacağımı bilsem de, bu karar beni sonsuz suskunluğa hapsetse de... Yine aynı kararı verirdim. Trilyonlarca kez seni kurtarmayı seçerdim." Adamın ela gözlerine bakarak acıyla hıçkıran Hilal küçük bir çocuk gibi "Baba." diyerek adamın kollarına atıldı. Kızının hıçkırıklarına sessiz gözyaşları eşlik ederken yarasına dikkat ederek onu saran Salih Ege, Berceste'sinin saçlarını okşamaya başlamıştı. "Berceste'm. Kızım benim.' Tüm bu ânı hıçkırıklarla izleyen Melek bacaklarının tutmadığını hissederek duvar kenarındaki koltuğa otururken titreyen elleriyle ağzını kapatmıştı. Ciddi anlamda ne hissedeceğini bilemeyen Burak ise kızarmış gözlerinden düşen yaşlarla iki canına bakarken titrek bir nefes almıştı. Şu an sevdiğinin perişanlığını da, babasının pişmanlığını da en derininden hissediyordu. Bir süre sonra gözyaşları dinen Hilal geriye çekildi. Ağlamaktan ve aklındaki onlarca düşünceden dolayı başının ağrıdığını hisseden genç kız sağ elini yanında oturan sevgilisinin bacağının üstüne koyarak sakinleşmeye çalıştı. Sevdiğinin durumunu iyi görmeyen Burak, kızın elini sıkıca kavrayarak ona seslenmişti. "Kelebeğim?" Burak'ın endişeli sesi elalarını bir kez daha yaşlarla doldururken Hilal çaresizce adamın yeşil gözlerine döndü. Sevgilisinin gözlerini gören Burak'ın aklına anında dün gece gelmişti. Dün geceki gibi bakıyordu Hilal. Aynı şok, aynı inanamamazlık, aynı acı. Onun bu bakışlarını gören Burak, kızın az önce döktüğü gözyaşların yalnızca bir başlangıç olduğunu anlamıştı. Hilal, dünkü gibi katıksız ağlamadan asla sakinleşemeyecekti. Onun ruhunu bir ayna gibi okuyan adam Hilal'in bu ağlamayı annesinin ve babasının yanında yapmayacağını anlamıştı. Onların kahrolmasını ya da vicdan azabı çekmesini istemiyordu genç kız. Sevdiğine tebessüm eden Burak önce babasına sonra da Melek ablaya baktı. Yapacağı şey belki de doğru değildi ancak Hilal'inin şu anki donukluğu ile sağlıklı bir iletişim kuramayacakları aşikardı. "Rica etsem bizi biraz yalnız bırakabilir misiniz? Önce biz bir konuşsak da ondan sonra siz konuşsanız?" Kızına endişeyle bakan Melek onun hiçbir tepki vermeden durduğunu görünce başını aşağı yukarı salladı. Yeşiller Salih'e döndüğünde adam oğluna yorgun bir tebessüm gönderdi. "Siz rica bilir miydiniz Burak Bey? Şaşırtıyorsunuz beni." Babasına bakan Burak içten bir şekilde "Özür dilerim." diye mırıldandı. Bu özür; ne şimdiki odadan kovuş içindi ne de yıllar boyu yapılan ricasız işler için lafta bir geçiştirmeydi. Bu özür; geçen gece yoğun bakımda yaşanan yok sayış içindi. "Gereksiz bir özür. Elimde büyüyen oğlumun neyi neden yaptığını çok iyi biliyorum ben. Bir ömür gibi geçen 6 güne rağmen biz bile hiçbir şeyi sindirememişken sizin dakikasında sindirip kabullenmenizi beklemiyorum zaten." diyen Salih Ege elini çocuklarının birleşmiş ellerinin üzerine koyarak tebessüm etti. Bu temas karşısında gözünden bir damla yaş düşen Hilal herhangi bir şey söylemedi. Ağzını açtığı anda dudaklarından kelimelerin değil de hıçkırıkların kaçacağını hissediyordu genç kız. Onun bu sessizliği karşısında endişeli elalarını Melek'e çeviren Ege, kahverengi gözlerin teselliyle açılıp kapandığını gördüğünde derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Hilal'ine bir bakış atan Burak önce Melek'e sonra da Ege'ye dönerek hafifçe tebessüm etti. "Berceste'n bana emanet baba endişelenme." Burak'ın cümlesi üzerine dudaklarında içten bir gülümseme beliren Salih "Eyvallah." dedikten sonra yorgun ruhunu yanında sürükleyerek Meleğiyle birlikte odadan çıktı. Odanın kapısı kapanır kapanmaz Hilal boştaki elini boğazına götürerek çaresizce fısıldadı. "Burak ben nefes alamıyorum." Kızın yarasının bulunduğu tarafta olan Burak hızla Hilal'in sol tarafına geçtikten sonra sevgilisini kendine doğru çekti. Sevdiği adam koluna dokunduğu anda hıçkırıklara boğulan Hilal, başını sevdiğinin göğsüne saklayıp ağlamaya başlamıştı. Sakarya'daki konuşmayı o kızın kendisi, anlatılan Gül Kokulu'nun ise annesi olduğunun bilinciyle tekrardan zihninden geçiren Hilal, tüm o şeyleri yaşayan kişinin öz babası olduğunu kabullenememişti. Bir süre sonra hıçkırıkları şiddetlenen genç kızın ağlayışları oldukça ciddi bir boyuta ulaşmıştı. Ciğerlerine hava gitmediğini hisseden Hilal, gözlerinin kararmasıyla birlikte korkuyla sevgilisinin kolunu tuttu. Dün geceki gibi "Kelebeğim bana bakar mısın?" diyerek kıza seslenen Burak, bunun kaçıncı seslenişi olduğunu hatırlamıyordu. En sonunda sevgilisini kollarının arasında çıkartan adam kıpkırmızı olan elalara hüsranla baktıktan sonra ellerini kızın yanaklarına koyarak kızın kendisini görmesini sağladı. "Sakin olur musun Güzelim?" "Nasıl?" diye fısıldayan genç kızın bu nasılı aynı anda birçok şey içindi. "Önce derin derin nefes al. Krize gireceksin yoksa." diyen Burak onaylamaz bakışlarla kızın buz kesmiş ellerini tuttu. "Ellerim uyuştu." diye fısıldadı Hilal hissiz bir şekilde. "Acaba neden?" diye söylenen Burak kızın ellerini ısıtmak için ovalamaya başlamıştı. Bu sırada Hilal'in gözlerinde yaşlar peşi sıra düşmeye devam ediyordu. "Bak bakayım bana." diyen Burak kızın ellerini sıkıca tuttu. "Şimdi sana tekrardan sarılacağım ve istediğin kadar ağlamana izin vereceğim ama az önceki gibi ağlamak yok. Kokumu mu içime çekersin, nefes egzersizi mi yaparsın bilmiyorum ama krize girecek şekilde ağlamayacaksın. Gözyaşların dindikten sonra da güzelce konuşacağız. Anlaştık mı?" Adamın endişeli yeşillerini gören genç kız başını aşağı yukarı salladı. Kendisini çok bitkin hissediyordu. "Gel bakalım buraya. Yeni nesil Tuz Gölü olarak, depolanacak yeni tuzları karşılamaya hazırım." Hilal o berbat ruh haline rağmen adamın kolları arasında yerini alırken "Sadece benim tuzlarımı ama" diye mırıldanmayı ihmal etmemişti. Bu cümle üzerine kısık bir sesle gülen Burak "Aksi düşünülemez zaten kıskanç sevgilim benim." diyerek kızın saçlarını okşamaya başladı. Babasının da dakikalar önce aynı hareketi yaptığını hatırlamasıyla yeniden gözyaşlarına boğulan genç kız, sevdiği adamın kokusuyla sakinleşmeye çalışarak yeniden ağlamaya başlamıştı. 🌙 Selam. Ben geldim 😎 Gecikme için özür dilerim 😔. Panomda paylaştığım duyuruda da söylediğim gibi bol vaktim olmasına rağmen bölümü yazamadığım bir kilit anı yaşadım maalesef 🤧 Sonunda kilidi çözdüm ve KİTe' kavuşturdum sizi 🤲🏻 😍 Nasıl buldunuz bölümü? Hilal ve Ege'nin yüzleşmesinin nasıl olmasını umuyordunuz? Bu tarz bir şey miydi yoksa daha farklı bir şey mi vardı aklınızda? Şahsen insan böyle bir durumda bir anda kabullenip her şey normalmiş gibi yapamaz gibi geldi. En azından Hilal'in ağzından yazdığımda Hilal böyle düşündü ve bölüm bu şekilde gelişti. Gelecek bölümde 'Bu böyle olsa mı acaba?' dediğiniz bir olay/diyalog var mı? Varsa neler? Bilirsiniz istişare bizzat adım 😍🤣 Bayılırım kendilerine 😁 Gelecek bölüm büyük ihtimalle Hilal Burak diyaloğu peşine de tekli baba olayı konuşmalarıyla geçecektir. Birkaç bölüm sonraya çok çok çok güzel Hilal-Burak sahnelerinin sözünü vereyim size 💙. Bu önümüzdeki süreç kurgu gereği daha çok baba konusu ağırlıklı olacak fakat sonrası için aklımda çok eğlenceli sahneler var. Haberiniz olsun 🌼 Bir dahaki bölümün tarihini yine aynı gün aynı saat (Cuma gece 00.00) diye yapalım fakat süre kısalığından dolayı olur da yetişmezse panomda yine duyuru yaparak size gidişatı bildiririm. Herkese hayırlı günler. Şu zor günlerde bol bol Tekbir getirmeyi unutmayalım lütfen.  Allah'a emanet olun 🌼 Kendinize çok çok iyi bakın. B.K.S. |
0% |