Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15. Bölüm- İkinci Dilek

@yasminiesa

Ediz ve Sema acil bir vaka geldiği için geçmiş olsun dileklerinden sonra odadan çıkarken, Ateş de kendisini evde bekleyen İbo'dan dolayı erkenden ayrılmıştı. Korkut da mesaiye kalan Edanur'u almaya gittiğinden geride Salih Ege hariç KİT üyeleri, Serkan, Doğukan, Ulaş ve sevgilileri kalmıştı.


Hilal, operasyondan gelen adamların yarılmış parmaklarına yüzünü buruşturarak baktı.


"O parmaklarınız hali ne Beyler?"


Soruyu duyan Emre omuzların silkti.


"Hiçbir şey yapmadan duracağımızı düşünmedin sanırım Ayçiçeği?"


"Tabii ki de düşünmedim ama kendinize niye zarar veriyorsunuz? Eldiven falan giyseydiniz ya." diye söylenen Hilal ile birlikte odadaki adamlar gülmüştü.


"Bak bunu beklemiyordum işte." demişti Tuncay şaşkınlıkla gülerek.


"Niye dövdünüz diye hesap mı soracağım bir de? Beter olsunlar! İt herifler hamile kadınları, çocukları, yaşlıları rehin aldı. Ya Burak gelmeseydi? Ya siz olmasaydınız?" diyerek iç geçiren Hilal başını iki yana salladı.


"Umarım benim yerime de bir tane geçirmişsinizdir de... Elinize koruyucu falan taksaydınız keşke."


"Yok yaa o zaman hiç eğlenceli olmuyor Meraklı. Önemli olan dövdüğün adamın elinin altında olması."


Serkan'ın cümlesini duyan Hilal bakışlarını sevgilisine çevirdi.


"Burak da bir benzerini söylemişti. İkiniz gerçekten de aynı kafaya sahipsiniz."


"Yaa bu konuda haklılar ama. İşin asıl eğlencesi direkt vurmakla çıkıyor."


Hilal, Serkan'a destek çıkan Gülderen'e gülen gözlerle baktı.


"Bir bozacının şahidi şıracı vakası daha. Sayemde kısa süreliğine de olsa operasyonlara ara verip nefes alabildiniz sanırım Anka Hanım?"


Yanındaki kıza bir bakış atan Serkan sahte bir iç geçirdi.


"Hiç hatırlatma Hilal. Bu işe en acilinden bir çözüm bulmalıyım."


"Her operasyona atlamamakla başlayabilirsin mesela!" dedi Gülderen erkek arkadaşına çıkışarak.


"Gittiğim her operasyonda dibimde bitmemen daha kolay bir çözüm bence."


"Sen de benim peşimden gelmeyeceksen tamam."


Deren'ini tek başına dağdaki bir operasyona gönderme fikri sinirini bozarken adam memnuniyetsiz bir nefes aldı.


"Bu işin sonunda ikimizi de üstten atacaklar sanırım. Bakalım sonumuz ne olacak?"


Tüm bu konuşmaya şahit olan Sinan odaya girerken neşeyle konuştu.


"Tabii ki de KİT olacak."


Binbaşı'nın cümlesini duyan Serkan şaşkın bakışlarla ona dönerken, diğer KİT üyeleri de adamın latife mi yaptığını yoksa ciddi mi olduğunu çözmeye çalışıyordu.


"Bunun bir davet olduğunu mu düşünmeliyim Komutanım?"


"Yani ben sana davetimi ekibi ilk kurduğum zaman yapmıştım."


"Ben de reddetmiştim." diye mırıldandı Serkan adamın teklifini ilk kez değerlendirmeye aldığını hissederken.


"Ben bir davet yaparsam kabul edilene kadar peşinden izini sürerim. Gerek gizli, gerek aşikar."


Hilal, Gülderen'in heyecanlı bir şaşkınlıkla bu konuşmayı takip ettiğini fark ettiğinde sessizce güldü. Dayısını azıcık tanıyorsa günün birinde Çakal ve Anka'yı kesinlikle KİT üssünde göreceklerdi.


"Bu ne demek?" diye soran Serkan, Sinan dayının soruya cevap olarak yalnızca gülmesiyle bakışlarını Burak'a çevirdi.


"Valla dayım alttan alttan KİT'i büyütme derdinde kardeşim. Her geçen gün alt kollara bir yenisini daha ekleniyor. Asıl Time, bize, dokunmayacağını söylüyordu ancak sanırım aklında var birkaç hinlik. Yavaştan bir altyapı hazırlıyormuş gibime geldi. Bu şaka yollu teklifi bir düşünmeye başlayın derim. Her an resmi kağıtlarla kapınızda bitebilir."


Düşünceli gözlerle yanındaki kıza bakan Serkan, herhangi bir yorumda bulunmadı. Eskiden şehit olduğunda üzülecek bir ailesi olmadığı için aktif saha görevinin birinden diğerine koşmakta bir sakınca görmüyordu ancak yanındaki kız hayatına girdiğinden beri uzun görevler sırasında Deren'inden ayrı kalmak zor gelmeye başlamıştı. Bu yüzden olsa gerek ki Deren itina ile görevlere peşinden geliyordu. Üsdeki herkesin dikkatini çeken bu durum daha ne kadar devam ederdi bilemiyordu asker. Bu yüzden ilk defa KİT'e girme fikri cazip gelmişti.


Adam kendisini izleyen Burak'ı hissettiğinde bakışlarını tekrardan arkadaşına çevirdi. Odadakiler, Hilal'in sorduğu operasyonu anlatmaya dalmışken Burak yalnızca dudaklarını oynatarak konuşmuştu.


'Sanırım verdin kararını zaten de, yine de bir düşün. Eğlenceli olacak.'


Başını öne eğerek gülen Serkan son yoruma itiraz etmedi.


Kesinlikle eğlenceli olurdu...


Düşünmeyi sonraya erteleyen Serkan da perasyonun kritiğine katılarak birkaç olay anlatırken, Hilal kenarda durarak muhabbetten biraz bağımsız takılan adama bir bakış attı.


Doğukan Seray'a.


Sevdiğiyle ikisinin hayatını kurtaran Kadavra'ya...


Herkesin kendi halinde muhabbet ettiğinin bilincinde olan Hilal gözlerini dikerek Doğu'ya bakmaya başladı. Birkaç dakika sonra istediği olmuş Doğukan ona bakmıştı. Genç kız mavi gözlü adamla göz göze geldiğinde işaret parmağıyla adama gel gel işareti yaptı. Bir an kızı görmezden gelmeyi düşünen Doğukan, Hilal'den kaçamayacağının bilinciyle iç geçirdikten sonra kızın yanına doğru giderek boş koltuğa oturdu. Diğerleri öylesine koyu bir sohbete dalmıştı ki bu durumu Burak ve Ecem'den başkası fark etmemişti.


Düzeltelim... Fark etmişlerdi ancak durumun hassasiyetinin bilinciyle görmezden gelmişlerdi.


"Geçmiş olsun Psikolog Hanım."


"Teşekkürler Kurtarıcım. Sonunda tanışabildik."dedi Hilal aylardır yüzünü görmediği adama gülümseyerek.


"Tanışmasa mıydık acaba?' desem çok alınır mısın?"


Adamın yarı ciddi sesini duyan genç kız neşeyle gülerek omuzlarını silkti.


"İnsanlar benimle tanışmaktan neden bu kadar çok korkuyor acaba?"


"Acaba?" diye söylendi Doğukan.


"Yani şimdi sana tutup da 'Sen de benim gibi bu hastaneye mahkum oldun ha Kadavra? gibi şeyler söylemem ki."


"Allah razı olsun Hilal. Çok naziksin. Bak buradaki herkes bu durum yokmuş gibi sayıyor sen daha iki saniyede lafını söyledin."


"Aa-aa. Söylemedim ama Doğukan. Söylemem diyorum ya."


İç geçiren adam memnuniyetsiz bir şekilde mırıldandı.


"İnsanların yarasını cesurca alttan alta deşiyorsun sonra da neden insanlar benden korkuyor diyorsun."


"Günahımı alıyorsun ama bak. Yaranı deşmek isteseydim sana 'İlk tanışmamızda kullandığın hitap Hilal değil de Psikolog oldu. Aslında sen de içinde olduğun bu durumdan çok yoruldun ancak kaçmaya o kadar alışmışsın ki yüzleşme fikri seni dehşete düşürüyor. Sessiz yardım çığlıklarıyla bilinçsiz bir şekilde yardım istesen de bunu kesinlikle sesli ve bilinçliye dönüştürmeye cesaretin yok. Bu yüzden de yarı şakacı bir ciddiyetle 'Tanışmasa mıydık acaba?' diye takıldın bana. Benim hiçbir şey yapmadan durmayacağımı farkındasın ve kapandığını evden çıkmamak için çok ters tepkiler verebilirsin. Fakat sana salt gerçek bir haberim var Doğukan Seray. Sen o evden çıkalı neredeyse 1 hafta oldu. Artık istesen de hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Her şeyden önce Ecem bir kez daha kendini ondan gizlemene izin vermez.' derdim... Ama demedim."


Hilal'in söyledikleriyle donakalan Doğu, gözlerinin kızardığını hissederken duygularını kontrol altına almaya çalıştı.


Oldukça sarılmış görünen adama bakan Hilal 'Keşke hiç ağzımı açmasaydım' diye düşünürken sevgilisinin yeşil gözleriyle karşılaştı. Gözlerini açıp kapatan Burak sözsüz bir şekilde 'Sorun yok.' demişti.


Dilinin ucuna kadar gelen 'Özür dilerim.' kelimesini yutan Hilal hiçbir şey söylememiş gibi yapmayı tercih ederek konuştu.


Doğukan profesyonel bir yardım almaya ikna olana kadar her karşılaşmalarında mutlaka bir şey söyleyecekti Hilal. Bu yüzden de tekrardan yapacağı bir hareket için özür dilemeyi anlamsız bulmuştu genç kız.


"Bizim için yaptığını hayatım boyunca unutmayacağım Doğukan. Daha doğrusu Burak için yaptığını."


Hilal'in içten cümlesini duyan Doğukan başını kaldırarak ona baktı. Kızın az önceki cümlelerini yok sayıp daha fazla ileriye gitmeyeceğini anladığında alayla konuşmuştu.


"İnanamıyorum. Burak ve sen cümle içinde ayrı geçebiliyor muydunuz? Özellikle sevgili olduğunuzdan beri, yıllardır hep 'Ben, ben.' diyen narsist mazoşist biz deyip duruyor. Bir programla HilBur diye birleştiğinizden emindim bak. Çok şaşırdım ayrı yazılımlarda olmanıza."


Doğukan'ın cümlesi üzerine Hilal neşeyle güldü.


"HilBur ha? Sevdim bunu. Artık sadece bir sesten ibaret olmadığına göre DoCem'li, HilBur'lu sık sık buluşuruz inşaallah."


"Ecem'le seni iki dakika yalnız bırakmaya korkarım ben. Olmaz!"


"Cık cık cık. Böyle yaparak kalbimi çok kırıyorsun Kadavra. Sayende kendimi gudubet, bedbah, korku evi hayaleti gibi hissettim."


Kızın bir gram alınganlık göstermediğini gören Doğukan esefle mırıldandı.


"Sen hiç alınmaz mısın? Kızıp 'Bir daha görüşmeyelim.' falan diyerek beni kovsana."


"Kovsam da nereye kovabilirim ki? Hastane o kadar da büyük değil. İlla ki görüşürüz yani."


Hilal'in cümlesi üzerine şaşkınlıkla gülen adam oturduğu koltuktan aniden ayağa kalktı. Onun bu hızlı kalkışı odadaki konuşmayı durdurmuştu. Doğukan, Burak'a bakarak hafif bir isyanla konuştu.


"Bana müsaade Burak. Senin bu kız arkadaşın bu odadakilerin hepsinin toplamından daha tehlikeli. Yetti bana birkaç dakika."


"Yarın görüşürüz Kadavraaa." dedi Hilal sesindeki şirinlikle.


"Kesin görüşürsün sen, masum görünümlü tehlikeli Asena." diye söylenen Doğukan odadakilerin gülüşleri arasında Ecem'e bir işaret vererek kapıya doğru yürümeye başladı.


"Tanıştığıma çok çok memnun oldum Hilal. Şu ziyaretçi kervanın durulduğunda mutlaka görüşelim."


"An itibariyle Hilal ile görüşme boykotu koyuyorum sana Ecem." dedi kapının yanındaki Doğukan. Sesindeki eğlenen parıltı gözlerine de yansımıştı.


"Maç oynanırken kural değiştiremezsin Doğu."


Ecem'in kurduğu cümle Burak, Emre ve Ulaş ile Nisa'nın bakışmasına neden olmuştu.


Doğukan lise zamanında hoşuna gitmeyen bir durum olduğunda ya da fikrine karşı çıkıldığında çok sık kullanırdı bu cümleyi.


Sevdiği kıza içinde yükselen acıyla bakan Doğukan hüzünle mırıldandı.


"Kırmızı kart görmüş bir oyuncuyu oyuna tekrardan sokamazsın Ecem."


"O zaman ben de kırmızıyı alıp onun yanına kulübeye giderim. Oynamak kadar izlemeyi de severim, bilirsin. Onunlaysam... Yeter."


Karşısındaki kadının yıllar önce onun ayrılma isteğini kabul eden genç kız olmadığının bilincinde olan Doğukan yenilgiyle nefes aldı.


"Gel hadi. Tribünler tıklım tıklımken konuştuğumdan bir şey anlamıyorum."


Ecem ve Doğukan dışarı çıkarken Onur odadakilere bakarak sırıttı.


"Şimdi size çok önemli bir soru soracağım."


"Sorma." diye tısladı Burak.


"Hayır." dedi Emre bıkkın bir şekilde.


"Sakın!" diyen Ulaş aklındaki soruyu sorarsa üçüncü dünya savaşı çıkacağından emindi.


Onur tabii ki de onları takmayarak bombayı patlattı.


"Şimdi bu maç hangi takımlar arasında ve kazanan kim ben anlamadım. Bu arada takım demişken... Sizce bu sene kim şampiyon olur?"


Odanın diğer ucundaki Tuncay yetişene kadar Onur asla sormaması gereken o soruyu sormuştu bile.


"Ne yaptın sen gerizekalı?" diye çıkışan Tuncay hüsranla, kopan kıyamete baktı.


Burak fanatik bir Galatasaraylı


Emre fanatik bir Fenerbahçeli


Anne tarafından Trabzon'lu olan Ulaş ise fanatik bir Trabzonsporluydu.


Serkan en az Burak kadar koyu bir cimbomlu, Yağız ise Emre'yi aratmayacak cinsten Fenerliydi. Kartal lakabını hakkıyla taşıyan Beşiktaş'lı Sinan da bu denkleme eklendiğinde oda tam anlamıyla curcunaya dönmüştü.


Hasta yatağındaki Galatasaraylı Hilal bu tartışmadan eksik kalmayarak sevgilisine destek verdiği her seferinde, Salih araya girerek "Sen artık Samsunspor'lusun. Sessiz ol bakayım." diyerek kızına çıkışıyordu.


İşte Hilal'e bakmak için gelen Melek kendini tam da bu kıyametin içinde bulmuştu.


"Gençler?" diyen kadın odada bu kadar çok kişiyi bulduğu için ayrı, yapılan muhabetle ise ayrı şoka uğramıştı.


Oda bir anda sessizliğe bürünürken odadakiler suçlu bir yüz ifadeyle kadına bakmaya başladılar.


"Ve genç hissedenler.' diyerek ekleme yapmalıyım sanırım." dedi Hilal'in yanındaki Sinan muzip bir sesle.


"Yani abi size inanamıyorum gerçekten. Kızım daha bugün kalktı ve hepiniz aynı anda odaya mı doluştunuz? Bir de üstüne futbol mu konuşuyordunuz? Doktor sizi burada böyle görse hastaneden kovar."


Melek'in söylenmesiyle dudaklarında hafif bir gülümseme beliren Salih başını aşağı eğdi. Odaya girdiğinden beri bedeni ve ruhu adama çekilen kadın bu hareketi görerek bıkkın bir nefes almıştı.


"Komik mi Salih? Hani 10 kişi olsa yine anları..."


"Hadi bir kere de mızıkçılık yapma ve kendini ânın akışına bırak Melek." dedi adam eski karısının kahverengi gözlerine bakarak.


Kahveleri acıyla dolan kadın, adama karşılık vermek yerine buruk bir şekilde gülümsemekle yetindi. Melek'in bu tepkisi Ege için bir cevap olmuştu.


'Kendimi ânın akışına bıraktığımda yaşananlar malum. Bir daha asla yüz kere düşünmeden bir adım bile atamam.'


Annesiyle babasının sessiz bakışmasını izleyen Hilal içinde yükselen hüznü hissetti. Hangi durumun daha kötü olduğunu düşünüyordu.


Birbirlerini sevdikleri halde mesafeli olmaları mı, birbirlerini sevmedikleri için mesafeli olmaları mı...


Kadir Alacalı ve annesinin ilişkisiyle şu anki durumu kıyaslayan genç kız, sevdikleri halde mesafenin daha can sıkıcı olduğuna karar verdi. Annesi ve Kadir babası arasında hep bir saygı olmuştu. Birbirlerine karşı kırgınlık, hüzün, acı ve kısmi nefret hissetmemişlerdi ancak annesi ile öz babası arasında bu sayılanlar hatta daha da fazlası mevcuttu. Ve bu durum Hilal'in canını yakıyordu. Çok yakıyordu...


Kız arkadaşının durumunu fark eden Burak ona laf attı.


"Hilal tarafını seç. Galatasaray mı, Samsunspor mu?"


"Gerçekten mi?" diyen Hilal adama sinir bozucu bir bakış atmıştı.


Gerçekten de modumu değiştirmek için seçe seçe bu soruyu mu seçtin?


Babasının kendisine doğru döndüğünü gören Hilal usulca yutkundu.


"Süper Lig'de Galatasaray, 1. Lig'de Samsunspor?"


Kaşlarını çatan Salih, kızının kıvırmasına izin vermemişti.


"Yok öyle. Bir takım için yaşayacaksın sadece."


"Türkiye?" diyen Hilal'in, Burak'a attığı bakışlar iyice ölümcül olmaya başlamıştı. Kızın pençeli bakışları karşısında adam keyfiyle sırıttı.


"Aa ama Türkiye bir takım değil ki kanımız canımız zaten Kelebeğim. Onu saymıyoruz."


Yalnızca dudaklarını oynatarak 'Öldüreceğim seni!' diyen Hilal kendisine bakan babasına dönerek şirince sırıttı.


"Ben şu an hastayım ya hani... Biz bu konuyu ben iyileşince konuşsak, olur mu babacığım?


Kızının şebek bir suratla kurduğu cümleyle dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Salih Ege başını aşağı yukarı salladı.


"Öyle olsun bakalım Berceste'm."


"Teşekkürleeeeer." diyen Hilal'in sesindeki büyük neşe Salih'in mutlulukla gülmesine neden olurken aklından şu düşünce geçmişti.


'Kızının çocukluğunu kaçırdığın için kahroluyorsun ya Ege, gördüğün gibi Berceste'nde o çocuksu neşe hâlâ mevcut. Yaşayamadığınız tüm o anları bu yaşında yaşatır o kız sana.'


"Lütfen şu an odadaki herkesin hologramdan ibaret olduğunu söyleyin."


Odadakiler kapının yanından gelen sesle birlikteyi usulca yutkunmuştu.


"Ne yapayım ben sizi şimdi? Neşterle deleyim mi dalağınızı? Bu kız daha yeni kalktı ve siz bu kadar kişi hastamın odasına mı doluştunuz? Hayır bir de saat akşam 10! Hilal'in dinlenmesi gerekiyor. Bunu da mı ben söyleyeceğim size?"


Doktor Demir'in haklı isyanı üzerine Hilal'e iyi geceler dileklerini ileten, odadan hızla kaçtı. Öfkeli kural manyağı bir doktoru daha fazla kızdırmak pek de iyi bir fikir değil gibiydi.


Sona kalan Sinan ve Emre de kendisiyle vedalaştığında, Hilal ikisine üzgün bir bakış attı.


"Konuşamadık bugün."


"Eftalya seni sayıklayıp duruyor. Yarın okul çıkışı annemlerle gelecek. O zaman bol bol konuşuruz Ayçiçeği."


"Eftalya'dan fırsat kalırsa tabii." dedi sevgilisinin yanındaki Aslı gülerek.


"Görümcemizden çok çekeğiz be Paparazim." dedi Hilal de aynı gülüşle karşılık vererek.


"Ah ahh. Neyse ikimiz el ele verirsek üstesinden geliriz elticim."


Odadakiler bu diyaloğa gülerken Sinan, Hilal'in omzunu hafifçe sıktı.


"Görüşürüz yeğenim. İyice dinlen. Çok yoğun bir gün geçirdin."


"Hiç sorma dayım. Her şey aylara yayılmış gibi hissediyorum şu an. Bu yaşananların bir günde olduğuna beni kimse inandıramaz."


"Bu yaptıklarınıza da beni kimse inandıramıyor. Akıl ve ruh sağlığımın iyiliği için seni yarın taburcu mu etsem Hilal?" dedi Demir iç geçirerek.


Hilal tam hevesle bu teklifi kabul edecekti ki gıcık Alfa araya girdi.


"Öyle bir şey yaparsan beden sağlığının iyiliği ahireti boylar haberin olsun Doktor."


"Seni doktora tehditte içeri attıracağım Asker."


"Yarım saate çıkarım. Tanıdıklar sağ olsun."


Demir konuşmak üzereyken Emre gülerek araya girdi.


"Hiç münakaşaya girme Demir. Bunun sonu 'İçeri bile almazlar gerçi.' ile biter."


Dün gece nöbetçi olduğu için yorgun hisseden Demir yalnızca başını sallamakla yetinmişti.


"Senin de günün yoğundu sanırım. Neyse hadi hepinize iyi geceler." diyen Emre kız arkadaşının elini tuttuktan sonra dayısının peşinden odadan çıktı.


"Kontrolleri yapmadan önce... Refakatçi kim olacaktı?"


Melek "Ben..." derken, Hilal "Burak." demişti.


Kızıyla göz göze gelen kadın yorgun bakan elaların ihtiyacı olanın annesi değil de sevdiği olduğunu anlayarak Ege'ye döndü. 'Ben onaylıyorum sen ne diyorsun?' diyordu bakışlarıyla.


Melek'in bu sessiz sorusu Ege'nin gülümsemesine neden olmuştu. Melek'in ne kadar kızgın/kırgın olursa olsun kızları söz konusu olduğunda ona danışması çok güzel hissettiriyordu.


Salih Ege bakışlarını normale aykırı bir şekilde sessiz duran Burak'a çevirdi. Parmağını hafifçe bacağına vuran adamın gerginliğini kimse anlamasa bile onu büyüten kendisi anlardı. Neden gergin olduğunu da anladığı gibi...


Oğluna bakan adam büyük bir sevgiyle konuştu.


"O benim oğlum. Söz konusu Burak olduğunda asla 'Olmaz.' demem. Kendimden bile çok güveniyorum ona."


Salih'in cümlesi üzerine dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Burak parlayan yeşilleriyle babasına baktı.


"Teşekkürler babam."


Hilal onların bu diyaloğun gülümserken Melek büyük bir anlayışla konuşmuştu.


"O zaman biz çıkalım. Hadi kızım iyi uykular."


Hilal'in yanına yaklaşarak alnına bir öpücük bırakan Salih Ege de sessizce mırıldandı.


"İyi geceler Berceste'm."


"İyi geceler babacığım." diye karşılık veren Hilal elalarını aldığı adamın kızaran gözlerinin bal rengine dönüşmesini izledi.


Kızının saçını okşadıktan sonra oğlunun omzunu sıkarak "İyi uykular." diye mırıldanan adam, kendisini izleyen Melek'in bakışları altında kapıya doğru yürümeye başladı.


Annesiyle babası çıkmak üzereyken Hilal arkalarından seslendi.


"Anne... Baba!"


Bu hitaplar karşısında önce birbirine bakan Ege ve Melek birbirlerinin gözlerinde kaybolmaktan korkarak aynı anda kızlarına doğru döndüler.


"N'oldu?" diye sordu Melek kaşlarını hafifçe çatarken.


"Yarın ailecek kahvaltı yapabilir miyiz?"


'Ailecek' kelimesi kadını ayrı adamı ayrı yakarken kahve gözler ve ela gözler yeniden birbirlerini bulmuştu.


"Ninem de gelir." diye devam eden Hilal sesinin titremesini zorlukla engellemişti.


'Birbirlerini bu kadar çok severlerken ayrı kaldıkları yıllarda nasıl dayandılar?'


Gözlerini zorlukla sevdiği kadından çeken Ege, Hilal'e baktı.


"Olur kızım. Biz 10'dan sonra geliriz. Yarın da yoğun bir gün olacak gibi. Uykunu iyi al."


"Tamam babacığım. Siz de uykunuzu iyi alın." diyen kız, annesinin ve babasının aynı anda kaçırdığı gözleriyle sabahtan beri şüphelendiği şeyden emin olmuştu.


İkisi de günlerdir gram uyku uyumuyorlardı.


Buna bir çözüm bulması gerektiğini düşünen Hilal onların odadan çıkmasıyla birlikte doktoruna baktı.


"Ben ne zaman hastaneden çıkacağım Demir?"


Soruyu Demir değil de Burak yanıtlamıştı.


"Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim."


Gözlerini devirerek adama bakan Hilal bıkkın bir nefes aldı.


"Burak aklından ne geçiyor bilmiyorum ama ben en kısa zamanda buradan çıkacağım."


"Nah çıkarsın diyeceğim de sevgilimsin bu yüzden demiyorum. Neyse bırak şimdi çıkmayı falan. Sabah kahvaltıya ne yiyelim? Adam akıllı kahvaltı yapmayı özledim ben."


"Hangi kahvaltıya? Ailecek dedim. Sabahtan beri beni deli eden adam buna dahil değil, üzgünüm." dedi Hilal kinli bir şekilde.


"Zaten ben babamın oğlu olarak o aileye kattım kendimi. Sizinle hiçbir ilgisi yok Hilal Hanım."


Sevgilisine gözlerini kısarak bakan Hilal "Yazdım bunu da." diye tısladı.


"Büyük harflerle ve kalın fontla yazmışsındır umarım." dedi adam zevkle sırıtarak.


Çiftin atışmasının bir sonu olmayacağını fark eden Demir "İzninizle." diyerek Hilal'in durumunu kontrol ettikten sonra masadaki tıbbi tepsiyi eline alarak havaya doğru kaldırdı.


"Pansumanı yapayım diyeceğim ama..."


Elini uzatan Burak ile birlikte iç geçiren doktor bıkkınlıkla devam etti.


"Ben yaparım.' diyeceksin."


"Kalbimi kırıyorsun ama Doktor. Yani o kadar vukuatımız oldu, beni hiç mi tanımadın?" diyerek samimi bir alayla karşılık verdi Burak.


"Seni tanımamak ne mümkün Asker?"


"Eh herhalde. Tanıtımı ben kendimi her daim."


Sevgilisinin ukala cümlesini duyan Hilal güldü.


"Her daim aslanlığını ve Alfa'lığını nasıl da belli ediyor ama."


Hilal'in cümlesi üzerine Demir başını aşağı yukarı salladı.


"Tanıdığım aslan burcu bir arkadaşım vardı, ona kendini beğenmiş deyip duruyordum. İlk boş vaktimde arayıp özür dileceğim. Ondan daha beterleri de varmış."


"Arkadaşını bilemeyeceğim ancak ben asla boş ukalalık yapmam Doktor." dedi Burak egolu bir şekilde.


"Yok valla yorucu bir günün ardından hiç çekilmiyorsun Burak. Gidiyorum ben. Bolca geçmiş olsun Hilal. Yaşanmaz bu adamla."


"Zaten yaşayacak olan sen değilsin Demir." dedi Hilal sırıtarak.


Bunun üzerine gülen Demir ikiliye baktı.


"Al birini vur ötekine... Hadi iyi geceler size. Dün gece nöbetim vardı. Şu an tek istediğim uyumak, size laf yetiştiremem."


"Güzel bahaneydi. Rövanş yapalım bir ara Doktor. Normalde de laf yetiştiremeyeceğini görmüş ol." diyen Burak, Demir'i yolcu ettikten sonra sevgilisine pansuman yapmak için elindeki tepsiyle ona doğru yöneldi.


Burak yanına gelirken Hilal başını iki yana sallamaya başlamıştı.


"Ne oldu?"


"Çantamı getirir misin? Şuradaki Aslı'nın getirdiği."


Bu isteğe bir anlam veremeyen adam soru dolu gözlerle kıza baktıktan sonra elindeki tepsiyi bırakmadan çantaya doğru yürüdü.


"Hayırdır?" diye mırıldanırken çantayı kızın yanına bırakmıştı.


"Kıyamadım sana." diyen Hilal sahte bir iç geçirmişti.


"Bu ne demek?" diye soran Burak, kızın çantadan çıkarttığı nesneyi görünce keyifle sırıttı.


"Alfa bunu beğendi."


"Valla Aylin'den yalvar yakar izin aldım. Beyefendi beğensin bizahmet."


Elindeki tepsiyi masanın üzerine bırakan Burak şampuan şişesine doğru elini uzattı.


"Hadi kokla da uyuyalım." diyerek şişeyi uzatan Hilal ile birlikte adam neşeyle kahkaha atmıştı.


Burak'ın bu kahkahasıyla Hilal'in dudaklarındaki gülümseme anlam dolu bir tebessüme dönüşmüştü.


"Sen olmasan tüm yaşananlarla nasıl başa çıkardım acaba?"


Hilal'in cümlesini duyan Burak, yatağın yanına oturarak boştaki eliyle kızın elini tuttu.


"Sen o kadar güçlü birisin ki Asena'm, her türlü ayakta durmayı başarırdın."


"Ayakta durmak ile mutlu olmak aynı şey değil ki. Dimdik dursa bile içten içe korkar insan. Ancak sen varken ben korkmuyorum Alfa'm. Hiç korkmuyorum hem de. Sen yanımdayken tüm kötü şeyler buhar olup uçuyor. Biz bir araya geldiğimizde sanki etrafımızda görünmez bir kalkan beliriyor ve kötülükler de hep o kalkanın dışında kalıyor gibi. Bu hissi o kadar çok seviyorum ki... Zümrütlerinde kaybolup tüm dünyadan soyutlanmak öylesine huzurlu ki."


Elindeki eli dudaklarına götürerek öpen Burak aşık olduğu ela gözlere bakarak fısıldadı.


"Sen varken ben de korkmam."


Bu cümle Hilal'e aylar önce hastanenin çatısında yaşadıkları konuşmayı hatırlatmıştı.


['Ne oldu yükseklik gözünü mü korkuttu? Sadece 13. kattayız! Mardin'deki ukala kız nerede? Hani yükseklikten korkmayan...'


'Burada burada. Sen hiç endişelenme! Hem... Sen varken ben korkmam ki!'


'Ne garip değil mi? Sen ben varken korkmuyorsun fakat... Ben sadece sen varken korkuyorum.']


Hilal, adamın yeşillerindeki doğruluğu görerek sessizce sordu.


"Yaşananlardan sonra bile mi? Sen..."


Cümlesini tamamlayamayan Hilal gözlerini kaçırdı. O gün 'Beni koruyamayacağını düşündüğünden mi?' diye sorduğunda adam sessizce onu onaylanmıştı. Bu yüzden de adamın bu bıçaklanma olayında farklı bir tepki vereceğini düşünmüştü.


Burak, havada asılı kalan cümleyi duyarak kısık bir sesle konuştu.


"Ben seni korudum Kelebeğim. O bıçağın verdiği zarara engel olamadım belki ama o zehire panzehir oldum. Seni kurtardım."


Zehir ve panzehir kelimeleriyle kesik bir nefes alan Hilal bakışlarını adamın kollarına çevirdi.


"O yaraların ağırlığı kalbimi acıtıyor."


"Bu konuyu konuşmadık mı Asena'm? İnan bana bedenim daha önce çok daha büyük zararlar gö..."


"Ruhunu kastediyorum ben, bedenini değil. O yaraları açarken hissettiklerini kastediyorum." diyerek onun sözünü kesen Hilal, dolan ela gözlerini kırpıştırmıştı.


Boğazında bir düğümün belirdiğini hisseden Burak çaresiz bir nefes aldı.


"Senin şu üzgün halin de benim canımı acıtıyor. Hani n'oldu bizim görünmez kalkanımıza?" diyen Burak muzip bir şekilde devam etti.


"Kısa devre mi yaptı yoksa?"


Onun güldürmek için çabalayan tavrı Hilal'in dudaklarında hafif bir tebessüme neden olurken sevgiyle adama bakan genç kız başını aşağı yukarı salladı.


"Tamam kısa hatta çok kısa olmasını sağlayacağım. Ancak..."


"Ancak?"


"İkinci dilek hakkımız istediğin gibi papatya kokum olsun. Saçımı yıkamanı dilekten sayacağım."


"Bir dileği böyle çarçur etmek istediğine emin misin?" diye sordu Burak kaşlarını kaldırırken.


"Benim her sözüm senin için bir dilek zaten, istediğimi anında yerine getirirsin sen. Bu yüzden de yaralarından öperek kendimi iyileştirmeye ihtiyaç duyduğum her an, aklıma gelen ilk şeyi dileğim yapacağım." dedi Hilal bilmiş bir şekilde.


"Ooo bu dilek işini ucuza kapattık desene sen?" diyerek gülen adam sevgilisine tebessüm etti.


"İstediğiniz gibi olsun Hilal Hanım. Sizin ağzınızdan çıkan her söz benim için kat'i bir emirdir. Emir almayı pek sevmeyen bir kurt olduğum düşünülürse bu cümlem çok büyük anlamlar içeriyor haberiniz olsun."


Neşeyle gülen Hilal bir eliyle saçını arkaya doğru savurdu.


"İşte ben ya. Bir kurdu bile evcilleştirdim."


Kızın ukala cümlesi karşısında Burak sahte bir esefle nefes aldı.


"Gelecek hayatımda kendime kolaylıklar diliyorum. Yandım ben yandım."


"Ama benim aşkımlaaaa." dedi genç kız sırıtarak. Onun neşeyle kurduğu bu cümleyle adam kızın burnunu sıktı.


"Off yaa. Şu burnu sıkma ve saçı karıştırma işine cidden ayar oluyorum." diye söylenen Hilal başıyla şampuanı gösterdi.


"Eee saçımı yıkamıyor muyuz?"


"Nasıl yapalım? Ben bir tekerlekl..."


"Aylin getirdi tekerlekli sandalyeyi, banyoda. Valla gerçekten zor izin aldım, yalvar yakar. Dedi 'Daha yaran tam iyileşmedi.' Ben de 'Burak kolumu kaldırmama bile izin vermez.' falan dedim. Sonunda ikna ettim, kabul etti ama 'Demir'e söyleme beni de seni de gebertir o kural delisi manyak.' dedi."


Yumuşak bir şekilde gülen Burak başını aşağı yukarı salladı.


"Demir'in kalbine indirmeden şu hastaneden çıkışımızı yapabiliriz umarım."diyerek kız arkadaşının elini bırakan adam "Hemen geliyorum." dedikten sonra banyodan tekerlekli sandalyeyi alarak geldi.


"Aylin ile ne ara konuştun? Aslı'ya ne zaman haber verdin?"


"Annem gitmeden onun telefondan Aslı'yı aradım. O sıralarda da Aylin kontrole geldi. Mükemmel bir zamanlamaydı. Bu gece papatya kokum olmadan uyuma dedim."


Sevgilisine yaklaşan Burak eğilerek alnına yumuşak bir öpücük bıraktı.


"Ne de güzel demişsin Kelebeğim."


"Bence deee." diyerek sırıtan Hilal büyük bir neşeyle kollarını havaya kaldırdı. Onun bu tavrını gören Burak küçük bir kahkaha attıktan sonra sevgilisini kucağına alırken söyleniyordu.


"Bak bunu Eftalya yapıyor. Yakında 25 olacaksın, sen de mi?"


"Cık cık cık. Ben asker sevgilim beni kucağına kolay alsın diye kollarımı kaldırıyorum onun söylediğine bakın hele. Hiç yakıştıramadım."


"Hadi bakalım öyle olsun." diyerek gülen adam, kızı yavaş hareketlerle tekerlekli sandalyeye oturttu.


Şampuanı da alan Burak sevgilisini banyoya götürdüğünde musluğun yanındaki seyahat boyun yastığını görmüştü.


"Bak bu benim yapacağım bir hamle. Haberim olsa boynun acımasın diye getirirdim. Kimin fikriydi bu?"


"Nisa getirmiş." dedi Hilal gülümseyerek.


"Aferin ona." diyen Burak tekerlekli sandalyenin arkasını lavaboya doğru çevirdikten sonra sevgilisinin saçlarını toplayarak boyun yastığını boynuna yerleştirdi.


Lavabo musluğun bakan adam düşünceli bir şekilde mırıldanmıştı.


"Bu musluk da kısaymış."


Hilal'in "Fıskiyeyle yıkarsın." cümlesini duyduğunda bakışlarını yavaşça duş başlığına çevirdi Alfa. Aklı istemsizce ameliyathanedeki o güne gitmişti.


['Biz direk anaya bağlayalım bunu. Fıskiye var mı orada?'


'Var. Dur bakayım çalışıy... Ahh! Güzel güzel. Çalışıyor.'


'Başlığı çıkar, hortumu sok, suyu aç. Belki ciğerlerine su gidince bir anda aydınlanma yaşar.'


'Bunu yapamazs... Aaaaaa Bırak!'


Telefonunun ucundan gelen gürültülere Uraz'ın kapıya vurmaları eşlik ederken Burak ciddi gözlerini, kendisini şok dolu bakışlarla izleyen ameliyathane personellerinde gezdirdi.


'Öhöhöhöhöhhöhö...'


'Kurt Adam? Arkadaş sana bir şey söyleyecekmiş.'


'Ze-zehir! Başkan bıçaklarına zehir sürer.'


Cümle karşısında nefessiz kaldığını hisseden Burak gözlerini kapattı.


'Panzehir?' diye sorarken sesi titremişti.


"Bilmi..."


'PANZEHİR!' diyerek kükreyen Burak öfkeyle gözlerini açtı.


'Soğuk suyu ılıklaştır Baba. Üşümesin!']


"Alfa'm?"


Elinde hissettiği el ile sevgilisine dönen Burak, kızın gözlerindeki endişeyle harmanlanmış ciddi bakışları gördüğünde farkındalık dolu bir nefes aldı


"Bilerek yaptın değil mi?"


"Neyi?" diye sordu Hilal anlamamazlıktan gelerek.


"Asena, Asena, Asena..." diye mırıldanan Burak çömelerek sandalyedeki sevgilisiyle aynı hizaya geldi.


"Sen normalde bana sürpriz yaparsın. Kızlarla işbirliği yapıp saçını yıkayıp beni dumura uğratmayı tercih ederdin. Yanılıyor muyum?"


"Yanılmıyorsun." diyerek yumuşak bir sesle cevap verdi Hilal.


"Bunun dilek hakkı olmasının nedeni de 'Şu an' değil mi?"


Kendisini bu denli iyi tanıyan zeki sevgilisinin yeşil gözlerine bakan Hilal sağ eliyle adamın elini tutarak hafifçe sıktı.


"Anıları durduk yere hatırlamayız. Bir ses, bir koku, bir nesne, bir mekan, bir insan... Bizi o âna götüren hep bir hatırlatıcı olur. Yani böyle bir durum olmasaydı boş kaldığımız her an, tüm yaşadıklarımız aklımıza gelirdi ve bu da insanı delirtirdi. Ben her banyoya girdiğinde, her fıskiye gördüğünde o güne gitmeni istemiyorum Alfa'm. Benim saçımı yıkadığın, papatya kokuna kavuştuğun bu ânı hatırlamanı istiyorum. Aklına isyan dolu çaresiz sesin değil de, benim neşeli kahkahalarım gelsin istiyorum. Bu yüzden evet! Bilerek yaptım. İlk başta Aslı ve annemin yardımıyla saçımı yıkama derdindeydim. Annem 'Yani aslında olmayacak şey değil. Fıskiye yardımıyla musluğa doğru durularız sen de hareket etmemiş olursun.' dedi. O an benim bile aklıma o sahne gelirken senin nasıl hissedeceğini düşündüm ve sonuç bu."


Yeşillerin kızardığını hisseden Burak buruk bir şekilde gülümsedi. Sol eliyle uzanarak adamın buruk bir tebessüme ev sahipliği yapan dudaklarının kenarını okşayan Hilal içten bir şekilde gülümsedi.


"Al sana anı güncellemesi!"


"Anı güncellemelerini karşılıklı yapmaya başladık. Bu pek de iyi bir şey değil sanki." dedi Burak memnuniyetsiz bir şekilde.


"Yaptığımla, senin bana yaptıklarının yanına yaklaşmayı bırak, onları geçtiğimi söyleyen sendin."


"İyi halt etmişim. Güzel p*çlik yaptım o psikolojiyle." diye söylenen Burak yüzünde duran Hilal'in elini tutup dudaklarına doğru götürdü ve "Özür dilerim." diye fısıldadıktan sonra öptü.


"Özür dilemeyi karşılıklı olarak yasaklasak mı diye düşünmüyor değilim." dedi Hilal hüzünle iç geçirirken.


"Elimizde bir kuru özür var ne yapalım?"


"Valla seni bilemem ama benim elimde bir zümrüt gözlü Alfa var." dedi Hilal muzip bir şekilde.


Kızın parlayan gözleri olumsuz atmosferi değiştirirken Burak yerinde doğrularak sırıttı.


"Her daim emrinize amadeyim biliyorsunuz Hanımım."


"Hemen saçımı yıka köleeee." diyerek şakıyan Hilal ile adam gözlerini kısarak ona baktı.


"Köleymiş! Göstereceğim sana köleyi."


"Allah Allah ne yapacaksın acaba?" dedi Hilal özgüvenli bir şekilde.


Duvardaki fıskiyeyi alan Burak bir silahmışçasına kıza doğru doğrulttu.


"Eller yukarı! Sevgiliye köle demenin cezası aşk yasasına aykırıdır Bayan Çok Bilmiş. Cezanı çekeceksin."


Çekingen bir şekilde ellerini yukarı kaldıran Hilal dudaklarını büzerek gözlerini kırpıştırmaya başladı.


"Ben yaralı bir zavallıyım Bay Olric. Acıyın bana lütfen."


"Acımak yok! Acitasyon yaparak cezadan kaytaramazsın Kelebek. Aşk yasası kuralları çok katıdır."


"Ahh hiç mi kurtulmanın yolu yok Efendim?"


"Yoktur. Üzgün değilim." dedi Burak sırıtarak. İkisi de adamın blöf yaptığını bilirken ellerini indirerek kollarını bağlayan Hilal kaşlarını kaldırarak adama baktı.


"Eğer beni ıslatırsan Demir seni refakatçiliğimden kovar."


"Nah kovar. Kapıdan kovsa çatıdan girerim ayrıca."


"Penceremi girmen için açık bırakırım." diye karşılık verdi gülen Hilal.


"Eeee o zaman beni niye tehdit ediyorsun?"


"Çatıdan inmek için malzeme temin edeceksin, çatıya çıkacaksın geleceksin falan çok iş. Caydırıcı bir tehdit değil miydi?"


"Cık değil. Arabamda gerekli malzemeler var, arabam da otoparkta. Bir telefonumla malzemeleri getiririm. Bu sırada da çatıdan iniş yerini hazırlarım. Maksimum 15 dakikaya yine yanındayım. Yani pek de caydırıcı olamadı."


Ağzı açık bir şekilde adama bakan Hilal şaşkınlıkla sordu.


"Allah aşkına arabanda olmayan bir şey var mı Burak?"


"Bir sniper, bir pompalı, yedek silahlar ve şarjörler, 2 iniş takımı, dronelar (bak onları yenilemem lazım), sis-ses-biber gazı bombaları, el bombaları ve küçük çaplı normal bir bomba. Çeşit çeşit sustalı ve muştalar, bir ara küçük balta ve satır da atmıştım bak. Yangın söndürücü ve ilk yardım çantası zaten klasik onları saymıyorum. Gerçi benim ilk yardım çantam biraz(!) ayrıntılı. Bunun haricinde adrenalin iğnesi, bayıltıcı iğne, kısa süreliğine felç geçiren ve kalp durduran iğneler falan var. Hmm sonraaa... Gece görüş gözlüğüm, halatım, çok kullanmadığım bir şok cihazım, neredeyse her kilidi açan maymuncuk setim var. Özel ajan gizli kameraları -kalem, gözlük, düğme vb.- şeyler ve yine aynı şekilde dinleme cihazlarım var. Parmak izimi yok etmek için bir karışım ve eski suçluların parmak izlerinden oluşan şeffaf sahte parmak izleri veee elbette işkence setim var. Mini elektrikli testere en sevdiğim valla. Benim deliliğimi görünce testereyi çalıştırdığım an bülbül kesiliyorlar çoğu zaman, elimi sürmeme bile gerek kalmıyor. Yine aynı şekilde mızrak ve ok var. Arabadan mızrak çıkarttığımı gören suçlular 'Yanında mızrak taşıyan bize ne yapmaz?' düşüncesiyle daha sorumu sormadan cevabı dökülüyorlar. Kaşıntı tozu ve bol iğneli halat var. O iti sandalyeye bol iğneli halatla bağlamak ve üstüne kaşıntı tozu dökmek bayâ eğlenceli oluyor. Elektrik vermek için de birkaç şey var. Ayrıca satranç takımı görünümünde kimyasal karışımlarım var. Mesela beyaz şahta olan kimyasalın etkileşimi siyah şahta. Böyle karşılıklı takılıyorum falan, gayet güzel öttürüyor. Haricinde gündelik eşyalar var. Termos, kahve, çay, battaniye, yastık, powerlar, usb kabloları, kulaklıklar, birkaç kitap, bu aralar İspanyolca'ya taktım bu yüzden İspanyolca sözlük ve son olarak da Ulaş'ın zulasından patlattığım abur cuburlar."


Hilal, hiç hareket etmeden sevgilisine bakakalırken Burak onun bu haline neşeyle güldü.


"Ciddisin değil mi?" diye soran kız, adam maddeleri sayarken açık kalan ağzını zorlukla kapatmıştı.


"Elbette. Hep söylediğim gibi 'Bir Alfa kolay yetişmiyor.' Kelebek Hanım."


"Arabaya nasıl sığdı acaba tüm bunlar Alfa'm? Ayrıca ben bagajda saydıklarından bir tanesine bile rastlamadım."


"Arabanın içini özel olarak modifiye ettirdim 2 yıl önce. Saydığım eşyaların yarısı arka koltukların altında. Diğer yarısı da bagaj paspasının altındaki gizli bölmede. Bombaların ve diğer tehlikeli maddelerin kilitli el çantalarıyla koyulmuş olduğunu söylememe gerek yok sanırım."


"Resmen cephane odası. Biri senin arabayı çalmaya kalksa..."


"Benim Alfa Romeo'mu birisi çalacak ha? Şakacı sevgilim benim."


Sevgilisinin ukala sesini duyan Hilal bıkkın bir şekilde iç geçirdi.


"Ukalasın gerçekten."


"Yoo bu ukalalık değil."


"Nasıl değil?"


"Arabam baştan aşağıya kurşun geçirmez zırhla kaplı. Bu yüzden camı kırıp arabayı çalamazlar. Solucan'dan özel bir kilit sistemi istettim. Sadece benim elimdeki kumandadan -anahtardan- açılabilir, ki Doğu'ya da o kumandayı modifiye ettirdim. Benim, KİT'in, dayımın, Serkan'ın ve babamın parmak izinden başkası kumandanın düğmesine bassa bile arabamı açamaz. Bu arada seninkini de ekleyeli aylar oluyor haberin olsun... Tüm bunlara rağmen hadi bir şeyler oldu ve bir şekilde arabama birisi bindi diyelim. Arabayı çalıştırmak için anahtar düğmesine bastığı anda parmak izine sahip olanların dışında birisiyse araba kendini kilitler ve Doğu'ya da parmak izinin bilgisi gider. Tabii bana da anında mesaj gelir. Araba ise istediğin düz kontağı yapmaya çalış yerinden bir milim kımıldamaz. Arabanın içinde uslu bir şekilde onu alacak ekibi beklemek zorunda kalır. Yani aklı olan arabamdan uzak durur. Düzelteyim. Aklı olan değer verdiklerimden ve bana ait olanlardan uzak durur."


Hissettiği hayranlıkla sevgilisine bir bakış atan Hilal başını aşağı yukarı salladı.


"Alfa adının hakkını fazlasıyla veriyorsun Bay Olric."


"Biliyorum." dedi Burak ukala bir sırıtışla.


"Ukala!" diyerek gözlerini deviren Hilal'in dudaklarında kocaman bir gülümseme vardı.


"Aaa bu arada arabadaki nesnelerden en önemlisini söylemeyi unutmuşum bak."


"Neyi?"


"Siyah sürmeyi." diyen Burak gıcık bir sırıtışla devam etti.


"Böyle yeşil gözlerim ortaya çıkınca kızla..."


"O sürmeyle, gözün gibi baktığın arabanı çizmemi istiyorsan aynen böyle devam et Burak Kılıç."


Hilal'in bariz dolu tehditi ve alev saçan gözleri karşısında Burak ağzına hayali bir fermuar çekti.


"Ben hiçbir şey demedim Hilal... Aslan."


Burak'ın kısa süreli duraksamadan sonra yumuşak bir sesle söylediği hitap ikilinin anlam dolu bakışmasına neden olmuştu.


"Aylar önce sana seslendiğim soyadını bana karşı kullanıyorsun. Garip hissettiriyor."


"Yıllarca kullandığım soyadıyla sana sesleniyor olmam kadar garip hissettirmiyordur inan bana."


Bu cümle karşısında Hilal'in gözlerinde manalı bir bakış belirmişti.


"Hadi itiraf et."


"Neyi?" diye sordu Burak anlamamazlıktan gelerek.


"Neden garip hissettirdiğini." dedi Hilal pes etmeyerek.


"Yani onlarca nedeni var şimd..."


"Buraaaak!"


Kızın çıkışı karşısında kısık bir sesle gülen adam başını iki yana salladıktan sonra haylazca konuştu.


"Yapma yanarız."


"Yakacağım şimdi ben se..."


Burnunun dibinde beliren zümrütlerle birlikte Hilal'in cümlesi havada kalmıştı.


Ellerini kızın oturduğu sandalyeye yaslamış olan Burak kısık bir sesle konuşmaya başladı.


"Yapma dediğim şeyleri yapma huyundan vazgeçmen lazım Kelebek. İçimdeki kurdu harekete geçirirsen cidden yanarız."


Şahsi sınırlarının haddinden fazla içinde olan adam kalp atışlarını hızlandırırken, elalarını alev alev yanan yeşillerden çekemeyen Hilal usulca yutkundu. Kızdan uzaklaşmak yerine ona biraz daha yaklaşan Burak boğuk bir sesle devam etti.


"İtirafıma gelirsek... Sana Hilal Aslan diye seslenmek beni heyecanlandırsa da bu heyecan asla Hilal Kılıç hitabının hissettirdiği kadar büyük olamaz."


İkilinin hızlı nefesleri birbirine karışırken Burak, kızın kulağına doğru yönelerek devam etti.


"Hele de karşımdaki kız cehennemim olan o günü öperek unutturacağının sözünü vermişken."


Yanaklarının kızardığını hisseden Hilal, adamın bir an önce uzaklaşmasını diledi. Yoksa bu yakınlık kesin bir taşikardiyle sonuçlanacaktı.


Hızlı hızlı nefesler alan kızla birlikte hafifçe gülen Burak, sevgilisinin yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi. Dudaklarında hissettiği sıcaklığın peşine gördüğü kıpkırmızı yüz kesinlikle dalga geçmelikti.


"Bak sen gerçekten de yanmışsın. Resmen domates olmuşsun. Böyle en olgunundan."


"Ulan..." diyerek çıkışan Hilal ile Burak gür bir kahkaha attı. Kahkahası bittiğinde kızın kızarık yanağından bir makas alan Burak kıro bir şekilde konuşmuştu.


"Bayılıyorum kızım senin bu çıkışlarına."


"Oğlum bak ayağa kalkamıyorum diye üstüme üstüme geliyorsun. Yapma!"


"Di'mi? Yoksa yanarız." dedi Burak dalgacı bir sesle.


Hilal elalarının içi gülerken gözlerini devirerek bıkkınca nefes aldı.


"Yordun beni yaa."


"Bu cümlenin genişletilmiş hali 'Yordun beni daa. Hadi saçımı yıka da kollarının arasında uyuyayım.' oluyor sanırım?"


Dudaklarında mutlu bir gülümseme beliren Hilal omuzlarını silkerek sessiz kaldı. Ona bakan Burak kızın yanaklarını sıkarak konuştu.


"Oy benim sevgilim naz da yaparmış oy oy."


Adamın elinden zorlukla kurtulan kız gülerek konuştu.


"Burak yaa. Zehir sende kafa mı yaptı acaba?"


Gözlerine ciddiyet yerleşen adamın dudaklarında hafif buruk bir gülümseme belirdi.


"Cık! Zehir değil, seni kaybetme ihtimali..."


"Buradayım ben." diye mırıldandı Hilal yumuşak bir sesle.


Sağ elini uzatarak baş parmağıyla sevgilisinin yanağını okşayan Burak sevgiyle konuştu.


"Sen neredeysen oradayım ben."


"Bak böyle yaparak alıştırıyorsun, ileride 1 dakika bile yanımdan ayrılmana izin vermem ha." dedi Hilal neşeli bir şekilde.


"Bunun devamında 'Sonra operasyonlara birlikte gitmek zorunda kalırız.' cümlesi gelmeyecek değil mi?" diye sordu Burak gözlerini kısarak.


"Yok yok. Olur mu hiç öyle şey?"


Bunu söylerken gözlerindeki bilmiş parıltı olmasa her şey yolunda olacaktı. Bunu fark eden Burak muziplik kattığı sesiyle yeşile dönmüş elalara baktı.


"Hilaaaaal."


"Buraaaak." diye karşılık verdi genç kız da zümrütlerde kilitlenmişken.


"Merak etme altyapı hazırlamadan böyle bir istekte bulunmayacağım. Az biraz zaman geçsin, yavaş yavaş aklına gireyim. Ondan sonra böyle diyeceğim."


Kızın söyledikleri karşısında Burak hayretle güldü.


"Hangi birine şaşıracağıma şaştım resmen. Daha yaranalı bir hafta bile olmamışken benimle operasyona gelme isteğini cesurca itiraf etmene mi yoksa planını bana anlatmandaki garipliğe mi şaşırayım?"


"İkimiz de farkındayız isteğimi. Niye inkar edeyim ki?"


"Yani bu konuda ciddi ciddi beni ikna edebileceğini düşünüyorsun?" diye sordu Burak kaşlarını kaldırırken.


"Tabii ki de." diyerek şakıyan Hilal ukala bir şekilde devam etti.


"Ben aylarca beni sevdiğini söylemekten kaçan adamın haykıra haykıra 'Seni seviyorum.' demesini sağladım. İkna gücüm yüksek, o adamda çok çok daha yüksek."


Bu cümleler üzerine Burak derin bir nefes aldı. Babasının aslında bir Binbaşı olduğunu öğrenmesi genç kızın içindeki askerlik sevdasının yeniden harlanmasına neden olmuştu. Adam, günün birinde Asena'sının aktif operasyonlara katılmak isteyeceğini biliyordu ancak bunu bu kadar çabuk beklemiyordu. Yaşananlara rağmen kız bu konuyu açtıysa işi gerçekten de çok zordu.


Burak, Hilal'inin elalarındaki yoğun isteği ve heyecanı gördüğünde bu savaşı da kaybedeceğini anlamıştı.


Alfa ne zaman Kelebeğinin istediği bir şeye 'Hayır.' diyebilmişti ki?


"Neyse şimdilik kapatalım bu konuyu. Başımızda onca şey var zaten." diye söylendi Burak. Bu konuya 'Evet.' deme ihtimali hiç de iyi hissettirmemişti.


"Valla konuyu açan ben değildim sendin Alfa'm." dedi Hilal sevgilisine keskin bir bakış atarak.


"İyi halt etmişim." diyen adam bıraktığı fıskiyeyi eline alarak suyun sıcaklığını ayarlamaya başladı.


"Pışt." diyerek adama seslenen Hilal bir karşılık almadığında üzgün bir şekilde devam etti.


"Alfa'm? Kızdın mı bana?"


Onun ses tonu karşısında iç geçiren Burak başını iki yana salladıktan sonra fıskiyeyi kapatarak kıza baktı.


"Yok. Kızgınlığım sana değil. Sadece... Keşke isteklerini hesapsız kitapsız anında kabul edebilseydim."


"Valla bu isteğimi hiçbir seven hesapsız kitapsız kabul edemez Alfa Bey. Geçmişin olmasaydı da aktif bir operasyona katılmak istediğimi söylediğimde onlarca şeyin hesabını yapardın sen. Kızma boşuna bu yüzden kendine. Zaten her şey bir anda pat diye olsun istemiyorum. İleride birkaç kez/birçok kez konuşuruz bu konuyu. Önümüze bakalım şimdilik. Olur mu Alfa'm?"


Kelebeğinin gözlerindeki anlayışı gören Burak gülümsedikten sonra sevgilisinin alnına bir öpücük bıraktı.


"İyiki'm benim."


"Sen daha çok." diyerek sırıtan Hilal kısık bir sesle gülen adamın tekrardan fıskiyeyi açmasını izledi.


Suyun ısısını ayarladığında musluğu kapatan Burak, kızın oturduğu tekerlekli sandalyeyi biraz daha geriye çekerek başını musluğa doğru yatırdı.


Sevgilisinin saçlarını ıslatan adam şampuanı eline döküp kızın saçlarını köpüklerken etrafa yayılan papatya kokusuyla birlikte derin bir nefes almıştı. Gözlerinin dolduğunu hisseden Burak, o gün ciğerlerine çektiği papatya kokusuna bulaşan kanı zihninden silme isteğiyle yutkundu.


Sevgilisinin durgun halini hisseden Hilal sessizce fısıldadı.


"خيلي دوستت دارم، آلفاي من."


(Seni çok seviyorum Alfa'm.)


Farsça kurulan bu cümle adamın dudaklarında buruk bir tebessüme neden olmuştu.


"Bunu sık sık söyle olur mu Kelebeğim? O gün helikopterde bu cümleyi kurduğunda, bunu son kez söylediğini ve son cümlenin bu olacağından korkmuştum. Beni sevdiğini söylediğin her an aklıma o berbat ânın gelmemesi için sık sık söyle."


Gözlerinin dolduğunu hisseden Hilal, kızarmaya yüz tutmuş yeşillere bakarak konuştu.


"خوشحال ميشم قربان ولي من کار بدون حقوق انجام نميدم"


(Seve seve, ancak karşılıksız iş yapmıyorum Bayım.)


Sevgilisinin muzip cümlesi karşısında gülümseyen Burak sevgiyle mırıldandı.


"منم دوستت دارم، ديزي"


(Ben de seni çok seviyorum Papatya'm.)


Zümrütleri güldürmüş olmanın mutluluğuyla sırıtan Hilal, gözlerini kapattıktan sonra kendisini saçını köpükleyen Burak'a bıraktı. Sevdiği adamın elinin yumuşak hareketlerle saçında geziyor olması kızı bir yandan huzura boğuyor diğer yandan ise heyecanlandırıyordu. Bir süre sonra mayışmış bir şekilde mırıldandı.


"Kuaförde saçım yıkanıyormuş gibi hissettim."


"Yakışıklı bir kuaförde." diye ekleme yaptı Burak.


Bu cümle üzerine hızla gözlerini açan Hilal "Sadece bana yakışıklı!" diyerek çıkıştı.


Onun çakmak çakmak bakan ela gözlerini gören Burak neşeyle güldü.


"Kıskançlıkta çığır aşıyoruz Kelebek Hanım."


"Dedi, beni 3 yıl önceki kendinden kıskanan adam."


"Dedi, beni rüyamdaki kendisinden kıskanacak olan kız."


Adamın söylediği cümleyle gözleri kocaman açılan Hilal şaşkınca sordu.


"Neyden neyden?"


Kız arkadaşının ses tonu karşısında kısık sesle gülen adam, musluğu açıp kızın saçlarını durularken anlatmaya başladı.


"Benim panzehiri verdikten sonra beni de senin yanına yoğun bakıma aldılar, sonra da uyuttular biliyorsun. Orada bir ara kendime geldim sanırım. Tam net değil orası. Bildiğim tek şey kendimi bir anda rüya görürken bulduğum. Daha çok 'Lucid Rüya'ydı. Seninle birlikte el ele bir şekilde bizim uçurumumuzda oturuyorduk. Tek fark yaslandığımız ağaçtı."


"O uçurumda ağaç yok ki. Bir sembol müydü acaba o ağaç? Hayat ağacı gibisinden."


"Yani kısmen. Benim ağacımdı."


"Senin ağacın mı? Nasıl?" diye sordu Hilal saçını yıkamayı bitirip havluyu eline alan adama bakarken.


"Hatırlıyor musun Sakarya'dayken arka bahçede incir ağacı görmüştün."


"Unutmam mümkün mü? Anıları tahmin edebiliyorum. Çok şey yaşamıştın o zamanlar sormadım o yüzden. Biraz zaman geçmesini bekliyordum."


"Düşünceli sevgilim benim." diyerek kıza gülümseyen adam elindeki havluyu Hilal'in saçına sararken gözlerindeki anıların ışığıyla konuşmaya başladı.


"İşte o ağaç aslında benim ağacım. Annem hamile olduğunu öğrendiği gün almış o ağacı. Babamla birlikte dikmişler fideyi. Benimle aynı yaşta yani. Küçükken ağaçla yarışmaya kalkardım. Tabii ki de o beni solladı geçti. İlk başlarda ağacıma trip attım, benimle aynı yaştaydı ancak beni geçmeye kalkmıştı bu yüzden de küstüm ona. Sonra..."


Hilal'in gülmeye başlamasıyla birlikte anlatmayı bırakan adam da güldü.


"Gülme. Ne yapayım yaa? Yaşıtımsa yaşıtlığını bilecek."


"Deli Alfa. Eee sonra ne oldu? Nasıl barıştın bakayım ağacınla? Sen kesin konuşuyorsundur da şimdi onunla."


"Tabii ki de konuşuyorum. Ben, senin gibi cansız ayıcıkla değil canlı bir nesneyle konuşuyorum en azından." diyen Burak, Hilal'in alaycı sesinin altında kalmamıştı.


"Gıcıksın Yüzbaşı gıcıksın." diyerek yalandan göz deviren Hilal kurutma makinesine yönelen sevgilisine baktı.


"Dur dur. Önce nasıl barıştın onu anlat. Hatta rüyanı da..."


"Saçın ıslak bırakır mıyım seni hiç? Rüyamı saçını kuruttuktan sonra anlatacağım ama barışma olayını kısaca anlatayım." diyen adam kurutma makinesini aldıktan sonra sağ omzunun üstünde duvara doğru yaslanarak sevgilisine tebessüm etti.


"Tabii ki de Alfa barıştırdı. Karşıma geçti ,3 yaşındaydım bu arada, eğer ağacım benden önce büyürse gelecekte onun altında gölgede durabileceğimi ve rahat rahat üstüne çıkabileceğimi, onunla oyunlar oynayabileceğimi söyledi. Ancak benimle aynı anda büyürse üstüne çıkmak istesem de çıkamazmışım çünkü kırılırmış, güneş çok çıktığında bana gölge yapmazmış ve saklam..."


Duraksayan Burak yutkunduktan sonra kısık bir sesle devam etti.


"Saklambaç oynamak istersem ağaca yumamazmışım çünkü dalı incecik olurmuş ve kırılabilirmiş. Benden önce büyümesinin çok güzel yanları varmış. 'Hem ağaç ev de yaparız sen büyüyünce.' demişti babam. Yapamadık o ağaç evi bir türlü. Emre'yle çok yaramazlıklar yaptığımız için babam biraz daha büyüyelim, ağaç eve çıkıp inerken düşmeyelim diye bekliyordu. Bir ara 'Emre de 11 yaşına gelsin öyle.' demişti. Görev işi çıkınca da 'Görev bitince yapacağız oğlum.' dedi. Sonrası malum."


Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme beliren adam derin bir nefes alarak yerinde doğruldu.


"Emre 18. yaş gününden 2 gün önce, 15 Ekimde, yanıma geldi. O zamanlar Harp Okulu'nun ilk yılındayız. Başlayalı çok kısa bir süre olmuş ve sisteme, ortama alışmaya çalışıyoruz. Bahsettiğim yıldırma politikaları en üst safhada, daha ilk aydan bırakanlar var. Emre ile birlikte birkaç kişiyle aynı odayı paylaşıyorduk. Ben çoğu gece yine uykusuzum. Bazen Emre 'Hadi uyu. Ben uyandırırım seni.' diyor da ona güvenerek birkaç saat fazladan uyuyordum. Neyse işte o gece yine aynı şekilde yapmıştık, gece 3 gibi kabusumun başında beni uyandırdı ben de kendimi balkona attım. Balkon dediğime de bakma küçücük bir yerdi ancak en sevdiğim mekan. Kalabalıktan sıyrılmamı sağlıyor, yıldızlar tüm haşmetiyle gökyüzünü süslüyor falan. Diğer günlerin aksine o gece Emre de yanımda bitti. Bir süredir bana bakışlar atıp duruyordu farkındaydım. Daha fazla kaçamayacağımı anlayarak ne olduğunu sordum. '2 gün sonra doğum günüm.' dedi. Öyle ihtiyatlı konuşuyordu ki bunun peşine bir şey geleceğini anlamıştım. Biraz dalga geçtim 18 olacaksın gibisinden. En sonunda ikimiz de zoraki takılmayı bıraktık ve Emre mırıldandı. 'Senden bir doğum günü hediyesi istiyorum."


Elindeki kurutma makinesini musluğun yanındaki dolabın üzerine koyan Burak, kızın arkasına geçerek saçındaki havluyu çıkarttı ve havluyla yavaş yavaş saçını kurutmaya başladı.


"Genel klasiğimizdir bu aslında. Bazen birbirimize hediye almak yerine istediğimizi söyleriz onu alır karşımızdaki. Ben doğum günü kutlamasam da Emre doğum günümden önceki gün bana ihtiyacım olan, almam gereken bir şeyi alır. Ben de her doğum gününde ya ne istediğini sorarım ya da ihtiyacı olan bir şeyi alırım. O yılki hediyesi hazırdı. Uzun süredir almak istediği ancak stok sıkıntısından dolayı alamadığı bir saati almıştım ona. Aslında o da bunu biliyordu, makbuzu yakalamış bozuntuya vermemişti. Bu yüzden de bu cümlesi kalp atışlarımı hızlandırdı. Büyük bir şey geliyordu. Öyle de oldu. Bana 'Ağaç ev istiyorum.' dedi. Usulca yutkundum ve 'Senin bir ağaç evin var zaten.' dedim. O olaydan sonra ben Salih babamın yanında kalırken, Sevda annemler bahçeye bir ağaç ev yaptırmışlardı. Emre'ye sürpriz içindi ancak Emre bir kez bile kullanmadı onu, daha doğrusu kullanamadı. İstanbul'a geldiğimde o ağaç evi gördüğüm ânı hatırlıyorum. Bembeyaz kesilen yüzümle ilk düşündüğüm şey 'Burası bana iyi gelmeyecek. Sakarya' dan ayrılmamalıydım.' olmuştu. Ağaç ev ısrarımız ve hevesimiz öylesine büyüktü ki... Babam evi bizzat bizimle birlikte yapacağını ve krokisini de bizim istediğimiz şekilde çizeceğini söylemişti o zamanlar. Emre 'Ben çizeceğim.' diye atılmıştı tabii ki. Ona yeter ki çizim olsun. Babam görevdeyken çizimi yapmıştı hatta ama bana göstermemişti. Sürpriz olsun istiyordu. Sürpriz oldu. Hayat hepimize güzel bir sürpriz yaptı." diye mırıldandı Burak acı bir sesle.


Sevgilisinin saçındaki ıslaklığın aslını alan Burak kızın görüş alanına girerek anlatmaya devam etti.


"Bu yüzden de Emre'nin cümlesi başımdan aşağı kaynar sular dökülmesine neden olmuştu. İstediğini kabul etmem dağılmam anlamına geliyordu. Bu yüzden de söylediğini 'Hee hadi gel kaçalım okuldan, gidelim İstanbul'a sabaha da işimizi bitirip gizlice geri geliriz.' diyerek dalgaya vurdum. 'İstiyorum Burak. Seninle olsun istiyorum ama yanımda olmazsan da tek başıma yapacağım o ağaç evi.' dedi kararlı bir şekilde. Yapardı biliyorum. İlk izninde ağaç eve girişir ve bitene kadar da kimseyle muhatap olmadan her izninde İstanbul'a giderek iznini o ağaç eve verirdi. Tanıyordum kardeşimi. Emre devam etti usulca. 'Yıllardır senden tek bir şey istemedim. İlk defa bir şey istiyorum Burak. Ben artık bazı şeylerin eksikliğinden kurtulmak istiyorum. Çok yoruldum, çok canım yanıyor. Sen nasıl ki 18. yaş gününde dayımdan onların hikayesini dinleyerek bunu annemle babamdan bir hediye saydıysan, ben de 18 yaş günümde bu ağaç evi tamamlayarak babamın bana hediyesi saymak istiyorum. Elime her kalemi aldığımda o lanet günü hatırlamak yetmiyormuş gibi bir de asla tamamlanmamış o ağaç ev çiziminin yükünü taşıyorum. O çocuğun büyük bir hevesle çizdiği o resim canımı yakıyor. Zaten sonsuza kadar yarım kaldık, toparlayabileceklerimizi toparlayalım olmaz mı?' dedi."


Sesi çatlayan adam gözünden bir damla yaş süzülürken titrek bir nefes alarak devam etti.


"Babamsız olmazdı. Babam yapacaktı o evi bana/bize. Bu yüzden de kabul edemezdim. Emre'ye cevap vermeden gözlerimdeki sessiz gözyaşlarıyla gökyüzüne baktım. Onsuz bir şey yapmak istemiyordum. Gittiğini kabullenemiyordum ki. 29 yaşındayım yaşananların üzerinden 18 yıl geçti ve ben hâlâ daha kabullenemiyorum. Her an kapı açılacak ve girecekler gibi hissediyorum... O gün Emre 'Bana bu hediyeyi verir misin kardeşim? Gerçekten çok ihtiyacım var.' diye fısıldadığında, onun sesindeki çaresizlik o kadar çok canımı yaktı ki isteğini reddedemedim. Eski çizimini geliştirmiş hatta bir müteahhiten yardım almış. Bunu öğrendiğimde şaşkınca ona bakmıştım. 'Alfa Mükemmeliyetçiliği diye bir kavram var şimdi. Babam asla baştan savma iş yapmazdı.' demişti. Sonrasında bir süre planlar kurduk, Enver babamlara haber verip diğer ağaç evi yıktırdık ve 15 tatil izninde her şey hazır bir şekilde işe koyulduk. Bir ara kar yağdı, yılmadık gittik garajda devam ettik. Sevda annem ara sıra yanımıza gelip bize yiyecek getirdi, Enver babam ve dayım arada bizi kontrole geldiler ancak biri bile 'Yardım edeyim mi?' diye sormadı. Yine aynı şekilde hiçbiri 'Bu ağaç ev de nereden çıktı? İlk büyük izniniz, aylardır yoktunuz bir yüzünüzü görelim.' vb. cümleler kurmadı. O tahtalara indirdiğimiz her çekişin o lanet güne tepki olduğunu, yavaş yavaş şekil alan ağaç evle birlikte babama karşı gururlandığımızı çok iyi biliyorlardı. Babamın izinden gidiyorduk biz. Dediğimizi yapmış, asker olmak için akademiye girmiştik ve şimdi de geçmişe dair küçük iyileşmeler gösteriyorduk. En azından bazı yarım kalanları tamamlıyor, annemle babamı anıyorduk. Belki de o olaydan sonra ilk defa Emre ile gerçek anlamda sansürsüz ailemden ve anılarımızdan bahsettik. Bazen düşünceler içinde kızarık gözlerle sessizce önümüzdeki işi yaptık, bazen de annemle babamın içinde olduğu bir anımızı kahkahalarla anlattık. Gerçekten çok özel bir andı ikimiz için de. Çocukluğumuza veda mı ettik yoksa o yaralı çocuğa 'Bak burada bir evin var. Bu evi yaparken hissettiklerini de, sana bunları hissettiren aileni ve anılarını da asla unutma. Hatırlamak için hep buraya gel.' diyerek teskin mi vermiştik bilemiyorum. Büyümek istememiştik biz sanırım. En güzel anlarımız çocukluğumuzda kalmıştı ve büyüyüp de çocukluğumuzu unutmaktan korkmuştuk. Yani insan 18 yaşına geldiğinde 'Ben büyüdüm.' moduna girer, biz ise ağaç ev yapmıştık. İçimizdeki yaralı çocukların yok olması ve geçmişsiz, duygusuz kalmak istemiyorduk."


Bala çalan kızarık elalarıyla sevdiği adama bakan Hilal tebessüm etti.


"Fotoğraf albümünü ağaç evde bulduğumda oranın senin için özel bir yeri olduğunu anlamıştım ancak böylesine bir anlam beklemiyordum. İkiniz de ruhunuzu iyileştirmek için çok çabalamışsınız. Zaten bunu yapmasaydınız nemrut, katı, yaşama sevinci olmayan, duygu yoksunu insanlar olurdunuz. Birbirinize ilaç olmuşsunuz aslında hep. Emre'nin olmadığı bir hayatının olduğunu düşünüyorum da... "


"Öyle bir şey yok. Bir hayatım olmazdı o zaman, yıllar önce o toprağın altına girmiş olurdum. Bir sonraki adımı atmamı sağlayan kişi Emre oldu hep. Onun gözlerindeki kaybetme korkusuydu bir günü daha diri bitirme nedenim." dedi Burak kararlı bir şekilde.


"Abime seni bana sağ salim getirdiği için bir kez daha teşekkür etmeliyim sanırım."


Duyduğu cümleyle birlikte Burak'ın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmişti.


"Emre'ye abim demeni seviyorum sanırım." diye itiraf eden adamın dudaklarında bir gülümseme dolaşırken ters bir şekilde ekleme yaptı.


"Ama onun sana Ayçiçeği demesini kesinlikle sevmiyorum."


"Bana neden öyle seslendiğini bilmiyorsun çünkü. Bilsen seversin."


"Bilemeyeceğim artık sever miyim sevmez miyim... Neyse çok konuştum güya kısa anlatacaktım. Hadi saçını kurutayım da içeri geçelim Papatya'm."


"Evet daha bana rüyanı anlatacaksın."


"Sen de şu Ayçiçeği olayını anlatırsın da bir karar veririm sevip sevmeyeceğime." diye söylenen Burak sevgilisinin neşeyle gülmesiyle birlikte gülümsedi.


Bu kızı çok seviyordu be...


🦋


Rüya olayını anlattıktan sonra Ayçiçeği'nin hikayesini dinleyen Burak Ayçiçeği'ndeki anlamı çok sevse de söylenmeyi ihmal etmemişti. Konuşurken esneyen sevdiğine bakan adam gülen gözleriyle kıza takıldı.


"Oy oy oy! Günlerdir uyuyan sevgilimin uykusu mu gelmiş?"


Elinin arkasıyla ağzını kapatan Hilal bir kez daha esnedikten sonra konuştu.


"Valla günlerdir uyumamın intikamı gibi oldu bu uzuuuun gün. Günün başını kaçıralı çok oluyor. Alfa'mın kollarının arasında uyuma düşüncesi de çok cazip geliyor şu an."


Kızın cümlesiyle kısık bir sesle gülen adam sırıttı.


"Kavuştuğum kokusuyla kollarıma aldığım Papatya'm ile beraber uyumak mı? Ah bir Alfa başka ne ister ki?"


Hilal bir kez daha esnediğinde utançla yüzünü kapatarak isyan etti.


"Ne de güzel cevap verdim ama. Onca uyumaya uykumun olmaması lazımdı amaaa. Hep senin yüzünden."


"Ben ne yaptım şimdi ya?"


"Rüya dedin uykumu getirdin."


"Bahanesini yediğim." diyerek gülen Burak başını iki yana salladı. Kızın uykulu gözlerini gördüğündeyse oturduğu koltuktan kalktı.


"Daha pansumanını yapmadık. Muhabbeti sonraya alalım. Sana sarınca durduramıyorum kendimi."


"Sarınca nasıl bir kelime seçimi Burak Allah aşkına yaa?"


"Aha bak. Biz şimdi buradan bir konu açarız sabaha kadar senin Kelebekliğin öncülüğünde konuşuruz mesela." dedi adam kaşlarını kaldırarak.


"Haklı olabilirsin sanırım." diyen genç kız adama yarı mahçup bir bakış attı.


Tekerlekli sandalyedeki sevgilisine yönelen Burak söylenmeyi ihmal etmemişti.


"Çok oturdun çok. Niye inat ettiysen yatağa geçmemek için... Yandım valla önümüzdeki günlerde. Seni yatakta tutmak zor olacak."


"Dün ameliyat olmuşum gibi davranıyorsun. Perşembeden bugüne 5 gün geçti hatta 6. güne girdik. Asıl ben ne yapacağım acaba seninle. Lütfen beni bu hastane odasına tıkmayacağını söyle."


"Üzgünüm. Tutamayacağım sözleri söylemek gibi bir huyum yok." diye mırıldanan adam kucağındaki kızı yatağa yatırmak yerine onunla birlikte yatağa oturdu.


Burak'ın bu hamlesiyle kaşlarını hafifçe çatan Hilal, adamın kendisine sarıldıktan sonra derin bir nefes aldığını hissetti.


"Böyle sana sımsıkı sarılmak istiyorum Papatya'm. Yarana bir zarar gelecek mi diye endişelenmeden."


Alfa'sının sessiz mırıltısıyla birlikte durgunlaşan Hilal, dün gece hariç Burak'ın kendisine adam akıllı sarılmadığını fark etmişti. Dün gece de yine hep bir ihtiyatlı davranmıştı adam. Kollarını sevgilisinin beline dolayan Hilal başını adamın göğsüne yaslayarak ona doğru sokuldu.


"Söz veriyorum iyileştiğimde 'Yeter artık az uzaklaş Hilal. Hep dibimdesin, sarılıp duruyorsun.' demeni sağlayacağım."


Kızın muzip cümlesiyle gülen Burak aynı muziplikle karşılık verdi.


"Bunu demem için 500 katlı bir binanın çatısında kafa üstü yere çakılmam lazım sanırım. Ancak o zaman bu cümleyi söyleyecek aptallığa ulaşırım."


"Deli yaa."


"Ama sana deli Kelebeğim." diye mırıldanan adam sevgilisinin saçlarına bir öpücük kondurduktan sonra ayağa kalkarak kızı yatağına bıraktı.


"Uzan bakalım." dedikten sonra pansuman malzemelerini hazırlamaya başlamıştı.


"Demir'e izin verseydin diye düşünmüyor değilim. Aylin de yapabilirdi bak."


Hilal'in sessiz cümlesinin nedenini bilen Burak, eldivenleri eline geçirirken şakacı bir şekilde konuştu.


"Koskoca cerraha da pansuman yaptırmazsın ama."


"Kerem ya da Seda olurdu o zaman." diye mırıldandı Hilal bugün tanıştığı kişileri sayarken.


Derin bir nefes alan Burak sitemli bir şekilde kıza baktı.


"Bakma öyle. Modumuzun düşmesini istemiyorum sadece." dedi genç kız isteksizce.


"Aynısını ben de birazdan 'Dilek hakkımızın birini kullandık, kolunu aç.' dediğinde yaparım ama." dedi Burak sesindeki uyarı tınısıyla.


Erkek arkadaşına hüzünle bakan genç kız acıyla fısıldadı.


"Bazı şeyleri asla unutamayacağız değil mi? Bedenimizde taşıdığımız sürece unutamayız da zaten."


"Bunun bedende taşımakla alakası yok ki Kelebeğim. Öyle olsaydı burnum bile kanamadan çıktığım Hayalet Mahalle'yi şimdiye kadar defalarca kez unutmuştum ben. Ruhta taşımakla alakası var ve ben göz göre göre 'Unutacağız.' yalanını söyleyemem. Sadece... Senin de dediğin gibi üzerine mutlu anılarımızı ekleyeceğiz. Günü gelecek yalnızca güçlüklerin sonunda ulaştığımız bu mutlu anıları hatırlayacağız. İhtiyacımız olan biraz zaman ve bol tutam mutluluk."


Burak'ın teselli eden cümlesini duyan Hilal şakacı bir sesle takıldı.


"Sen gerçekten de ben oldun haa!"


"Boşuna 'İhtilalcim'sin demiyorum Kelebek Hanım." diye sevgiyle karşılık verdi adam.


Pansuman için gerekli malzemeleri hazırlayan Burak, yatağa uzanan Hilal'inin yanına oturarak tek eliyle kızın hastane pijamasını yukarıya doğru kaldırdı. Kızın karnının bir bölümünü kaplayan büyük bandajı gördüğünde istemsizce mırıldanmıştı.


"O p*çi o kadar kolay öldürmemeliydim."


"Az önce ne diyordun, şimdi ne yapıyorsun. Söylediklerini uygulamaya başladığın an her şey daha kolay olacak gibi Yüzbaşı."


"Dedim ya biraz zaman gerek diye. O zamana kadar izninle sövüyorum."


"Ah izin aldığın için teşekkür ederim. Ne de olsa sen benim yanımda asla küfür etmezsin."


Kızın iğneleyici sesi karşısında omuz silken Burak dikkatli hareketlerle kızın karnındaki bandajı çıkartmaya başlamıştı.


"Yani ite it, p*çe p*ç, o*ospuya da o*ospu demek gerek şimdi. Sen de her daim yanımda olduğun için bunları duymak zorundasın, üzgünüm. İstersen bipli bir şekilde sansürlü işit sevgilim."


Gülmemek için dudaklarını ısıran Hilal olumsuz bir şekilde başını iki yana salladı.


"Hayır bulunduğun konuma baktığımda ağzın bozuk da diyemiyorum ki."


"Yani tam da nokta atışı küfürlerim var değil mi?.. Sen bana şükret bence. Bizim askeriyede stres atmanın ilk yolu haşat çıkarmak, ikinci yolu da küfretmektir. Ben genelde ilk yolu tercih ettiğimden öyle çok argo kullanmam. Bazısı var, ben bile rahatsız oluyorum yanında durmaktan. 10 cümlesinde 30 küfür var falan. Ben genelde daha nezih insanlarla takıldığım için çevremde öyle çok küfürbaz yok. Bizim ekibin en küfürbazı Emre'dir mesela. Bakma öyle mülayim durduğuna, sizin yanınızdayken beyefendi takılıyor. Kafası attığında onu tutabilene aşk olsun. Bir çatışmaya girdiğimizde ettiği küfürleri duymamak için kulaklık bağlantısını kesmişliğim çok olmuştur."


"Emre'yi öyle düşünemiyorum valla." dedi Hilal gülerek.


Bandajı çıkarmış olan Burak hüzünle yaraya bakarken sevgilisine yanıt vermedi. Onun değişen ruh hali karşısında Hilal çakmak çakmak olan gözleriyle adama baktı.


"Döveceğim şimdi seni Burak! Nefret ediyorum bu durgunluğundan."


Sevgilisinin bu çıkışına herhangi bir karşılık vermeyen Burak, elini kızın yarasının olduğu yere doğru götürdü ve parmaklarını yavaşça yaranın etrafında gezdirdi. Adamın bu hareketi Hilal'in istemsizce gülmesine neden olmuştu.


"Yapma! Gıdıklanıyorum."


Kızın içten gülüşlü itirazı karşısında başını kaldıran Burak, kızarık zümrütleriyle aşık olduğu elalara baktı. Sevdiğinin gözlerindeki gülüşler içindeki kasveti dağıtırken fısıldadı.


"Buldum sanırım."


"Neyi buldun?" diye sordu Hilal de aynı fısıltıyla.


"Bu yaranın bendeki izini nasıl yok edeceğimi."


"Lütfen bana bunun beni gıdıklamakla bir alakası olmadığını söyle." dedi Hilal sahte bir korkuyla.


Yumuşak bir şekilde gülen Burak başını aşağı yukarı salladı.


"Tabii ki de bununla alakalı Sevgilim."


"Hayır yaa. Başka bir şey bul. Karnımdan gerçekten de çok gıdıklanıyorum"


"Biliyoruuum." diyen adam keyfi yerine gelmiş bir şekilde elindeki solüsyonlu pamuğu aldı ve hafif hareketlerle kızın yarasına sürmeye başladı.


Yarasına değen pamukla birlikte irkilen Hilal aldığı kesik nefes yüzünden yüzü düşen Burak'ı gördüğünde, adamın bu halinin yarasından daha çok canını yaktığını fark ederek muzipçe konuştu.


"Ömrümün sonuna kadar beni gıdıklayacak mısın yani? İstediğim teklifi almadan bunu kabul etmiyorum Bay Olric."


Kızın imalı cümlesine gülen Burak, yeni bandajı kızın yarasına yapıştırırken sevgilisine bir bakış attı.


"İstediğin teklif olsun Kelebeğim."


"Ne?" diyen genç kız biraz doğrularak yatar pozisyondan oturur pozisyona geçmişti.


Hilal şaşkınca adama bakarken pansumanı bitiren Burak, kızın pijamasını düzelttikten sonra ellerini sevgilisinin iki yanına koydu ve ona doğru yaklaştı.


Kendisini banyodaki gibi bir yakınlaşmanın içinde bulan Hilal kalp atışlarının hızlandığını hissederken, Burak koyulaşan zümrütlerini yeşile dönmüş elalara dikerek sordu.


"Ömrümün sonuna kadar seni gıdıklayabilir miyim Kelebeğim?"


Adamın boğuk ses tonu karşısında usulca yutkunan Hilal, sesinin çıkmayacağının bilinciyle sessiz kaldı. Kızın kendisinde kilitlenmiş elaların bakan Burak takılarak konuştu.


"Sükut ikrardan gelir derler ama ben hızlanan nefes alışlarını kabulden sayıyorum."


Adamın muzip sesiyle fabrika ayarlarına dönen Hilal yumruk yaptığı sağ elini adamın göğsüne geçirerek tısladı.


"Uğraşma benimle Burak."


"Elimde değil." diyerek gülen adam geri çekilmek için herhangi bir hamlede bulunamamıştı.


"Uzaklaşır mısın?" diye fısıldadı Hilal. Bu yakınlık aklını başından alıyordu.


"Nefesini mi kesiyorum yoksa?" diye sordu Burak arsız bir şekilde gülerek.


"Anneme söyleyeceğim yarın o kalsın yanımda. Zehir sende gerçekten de kafa yapmış."


Hilal'in söylenmesini duyan Burak imayla güldü.


"Cık cık cık. Ben masumane bir şekilde soru soruyorum senin düşündüğüne bak. Bu arada neler geçiyor acaba o aklından?"


Burak'ın alaylı sesine sinir olan Hilal bu adamın gerçek bir derse ihtiyacı olduğundan emin bir şekilde ona doğru eğildi ve elalarını adama dikerek boğuk bir sesle fısıldadı.


"Seni öpmek."


Duyduğu cümleyle kal gelen adamın yeşilleri istemsizce kızın dudaklarına yönelmişti. Şaka bitmiş, işler ciddileşmişti. Kalp atışları göğe fırlayan adam, dibine kadar giren kızın dudaklarından gözlerini alamadığını fark ettiğinde içinde yükselen alevle hızla geriye doğru kaçtı.


Hilal, afallayan adamın an be an değişen yüz ifadesini izlerken memnuniyetle gülmüştü.


"Senden masumane bir şekilde uzaklaşmanı istemiştim. Niye beni dinlemedin ki?"


Bir süre nefes alış-verişlerini düzene sokmaya çalışan asker kendine hakim olmaya çalışarak yumruklarını sıktı. İçinde yükselen arzuyu tüm şiddetiyle bedeninde hissediyordu. Bu kız yüzünden verdiği irade savaşını en ağır işkencelerinde bile vermemişti.


Hissettiği heyecandan boğazının kuruduğunu hisseden Burak boğazını temizledikten sonra pürüzlü biri sesle mırıldandı.


"Sen gerçekten tehlikeli bir kızsın."


"Arsız Alfa'yı sahalara salarken iyi düşün Burak Kılıç. İçimde seni kontrol altına alacak Arsız bir Asena olduğunu keşfettim." dedi Hilal cesur bir şekilde.


Kızın cesur bakışlarıyla kurduğu cümle içindeki arzuyu körüklerken geriye doğru giderek aralarına biraz daha mesafe koyan Burak, yatağın ayakucuna yaslandıktan sonra derin bir nefes aldı. Mantıklı düşünmenin konuşmaktan geçtiğinin farkındalığıyla başını iki yana sallayan adam gergin bir şekilde konuştu.


"Kontrol altına alacak mı? Kışkırtacak demek istedin sanırım. Gerçekten tehlikeli sularda yüzüyorsun Asena, yüzüyoruz daha doğrusu. Allah aşkına biz ne yapıyoruz?"


"Ben değil sen yapıyorsun." dedi Hilal umursamaz bir şekilde omuz silkerek. Adamın kendisini öpmeyeceğinin gayet de farkındaydı.


Bundan Hilal kadar emin olamayan Burak kıza bir bakış attı.


"Az önce banyoda beni kışkırtan kimdi acaba?"


"Ben istediğim evlenme teklifini alsam dizimi kırıp uslu bir şekilde oturacağım aslında ama işte... Neyse artık bu gidişle rüyamızda öpüşeceğiz zaten."


Kızın cümlesiyle içindeki arzu yeniden alevlenirken elini saçının arasından geçiren Burak isyanla söylendi.


"Allah'ım çıldıracağım. Öpüşmek diyor yaa. Zehir kimde kafa yapmış acaba? Hilal'im lütfen bir kendine gelir misin?" diyen adam büyük bir telaşla tekrar etti.


"Lütfen!"


Onun bu haline gülmemek için kendini zor tutan Hilal tuzu kuru bir şekilde konuştu.


"Benimle uğraşmaman gerektiğini bir öğrenemedin Yüzbaşı."


"İnsan bunu da yapmaz ama. Resmen bile isteye beni tahrik ediyorsun." diyen Burak sakinleşmek istercesine gözlerini kapattı.


Zevkle gülen Hilal arkasına yaslanarak şaftını kaydırdığı adama baktı.


"Daha deminden beri yaptıklarına say." derken sesinde büyük bir memnuniyet vardı.


'İntikam dediğin işte böyle alınırdı.'


"Sus Hilal." diye söylenen adam yumruklarını biraz daha sıktı.


Asena'nın farkındalıkla onu kışkırtıp durması, içindeki Alfa'yı harekete geçiriyordu.


Kızı kendine çekip öpmemek için büyük bir çaba harcayan adam, dişlerini birbirine bastırarak titrek bir nefes aldı.


Kesinlikle en berbat işkencelerde bile bu duruma düşmemişti.


Kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastıran Hilal, kollarını bağlayarak keyifli bir alayla konuştu.


"Büyük bir irade savaşındaymışsınız gibi görünüyorsunuz Burak Bey. İyi misiniz acaba?"


Canı burnunda olan Burak bu alaya kayıtsız kalamayarak hızla gözlerini açtı ve alev alev yanan zümrütlerini kaşınan Hilal'e dikti. Kızın marazlık dolu bakışları gördüğünde dudaklarından istemsizce şu cümle dökülmüştü.


"Gerçekten öpersem ne yapacaksın?"


Adamın boğuk çıkan sesiyle elalarına yerleşen baştan çıkarıcı ifadeden bihaber olan Hilal haylaz bir şekilde gülümsedi.


"Bu da soru mu Alfa'm? Tabii ki de karşılık vereceğim."


Sevgilisinin açık daveti karşısında inlemesini zorlukla bastıran adam, koyulaşan yeşillerinin yeniden kızın dudaklarına yöneldiğini hissettiğinde bedenini basan ateşle birlikte zorlukla yataktan kalktı.


Böylesine kaşındığı için kendisine en okkalısından küfürler savururken, kıza bakmamak için de büyük bir çaba harcamıştı Yüzbaşı.


Burak'ın hiçbir şey söylemeden yataktan kalkıp uzaklaşması üzerine sırıtan Hilal "Nereye? Daha konuşuyorduk." diyerek laf attı.


Kızın ultra eğlenen sesiyle birlikte ona ters bir bakış atan Burak, bir an önce kendine gelmesi gerektiğinin bilinciyle, yüzüne su çarpmak için, banyoya doğru yürümeye başladı. Gülüşlerini daha fazla tutamayan Hilal ukala bir şekilde mırıldanmayı ihmal etmemişti.


"Sen misin benimle uğraşan..."


Kızın cümlesiyle kısa bir an duraksayan adam, arkasını dönmeden kinli bir şekilde konuştu.


"Bunu sana çok pis ödeteceğim Hilal Aslan."


Bu tehdit karşısında keyifle gülen Hilal, banyoya giren adamın arkasından neşeyle bağırdı.


"SEN ÖNCE BANA EVLENME TEKLİFİ ET BURAK KILIÇ!"


🦋


"Trip mi atıyoruz hayırdır?" diye takıldı Hilal bir süre sonra yanına gelen adama bakarak.


"Sana gerçekten inanamıyorum." diye söylendi Burak gözlerine yerleşen gülüşle kıza bakarken.


Artık Asena'sının kendisine benzemesinin pek de iyi bir fikir olmadığını düşünüyordu.


"Sayende ben de kendime inanamıyorum." dedi Hilal de gülerken.


Sevgilisinin yanına yatağa oturan Burak kaşlarını kaldırarak ona baktı.


"Hayır gerçekten de anlayamıyorum. 1 saat önce banyoda iki cümleyle kıpkırmızı kesilen kız 1 saat sonra nasıl oluyor da 'Neyse artık bu gidişle rüyamızda öpüşeceğiz zaten.'diyor?"


Ânın etkisiyle söylediklerinin, kendisine geri iadesiyle birlikte yaptıklarını hatırlayan Hilal hafifçe kızarırken mırıldandı.


"Damarıma basıyorsun ne yapayım?"


Hayretle kendisini göstererek "Ben mi?" diye soran adam başını iki yana salladı.


"İnan bana Kelebeğim damara basma konusunda kesinlikle seni geçemem. Kesinlikle!"


Adamın sesindeki imayı duyan Hilal yüzündeki kızarıklığa rağmen cesurca sevgilisine baktı.


"Kaşındın, kaşıdım."


"Sabahtan beri 'Kenara yazıyorum.' derken böylesine bir atak beklemiyordum."


Dudağını ısırarak gözlerini tavana çeviren Hilal utanmaya başladığını hissederken sessizce mırıldandı.


"Ben de beklemiyordum."


"Bekleseydin neler yapardın acaba?" diye çıkışan Burak istemsizce gülmüştü.


"İyi misin?" diye sordu Hilal yanındaki adama mahcup bir bakış atarken.


"Bilmem sen söyle? 'Tabii ki de karşılık vereceğim.' cümlesinden sonra iyi olabilir miyim?"


Utançla yüzünü kapatan Hilal parmaklarının arasından sevgilisine baktı.


"Ben bunu dedim di'mi gerçekten?"


Kızın bu hareketine gülen Burak sahte bir esefle konuştu.


"Şu an dalga geçmeye korkuyorum. Soruyu es geçeceğim o yüzden."


Eliyle yanan yüzünü yelpazelemeye başlayan Hilal kendi kendine güldü.


"Neyse iyi tarafından bakalım. Uzun süre bana bulaşamazsın."


"Konuşma Hilal konuşma. İyi tarafmış! Gözlerindeki istekli bakışlarla ve aptalca bir cesaretle, sonunu düşünmeden söylediklerinde hiçbir iyi taraf yok. Alt üst ettin beni be." diye söylendi Burak.


"Bir kere aptalca bir cesaret değildi o. Ben sana güveniyorum." dedi Hilal içten bir şekilde.


Ona bir bakış atan Burak iç geçirerek mırıldandı.


"Sayende ben artık kendime güvenemiyorum."


"Senin yerine de sana güvenirim ben, merak etme."


Sevdiğinin sonsuz bir güvenle kurduğu cümleyle gülümseyen adam, başıyla kızı işaret etti.


"Aynı şekilde kendine güveniyor musun bari?"


Bu cümleyle boğazını temizleyen Hilal bakışlarını odada gezdirmeye başladı.


"Güvenmiyorum diyerek beni biraz daha kışkırtmamalısın bence Asena'm."


"Yalan söylemeyi sevmiyorum biliyorsun." diye mırıldanan genç kız sevgilisine kaçamak bir bakış atmıştı.


Yumuşak bir şekilde gülen adam, iflah olmaz sevgilisine bakarken başını iki yana salladı.


"Bana hiç ama hiç yardımcı olmuyorsun Kelebeğim."


"Sana güvendiğimiz sürece bir sorun yok bence Alfa'm. Sen yaramazlık yapmazsan, ben gayet uslu dururum."


"Tabii tabii kesinlikle. Biliyoruz senin uslu durmalarını. Az önce onca şeyi yapıp sonrasında xa kıkır kıkır gülen de bendim zaten." diye söylenen Burak gözlerini devirdi.


Ciddi bir konuşmanın ortasında olmalarına rağmen gözlerini devirerek yakınan adam, Hilal'in gülmesine neden olmuştu.


"Gülme Asena'm gülme. Şu zehir etkisini geçirene kadar görüşmesek mi acaba biz?"


"Bu hale gelmeme sebep olan zehir değil, sensin Alfa'm." dedi Hilal sırıtarak.


"Sayende dakikalardır kendime sövüyorum, mutlu musun acaba? Bir de pişkin pişkin sırıtıyorsun. Oyun gibi mi geliyor bu durum?"


Adamın iğnelemesini takmayan Hilal omuzlarını silkti.


"Sabahtan beri sana benimle uğraşma diyorum. Mesafeni koruduğun sürece benim için bir oyun. Sen kendini düşün."


Kızın neşeyle şakıyan sesini duyan Burak memnuniyetsiz bir nefes aldı.


"Şu an o mesafeyi aşıp feleğini şaşırtmak vardı ama..."


Adamın yarım bıraktığı cümlesiyle kaşlarını kaldıran Hilal bilmiş bir şekilde ona baktı.


"Az önceki yetmedi, kendi kendime yeni bir irade savaşı başlatayım diyorsun yani?"


"Diline düştüğüme inanamıyorum... Çok rica ediyorum şu yaramaz Asena modundan çıkıp uslu Kelebeğe geçiş yapar mısın Papatya'm? Ben de insanım ya hani."


"Bir daha sınırı geçerken 10 kez düşün diye çabalıyorum Yüzbaşı. Bunu yaptığım için beni suçlayamazsın ama değil mi?.. Her seferinde bel altı vurmaya kalkarsan, böyle vururlar işte."


Kendi kendine gülen Burak başını iki yana salladı.


"Vurmak mı? Kaç kurşun yedim hiçbiri böyle acıtmadı. Yaktın beni Zalımın Kızı."


Adamın içten çıkan sesi genç kızın mutlulukla sırıtmasına neden olmuştu.


"Babama zalim diyemezs..."


Bir anda duraksayan Hilal aklına gelen şeyle birlikte korkuyla fısıldadı.


"Babam?"


Kızın neşeli ruh hali buhar olup uçarken telaşla Burak'a döndü.


"Burak babama haber verdin mi? Gerçi sen de baygındın. Uraz abi söylemiş midir? Cuma günü görüşe gitmediğimde delirmiştir babam."


Hilal'in endişeli bir şekilde peş peşe kurduğu cümlelerle onun ellerini tutan Burak sakinleştirici bir sesle konuştu.


"Sakin ol güzelim. Kadir abinin olaylardan haberi var. İyi olduğunu ve uyandığını da biliyor."


Hissettiği korkuyu geçirmek istercesine nefesler alan genç kız dolan gözlerini kırpıştırdı.


"Babam çok korkmuştur." diye fısıldarken bir damla yaş usulca yanağından süzülmüştü.


Sevgilisini kendisine doğru çeken Burak kısık bir sesle konuştu.


"Öyle fakat onu sakinleştiren birisi olmuş. O hengameye rağmen onu hatırlayan birisi..."


"Kim?" diye sordu kız sevgilisine bakarak. Burak daha cevap veremeden peş peşe sıralamaya başlamıştı.


"Dayım mı?"


"Değil."


"Emre o zaman."


"O da değil." diye mırıldandı Burak.


"Abim diyeceğim ama aklına geleceğini zannetmiyorum. Bu arada babamı tanıyor mu o? Belki geçmiş şirket muhabbetlerinden..."


"Yağız'ın o an aklında herhangi bir şeyin geleceğine şüpheliyim."


"O zaman kim Burak? Annem ve ninem yaşadığını bilse anında söylerlerdi ama bilmiyorlar. Canı burnundayken babamı hatırlayan kim olabilir ki? Kadavra mı?"


Başını iki yana sallayan Burak sessizce mırıldandı.


"Canı ruhundayken, Kadir Alacalı'nın ne hissedeceğini en iyi bilen kişi aramış onu."


Elaları bal rengine dönen Hilal kızarıklık gözleriyle fısıldadı.


"Baban... Babam.'


"Babamız, Salih Ege Aslan. Telefonu elime aldığımda geçmiş arama kaydındaki hapishaneyi gördüğümde çok şaşırdım. Bizim telefonlarda önemli numaralara ulaşabilecekleri şifreli bir sistem var. O şifreyle bizimkiler kayıtlı ön rehbere ulaşabiliyorlar. Herhangi bir tehlike ya da olumsuzluk anında kilit ekranı iletişime engel olmasın diye tasarlanan bir özellik. Bu yüzden de bizimkilerden birisi aramıştır hapishaneyi, haber vermiştim dedim ancak kayıtlarda bir tuhaflık vardı."


"Nasıl bir tuhaflık?"


"Perşembe gününden, pazar günü dahil, telefon bana ulaşana kadar cezaevi her gün aranılmıştı. Kayıtlar silinmişti ancak telefonumda yüklü bir program var. Silinen her şey e-postama mesaj olarak gider. Programı geliştiren Doğu hariç hiç kimse bunu bilmez. Konuşan kişinin sildiği kayıtlar işkillendirdi. İlk başlarda Emre zannettim. Belki de dayımdı ama kesinlikle babam olmasına ihtimal vermemiştim. Ancak Emre ya da dayım olsa kaydı silmezlerdi. Yine de babam olamazdı çünkü... Konuşma süreleri 5-10 dakika gibi kısa bir zaman dilimi değildi. Perşembe günkü kayıt yarım saatten fazlaydı. Diğer günler de 15 dakikanın üstünde."


"Gerçekten de babam mıymış?" diye fısıldadı Hilal gözlerinden yaşlar düşerken.


"Babammış. Pazartesi günü hapishaneyi aradığımda 'Bugün geç aradın Komutan. Bir şey oldu zannettim.' diyen sitemli sesle karşılaştım. Telefon kayıtları, perşembe hariç, her gün sabah saat 10'da arandığını gösteriyordu. O gün Emre telefonu aldığından arayamamış babam. Kadir abi ben olduğumu öğrenince sevinçten deliye döndü. Bana 'Baban var ya Burak... Ömrümün sonuna kadar ona borcumu ödeyemem. Haklıymışsın gerçekten de birbirimize çok benziyormuşuz. Can bağıyla bağlı olduğu bir evladı var onun da. Kimsenin aklına bana haber vermek bile gelmedi ancak o beni aradı. Önce haberi verdi, sonra sakinleştirdi ve en ince detayına kadar ameliyat öncesini, sonrasını anlattı. Sonraki günlerde de her gün nasıl olduğunuzun raporunu verdi. Allah razı olsun ondan. Bu yaptığını asla unutmayacağım. Nasıl öderim bilmiyorum ancak borcunu da ödeyeceğim. Baban çok has adammış.' dedi. Söyleyemedim babamın kim olduğunu. Yani ben de çok şaşkındım. Babamın o anda Kadir Alacalı'yı hatırlamasını geçtim bizzat onu araması, saatlerce konuşup ona olanları anlatması..."


"Teselli için onu seçmesi." diye ekledi Hilal kısık bir sesle.


Kız arkadaşına bakan Burak başını aşağı yukarı salladı.


"Ben de aynı şeyi düşündüm. İnsan korkularını birine anlatırken kendini teselli ederek anlatır. Babam aslında Kadir abiyi sakinleştirirken kendini de sakinleştiriyordu. Yine de... Durum çok garip. Gerçekten çok garip. Kadir abi kim olduğunu bilmeden babama minnettar. Babam desen bile isteye onu aramış. Bunu kim yapabilir diye düşünüyorum ama, cevap bulmakta zorlanıyorum."


Boğazındaki yumruyu hisseden Hilal titrek bir nefes aldı. Birkaç gözyaşı yeniden firar etmişti.


"Öz babam, beni büyüten babama minnettar. Karısıyla evli olan adamdan ne kadar çok nefret ediyorsa, kızına babalık yapan adama da o denli minnet duyuyor. Yaşananlar babamda öyle bir etkiye sebep olmuş ki o DNA raporuna inanmayı seçmiş. Bu annemle yüzleşmekten, benim karşıma geçip bana bakmaktan daha kolayına gelmiş sanki. Bunu böyle söylesem inkar edebilir ancak gerçek bu. İkiniz gerçekten de çok benziyorsunuz Burak. İkiniz de yaşadıklarınızdan sonra mutluluğu bile isteye kendinizden uzak tutmuşsunuz. Kahkaha atmanın, mutlu olmanın geride bıraktıklarınıza hakaret olduğunu düşünmüşsünüz. Böyle yaptığı için babamı suçlayamıyorum da. Yaşadığı şeyi düşündükçe nefesim kesiliyor. Bize anlatamadığı ne detaylar vardır hayatında, hangi acılarda boğulmuştur acaba?.. Sonuç olarak babam, beni büyüten adama kızmak istese de asla gerçek anlamda kızamıyor. Bana nasıl gözü gibi baktığını biliyor çünkü. Kendinden biliyor, sana yaptığı babalıktan biliyor. Bu yüzden de herkes unutmuşken onun hatırlayıp aramasını çok da garip karşılamıyorum ben."


"Garip olan araması değil o ikisi arasındaki ilişki." diye mırıldandı Burak.


"Haklısın. Bir bencillik yaparak ikisinin iyi anlaşmasını istiyorum. Anlaşacaklarını da biliyorum aslında da, işte annemin varlığı her şeyi alt üst ediyor. Gelecekte babam hapisten çıktığında neler olacaktır sence?"


Sevgilisinin endişeli sesini duyan Burak tuttuğu eli dudaklarına götürerek öptü.


"Kelebeğim rica ediyorum düşünmen gereken onlarca şey varken üstüne daha fazlasını ekleme huyundan vazgeç. Bugünkü düşünme kotanı layığıyla doldurmadın mı sen?"


"Bitmeyen gün yapmışlar gibi hissediyorum valla." diye mırıldandı Hilal sevdiği adamın yeşil gözlerine buruk bir tebessüm yollarken.


"Bugün gerçekten de bitmeyen bir gündü. Papatya kokuna da kavuştuğuma göre huzurla biten bir gün olacak."


"İnşaallah sabah da öyle başlar."


"Bu ne demek?" diye sordu Burak kaşlarını çatarak.


"Ben bir şey yaptım Burak yaa. İyi mi yaptım kötü mü yaptım bilmiyorum."


"Ne yaptın ki?"


"Anneme hastanelere saldırı olayını söyledim. Babamın yaptığı fedakarlığın bundan dolayı olduğunu söyledim."


Bir süre duraksayan Burak başını aşağı yukarı salladı.


"Bence iyi yapmışsın Kelebeğim."


"Bilmiyorum ya. Off, onların hikayesine burnumu sokuyormuş gibi hissediyorum."


"Sanırım daha çok böyle hissedeceğiz. Babam bu konuda çok kesin." dedi Burak gönülsüz bir şekilde.


"İkisi de birbirini seviyor ama hâlâ. Siz askerlerin bizim adımıza karar vermenizden gerçekten uyuz oluyorum."


"Kesinlikle olmaması gereken bir şey ancak yaşarken bunu düşünemiyor insan. Etrafı saf kötülükle çeviriliyken ruhu kaçtıklarıyla doluyken istemsizce yapıyor bunu. Nasıl olacak bilmiyorum ama Melek ablanın bir şekilde gerçekleri öğrenmesi gerek. Neyse her şey zamanını bekler. Gidişata bakalım biz."


"Haklısın." dedi genç kız her daim yanında olan adamın varlığına şükrederek.


"Uyuyalım mı artık?" diye sordu Burak yumuşak bir sesle.


"Önce dilek hakkımın yarasını iyileştirebilir miyim?"


Hilal'in sorduğu soruyla birlikte tavandaki açık ışığa bakan Burak ayağa kalktı.


"Olur. Işığı kapatayım, sonra da uyuruz."


"Alfa'm?" diye fısıldayan kızın yumuşak sesi Burak'ın yarı yolda durmasına neden olmuştu. Arkasını dönmeyen adam çaresiz bir nefes aldı.


"Kalktığından beri çok şey yaşadın."


"Işığı kapatmanı istemiyorum."


Kıza doğru dönen Burak hüzüne bürünen yeşilleriyle ona baktı.


"Geceki ağlayışın gözümün önünden gitmiyor Hilal. Başka bir zaman kollarımı ışıkta gör olmaz mı? Bugünü mutlu bitirelim."


"Senin olduğun her an benim için mutluluk, bunda bir anlaşalım önce. Ayrıca sen değil miydin yaramı göstermek istemiyorum diye trip atan? Şimdi neden böyle yapıyorsun?"


Sevgilisinin haklı olduğunun bilincinde olan Burak biraz istemsizce onun yanına gelerek yatağa geri oturdu.


"Tamam ama sağ kolum önce. Bugün sol kolumu açmak yok."


"Büyük yarayı erteleyebileceğin kadar erteleme derdindesin değil mi? Gece videoyu izledim ve kollarına baktım farkında mısın?"


"Açık bir ışık yoktu, etraf yeterince aydınlık değildi. Ayrıca pek de bilinçli değildin." diye mırıldandı Burak.


"Bugün çok şey yaşandı diye bunu kabul ediyorum, bilgin olsun. Bir dahakine kaçmana izin vermeyeceğim." dedi Hilal kesin bir şekilde.


Kararlı bakan elalara gülümseyen adam başını aşağı yukarı salladı.


"Tamamdır Asena'm."


Sağ kolunu kıza doğru uzattığında ikisinin de aklına dün gece yaşananlar gelmişti. Kızın dünkü krizini hatırlayan Burak istemsizce fısıldadı.


"Lütfen ağlama."


Dudağını hafifçe ısıran Hilal, başını kaldırarak adama bir bakış attı.


"Ohoo şimdiden elaların bal olmuş. Kimden ne istiyorsam?"


Burak'ın isyanı, Hilal'in gözlerini kırpıştırarak boğazını temizlemesine neden olmuştu.


"Birkaç damla yaş düşmesini ağlamaktan saymıyorum ben bir kere."


"Sulugöz seni." diyerek takılan Burak, kızın parmaklarının tişörtünün koluna yönelmesiyle durgunlaşmıştı.


Derin bir nefes alan Hilal ışık altında göreceği yaralara kendini hazırlayarak yavaş hareketlerle tişörtü yukarı doğru çekti. Alt alta sıralanan yara izlerini gördüğünde gözlerinden aynı anda birer damla yaş düşmüştü.


Yaraları gördüğünde ameliyat sırasında hastane personelinin neden 'Zehir-panzehir etkileşimiyle kendini yakmak.' dediğini anlamıştı Hilal. Burak'ın kolundaki kesik izlerinden bir tanesi hariç diğerlerinin etrafı kimyasal yanığı gibi yanık izlerine bürünmüştü. Bunu gören genç kız kesik bir nefes aldı.


Sevgilisinin mimiklerini pür dikkat izleyen Burak boğazında beliren düğümü yok etmek için yutkundu. Kızın bakışlarından akan acı canını yakıyordu.


Bir süre sessizce parmaklarını yara izlerinin üzerinden gezdiren Hilal sevgilisinin koluna doğru eğilerek ikinci kesiğin üzerine hafif bir öpücük bıraktı. Bu sırada gözünden süzülen bir damla yaş usulca adamın koluna damlamıştı.


"Tek öpücüğümü değil gözyaşımı da hediye ederim diyorsun." diye mırıldandı Burak sessizce.


"Dün gece bu kadar kötü olduklarını fark etmemiştim." dedi Hilal kısık bir sesle.


"Aslında isteğim tamamen iyileşene kadar sana yaralarımı göstermemekti ancak senden bir şey saklamak istemediğimden mecbur gösterdim." diye itiraf etti Burak.


"Neyse olumsuz düşünmek yok. Dilekler gerçekleştikçe bu yaralardaki kötü anı da gidecek. Bak mesela şimdiden ikinci yaranı gördüğümde... Saçımı yıkadığın an gelecek aklıma."


'Külliyen yalan. Öpüşmeyle alakalı yapılan cesur diyalog ve Hilal Kılıç muhabbeti gelecek.' diye araya girdi iç sesi.


Kızın kısa sürekli duraksamasına imalı bir bakış atan Burak kaşlarını havaya kaldırdı.


"Sayende ben bu yaraya baktığımda ikinci dilek olan 'Papatya Kokusu'nu değil de..."


"Tamam tamam. Bu konuyu yeniden açmayalım." dedi Hilal telaşla.


"Sana yeni yeni dank ediyor sanki Kelebeğim? Yeni mi anladın söylediğin 'Bu gidişle rüyamızda öp..."


"Kelebek ol dedin ancak Asena'yı çıkartmak için çok özel bir çaba harcıyorsun Komutan. Ne yapayım? Çıksın mı Asena ortaya?"


Sol eliyle ağzına hayali bir fermuar çeken Burak akıllılık ederek sessiz kaldı.


Adamın bu hareketine gülen Hilal bakışlarını tekrardan adamın koluna çevirdi ve parmaklarını üçüncü yaranın üzerine getirdi.


Bu yaranın etrafında yanık yoktu.


Modu yeniden düşerken bir süre o yarayı okşadı genç kız.


"Bu doğru panzehir olan değil mi?" diye sorarken sesi çatlak çıkmıştı.


"Evet. Seni bana bağışlayan." dedi Burak sesindeki sevgiyle kıza bakarken.


Bakışlarını aşık olduğu adamın zümrütlerine çeviren Hilal buruk bir şekilde ona baktı.


"Neden sevdiğim adamlar beni kurtarmak/korumak için çok ağır bedeller ödüyorlar? Sen, babam... İki babam da."


"Seni çok seviyorlarsa, sensiz yaşama düşüncesi bile onları öldürüyorsa demek ki..." diye mırıldanan Burak kızın gözünden düşen bir damla yaşı yakaladıktan sonra devam etti.


"Ayrıca sen de sevdiklerin söz konusu olduğunda aynı şeyi yapmıyor musun? Ataşehir'deki üstte o iti dövdüğümde çok ağır sonuçları olacağını bilmene rağmen o kamera kayıtlarını silen sen değil miydin? Biz buyuz Hilal. Biz her zaman korumak için en uca kadar gideriz. Söz konusu sevdiklerimiz olduğunda düşmekten asla korkmayız. Tek sevdiklerimiz de değil. Masumlar söz konusu olduğunda hep böyleyiz. Haksız mıyım Cesur Stajyerim?"


Dudaklarında bir tebessüm beliren Hilal başını aşağı yukarı sallayarak adamı onayladı.


"Haklısın Yüzbaşım. Sen o bıçağın önüne geçtiğim için bana kızmıyorsan, ben de bu yaralar için sana sitem etmeyeceğim."


Gözündeki yaşları silen genç kız başını dikleştirerek kararlı bakışlarla karşısındaki askere baktı. Kızın keskin bakışlarını gören Burak hissettiği hayranlıkla gülümsedi.


"Ruhun asker Vatanın Çocuğu."


Duyduğu cümleyle gözleri dolan Hilal, sevgilisinin elini sıkarak cümleyi iade etti.


"Ruhun asker Vatanın Çocuğu."


İkili arasında geçen bakışma birçok anlamı barındırıyordu. Burak kızaran yeşilleriyle aşık olduğu kızın bala dönen gözlerine baktı.


"Cenazede bir amca vardı. Babamın akademideki komutanlarından biriydi. Emekli olmuş görmüş geçirmiş birisi. Ben ölü gibiyim ne konuşuyorum ne ağlıyorum. Yanıma yaklaşana ters bakışlar atıyorum falan. Anneannem berbat bir halde. Gözleri hep benim üzerimde 'Ah benim garip yavrum.' deyip deyip duruyor. Tepkisizliğimi gören herkes şokta olduğumu düşünerek benim hakkımda bir şeyler söylüyor, ben her şeyi duyuyorum/görüyorum ancak en acı cümleye bile tepki vermiyorum. Yaşadıklarımdan sonra söylenen bir cümle mi yakacak canımı? Birçok insan birçok şey söyledi. Ben küçüğüm diye bana pek ilişmediler ninemleri teselli etmeye çalıştılar daha çok. O Komutan'dan duymuştum ilk bu hitabı. 'Vatanın Çocuğu o!' demişti benim için. Taa kalbime saplanmıştı bu iki kelime. Kızgındım her şeye çok kızgındım ama bir yanım kızamıyordu da. Kimseye tepki vermezken bu cümleyle ondan tarafa dönmüştüm. Ninemin arkası dönüktü bu yüzden onlara baktığımı anlamamıştı ancak o da bana bakıyormuş. Gözleri ruhumdayken tekrarladı o iki kelimeyi ve daha nicesini. 'Vatanın Çocuğu... Hiç kolay değildir bu vatanın evladı olmak. Yaptığı fedakarlığı hep ruhunda taşır vatanın çocukları. Özlem ve acıdan ibaret görürler hayatı. Adının hakkını vermeye çalışarak geçer ömürleri. Bir Vatan Çocuğu'nu yalnızca diğer bir Vatan Çocuğu anlar mesela. Bu yüzden de zordur hayatları. Yine de şaşırtıcı bir şekilde bulurlar biliyor musunuz birbirlerini? Acıları mı çeker yoksa vatan sevdaları mı bilinmez ancak çok gördüm sevdiklerini vatan uğruna feda eden insanların bir araya geldiğini. Umarım bu küçük de o insanlardan biri olur ve onu gerçekten anlayan bir insanla güzel bir hayat geçirir. Vatanımız sağ olsun Sultan bacım. Bu vatan şehitlerini de, Çocuklarını da asla unutmaz, sen gönlünü ferah tut. Babasının kopyası olan bu çocuk, eminim ki vatanına yaraşır bir evlat olacaktır."


Zümrüt gözlü adamdan ve ela gözlü kızdan düşen yaşlar birbiriyle yarışırken Burak buruk bir şekilde gülümsedi.


"Salih babamın hikayesindeki o küçük olduğunu öğrendiğimden beri aklımda bu an dönüp duruyor. O Komutanın sözlerine uygun yaşamaya çalıştım hayatımı sanırım. Herkesten daha farklı bir teselliyle gelmişti çünkü o. Herkes ağıt yakarken onun gözlerindeki hüznün yanında gurur da vardı. Herkes başın sağ olsun derken o Vatan sağ olsun demişti. Kızamadım ben Vatana. Kızmaya çalıştım, ailemi benden kopardığı için nefret etmeye çalıştım ancak olmadı. Ailem vatan sevgisini öylesine nakış nakış örmüştü ki kalbime bu sevgiyi çıkarmak kendimi çıkarmak anlamına geliyordu ve ben vatanı korumaya çalışırken şehit olan aileme bunu yapamadım. Vatana kızacağımı hissettiğim her seferinde kendimi bir şehit mezarlığına atarak bu dünyadaki tek Vatanın Çocuğu'nun ben olmadığımı hatırlattım kendime. Ülkemiz için canından geçenleri ziyaret etmeye böyle başladım. Hiç tanımadığım insanların mezarında dua etmeye başladığımda 13 yaşındaydım. Kendimi hep o komutanın sözlerinde buldum. İçimde bir yer inanmak istedi söylediklerine. Beni gerçekten anlayan biriyle güzel bir ömür geçirme fikri huzur veriyordu aslında. Yaptığım fedakarlıklara 'Ne yapıyorsun deli misin?' demeyen, bana 'Ailenin ölümüyle nasıl oldu da vatana karşı düşman kesilmedin?' diye sormayan bir sevdalıyla tanışma isteği çok güzeldi. Patlayacağını bildiği bir okulda, hiç tanımadığı bir bebeği kurtarmaya çalışan o cesur kız bu yüzden düştü kalbime. Benim gibiydi o da. Benim kadar fedakar. Ve iki gün önce öğrendim ki gerçekten de benim gibiymiş. O komutan haklıymış. Bir Vatan Çocuğu diğer bir Vatan Çocuğunu bulurmuş. Bir Vatan Çocuğunu en iyi diğer Vatan Çocuğu anlarmış. Senin beni, benim seni anladığım gibi."


Gözlerinden peşi sıra yaşlar düşen Hilal kollarını açan sevgilisinin göğsüne sığınırken hıçkırmıştı. Bir süre sonra saçlarını okşayan adamla sakinleşen genç kız sessizce mırıldandı.


"Babama neden kızamadığımı açıklamak zorunda olmadığım tek kişi sensin. Dile dökmeseler de herkes herhangi bir anda istemsizce laf sokmamı ya da iğnelememi bekliyor. Hatta babamın kendisi bile... Kıyamadığımdan ya da yeni bulduğum için kızmak istemediğimden sustuğumu düşünüyorlar. Ama öyle değil. Ben nasıl babama kızabilirim? Her şey vatan içinken ben onu nasıl eleştirebilirim? Babama kızmam, vatanımıza kızmam demek oluyor. Onlarca insanın kurtuluşuna kızmak demek oluyor. Bunu yapamıyorum, bunu yapamam. Senden başka kimse bunu gerçekten anlayamaz. Yıllarımı öz babamdan ayrı geçirmişken diğer insanları düşünmemdeki bu fedakarlığa akıl sıra erdiremezler ancak sen anlarsın."


Geriye çekilen Hilal sevgilisinin ellerini tutarak gözlerine baktı.


"Ben, beni gerçekten anlayan bir adamla güzel bir hayat geçirebilecek kadar şanslı bir kadınım."


"Ben de, beni gerçekten anlayan bir kadınla güzel bir hayat geçirebilecek kadar şanslı bir adamım." diye karşılık verdi Burak gözlerindeki aşkla.


Bir süre sessizce birbirlerinin gözlerinde kaybolan çift, hayatlarındaki tüm olumsuzlukları birbirlerini buldukları an şansa çevirmişlerdi.


Sevgilisinin yorgun bakan gözlerini gördüğünde "Hadi uyuyalım artık." diyen adam ayağa kalkarak ışığı kapattı ve kızın yanına geldi.


Burak ayakkabılarını çıkartıp yanına yatarken Hilal de yatar pozisyona geçmişti. Sevdiği yanına uzandığında anında ona doğru sokulan genç kız, adamın ciğerlerine çektiği papatya kokusuyla gülümsedi.


"Tatlı rüyalar Alfa'm."diyen kız gözlerini kapatarak en sevdiği sese, sevgilisinin kalp atışlarına, bıraktı kendini.


Hilal'in cümlesindeki rüya kelimesiyle gülümseyen Burak, sevdiğinin alnına sevgi dolu bir öpücük bıraktıktan sonra fısıldadı.


"Benli rüyalar Kelebeğim."


🌙


KİT'li rüyalar gençler 😎😍


Nasıldı bölüm?


Ahh kalbim. Eridim bittim ben yazarken 😁. Uzun sürekli yokluğumu sırf HilBur'dan oluşan 10K ile telafi ettiğimi düşünüyorum 🙈.


Yeni bölüm hakkında herhangi bir tarih veremiyorum maalesef çünkü yeni bir okulda çalışmaya başladım. Zaten bölüm bu yüzden bu kadar geç geldi. Hayatımda şu son bir ayda hiç beklemediğim gelişmeler oldu. Şu an aşırı yoğun bir tempodayım ve yakın zamanda üniversitelerimin sınavları içinde çalışmaya başlamam gerekiyor. Anlayacağınız Eylül-Ekim klasiği her zamanki sertliği ile çarptı 😭.


Tahminen 1 ay içinde bölüm gelir diyerek kısmi bir tarih vereyim. Olur da 5 Kasım'a kadar bölüm gelmezse durum bilgilendirmesi yaparım, sizi merakta bırakmam. Zaten yazdıkça kesit atacağım size. Bölüm hazır olur olmaz da atacağım 🌼 .


Artık uyumam lazım sabah erken kalkacağım 🤧


Sizi çok seviyorum. Hadi Allah'a emanet olun 💙


B.K.S.


13.003


Loading...
0%