@yasminiesa
|
Ağlamaktan bitap düşmüş genç kız yanan gözlerini açmadan mırıldandı. "Bu nasıl oldu Alfa'm?" Göğsüne sığınmış sevgilisine bir bakış atan Burak, titrek bir nefes aldı. "İnan bana ben de yaşananları algılayamıyorum Kelebeğim. Gerçekten de nasıl oldu tüm bunlar?" Adamın ses tonunu duyan Hilal kısık sesiyle yeni sorusunu sordu. "Ne zaman öğrendin? Ne tepki verdin?" Kızın gözyaşlarının dinmiş olmasına şükreden Burak başını aşağı yukarı salladı. "Anlatacağım. Her şeyi konuşacağız ama önce sen güzelce yerine uzanıyorsun. Bu gidişle Demir ayrı, Ediz ayrı ağzıma edecek." "Yani dün de yaralanmadım şimdi." diye mırıldanan Hilal geri çekilmek için herhangi bir harekette bulunmamıştı. "Tamam ben de yatacağım yanına. Yine gömersin başını tavus kuşu." dedi adam alaylı bir şekilde. "Bak bunların hepsini bir kenara not alıyorum Yüzbaşı. Toplu kaşıyacağım sonrasında. Uğraşma benimle." Sevgilisinin saçlarına sevgi dolu bir öpücük bırakan Burak tebessüm etti. "Seninle uğraşmayı da, beni kaşımanı da çok seviyorum. Bu yüzden not alırken dikkat et de eksik yazma." Adamın muzip sesi karşısında dudaklarına cılız bir tebessüm beliren Hilal geriye doğru çekilip bala dönen elalarıyla aşık olduğu zümrütlere baktı. "Bu narkoz, serum ve ilaçlar üçlemesi bende yan etki yaptı sanırım. Bu gözyaşlarının başka sebebi olamaz." "Yaşadıklarınızı hafife mi alıyorsunuz Psikolog Hanım?" "Hafife almıyorum ama yok sayacağım." Hilal'in kesin sesini duyan Burak kaşlarını çattı. "Bu ne demek?" "Düşündüm de, daha doğrusu düşünmeye çalıştım... Bulduğum tek çıkış bu. Her şey normalmiş gibi davranmaya karar verdim. İster kaçınma de ister hızlı bir kabullenme. 'Nasıl?'ına, 'Neden?'ine girince çıkamıyorum bu yüzden de babam olduğunu hissederek 'Salih Baba' dediğim adama sorgulamadan kucak açacağım" "Bu durum iyi bir şey mi kötü bir şey mi çözemedim şu an. Konuşmaktan kaçacaksan eğer 'Kabullenme, inkar et. Yeter ki konuşalım.' diyeceğim sanırım." dedi Burak sevgilisinin yatağa doğru yatmasını sağlayarak. Yatağa uzanan Hilal yanına yatan adamın kolunu yastık niyetine kullanarak sevgilisine yanaştı. "Bu durumu sadece onunla yaşayacağım. Yani... Şu an onunla bu konuyu konuşabilecek güce sahip olduğumu zannetmiyorum. Yaşadıklarını nasıl kabulleneyim? Ayrı geçen onca yıl için hissettiği acıyı nasıl kabulleneyim?" diyen genç kız hüzünlü bir nefes aldı. "Yani yapmak istediğin babamın geçmişini açmadan, sanki her şey normalmiş gibi olanları kabullenerek güzelce hayatına devam etmek. Öyle mi?" "Aynen öyle. Böyle olması ikimiz için de daha az yıpratıcı olacaktır. O da öğrendiği gerçeklerle çok afallamış. Bu yüzden kabulleneceğim ancak yarayı deşmeyeceğim." Burak sevgilisinin yüzünü görecek şekilde geriye çekildikten sonra aşık olduğu elalara baktı. "Kabulleneceksin madem neden babana 'O' diyorsun?" Duyduğu cümleyle birlikte duraksayan Hilal gözlerinin dolduğunu hissetti. "Kabullenemeyeceğim değil mi? Gördüğüm andan itibaren kendimi yakın hissettiğim adam benim babammış. Ben öz babama babam olduğunu bilmeden baba demişim, onu her daim arkamda olan bir ağaca benzetmişim, yıllarca babama yaptığımı yaparak ona şımarmışım ve tüm bunlara rağmen hiçbir şey anlamamışım. Ben nasıl gözlerini aldığım adamın babam olduğunu anlayamadım?" "Kelebeğim? Yapma lütfen. Anlamama meselesine gireceksek başta benim anlamam gerekirdi. Birisi aşık olduğum kız, diğeri beni büyüten adam. İkinizin göz renklerini tonuna kadar ezbere biliyorum ben. Sakarya'da babamın sana hikayesini anlattığı o gün ikinizi/gözlerinizi o kadar çok benzetmiştim ki... Ancak aklımdan bile geçmedi böyle bir düşünce. Nasıl geçsin? Bizim iki farklı ağızdan dinlediğimiz çok farklı iki hikaye var. Benim babam vatanı için aşık olduğu kadını bırakmış bir fedakardı, senin annenin kocası ise kötü adamlarla takılan kötü birisiydi. Aklımızın ucundan bile geçmezdi. Babam 'Kocası ölmüş.' demişti mesela ancak Melek ablanın kocası ölmemişti. Kadir abi yaşıyor. Babam bana annesinin verdiği adı kullandığını söyledi ancak bu adın Ege olduğunu hiçbir zaman söylemedi. Boynundaki yıldızın eşinin bir hilal olduğunu söylemediği gibi. Berceste'sinin de adını bilemedim hiç. Bu özel anlamları sesli söylemek canını yakıyordu ve onu çok iyi anlayan biri olarak yarayı eşmedim hiçbir zaman. Yani bizim hikayeyi anlayabileceğimiz hiçbir durum yoktu. Sen o adama karşı daha ilk anda hissettiğin o yakınlığı, bana yaptığı babalığın minneti olarak saydın. Bu yüzden senden tek ricam değiştiremeyeceğimiz dünün pişmanlığını yaşamaman. Bu olayda hiç payı olmayan tek kişi sensin." "Öyle mi? Babam benim yüzü..." "Bir bebeği kurtarmak için bıçağın önüne geçeli kaç gün oldu Hilal?" dedi Burak bir anda. Sevgilisinin oldukça ciddi çıkan sesini duyan genç kız usulca yutkundu. "Yıllar sonra büyüdüğünde bu hikayeyi öğrense ve karşımıza çıkıp pişman bir sesle 'Benim yüzümden neler yaşamışsınız. Keşke beni kurtarmasaydınız.' dese ne hissedersin? Her şeyden önce o böyle söyledi diye kararından pişmanlık duyar mısın?" "Asla." diye mırıldandı Hilal kısık bir sesle. "Sen hiç tanımadığın bir kadının kızını kurtarmak için bu kararı verdin. Bana rağmen, sonuçlarının ağır olacağını bilmene rağmen... Baban ise aşık olduğu kadının kızını kurtarmak için bu kararı aldı. O kızın kendi kızı olma ihtimaliyle hem de! Senin kendini suçlaman o adamın kararında hiçbir zaman değişikliğe neden olmayacak. Bunu yaparak sadece kendini ve bizi üzmüş oluyorsun. Yapma. Lütfen Kelebeğim yapma! Tüm ömrünü kendini suçlayarak ve 'Keşke'lerle geçiren bir adam olarak söylüyorum sana. Bunun sonu yok! Her seferinde daha saçma düşüncelerde bulacaksın kendini, günden güne acın artacak, gülüşlerin solacak... Bana gülüşlerimi geri kazandıran sevdiğimin bunları yaşamasına asla izin veremem. Bu yüzden yapma." Adamın söyledikleriyle birlikte Hilal'in dudaklarında sevgi dolu bir gülümseme belirirken mırıldandı. "Şimdi nasıl hissettiğini anlıyorum." "Bu ne demek?" diye sordu Burak sevgilisine soru dolu gözlerle bakarak. "Kalbinin hissettiklerine mantığını da inandırmanın ne kadar önemli olduğunu ve bunu başarabilen kişinin de ne kadar özel olduğunu şimdi anlıyorum. Ruhunu iyileştirdiğim onlarca kelimede nasıl huzur bulduğunu ve aramızdaki bağın nasıl bu denli güçlü olduğunu şimdi anlıyorum. Sana hiçbir zamana 'Kelimelerinin üzerimdeki gücünü tahmin bile edemezsin.' demeyeceğim ben çünkü tahmin etmene gerek yok sen bizzat biliyorsun. Seni her yönden gerçekten anlayan birine sahip olmak, seni senden daha çok düşünen biriyle olmak çok güzel bir his. Varlığına bin şükür Alfa'm. Sen yanımdayken benim aşamayacağım hiçbir engel yok. Söz veriyorum bu süreçte hiçbir şekilde 'Keşke'lerin esiri olmayacağım. Sayende bu günlerden yıkılmadan çıkacağım Sevdiğim." Sevgilisinin elini tutan Burak onu biraz daha kendisine çekti. "Yıkılmana asla izin vermeyeceğim Kelebeğim. Düşecek gibi hissettiğin her an elini tutacağım. Bazı yüzleşmeleri yalnız yapmak zorundasın ama ben hep senin gölgen olacağım. Hissettiklerini dinlemek için, tuzlu sularına göl olmak için her zaman burada olacağım." Son cümleyi duyan Hilal istemsizce gülümserken sevgilisinin gülümsemesine bakan Burak usulca sordu. "Ne hissediyorsun? Şu an yapmak istediğin ne?" Dudaklarındaki gülümseme solarken Hilal kesik bir nefes aldı. "Kaçmak istiyorum ancak bunun bir çözüm olmayacağının farkındayım. Kendi düşüncelerimden kaçamam. Bu yüzden de dediğim gibi onunla... Babamla konuşmalarıma geçmişteki o kötü olayı dahil etmek istemiyorum." "Şahsen bu durum şimdilik hepimizin işine gelecektir fakat çok uzarsa kaçmaya alışırsın ve ben bunu istemiyorum." dedi Burak uzlaşmacı bir şekilde. "Aslında ne var biliyor musun? Benim kaçmaktan başka çarem yok." dedi Hilal düşünceli bir şekilde. "Neden?" diye sordu Burak kızı görebileceği şekilde ona dönerek. Hilal de hafifçe geriye çekilerek sevgilisine baktı. "Annem! Annem asıl olaydan bihaber kesin. O öğrenene kadar bu mesele hep havada kalacak Burak. Ben ne kadar kabullenirsem kabulleneyim babam da, ben de annemin vereceği tepkiyle hep tetikte duracağız ve bu konuyu asla kapatamayacağız." Derin bir nefes alan Hilal çaresiz bir şekilde devam etti. "Babamın anlattıklarımı hakkıyla dinlemesini istiyorum ben. Ben önüme fotoğraf albümüm ile bir takvimi alırım ona tek tek her şeyi anlatırım. Hiç bıkmam, hiç usanmam. Ben anlatırım anlatmasına ama gözlerinde gördüğüm acıyla canı yanmasın diye susarım diye korkuyorum. Çünkü o albümün çoğunda annem ve babam, Kadir babam, var. Annemi her gördüğü resimde dağılacak babam. Önce annemle ikisinin çözmesi gerekenler var. Aşklarının acısı yankılanırken biz asla geçmişi aşamayız. Nasıl olur bilmiyorum, bunu söylersem babam kesin kaçacaktır ancak annemin bir şekilde gerçekleri öğrenmesi gerekiyor Burak. Babamın yarasını iyileştirebilecek tek kişi annem, babamı teselli edebilecek tek kişi annem. Bu yüzden de annem gerçekleri öğrenene kadar her şey normalmiş gibi davranmak istiyorum. Sanki babam yıllardır benimleymiş gibi, sanki tüm bunlar yaşanmamış gibi... Spontane gelişen diyalogları elbette karşılarım ancak bile isteye geçmişi açmaya cesaretim yok. Merhemi olamayacağım o yarayı açmaya hakkım yok. Ben ne dersem diyeyim hep eksik kalacak. Babam, sevdiği kadından duyana kadar kalbinin hissettiklerine mantığını inandıramayacak. Onlar arasındaki düğüm çözüldüğünde günlerimi, haftalarımı hatta aylarımı bile alacak olsa hiç üşenmeden o fotoğraf albümündeki tüm hikayeleri, onsuz geçen tüm günlerimi anlatacağım babama. Yanımızdaki annem ile birlikte." Hilal'in ne demek istediğini çok iyi anlayan Burak başını aşağı yukarı salladı. "Haklısın. Tam olmanız için, bir aile olabilmeniz için Melek ablanın gerçekleri öğrenmesi gerekiyor. Her şey çok üst üste geldi zaten. Bu 'Normalmiş gibi.' işi şimdilik iyi olacaktır. Her şeyin gün yüzüne çıkacağı zamana kadar ancak toparlanırsınız." "O zamanın gelmesi... Çok uzun sürmez değil mi?" diye sordu Hilal üzgün bir sesle. Büyük yüzleşmeden kaçmak istese de bu belirsizlik halinin yıpratıcı olacağının farkındaydı. Özellikle de annesi için. "Bilmiyorum Kelebeğim. Babama bu konuyu açmaya çekinirim tepkisini kendimden biliyorum ancak Melek ablanın çok geç olmadan gerçekleri öğrenmesi gerekiyor." Titrek bir nefes alan Hilal'in gözünden bir damla yaş düştü. "Çok yıpranmıştır annem. Kimseye bir şey anlatamaz ki o. İçinde tutmuştur hissettiklerini. Ona karşı bir şey hissettiği için çok kızmıştır kendisine ama yine de istemeden ona çekilmiştir. Özlemiştir çok ama itiraf edememiştir." "Melek ablayla bu konuda benziyoruz. Ben de sana hislerimi itiraf edemediğim o dönemde çok yıpratmıştım kendimi. Senden kopamıyordum ancak koşamıyordum da. Bir de annenin durumunda bu hayattaki tek varlığı ,kızı, yaralı durumdaydı. En çaresiz anında gelen sevdiğine sığınamaması zor olmuştur. Emre ilk başlarda aralarının çok kötü olduğunu fakat pazar günü babam yoğun bakımı ziyaret ettikten sonra Melek ablanın bir adım attığını söyledi." "Burak... Ben annemi istiyorum." Hilal'in küçük bir kız gibi çıkan sesi karşısında Burak başını anlayışla aşağı yukarı salladı. "Tamam güzelim. Önce annenle konuşursun. Benim de aklım babamda kaldı. Sen Melek ablayla konuşurken ben de gidip babama birkaç şebeklik yaparım." "Gülsün ama tamam mı? Çok kötü gözüküyordu." diye fısıldadı Hilal endişeli bir şekilde. "Ayıp ediyorsun sevgilim. Ben birisiyle diyolağa gireceğim ve onu güldürmeyeceğim yani öyle mi?" Sevgilisinin ukala cümlesi Hilal'i gülümsetirken, onu işaret eden adam "Misal." dedi muzip bir sesle. Bunun üzerine kızın gülümsemesi büyümüştü. Bir süre onun gülümsemesine bakan adam derin bir nefes aldı. "Kelebeğim?" Burak'ın ciddi çıkan sesiyle zümrüt yeşili gözlere dönen kız "Alfa'm?" diyerek karşılık verdi. "İlk dilek hakkımızı kullanalım mı?" Cümleyi duyan Hilal bedenini tamamen adama döndürerek kaşlarını çattı. "Nasıl? Nerede?" "İkimiz arasında, burada, her yerde." diyerek buruk bir şekilde gülümseyen adam sessizce devam etti. "İlk dilek hakkımız Fırtına'nın olsun... Babamızın." Babamız hitabı ruhuna işlerken Hilal sevgilisinin açıklamasını dinlemeye başladı. "Her şey yolundaymış gibi davranacaksın ancak içinde bir yerler yolunda olmadığını söyleyip duracak. Benimle o yerin fısıldadığı düşüncelerini paylaşmanı istiyorum. Dilek hakkım bu. Her gece uyumadan önce, o gün yaşananlarla alakalı hissettiklerimizi birbirimize anlatacağız. İlla o gün olmasına gerek de yok. Genel bir düşünce de olabilir ancak özne hep Salih Ege Aslan ve Gül Kokulusu olacak. Annen ve baban. Bazı şeyleri ötelemek istiyorsun anlıyorum ancak kendinden ve benden kaçmanı istemiyorum. Bu yüzden de 'Kabulleneceğim ve her şey yolundaymış gibi davranacağım.' olayından kendimi resmi olarak muaf tutmak istiyorum. Bana rol yapmayacaksın. Maalesef her şey yolunda değil ve biz yoldan fırlayalı çok oldu. Tek senin için değil benim için de çok hassas bir konu bu. Bu yüzden ben de sana anlatacağım hislerimi/düşüncelerimi. Nasıl fikir?" "Çok sevdim. Çok da isterim ama biz bu dilekleri güzel şeyler için kullanacaktık. Ben dilekler gerçekleştikçe tek tek öperek iyileştirecektim o dileğin yarasını. Bu durum çok uzun sürecek gibi gözüküyor. O zaman ilk dilekte takılı kalmış olmaz mıyız? Hem hani mutlu anılarla o dileğin acısını unutacaktık? Bu... Mutlu bir dilek değil ." Sevgilisinin üzgün ses tonunu duyan Burak başını iki yana salladı. "Sadece buna mahsus olsun. Mutlu değil belki ama kötü bir dilek de değil. Sadece hüzünlü bir dilek. Dileğin en özeli, çaresiz bir anda mutluluğa kavuşmak için dilenmiş olanı değil midir? Baktığımızda o gün bıçağın zehirli olma ihtimaliyle açtığım o büyük kestikten (12. Dilek'ten) sonra çok büyük bir çaresizlikle açtığım diğer kesik, bu ilk kesikti. İlk kestikten sonrası hızlı geldi ancak bu ilk kesikte delicesine korku ve seni kurtarma isteğimin çaresizliği vardı. Bu yüzden de bu ilk dilek mutlu anlardan değil de çaresizliğimizi iyileştiren konuşmalardan oluşsun. Her gece yavaş yavaş hem bizi birbirimize bağlasın hem de benim o an hissettiğim korkuyu alsın. Baban, babamız, hakkındaki endişelerle birlikte yarayı iyileştirsin götürsün. Bu dilek hakkı; gerçekleşene kadar, biz mutlu kahkahalara ulaşana kadar, burada rezerveli kalsın. İkinci dilekten başlasın mutlu bir dilek dileyip, gerçekleştirdikten sonra da yarayı öperek iyileştirme olayı. Ne dersin?" "Seni çok seviyorum.' derim." diye fısıldadı Hilal gözlerindeki aşkla sevdiği adama bakarak. "Cık. Ben daha çok..." diyerek gülümseyen Burak sevgilisinin alnına yumuşak bir öpücük bıraktı. Odadaki ağır havanın etkisinden kurtulmak isteyen genç kız, sonunda bir çıkış bulmuş olmanın rahatlığıyla muzipçe konuştu. "Bunu da ekledim kaşınacaklar listesine. Benim daha çok sevdiğimi göstereceğim sana." "Ne yapacaksın? Dur bir tahmin edeyim. Evlenme teklifi mi edeceksin yoksa?" diyen Burak'ın dudaklarında hin dolu bir gülümseme belirmişti. Bıkkın bir nefes alan Hilal, gözlerini adamın yeşil gözlerine dikti. "Bana evlenme teklifi ettiğin gün sana 'Hayır!' cevabını vereceğim Burak Kılıç!" "Yüzüğü parmağına takıp boynuma atladığın sıralarda mı?" diye sordu Burak ukala bir şekilde sırıtırken. "Hayır. Yüzüğü sana yedirip ellerimle boğazına yapıştığım sıralarda!" "Oy düşünceli sevgilim benim. Yüzüğün mideme gitmesin diye boğazıma mı yapışacaksın sen?" "Teklifi kabul etmeyeceğim için benim yüzüğüm olmuyor." dedi Hilal inatla adama bakarak. "Yok ondan değil. Teklifi rüyanda göreceğin için senin yüzüğün olmuyor. He hayali bir yüzük takarım diyorsan o başka." dedi Burak da altta kalmayarak. "Olmayan bir sevgiliye sahibim, hayali yüzüğü de takarım canım. Kalk yanımdan! Ayrıldım senden." Sevgilisinin tribini duyan Burak neşeli bir kahkaha attı. "Senin şu ayrıldım triplerine bir son vermeliyiz Asena Hanım. İnsan hiç 'Ayrıldım.' diyerek sevgilisine trip atar mı?" "İnsan hiç 'Cezalısın. Evlenme teklifi falan yok sana.' diyerek sevgilisini tehdit eder mi?" diye karşılık verdi Hilal hiç duraksamadan. "Tehdit değil ki. Cezalısın sen." dedi Burak dudaklarındaki sırıtışı saklamaya çalışırken. "Defol Burak!" diye çıkışan Hilal arkasını dönerek yatmaya devam etti. "Hilaaaaal." diyen Burak gülen sesiyle sevgilisine seslendi. Adamın omzuna dokunan elinden omzunu silkerek kurtulmaya çalışan genç kız gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı. "Hilaaaaal? Küstün mü?" diyerek gülen Burak kıza yanaşırken Hilal onu tersledi. "Hiç sırnaşma." "Cık cık cık. Ayıp ayıp. Günah günah. Bak bakayım sevgiliye." "Benim sevgilim yok. Ayrıldık biz." diyen kızın gülen sesini duyan Burak sırıtışını gizleyemeyerek konuştu. "Tamam tamam istediğin gibi olsun." Bunu duyan Hilal hızla sevgilisine döndü. "Cezamı kaldırdın mı yani?" "Yok o değil diğer istediğin. Ayrılalım." Hilal, kıs kıs gülen adamı gördüğünde yanındaki sehpanın üzerindeki yatak kumandasını aldığı gibi adama fırlattı. Burak son anda refleksleri sayesinde kumandadan kurtulurken gür bir şekilde kahkaha atmaya başlamıştı. "Defol Burak!" diyen kız sevgilisinin neşeli kahkahasıyla daha fazla dayanamayarak gülmeye başlamıştı. Kısa süre sonra elini gerilen yarasının üzerine götüren genç kız sahte bir sinirle söylendi. "Güldürme yaa. Kızgınım sana." "Hee. Belli oluyor. Çooook kızgınsın hatta." diyen adam kız arkadaşının burnunu parmaklarının arasına alarak sıktı. Dudaklarında kocaman bir sırıtış beliren Hilal gözlerindeki sevgiyle erkek arkadaşına baktı. "Defol Burak." "Giderim ama bak. Ağlarsın sonra peşimden." diyen adam gerçekten de ayağa kalkmıştı. Bir nevi 'Artık gitmem gerek, annenle görüşmelisin.' diyordu. "Galiba ağlayacağım." diye mırıldandı Hilal de dudaklarındaki sırıtış hüzne bulanırken. Ona bakan Burak hüzünlü bir nefes aldı. "Ben iyice bencil herifin teki oldum. Ağlayacağın omzun sahibi öz annen olsa da seni teselli edemeyeceğim bir yerde, bensiz ağlamanı istemiyorum." "Farkındayım. Hislerimiz karşılıklı. Yine de yapmamız gereken konuşmalar var. Ben annemle konuşayım sen de... Babamızla." Gülümseyen Burak sevgilisinin gözlerinin içine baktı. "Benim olanları sahipleniyorsun diye söyleniyordum ancak işler pek de öyle değilmiş sanırım ha... Hilal Aslan!" Duyduğu hitapla nefesi kesilen genç kızın dudakları istemsizce yukarı kıvrılmıştı. "Hilal Aslan." diyerek tekrar eden Hilal mutlulukla devam etti. "Sevdim, yakıştı. Bu durumu hiç düşünmemiştim. Artık Hilal Aslan mı oldum?" Yıllarca sevgilisine ev sahipliği yapan bu soyadını gerçekten de çok sevmişti genç kız. Salih Aslan'ın kızı Hilal Aslan. "Evet öyle oldun İhtilal'im." diyerek gülümseyen Burak sevgilisine hafif bir asker selamı verdi. "Ben artık kaçar. Şimdi gitmezsem hiç gidemeyeceğim gibi." Sevgilisinden ayrılmak istemeyen genç kız üzgün bir şekilde başını salladı. "Annemi çağırır mısın peki Alfa'm?" "Elbette Kelebeğim." diyen Burak kapıya doğru yürürken yalnızca kendisinin duyabileceği şekilde mırıldanmıştı. "Evet. Hilal Aslan oldun Asena'm. Hilal Kılıç olacağın güne kadar, geçici bir süreliğine..." 🦋 15 dakika sonra odaya giren annesine bakan Hilal yumuşak bir şekilde konuştu. "Hoş geldin." "Şaşkın geldim." diye mırıldandı Melek hafif bir tebessümle. Eliyle yatağının yanına vuran genç kız annesine buruk bir gülüş fırlattı. "Neden? Annemi yanımda istememde bu kadar şaşırtıcı olan ne?" Duyduğu cümleyle titrek bir nefes alan Melek kızının yanına oturduktan sonra dolu dolu olan gözlerini ellerine çevirdi. "Annem?" Kızının karşısındaki ilk gözyaşı usulca gözlerinden düşerken Melek başını kaldırarak kızına baktı. "Neden bu odadan sağ çıkamayacağımı hissediyorum?" derken sesi istediği gibi şakacı çıkamamıştı. "Ağlamışsın. Odadan çıktığında sen de ağladın değil mi?" diye fısıldayan Hilal annesinin eline uzandı. Kızının elini bir an bile duraksamadan tutan kadın sessizce mırıldandı. "Niyetim bu değildi. Şu son günlerde yeterince ağladığımı düşünüyordum." "Ağlamamış mısın?" diye sordu Hilal yumuşak bir şekilde annesi ile göz teması kurmaya çalışarak. Melek, kızının bu çabasını boşa çevirmeyerek ona baktı. Hilal annesinin kıpkırmızı olan gözlerini gördüğünde gözlerinin büyüdüğünü hissetti. "Sadece ağlamamışsın. Çok ağlamışsın. Gerçekten çok." diyen kız sesindeki titremeyi gizleyememişti. Kızına bakan Melek'in dudaklarında acıyla harmanlanmış buruk bir gülümseme belirdi. "25 yılın gözyaşları az olamadı." Annesinin gülümsemesindeki sevgiyi hisseden Hilal, incelercesine kadının kahverengi gözlerine baktı. 25 yıllık acısını ağlayarak atan birinin gözlerinde acı ve hüzün olur. Peki bu sevgi, memnuniyet ve mutluluk ne? "Anne sen nerede ağladın?" diye sordu Hilal bir anda. Soruyu duyan Melek gözlerini kaçırdıktan sonra hüsranla iç geçirdi. "Asla ağlamamam gereken bir yerde." Hilal dudaklarında beliren gülümsemeye engel olamazken annesine baktı. "Yani?" diye sorarken alacağı cevabı çok iyi biliyordu genç kız. "Babanın kollarında..." 🌙 Kızının yanından çıkan Ege hızlı nefes alış-verişlerinin sonunu hiç iyi görmeyerek boş gözlerle koridorda yürümeye başladı. Arkasından seslenen kadını duymayan adamın aklında yankılanan tek şey, tamamlanmayan o cümleydi. 'Sen benim yüzümden...' Orada zorlukla kızını teselli edebilmiş olsa da şu an o çaresiz ses tüm ruhunu yakıyordu. Şu hayatta duymaktan en çok korktuğu cümlelerden birisini duymuştu adam. Dudaklarından çaresiz bir yakarış dökülen Salih koridorun sonuna geldiğinde bilinçsiz bir şekilde sola döndü. Nefes alamıyordu. 'Kendini suçlarsa ben yaşayamam. Onun suçu değildi. Onun hiçbir şeyden haberi yoktu. O daha doğmamıştı bile.' Kızının kıpkırmızı olan ela gözlerinden dökülen yaşları hatırlayan adam acıyla güldü. 'Bu hayatta kızımı ağlamaktan başka hiçbir şey yapmadım.' Bu düşüncelerde boğulan adamın gözleri alamadığı nefeslerden dolayı bir anda kararmış ve Salih Ege bilinçsizce attığı birkaç adımdan sonra yalpalamıştı. İlerisindeki duvara tutunmak için beyhude bir çabayla elini boşlukta savuran adam kolunu tutan eli hissettiğinde istemsizce inledi. Meleğinin ufacık bir dokunuşu bile onu darmadağın ediyordu. "Nefes alır mısın? Ege nefes al!" Sevdiği kadının korku dolu sesini duyan adam gözlerinin dolmasına izin verirken titrek bir nefes aldı. "Nefes verdiğim benim yüzümden hıçkırıklara boğulmuşken nasıl nefes alabilirim?" Sevdiği adamın acısını yüreğinde hisseden Melek usul usul gözyaşı dökmeye başlamıştı. Ege'nin düzensiz nefesleri devam ederken adamın önüne geçerek yüz yüze gelmelerini sağladı. "Bana bakar mısın? Ege?" Kadının yalvaran sesine rağmen ona bakmayan adam başını iki yana salladı. "Sana bakamam. Şu an sana bakarsam yıkılırım. Ben yıkılmak istemiyorum." Titreyen elini sevdiği adamın çenesine götüren Melek adamın başını kaldırdı fakat Ege eski karısıyla göz göze gelmemek için gözlerini kapatmıştı. Karşısındaki adamın kapattığı gözlerine ve gözyaşı izleriyle dolu yüzüne bakan Melek, parmaklarını tıraş olmadığı için uzamış sakalların arasında gezdirmeye başladı. Bu temas karşısında kalp atışları hızlanan adamın sol gözünden bir damla gözyaşı süzülmüştü. "Yapma..." diye fısıldadı adam boğuk sesiyle. "Gözlerini aç o zaman." diye fısıldadı Melek de aynı boğuk sesle. İkili, yine bir dejavu ânının tam ortasındaydılar. Kocasının gördüğü kabuslardan sonra defalarca kez aralarında bu an yaşanmıştı ve hepsinde de Ege ,şu anda da olduğu gibi, gözlerini açarak elalarını aşık olduğu kahvelerle birleştirmişti. "Hilal birazdan seninle görüşmek isteyecektir. Toparlanmalısın." diyen kadın elini adamın yanağından ,sakallarından, çekmemiş. "Toparlanamıyorum, toparlanamam. Yaşananlara bak nasıl toparlanayım?" diye fısıldadı Salih Ege büyük bir isyan içerisinde. "Çok basit. Bırak içindeki zehir aksın. Ağla! Ağla ki toparlanabil. Bak içerideki zeki kızımız bu acının yalnızca ağlayarak geçeceğini bildiğinden gözyaşı döküyor. Sen de aynısını yap." "Ben 'Nasıl toparlanayım?' diye soruyorum, sen üstüme nasıl toprak atılacağını anlatıyorsun." dedi Ege kısık bir sesle. Aralarındaki neredeyse olmayan yakınlık adamın sınırlarını zorluyordu. Kadının yanağındaki elinin de bunda payı çok büyüktü. Geri çekilmek istese de buna gücünün olmadığını fark etti. Özlemişti kadının ona dokunmasını. Bu yakınlık o kadar aşina geliyordu ki, o kadar güzel hissettiriyordu ki... "Hâlâ mı ağlamaktan korkuyorsun?" diye fısıldadı Melek eski kocasına bakarak. Karşısında 50 yaşında bir adam vardı ancak bakışları 25 yaşındaki o delikanlıydı. Aynı çaresizlik, aynı yardım çığlıkları ve aynı ilgiye muhtaçlık... Duyduğu yumuşak cümleyle Ege tüm iradesini kaybettiğini hissetti. "Hâlâ senin omzunda değilsem ağlamaktan korkuyorum. Hâlâ senin 'Geçti.' diyen sesin olmadan ağlamaktan korkuyorum. Senden sonra çok gözyaşı döktüm ama hâlâ ağlamaktan deliler gibi korkuyorum. Saçlarımı büyük bir teselliyle okşayan Meleğim olmadan kayboluyorum çünkü." Duyduklarıyla dudaklarının arasından küçük bir hıçkırık kaçan Melek inlemesini gizlemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Kadının gözünden düşen yaşları gören Ege, kendini zincirlemekten çok yorulmuş bir şekilde elini eski karısının yüzüne götürdü ve sevgiyle düşen yaşları silmeye başladı. Melek, yüzünde hissettiği eski kocasının parmaklarıyla birlikte bu sefer acı dolu inlemesini gizleyememişti. O an her şeyi boş veren Ege sevdiğine yaklaştı ve alnını sevdiğinin alnına yaslayarak ve gözlerini kapattı. Bu hareketi hiç beklemeyen kadın önce titrek bir nefes alsa da kısa sürede o da teslim olarak gözlerini kapatmıştı. İkili nefesleri birbirine karışırken zaman kavramını unutmuş bir şekilde öylece durdular. İkisinden birinin milimlik yaklaşımı dudaklarının yıllar sonra birbirine kavuşmasına neden olacak olsa da ikisi de o adımı atmadı. Aralarında onlarca kırıklık varken, ruhları birbirine küsken dudaklarının kavuşması anlamsız gelmişti. O dudaklardan önce konuşulmayanlar dökülmeliydi. Ancak ondan sonra hakkıyla birbirlerini bulabilirlerdi. Bir süre sonra aklı başına gelen Ege elini kadının yüzünden indirdikten sonra geriye doğru bir adım attı. Onun gideceğini anlayan Melek hızla konuştu. "Bir gün bir söz okumuştum. O günden sonra her ağladığımda bu söz geldi aklıma. Daha çok ağladım." Gözlerini açan Ege, Meleğine bakarken kadın bakışları yerdeyken fısıldadı. "Annesinden dayak yediği halde, yine 'anne' diye ağlayan bir çocuktur aşk. (-Cemal Süreya)" Sesindeki acziyyetle bu cümleyi kuran Melek gözlerini bal rengindeki elalara çevirdi. "Ben de ağlamaktan korktum hep. Sığınacağım limanım yokken, bana sımsıkı sarılarak beni koruyacak Ege'm yokken korktum. Çok korktum." Kadının cümlesini duyan Ege boğazının düğümlendiğini hissetti. Kahveler bir adım bekliyordu ancak ela gözlü adamın o adımı atmaya cesareti yoktu. Gerçekleri anlatamam ki ona, bedenimdeki yaraları görmesine izin veremem. Olmaz... Ege'nin o adımı atmayacağını anlayan Melek hüsranla elini adamın yanağından çekti. Ve tam o an yıllar önceki o cesur kız usulca ruhuna fısıldadı. 'Yorulmadın mı? Onun yüzünden onsuz ağlamaktan yorulmadın mı? Bırak. Bırak açtığı yarayı iyileştirsin. Sığın ona. O korkaktı, o hep korkaktı bilmiyor musun? Sendin bu ilişkinin cesur olanı. Sendin ilk adımı atan, sendin 1 hafta boyunca her gün onun yanına giden. Yine o adımı sen at. Yine o günkü gibi çek onu kendine sarıl. Bu sefer ağlaması için değil ama ağlamak için çek. Ona dediğin gibi bırak içindeki zehir aksın. Çok yoruldun Melek. Bırak o gözyaşların hak ettiği yerde hakkıyla aksın artık. Bırak...' İç sesinin söylediklerini duyan Melek, aşık olduğu ela gözlere bakarken ağlamamak için verdiği çabayı sonlandırdı. Kadının gözlerinden yeniden akmaya başlayan yaşlarla birlikte Ege yumruklarını sıktı. O andan sonra adama sarılmasının nedeni iç sesi miydi, adamın biçare gözleri miydi yoksa ilişkilerinin ilk başladığı o gündeki gibi kaskatı kesilen beden miydi bilmiyordu Melek. Neden ne olursa olsun, sonuç tekti. Melek, Ege'sine sarılmıştı Ege, aniden boynuna dolanan kollarla birlikte kesik bir nefes aldı. Aklına onlarca anı gelirken, kolları istemsizce kadının belini sarmıştı. Melek, adamın kendisine sarılmasıyla birlikte hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Kocasının yıllar önce o kötü sözlerle kendisini boşamasına ağladı Yalnız başına geçirdiği hamileliğe, yalnız başına yaşadığı doğuma ağladı Kızı olmasını isteyen adamın kızını onsuz büyüttüğüne ağladı Kızı için karşısındaki adamdan başkasının bedenine dokunmuş olmasına ağladı Ama en çok da onsuz geçen yıllarına ağladı. Onu deliler gibi özlemesine, onu deliler gibi sevmeye devam edişine... Sevdalısının hıçkırıklarla sarsılan bedeni karşısında onu biraz daha kendisine çeken Ege başını kadının omzuna gömerek inledi. Kısa sürede onun da gözlerinden yılların acısı akmaya başlamıştı. Ve Ege de ağladı. Deliler gibi aşık olduğu kadını sırf korumak için boşamasına ağladı Küçüğünü kurtarmak için babasını vurmak zorunda kalmasına ağladı Karısının başka bir adamla evlenmiş olmasına ağladı Suskunlukla geçen aylarına, gördüğü işkencelere ağladı Berceste'sinin aslında öz kızı olmasına ve onun büyüyüşünü hiç görememiş olmasına ağladı Ama en çok da onlarsız geçen yıllarına ağladı. Hak ettiği yerde olamayışına, onlarla mutlu olamayışına ağladı. Aradan dakikalar geçti. Hol dakikalarca iki yas tutanın hıçkırıklarıyla inledi. Gözlerinden düşen her bir damla kalplerindeki sancıyı aldı, dudaklarından çıkan her hıçkırık ruhlarındaki acıyı azalttı. En büyük teselliyi yaşıyordu onlar. Yıllar sonra birbirlerinin kollarındalardı! Gözyaşları sonunda yavaşlayan Ege, ensesindeki saçları okşayan kadını hissederken hafifçe tebessüm etti. İşte tam o an, o nefret ettiği iç sesi usulca ruhundaki karanlıktan fırladı. 'Amcasının katiline sarıldığını bilse yine de sana sarılır mıydı acaba? O zaman yine sana sığınır mıydı yoksa tüm gücüyle kaçar mıydı? Teselli bulduğu kollar babası saydığı adamı öldüren kollar. Ulan o adamın senin yüzünden yıllarca mezarı bile olmadı. Öldükten sonra bile ona işkence ettin, bataklıklarda süründü adam senin yüzünden. Sence tüm bunları bilse 'Annesinden dayak yediği halde, yine 'anne' diye ağlayan bir çocuktur aşk.' der mi biricik eski karın? Gerçi kime ne anlatıyorsam? Sen değil miydin elinde arkadaşının kanı varken onunla sevişen? Alışkınsın sen ellerindeki kanla onu sevip bunu ondan saklamaya. Bu gerçeği de söylemezsin, yeniden evlenirsin bu sefer de babasının kanına ev sahipliği yapan ellerinle dokunursan ona. Ne olacak ki? Hadi devam sarılmaya!' Bedeni buz kesen Salih Ege gözlerini açarak kadına sarılan kollarına baktı. Nefes alış-verişleri düzensizleşmiş, tüm bedeni kaskatı kesilmişti. Onun ruh halindeki bu değişimi hisseden Melek endişeyle kaşlarını çatarken adamın buz gibi çıkan ruhsuz sesini duydu. "Yaşanmamışlarımızı arttırıyorsun. Bu gidişle günü gelecek 'Hiçbir şey olmadı.' rolünü yapamayacağız. Rol yapmazsak liman fırtınada yıkılır. Yıkılmasa ha? Kızımı tanımak istiyorum da." Böylesine özel bir andan sonra mesafeyle kurulan bu soğuk cümlelerle tokat yemiş gibi hisseden Melek şok içinde kollarını indirdi. "Her seferinde 'Bu adam daha fazlasını yapamaz.' diyorum her seferinde beni yanıltıyorsun. Az kaldı Salih Aslan. Ben derviş değilim. Yıllardır yokluğunda yapamadığını varlığında yapacak gibisin. Böyle devam edersen bir gün seni sileceğim. İşte o zaman fırtınayı da yıkımı da görürsün." Ruhunda hissettiği acıyla kendini yıkan bu adamdan gitmek için hareketlenen Melek, Ege'nin yanından geçerken usulca fısıldamıştı. "Sanırım sen her zaman 'En büyük hayal kırıklığım.' olarak kalacaksın." 🌙 "Nasıl hissettin?" diye sordu Hilal, gözleri uzaklara dalmış annesine bakarak. Soruyu duyan Melek'in aklına dün burada yaşanan sahne geldi. 'Ben sadece... Özlemişim.' diyen adam. Sonrasında çekip giden adam! "Ne fark edecek ki? Zaten yaşanmamış sayacağız." diyen kadının sesindeki isyan ve öfke hissediliyordu. "Bu cümle fazla tanıdık geldi." diyen Hilal istemsizce gülümsemişti. Onun bu haline bakan Melek de tebessüm ederken şakacı bir sesle sordu. "Kızlar babalarına benzeyen adamları seçer/sever derler ama... Sen nasıl koskoca dünyada tanımadığın babanın büyüttüğü adamı bulabildin kızım?" "İnsan şartlar ne olursa olsun ruhunun diğer yarısını bulur anne. Seninki de seni önce haritada varlığını bile bilmediği bir köyde buldu, şimdi de koskoca İstanbul'da." Melek'in aklına ameliyathanenin önünde onu gördüğü ilk an gelirken Hilal düşündüğü şeyi anlamış gibi az önceki sorusunu tekrardan sordu. "Nasıl hissettin? Onu yıllar sonra karşında gördüğünde ne hissettin?" Soruyla birlikte ani bir nefes alan kadının gözleri dolarken kalbinde de büyük bir sancı belirmişti. Annesinin sessiz kalışına bakan Hilal kadının elini sıkarak yumuşak bir şekilde tebessüm etti. "Kimseyle konuşmadın değil mi? Şu son günlerde yaşananlar hakkında biriyle konuştun mu anne?" Gözlerini kırpıştıran Melek başını iki yana salladı. "Sinan abimle konuştum ancak daha çok o konuştu. Hem zaten ben..." "Yeni tanıştığın birine kalbini/hislerini açmazsın." diyen Hilal'in dudaklarındaki tebessüm abim hitabıyla istemsizce büyümüştü. Bu konuyu daha geniş bir zamana atmaya karar veren genç kız devam etti. "Tek yeni tanıştığın değil, bu konu hakkında kimseye kalbini açmazsın. Konuşmaktan kaçınmanın başlıca sebebi kendi söyleyeceklerini duymaktan korkman çünkü." "İnsanın kızının psikolog olması hiç de iyi bir şey değil." diye mırıldanan Melek derin bir nefes almıştı. "Kimseye tek kelime edememek yormuyor mu?" Dolan gözlerindeki gözyaşlarını daha fazla engellemeyen kadının gözlerinden birkaç damla yaş düşerken acıyla fısıldadı. "Çok yoruyor." "Bari sadece onu ilk gördüğünde ne hissettiğini söyle. Ne düşündün? Asker olması az da olsa nedenlerini verdi mi sana mesela?" "Bu konuyu konuşsam bile seninle konuşmak istemiyorum sanırım." diye mırıldandı Melek kızına bakamayarak. "Şu an olaya en objektif yaklaşacak kişi ben değil miyim anne? Sıla teyzeme anlatsan senin tarafını tutacak babamı kötüleyecek ve sen bunu istemiyorsun çünkü..." diyerek duraksayan Hilal bu çünkünün karşısındaki kadının kaldıramayacaklarından olduğunun bilinciyle devam etti. "Kendimden örnek vereyim. Bazı zamanlarda Burak'ın benden kaçmasına, bana yaşattıklarına söylenirdim. Ona kızardım, ağzıma geleni saymak isterdim. Tüm bunlara rağmen başkasının ona herhangi bir kötü sözünde Asena kesilirdim. Çünkü sevdiğini kendin kötülerken ciddi değilsindir, gerçek hislerin değildir bunu bilirsin ancak başkası söylediklerinde ciddidir ve sen ne yapmış olursa olsun sevdiğini korumak istersin/korursun. En doğal içgüdüdür bu. Bunun olmasını istemediğini için Sıla teyzeme veya başka bir arkadaşına hiçbir şey anlatamazsın. Anneanneme anlatsan o da bilinçsizce ikinizin iyiliği için sana empati yaptırmaya çalışacaktır. 'Ama bak o da böyle hissetmiştir.' gibi şeyler söyleyecektir. Aslında istediği senin mutluluğun ancak bunu yaparken onu savunuyormuş gibi olacak. Ve sen bu durumu da yaşamak istemiyorsun." Kızının söyledikleriyle afalladığını hisseden Melek şaşkın gözlerle ona baktı. "Ne oldu? Küçük kızının psikolog yüzüyle gerçek anlamda karşılaşmak çok mu şaşırttı?" diyerek hafifçe gülen Hilal yumuşak bir şekilde devam etti. "Senin şu an ihtiyacın olan kendi duygu durumunu çözümlemek annem. Kendi duygularını çözmeden babamla empati yapıp, onun ruh halini düşünmeye kalkarsan güçten düşersin. Kendini ötelersen kendini ezersin. Böyle olunca da kendi öz saygını ezmene sebep olduğu için ona öfkelenirsin. Bu öfke, diğer öfkelerini ve ötelediklerini de ortaya çıkartacak nadir etkenlerden. Küçük bir çocuk bile öz saygısına/karakterine gelen herhangi bir zararda saldırganlaşırken, bir yetişkinin saldırganlaşmasından daha doğalı olamaz. Buradan sonrası büyük sıkıntı. Hislerinde verdiğin savaşın acısını ondan çıkartırsın. Sürekli bir laf sokma, sataşma, daraltma... Bir yerden sonra ,haksız bile olsa, karşındakinin de karakteri devreye girer ve saldırıların altında kalmamak için senin zayıf noktalarına saldırmaya kalkar. İşler bu raddeye gelirse , iki taraf da geri dönüşü olmayacak şekilde karşısındakini incitir. Ben bunu yaşamanızı istemiyorum. Sizin birbirinize saldırabileceğiniz çok malzeme var anne. Çok fazla susuşlarınız, çok fazla katlanmak zorunda kaldıklarınız, çok fazla ayrılıklarınız var. Sen, onu neyin yakacağını çok iyi biliyorsun. O, seni neyin yakacağını çok iyi biliyor. Eğer ağzınızdan o alevleri bir kere çıkartırsanız, çıkan yangını gözleriniz bile söndüremez." Kızı resmen günlerdir yaşananları özetlemişti. "Kameraları falan mı izledin? Biri bir şey mi anlattı? Sözlerinin başka açıklaması yok." diye mırıldandı Melek. "Gerek yok ki anne. Senin hislerini kabullenmeyeceğini ve bu yüzden de saldıracağını görmek için kameraları izlemeye gerek yok. Hem... Burak ile bizde de benzer durumlar yaşanmıştı. O beni sevdiğini inkar ettiği için bana saldırdı, ben ise ona olan hislerimi kabullendiğim için onun saldırılarını alttan aldım. Sizde de durum aynı." "Saldıran benim, alttan alan o mu yani?" diye soran Melek istemsiz bir alayla gülmüştü. Annesinin kaçırdığı gözlerine ve dudaklarındaki alaya bakan Hilal başını onaylamaz bir şekilde iki yana salladı. "Bu tepki ne biliyor musun? 'Beni hiçe sayıp hikayesini bildiği babasını tutuyor. Tam da tahmin ettiğim gibi.' diye düşünüyorsun." Kızının cümlesini duyan Melek sessiz kalarak başını önüne eğdi. "Anne onun hikayesini biliyorum doğru ancak senin hikayeni beraber yaşadık biz. Gerçeği öğrendiğim güne kadar birçok şey anlamsız geliyordu fakat öğrendikten sonra her şeyi rayına oturttum. Biliyor musun şu son aylarda sık sık albümü önüme alır, çekilen resimlere bakarak olayların yaşandığı güne gitmeye çalışıyorum ya da bir video açıp oradaki davranışının nedenini çözümlemek için seni inceliyorum. Çünkü seni anlamak istiyorum, çünkü seni anlıyorum. Eskiden çözemesem de artık öyle değil. Ben seni anlıyorum anne. Seninle empati yapabiliyorum. Bir kadın olarak, bir aşık olarak seni anlıyorum. Yaşadığınız hikayenin detayını bilmesem de boşlukları doldurabiliyorum. Bu durumda seni anlamamamdan endişe edemezsin. Seni anlıyorum. Seni anladığım gibi babamı da anlıyorum." Melek boğazındaki düğümleri hissederken Hilal boştaki elini annesinin elinin üzerine koydu. "Konuya objektif yaklaşmamın nedeni hikayenizi az buçuk bilmem ya da sizi anlamam değil. Sizi sevmem. Çok sevmem! Ben sizin çocuğunuzum. Bir tarafta sen varsın diğer tarafta ise o... Babam. Çocuklar asla taraf tutmaz anne. Çocuklar anne ve babası arasında bir ayrım yapmazlar. Tamam bazı huylarını annesinden bazı huylarını babasından almışlardır. Tamam birine daha çok nazı geçer, diğeriyle ilgi alanı farklılığından mesafeli gibi durur ancak bu durum onu daha çok seviyor diğerini sevmiyor olayı olmaz asla. İkinizden birinin eline cam batsa acısını tüm hücrelerimde hissederim ben ve siz ikiniz şu an kırık camların üzerinde çıplak ayak yürüyorsunuz." Gözleri dolu dolu olan genç kız titrek bir sesle devam etti. "Benim yapabileceğim hiçbir şey yok. Yok! Yanındayım, seni anlıyorum, hislerini benimle paylaş demekten daha fazlasını yapamam, yapamıyorum. Lütfen benden bunu da alma anne. Lütfen beni böylesine çaresiz hissettirme. En azından yanında olduğumu, az da olsa içindeki çalkantıyı sakinleştirebildiğimi bileyim. Lütfen..." Kızının çaresiz sesini duyan Melek acıyla gözlerini kapattı. "Onu ilk gördüğümde... Alevlerin arasından kurtarılmış birisi gibi hissettim kendimi." "Nasıl yani? Biraz daha açar mısın?" diye soran Hilal fark etmeden psikolog moduna bürünmüştü. Gözlerini açarak kızına gururla bakan Melek anlayışla bakan elalar karşısında hafifçe tebessüm etti. "Seansına kaç alıyorsunuz Psikolog Hanım?" "Sizin faturanız yok Melek Hanım. Size asıl ödeme yapması gereken kişi benim. 25 yıldır her gün özenle yaptığınız anneliğin hakkını..." "Dünyaya gelmeden önce karnımdaki tatlı hareketliliğinle; dünyaya geldikten sonra ise ela gözlerindeki mutlukla, neşeli kahkahalarınla ödedin zaten kızım. Hayatımdaki varlığın tek terapim." diyen Melek kızının elini sıktıktan sonra kızının istediği gibi anlatmaya başladı. Eski kocasını gördüğünde hissettiği duyguları teşbihler üzerinden anlatmak, bizzat söylemekten çok daha kolay gelmişti. "Alevlerin ortasında kalmışsın, nefes alamıyorsun. Artık susmasını istediğin doğanın haykırışları eşliğinde, turuncuların arasında bilinçsizce yürüyorsun. Önünü göremiyorsun, yardım çığlığı atsan da duyulmuyorsun. Sonunun geldiğine eminsin. Yürüyorsun, yürüyorsun, yürüyorsun. Tek yaptığın bu, tek yapabildiğin bu. Duramazsın! Bir son olduğuna, bir çıkışa varacağına inanmaktan başka çaren yok. Aradan dakikalar geçiyor. Etrafındaki alevler harlandıkça, inancın da sönmeye başlıyor. Yine de bedenin durmuyor. Etrafında yaşanan vahşeti görmemek için yürümeye devam. Yürü, yürü, yürü... Kendini bu umutsuz yürüyüşe öylesine kaptırmışsın ki alevlerin arasından çıktığını, yardımına koşan insanları görene kadar anlamıyorsun. Onları görmenle bacaklarındaki derman kesiliyor. En azından bir canlı var artık etrafında, bağırışlar, haykırışlar daha gerilerde kalmış. Bunun rahatlaması ile düşecek gibi oluyorsun. Ancak etrafındaki insanlar buna izin vermiyor, seni kollarından tutup sürüyerek ateşten uzaklaştırıyorlar. İlerledikçe farkına varıyorsun. Sonunda kurtuluşa, havaya, serinliğe kavuştun. Sonunda o cehennemden kurtuldun. Sonunda..." Titrek bir nefes alan Melek gözlerinden süzülmeye başlayan yaşlarla anlatmaya başladı. "Bir müşterimin evindeydim. İstediği tasarımı çizerken içerideki televizyondan bir son dakika haberi yankılanmaya başladı. Şah'a yapılan baskındı. Önceki akşam Şah'a gideceğinizi söylemiştin. Bir hışımla seni aradım ancak telefonun kapalıydı. Aslı'yı aradığımda sesinde telaş vardı. İnan bana Şah'ın önüne nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Çantamı bile müşterimin evinde unutmuşum taksiden ineceğim zaman fark ettim bunu. Aslı ile Emre karşılamaya gelmişti, Emre ücreti ödedi. Beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı ama tahmin edersin ki bu hiç kolay değildi. En sonunda Emre beni insanların arasından kenara çekti Burak'ın gizlice içeri girdiğini senin onunla olduğunu, onlar içeriye ulaşamasa da Burak'ın mutlaka onlara ulaşacağını söyledi. İçimde bir korku vardı ancak söyledikleri biraz olsun sakinleştirmişti. Sonra ortadan kayboldular. Burak'tan haber aldıklarını ve operasyon hazırlığında olduklarını tahmin etmiştim. Dakikalar sonra Sinan abi geldi yanıma. Kızarmış gözlerini gördüğüm anda başımı iki yana sallamaya başlamıştım. Sana bir şey olmuştu. Sana bir şey olmuştu!" Hilal'in gözlerinden de yaşlar akmaya başlarken pişmanlıkla annesine baktı. "Hastaneye sizden önce geldik. Şah'ta operasyon başlarken biz hastaneye doğru yola çıkmıştık bile. Seni görmemin başka yolu yoktu ve ben mutlaka seni görmeliydim. Kimsenin dediğine inanmıyordum. Benim sadece seni görmem lazımdı. Sen getirilmeden bir süre önce annem ve diğerleri geldi. Herkes bir şey diyordu ama kimseyi duymuyordum ben, nefes alamıyordum. Sonra sen geldin. Gözlerin kapalı, yüzün bembeyaz, bedeninde kan, karnında bıçak..." İnlememek için dudaklarını birbirine bastıran Melek fark etmeden kızının elini sıktı. "Hayatımın acımetresinin en üst sırasını, babamı kaybettiğim gün ve sevdiğim adamın beni boşadığı gün eşit olarak paylaşıyordu. Bunun üstünün olacağını asla düşünmemiştim. O an, olabileceğini anladım. 7 aylık küçücük bir bebekken hastaneye kaldırıldığında da böyle hissetmiştim ancak bu seferki bambaşkaydı. Tırnağı kırılsa dünyayı yakacağım kızımın karnında bir bıçak duruyordu. Ben ayakta durabilmeme şaşırırken Burak çıldırdı. O çocuğun seni çok sevdiğini hep biliyordum ancak bu sevginin benim sevgimle yarışacak düzeyde olduğunu o an anladım. Ameliyathaneden çıktığındaki hali de bu durumu tescilledi." Başını öne eğen Melek asla dile dökmek istemediği yerin yaklaştığını hissederek titrek bir nefes aldı. "Etrafıma nasıl bir 'Yaklaşmayın.' sinyalleri veriyorsam, senin eşyalarını bana teslim eden hemşire korka korka uzattı poşeti. Kanla kaplı kıyafetlerin, saatin, tokan falan vardı fakat gözümün gördüğü tek şey hilaldi. Kolyenin üstündeki kanlar başımı döndürürken hilali alarak avucumun içinde sıkıca tuttum. Aklıma sana bu kolyeyi taktığım 4. yaş günün geldi önce, sonra da bu kolyenin bana takıldığı o gün..." Başını yerden kaldırmaya cesaret edemeyen Melek kızıyla birleşmiş ellerine baktı. "İstedim. O an onun benim yanımda olmasını ve bana 'Geçecek.' demesini istedim. İstediğim tek şey buydu, oydu. Elalarını aldığın elalara bakarak sakinleşmekti. Ona sarılarak... Güçlenmek." Gözyaşları bir kez daha hızlanan Melek'in ağzından çaresiz bir hıçkırık kaçmıştı. "Bu düşüncelerle daha çok dağıldım. O an onu özlediğimi kendime itiraf edecek kadar çok dağılmıştım. Ona ihtiyacım vardı. Ona delicesine ihtiyacım vardı. Tek başıma bu acıyı sırtlanamıyordum. Onun desteğine ihtiyacım vardı. Onu nasıl çaresizce çağırdıysam... Geldi." Kızına bir bakış atan kadın onun yaşlar düşen bal rengi gözlerinde uzun süre kalamayarak gözlerini kaçırdı "Önce herkesin arkamda bir yere doğru baktığını fark ettim sonra da ayak seslerini duydum. Ameliyathaneye gelen birisi mi korkusuyla dönmüştüm arkamı. Onu gördüğüm an... Bedenimi taşıyan bacaklarımın titrediğini hissettim. Güçlüymüş gibi yapmak istemiyordum artık. Ona sarılıp hıçkırıklara boğulmak istiyordum. Her şeyi boşverip onun kollarına gerçekten de koşacaktım biliyor musun? Sen 7 aylıkken hastaneye kaldırıldığında ona çok ihtiyacım vardı ama gelmemişti. Şimdi; o günden daha fazla ihtiyacım vardı ve bu sefer yanımdaydı, gelmişti. Karşımdaydı! Bana ne dediği, ne yaptığı hiçbir şey umrumda değildi. Unutmuştum hepsini, unutmuştum onsuz geçen 25 yılımı. Sadece sana bir şey olmayacağını söylemesini istiyordum. Kızı için endişelenen ebeveynler olarak birlikte ayakta kalabilmek istiyordum. Sana benzeyen elalarında kaybolurken ruhum gibi bedenimin de ona sığınmasına izin verecektim. Tam o an Sinan Binbaşı konuştu. Bizim bakışmamız karşısında, her şeyden bihaber bir şekilde bizi tanıştırdı(!). Salih dedi. Benim Ege'm diyerek sevdiğim adama Salih dedi." Dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçan kadın gözyaşları içerisinde devam etti. "Onu araştırıp da bulamadığımda soyadını yanlış söylediğini düşünmüştüm hep. Yanlışmış(!), yalan. Yalan! Ben sadece soyadının yalan olduğunu düşünmüştüm. Buna bile anlam verememiştim hatta. Neden böyle bir şey yapmış olabilirdi ki? Ve şimdi kalkmışlar bana adının Salih olduğunu söylüyorlardı. Sinan Binbaşı'nın akademiden arkadaşıymış. Bana lise terk olduğunu söyleyen adam, Askeri Akademi mezunuymuş! Bedenindeki yaraların sokak dövüşlerinde, serserilik yaptığı sıralarda olduğunu söylemişti. Ama öyle değilmiş. Askermiş. Askermiş! Bana yalan söylemiş. Bana hep yalan söylemiş, bana yalnızca yalan söylemiş." İçinde hissettiği savunma içgüdüsünü zorlukla engelleyen Hilal tek elini saçına götürerek saçıyla oynamaya başladı. Kızının bu halini gören Melek derin bir nefes aldı. "Ne zaman bir şey söylemek isteyip de sussan saçınla oynarsın. 'Askerdi, görevdeydi ve söyleyemezdi.' mi diyeceksin? 'Ben de yaşadım aynısını ama Burak'ı anladım.' mı diyeceksin?" "Bir şey demedim anne." diye mırıldanan Hilal'in gözleri kendisini ele veriyordu. Genç kızın düşünceleri bu yöndeydi. "Babana yani Kadir'e o gün Burak için 'Yapmaz.' dedin ya hani, telefonda numarasını görmediğin halde onun seni kandırdığına inanmadın ya... O gün ve sonraki günlerde hissettiklerini en uç sayıyla çarparsan neler hissettiğimi anlarsın. Neden kabullenemediğimi ise ancak Burak'la evlendikten sonra anlayabileceksin." Gözlerini kızına diken Melek acıyla güldü. "Ben onun sahte hikayeleriyle gözyaşı döktüm. Omzundaki bıçak yarasının bir dövüş sırasında olduğunu söylemişti. Tek söylemedi anlattı da. Bak mesela bu yalanını nasıl affedeyim ben? Başımı yarasına koyarak gözyaşları dökmüşken nasıl 'Söyleyemezdi.' diyeyim? Sırtındaki uzun yarayı her gördüğümde canımdan can giderken, karnındaki kurşun yarasını yok etmek için derin bir istek duyarken nasıl o hikayelerin yalan olduğunu kabulleneyim? Parmak uçlarımla yaralarını sevdiğim kocamın bütün o zamanlarda bana yalan söylediğini nasıl sindireyim? Ben o ânın, o paylaşımın aramızdaki bağı kuvvetlendirdiğini düşünüyordum. Bana yaralarını anlattığı için, acılarına beni de kattığı için mutlu oluyordum. Ama öyle değilmiş. Asker olmasıyla beni bir kez daha terk etti o Hilal. Ona bağlandığım her an aslında koca bir yalandan ibaretmiş ve bunu öğrenmek beni bir kez daha yaktı, yıktı." Annesinin kahır dolu gözlerine daha fazla bakamayarak bakışlarını kaçıran Hilal korktuğunu hissetti. Annesinin yaraları tahmin ettiğinden çok daha derindi. Eğer gerçeği öğrenip de bu yaraların üzerini kapatmaya seçerse, o yaralar belki de en mutlu anda yeniden ortaya çıkardı. Bu hikayenin neresinden tutsa elinde kalıyordu... Bir süre sessiz kalan Melek kısık bir sesle anlatmaya devam etti. "Bir insan saliseler içinde zilyonlarca şey düşünebilirmiş. Onun ela gözlerinde kilitli kaldığım o anda bunu anladım. Tüm bu gerçeklik yüzüme çarptığında, söylenilen yalanlar beni yaraladığında kollarına koşmadığımı söylememe gerek yok sanırım? O andan sonra tek derdim gitmesiydi. Senin acının üzerine onu da yaşayamazdım. Ben yanımda olsun düşmemi engellesin diye onu yanımda istemiştim, beni yere fırlatsın diye değil. Bu yüzden de kovdum onu. 'Defol git!' dedim... Ama gitmedi." "Gitseydi ne yapardın?" diyerek araya girdi Hilal. Soruyu duyan Melek kalbinde büyük bir acı hissetti. "Düşerdim. Yere düşerdim ve bir daha asla gerçek anlamda ayağa kalkamazdım." diye fısıldadı kadın. Onunla da düşüyordu, onsuz da. Hilal, düşüncelere dalmış annesine bakarken buruk bir şekilde gülümsedi.. Sakarya'da Salih babasıyla, babasıyla, konuştuğu gün adam ona 'Güzel sevenlerdensin kızım. Kimden öğrendin böyle güzel sevmeyi?' diye sormuştu. Cevap tam karşısındaydı işte. O gün annesiyle babasının 'Büyük Aşk' kategorisine girmediğini söylemişti Hilal. Hayatı boyunca bu denli yanılmış olamazdı. Onlarınki büyük bir aşktı. Hatta yalnızca büyük aşk değildi. Onlarınki Devlerin Aşkı'ydı. "Peki gitmediğine göre nasıl hissediyorsun?" Kızının sorusuyla usulca yutkunan Melek elini kendine çekerek hafif bir soğuklukla soruyu cevapladı. "İstediğin onu ilk gördüğümde ne hissettiğimdi, ben de seni kırmadım ve cevap verdim. Yeterli bu kadarı." "Kaçmana izin vermeyeceğim anne." dedi Hilal ciddi gözlerle karşısındaki kadına bakarak. Melek de aynı ciddi bakışlarıyla kızına karşılık verdi. "Aynısını ona da yapacak mısın? Ona da bu kararlı bakışlarla 'Kaçmana izin vermeyeceğim baba.' diyecek misin? Babanın kaçışını engelleyecek misin?" Bakışlarını kaçıran Hilal usulca yutkundu. 'Bunu söylediğim an somut olarak kaçabilir. Bu yüzden buna cesaret edemem.' Kızına bakan Melek acıyla güldü. "Yaa. Bunu yapmayacaksan beni de kaçışımla yalnız bırak. Az önce verdiğim malzemeler hem sana hem de bana yeter de artar. Şu 6 günde yeterince savaştım, bir de üstüne gereksiz itiraflara lüzum yok. Hiçbir şey bilmeden yeterince kendimden taviz verdim zaten. Daha fazla..." "Hiçbir şey bilmeden? Bana Berceste dediğinde şaşırmadın 'Bu hitap ne alaka, park muhabbeti ne iş?' demedin. Gayet de hitabın nedenini de parkta konuştuğumuzu da biliyordun. Bilmeseydin babam benimle o kadar rahat bir şekilde konuşmazdı. Küçük elimle parmağını tuttuğumu söylemez, salıncak aşkının nasılını anlatmazdı. Sen biliyorsun anne! Onun o gün hastanede olduğunu biliyorsun." Dudaklarını birbirine bastıran kadın kahreden bir sesle konuşmaya başladı. "Seninle doğduğunda tanışmış, yıllarca uzaktan bizi izlemiş. Hatta tek bir konuşmayla, karakterinin gelişmesindeki en büyük etkenlerden biri olmuş. Ve ben bütün bunları anlamadım. Asker olacağım dediğinde gözlerinde beliren alevlerden anlamalıydım onunla konuştuğunu. Elalarında aynı kararlı bakışlar vardı. İstediğini yaptırmak için herkesi karşısına alacak o alevleri, onun gözlerinde de görmüştüm ben. Newroz denen o şerefsiz, amcamın evine gelip beni başkasına istemeye kalktığında görmüştüm. Beni sevdiğini söylerken, beni asla bırakmayacağını söylerken görmüştüm." Titrek bir nefes alan Melek'in kuruyan gözünden bir damla yaş daha düşmüştü. "Bana kendimi öylesine değerli hissettirmişti ki benim için tüm dünyayı karşısına alacağını hissetmiştim. Ama olmadı, almadı. Nedenini bile söylemiyor bana. Onsuz geçen 25 yılıma karşılık kaç kişiyi kurtardım onu bile bilmiyorum... Tek fedakarlığı o mu yaptı? O nasıl ki vatanı için beni feda ettiyse ben de aynısını yapmadım mı? Asker karısı olduğumu bilmeden Vatanım için onu feda etmişim ben, sırf kızımı babasız koymamak için başka bir adamla evlenmişim. Neden? Peki ben bunu neden yaşadım? Bunu söylemek zor olmamalı. Arkadaşlarını kurtarmış, iyi ki de kurtarmış. Ancak hikaye bu kadar basit değil bunun farkındayım. 25 yılıma 25 kişi düşüp düşmediğini bile bilmiyorum ben. Bu yüzden bana biliyorsun deme. Bilmiyorum. BEN HİÇBİR ŞEY BİLMİYORUM!" Sakinleşmeye çalışarak derin derin nefesler alan kadın bir süre sonra utanç dolu bakışlarını ellerine çevirdi. "Sana göre çok bencil bir insanım değil mi? Sen, bir bebeği ve annesini kurtarmak için sevdiğinin gözleri önünde bir bıçağın önüne atlayan birisin. Bir kişi bile olsa ayrı geçen yıllarıma değerdi dersin bu yüzden. Ben ise 'Bari bir yılıma bir insan hayatı denk gelmiş olsun.' diyerek hesaplar yapıyorum." "O an işin içinde olmayınca anlamıyor insan anne. Uzaktan bakınca 'Ben yapmazdım/yapamazdım.' diyorsun ama yaşadığında yapamam dediğini yaparken buluyorsun kendini. Bana 'Burak'ın gözleri önünde bir bıçağın önüne atlayacaksın.' deselerdi 'Bunu asla yapamam.' derdim. Ancak bak olanlara. Onu yaktım yıktım. Seni mahvettim. Ninem, Aslı, Nisa... Babam. Yağız abim mesela, çıldırmıştır. Emre, Sinan dayım, bizimkilerin hepsi. Kararımın bedelini en ağırından siz ödediniz. Ben burada mışıl mışıl uyudum olan size oldu. Ve ben tüm bunları bilerek o âna geri dönsem..." diyerek duraksayan Hilal sessizce devam etti. "Yine aynı kararı verirdim. 2 bebeğini de toprağa koyan o anne, ışığını da kaybetmesin diye o bıçağın önüne geçerdim." "Sen babanın kızısın. O da yıllar önce aldığı kararı yine alacağını söyler. Ama ben sizin gibi değilim. Bunu yapamam." Hilal, annesine hüzünle baktı. Hayatı boyunca her şeyde kendisini eksik gören bir kadın vardı karşısında. Babasını küçük yaşta kaybettiği için kolu kanadı kırılmış, sevdiğinden yediği darbenin hemen peşine de küçük yaşta anne olmuştu. Kendisini az da olsa tanıyacağı bir yaştı aslında 19 yaş ancak en güvendiğinin yalan olduğunu öğrenen bir insan 19 değil 39 yaşında olsa bile kendinden şüphelenir, bildiği her şeyi resetler, her olayı eksik yaşardı. Annesi de her açıdan eksik yaşamıştı hayatı. "Yani sen olsaydın benim gibi, babam gibi yapmaz mıydın? Sana sunsalardı seçim şansını, bencilce mi davranırdın?" diye sordu Hilal yumuşak bir sesle. "O 19 yaşındaki kıza sunsalardı doğru kararı verirdi belki ancak şu an karşındaki kadın, bu yaşadıklarını yaşamama şansına balıklama atlar." "Yapamazdı. Şu an karşımda duran kadın, o genç kızdan daha büyük bir anlayışla kabullenirdi olayı." Dudaklarında alaylı bir gülümseme beliren Melek başını iki yana salladı. Onun gözlerindeki acıyı gören Hilal annesinin elini ellerinin arasına aldı. "Ben artık sürekli kendine yüklenmeni istemiyorum anne. Gerçekten şu an sana 'Bundan dolayı anne.' diyerek her şeyi anlatmak istiyorum ama buna hakkım yok. Buna kimsenin hakkı yok. Çünkü o adam senden kaçtığının kat be katı kendinden kaçıyor. Siz şu an ilk defa tanışan iki insan misalisiniz. Birbirinizi tanıdığınız kadar, tanımıyorsunuz da. Bu yüzden de geçmişinizin sarsıntısının üzerine yeni bir hayat inşaa ederseniz yine yıkılma tehlikesi altında kalırsınız. Bu yüzden sana olanları anlatamam." dedi Hilal elaları kızarırken. "Yine de... Sana tek bir şey söyleyeceğim. Bir soru soracağım diyelim ya da." diyerek devam eden kızını duyan Melek kaşlarını çattı. Ve Hilal sorduğu soruyla gerçek sarmalından bir sarmaşığı daha gün yüzüne çıkardı. "Sana İstanbul, Ankara ve İzmir'deki en büyük hastanelere bombalı saldırı düzenleneceğini söyleseler; bunu engelleyecek, zamanını/nasılını öğrenecek tek kişinin de kocan olduğunu söyleseler 'Üzgünüm ancak ben yıllarımı onsuz geçirmek istemiyorum. Hadi başka kapıya.' diyerek onları gönderir ve mutlu mesut hayatına devam eder miydin?" Melek bedenindeki tüm kanın çekildiğini hissederken öylece durdu. 3 büyük hastanede bombalı saldırı mı? Bombalı saldırı... 3 büyük şehirde... Hastanelerde... Yüzlerce/binlerce insan, Yenidoğan ünitesi, çocuk ünitesi, gençler, yaşlı hastalar, ameliyat olacaklar, hastalar, refakatçiler, personel... BOMBA! SALDIRI! Ve bunu engellemek için her şeyi yapan bir asker. HER ŞEYİ yapan... Yaşlar gözlerinden bir şelale misali akarken Melek kendisine seslenen kızını duymadı. "Eğer patlasaydı..." diye fısıldayan kadın dehşeti, acıyı ve şoku aynı anda hissediyordu. "Annem?" Kıpkırmızı kahve gözlerini sesini duyduğu kızına çeviren Melek, onun kollarını açtığını gördüğünde inledi. "Biraz da kızının omzunda ağlamak ister misin?" Kızının yarasına dikkat ederek ona sarılan Melek öğrendiği gerçeğin şiddetiyle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Bu bilgi, bir anda her şeyi değiştirmiş gibiydi. Bundan sonra isyanları, 'Neden'leri en minimum seviyeye düşmüştü. O patlamada binlerce kişi ölebilir, binlerce aile eksik kalabilirdi. Ege'sinin seçme şansı yoktu. Olmamıştı... Hiçbir zaman olmamıştı. Kendi hayatını, hayatlarını, yüzler/binler için feda etmişti. Kızının kollarında ağlarken yıllar sonra ilk defa 'Haklı bir nedenmiş. Vatanımız için, milletimiz için, masumlar içinmiş. Değermiş.' diye düşünen kadın, bu düşüncesiyle birlikte 'Asker Yari' rütbesini kazandığından bihaberdi. 🐺 Hilal'in odasından çıkan Burak kapının önünde bulmayı beklediği kişileri göremeyince kaşlarını çatarak etrafına bakınmaya başladı. Boş koridorda ilerlemeye başlayan adam koridorun sonuna gelip de sola döndüğünde, sarılan ikiliyi görerek hızlıca geriye kaçtı. Arkasındaki duvara yaslanırken dudaklarında bir tebessüm belirmişti. "Ne kadar uğraşırsan uğraş baba, bu hikayenin sonunu hepimiz biliyoruz." diye mırıldanan adam ellerini cebine sokarak beklemeye başladı. Aslında burada dikilmek yerine Kelebeğinin yanına gitmek istiyordu ancak ondan ayrılamayacağını bildiği için buna yeltenmedi. Bir süre sonra yan koridordan önce adım sesleri ardından da açılıp kapanan bir kapının sesi duyuldu. Bir tahmin yürütecek olursa eğer Melek ablanın elini yüzünü yıkamak için lavaboya gittiğini söylerdi. Adımlar hafif bir bedene aitti çünkü. Bu düşüncelerle koridora doğru bir bakış atan Burak uzun koridorun sonundaki camın önünde duran babasını gördü. Tam da düşündüğü gibiydi. Kadına özel alan sağlamak için birkaç dakika daha bekleyen adam lavaboya doğru yürüyerek kapıyı tıklattı. "Melek abla?" Koridorun sonundaki adam sesini duysa da ondan tarafa doğru bakmamıştı. Burak babasına doğru bakarken kapı açıldı. Kahverengi gözleri kıpkırmızı olan Melek titreyen bedenini kontrol altına almaya çalışarak karşısındaki adama baktı. "Burak? Bir şey mi oldu?" "Hilal seninle görüşmek istiyor." Duyduğu cümleyle birlikte gözleri şaşkınlıkla büyüyen Melek eliyle kendini gösterdi. "Beni mi?" Kadının sesindeki inanamamazlığı duyan Burak buruk bir şekilde gülümsedi. "Niye bu kadar şaşırdın ki? Biz çocuklar düştüğümüzde, canımız yandığında, ilk olarak 'Anne.' deriz bilmez misin?" Gözlerinin dolduğunu hisseden Melek hole çıkıp lavabonun kapısını kapattıktan sonra titreyen sesiyle sordu. "Nasıl?" Hilal'in durumunu sorduğunu bilen Burak derin bir nefes aldı. "Hepimiz gibi dağılmış durumda. Ne yapacağını bilmiyor, ne tepki vermesi gerektiğini, nasıl hissetmesi gerektiğini, ne söylemesi gerektiğini... Hiçbirini bilmiyor. Her şeyi oluruna bırakmaya karar verdik. Elimizde olmayan, kontrolümüz dışında gerçekleşen, değiştiremeyeceğimiz hiçbir şey için 'Keşke' demeyeceğiz. Onun bu olaylar silsilesinden en hasarsız şekilde çıkmasını istiyorum Melek abla. Sana ya da babama düşüncelerini/hislerini tüm yalınlığıyla açamaz şu an. Bunu anlayışla karşılayacağınızı düşünüyorum." "Biliyorum ama Hilal çok hassas. Susarsa kendi düşüncelerinde boğulması kaçınılmaz." dedi Melek endişeli bir şekilde. Burak anlayışla gülümsedi. "Bilmem mi? Her şey normalmiş gibi yapmasını tek bir şartla kabul ettim. Şart değil de istek diyelim." "Nedir?" "Bana karşı her şey normalmiş gibi yapmak yok. Düşüncelerini, hislerini mutlaka benimle paylaşacak. Hatta her günün sonunda gün içinde olanların bir kritiğini yapacağız. Benden ve kendinden kaçmasına izin vermeyeceğim." Elini karşısındaki adamın koluna koyan Melek minnetle sıktı. "Hakkını nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum. İyi ki varsın Genç Adam. " diyen Melek fısıltıyla devam etti. "Her yönden..." İyi ki Ege'nin hayatındaydın. İyi ki ona yoldaş oldun. İyi ki! Kadının içinden söylediği sözleri duyan Burak tebessüm ederek başını iki yana salladı. "Asıl onlar iyi ki varlar. Asıl ben onların hakkını asla ödeyemem. Baba-kız ruhumu iyileştirdiler." Duraksayan adam sevgiyle harmanlanmış şaşkınlıkla tekrarladı. "Baba-kız... Bu duruma ne zaman tam anlamıyla alışacağım acaba?" Koridorun sonundaki adama doğru bakarak iç geçiren Melek çatallı bir sesle mırıldandı. "Hiçbir zaman alışamayacakmışım gibi geliyor. Her şey çok gerçek dışı ve imkansız." Önce camın önünde duran babasına sonra da karşısındaki kadına bakan Burak yumuşak bir şekilde konuştu. "Buradan bakınca her şey çok gerçek geliyor." "Gerçek olması imkansızlığını değiştiriyor mu peki?" diye sordu Melek acı bir gülümsemeyle. "Eskiden değiştirmeyeceğinden emindim. İmkansızlarım o kadar çoktu ki... Fakat kızın imkansız denen bir şeyin olmadığını öğretti bana. Tabularımı yıktı tek tek. Aşkın önünde hiçbir engelin olmadığını, beraberken tüm imkansızların mümkün olduğunu öğretti. 'Aşk ferman ettiğinde, imkansız teslimiyet başını öne eğer.' demiş Ali Şeriati. Sizin fermanınız yıllar önce verilmiş. Ayrı geçen 25 yıla rağmen bu ferman hâlâ devam ediyorsa, bana imkansızdan bahsedemezsin Melek abla." Söylenenlerin etkisiyle titrek bir nefes alan Melek hafifçe güldü. "Ağzın fazla iyi laf yapıyor genç adam. Laf cambazlığıyla kaçınılanlara değinmeyi iyi beceriyorsun." "Eh. Beni Salih Ege Aslan büyüttü. Olsun o kadar." Ege hitabını duyan Melek soru dolu gözlerle Burak'a baktı. "Neden Salih Ege? Biliyor muydun Ege muhabbetini?" "Ege olduğunu bilmiyordum." Bu cevap karşısında kaşlarını çatan kadın "Bu ne demek şimdi?" diye sordu. "Özel bir ismin olduğunu biliyordum ancak bu ismin Ege olduğunu bilmiyordum." "Şu an laf cambazlığının sırası değil Burak. Bir şeyi açıklayacaksan..." "Hilal ile ilk tanıştığımızda gerçek soyadımı söylemiştim, biliyorsun. Saçma bir şekilde onu kandırmak istememiştim, baştan aşağı kandırma niyetinde olsam da kendim hakkında asla yalan söyleyemedim. Belki de buna neden olan kişi babam, Salih babam, olmuştu. O demişti çünkü 'Kullanmayı planladığım Faruk ismiydi aslında. Ama kapıyı açan o genç kıza bakarken bu yalan dökülemedi dudaklarımdan.' diye. Ben de aynı hislerle Burak Kılıç olduğumu söylemiştim. Askerlik haricinde tek bir yalan söylemedim ona. Bazen geçiştirdim, bazen sustum ancak kendim hakkımda tek bir yalan söylemedim." "Onun da bana söylemediğini ima ediyorsun. Ege isminin bir anlamı olabilir, dayın da bunun hakkında bir şeyler söyledi. Adı hakkında kendince yalan söylememiş olabilir ancak baban bana yalan söyledi Burak. Evet askerlikti bunun nedeni, söyleyemeyeceği şeylerdi belki ama bana yalan söyledi. Ve benim bu yalanları geri plana atabilmem ya da sindirebilmem çok zor. Bizim hikayemiz sizinkinden daha dallı budaklı. Nereyi tutsak elimizde kalır. Yardımcı olmak istiyorsun biliyorum ama ben gerçekten çok yorgunum. Bana ağır bir küfe verip 'Bunu sırtlan ve şu yokuşu çıkmaya başla. Yokuşun sonu iyi de olabilir kötü de olabilir ancak sen sakın vazgeçme. Küfeyi de bırakma ha. Kurtarırsan sizi ancak böyle kurtarırsın.' diyorsunuz. Peki ben neden o küfeyi tek başıma sırtlanmak zorundayım? Ben neden o yokuşu tek başıma çıkmak zorundayım? Ben neden onun sürekli beni aşağı çekmelerine maruz kalmak zorundayım? Neden herkes her şeyi bilirken benim hiçbir şeyden haberim yok? Neden benim adıma kararlar alıp duruyor? Ben neden hayatımı onun kararlarına göre yaşıyorum?" İçindeki isyan gitgide büyürken sakinleşmek isteyen Melek derin bir nefes aldı. "Kime ne anlatıyorsam? Senin de ondan pek bir farkın yok(tu). İşte buradaki tek sıkıntı ben Hilal değilim. Yolun sonunu görmeden bir yola çıkamam. Cevaplarımı almadan gün geçtikçe ağırlaşan o küfeyi taşıyamam. Her şeyden önemlisi... Ben bir yerden sonra hiçbir şey olmamış gibi davranamam. Sevgi denilen varlık güzel bir şey olmalı, insanı bu kadar yıpratmamalı. Bu denli yıpranacaksam, istemiyorum ben bu duyguyu. Sevgisiz bir ömür geçirmişim, kalanını da bir şekilde idare ederim elbet." diyen kadının gözlerindeki acı, sözlerinin yalanlığını haykırıyordu. Az önce sarılarak omzunda ağladığı adamdan bir daha ayrı kalma düşüncesi bile Melek'in nefesini kesiyordu. Yine de kahverengi gözlerde, acının yanında saf bir yorgunluk da vardı. Burak, günün birinde bu yıpranmışlık hâlinin hissedilen sevgiden daha üstün gelmesinden korktu. İşte o gün, bazı şeyler için gerçekten de çok geç kalınırdı. "Neyse ben kızımın yanına gidiyorum." diyen Melek özür dileyen bir tebessüm gönderdi karşısındaki gence. Ege'ye söyleyemediklerini yok yere karşısındaki adama patlamıştı. Bu ruh halinden hiç hoşlanmayan kadın, kızına da benzer bir tepki vermeme dileğiyle Hilal'in yanına doğru yürümeye başladı. Burak önce kendisinden uzaklaşan Melek'e sonra da koridorun sonundaki babasına baktı. 'İlişkinizde gerçekten de tam ortada kaldım(k). Bir şekilde babamın gerçekleri söylemesi gerek ancak bunu yapamaz. Ayrıca Hilal'in söylediği gibi aranızda bu denli kırıklık varken bir anda gerçeği ortaya sermek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Ne yapmalıyız?' Çaresiz bir şekilde iç geçiren adam her şeyin güzel olmasını dileyerek babasına doğru yürümeye başladı. Adamın yanına vardığında hiçbir şey söylemeyen Burak, babasının yalnızlığına/kederine sessizce eşlik etti. Yıllar içinde defalarca kez yaşadıkları bu sahne, ilk kez bu denli anlam yüklü olmuştu. Kısa süre sonra Salih çatlak bir sesle mırıldandı. "Sanırım sigara içmem lazım." "Seni sakinleştiren Meleğin varken o zıkkıma bulaşmak istediğine emin misin?" diye sordu Burak samimi bir sesle. "Beni sakinleştirirken, benim itina ile delirttiğim Meleğimden mi bahsediyoruz? Kendimi pisliğin teki gibi hissediyorum Burak. O, çok zor olmasına rağmen bana bir adım atıyor ve ben her seferinde onu öylece ortada bırakıyorum. Bir gün geri dönüşü olmayan bir patlama yaşanacak. Şu an Hilal için susuyor ancak bir gün bunu da yapamayacak. Gittikçe artan yıpranmışlığının isyanını her zerresinde görüyorum. Bu işin sonu hiç de iyi bitmeyecek." Babasının berbat sesiyle söylediklerini duyan Burak az önce yaşananlardan kendisinin de aynı sonuca vardığını söylemese de, onun sessiz kalışından havada asılı kalan onaylamayı duymuştu Salih. Kızarıklığı tekrardan nükseden elalarını kapatan adam hüsranla fısıldadı. "Yoruldum. Ondan kaçmaktan yoruldum. Susmaktan yoruldum. Korkmaktan yoruldum. Öğrendiklerimin altında kalmışken, elleri kanaya kanaya beni çıkartmaya çalışan onun bağırışlarını yok saymaktan yoruldum." Gözlerini açan Ege acıyla oğluna döndü. "Karşısına geçip her şeyi anlatmak istiyorum fakat düşüncesinde bile öldüğümü hissediyorum. Ben onun bana bakışlarındaki değişimi bir kez izledim evlat. Bunu bir kez daha yaşayamam. 'Baban bildiğin adamı dünya üzerinden silen kişi benim.' dediğimde gözlerinde beliren ifadeyi kaldıramam. Bir yanardağın tepesindeyim sanki. Sağa dönsem lavlara düşüp yanacağım, sola dönsem uçurumun dibini göreceğim." Babasına bakan Burak sessiz bir şekilde konuştu. "Şu an o volkan sakin ama bir gün patlayacak baba. O zaman ayağına gelen lavlardan yandığın için uçurumdan aşağı kendin atlayacaksın. Hem yanacaksın hem de dibe çakılacaksın." İçindeki çaresizlik hissi yükselirken sağ eline bakan Salih Ege elini yumruk yaptı. Söyleyemezdi işte. Babasının sol gözünden bir damla gözyaşı düşerken onun bu haline dayanamayan Burak, haberi öğrendiği ilk anda yapmak istediğini yaparak kollarını hafifçe iki yana açtı. "Defalarca kez beni kabuslarımdan uyandırıp kollarının arasına sığınmama izin verdin. Sıra bende babam." Dudaklarının arasında acı bir inleme dökülen adam, destek almak istercesine oğluna sıkıca sarılırken Burak da babasını ayakta tutma dileğiyle bu sarılışa karşılık verdi. Gözlerini kapatan Salih Ege elalarından düşmek isteyen gözyaşlarına izin verdi ve oğlunun omzunda usul usul ağladı. Bu gözyaşlarında isyan ya da çaresizlik yoktu. Roller gerçekten de değişmiş gibiydi. Sanki Salih oğul, Burak da baba olmuştu ve Salih de babasının omzunda ağlıyormuş gibiydi. Nasıl ki bir çocuğun gözyaşlarının sonunda babasının her şeyi düzelteceğine sonsuz güveni varsa, Salih Ege de böyle hissetmişti. Sanki Burak, oğlu, her şeyi rayına oturtacakmış gibi... Bir süre sonra sakinleşen Salih "Ben ne yapacağım?" diye fısıldadı. Babasının acı sesini Burak hafif bir muziplikle karşılık verdi. "Beni ikinci plana koymaya kalkma da ne yaparsan yap." "Şu an gerçekten de sırası mı?" diye söylenen Salih'in dudakları istemsizce iki yana kıvrılmıştı. "Cevap veremeyeceğim sorular soruyorsun ne yapayım?" Burak'ın cümlesi hüzünlendirirken oğlu devam etti. "Hem bu konunun hep sırası. Bak ben ikinciliğe gelemem. Sevgilimle arama girmeye kalkma, bozuşuruz İhtiyar." Burak'ın ciddi cümlesini duyan Salih bariz gülerken geri çekildi. "Şimdi ben olayı anlayamadım. Burada kıskanılan kim oluyor?" Babasının gülen yüzüyle birlikte yeşilleri parıldayan Burak ukala bir sesle konuştu. "Kıskanılan falan yok. İkinci plana atılmayı kaldıramayan bir Alfa var sadece." "Kıskanan aynı kişi, gerisi sürekli değişken diyorsun yani." dedi Salih kaşlarını kaldırarak. "Kıskanma değil diyorum. Zaten Kelebeğim için ben hep birincil plandayım. Sorun yok yani." Özgüvenli bir şekilde bu cümleyi kuran Burak, camın kenarındaki duvara yaslanarak kollarını kavuşturmuştu. "Hadi ya. Yani ben şimdi Hilal'in yanına gitsem 'Ben seninle biraz yalnız vakit geçirmek istiyorum kızım. Mümkün mü acaba?' diye sorsam Hilal 'Mümkün değil.' deyip beni reddedecek öyle mi?" Soru üzerine bir süre duraksayan Burak, memnuniyetsiz bir nefes aldıktan sonra mırıldandı. "Bence üçümüz takılabiliriz." Bu cümleyi duyan Salih kısık bir sesle gülmüştü. "Bunu soruma cevap farz ederek Hilal'in isteğimi kabul edeceğini düşünüyorum. Eh o zaman senin 'Hep birincil plan.' özgüvenin çöp oldu gördün mü işi?" Kollarını çözerek doğrulan Burak sinir bozucu bir şekilde gülümsedi. "Gördüm işi. Neyse sen kızıyla takılırken ben de müstakbel annem ile takılırım." Cümleyi duyan Salih gözlerini kısarak hızla oğluna dönerken, Burak yeşillerindeki muziplikle devam etti. "Ah bu arada duyduğum kadarıyla gözlerini ondan alamamışsın İhtiyar. Haklısın tabii sen de. Güzel kadın şimdi. Kızı da çok güzel." Bu misilleme karşısında kaşlarını kaldıran Salih Ege gülmemeye çalışarak konuştu. "Bu ihtiyar hakkında önemli bir bilgilendirme yapayım Küçük Bey. 25 yıl sonra bulduğu kızını kimselere vermeye niyeti yokmuş haberin olsun." "Ben de çok önemli bir bilgilendirme yapayım İhtiyar. 29 yıl sonra bulduğum sevgilimi almama kimse engel olamaz haberin olsun." dedi Burak kararlı sesiyle. Kısık bir sesle gülen Salih sahte bir isyanla nefes aldı. "Seninle başım belada. Hiç de utanma yok, karşımdaki benden kaç yaş büyük kelimelerimi düzgün seçeyim demek yok. Her şeyi çat çat. Çok yüz vermişim sana çook." "Valla üstüne alınma babacığım. Genel yapım... İstediğimi alırım." dedi adam ellerini cebine sokarak. Burak'ın ukala sesini duyan Salih, oğlunun koluna hafif bir fiske attı. "Alacağım şimdi seni ayağımın altına. İstediğim diye bahsettiğin benim kızım." Omuz silken Burak keyifle sırıttı. "Kızın da razı valla. Hatta aşk itirafı gibi evlilik teklifini de ilk o edecek diye korkuyorum. O derece razı yani." Neşeyle gülen Salih başını iki yana salladı. "Ulan hergele şu psikolojideyken bile beni güldürebiliyorsun ya... Ne diyeyim ben sana?" "Bu hayatta en sevdiğim şeylerin başında geliyor gülüşün." dedi Burak yanındaki adama yeşillerindeki hayranlıkla bakarken. "Yıllarca beni güldürmek için yaşadın sen. Gülümsediğimi görmek için her şeyi yaptın. Kendini unuttun, kendi yaşadıklarını öteledin benim acılarımı sardın. Çoğu zaman senin sıcacık gülen ela gözlerindi beni ayakta tutan. Hikayeni öğrendikten sonra gücüne olan hayranlığım had safhaya ulaştı. Ben güçlü olmayı senden öğrendim baba. Ayakta durabilmeyi, canın yansa da gülebilmeyi senden öğrendim... Kendime sözüm var. Beni iyileştiren iki değerlimin kanadığı bu süreçte onları bol bol güldüreceğim. Konuşmak isterseniz konuşacağım haricinde hayat mottomu uygulayıp her acıyı alaya vuracağım. Bu durumla başa çıkabilmenin tek yolunun mutlu sohbetler ve neşeli kahkahalar olduğuna karar verdim. Yalnızlık üzerimize çöktüğünde o kara düşünceler ruhumuza sızacak biliyorum ancak beraberken her yerin güneş ışığıyla parıl parıl parlamasını sağlayacağım." Gözlerindeki gururla oğluna dönen Salih, elini Burak'ın koluna koyarak sıktı. "Elimde büyüdün be oğlum. Ne de güzel büyüdün." Babasının sevgi dolu sesiyle tebessüm eden Burak elini cebinden çıkartarak adamın elinin üzerine koydu. "İki çift ela göz sayesinde." Oğlunun elini sıkan Salih Ege elini çektikten sonra camdan dışarıya bakmaya başladı. "Çok ağladı mı?" Babasının sorusunu duyan Burak omzunu arkasındaki duvara yaslayarak derin bir nefes aldı. "Ağlamadı demek isterdim. İşin tek iyi yanı dün geceki kadar kontrolünü kaybetmedi. Yani buna izin vermedim." "Annesiyle görüşmek istedi sanırım." diye mırıldandı Salih Ege sesindeki anlayışla. "Öyle." diyerek duraksayan Burak kısık bir sesle devam etti. "Melek abla çok yıpranmış baba. Tahmin ettiğimden daha çok." Kalbinde büyük bir sancı hisseden Ege titrek bir nefes aldı. "Aramızda o kadar çok hayal kırıklığı var ki... Karşısına geçip 'Bu bundan dolayıydı. Bunun nedeni ise şu.' demediğim sürece bu durum böyle devam edecek fakat tahmin edebileceğin üzere ben tek kelime edemiyorum. Konuş diye bas bas bağırıyor. Konuşursam anlattıklarımı kaldıramayacak halbuki." Başını önüne eğen Salih sessiz bir şekilde devam etti. "Ödüm kopuyor be oğlum. Her şeyden ödüm kopuyor. Gerçeği öğrenmesinden ve... Bedenimdeki yaraları görmesinden. Bu 25 yılda kendime verdiğim zararın haddi hesabı yok. Nefes bile almadan o operasyondan diğerine gittim. Onlarca işkenceyi bile isteye göğüslendim. Biliyor musun benden söz almıştı. Kendime zarar vermemem için." Aklında Meleğinin sözleri yankılanırken dişlerini sıktı. 'Bana söz ver Ege'm. Bu izlerin yanına asla yenisi eklenmeyecek. Bedenine zarar verecek herhangi bir şeyden kaçınacaksın. Benim için kaçınacaksın. Bedenindeki her yara, ruhumda iz bırakıyor. Canının yandığını düşünmek bile nefesimi kesiyor. Söz ver bana. Aşık olduğum adamın eline kıymık bile batmasına izin vermeyeceksin.' "Hilal o kolundaki izleri görünce yıkılmıştır. Bedenindekileri görmedi bile." Duyduğu cümleyle mutsuz bir nefes alan Burak söylendi. "Bana empati yaptırmana gerek yok baba. Git o empatini seni anlamayanlara yap. Ben hiçbir zaman seni anlamadığımı söylemedim." Hüsran dolu bir nefes alan Salih başını aşağı yukarı salladıktan sonra yorgun bir şekilde konuştu. "Yıllardır ötelemeye çalıştıklarımı artık öteleyemiyorum. Ona verip de tutamadığım sözler, 'En minimum düzeye çekerek söyledim, mecburdum.' diyere kendimi kandıra kandıra söylediğim yalanlar, içten içe gerçek olmadığını hissettiğim kabullenemediklerim... En başında Melek'e güvenseydim kızımla ayrı geçen bir 25 yılım olmazdı." "O zamanın şartları şimdiki gibi mi olurdu peki? İmam nikahını boşadığın eski karınla tekrardan birleşmeniz mümkün olur muydu? O zamanki genç kız seni anlar mıydı, affeder miydi? Peki ya Hilal? Sizin bu gelgitleriniz arasında ona ne olurdu? Siz her bir araya geldiğinizde aşkınızı gölgede bırakarak öfkeyle birbirinize sardığınızda o ne hissederdi?" Hiç beklemediği bu sözlerle Salih kaşlarını çattı. "Ne demek istiyorsun?" "Bir keşken olacaksa daha öncesinden al diyorum. 'Keşke onu boşamasaydım.' de, 'Keşke o insanları değil de onu/bizi seçseydim.' de diyebilirsin bak." "Burak?" diyen adamın sesinde bariz bir ikaz vardı. Yaslandığı yerden doğrulan Burak babasının karşısında durdu. "Olmuyor baba. Keşke'lerle değirmen dönmüyor. Keşke olsaydı ama olmuyor! Bizim zamanı geri alabilme gücümüz yok. Yalnızca ileriye gidebiliyoruz. Sadece ileri, yalnızca ileri. Acıtsa da, yaksa da, yıksa da ileri. O direksiyon geriye dönmüyor. Asla gerçekleşmeyecek ihtimalleri düşünerek kendini yıpratmak nedir bilirim. Suçun olmadığı halde kendini suçlamak nedir çok iyi bilirim. Ve senin bunu yapmanı istem..." "Benim suçum var." diyerek araya girdi Salih. "Binlerce insanı kurtarmak mı suçun? Arkadaşlarını kurtarmak için göreve gitmen mi yoksa o görevde aşık olman mı? O it aşkını anladı diye sevdiğini korumak için onunla evlenmem mi ya da? Senin hikayende, kendi hür iradenle gerçekleştirdiğin tek şey ona aşık olman. Yalnızca bu sana dayatılmadı, yalnızca bunun için bir seçime zorlanmadın. Ona aşık olmanı suç olarak kabul edebileceksen eğer et. Gerisi senin elinde değildi." "Olaya çok..." diyen Salih Ege'nin söyleyeceklerine izin vermeyen Burak sert bir şekilde devam etti. "Gerçekçi bakıyorum. Olay bu baba. Olan bu! Ben o s*ktiğimin lanet olası empatisini maalesef ki yapıyorum. Seninle de yapıyorum, babamla da yapıyorum. Defalarca düşündüm ama yok! Denklemin herhangi bir adımında sonunu değiştirebilecek herhangi bir değişken yok. Ya yaşadıklarını yaşamamak için o aşkı kabul etmemeyi seçeceksin ya da ızdırabıyla aşkı seveceksin. Bizim gibilerin aşkı güllük gülistanlık olamıyor maalesef. Hayatımızın her aşamasında elimizde bir bomba oluyor ve mavi ile kırmızı arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyoruz. En boktanıysa yanlış kabloyu da seçsen doğrusunu da seçsen o bomba patlıyor, sen her halükarda zarar geriyorsun. Yapman gereken çevreye en az hasar veren kabloyu seçmek ve seçiminin ağırlığıyla yaşamak. Bizim hayatımız bu baba. Biz bu Vatanı seçtiğimiz gün kendimizi unuttuk, diğer insanlar için yaşamaya başladık. Keşke'yi seçimini yaptığın o an için kullanmayacaksan eğer hiç kullanmayacaksın." "Öyle olmuyor." diye mırıldandı Salih. "Olduracağız. Başka şansımız yok. Ben nasıl ki Hilal için 'Keşke'lerimi geride bıraktıysam sen de Hilal için' Keşke'lerini geride bırakacaksın. Senin kendini suçladığın, keşke dediğin her an onu mahvedecek ve ben bunun olmasını istemiyorum. Sen değil miydin babasının vereceği savaşın kendisine ait olduğunu bu yüzden de Hilal'in bunları düşünmemesi gerektiğini söyleyen? O zaman savaşından zaferle çıkacaksın." "Onun yanında keşke demeyec..." "Babam... Hilal'den bahsediyoruz. Sözleri değil gözleri duyan kızdan. Keşkelerin gözlerinden okunurken bunu ondan saklayamazsın." "Ne yapacağım o zaman?" dedi Ege çaresiz bir isyan içerisinde. Babasına bakan Burak daha ılıman bir şekilde konuşmaya başladı. "Önce geçmişi geçmişte bırakalım mı? Bir süreliğine. Olay çok taze ve sen zaten Melek ablayla yaşadıklarınızdan dolayı çok yıpranmış durumdasın. Hilal bana 'Ben önüme fotoğraf albümüm ile bir takvimi alırım ona tek tek her şeyi anlatırım. Anlatırım anlatmasına ama gözlerinde gördüğüm acıyla canı yanmasın diye susarım diye korkuyorum.' dedi. Şu an bunu yaparsa acı, kahır, hüzün ne ararsan görür o gözlerinde. Bu hüznü ve acıyı en minimum seviyede görmek için o fotoğraf albümünde yalnız olduğu anları seçmek isteyecek. Bunu yaparsa da eksik anlatmış olacak hayatını. Bunu da asla istemiyor. Geçmişi açmaktan, senin kahrından öylesine korkuyor ki 'Her şey normalmiş gibi davranmak istiyorum.' dedi. 'Sanki babam yıllardır benimleymiş gibi, sanki tüm bunlar yaşanmamış gibi...' Bırakalım bu istediği olsun.' "Yani diyorsun ki önce keşke demeyi ve geçmişi bırakacaksın. Önüne bakacaksın ve onu tanımak için genel, özel diyaloglar kuracaksın. Bu diyaloglarda ister istemez konular açılır ama." "Elbette. Açılan konu da o anda en hafif şekliyle konuşulur. Gerekilirse şakaya vurularak. Hilal şakaya vurma işini güzel yapar." "Tamam da... O zaman hislerini ötelemiş gibi olmayacak mı oğlum?" diye sordu Salih Ege endişeli bir şekilde. Melek'in de aynı endişeyle bunu söylediğini hatırlayan Burak tebessüm etti. "Bana söz verdi. Her akşam, o gün yaşanan olaylarda nasıl hissettiğini bana anlatacak. Şahsen her şey o kadar ağır ki bu seçenek en mantıklısı gibi geldi. Şu olayların ilk şoku geçene kadar derin konuları derinlemesine konuşmayın bence." Melek abla gerçeği öğrenmeden, senin/sizin yanınızda olmadan konuşmayın. Kızının hikayesini öğrenirken bu hikayedeki en büyük faktör ile aran limoni olursa bu hikaye eksik/yarım kalır. Bir süre sessizce duran Salih başını aşağı yukarı salladı. "Haklısın. Şu an öylesine darmadağın bir haldeyim ki en ufak bir tetikleyici beni yıkar. Bu tetikleyiciyi ortaya çıkartan Hilal olursa daha çok üzülür. Şu hastane süreci geçsin, yarası tam anlamıyla iyileşsin o zaman biraz daha derin konulara ineriz. Hem... Ona vermem gereken hediyelerim var." derken sesi titremişti adamın. "Kelebeğim hepsine bayılacak." diye fısıldadı Burak yumuşak bir şekilde. Oğluna bakan Salih yeşil gözlerdeki hüzünden hoşlanmayarak muzip bir şekilde konuştu. "Kayınpederinin yanında bu ne rahatlık Küçük Bey? Hayırdır Kelebeğim falan?" "İhtiyar, sonradan gelip sokma burnunu sıkarım canımı." "Cümlelere bak. Bazen içinden kamyon arkası yazıları çıkıyor farkında mısın?" "Yani işte bir insanın elinden her işin gelmesi de böylesine mükemmel. Ne arasan mevcut." dedi Burak kollarını iki yana açıp ukala bir şekilde sırıtarak. "İçimden bir ses gelecek günlerde beni fazlaca delirteceğini söylüyor. Bunun önüne geçmem için işe yarar fikirler düşünmem gerek." "Zorlanırsan bana danışabilirsin." dedi Burak gülen bir sesle. "Kızımı bulduğuma çok sevindim ama senin gibi bir damadım olacağı için çok üzgünüm. Seni değiştiremiyor muy... AHH! Eşek herif! İnsan babasının koluna vurur mu?" "İnsan oğluna damadım der mi? Bir de değiştirecekmiş! Bak İhtiyar beni dellendirme kaçırırım kızını, basarım nikahı, görürsün değişimi." "Yapamazsın." dedi Salih samimi bir şekilde. Babasının sevgi dolu gözlerine bakan Burak şakayı bir kenara bırakarak başını aşağı yukarı salladı. "Yapamam. İhtilal'im her şeyin en güzelini hak ediyor ve ben de her şeyi hayallerine uygun bir şekilde yaşatacağım." diyen adam dudaklarındaki yumuşak gülümseme sırıtışa dönüşürken devam etti. "Ehh tabii kızı babasından büyük bir zevkle isteme eğlencesini de es geçmemek gerek." "İste iste. İstemekle kalırsın zaten anca. Önümüzdeki 5 yıl vermiyorum kızımı kimselere." "Hahahaha. Güzel espri İhtiyar. Göreceğiz bakalım veriyor musun vermiyor musun? Ya da şöyle diyeyim. Alıyor muyum almıyor muyum?" dedi Alfa meydan okuyan bakışlarla. Yeşillere aynı meydan okuyan bakışlarla karşılık veren Salih sırıtışını gizleyerek başını salladı. "Hadi bakalım. Hodri meydan Alfa Bey!" 🦋 Yorgun bir şekilde arkasına yaslanan Hilal yanan gözlerini kapattı. Günlerdir uyumanın bedenine verdiği dinginlik, şu son saatlerde ruhunda yaşadığı çalkantılarla birlikte buhar olup uçmuştu. Öyle ki yalnızca bedeni ağrımıyor, iyileşmeye yüz tutan yarası da sızlıyordu. Bunu sesli dile getirse Burak büyük ihtimal odaya zinhar koyar ve kimseyi sokmazdı. Doktoru desen Burak'tan farksızdı. Demir'in kural manyağı olduğunu anlaması için videoyu izleyip bir kere yüz yüze gelmesi yetmişti. Ediz desen zaten Burak'ın adamıydı. Genç kız ancak Doktor Aylin ile bu konuyu konuşabileceğinin bilinciyle, geldiğinde ona bu durumdan bahsetmeyi aklının bir kenarına yazdı. Bir ağrı kesiciye kesinlikle hayır demezdi. 'Zehirin de belki bu halsizlikte payı vardır. Onu da sorayım.' diye düşünen genç kız hüsranla mırıldandı. "Zehiri, bıçağı bırak sapasağlam bir insan bile öğrendiklerinden sonra yataklara düşer." Yaşananlar aklına geldiği için gözleri dolan genç kız, annesinin ağlayışını hatırladığında gözünden kaçan bir damla yaşa engel olamadı. Nasıl olacaktı bilmiyordu ancak annesinin bir an önce her şeyi öğrenmesi gerekiyordu. Hilal, budüşünceler içinde boğulmuşken kapının çekingen bir şekilde tıkatıldığını duydu. Gelenin babası olduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Gözlerini açarak "Gelebilirsin!" diye seslenen kız fısıltıyla 'Baba...' diye devam etti. Bu hitabın aşina olduğu kadar yabancı gelmesi oldukça garip hissettiriyordu. Bu duruma bir süre alışamayacağını düşünen genç kız odaya giren adamla birlikte titrek bir nefes almıştı. Kesinlikle her şey gerçek dışıydı. "Sulu gözlülüğün de bir sınırı olmalı ama..." diye fısıldayan Salih yatağın yanına gelerek oturduktan sonra yumuşak hareketlerle Hilal'in gözünden düşmeye başlayan, kızın farkında bile olmadığı, gözyaşlarını silmeye başladı. "Benden bir farkın yok." diyerek aynı fısıltıyla karşılık veren Hilal de elini adamın yüzüne götürmüş, düşmek üzere olan bir gözyaşını baş parmağıyla yakalamıştı. Bu hareket karşısında gözlerini kapatan Salih Ege titrek bir nefes aldı. Gözlerini babasının yüzünde gezdirerek kendisinden bir parça arayan Hilal, yalnız elalarını değil kirpiklerinin kıvrıklığını da babasından aldığını fark ederek tebessüm etmişti. Boştaki elini kızının yanağındaki elinin üzerine koyan Ege, gözlerini açarak bal rengine dönmüş gözlerinin kopyası olan elalara baktı. "Bu hastanede, benim yatakta yattığım o gün aramızda bir konuşma geçmişti hatırlıyor musun?" Hilal gözyaşları gözlerine istila ederken hafifçe başını aşağı yukarı salladı. ["Burak'ın tam da senin gibi birine ihtiyacı vardı. Ailen seni çok güzel yetiştirmiş güzel kızım. Ne istediğini bilen, kendinden emin bir savaşçı. Annenle baban seninle gurur duyuyordur." Duyduklarıyla bir anlık hüzne kapılan kız mırıldandı. "Sanırım öyle. Gerçi... Babamın duyması biraz imkansız!" Salih'in soru dolu bakışlarla baktığını gören Hilal, adama karşı bir yakınlık hissettiğinden devam etti. "Beni büyüten babam... Öz babam değilmiş. Öz babamın ise... Benden haberi yok! Bu yüzden... Gurur duyar mı bilmem!" "Duyacağından eminim! Senin gibi akıllı, cesur, dürüst, eğitimli ve iyi kalpli bir kızla kim gurur duymaz ki?"] "Seninle gurur duyuyorum Berceste'm. Bu denli güzel büyüdüğün için, Vatanımıza yaraşır bir evlat olduğun için çok teşekkür ederim kızım." Adamın büyük bir sevgi ve gururla söylediklerini duyan Hilal'in gözlerinden usulca yaşlar süzülürken Salih Ege de yavaş hareketlerle ,kıyamayarak, kızından düşen gözyaşlarını silmeye başlamıştı. Bu hareket genç kızın ağlamasını şiddetlendirmişti. Gözyaşları içindeki Hilal, elalarını babasının elalarıyla buluşturduktan sonra titreyen sesiyle konuştu. "Asıl ben seninle gurur duyuyorum babam. Vatanımızı bu kadar çok sevdiğin için, binlerce insanı kurtardığın için, yaşadığın onca zorluğa rağmen yaralı bir çocuğa sahip çıkarak onu çok güzel büyüttüğün için... Asıl ben seninle gurur duyuyorum." Kızının bu sözleriyle birlikte sessizce inleyen Salih başını önüne eğerek acıyla fısıldadı. "Beni affet kızım." Babasının yanağındaki elini çekerek adamın çenesini hafifçe yukarıya kaldıran Hilal tebessüm etti. "Ben seni affettim babacığım. Bana Berceste'm dediğin an affettim ben seni. Sen kendini affet asıl." Bu cümleyle gözlerini kaçıran Salih Ege sessizce mırıldandı. "Bu biraz zor gibi." "Vatan sağ olsun!" dedi Hilal bir anda. Onu duyan Salih kızarık gözlerini ona çevirdi. "Vatan sağ olsun Komutanım. Bizim tek derdimiz bu değil mi? İlk önceliğimiz hep bu değil mi? Vatan sağ babam, sen kurtardın onu. Binlerce insanı, binlerce aileyi kurtardın sen. Bedeli senin için, sevdiğin kadın için çok ağır oldu ama o her şeyden bihaber insanlar yaşıyorsa hepsi senin sayende. Arkadaşlarının hayatta olma sebebi sensin. Benim hayatta olma sebebim sensin. Yitip giden yıllarımız var belki ancak içimde pişmanlık değil gurur var benim. Benim babam bir kahraman. BENİM BABAM BİR KAHRAMAN! Dünya üzerindeki hiçbir evlat benim kadar gurur duyamaz şu an. Babamın kötü biri olduğunu düşünürken onun vatanı için kendini feda eden bir asker olduğunu öğrendim ben. Damarlarımda akan kanın, bana vatan sevdasını aşılayan bir Vatan Aşığı'na ait olduğunu öğrendim. Nasıl affetmem seni? Sen beni Berceste'm diye severken nasıl kızayım sana? Ben seni suçlamıyorum, sen de babamı suçlama lütfen. O çok değerli bir insan, o çok özel bir insan. O İsimsiz Kahraman'lardan. O benim Kurtarıcım. Bu yüzden benden asla kaçırmasın o güzel elalarını. O zaman gerçekten de üzülürüm çünkü." Sol gözünden bir damla yaş süzülen adam kızını yavaşça kendine çekerek başına bir öpücük kondurduktan sonra saçlarını okşamaya başladı. "Benden dünyanın en imkansız şeyini istesen de sen üzülme diye bulurum onu. Bu yüzden söz veriyorum elimden geleni yapacağım." Kızına sarılarak gözlerini kapatan adam bir süre sonra usulca fısıldadı. "Atlatacağız di'mi bu günleri Berceste'm?" "Biz yıllar sonra birbirimize kavuşmuşuz nasıl atlatmayalım? Bir gün her şey çok güzel olacak babam. Acıdan değil mutluluktan kızaracak o elaların. Bu da sana Berceste sözü olsun." Hilal'in sonlara doğru şakımaya dönüşen cümlesi karşısında dudakları iki yana kıvrılan Ege geriye çekildi ve parlayan elalara baktı. "Sende bu enerji olduğu sürece biz her şeyin üstesinden gelebiliriz Küçük Kız." Hitabı duyan Hilal sahte bir isyanla mırıldandı. "Ömrüm boyunca bu Küçük sıfatından kurtulamayacağım değil mi?" Hafifçe gülen Salih Ege başını iki yana salladı. "Burak yıllardır ona Küçük Bey dememem için baskı yapıyor. Karşılığında İhtiyar bile demeye başladı hatta ama o benim gözümde hep o küçük çocuk, bu yüzden de vazgeçmem. Sen de hep o küçük olarak kalacaksın. Bu yüzden de şansına küs Küçük Kız." "Ben şansıma niye küseyim Beyefendi? Ben çok şanslı bir Küçük Kız'ım. Her yanım beni koruyan korumalarla çevrili. Etrafımda, ağzımdan çıkan en ufak bir cümleyi emir sayıp gerçekleştiren mükemmel kişiler var. Bu yüzden ben şansıma küsemem." Hilal'in ukala bir sesle söylediği cümleleri duyan Salih güldü. "Bu hergele de seni iyice kendine benzetti iyi mi? Ben mi küssem şansıma ne? Alfa ve Asena el ele verip başıma çıkacak gibi." Dudaklarında neşeli bir sırıtış beliren Hilal babasına baktı. "Valla çıkmayacağımızın garantisini veremem Efendim. Her an 'Baba Savaşları' falan başlatabiliriz." Bu cümleyle birlikte Salih Ege'den küçük bir kahkaha yükselmişti. "Bak annem bunu öngörmüştü. 'Kavga etmesin iki sevdicek.' diyordu." "Şey onunla kavga etmek en büyük hobim olabilir. Bu yüzden sorun yok." dedi Hilal muzip bakışlarını tavana çevirirken. Kızının dudaklarındaki mutlu sırıtışa bakan Salih başını iki yana salladı. "Oğlum ayrı utanmaz, kızım ayrı. İnsan bir der karşımda babam var şu sırıtışımı gizleyeyim/sileyim." "Valla ben babama aylar önce o adamı sevdiğimi itiraf etmişim bir sırıtış da ne ki? Yani bir de şimdi eğri oturup doğru konuşalım Salih Bey. Söz konusu Alfa olduğunda içimdeki Asena devreye giriyor ve evleneceğim adam hakkında konuşurken kelime ayarı yapsam bile mimik ayarı yapamıyorum." "Siz ikiniz bayâ bayâ evlilik hakkında konuşmaya başlamışsınız." dedi Salih Ege şaşkın bir memnuniyetle. "Neden? Ne oldu? Burak bir şey mi dedi?" diye sordu Hilal babasına meraklı bir bakış atarak. "Bu tepki de ne?" diyen Salih artık alenen gülüyordu. Soruyu duyan genç kız hüsranla iç geçirdikten sonra söylendi. "Gıcık Beyefendi beni cezalandırdığını söyledi. Yaralandığım için evlilik teklif falan yokmuş. Rüyamda görürmüşüm. Bu sırada araya giren iç sesinin 'Karşındaki Aslı ya da Nisa değil. Baban! Heyoo...' deyişini taktığı söylenemezdi. Karşısındaki adam sevdiğini en iyi tanıyan kişiydi ve Hilal her şeyden önce bu adamın kendisiyle olan dostluğunu sevmişti. Babası olması bu dostluğa çok büyük bir anlam katmış olsa da herhangi bir değişime neden olmamıştı. "Vah vah. Tüh tüh. Çok üzüldüm(!). Evlenemeyecek misiniz siz şimdi?" diyen Salih'in sesinde bol miktarda sevinç vardı. "Baba yaa..." diyen Hilal adamın bu dalgası karşısında dik dik ona bakmaya başlamıştı. "Bakışlara bak bakışlara. Valla Ben sevgiline '5 yıl boyunca kızımı kimselere vermem.' dedim, o da bana 'Güzel espri İhtiyar. Göreceğiz bakalım veriyor musun vermiyor musun? Ya da şöyle diyeyim. Alıyor muyum almıyor muyum?' diye meydan okudu. Ancak sana rüyanda göreceğini söylemiş. Anlaşılan sırf gıcıklığına bana sataştı. Sevindim bak bu duruma." "Senin 5 yıl biçmene mi tepki vereyim, bana evlenme teklifi etmeye lütfedemeyen sevgilimin bu meydan okumasına mı tepki vereyim yoksa sizin ikinizin onca konu arasından bu muhabbeti konuştuğunuza mı vereyim bilemedim." diye söylendi Hilal gözlerindeki mutlulukla. 'Burak sözünü tutmuş babamı güldürmüş.' "Senin o sevgilin olacak eşek benim koluma vurdu." diyen babasının şikayetçi sesini duyan Hilal istemsizce kahkahayı basmıştı. Bu ani hareketi dikişlerini gerdiğinde dişlerinin arasından ani bir nefes aldı. Onun yüzündeki değişimi fark eden Salih söylendi. "Yat yatağına yat yat. Seni uyutmakla gerçekten doğru kararı vermişiz Berceste. Bir insan hastayken nasıl bu kadar dikkatsiz olur acaba?" "Biliyorsun ki her şey genlerden. Kime çektim bilmiyorum ama hastalık hiç benlik değil. Yatamıyorum valla yatak batıyor." dedi Hilal benim suçum yok dercesine. Kızını yavaşça yatağa yaslayıp elindeki kumandayla yatağı geriye yatıran adam, yumuşak bir şekilde kızının yüzündeki saçları geriye itti. "Annene çekmişsin." Duyduğu cümle mi yoksa cümledeki sevgi mi nefesini kesti bilemedi Hilal. Acı ve aşkla harmanlanmış elalara bakarken kafası karışmış bir şekilde babasına baktı. "Ama annem hasta olunca odasına kapanır, hiç çıkmaz." Hüzünle tebessüm eden Ege başını iki yana salladı. "O deliyi 38 derece ateşle ev işi yaparken kaç kez yakaladım biliyor musun? İlk başlarda, aramızda bir şey yokken, Seher anneme gider 'Kızınız pek iyi görünmüyor. Hasta mı?' diyerek yatağa yatırılmasını sağlardım. Evlendikten sonraysa itina ile beni çıldırttı. Yat derim yatmaz, dinlen derim dinlenmez. Sıkılıyormuş Hanımefendi yatınca. En sonunda tüm her şeyi bırakıp evde kalarak yatmasını sağlardım." Salih Ege o günlere giderken, Hilal duyduklarının şaşkınlığıyla öylece kalmıştı. Kısa süre sonra aklına gelen şeylerle şaşkınca babasına baktı. "Bir dakika bir dakika. Sen bana çayı sevenin o olduğunu söylemiştin. Gül kokusu..." diye fısıldayan genç kız farkındalığın doruklarını yaşıyordu. "Sanırım tek babanla değil annenle de tanışacaksın Berceste'm." diye fısıldadı Ege buruk bir şekilde. Dudaklarında bir tebessüm beliren Hilal başını aşağı yukarı salladı. "Sanırım. O zaman... Bana annemi anlatır mısın baba?" Soruyu duyan Ege usulca yutkunduktan sonra başını aşağı yukarı salladı. "Anlatırım elbette Berceste'm. Ancak bugün olmasa?" "Anlattığın sürece sorun yok." diyen genç kız annesine de 'Bana babamı anlatır mısın anne?' diye sorduğunu ve ondan da benzer bir cevabı aldığını söylemedi. Madem ikili birbirine çok kırgın ve kızgındı, o zaman her şeyin açıklanacağı o güne kadar annesi ile babasına yaşadıkları dev aşkı, güzel anları ve mutluluğu hatırlatmak da kızlarının biricik görevi olacaktı. 🌙 Lütfen okumaya devam ediniz. Önce duyuruyu yapayım sonra nedenini açıklayayım. Uzun uzun nedenlerimi açıklarım çünkü ben 😅 📣 DUYURU 📣 ⚠ Gelecek bölüm 30 Ağustos Pazartesi günü gelecektir. ⚠ Bölüm günlerimi haftalık düzenden çıkartıyorum. Bundan sonra bölümler; Duyuruyu yaptığıma göree... Selam, ben geldim 🙃 Nedenlerini panomda duyuru yaparak paylaşmıştım. Ülkemiz öyle bir halde ki her yeni güne bir felaket ile uyanıyoruz. Artık psikoloji namına hiçbir şey kalmadı bende. Başımı nereye çevirsem yeni bir felaket... Olmayan psikolojim ile de tahmin edebileceğiniz üzere bölüm yazamadım. Bölümün geç gelme nedenlerinden birisi bu, diğeri ise benim. Şöyle ki şu son bölümlerde KİT yazarken aklımda yalnızca 'Bölümü yetiştirmem lazım, şurayı şöyle yazsam şu gün şu kadar kelime yazsam yetişir mi acaba, bu sahneyi hiç yazmayayım yetişmeyecek...' vb. düşünceler olduğunu fark ettim. Halbuki benim düşünmem gereken şeyin karakterlerim ve kurgum olması gerekiyor. Hobi olarak başladığım yazma işim/hayal dünyam çok büyük bir SORUMLULUK oldu. Ve açıkçası bu beni aşırı yoruyor/yıpratıyor. Ha böyle dedim diye yanlış anlaşılmasına sakın. Bu sorumluluğu bana yükleyen siz değilsinsiz. 'Bölüm her Cuma 00.00'da gelecek.' diyen benim. Kaldıramayacağım bir sorumluluk aldım başıma. Başta kendime sonra size bir söz verdim. Bu sözümün altında kaldığımı ise yeni yeni kabul ediyorum. Bu sözü verdiğimde cicim aylarındaydım 🤣 Kenarda birikmiş 4-5 bölümüm, tatlı bir yorgunlukla geçen iş hayatım ve mutlu bir psikolojim vardı. Yapabilirim sandım ancak işler hiç de tahmin ettiğim gibi gitmedi. Önce yavaş yavaş birikmiş bölümlerim tükenmeye başladı. Dedim bitmeden yazarım. Oradan ilk üniversitemin dersleri kafasını uzattı 'Hee nah bölüm yazarsın. Çalış bakayım bana.' dedi beni kilitledi, onu bitirdim tam nefes alıyorum bu sefer de ikinci üniversitem 'Hani ben hani ben. Benim neyim eksik. Çalış kölee.' diyerek beni esir aldı. Bu iki zorlu engeli atlamıştım ki iş hayatımdaki tatlı yorgunluk tatlılıktan çıktı çünkü peş peşe birçok sorun yaşanmaya başladı. Sonuç mu? Artık mutlu(!) bir işsizim. Şükür geçen seneki gibi büyük bir depresyona girmeden bu süreci atlatıyorum ancak biricik tanışların (yüzde 99.9'u AKRABA) biricik teselli ve soruları gerçekten yoruyor. Yani ben hiç sevmediğim patronumun 'Stajın var.' diye bahaneler üretip beni kovduğunu ve kendi adamlarını aldığını herkese anlatmak zorunda mıyım? Üniversitemin staj muafiyeti hakkı çıkartarak yaptığı kalleşliği anlatarak, ben onlardan kurtulduğuma şükrederken, benim moralimi bozmalarını çekmek zorunda mıyım? Ah bir de 'Neyse gelenleri değerlendirirsin'ciler var ki o da ayrı bir durum 🙄 Kardeşim sana ne benim özel hayatımdan? Evlenecek olan benim sen hayırdır? Düğünümü mü yapacaksın evlenirsem ev işlerine mi geleceksin... Yükseldim yine. Söylenecek çok söz var da sakinim, sakin! Neyse işte konumuza geri dönelim. Ben o cicim aylarında bölümlere önden gideceğim zaten, olmadı 7000 kelime yazarım birkaç bölüme öyle öyle toparlarım diyordum fakat kelime sayılarım yine yükselmeye başladı çünkü konu bitmeden/geçmeden bölüm atmak istemiyordum. Eh hal böyle olunca farkına bile varmadan çok sevdiğim kitabımın başına 'SIRF BÖLÜM ATMAK.' için geçmeye başladım. Şahsen ben bunu istemiyorum. Ben bunu yapınca ruh halim size de sirayet ediyor. Geçen bölümde birkaç okuyucum 'Bir şeyler eksik gibiydi, hissettim ama...' gibi şeyler söylemişti. Eksik olan bir şey vardı doğru. BEN! Bizzat ben. Ruhsuz bir halde bölüm atayım diye yazdığım bazı kelimeleri hissetmiş onlar. Alışkınlar çünkü benim her kelimemdeki gözyaşına, tebessüme alışkın olmadıkları bu ruhsuzluğu hissetmişler. Dediğim gibi ben bunu istemiyorum. Bu yüzden de bunun önüne geçmeye karar verdim. Haftalık bölüm sorumluluğumu üzerimden atıyorum çünkü yetemiyorum, yetiştiremiyorum. Hemen de 'İki haftada bir gelecek ayda iki kez' moduna girmek istemediğim için 10 günlük bir periyot verdim size. Bir de böyle deneyeceğim. Dediğim gibi kendimi denediğim ve dinlediğim bir süreç olacak bu. 3-4 bölüm sonrasında tutup da 'Artık bölümler ayın 15'i ve 30'unda gelecek.' diyebilirim. Umarım demem! Umarım bu sistemde güzelce idare edebilirim ve siz de 10 günde bir bizimkileri okuyabilirsiniz 🦋 Bu durumu anlayışla karşılayacağınızı biliyorum🌼 Sizi çok seviyorum. Daha enerjik, mutlu kelimelerde buluşmak üzere Allah'a emanet olun 💙 B.K.S. |
0% |