@yasminiesa
|
Elindeki sigaradan bir nefes çekerek arkasındaki sokak lambasına yaslanan Ege, bakışlarını gökyüzündeki yıldızlara çevirdi. Bugün çok zorlu bir gün olmuştu. Kızıyla yaşadığı yüzleşmenin peşine eski karısının omzunda ağlayan adam, hem ruhen hem de bedenen yorgun düştüğünü hissediyordu. Dördüncü sigarasını bitiren adam sigarayı yanındaki çöp kutusunun mazgalına attıktan sonra cebindeki sigara paketini ve çakmağı çıkarttı. Aşina hareketlerle paketten aldığı beşinci dalı yakmak üzereydi ki sigarasının elinden çekildiğini hissetti. 'Bu sefer kim?' düşüncesiyle bıkkın bakışlarını yanındakine çeviren Salih, gördüğü kadınla birlikte yaslandığı direkten hızla doğrulmuş sigara paketini ve çakmağını cebine atmıştı. "Kaçıncıydı bu?" diye sordu Seher elindeki sigarayı kırıp çöpün içine atarken. Boğazını temizleyerek sessiz kalan Salih, kadının havaya kalkan kaşını gördüğünde sessizce mırıldandı. "Beşinci..." Memnuniyetsiz bir nefes alan Seher elini adama doğru uzattı. Bir süre onun eliyle bakışan Salih Ege kadının gözleriyle elini göstermesi üzerine iç geçirerek elini cebine attı ve sigara paketini kadının eline verdi. Yarı dolu paket Seher'in eline ulaşır ulaşmaz çöp kutusunu boylamıştı. "Bugünlük haddinden fazla içmişsin zaten." diyen kadın çöpü boylayan sigarasının peşinden bakan adama bir bakış attı. "Bir sorun mu var?" Elalarını kadına çeviren Ege başını iki yana salladı. "Yok anne." "Güzel. Ben de öyle düşünmüştüm. Bu sigara işine en acilinden bir çözüm bulmamız gerek Salih Ege." "Normalde bu kadar sık içmem. Hatta neredeyse hiç içmem." "Normalini anormalini bilmem ben oğlum. Şu 6 günde seni ne zaman görsem elinde sigara var. Hiç de sevmem bu mereti. Kokusu aşırı rahatsız ediyor. Hilal ve Melek de sevmez haberin olsun." Melek'in ismini duyan Ege annesine kaçamak bir bakış atmıştı. "Duyduğuma göre yarın ailecek kahvaltı yapıyormuşuz." Ailecek kelimesini bastırarak söyleyen kadın ile Salih Ege istemsizce güldü. "Hilal aynı sen anne, gerçekten." "Kısmen ben, çokça sen ve Melek. Gözlerini senden alsa da içindeki parıltılar annesinden miras. Gözlem gücü senden, cesareti ve açık sözlüğü Melek'ten." "Eski Melek'ten." diye mırıldandı Ege kahır dolu bir sesle. "Bugünlerde kızımda o eski Melek'ten izler görmeye başladım." Bu cümleyi duyan Salih Ege usulca yutkundu. Bu iyi bir şey değil! Onu bu sefer daha sert düşüreceğim. Anlatsam ayrı, anlatmasam ayrı düşecek. Ne yapacağım ben anne? Nasıl başa çıkacağım tüm bunlarla? Oğlunun dalan elalarına bakan Seher'in gözlerini hüzün bürümüştü. "Ne derdin var oğlum senin?" Soruyla birlikte aklında silah sesi yankılanan Ege donuk bakışlarını annesine çevirdi. "Böyle içine attıkça daha kötü oluyorsun." Seher'in endişeli cümlesiyle dudaklarında hüzünlü bir gülümseme beliren Ege, tetiğe bastığı sağ elini saklamak istercesine cebine soktu. "Anlatılacak bir şey değil anne. Saat çok geç oldu. Hadi eve git de biraz dinlen... Sonunda kovuldun sanırım?" Günlerdir hastaneden tek tük eve giden Seher, bu akşam üzeri kendilerine tahsis edilen odada uyuyakalmıştı. Annesinin kıyafetleri ve baş örtüsüyle yatakta emanet gibi yattığını gören Melek, kadını uyandırıp eve gitmesini söylemişti. Seher bunu reddettiğindeyse onu en hassas karnından vurmuştu. 'Çocuklar yarın kahvaltı yapmak istiyorlar anne. Günlerdir serumla besleniyorlar, hadi eve git de Hilal'in en sevdiği börek ve kurabiyeden yap. Hatta eve gitmişken mercimek çorbası da yaparsın. Ben de Sıla'ya gideceğim, sabah onunla kafeye geçip Sevda'yla beraber kahvaltı hazırlayacağız. Güzel bir kahvaltı yapalım hep birlikte. Saat 9.30 gibi gelsen yeter. Biz her şeyi hazırlamış oluruz sen de tam kahvaltıya gelirsin. Olmaz mı?' Bu teklifi duyan Seher tabii ki de itiraz edememiş ve eve gitmek için hastaneden çıkmıştı. "Öyle oldu. Hilal'den vurdu beni. Kızım işini iyi biliyor." "Vurma işini mi? Kesinlikle. Her daim tam on ikiden." dedi Ege hafifçe gülerek. Oğlunun sesindeki sevgiyi duyan Seher anlam dolu bakışlarını ona çevirdi. Annesinin bir şey söyleyeceğini anlayan Ege aceleyle mırıldandı. "Bugün çok yoğun bir gündü anne. Hadi seni taksiye bindirip yolcu edeyim." Oğlunun telaşı karşısında derin bir nefes alan Seher adamın üstüne gitmeyerek başını aşağı yukarı salladı. "Taksi çağırmıştım zaten, gelir şimdi." Kadının bu cümlesi üzerine ikili sessizce yola doğru yürümeye başlamışlardı. Yola ulaştıklarında kendisini olası sorulara hazırlayan Salih Ege kendilerine doğru yaklaşan taksiyi gördüğünde çaktırmadan bir nefes verdi. Bugün de Seher Gökmen'in anlamlı gözleriyle soracağı sorulardan kıl payı kurtulmuştu. "Yırttın yine hayırlı olsun." Kadının cümlesi üzerine ona bir bakış atan Ege suçlu bir şekilde omuzlarını havaya kaldırdı. "Ama bugün gerçekten de çok yoğun bir gündü anne." "Onu Melek'le birbirinizden köşe bucak kaçtığınızı fark ettiğimde anladım zaten." "Bir şeyi de fark etmesen mi acaba?" diyen adam istemsizce gülümsemişti. "Gelmişim bu yaşıma, izin ver de siz yeni yetmelerin çömezliklerini fark edeyim." Taksi önlerinde dururken Salih ciddi bir şaşkınlıkla kadına baktı. "Yeni yetme mi? Ben 50 yaşındayım anne." "Buradan bakınca 25 yaşındaki o heyecanlı genci görüyorum ama ben." Ege, kadının cümle uğrarken Seher taksinin kapısını açtı. Annesi taksiye binerken taksinin kapısını tutan Salih Ege az önceki cümlenin çalkantılarıyla "Dikkatli git anne." diye mırıldanmıştı. "Tamamdır oğlum. Kızım ve torunum sana emanet." diyen Seher oğluna sıcak bir şekilde gülümsedikten sonra taksiciye adresi söyledi. Annesinin kapısını kapatan Salih ilerlemeye başlayan taksinin kısa süre sonra durmasıyla kaşlarını çattı, kapının açıldığını gördüğündeyse hızla taksinin yanına gitti. Oturan kadına bakarken merakla sormuştu. "Ne oldu anne?" "Ah benim aklım görüyor musun az daha unutuyordum. Melek'in şarj aleti bende kalmış oğlum... Rica etsem bunu ona götürür müsün? Şarjı çok azdı, sabaha kadar şarj olsun telefonu. Hilal de uyandığına göre artık yavaştan hayata dönmesinin vakti geldi. Geçtiğimiz günlerde müşterileri, terzisi ve çalışanları çok aradı ancak hiçbirinin telefonunu açmadı. Zaten butiğini onca zorluğun üzerine kurdu bir kez daha tökezlemesini istemiyorum." Seher'in söyledikleri karşısında Ege hafifçe tebessüm etti. Meleği gerçekten de çok güçlü bir kadındı. Onu uzaktan takip ettiği yıllarda, sevdiği kadının gün geçtikçe hayallerine kavuşmasını izlemişti. Hilal 2 yaşına geldiğinde, Melek 2 yıllık bir Moda Tasarım bölümünü kazanmış ve ikinci öğretimle üniversiteye giderek bölümünden başarıyla mezun olmuştu. Melek Alacalı'nın gündüzleri çocuğuna bakıp akşamları da üniversiteye gitmesi o zamanlar çok konuşulmuştu. Hatta yapılan bir dedikoduya göre Melek aslında 4 yıllık bir üniversiteye gidebilecekken kızını 4 yıl boyunca ihmal etmemek için bilerek 2 yıllık bölüm yazmıştı. Yıllar sonra yapılan başarılı bir defile sonrasında Melek bu dedikoduyu doğrulamıştı. 'Puanım 4 yıllık bir üniversite için uygundu ancak hem İstanbul'da Moda Tasarımının ikinci öğretimi bulunmuyordu hem de 4 yıl gerçekten çok uzun bir süreydi. Kızımla geçireceğim en değerli vakitlerimi kendi isteklerim doğrultusunda feda etmek istemedim. Şansıma ilerleyen yıllarda DGS sınavı çıktı ve kızım ilkokula başladığında dershaneye yazılarak sınava hazırlandım. Sonrasında da hepinizin bildiği üzere bölümümü 4'e tamamladım. O günler gerçekten çok özeldi. Kızımla birlikte kalkıp kahvaltımız yapar, beraber hazırlanarak evden çıkardık. Önce onu okuluna bırakırdım sonra da ben kendi okuluma giderdim. Annesiyle birlikte okula gidiyor olmak kızımın öğrenme aşkında çok önemli bir etken oldu. Güzel yıllardı.' Moda dergisindeki bu haberi okuduğunda istemsizce tebessüm etmiş Salih. Melek çok güzel bir anne olmuştu. Okuldan sonra Kadir sayesinde ünlü bir tasarımcının yanında çalışmaya başlayan Melek birkaç yıl sonra kendi markası olan 'Melek's'i kurmuş ve sayılı insanlara tasarım yapmaya başlamıştı. Yeteneği ve çevresi sayesinde zenginlerin dünyasında hızla yükselen genç kadın, moda dergilerine kapak olacak kadar başarılı tasarımlara ve defilelere imza atmıştı. Taa ki Alacalı ölene kadar... Kadir Alacalı'nın şaibeli ölümünün/kayboluşunun hemen öncesinde eve gelen polisler basında çok yer almış ve tek tek müşterilerini kaybetmişti Melek. Hele de yolsuzluktan dolayı Alacalı'nın mal varlığına el konulması, Melek'in tüm itibarını yerle bir etmiş ve Moda Camia'sından adının silinmesine neden olmuştu. Yine de Melek yüzüne kapanan kapılardan yılmamış ve yıllar boyu başarılı işlere imza attığı terzisi Feray'ın da onun yanında olmasından cesaret alarak tasarımlarından/defilelerinden kazandığı birikimini yeni bir ev almak için değil de lüks bir semtte büyük bir dükkan almak için kullanmıştı. Uzun araştırmalar ve görüşmelerden sonra, yalnızca kişiye özel tasarım yapan Melek's resmi bir butik halini almıştı. Bazı tasarımları seri üretim halinde olsa da butikte Melek'in çizimi olmayan tek bir kıyafet dahi yoktu. Son zamanlarda yanına aldığı acemi tasarımcısına öğretmenlik de yapmaya başlayan genç kadın, yakın zamanda ikisinin ortak işlerini de piyasaya sürmeye başlamıştı. Melek'in başarılı ama acemi olan tasarımcısına verdiği bu samimi destek ve ayağa kalkmak için gösterdiği çaba kayıtsız kalmamış, kadın kısa sürede yeniden moda dünyasının ekolü haline gelmişti. Bu yüzden de işleri şu son aylarda oldukça yoğundu. Açılmayan telefonlar yeniden yeşerecek olumsuzluğa neden olabilirdi ve ne Seher ne de Ege bunu asla istemezdi. "Götürürüm elbette anne." diyen Salih kadına doğru elini uzattı. Çantasından çıkarttığı şarj aletini adama veren yaşlı kadın minnetle oğluna gülümsemişti. "Çok teşekkür ederim oğlum. Hadi huzurlu geceler." Elindeki şarj aletiyle taksinin kapısını tekrardan kapatan Salih Ege bakışlarını hastaneye çevirerek yutkundu. 'Sadece şarj aletini bırakıp çıkacaksın. Hiçbir şey/hiçbir diyalog olmayacak.' Elindeki şarj aletini sıkarak bekleyen oğluna bir bakış atan Seher şoföre dönerek "Gidebilirsin oğlum." dedi. Taksi harekete geçerken elindeki telefona bakan Seher şarjının %13 olduğunu gördüğünde iç geçirerek Sıla'yı aradı. "Seher anne? Hayırdır bir şey olmadı değil mi?" "Yok kızım yok, önemli bir şey olmadı. Taksideyim şimdi eve geçiyorum. Şey diyecektim sana ben, ben şarj aletimi Melek'in odasında unutmuşum şarjım da çok az, büyük ihtimal bitecek. Sabah komşudan şarj aleti isteyip telefonu şarj ederim ancak erken saatlerde bana ulaşamazsanız endişe etmeyin." "Anladım Seher anne. Şimdi Sinan'larla oturuyoruz birazdan yanına geçeceğim Melek'in o zaman söylerim ona." "Yok yok." diyerek yükselen Seher hızla durumu toparladı. "En son bıraktığımda uyuyordu kızım. Biliyorsun zaten çok sık uyuyamıyor, bırak da biraz uyusun." "Biz plan yapmıştık ama Seher anne. Yarınki kahvaltı için sabah Eftalya'da bir şeyler hazırlayacağız kafa dağıtır Melek günlerdir çok yıprandı. Zar zor ikna ettim bu gece bende kalacak. Kabus görüyor ya ondan pek uyumak istemiyor. Hastaneden uzaklaşmak belki kabuslarına engel olur diye düşünmüştüm." "Ben o engeli bulmuş olabilirim." diye mırıldandı Seher. Onun bu cümlesine anlam veremeyen Sıla "Nasıl?" diye sordu. "Melek'e bir sakinleştirici buldum gibi. Kabul ederse kesin uyuyacaktır. Neler olacak hep beraber göreceğiz artık." "Şifreli konuşuyorsun, hiçbir şey anlamıyorum Seher anne." "Kuzum sen Melek ile yaptığınız planı iptal et. Bu gece kendin git eve, yarın da kahvaltıyı Sevda ile hazırlayın. Melek bu gece sabaha kadar uyuyabilir, şimdi odasına girip de rahatsız etme onu. Bunu anlayıp uygulasan yeter." "Yine bir şey anlamadım ama istediğin gibi olsun Seher anne. Tek bir soru soracağım. Kızının suyuna uyku hapı falan atmadın değil mi?" Soruyu duyan Seher kısık sesli bir kahkaha attı. "Atmadım Sıla kız atmadım. Ben sadece uyku hapını ona gönderdim, gerisi onun bileceği iş." "Bu cümleleri Hilal'e söylersem benim için tercüme eder mi acaba? Senin dilini bir o anlıyor." dedi Sıla gülerek. "Eder eder de saat geç torunumu rahat bırak şimdi. Merakın yarın kesin giderilir, o zaman benimkini de giderirsin. Haa bir de yarınki kahvaltının saatini 10.30'a hatta 11'e çekiyorum. Ona göre hazırlarsınız." "Allah aşkına sen neler çeviriyorsun Seher anne?" Bıyık altından gizemli bir şekilde gülümseyen Seher "Kızlarım yorgundur sabah geç vakitlere kadar dinlensinler, hem ben de yoruldum. Sabah 10.30'da çıkarım işte evden, 11 gibi de hastanede olurum." "O zaman şöyle yapalım mı Seher anne? Yarın 10.30 gibi Sinan kafedeki malzemeleri alsın sonra da seni alıp hastaneye geçsin. Elindeki börek ve kurabiyeyle sürünme orada burada. Ben özel bir kaba koyacağım yaptıklarımızı zaten, sıcak sıcak yersiniz." "Ahh çok iyi olur Sıla kızım. Hadi o zaman hayırlı geceler. Ben 10.30'ta hazır olurum." diyen Seher telefonunu kapattı. Şarjı %10 olmuştu. "Bugün de iyi bir amaca hizmet ettin be Seher. Şu ikisini en sonunda bir odaya kilitleyeceğim, adama akıllı konuşana kadar da çıkartmayacağım. Bu ne böyle 20'li yaşlarındaymış gibi tripler, laf sokmalar, konuşmamalar. Bariz belli işte birbirlerine yanık oldukları. İnşaallah bu gece adam akıllı konuşurlar da bazı şeyleri gelecek günlerde hem bize hem kendilerine çektirmemiş olurlar." 🌙 Hastanenin gizli kısmına geçtiği gibi bir sessizlik karşılamıştı Salih'i. Loş ışıkla aydınlanmış boş koridorlarda ilerlerken elindeki küçük şarj aletinin ağırlaştığını hissetti adam. Sevdiği kadının omzunda hıçkırıklara boğulduğu günden beri Melek ile asla baş başa kalmamıştı. Ya Hilal olmuştu yanlarında ya Seher annesi ya da Sıla ile Sinan. Yalnız kalacaklarını anladığı an kadından uzaklaşmıştı Ege. Bir kez daha onun yanında dağılmaktan ölesiye korkmuştu. Ona sarılma isteğinden, gözlerinde kaybolma isteğinden, parmaklarını yüzüne götürme isteğinden, sesinde kaybolma isteğinden... Korkmuştu. Koridorun ortasında duran Salih titrek bir nefes aldı. Uzaktayken uzaktaydı. Buna rağmen her İstanbul'a gelişinde soluğu onun yanında alıyordu. Şimdi ona bu denli yakınken nasıl uzak duracaktı ki? 'Bedenen yakınsın, doğru! Peki ya ruhen? Melek o geçmişteki kız değil Ege. Bu sefer sustuklarına rağmen kabul etmez seni. 'Olsun önemli değil hazır olunca anlatırsın Ege'm.' demez. Ona amcasının gözünü kırpmadan vurduğunu söyleyemeyeceğine göre şimdiden s*ktir olup gitmen...' "Gözümü kırpmadım mı? Bakamadım bile. Bakamadım ona. Bakamadım... Babama." Boş koridorda yankılanan acı sesiyle sesli konuştuğunu fark eden Salih Ege boş gözlerle etrafına bakındı. Ruhu yine o güne dönmek için çırpınıyordu fakat bu sefer başarılı olamamıştı. Kaşlarını çatan Salih söylediği cümleyi gözden geçirdiğinde bir damla yaşın usulca gözünden düştüğünü hissetti. Yıllar sonra ilk defa karşı gelmişti. Onu yakalarından tutup sonsuz kara deliğe atan zalim iç sesine yıllar sonra karşılık vermişti. Yıllar sonra ilk defa Emmi'sine 'Baba' demişti. Kızarmış elalarını kapatan Ege hissettiği duygularla nasıl başa çıkacağını bilemeyerek boşluğa düştüğünü hissetti. Meleğinin varlığı, o sesten daha üstün çıkmıştı. "Buna hakkım yok. Benim mutlu olmaya hakkım yok." diye fısıldadı Salih Ege aklında silah sesleri yankılanırken. Fetih'den sonra, Emmi'den sonra yoktu. Onların kanı ellerindeyken pembe gözlüklerini takıp onları öldürmemiş gibi mutlu olamazdı. Nefesinin daraldığını hisseden Salih sigara içme ihtiyacıyla gözlerini açtıktan sonra kararlı adımlarla Melek'inin odasına doğru yürümeye başladı. Şarj aletini bırakıp hiçbir şey söylemeden çıkacağım ve sigara içmeye gideceğim. Donuk bir yüz ifadesiyle kadının kapısının önüne gelen Salih Ege ruhsuz bir şekilde kapıyı çaldı. İçeriden ses gelmediğinde 'Belki de odada değildir. Sıla ile kafeteryadadılar.' diye düşünerek kapıyı açıp içeri girdi. Gece lambasının yanık olduğu odada görüş alanına giren ilk şey boş yatak olmuştu. Şükran dolu bir nefes alan adam rahat hareketlerle birkaç adım atmıştı ki onu gördü. Koltukta iki büklüm bir şekilde uyuyan Meleğini. Bu sahne o kadar aşina gelmişti ki yalpalayan Ege'nin düşmemek için yanındaki duvardan destek alması gerekmişti. Eve geç saatlerde geldiği kaç seferde karısını bu şekilde koltukta uyurken bulmuştu? Kaçında 'Seninle uyumaya alıştım. Sensiz uyuyamıyorum. Niye geç geliyorsun ki?' diyen uykulu sitemini işitmişti? Kaçında onu kucağına alıp odalarına götürmüştü peki? Eşlik eden anılar nefesini keserken, koltukta uyuyan eski karısına bakan Ege'nin gözünden bir damla yaş süzüldü. İkinci yaş da ilkinin yanına usulca düşerken adam, inlememek için dudaklarını birbirine bastırdı. Meleğini çok özlemişti. Onu o kadar çok özlemişti ki, ciğerlerine nefes gitmiyordu. Bedenine, kalbine, ruhuna söz geçirmeye çalışan Ege birkaç dakika öylece durdu. 'Kesinlikle kadını uyuduğu koltuktan alıp yatağa yatırmamalıydı. Kesinlikle!' Melek'in uyanıp 'Ne yapıyorsun sen? Ne işin var burada?' diye sorma ihtimalinden değildi bu. Ya da sabah yatakta uyandığında annesinden duyduğu şeylerle yanına gelip 'Şarj aleti için odama gelmişsin. Beni yatağa yatıran sen miydin?' diyerek konu açacak olması da değildi. Ege, Meleğini eski günlerdeki gibi koltuktan alıp yatağa taşımayı kaldıramazdı. Bunu yaptıktan sonra çekip gidemezdi. Ya sabaha kadar yanında kalıp kadını izlerdi ya da 'Yalvarırım artık uyu. Bir döngü halindeki, 10 dakikalık, bölük pörçük gözlerini kapatmaların yetmiyor artık.' diye isyan eden bedenini dinleyerek kadının yanına kıvrılırdı. İkinci seçeneğin ihtimali bile ruhunu titretirken Salih Ege başını iki yana salladı. 'Bu sefer olmaz, bu sefer değil. Ben o kadını bir kez daha yakmayacağım. Konuşamıyorsam, anlatamıyorsam yanına yaklaşmayacağım da. Onu çok yıprattım zaten. Birkez daha sil baştan aynı döngüye sokmayacağım onu. O bana yasak... Bu konu da burada biter.' Odanın içine doğru yürüyen Salih elindeki şarj aletini masanın üzerine bırakırken kadının şarjda olan telefonunu fark ederek içinden sövdü. 'Melek birinden almış zaten şarj aleti. Niye buraya geldim ki? Neden onu böyle gördüm sanki?' diyen adam dayanamayarak elalarını özlemiyle kavrulduğu kadının yüzüne çevirdi. Yıllar önceki endişeli uykuları gibi, bugün de kaşları hafifçe çatıktı. Normal zamanlarda huzurla uyuyan sevdiği ne zaman onun için duyduğu endişeyle uyuyakalsa yüzünde hep bu yüz ifadesi olurdu. Şu anki endişenin nedeninin kendisi olmadığını bilse de kalp atışlarındaki hızlanışı engelleyememişti adam. Bu kadar aşinalık çok fazlaydı ama. KOSKOCA 25 YIL! Arkasındaki yatağa yaslanarak acı bir şekilde gülen Ege fısıltıyla konuştu. "Hani zaman her şeyi değiştirirdi? Neden kendimi 'Onu artık tanımıyorsun. O tanıdığın kadın değil.' diyerek kandıramıyorum? Tek eliyle kendisine diğer eliyle de yastığa sarılan, üstteki bacağını her zaman alttaki bacağından daha aşağıya sarkıtan bu kadının geçmişteki o kadın olmadığına nasıl ikna edeceğim kendimi? Nasıl?" Bu isyandan sonra istemsizce elini havaya kaldıran adam gece lambasının turuncu ışığında elinin, eski karısının yüzüne gölge olarak düşmesini sağladı. Bu da eski bir alışkanlıktı. Onu uzaktan izlediği yıllarda birçok kez uzaktan dokunmuştu sevdiğine. Ancak hiçbirinde şu anki gibi elinin gölgesi yanağında yer edinmemişti. Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme beliren Ege, sevdiği kadına dokunmadan yanağını okşamaya başladı. Aralarındaki 3 adıma rağmen ona hâlâ uzak olmak canını çok yakmıştı. 'Sorun asla mesafe olmadı ki. Başlıca sorun sensin Salih Ege Aslan. Ellerindeki kanlar, dile dökemediğin acılar...' Bu düşüncelerle elini geri indiren adam, kadının düzenli solukları dinledikten sonra onun uyuduğundan emin sessizce konuştu. "7 yıl önce falandı. Bizim timden bir teğmen dizi izlemeyi çok severdi, daha doğrusu dizilerin en can alıcı kesitlerini açıp açıp izlerdi. Bir gün ortak toplanma alanında sesli açmış, izliyor yine bir sahne. Hayatım dramın dibiyken saçma sapan kurgulara ihtiyacım yok düşüncesiyle hiç de sevmem bu durumu. Onun kilitlenmiş dizi izlediğini görünce girdiğim gibi odadan çıkıyordum ki... O cümleleri duydum." Duraksayan adam ezbere bildiği sahnenin, ezbere bildiği repliğini tekrarladı. "Anlamıyor musun? Kimse senin gibi değil anlamıyor musun? Deli gibi ulan. Deli gibi seviyorum ben seni, şu kadardan beri. Ama artık istemiyorum anlamıyor musun? Hayatım boyunca elini tutamayacağım bir kadını sevmek istemiyorum ben..." Elalarının kızardığını hisseden adam uyuyan kadını izlerken devam etti. "Duyduğum cümleler istemsizce durmama neden olmuştu. Senden sonra tüm şarkılar bizim için yazılmış, tüm şiirler bizim için kaleme alınmış gibiydi. Bu an da öyle bir andı işte. Sana isyanım dile gelmişti sanki." diye mırıldanan Ege sahneden alıntı yapmaya devam etti. "34 yaşındayım bir seni sevdim, çok saçma. Çok saçma ulan. Buradasın dokunamıyorum, çok saçma. İçim gidiyor sarılamıyorum, çok saçma... Ben seni uzaktan sevmekten yoruldum." Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Ege elini yeniden kadının yüzüne doğru tuttu ve gölgeli parmaklarıyla eski karısının yüzünü okşamaya başladı. "50 yaşındayım bir seni sevdim, çok saçma. Çok saçma ulan. Buradasın dokunamıyorum, çok saçma. İçim gidiyor sarılamıyorum, çok saçma. Aramızda somut bir engel yok ama ben sana gelemiyorum, çok saçma. Gözlerinde kaybolmaya korkuyorum, çok saçma. Anlatamıyorum... Çok saçma. Çok saçma ulan çok saçma. Her şey çok saçma!" Parmaklarını aşağı indiren Ege titrek bir nefes alarak fısıltıyla devam etti. "Ama asıl saçma olan ne biliyor musun? Ben seni uzaktan sevmekten asla yorulmadım. Yoruldum diye çok isyan etti ruhum ancak hepsi yalandı. Ben seni sevmekten nasıl yorulurdum ki? Baştan ayağa senin sevginden ibaretken, nasıl seni sevmediğimi söyleyebilirdim? Beni hayata bağlayan senin sevginken, ömrümün en mutlu günleri seninleyken nasıl seni sevmek istemediğimi söylerdim? Acın bile tatlıydı senin. Sana 'Bir gülü sevdim ben.' dediğim her anda 'Dikkat et de dikeni batmasın.' derdin gülerek. Karşılık verirdim sana. 'Gülü seven dikenine katlanır derler. Senden gelen her şeye razıyım ben. Gül Sevdik Dikeni Kader (🎶Bahadır Tatlıöz & Selçuk Balcı🎶)" Kızaran elalarını sevdiği kadının yüzünde gezdiren adam buruk bir şekilde gülümsedi. "Kaderimizin bu denli yıkıcı olmamasını dilerdim. Sevdaluğun acısının bu kadar yakıcı olmamasını... Dileyip durmak yerine her şeyi boşverip sana gelebilmeyi." Kendi kendine alayla gülen Ege başını iki yana salladı. "Seni iki büklüm olduğun yerden kollarıma alıp 3 adım ötedeki yatağa yatırmaya bile korkarken nasıl sana gelebileceksem? Seni daha fazla yıpratmak istemiyorum ve evet! Bunu yaparken de çok fazla yıprattığımın farkındayım. Ama ben gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum Meleğim. Bir anda çıktın karşıma, 25 yıl bir anda çarptı yüzüme. Ne tepki vermem gerekiyor? Sitem etmek istiyorum bazı konularda, sonra kendimde bu hakkı bulamayarak susuyorum. Anlatmak istiyorum ancak düşüncesi bile bu şehirden hatta ülkeden kaçmak istememe sebep oluyor. Yani kaldım böyle. Bir yanda sen, diğer yanda tüm her şey. Bir kez daha seni yakamam, bunu bir kez daha kaldıramam." Son cümlelerini kısık bir sesle söyleyen Salih Ege, kararlı bir şekilde yaslandığı yataktan ayrılarak uyuyan Melek'e doğru yaklaştı. Kendisini asker moduna alan adam duygusuz bir şekilde, sanki hiç tanımadığı herhangi bir kadınmışçasına eski karısını kucağına almıştı. Başka türlüsü onunla sabahlamak olacağından kendisine nefes izni bile vermeden kadını yatağa yatıran adam, acele hareketle pikeyi kadının üstüne örttü ve geriye çekildi. Daha doğrusu çekilemedi. "Gitme..." Gözlerini açmayan kadın eliyle pikeyi tutan adamın eline dokunarak onun donakalmasına neden olmuştu. Duyduğu cümle ve temas karşısında nefes alış-verişleri hızlanan Ege tepkisiz kalabilmek için dişlerini birbirine bastırdı. Melek, aşinalığa bir yenisini daha eklemişti. Bu an ikisini de geçmişe götürmüştü. Evlilik hayatlarının ilk ayında yaptıkları çok ciddi bir kavgadan sonra, kavga sebebi yine Ege'nin o kötü adamlarla takılmasıydı, Melek kızıp salondaki koltukta yatmaya kalkışmıştı. Ege o gece Meleğini o şekilde bırakıp teröristlerin yanına gidememiş olsa da, karısının yanına gidip onu teselli de edememişti. Gerçekleri anlatmaktan korkmuştu asker. Anlatırsa operasyonun yalan olacağını biliyordu. Şimdi bile 'Gitme.' diyen karısı bu tehlikeyi bilse gitmesine asla izin vermezdi. Yatak odasında çaresizlik içinde oturan Ege, içerde ağlayan karısının sessiz hıçkırıklarını dinlerken elinden hiçbir şey gelemediği bu hayata sövdü. Dakikalar sonra ağlama sesi durduğunda, salona giden adam bir süre koltukta uyuyan karısını izlemiş sonra da onu yataklarına taşımıştı. Gitmek üzere hareketlendiği an kolundan tutarak 'Gitme...' dedi Meleği. 'Onların yanına gitmiyorum. Koltuğa geçeceğim.' diye mırıldandı Ege çatlak bir sesle. Gül kokulusuyla kavgalı olmak ruhunu acıtmıştı. 'Sana çok kızgınım!' diyen Melek kıpkırmızı gözlerini açıp kocasına baktı. Kadının yanağından düşen bir damla yaşı yakalayan Ege hüzünle gülümsedi. 'Biliyorum, özür dilerim. Sabah daha sakin bir kafayla yeniden konuşuruz ancak... Kararım kesin.' Adamın gözlerindeki ciddiyet Melek'in kalbinin kırılmasına neden olurken Ege karısına yaklaşarak alnına sevgi dolu bir öpücük bıraktı. 'İyi uykular Meleğim.' Kocası gitmek üzereyken elinden tutan Melek onu engelledi. 'Gitme... Ben sabaha kadar sensiz bu yatakta dönüp duracağım, sen sabaha kadar bensiz uyuyamayacaksın. Sana çok kızgınım ama bunun olmasını da istemiyorum.' Karısının söylediklerini duyan adamın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirirken gülü, dikenin çıkartarak devam etmişti. 'Hiç sevinme. Cezalısın!' Bunu dedikten sonra yatağın kendi tarafına geçen Melek, adama arkasını dönerek yattı. Bu hareketi gören Ege 'Cezam ne?' diye soramadan cevabını almış oldu. -Karısının yüzünü görmeden uyumak, adamın en nefret ettiği şeydi... Cezası da bu olmuştu.- Hoşnutsuz bir nefes alan Ege, karısının yanına yattıktan sonra arkası dönük olan kadına sarıldı. 'Yüzünü görmeden uyumaktan nefret ediyorum.' 'Yanımda uyuduğuna şükret. Bu kadar kızgın olmama rağmen hafif bir cezayla kurtuldun.' 'Bu ceza ve kızgınım kelimelerine de ayar oluyorum.' diye söylendi Ege karısının gül kokusunu içine çekerken. Kocasının doyasıya aldığı nefes Melek'in iliklerine işlerken, ona yenilmek istemeyen kadın saatler önceki tartışmayı aklına getirdi. 'Ben de senin o adamlarla takılmana ayar oluyorum.' 'Ya neden ben yatak odamda o...' İtlerin kelimesini son anda yutan Ege sakin kalmaya çalışarak devam etti. 'O adamları anmak zorundayım? Neden karımla sürekli bunu tartışıyoruz?' Kocasının isyan barındıran takatsiz sesini duyan Melek sağ elini karnındaki adamın elinin üzerine koydu. 'Endişeleniyorum Ege. Hiç sevmiyorum onları ve sana bir zarar gelecek diye korkuyorum. Asıl neden kocam beni anlamamak için bu kadar ısrar ediyor?' diye soran kadın bilerek adama dönmemişti. Sanki yüz yüze gelmezlerse bu konuşmanın sonu kavgaya dönüşmeyecekmiş gibi hissetmişti. Kollarının arasındaki karısı kendisine bakmadığı için yüzündeki çaresizliği saklamak zorunda kalmayan Ege, hüsranla gözlerini kapattı. Alnını karısının sırtına yaslarken fısıldamıştı. 'Olmaz ama bir şey olursa ben kendimi korurum Meleğim.' 'O bedenindeki diğer yaraları alırken koruduğun gibi mi?' diye sordu Melek iğneleyici bir şekilde. 'Onlarda hiçbir zaman kendimi koruduğumu söylemedim ki. Umurumda değildi bedenim de, yaşamak da, ölmek de. Ancak şu an umurumda. Sen varsın hayatımda. Söz veriyorum koruyacağım kendimi Gül Kokulum.' -Ve seni...- Adamın elini sıkan Melek yorgun bir şekilde iç geçirdi. 'O adamlarla ilişiğini kesmediğin sürece içim asla rahat etmeyecek Ege'm. Bela onlar, hiçbirinden zerre hoşlanmıyorum. Bir gün başımıza kötü bir şey açacaklar gibi hissediyorum. Neden bu kadar ısrar ediyorsun? Neden onlarla takılmayı bırakmıyorsun? Neden?' Karısının çaresiz isyanını cevaplayamayan Ege, kadınını kendisine doğru çektikten sonra çenesini Melek'in omzuna koydu. Kocasının cevap vermeyeceğini anlayan Melek, bitap bir nefes aldıktan sonra adama doğru biraz daha yaklaştı ve sol elini de adamın koluna koydu. Ona dokunmayı, onunla temas halinde olmayı seviyordu kadın. Ne kadar kızgın olursa olsun... Bu hareket karşısında tebessüm eden Ege karısının kulağına usulca fısıldadı. 'İyi uykular Meleğim.' 'İyi uykular Ege'm.' 💫 Titrek bir nefes alan Ege bu 'Gitme.' isteğinin uyku sersemiyle kurulan bilinçsiz bir cümle olduğuna inandırarak elini geri çekti. Bilinçli olduğuna inanırsa gerçekten de gitmezdi. Ancak gitmeliydi... Kadının yüzüne bakmaya cesaret edemeyen adam, hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve kapıya doğru yürümeye başladı. "KABUS GÖRÜYORUM!" İsyanla, çaresizlikle, acıyla, bıkkınlıkla kurulan bu yorgun haykırış adamın durmasına neden olmuştu. "Uyumak istiyorum artık ben. Çok uykum var, çok yorgunum, hiç takatim kalmadı. Ben artık uyumak istiyorum." Melek'in sesindeki gözyaşlarını duymuştu Ege. Arkasını döndüğünde ağlamak üzere olan bir kadınla karşılaşacaktı. Biliyordu. Bakışlarını karşısındaki duvara çevirirken boğazındaki yumruyla gözlerini kapattı. Meleğini bu halde bırakıp arkasını dönerek gidemezdi ki... "Günlerdir adam akıllı uyuyamıyorum. Her defasında kanlar içindeki kızımı görüp sıçrayarak uyanıyorum. Hilal uyanana kadar zaten gözüme adam akıllı uyku girmedi, uyandığında kızımın yanında olurum bu yüzden de kabus görmem diyordum ama... Bu bencilliği onlara yapamadım. Kızım benim kabuslarımı engellerdi ama ben onun kabuslarını engelleyemezdim." Titrek bir nefes alan Melek, dolan gözlerini tavana dikerek ağlamamaya çalıştı. Boğazındaki görünmez eller bunda başarısız olacağının işaretiydi ki öyle de olmuştu. Sonrasında kurduğu cümlelerle kahverengi gözlerinden sicim gibi yaşlar düşmeye başlamıştı. "12 yaşındayken donup kaldığım karanlık koridorun sonundaki odadan, kızımın çıktığı kabuslar görüyorum." Bu cümleyle hızla gözlerini açan Ege canından can gittiğini hissederken ağlamaya başlayan karısına, eski karısına, döndü. O kahverengi gözler, o günden daha kaybolmuş bakıyordu. 💫 Yorgun bir şekilde evinin önüne gelen Ege, Meleğine nasıl bir açıklama yapacağını düşünmeye başlamıştı. 'Pislik teröristler meydanı boş bulup taciz, tecavüze başlamış. Korumam gereken insanlar var, bu yüzden de sabahlamak zorunda kaldım. Geç gelişimin ettiğimiz kavgayla hiçbir alakası yok yani. Sana kızgın değilim, sen haklısın. O adamlar gerçekten de it kopuk.' diyemezdi. Kolundaki saate baktığında saatin neredeyse sabah 4 olduğunu gören asker hüsranla gözlerini kapattı. Şanslıysa karısı uyumuş olurdu ve bu kadar geç geldiğini anlamazdı. Şanslı değilse... Yeni bir kavga kapıda demekti. Yorgun bir nefes alan Ege, bu konuda yapacakları bir kavgayı daha kaldıramayacağını hissediyordu. En azından bir süre... Anahtarını çıkartan adam, sessizce kapıyı açtıktan sonra ayakkabılarını çıkartarak içeriye girdi. Profesyonel bir şekilde hiç ses çıkarmadan kapıyı kapatan asker birkaç adım atmıştı ki salondaki koltukta oturan karaltıyı görerek donakaldı. "Meleğim?" diye seslenirken adamın sesinde büyük bir korku vardı. Yakalanmış olmasına değildi hissettiği bu korku. Karanlıkta oturan kadınaydı. Karanlıktan deliler gibi korkan karısına... Elindeki anahtar, hissettiği şoktan parmaklarının arasından kayıp giderken ışığı açmayı bile akıl edemeyen adam koşarak karısının yanına gitti. "Meleğim?" diye tekrarlarken dizlerini karnına çekerek oturmuş karısının neyi olduğunu anlamaya çalışıyordu. 'Yoksa dışarıdakileri koruyayım derken karını...' İç sesini zorlukla susturan Ege aklına düşen bu kuşkuyla öldüğünü hissederken tek dizinin üzerine çökerek titreyen elini karısının yüzüne doğru götürdü. "Mele..." Karısı onun temasına izin vermeyerek geriye kaçtığında Ege'nin gözünden bir damla yaş düştü. 'Hayır!' "Bir-bir... Bir şe-bir şey mi oldu?" İkinci damla da ilkinin yanında yere alırken Ege ciğerlerinin aldığı nefesleri kabul etmediğini hissetti. Susarak kocasını cezalandırmayı düşünen Melek, boş bakışlarını sesindeki korkuyla doğru dürüst konuşamayan adama çevirdi. "Melek... Lütfen. Bi-bir şey... Bir şey olmadı değil mi?" diye fısıldayan Ege karanlığa söverken korku dolu elalarıyla karısını inceliyordu. "Niye gittin?" diye sordu Melek ağlamaktan kısılmış sesiyle. "Bir şey olmadı de." diye yalvaran Ege, korkunun tüm bedenini ele geçirdiğini hissediyordu. Karısı biraz daha cevap vermezse eğer, eve girmeden taşların oraya sakladığı silahı alıp kafasına sıkacaktı. Soruya cevap vermeyen Melek bir kez daha "Niye gittin?" diye sordu. Kadının sesinde öylesine büyük bir ızdırap vardı ki Ege odanın kendi etrafında dönmeye başladığını hissetti. Yumruklarını tüm gücüyle sıkan adam çaresiz bir sesle fısıldadı. "Yalvarırım kötü bir şey olmadığını söyle." "Oldu. Senin yüzünden!" diyen karısını duyan Ege ruhu ölen bedenini hissizce yere bırakırken Melek devam etti. "Senin yüzünden, uyanamadığım kabuslar gördüm." Karısının cümlesiyle gözyaşları peşi sıra düşmeye başlayan adam hıçkırmamak için sertçe dudağını ısırmaya başlamıştı. 'Düşündüğüm gibi değil. Allah'ım şükürler olsun. Allah'ım sana binlerce kez şükürler olsun. Düşündüğüm şey değil. Düşündüğüm değil...' Hızlı hızlı nefesler alan Ege kendini sakinleştirmeye çalışırken kocasının bu ruh halini fark edemeyecek kadar kendi halinde kaybolan Melek, kısık çıkan sesiyle devam etti. "Zar zor uyandığımda da yanımda olmaman, o berbat kabusların gerçek olduğunu düşündürdü. Senin bana bunu yapmaya ne hakkın var?" Karısının isyanı devam ederken ısırdığı dudağından kan tadı alan Ege, yaşadığı berbat korkunun nasıl geçeceğini düşünüyordu. "Sana ciddi kavgalar ettiğimiz gecelerde onların yanına gitm..." Melek dudaklarında hissettiği dudaklarla afallarken, Ege yaşadığı korkunun etkisiyle karısını öpmeye başlamıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışan kadın, kocasının ağladığını fark ettiğinde direnmeyi bırakarak ona karşılık verdi. Gördüğü kabustaki ölü bedeninin aksine hayatta olan kocasının varlığıyla ağlamaya başlayan Melek, hissettiği korkuyu geçirmek istercesine kollarını Ege'sinin boynuna doladı. Dudaklarından ayrılmadığı karısını kucağına alan adam, yatak odalarına doğru giderken ikili ruhlarında hissettiği korku düğümünün yavaş yavaş çözülmeye başladığını hissederek dakikalar sonra nefes alabilmişti. 🌟 Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açan Melek, kendisini izleyen elaları gördüğünde titrek bir nefes aldı. Dün gece onun yüzünden gördüğü kabus aklına geldiğinde ters bir şekilde çıkışmıştı. "Bakma öyle!" "Karımı izliyorum suç mu?" dedi Ege sesini muzip çıkarmaya çalışarak. Kocasının zoraki muzipliğini duyan Melek soru dolu gözlerle ona baktı. "Dün gece neden ağladın?" Kadının bir anda sorduğu bu soru aralarında yankılanırken adam ciddiyete bürünen gözleriyle karısına baktı. "Sen neden ağladın?" "Ben nedenini söyledim, kabus gördüğümü söyledim. Ama sen... Dün geceki halin neydi öyle Ege?" Saçları yastığına dağılmış, hafif uykulu gözleriyle kendisine bakan karısına yalan söyleyemeyen Ege sessizce fısıldadı. "Seni öyle karanlıkta o şekilde bulunca... Kötü bir şey oldu zannettim." "Kabus görüp katıla katıla ağlamam kötü bir şey kategorisine girmiyor sanırım? Ya da kocamın eve sabah dönmesi?" Karısının kırgın sesini duyan Ege, konuşmak için ağzını açtıktan sonra tekrardan kapattı. Onun cevap vermeyeceğini anlayan Melek üstündeki pikeyle kalkmak için hareketlenirken adam bileğinden tutarak onu durdurdu. "Meleğim lütfen." Kocasının çaresiz sesiyle kahverengi gözleri anında kızaran genç kadın, aşık olduğu elalara bakarak fısıldadı. "Bu korkutuyor beni." "Ne korkutuyor?" diye fısıldadı Ege de aynı ses tonuyla. "Sana olan sevgim... Dün gece o kapıdan girmediğin her dakikayla daha çok bilendim sana, daha çok kızdım. Bu sefer cezalısın diyip de yanımda yatmana falan izin vermeyecektim. Kesinlikle seni yanıma yaklaştırmayacaktım. Ama bak halimize!" İç geçiren Ege yanındaki karısına keskin bir bakış attı. "Şu an dün gece yaşadıklarımız için özür mü dilemeliyim?" "Dile de ben de amcamın evine gideyim." diye çıkıştı Melek kocasına ters bir bakış atarak. Bu dikenli cümle Ege'nin o ruh haline rağmen gülmesine neden olmuştu. "Komik mi?" Melek'in sesindeki ciddiyetle Ege de ciddileşti. "Cümlenin kendisi değil ama bu dikenli söylemlerini seviyorum. Ayrıca..." diyen Ege gözlerindeki ateşle harmanlanmış sevgiyle karısına doğru döndü. "Karımı sevdiğim için ondan asla özür dilemem. Hele de o da bana aynı sevgiyle karşılık vermişken." Kocasının alev dolu ela gözlerinde kaybolacağını hisseden Melek kendine gelebilmek için başını iki yana salladıktan sonra konularına geri döndü. "Dün gece bir şey olmuştu ve bana bunun nedenini söyleyeceksin Ege. Beni o halde gördüğünde senin vereceğin ilk tepki bu olmazdı. Konuştururdun sen beni. Neler olduğunu noktası virgülüne kadar öğrenirdin ancak ondan sonra bana yaklaşırdın, beni teselli ederdin. Sen ise hiçbir şey sormadan beni öptün ve buraya getirdin. Bu hiç senlik bir hareket değil. Sen asla bu şekilde benimle birlikte olmazdın. Neyi teselli ettiğini bilmeden değil." "Seni değil kendimi teselli ediyordum ben." diye fısıldayan Ege'nin gözlerine dün geceki korku yerleşmişti. Onun bu itirafını anlamayan Melek soru dolu gözlerle ona baktı. "Bu ne demek şimdi?" Dün gece karısını öyle bulduğunda hissettiklerini hatırlayan Ege, yumruğunu sıkarken sessiz kaldı. "Gerçekten bana cevap vermeyecek misin Ege?" "Verdim ya cevabını Gül Kokulum." Kocasının yumuşak bir şekilde kurduğu cümle kadının kaşlarını çatmasına neden olmuştu. "Hangi cevap? Kötü bir şey oldu sandım diyorsun. Bu mu cevap?" diyen kadın neler olduğunu anlamaya çalışarak adama baktı. Ege'sinin gözlerinde gördüğü ızdıraplı korkuyla birlikte bu cümlenin ne anlama geldiğini anlamıştı Melek. "Sen..." diye mırıldanan kadın ne diyeceğini bilemeyerek sustu. Aklına gelen şey değildi değil mi? Ege'nin kahır dolu elalarını kaçırmasıyla tahmininin doğru olduğunu anlayan Melek sessizce sordu. "Tamam da durduk yere nereden çıktı böyle bir şey?" Karısının güzel yüzüne bakarak yutkunan Ege bu soruya içinden cevap vermişti. 'Durduk yere mi? Durduk yere mi? Ah be Meleğim. Sen benim nasıl bir cehennemde yaşadığımı, seni nelerden korumaya çalıştığımı biliyor musun? Her gün ne denli korktuğumu, sana bir zarar gelecek diye nasıl aklımın çıktığını biliyor musun? Seni alıp bu illet yerden s*ktir olup gitmemek için kendimle nasıl savaştığımı biliyor musun? Keşke durduk yere olsaydı. O zaman dün 5 dakikalığına ölü bir adam olmamış olurdum.' "Ege'm?" diye endişeyle mırıldanan Melek kocasına yaklaşarak adamın gözünden düşmek üzere olan yaşı yakaladı. Ege karısının bu temasına kadar, dolan elalarının farkında bile değildi. "İyiyim. Ben... Seni o halde bulunca gerçekten çok korktum. Aklım çıktı. Karanlıktan korkarken karanlıkta oturacak kadar ne oldu diye düşünürken..." Sesi titreyen adam gözlerini kapattıktan sonra zorlukla yutkundu. "Şşşt tamam. Yok öyle bir şey. Bırak böyle saçma düşünceleri." diye fısıldayan Melek kocasının yanağına, yüzüne birkaç öpücük bırakarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Ege'nin dünkü tavırlarının nedenini anlayan kadın, adamın neden böyle düşündüğünü anlamasa da nasıl bir ızdırap yaşadığını şimdi bile hissediyordu. Karısının elini tutarak başını öne eğen Ege çaresiz bir şekilde konuştu. "İçimde bir yer var Melek. Zift siyahı bir yer. Bulduğu en ufak bir boşlukta zihnimi ele geçiriyor, bana cehennemi yaşatıyor. O kadar-o kadar kötü şeyler söylüyor ki, o kadar çok canımı acıtıyor ki... Ben onunla nasıl baş edeceğimi bilemiyorum. Susturamıyorum o sesi. İçten içe öldürüyor beni." "Ben sustururum orayı Ege'm. Renklerimle, o siyaha karşı savaş açarım seni yaşatırım, canını yakmasına asla izin vermem. Merak etme sen." Duyduğu cümlelerle başını kaldıran adam dudaklarındaki minnettar gülümsemeyle karısına baktı. "Hayatımda olmasaydın çoktan o siyahta kaybolmuştum beni. Seni o kadar çok seviyorum ki Gül Kokulum." diyen adam karısının dudaklarına kısa bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi. Konuşmaları gereken çok önemli bir konu vardı. "Önce ben duşa giriyorum, kahvaltılar benden. İster kahvaltıda, istersen de sonrasında bana gördüğün kabusu anlatacaksın karıcığım. hiç kaçışın yok haberin olsun." 🌟 "Evet seni dinliyorum Meleğim." İkili salondaki koltuğa yüz yüze gelecek şekilde oturmuştu. Kocasına bir bakış atan Melek isteksiz bir şekilde mırıldandı. "Anlatmasam?" "Ciddi kavgalardan sonra onların yanına gitmemi istemiyorsun. Kavgalı da olsak mutlaka yanında yatmamı sağlıyorsun. Tüm bunların özel bir nedeni var değil mi?" Titrek bir nefes alan Melek, kendisini bu kadar iyi tanıyan kocasına baktı. Ela gözler büyük bir teselliyle ben yanındayım diyordu. Ondan cesaret alan Melek, yıllarca sesli söylemekten kaçındığı gerçeği itiraf etti. "Babam o kazayı yaptığı gün annemle kavga etmişti. O ruh haliyle evden çıktı ve... Eve kendisi değil, haberi geldi." Duyduğu cümle Ege'nin hüsran dolu bir farkındalıkla nefes vermesine neden olmuştu. 'Dün akşam o kavgadan hemen sonra çıktım ben. Geçmişin etkisiyle uyudun, kabuslarından uyandığında hâlâ gelmediğimi görünce de...' Usulca yutkunan Ege karısının ellerini tuttu. "Bilmiyordum, çok özür dilerim Meleğim. Neden kabus gördüğünü tahmin edebiliyo..." "Edemezsin!" diye çıkıştı Melek. Kahverengi gözleri kırgınlıklarla doluydu. Kadının sesindeki acıyı duyan adam bu konuşmanın yüz yüze yapılamayacak bir konuşma olduğunu anlayarak 'Gel buraya.' diye fısıldadı. Kollarını açan kocasının yumuşak bir sesle "Gel buraya." dediğini duyan Melek sanki bunu bekliyormuş gibi anında kocasının yanına gitmişti. Karısına sımsıkı sarılan adam aşık olduğu gül kokusunu içine çektikten sonra usulca mırıldandı. "Anlat bana Meleğim." Kocasına biraz daha sokulan kadın, titrek bir nefes aldıktan sonra anlatmaya başladı. "Babamın patronu pek de iyi biri değildi, babam onun yüzünde yıllar içinde çok yıpranmıştı bu yüzden de işten ayrılmayı düşünüyordu. Annem onu desteklese de yeni bir iş bulmadan bunu yapmasını istemiyordu. Bizim evdeki kavgaların başlaması böyle oldu. Kavga dediğime de bakma sen, öyle bağırış çağırışlı değildi. Annem zaten öyle biri değil biliyorsun. Yine de onların bu fikir ayrılığı benim canımı çok yakıyordu. O zamanlar 11 yaşındaydım ve çok gece içeride tartışan annem ile babamı, dinleyerek gözyaşları içinde uykuya daldım. Sonrasında bu fikir ayrılığı olayı biraz daha şiddetlendi çünkü babam eski bir arkadaşıyla karşılaşmış, onunla ortak bir iş kurmaya karar vermişti. Bir süre sonra ikisi iş için kredi çektiler. Annem daha ilk günden 'O adamdan hoşlanmadım ben.' demeye başlamıştı. Babam ise 'Sonunda hayalime kavuşacağım. Bana destek olsan olmaz mı?' deyip duruyordu. Babamı haklı buluyordum bu konuda." Sonlara doğru sesi kısılan Melek'in aklına 'Sevmiyorum o adamları.' dediği onlarca an gelmişti. O zamanlar babasını tutsa da şimdi annesini çok iyi anlıyordu. Ege'den bu konu hakkında herhangi bir karşıt saldırı bekleyen kadın, kocasının sessiz kalmasıyla anlatmaya devam etti. "Sonunda annemin haklı olduğu ortaya çıktı... Babam ve ortağı işi kurmadan önce birkaç müşteri buldular, çevre oluşturdular. Babamın bir tanıdığı da kefil oldu onlara. Babam işin çevre ayağıyla ilgilenirken, ortağı da çekilen krediyle dükkan alacaktı. Ama olmadı." "Paraları alıp kaçtı değil mi?" diye sordu Ege devamını tahmin ederek. "Evet. Krediyi babam üzerine çekmiş. Önceden yaptığı başka borçları da varmış. Babamın ona güvenip iş için diye imzalattığı tüm o belgeler aslında borçlara babamı kefil göstermek içinmiş. Biz bir anda üzerimizde dağ kadar borçla ortada kaldık. Bana yansıtmamaya çalıştılar ancak o kadar küçük de değildim anlıyordum her şeyi. Önce arabayı hacize bağladılar, sonra da babamın üstüne olan dedemin arsasını. Arsayı borçlara karşılık haciz olarak almalarına izin verdi ancak arabayı hacizden çıkarmak için çok uğraştı babam. Arabayla yollara gidip taşımacılık yapmaya başlamıştı yani ekmek teknemiz artık oydu. Babam tanıdıklardan borç aldı etti ancak meblağ çok yüksekti ve o borçlardan kurtulmak imkansızdı, yine de çok çabalıyordu. Ve sonunda kaçtığı o son darbe geldi. Evimize haciz getirdiler." O günleri hatırlayan Melek'inin gözlerinden akan yaşları gören Ege narin hareketlerle karısının gözyaşlarını sildi. "O güne kadar annem babama suçlayıcı hiçbir şey söylememişti. Babamın da ne halde olduğunun farkındaydı bir de kendisi üstüne gitmek istemiyordu. Kenarda olan bileziklerini satmakla kalmadı, ördüğü her şeyi pazara götürdü satmaya çalıştı. Pastalar, çörekler yaptı satmaya götürdü. Babam borçları ödüyor, annem ise evi geçindirmeye çalışıyordu. Fakat artık geçindirecek bir evimiz dahi olmayabilirdi. O gece evde ölüm sessizliği vardı. Bu deyim keşke deyim olarak kalmış olsaydı." Titrek bir nefes alan genç kadın gözyaşları hızlanırken devam etti. "Akşam yemeğinden sonra derslerim var bahanesi ile odama kaçtım. Bir süre sonra içeriden tartışma sesleri gelmeye başladı. Aslında annem ilk başlarda bir şey söylememişti. Bilirsin annemi, benden farklıdır o. İğnelemekten ya da laf sokmaktan pek hoşlanmaz, hep daha ılımlı yaklaşır karşısındakine. Annem sessizliğini koruyordu ancak babam hiç iyi bir durumda değildi. Kendini suçluyordu, bu yüzden de anneme sataştı. 'Hadi söylesene. Ben demiştim beni dinlemedin, senin yüzünden oldu desene.' gibi cümlelerle annemi kışkırttı. Eh annem de insan şunun şurasında. En sonunda o da patladı ve babama istediğini verdi... Asla unutmam. Cenaze günü sürekli 'Ah dilim kopaydı da etmemeydim sana o lafları Bey.' deyip durmuştu." Dudaklarının arasından bir hıçkırık kopan Melek saçlarını okşayarak onu sakinleştirmeye çalışan kocasına biraz daha sokuldu ve kısık bir sesle devam etti. "O gece babam öfkeyle evden çıktı. Annem 'Bu saatte nereye?' falan dediyse de dinlemedi onu. Annem yatak odasında sessiz gözyaşları döktü, ben kendi odamda. Ertesi gün okul olsa da babam gelene kadar uyumayacağım diyordum ancak uyuyakalmışım. Sabah 7 gibi kapının çalmasına uyandım. Babam gelmişti... Babam değil haberiymiş." Ailesini ölüm haberini aldığı günü hatırlayan Ege ağlayan karısını biraz daha sararken gözlerinden birkaç damla yaşın düştüğünü hissetmişti. İlk tanıştığında Meleğine kendini yakın hissetmesinin sebeplerinden birisi de buydu. Seher annesi eşini bir trafik kazasında kaybettiğini söylediğinde gözleri yeni tanıştığı o kahve gözlü kızı bulmuştu. O güzel kıza bakarken 'O da benim gibi...' diye düşündüğünü hatırlıyordu. "Kapıya gelen polisler bir trafik kazası olduğunu ve cesedin üstünden de babamın kimliğinin çıktığını söylediler. Annem donakalmış bir şekilde kalırken, ben yanlış duyduğumdan emin odamdan çıkarak polislere bakmıştım. 'Babam.' diye fısıldadığımı hatırlıyorum, sonrası karanlık. Bayılmışım, hastanede uyandım. Bilincim yerine geldiğinde bir süre gözlerimi açmadım. Sanki gözlerimi açmadan öylece beklersem her şey düzelecekti. Annemin yanımdaki sessiz ağlayışını duyuyordum. Kabus gördüğüme emindim. Bu sırada odaya bir hemşire girdi 'Seher Hanım, memur beyler teşhis için birini istiyorlar. İsterseniz bir tanıdığınıza haber verin' dedi. Annem çatlak çıkan sesiyle 'Ben geleceğim.' diye fısıldadı. Annemin bana baktığını hissettiğimde uyku numarama devam ettim. Her şey o kadar gerçek dışıydı ki... Hemşire, memurlardan birinin kapının önünde olduğunu ve bana göz kulak olacağını söylediğinde annem gitti. Odada yalnız kaldığımı anladığımda korktuğumu hissettim. Her şeyin gerçek olduğuna, bu yalnızlık hissi uyandırdı sanırım. Gözlerimden yaşlar düşmeye başlarken hızla yatağa oturdum. 'Ben babamı görmek istiyordum.' Onu görmeliydim. Bu düşünceyle ayağa kalkarak yataktan indim. Öylesine kendimde değildim ki ayakkabımı bile giymemişim. İstediğim tek şey babamı görmekti. Gerçi istediğim bu değildi. Orada yatanın babam olmadığını görmek istiyordum ben." "Arabanın plakasını yanlış aldıklarını, kimliğin yanlış olduğunu görecektin." diye fısıldadı Ege kahrolmuş bir şekilde. Başını kaldırarak kocasına bakan Melek, gözlerindeki yaşların hızlandığını hissederken sessizce sordu. "Sen de mi öyle hissetmiştin?" Karısının alnına bir öpücük bıraktıktan sonra ona biraz daha sarılan Ege başını aşağı yukarı salladı. "Evet. Bir yanlışlık olduğuna emindim. Bu yüzden teşhisi ben yapacağım diye ısrar ettim. Daha yeni 18 olmuşsun ailenin arkadaşları gelecek onları bekleyelim falan dedi polis ama onu dinlemedim. Annem ameliyattaydı o sırada. Abimi ve babamı öyle yatarken görünce..." diyen Ege titrek bir nefes alırken gözünden yaşların düştüğünü hissetti. Kocasının elini sımsıkı bir şekilde tutan Melek adamın devam etmesini bekledi fakat Ege devam etmeyerek Melek'i konuşturdu. "Görmedin değil mi?" "Görmedim... İzin vermeyeceklerini tahmin ettiğimden çaktırmadan çıkma niyetindeydim. Kapıdaki polis kendisine bir şeyler söyleyen bir kadına dikkatini verdiğinde gizlice odadan kaçtım. O hastaneyi biliyordum, ne zaman hasta olsam babam beni oraya götürürdü. Hastanedeki en çok korktuğum, en çok nefret ettiğim yer neresiydi biliyor musun?" "Herkes gibi... Morg." diye mırıldandı Ege. "Öyle. Babam bazen arabayı arka tarafa park ederdi. Morgun bulunduğu koridorun sonundaydı oranın girişi. Hastane merdivenlerine ulaşmak için o koridoru geçmek zorundaydık. Her seferinde babamın elini sımsıkı tutardım o karanlık kattan geçerken. Günün birinde oraya koşacağımı asla düşünmemiştim. Ben yanlarından geçerken insanlar bana baktı. Gözlerimden düşen yaşlar yüzünden olduğunu düşünmüştüm meğer yalın ayak koştuğumdanmış. Ama dedim ya bunun farkında bile değildim. En alt kata kadar tüm merdivenleri tüm hayatım buna bağlıymışçasına koştum. Alt kata geldiğimde ise... Çok karanlıktı Ege. O kadar karanlıktı ki." Meleğinin korku dolu cümlesini duyan adam hüsranla gözlerini kapattı. Seher annesi 'Melek aslında karanlıktan korkan bir çocuk değildi. Ne olduysa sonradan oldu. Ben de bilmiyorum neden.' demişti. Ege ne olduğunu artık biliyordu... "Bilmiyorum belki de o kadar karanlık değildi aslında. Ama benim ışığım gitmişti. O koridordan babam olmadan yürüyemezdim ki ben. Korkardım, korktum. Birkaç adım attım ama karanlıktı. Gözlerim morgun olduğu yerdeki loş ışığa kilitlenirken koridora bir karartı düştü. Büyük ihtimal içeridekilerden biri kapının yanına doğru gelmişti ancak o an mantıklı düşüneceğim bir an değildi. Bir anda annemin 'HASAN'IIIIM.' diye bağırışı yankılandı bütün katta. Ben donakalmış bir şekilde o karanlığın içinde duruyordum. Arkamdaki karanlıktan karanlık eller çıkıp beni tutmuştu, önümdeki karanlıkta ışığın içindeki o karartı da babamdı sanki. Annem 'Hasan'ım özür dilerim. Kalk hadi, evimize gidelim.' derken birisi geçti önüme. Anında benimle boy hizasına indi, dikkatimi ona çevirdi... Amcamdı." Gözyaşları içindeki Melek kocasına acı bir tebessüm bahşetti. "Biliyor musun benim babamla amcam birbirine çok benzer. En çok da gözleri. Gözlerindeki o korkusuz sonsuz sevgi. O an karşıma çıkan adamı bir an babam sandım. 'Baba sensin değil mi?' diye fısıldadım. Zaten gözleri doluydu benim bu masum sorumla gözlerinden yaşlar süzülürken 'Ah be güzel kızım.' diyerek başımı omzuna yasladı ve sımsıkı sarıldı bana. Babam gibi kokmuyordu, bu yüzden de daha fazla inkar edemedim ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Annemin isyanı hâlâ duyuluyordu, çıplak ayaklarım buz gibi zemindeydi. Amcam beni kucağına alarak odaya geri çıkardı. Bu süreçte de odaya girdikten sonra da hıçkırıklarım hiçbir şekilde dinmedi, ayrılamadım da amcamdan. Geri çekilmeyeceğimi anladığında kucağındaki benle birlikte oturdu yatağa, saçlarımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalıştı. Benim gibi onun da ağladığını hissediyordum. O güne kadar amcamla çok da görüşmüşlüğümüz olmamıştı. Biz Adıyaman'daydık, o ise Şanlıurfa'da. Babamla ikisinin işleri çok yoğun olduğu için yıl içinde bayramlar haricinde çok bir görüşmüşlüğümüz olamıyordu. Köye gittiğimizde görürdüm sadece ama çok severdim amcamı. O gün, baba yarısı sözünün ne demek olduğunu gerçek anlamda anladığım gün oldu. Haberi alır almaz arabaya atladığı gibi gelmiş. O gün o karanlıkta biraz daha kalsaydım ne olurdu gerçekten de bilmiyorum Ege. Delirirdim büyük ihtimal. Amcam beni tuttu çıkarttı o karanlıktan. Ona olan sevgimi, minnettarlığımı anlatamam sana. Çok yardımcı oldu sonraki süreçte de. Hep 'Güzel kızım.' dedi bana, gerçekten de öz kızı belledi. Aslında bizi o zamanlar yanına almak istedi ama annem okulumu bırakmamı istemedi. Sil baştan yeni bir ortam, yeni bir hayat beni çok afallatırdı. Haklıydı da. Arkadaşlarım çok destek olmuşlardı o zamanlar, öğretmenlerim çok anlayışlı davranmıştı bana karşı. Haciz gelen evimizi kurtaramadık ve iki göz bir eve kiraya geçtik, annem bir fabrikada çalışmaya başladı. Amcam her ay bize para getirdi, benimle vakit geçirdi. Amcamın geleceği zamanı iple çekerdim. Onunla konuşmak babamla konuşmak gibiydi çünkü. Böylece 2 yıl geçti." Yorulduğunu hisseden Melek bir süre sessiz kaldıktan sonra kocasının onu dinlediğini bilinciyle devam etti. "Liseye başlayacağım yıl, amcamın oğlu ve karısı bir terör saldırısına kurban gittiler. Haberi aldığımda kahrolmuştum. Kurtarıcımın canı çok yanmıştı. Köye taziye için geldiğimizde onun o gün bana sarıldığı gibi sımsıkı sarıldım ona. Amcam o zamana kadar çok donukmuş, cenazede bile bir tepki vermemiş ama benim ona sarılarak ağlamamla o da ağlamaya başlamıştı. Yine iki yıl önceki gibi beraber yaşadık acımızı. Kısa süre sonra annemin çalıştığı fabrikayı bir şirket satın aldı ve annem dahil 50 kişi işten çıkarıldı. Anneme 'Amcamın yanına gidelim mi? Çok üzgündür o.' dedim, bu yüzden annem amcamı aradı ve ona kovulduğunu söyledi. Tam da tahmin ettiğim gibi amcam 'Buraya gelin.' dedi. Biz de buraya geldik işte." Dudaklarında hikayeyi anlatmaya başladığında beri ilk defa mutlu bir tebessüm beliren genç kadın sesindeki sevgiyle devam etti. "Okumayı çok seviyorum, yeni bir şeyler öğrenmeye de aşığım biliyorsun. Fakat lise bizim köyden yürüyerek uzaktı, ulaşım aracı da yoktu. Yani ya yatılı kalacaktım ya da hiç gitmeyecektim. Annemden ayrı kalmak istemiyordum bu yüzden de gitmemeye karar vermiştim ki kurtarıcım tatlı bir kızgınlıkla yanıma geldi ve 'Senin gibi başarılı bir öğrenciyi okutmamak mı? Hem de bu denli öğrenmeye aşıkken. Ben kabul etsem bile hayat kabul etmez bunu güzel kızım.' dedi. İş yeriyle anlaşma yaptı, çalışma saatlerini benim giriş çıkışıma göre düzenledi. Her gün beni şehirdeki okula götürdü, aldı. Şehire gidip gelirken arabada yaptığımız o yolculuk çok değerliydi benim için. Bana her konuda sorular sorardı. Okul, arkadaşlarım hatta dersler. Benim hevesle konuşmam çok hoşuna giderdi. Hatta bir gün hiç unutmam beni okula götürürken 'Sen olmasaydın onların yanına giderdim biliyor musun?' diye mırıldanmıştı. O cümle kalbimin tam orta yerine oturdu. Nasıl bir özlemle kavrulduğunu tahmin bile edemezdim fakat o benim için devam ediyordu bu hayata. Ben babasız kalmayayım diye yaşıyordu. Onun yaşamasını sağlayan kişi bendim. O an ona 'Sen gidersen ben bir kez daha eksik kalırım. Sakın gitme baba.' diye fısıldamıştım. O gün amcama ilk ve son kez 'Baba.' diye hitap edişim oldu ancak o her amca dediğimde, o kelimede gizlenen baba lafzını da duyar. Babam yerine koyduğum, yıllardır bana gözü gibi bakan adam bana seni getiren kişi oldu. Bu yüzden aldığım her nefeste ona bir kez daha şükrediyorum." Sevgi dolu gözlerle kocasına dönen Melek, parmaklarıyla adamın yanağını okşadıktan sonra dudaklarına yumuşak bir öpücük bıraktı. "Hayatımdaki adamlar konusunda her zaman şanslı oldum." Karısının gözlerine bakan Ege kadının elini dudaklarına götürerek öptü. "Sana sahip olduğum için şanslı olduğum kadar olamazsın Gül Kokulum." Meleğinin dudaklarında bir tebessüm belirirken Ege bunu bozacağını bilse bile sessizce sordu. "Peki... Dün geceki kabusun?" Duyduğu cümleyle hüzünlenen genç kadın titrek bir nefes aldı. "Ben bazı geceler... Karanlıkta kaldığım geceler, gerçek dışı kabuslar görüyordum. O karanlıkta, hole karartısı düşen siluet kapıdan dışarı çıkıyor ve-ve kanlar içindeki bab..." Yeniden gözyaşları düşmeye başlayan Melek cümlesini tamamlayamayarak hıçkırdı. Karısını omzuna çeken Ege onun saçlarını okşamaya başlamıştı. "Şşşt tamam Meleğim anladım ben. Dün gece beni de öyle gördün değil mi? O yüzden o kadar korktun, ağlayarak uyandığında da hâlâ eve gelmediğimi görerek korktun. Gerçekliği sorguladın." Kadın hıçkırıklarla başını aşağı yukarı sallarken adam acı dolu bir nefes aldı. "Özür dilerim. Bir daha gerçekten şiddetli kavga ettiğimizde gönlünü almadan çıkamayacağım evden. Söz veriyorum." "Kavga sebebini hayatımızdan çıkartsak?" Karısının yalvaran sesini duyan Ege çaresizlikle gözlerini kapattıktan sonra fısıldadı. "Bir şey olmayacak endişe etme." Geri çekilmek isteyen karısına izin vermedi Ege. Gözlerindeki yorgun çaresizliği açıklayamazdı. Kocası sarılmayı bırakmadığında Melek adamın gözlerine bakmadan konuşmaya başladı. "Geçenlerde o adamlardan birisi eve geldi, senin yemek istediğini söyledi. Korktum biliyor musun? Bakışları tüylerimi ürpertti. Sesi de, sırıtışı da iğrençti. O adamlar normal değil. Ege'm lütfen, lütfen. Lütfen yalvarıyorum takılma onlarla. Başımıza kötü bir iş gelecek. Sen de farkındasın yoksa dün gece durduk yere korkmazdın o kadar." Aklına dün gece gelirken nefes alış-verişleri düzensizleşmeye başlayan Ege çatlak bir sesle mırıldandı. "Dün geceki konuyu... Açmayalım. Lütfen!" Kocasının sesindeki ızdıraplı feryadı duyan Melek onun üzerine gitmeyerek derin bir nefes aldı ve tek bir soru sordu. "O adamlarla görüşmeye devam edeceksin yani?" 'BAŞKA ŞANSIM YOK!' İçinden bas bas bağıran Ege gözünden bir damla yaş düşerken her şeyi karısına anlatmak istedi. 'O adamların terörist olduğunu ve senin de canın pahasına aralarına sızdığını öğrenen Meleğin ayıkken dahi akşamki kabusunu görmez mi Ege? Şimdi bile yalnızca hissettiği tehlikeyle gitme diyor. Gerçeği bilirse bu kavgaların kaç katı yaşanır aranızda? Peki ya sen o itlerin ne mal olduğunu bilirken, kardeşlerin esirken, siviller tehlikedeyken sırf karını üzmemek için her şeyi bırakmayı kaldırabilir misin? Fetih'in kanı ellerine bir hiç uğruna mı bulaştı Hâlim? Remzi'nin oğlu, Soner'in kızı senin bu bencilliğin yüzünden babasız mı kalacaklar? Sen karımla aram bozulmasın diye uğraşırken kardeşlerinin eşleri, aylardır yaşayıp yaşamadığını bile bilmediği kocalarını bekliyorlar. Onların gördüğü kabusları sırtlanabilir misin? O patlama yaşanırsa ölenlerin cesetlerinin gölgesinde mutlu olabilir misin?' "Ege'm?" "Sandığın gibi kötü insanlar değiller." diyen asker içinden ekledi. 'Daha kötüler.' "Cevabın bu mu yani?" diye sordu Melek hissettiği hayal kırıklığıyla. Karısının ses tonunu duyan Ege, geriye çekilerek onun üzgün gözlerine baktı. "Lütfen bana güven." "Sana güveniyorum." diyen Melek sessizce devam etti. "Annem de babama güveniyordu... Ben korkuyorum Ege'm. Annem gibi bir hayat yaşamaktan korkuyorum. Her şeyimi kaybetmekten korkuyorum. Sana bir şey olursa ben yaşayamam. Annem benim için yaşamaya devam etti ama ben sensiz devam edemem." "Bana bir şey olmayacak söz veriyorum Meleğim. Senin üzerine söz veriyorum, çok uzun yıllar yaşayacağım. Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğimi söylemek de anlamsız bence." "Bizim hikayemiz anneminki ve babamınki gibi olmayacak değil mi?" diye sordu Melek sesindeki küçük kızla. "Olmayacak Gül Kokulum. Olmayacak." diye fısıldayan Ege, bir gün Meleğine her şeyi anlatacağına söz vererek karısının dudaklarına yöneldi. 💫 Ege'ye bir şey olmamıştı. Ancak ayrı kalmışlardı... Ve hikayeleri Seher ve Hasan'ın hikayesi gibi olmamıştı. Çok daha acı olmuştu... Melek en büyük korkusuyla yüzleşmiş, annesi gibi bir hayat yaşamıştı. Deliler gibi aşık olduğu kocasını kaybetmiş, sırf kızı için hayatına devam etmişti. Kıpkırmızı gözlerle kendisine bakan eski karısı darmadağın etmişti Ege'yi. Kadının yanına gidip ona sımsıkı sarılmak istedi. 'Ben yanındayım. Geçti.' diye fısıldamak istedi. Ancak bunu yaparsa anlatması gerekirdi. Hüseyin Gökmen'in nasıl öldüğünü anlatması gerekirdi. Neden öldüğünü... 'Nasıl bir özlemle kavrulduğunu tahmin bile edemezdim fakat o benim için devam ediyordu bu hayata. Ben babasız kalmayayım diye yaşıyordu. Onun yaşamasını sağlayan kişi bendim. O an ona 'Sen gidersen ben bir kez daha eksik kalırım. Sakın gitme baba.' diye fısıldamıştım.' diyen kadına denir miydi... 'Amcan seni korumak için, sen daha fazla acı çekme diye öldü. Öldüren kişi de benim. Gitme dediğin babanı, varlığına şükrettiğin kişi öldürdü. Seni ikinci kez eksik bırakan adam, sevdiğin adam oldu.' diye. Göğsünün üstünde kocaman bir yumru hisseden Ege silah sesi kulağında yankılanırken sağ elini, tetiği çektiği eli, yumruk yaptı. Yıllar önceki gibi kendi ruh halinde boğulan kadın, ne feryat figan bağıran elaları ne de adamın kaskatı kesilen bedenini fark etmişti. "Kanlar içindeydi. Kızım kanlar içinde baygın bir şekilde bembeyaz bir yüzle geldi bu hastaneye. Küçükken aşıları için hastaneye gittiğimizde canı yanarken görmeyi kaldıramıyorum diye annemle doktorun yanına gönderdiğim kızım, karnında koca bir bıçakla kanlar içinde geldi Ege. Ve ben günlerdir uyumamak için verdiğim çabayı kaybettiğim her seferde aynı kabusu görüp sıçrayarak uyanıyorum. Çok yoruldum ben. Çok çok yoruldum ve korkmaya başladım. Bir gün uyuduğumda yorgun bedenimin uyanamayacağından korkmaya başladım. Sabaha kadar saatlerce o kabusu göreceğim diye aklım çıkıyor. Sırf uyuyakalmayayım diye günlerdir koltuk tepesindeyim ancak sona geldim, hissediyorum. Bu gece sabahı çıkartamayacağım ve o karanlık koridorda bulacağım kendimi. O kapıdan çıkan kanlar içindeki canımı görürsem... Ben bunu kaldıramam." Çatlayan sesiyle gözyaşları içinde tüm bunları söyleyen kadın, gözlerindeki 'Yardım et!' çığlıklarıyla sevdiği adama baktıktan sonra titrek bir nefes alarak arkasındaki yatağa uzandı. Ege, yatağın ucuna kadar gidip sırtını dönen eski karısına bakarken hüsranla gözlerini kapatmıştı. Bana bunu yapma Meleğim. Seninle uyursam, senden kopamam. 'Sanki uyumazsan kopabiliyorsun da.' Bir süre sessizce dikilen adam, yatakta yatan kadının çaresizliğine dayanamayarak fısıldadı. "Bu odada olan, bu odada kalacak." "Kabul." diye karşılık verdi Melek yorgun bir sesle. "Ciddiyim Melek eğer sonradan bunu..." "Yapmak üzere olduğum bu aptallığı sonradan dile getirmem emin olabilirsin. Yaşanmamışlarımızı arttırıp kızını tanımana engel olmayacağım endişelenme. Sadece uyumak istiyorum."diye mırıldanan kadın başındaki ağrıyı hissediyordu. Ege gelmeden önce Hilal'in söylediklerini, terk edilmesinin nedenini, düşünürken başına saplanan ağrıyla koltuğa uzanmıştı. Tam mayışmış, uyku moduna girmişti ki hayal meyal kapının açıldığını duymuş sonrasında da onun sigarayla karışmış kokusunu almıştı. Yıllar boyu yanında yatan Kadir gözyaşları içinde uyanık olduğunu anlamasın diye uyku rolü yapan Melek, Ege'yle yüzleşmek istemediği için uyuyormuş gibi yaparak adamın gitmesini beklemişti. Ancak eski kocası gitmemişti. Ege'nin söylediklerini hatırlayan kadın kalp atışlarının hızlandığını hissederek gözlerini karşısındaki beyaz duvara dikti. '25 yılını ruhen ölü geçirmesine neden olan adamın yanında yatmasını istemek gurursuzluk muydu? '50 yaşındayım bir seni sevdim.' demesine rağmen bunu istemek yüzsüzlük değil miydi?.. Hem sevgi her şeyi çözer miydi ki? Yaşananları siler miydi sevgi? Yaşananları silse bile başka bir erkeğin bedenine dokunmuş olduğu gerçeğini silebilir miydi?' Düşündüğü son şeyle birlikte dudaklarında acı dolu bir gülümseme beliren kadın titrek bir nefes aldı. Gerçekten her şey çok saçmaydı... Bu düşünceler içinde boğulma kadın gece lambasının kapanmasıyla birlikte korkuyla "N'apyorsun?" diye fısıldadı. Bu ruh halindeyken karanlıkta kalması, hele de bir hastanede!, kesinlikle iyi bir fikir değildi. Arkasındaki boşluğa uzanan bedeni hissettiğinde içindeki telaş buhar olup uçmuş, yerini garip bir heyecan almıştı. "Işıkta uyuyamıyorum... Biliyorsun." diye mırıldanan Ege yaptığı şeye inanamıyordu. 'Biliyorum.' diye düşünen Melek gözünden bir damla yaşın düştüğünü hissetti. O varken karanlıktan korkmazdı. Şimdi de olduğu gibi... Gözlerini kapatan kadın titrek bir nefes aldı. Burnuna hafif bir sigara kokusuyla birlikte aşık olduğu koku gelirken tüm algıları arkasındaki adamın bedenindeydi. Kalp atışları hızlanan Melek içinde yükselen isyanı hissetti. Bu kadar aşinalık olmamalıydı. Sanki yaşananlar hiç yaşanmamış ve yine ufak bir tartışma yaşamışlar da Melek de kocasına ceza için ona arkası dönük yatıyormuş gibi hissediyordu şu an... 'Fakat ufak bir tartışma değil! Kendine gel Melek Gökmen. Gözyaşları içinde başka bir adamın yanında uyuduğun o geceleri ne çabuk unuttun?' Düşünceleriyle ruhunun buz kestiğini hisseden Melek dişlerini birbirine bastırdıktan sonra neredeyse tısladı. "Işığı aç!" "Açmayacağım. Bu durumu bana kabullendirdin madem, kurallar benden." dedi Ege kadına dokunmamak için tüm bedenini kasarken. "Korkuyorum. Işığı aç." dedi Melek çaresiz bir şekilde. Hissettiği çaresizlik karanlıktan korktuğu için değildi. Hissettiği aşinalığa kapılmaktan korkuyordu kadın. Şu an ihtiyacı olan tek şey bu ânı geçmişten ayıracak bir etkendi. Ege ışıkta uyuyamadığı için de açık ışık Melek'e gerçekleri balyoz misali çarparak hatırlatacak bir etken olacaktı. Ege, kadının bu düşüncelerinden bihaber 'Korkuyorum. Işığı aç.' cümlesindeki çaresizliğe kitlendi. Eski karısından yükselen limon kokusu onu geçmişten ayırdığı için kadının asıl çaresizliğini anlamamıştı adam. Melek'in gerçekten karanlıktan ve hastanede olmaktan korktuğunu düşünen adam, kendisine söverken mesafeli bir şekilde sağ kolunu kadının beline attı. Karnında hissettiği el ile nefes almayı bırakan Melek bir farklılık için yalvarırken yapılan bu hareketle donakalmıştı. 'Ne yapıyorsun?' diye sormak için ağzını açtığında sesinin çıkmadığını fark ederek dudaklarını geri kapattı. "Nefes al... Ben de memnun değilim bu durumdan." Salih Ege'nin kurduğu cümle Melek'in dudaklarında acı bir gülümsemeye neden olmuştu. 'Tabii ki de memnun değildi. Hangi erkek başkasıyla evlenmiş olan eski karısıyla yeniden uyumaktan memnun olurdu ki?' Kadın bunları düşünedursun Ege Melek'in bu zehirli düşüncelerinden habersiz bir şekilde bedenini ve ruhunu kontrol altına almaya çalışıyordu. 'Aradaki mesafeyi kapatıp ona sımsıkı sarılarak başımı saçlarına gömsem ne olur? Zaten yaşananları yok sayacağız, mesafeyi bırakıp doyasıya sarılsam ya ona...' Ne mi olur? Başını saçlarına gömdüğünde almayı beklediğin gül kokusunun yerine limon kokusu karşılar seni. "Neden? Neden onca koku varken limon?' "Aynen neden?" "Ne neden?" diye sordu Melek bir anda gelen bu soruyla kaşlarını çatarken. Kadının sorusu üzerine son cümlesini sesli söylediğini anlayan Ege hüsranla gözlerini kapattı. Adamın sessizliği merakını körüklerken bir kez daha sordu Melek. "Ne neden?" Derin bir nefes alan Ege ciğerlerine limon kokusu dolarken her şeyi s*ktir ederek günlerdir ruhunu yakan soruyu sordu. "Neden limon?" Soruyu duyan Melek şaşkınlıkla donakalırken onun cevap vermeyeceğini anlayan Ege sessizce devam etti. "Limondan nefret ettiğin için mi? Sevmediğin bir kokuyu sürerek seni sürüklediğim hayat için benden nefret etmeyi mi amaçladın?" 'Alakası bile yok.' diye düşünen Melek soruya cevap vermeden kendisi aynı soruyu sordu. "Neden?" Eğer adam bu soruya cevap verirse kendisi de adamın sorusuna cevap verecekti. "Ne neden?" diye sordu Ege de Melek gibi. "Neden Ege?" Böyle bir soruyu beklemeyen adam, hafifçe sarıldığı kadınla arasındaki mesafeye baktı. Bedenen birkaç santim, ruhen yüzlerce kilometre... Bu soruya cevap vermesi o yüzlerce kilometreyi azaltacaktı biliyordu. Mesafe canını deliler gibi yaksa da gerekliydi bu yüzden de bu soruya cevap vermemeliydi. 'Neden limon olduğunu öğrenmek istemiyor muydun? Cevap verirsen, cevap alma hakkın olur.' Arkası dönük kadının gergin bedenine sarılan koluna bakan Ege, bulundukları bu pozisyonun sorunun cevabından çok daha tehlikeli olduğunun idrakiyle anlatmaya karar verdi. Sessizlik, bu yakınlaşmanın ruhlarındaki fırtınalarını duymaları anlamına gelirdi ve ikisi de böyle bir şeye hazır değildi. "İzmirde doğup büyüyen annem, ismimin Ege olmasını istemiş. Annem böyle düşünedursun dedemin planı başkaymış. 'Büyüğe senin babanın ismini vermiştik. Küçüğe de adını ben vereceğim. Salih olsun adı. Salih bir evlat olsun.' deyince annem kayınpederine karşı bir şey diyememiş. Annemi kırmak istemeyen babamsa 'İstersen Salih Ege koyalım.' demiş. Annem ilk başlarda biraz düşünmüş ancak sonra babama 'O sadece benim..." Sesinin titrediğini hisseden adam birkaç saniye durduktan sonra kısık bir sesle devam etti. "O sadece benim Ege'm olacak. Kulağına Salih Ege okunsun ancak kimlikte olmasın.' diye cevap vermiş. Dediğini de yaptı biliyor musun? Bana hep Ege dedi. Ege'm... Bazen Salih Ege derdi ve bu ayrı hoşuma giderdi. Tabii bana kızdığı zamanlardaki Salih Ege Aslan hitabı istisna." Son cümlesini gülen sesiyle söyleyen Ege özlemle nefes aldı. İnsan kaç yaşına gelirse gelsin anne-aile- özlemiyle kavruluyordu. "Küçükken bazen abim, babam bana Ege diyerek takılmak gibi bir hata yaparlardı. Söyleyen abimse 'Bana annemden başkası Ege diyemez.' diyerek ona saldırırdım, babamsa da duymazdan gelir cevap vermezdim. Yaşım biraz daha büyüdükçe bunun gerçekten de hassas karnım olduğunu anladılar ve bana asla öyle seslenmediler. Bu halim annemin çok hoşuna giderdi." 'Bana hep Ege dedi. Ege'm... Bana annemden başkası Ege diyemez.' sözleri ruhunda yankılanan Melek yaşadıkları onlarca ânı düşündü. Babasından sonra Ege'sine kadar kimsenin kendisine Meleğim demesine izin vermemişti. Anlaşılan Ege de bir benzerini yapmıştı. Aklına gelen soruyla kaşlarını çatan Melek düşünceli bir şekilde sordu. "Bu kadar anlamlı bir ismi neden çıktığın görevde kullandın ki? O teröristler sana Ege diye seslendi hep." "Melek Kız da Ege dedi ama..." Adamın fısıltıyla kurduğu cümle kadının titrek bir nefes almasına neden olmuştu. "Sen daha karşılaştığımız ilk an bana kendini Ege diye tanımıştın. Beni tanımıyordun ki." diye mırıldandı kadın sessizce. İlk karşılaştıkları ânı hatırlayan Ege istemsizce gülümsedi. "Annenin anlattığı bir şeye güldüğün için kapıyı gülerek açmıştın. Karşımdaki gülen kızın parlayan kahverengi gözleri elalarıma dokunduğunda... Hatırlıyor musun evlendikten sonra birbirimize kaçamak bakışlar attığımız eski günlerden konuşup gülerdik, o zamanlar hep 'Bakan sendin bir kere. Ben utanıyordum elalarına uzun süre kilitlenmeye.' derdin. Ben de 'Sen bana nasıl baktığının farkında değilsin. En başından beri farkında olmadın. Bir kere uzun bakman yetti ruhumu ele geçirmen için.' derdim. Ne demek istediğimi sorduğundaysa tebessüm etmekle yetinirdim. Kastettiğim ilk tanıştığımız gündü. Ela gözlerimi gördüğü anda bana kilitlenmişti o Melek kız. Kahverengi gözleri büyürken, dudaklarındaki tebessüm kısa bir anlığına beğeniyle bürünmüştü. Normal şartlarda hiç tanımadığım yabancı bir kızın mimiklerini incelemem. Lise zamanından beri birçok benzer durum oldu ancak hiçbiri umrumda olmamıştı. Kâle bile almamıştım onların bakışlarını. Ancak o gün farklıydı. İlk defa geldiğim o köydeki her şeye karşı tüm algılarımı açmıştım. Yerde yürüyen çekirgenin, yanımda uçan sineğin bile hareketlerini takip ediyordum desem abartı olmaz. Kapıyı açacak kişiye karşı aşırı tetikte bekliyordum. Bu yüzden sen kapıyı açtığında tetikte bekleyen tüm algılarım seni buldu. Karşımdakinin en ufak bir mimiğini bile beynime kodlamaya programlı olduğum için gözlerinde beliren saliselik etkilenmeyi özümseyip dakikalara böldüm, dudaklarındaki gülümseme tüm ruhumda yankılanırken 'Kimdiniz?' diyen sesin bedenime yüksek bir voltaj verdi. Karşımda derin bakan parıltılı kahve gözleriyle hayat dolu genç bir kız bulmayı beklemiyordum. O kahveler yıllarca bana sevgiyle bakan annemin kahverengi gözlerini hatırlatmıştı. Bakışmamız dakikayı bile bulmadı belki ancak algılarım öylesine sana kilitlenmişti ki beni gördüğünde dudaklarının arasına çektiğin ani nefesin peşine hızlanan nefesini, benden gözlerini kaçırıp hızla tekrardan elalarıma yönelmeni, kapıyı tutan parmaklarını anlık bir heyecanla sıkmanı... Hiçbirini kaçırmadım, sanki saatlerce bakışmışız gibi hissettim. Yumuşak sesinle sorduğun soruya 'Ege.' diye karşılık verdiğimi, kapıda beliren annenin 'Hüseyin abimin misafiri sen misin Ege oğul? Bu kadar genç beklemiyordum seni.' demesiyle anladım. Nasıl sarsıldığımı anlatamam. Annenin içten sesli hitabına mı yoksa hiç tanımadığım sana kendimi Ege diye tanıtmış olmama mı tepki vereceğimi şaşırmıştım. Sonrasındaki süreçte annen Emmi'ye 'Misafirin Ege geldi Emmi.' dediğinde iş işten çoktan geçmişti. Adım Ege değil diyemezdim. Bu yüzden de Ege oldum." İkili bir süre anlatılanları sindirmek için sessiz kaldı. Ege bu kadar detaylı anlatmayı beklemiyordu, Melek ise böyle bir hikayeyi... Adam resmen ilk görüşte ondan nasıl etkilendiğini anlatmıştı. Eski karısının hızlı soluklarını dinleyen Ege bu sessizliği bozma isteğiyle mırıldandı. "Neden limon?" "Çünkü sevmiyorum." diye yanıt verdi Melek basit bir şekilde. "Yani az önceki tahminimde haklıydım?" "Hayır. Nedeni bu değil." "O zaman nefret ettiğin bir kokuyu alarak kendini sakinleştirmeye çalıştın?" "Hayır. Bu da değil." Eski karısının fısıltısı karşısında adam tekrardan sordu. "Neden?" Kendisine dürüst davranan adama karşı dürüst olma isteğinde olan kadın, bakışlarını karnının üzerindeki kola çevirdikten sonra sessizce konuştu. "Hiç tanımadığım bir adamın yanında sevdiğim bir kokuyla bulunmak istemedim. Senden başkasının Gül Kokulusu olmak istemedim. Aklıma gelen en iyi seçenek buydu. Sevdiğim herhangi bir koku bana yine seni hatırlatacaktı. Beni ben yapan her şeyle yanımda olmuştun sen. Aramızda anısı bulunmayan tek şey limondu. Tiksindirici düzeyde limona karşı bir tepkim olduğunu öğrendiğin için bu konu hakkında konuşmamıştık hiç. Madem kendime yabancı olacaktım hakkını vereyim dedim. Formalite de olsa kağıt üzerinde başkasının karısı olmayı kendime yedirememiştim. Bana söylediğin sözler, sana verdiğim söz gelmişti aklıma. Sanki sırf senin inadına evlenmişim gibi hissettirmişti. Beni böyle bir insana çevirdiğin için kendimden nefret ediyordum bu yüzden de kendimi unutmaya karar verdim. Sil baştan yeni bir Melek olmanın ilk adımıydı limon." Tüm bedeni kaskatı kesilen Ege soruyu sorduğuna pişman olmuştu. Adamın kaskatı kesilen bedenini hisseden Melek acıyla gözlerini kapattı. 'Böyle bir âna Kadir'in varlığını soktuğuna inanamıyorum Melek. Şimdi kalkıp gidecek işte.' Bu düşüncedeki kadın 'Zaten gidecek.' düşüncesiyle hırçınca devam etti. "Bana yaşattıklarının her zerresi yaktı beni. Senin yüzünden bana gerçekten de iyi davranan o adama hiç sevgiyle bakamadım. Asla istemediğim bir hayata mahkum ettin beni. Öldürdün ruhumu." Senden başkasının bedenime dokunmasına neden oldun... Gözyaşları usul usul düşerken zorlukla yutkundu kadın. Ege'nin kötü biri olduğunu düşündüğü o zamanlarda bile kızı için verdiği büyük kararın vicdan azabıyla kavrulmuşken, bugün öğrendiklerinden sonra ölmüştü. 'Belki severim, belki bana onu unutturur diye umut etmiştin. Gelmemişti Ege'n. Gelmeyecekti. Yıllar boyu gelmeyecek bir adamı beklemektense kızının mutluluğu için yanındaki adamla bir aile kurmayı seçtin. Kadir kötü biri değildi ki. Sadece sen o varken Kadir'i sevemedin. Ege'den intikam için almadın bu kararı. Hilal'in o günlerdeki ruh halini hatırla, görüştüğünüz Pedagog'un sözleri değil miydi sana/size bu kararı aldıran?' diyerek kendini teskin etmeye çalışan Melek, Pedagog'un söylediklerini hatırladı. 'Birbirinize saygı duyduğunuzu ve değer verdiğinizi görebiliyorum Melek Hanım, Kadir Bey. Karışmak haddime değil belki ancak önünüzde bir engel yoksa gerçek bir aile olmaya ne dersiniz? Size sunduğum tüm önerileri 'Hilal böyle çok üzülür.' diyerek reddettiniz. Eğer gerçekten de kızınızın hiçbir yara almamasını istiyorsanız tek çözüm bu maalesef. Çok zeki bir kızınız var, hisleri çok kuvvetli. Daha 5 yaşında sizin aranızdakileri fark ettiyse gelecekte bu durum şiddetlenerek devam edecektir. Bu gidişle günün birinde Hilal'e ya birbirinizi sevmediğinizi ve boşanmak istediğinizi söyleyeceksiniz ya da en başından beri anlaşmalı bir evlilik yaptığınızı ve Hilal'in öz babasının başka birisi olduğunu itiraf edeceksiniz. İki seçenek de Hilal'i derin bir depresyona sokacaktır. Çok duygusal, narin bir çocuk Hilal. Duygularını en uçta yaşıyor. Bu tarz haberleri vermek için genellikle çocukların ruh hâli baza alınır. Hilal'in yapısına sahip çocukları olan ve sizin gibi endişelenen birçok danışanımı belki yeniden başlarlar diyerek Evlilik Terapisti'ne yönlendirdim fakat sizin durumunuz çok farklı. Ortada Kadir Bey'in Hilal'in öz babası olmadığı gerçeği var. Bu tarz haberleri bildirmek için çocukların belirli bir yaşa ulaşmasını bekleriz. Bu haberi alan küçük yaş grubu çoğunlukla öz ebeveynlerinin onları sevmediğini, bu yüzden de gittiklerini düşünerek kendilerini suçluyorlar. Şayet öz babasıyla görüşebileceği bir durum söz konusu değilse kızınızın bu durumu öğrenmek için mutlaka belli bir yaş aralığına ulaşması gerekiyor. Yoksa kendini suçlayarak ve hiç gelmeyecek bir adamı bekleyerek ruhunda çok derin bir yara açacaktır. Karar sizin Melek Hanım, Kadir Bey. Kararınıza göre önümüzdeki süreçte Hilal ile görüşeceğim ve bazı gerçekleri uygun bir şekilde açıklayacağım ona.' Karar onlarındı. Daha doğrusu Melek'in. Bu konuşmadan günler sonra Hilal onlara küsüp anneannesinde kalmaya başlamıştı. Bu duruma daha fazla dayanamayan Kadir, bir gece uyumadan önce yanındaki kadına mırıldanmıştı. 'Pedagog haklıydı, sana gerçekten de değer veriyorum Melek. Bu değer aşk gibi bir şey olmasa da sen bana kızımı veren kadınsın bu yüzden de bendeki yerin çok farklı. Ben Hilal'imin gözünden düşen bir damla için dünyayı yakmak isterken o gözyaşlarının sebebi olmayı kaldıramıyorum Melek. İkimiz de aşkın ne olduğunu, onu kaybetmenin boktan ızdırabını biliyoruz. Aramızda asla böyle bir aşk olmayacağının da farkındayız. Yine de ben seni aşkla olmasa da seviyorum. Kızımıysa, senden ve kendimden daha çok seviyorum. Birlikte düşe kalka anlaşarak 5 yılı devirdik. Bunu dediğim için çok yüksek bir ihtimal gelecekte pişman olacağım ancak şu an önümde başka bir seçenek yok. Hilal'i koruyacak, kırmayacak, benden koparmayacak başka bir yol yok. Ben kızımdan ayrılmak istemiyorum, onu üzgün görmek istemiyorum. Onsuz bu ev tabuttan farksız. Günlerdir ikimiz de onun sesinin olmadığı bu evde iki ölüyüz. Ben Pedagog'un önerdiği şeyi kabul ediyorum. Kızımın gülüşlerini tekrardan duymak için yapmam gereken şey seninle gerçekten karı koca olmaksa... Buna varım. Bir aile olma düşüncesi kulağa o kadar da kötü gelmiyor gibi. Karar senin Melek. İsteğin neyse onu uygulayacağım.' Ne yapacağını bilemeyen Melek ilerleyen günlerde çaresizce düşünmüştü. Sıla o zamanlar hayatına girmemişti ve kadının danışabileceği hiç kimsesi yoktu. Bu yüzden de birkaç gün sonra önce Pedagog'un yanına tekrardan gidip onunla konuşmuş, sonra da annesinin yanında almıştı soluğu. Onun geldiğini gören Hilal ona kırgın bir bakış atıp kendini odaya kapttığındaysa gözyaşları içinde annesine bakmıştı. 'Ne yapacağım ben anne?' Melek'in çaresiz sorusu Seher'in sansürsüz konuşmasına neden olmuştu. 'Kadir sana gerçekten değer veriyor kızım. Ege'nin neden böyle bir şey yaptığını hiç anlayamasam da, gelmeyecek sanırım. Sana ne yapman gerektiğini ben söyleyemem. Karar senin. Yalnızca şunu bil. Hangi kararı verirsen ver bedeli çok ağır olacak.' Hilal'in içeriden gelen hıçkırığını duyduğu anda kararını vermişti Melek. Verdiği kararın bedelini ödeyen kişi kızı değil, kendisi olacaktı. Hıçkırıklarını saklamak için elini ağzına götüren Melek sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldı. Verdiği karardan pişman olmak gibi bir lüksü yoktu. Kızının hayat ışığı sönmesin diye çabalamıştı o. Ege'nin binlerce insan için yaptığı fedakarlığın bir benzerini, kızı için yapmıştı o da. Yine de tüm bunlara rağmen arkasındaki kaskatı beden canını çok yakıyordu. O zamana gitse başka bir seçenek bulamayacağını bilse de adamın gerginliği suçlu hissetmesine neden oluyordu. Onun her an çekip gideceğinden emin olan Melek, adam gitsin diye Kadir Alacalı'nın varlığını bir kez daha ortaya çıkarttı. "Can Yücel'in bir sözü var biliyor musun? 'Aslında bütün insanları sevebilirdim, sevmeye ilk senden başlamasaydım.' diyor. Benim durumum da bu oldu. Kadir'i sevebilirdim, Kadir hayatımın ikinci şansı olabilirdi, beni terk eden adamın açtığı yaraları iyileştirebilirdi. Kızımızla mutlu mesut yaşar giderdik ancak senin gölgen hep üzerimizde oldu. O adam ölene kadar tüm hayatını senin gölgende yaşayarak geçirdi. Yine de son zamanlarda yaptığımız kavgalar hariç, ki onda da onu kışkırtan ilk kişi hep ben oldum, ağzını açıp tek kelime bile etmedi. Sen sadece benim hayatımı mahvetmedin, onun hayatını da mahvettin." "Biliyorum." diye mırıldanan Ege'nin sesi soğuk çıkmıştı. "Garip, üşüyorum. Sen varken üşümezdim ben. Bazı şeyler gerçekten de bitmiş sanırım ha?" Kadının yaralı cümlesini duyan Ege daha fazla kendine hakim olmayarak aralarındaki mesafeyi kapattı ve eski karısına sarıldı. Karnında hissettiği baskıya eş olarak sırtında hissettiği beden Melek'in isyanla inlemesine neden olmuştu. "Şu an yapman gereken şey bu değil!" Gözlerini kapatan Ege 'Yarın hiçbir şey olmamış gibi yapacağız.' tesellisiyle her şeyi boş vererek mırıldandı. "Ne yapmaya çalıştığının farkındayım Melek. Benim asker olduğumu anladığın andan beri düşündüğün şeylerin başında geliyor bu durum. 1 haftadır kendi kendini yiyorsun, zamanında verdiğin kararın pişmanlığını yaşıyorsun. Yapma!" "Neyi yapmayayım? Ben yapmayınca gerçek değişiyor mu?" diye sordu Melek titreyen sesiyle. "Değişmiyor fakat insan bazen istemediği kararları vermek zorunda kalıyor. Yaptığını kabul etmekten ve yükünü omuzlarında taşımaktan başka çaresi kalmıyor." "Şu an ne hakkında konuştuğumuzun farkında mısın? Nasıl bu kadar rahat olabilirsin aklım almıyor." dedi kadın hissettiği hayretle. "25 yıl çok uzun bir süre Melek. Kabul edebilmek için çok uzun." diye mırıldandı Ege kısık bir sesle. Kadının yüzüne değen saçları, gözlerini kapatarak limon kokusunu içine çekmesine neden olmuştu. Garipti belki ama gül kokmasa dahi onun kokusu ruhunu huzura boğuyordu. "Böyle bir şey kabul ediliyor muymuş? Ben edemezdim." dedi Melek tek düze bir sesle. Bu cümle üzerine gözlerini açan Ege acıyla gülümsedi. "Başına gelmeden atıp tutmak kolay. Bunu en iyi sen bilmiyor musun? Eminim ki birçok 'Asla'n olmuştur. En basitinden şu an bile ikimiz için de bir 'Asla!" "Yine de..." İç geçiren Ege yorgun bir şekilde mırıldandı. "Kabul ediyorum dedim, kaldırmak kolay oldu demedim. Çıldırmadım da demedim. Kabul etmenin kolay olduğunu da söylemedim. Sadece... Diğer seçeneğin seçenek dahi sayılmadığı durumlarda, insan her şeyi kabulleniyor. Kabullenememe şansım yoktu." "Bunu söyleyen adam diğer seçeneğin çok yüksek bir ihtimal olduğu durumu neden göz ardı etti peki? Aklım almıyor Ege. Nasıl bana güvenemezsin? Nasıl o teste inanabilirsin?" Melek'in isyan dolu sistemini duyan Ege fısıldadı. "Sen de bir benzerini yapmadın mı? Sen de sana söylediklerime inanmadın mı?" Duyduğu cümleyle birlikte Melek acı bir nefes aldı. "İnanmayıp da ne yapacaktım? Karşıma geçip bana üç kez 'Boş ol.' diyen adama inansam ne olacaktı? O adam değil miydi 'Gerçekten seven bir erkek, hulle gerçeğini bile bile sevdiğini asla boşayamaz.' diyen. O adam değil miydi 'İnsanın öfkeden gözü döndüğü anlar olur ve bu anlarda kendisine, çevresine zarar verebilir ancak sevdiklerine değil. Ne kadar gözü dönerse dönsün gerçekten sevdiğine zarar veremez.' diyen?" diye fısıldadı Melek kahır dolu bir sesle. Bu cümlelerle ikisi de yıllar önceki o güne dönmüştü. 💫 Caminin girişine geldiğinde sevdiği kızın elini bırakan Ege, caminin avlusuna girerek imama bakınmaya başladı. 'Hayırdır evlat. Beni mi arıyorsun?' 'Ah hocam. Evet.' diyen Ege avludaki küçük kulübeden çıkan adama baktı. 'Noldu? Niçin geldiniz? Evlenmek mi istiyorsunuz?' Soruyu duyan Melek kızarık yanaklarıyla başını önüne eğerken Ege güldü. 'O kadar belli mi hocam?' 'Bütün köy bunu konuşuyor. Emmi'nin misafiri yeğenine talip olmuş diyorlar. Bu yüzden bekliyordum aslında sizi. Buyurun, içeri gelin.' 'Ne? Şimdi mi?' diyen Melek şaşkınlıkla başını kaldırdı. Onun bu tepkisi 60'ına merdiven dayamış imamı da Ege'yi de güldürmüştü. 'Hayır kızım şimdi değil. Şahit varsa getirin kıyarım diyeceğim de o zaman Emmi ayrı, Seher bacı ayrı kızar bana. Hem sizin ev işleri falan da tam hazır değil sanırsam. Duruma bir bakalım gelecek hafta sonu size de uygunsa güzelce kıyarım nikahınızı.' Ege'ye bakan Melek karnının heyecanla kasıldığını hissetti. Şu an kendisine o kadar gerçek dışı geliyordu ki. Gelecek hafta Ege'si ile evlenmiş mi olacaktı yani? Meleğine aşkla gülümseyen adam imama geri dönerek sordu. 'O zaman neden içeri gelelim hocam?' 'Gelin bir konuşalım sizinle. Bu yola baş koyacaksınız bilmeniz gerekenler var.' İki genç soru dolu gözlerle yaşlı adama bakarken imam arkasını dönerek gün içinde kullandığı küçük kulübeye doğru yürümeye başladı. Melek, Ege'nin yanına gelerek sessizce fısıldamıştı. 'Ne diyecek?' 'Bilmiyorum ki.' diyen adam sevdiğiyle beraber imamın peşinden kulübeye girdi. 'Oturun bakalım.' Gençler sedire otururken imam da tekli koltuğa oturmuştu. 'Direkt konuya gireyim. Resmi nikah ya da düğün yapacak mısınız yoksa sadece imam nikahı mı kıyacaksınız?' Resmi nikah sözünü duyan Ege istemsizce kasılırken bunu fark etmeyen Melek soruyu cevapladı. 'Yok şu an durumumuz pek yok Veli Amca. İlerleyen zamanlarda güzel bir düğün ile resmi nikah kıyacağız. Hem belki köyden de gidebiliriz o zamana.' Melek'in söyledikleriyle birlikte yaşlı adam görmüş geçirmiş bakışlarını Ege'ye çevirdi. 'Güzel hayaller. Peki senin ailen nerede oğlum? Onlardan habersiz apar topar mı evleneceksin?' Gözlerini hüzün bulutları kaplayan Ege acı bir şekilde fısıldadı. 'Onlar sizlere ömür hocam. Vefat ettiler.' 'Başın sağ olsun evladım. Allah rahmet eylesin.' 'Amin hocam.' diye karşılık verdi Ege buruk bir şekilde. 'Kusura bakmayasın yaranı deştim. Bir anda köyümüzde belirip bir de üstüne kızımıza talip olunca bu işin içinde bir iş var, bir şeyler saklıyorsun sandıydım. Melek'in babası Hasan'ı çocukluğundan tanırım. Rahmetli çok iyi biriydi. Kızı, Emmi'ye olduğu kadar tüm köyümüze emanettir. Bizim Hüseyin yeğenini elbet öyle önüne gelene vermez ama şüpheye düşünce sorayım demiştim.' Karşısındaki yaşlı adama bakan Ege usulca yutkundu. -Bir şeyler saklıyordu. Evet!- 'Ben Melek'i seviyorum hocam. Ona gözüm gibi bakacağım içiniz rahat olsun.' 'Kızımız ve ailesi seni uygun gördüyse bana laf düşmez zaten evladım. Benimki şu zamana kadar çok farklı insanlar görmüş yaşlı bir adam evhamlılığı zaten. Sizi buraya bunu sorgulamak için getirmedim ayrıca. Evlendireceğim her gence yaparım bu konuşmayı. İmam nikahının ağırlığını biliyor musunuz?' Ege bir şey demeden Melek hızla atılmıştı. 'Ağırlığı mı?' 'Allah katında birbirinize söz vereceksiniz. Olur da bir gün bu sözü bozmaya kalkıp, sonra da bozduğunuz sözden vazgeçmek isterseniz bunun cezasını biliyor musunuz?' 'Ne? Cezası mı var?' diyen genç kız şaşkın şaşkın karşısındaki imama bakıyordu. Bu sırada Ege kısık bir sesle soruya cevap verdi. 'Hulle.' Melek ilk defa duyduğu bu kelimeyle Ege'ye dönerken imam da başıyla onu onaylamıştı. 'Şaşırttın beni Şehirli. Yaşın çok genç ancak böyle bir dini konu hakkında bilgin var.' 'Çevreden diyelim hocam. Baba saydığım, çok değer verdiğim bir insan var. İmam o da. Ondan biliyorum bazı şeyleri. Onları her ziyaretimde ilginç bilgi takviyeleri yapmayı çok sever kendisi.' 'O zaman bu konuşmayı yapmam gereksiz. Sen sorumluluklarını da, asla yapmaman gerekenleri de biliyorsun.' dedi imam başını aşağı yukarı sallarken. 'Bir dakika bir dakika. Ben hiçbir şey anlamadım. Neden bahsediyorsunuz siz? Hulle ne demek?' Kızın sorusunu duyan imam yumuşak bir şekilde açıkladı. 'Dinimizde, bir erkek bir kadını üç talakla boşadıktan sonra, artık o kadınla evlenmesi helal olmaz kızım. Yani nikah yapılsa da bu nikah geçerli olmaz. Olur da bu boşanma sonrası o iki kişi pişman olur ve tekrardan nikah kıymak isterse de dinen Hulle gereklidir.' 'Peki ne bu hulle?' diye soran Melek ilk defa öğrendiği bu bilgilerle şaşırdığını hissetmişti. 'Bakara Sûresi'nin 230. Ayet'i Kerime'sinde mealen 'Eğer kadını bir daha (üçüncü kere) boşarsa, bundan sonra artık başka bir kocaya varıncaya kadar ona helâl olmaz.' diyor. Yani hulle, bir hanımın kendisini 3 talak ile boşayan eşinden sonra başka birisi ile nikahlanması anlamına geliyor kızım. Bu evliliğin hulle kastıyla yapılmamış gerçek bir evlilik olması gerekiyor aksi takdirde eski kocaya ric'at (geri dönüş) gerçekleşmemiş olur. Ancak böyle olursa kadın evlendiği kocasından boşandıktan sonra, eski kocası tekrardan evlenmeyi kabul ederse, dinen önlerinde bir engel olmaz.' 'Ama bu şart çok... Ağır.' 'Ben de aynısını söylemiştim. Ferdi babam Hulle'nin Osmanlıca'da 'Ağır, pahalı.' anlamlarına geldiğini söylemişti. Gerçek bir ağırlık mı bilmiyorum ancak mecazına uyuyor.' 'Yine de... Neden böyle bir şart var ki?' diye sordu Melek imama dönerek. 'Gerek İslâm'dan önceki Câhiliye döneminde, gerekse İslâm'ın ilk yıllarında evlilik-boşama konusunda bir sınırlama söz konusu olmadığı için bu durum erkekler tarafından istismar ediliyor ve kadınlar da bundan çok büyük zarar görüyormuş kızım. Bu yüzden de Bakara sûresindeki âyetlerin (2/229-230) talâkla ilgili bu hükümleri düzenlemek için nâzil olduğu bilinmektedir. Evliliğin hiçbir zaman bir oyun olarak görülmemesi için, ciddiye alınıp hakkıyla yaşanması için gerekli görülmüş. Helal kavramını basitleştirmemek için Hazreti Allah'ın tayin ettiği sınırlar diyebiliriz buna.' 'Talak hakkının erkeğe verildiğini biliyorum. Madem böyle bir cezası var neden yalnızca erkekte bu hak?' diye sordu Melek merakla. Onun ses tonu Ege'nin gülmesine neden olmuştu. 'Ne?' diyerek ona döndü genç kız. 'Bir şey yok, bu öğrenme aşkınla ne yapacağımı düşünüyordum.' 'Öyle bir söylüyorsun ki sanki kötü bir şey bu.' diye söylendi Melek. Sevdiği kızın aşık olduğu kahverengi gözlerine bakan Ege sevgiyle gülümsedi. 'Yooo. Çok seviyorum bu huyunu.' Genç kız da ona gülümserken kimin yanında olduklarının bilincindeki Ege imama doğru döndü. Bunun üzerine Melek de hemen toparlanarak imama bakmıştı. Onların bu haline tebessüm eden imam anlatmaya devam etti. 'İsterse kadın da kocasıyla anlaşarak talak hakkından alabilir öncelikle bunu söyleyeyim. Sorunun cevabına gelirsek... Kadın yaratılışı itibariyle ani tepki verir kızım. O olay küçük bir şey de olsa kızgınlıkla, kırgınlıkla duygusal davranarak 'Bırak artık beni.' gibi sözleri söylemesi daha olağandır. Sonrasında 'Ama o gün huysuzdum. Ciddi değildim.' dese bile iş işten geçmiş olacaktır. Boşanma hakkının kadının elinde suistimale uğraması daha müsaittir. Bu yüzden de kadına değil de erkeğe verilmiştir.' Melek ister istemez 'Peki erkeğin boşamasının cezası neden kadına kesiliyor?' diye mırıldanırken buldu kendisini. Bu soruya imam değil Ege cevap vermişti. 'Gerçekten seven bir erkek, hulle gerçeğini bile bile sevdiğini asla boşayamaz. İnsanın öfkeden gözü döndüğü anlar olur ve bu anlarda kendisine, çevresine zarar verebilir ancak sevdiklerine değil. Ne kadar gözü dönerse dönsün gerçekten sevdiğine zarar veremez. Sevdiğinin canını yakmaktansa kendi canını yakmayı seçer. Tabii bir seçim şansı varsa...' Kısık bir sesle konuşan adamın aklına silahın tetiğine bastığı o an geldi. Kardeşi Fetih'i vurduğu o an! Kendisini vurmayı, onu vurmaya tercih ederdi. Binlerce kez hem de... Ancak bir seçme şansı olmamıştı. Yanındaki kızın kendisine baktığını hisseden Ege yüzündeki acıyı zorlukla silerek devam etti. 'Şu şekilde düşün. Sigara içen birisine 'Sigara içme ciğerlerine zarar veriyorsun, kanser olacaksın.' dersen bunu umursamaz ve bildiğini okumaya devam eder. Ancak ona 'Sigara içme beni pasif içici yapıyorsun. Ya ciğerlerime zarar gelirse? Ya kanser olursam?' dersen bunu umursar. Ne kadar tiryaki olursa olsun asla senin yanında içmez, hatta belki de sırf senin için o sigarayı bırakır. Bunun gibi sürüyle örnek verebilirim. Bir insanın bir şeyi yapmasını istiyorsan caydırıcı unsur olarak kendi canını değil de sevdiği birisinin canını ortaya koymalısın. İnan bana bundan daha büyük bir caydırıcılık olamaz. Yani... Sorunun dini açıdan cevabı ne bilmiyorum ancak nefs açısından cevabı sadece bu olabilir.' Ege'nin söylediklerini duyan genç kız başını aşağı yukarı salladı. Adam haklıydı. Ege elalarını kızardığını hissederken bakışlarını ellerine çevirdi. Bu meslekte öğrendiği ilk şey bu olmuştu. Kardeşine bir şey olmasın diye kendi canını ona siper etmek Fetih öğretmişti ona bunu. Askerliğin ilk günlerinde çıkan bir çatışma sırasında onun üzerine kapaklanmıştı kardeşi. Gerçek bir şans eseri kurşun Fetih'in kafasını teyit geçse de Salih o günü asla unutmamıştı. Şimdi ise istese de unutamayacaktı. Ne de olsa ellerinde kendisini kurtaran kardeşinin kanı vardı. Bu elleriyle basmıştı o tetiğe. İmamın uzaktan gelen sesini duyduğunda boş gözlerle ona döndü. 'Kaç yaşındasın sen evladım? Yaşın çok da büyük değildir.' Bir süre duyduğu soruyu anlamlandırmak için duraksayan adam sesinin çatlamamasını umarak cevap verdi. '25 yaşına yeni girdim hocam.' 'Yaşın çok da büyük değil ama yaşadıkların büyük anlaşılan. Boş konuşmuyorsun.' Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Ege karşısındaki adama baktı. 'Boş konuşmayı isterdim.' Onun bu cümlesi karşısında Melek sevdiği adama bir bakış attı. Bazı zamanlar tanıdığı Ege'den farklı birisi oluyordu adam. Bu durum garibine gitse de sorgulamadı genç kız. Önemli olan şey Ege'nin kendisini sevmesiydi. Geri kalan şeylerin pek de bir önemi yoktu. 💫 Geçmişteki toy halinin düşüncelerini hatırlayan Melek acıyla güldü. Geri kalanlar önemliydi. Hem de çok önemli... Aşkın ilk maddesi güvenmek, güvenin ilk maddesi ise gizin olmamasıydı. Bu ikisi olmazsa sevginin pek de bir anlamı kalmıyordu. Melek ise o gençlikle adamın aşkına güvendiği için sakladıklarını/sustuklarını umursamamıştı. Ve sonucu çok ağır olmuştu. İkisi için de... Şimdiki aklı olsaydı eğer asla kendisinden gizlenenlerin üzerine sünger çekip onları yok saymazdı Melek. Elalarına güvendiği adamın aşkı yalan değildi belki ancak saklananlar onları bu noktaya kadar getirmişti. "O gün söylemiştim. 'Seven sevdiğinin canını yakmaktansa kendi canını yakmayı seçer.' Bunu yaptım işte." dedi Ege kısık bir sesle. Gözünden bir damla yaş düşen kadın adamın karnında duran kolunu tüm ruhunda hissederken isyanla fısıldadı. "Benim canımı yakmadın mı yani? O gün sorduğum soruyu tekrardan soruyorum. Senin beni boşamanın cezası neden bana kesildi?" Melek'in sorusunu duyan Ege titrek bir nefes aldı. Kadir ile aralarında tam olarak neler yaşanmıştı, ilişkileri nasıl başlamıştı bilmiyordu ancak kadının sesindeki isyanı duymuştu adam. Melek'in ruhundaki Ege'yi seven o genç kız, adamın geri dönmesini dilemişti. Bu yüzden de büyük ihtimal Kadir ile evliliğinin hulle sayıldığını, aralarında artık dinen bir engel kalmadığını tekrarlayıp durmuştu kendisine. Kadın bu düşünceyi doğrulamak istercesine konuştu. "Senden nefret ediyorum." diye fısıldarken sesinde nefret hariç her şey vardı. Cümleyi duyan Ege istemsizce tebessüm etti. Onun nefes alışındaki farklılıktan güldüğünü hisseden Melek söylendi. "Gülme! Sana o kadar kızgınım ki..." Kadının sesindeki çaresizlik canını yakarken Meleğinin limon kokusunu içine çektikten sonra mırıldandı. "O gün söylediğim başka bir cümle daha vardı hatırlıyor musun? Genel geçer bir ek cümle olarak kullanmıştım aslında. Böylesine gerçek olacağını asla düşünemezdim." 'Tabii bir seçim şansı varsa...' demişti adam. "Beni boşayacak kadar çok mu çaresizdin?" Melek'in çatlayan sesiyle kurduğu cümleyi duyan Ege başını eski karısının saçlarının arasına gömdü. "Daha da çok çaresizdim." Adamın bu hareketi Melek'in gözünden düşen bir damla yaşla sonuçlanırken, titrek bir nefes alan kadın bir kez daha sordu. "Nasıl o kağıt parçasına inanırsın?" "Benim de inanmamak gibi bir seçeneğim yoktu. Aslında... İnanmak istedim ben. Bana o sinirle verdiğin sözü gerçekleştirdiğine, benden intikam için başkasıyla evlendiğine inanmak istedim." "Sen gerçekten..." diye cümleye başlayan Melek ruhundaki inanamamazlıkla konuşamadı. "O Ege, kızına baba olamazdı Melek." diye fısıldadı adam berbat bir sesle. Bu savunmayı duyan kadın kesin bir sesle karşılık verdi. "Buna inanmıyorum." "Dedin ya 'Görmedin ne halde olduğumu.' diye. Sen de görmedin. Bitmiştim ben Melek. Ciddi anlamda bitmiştim hem de. Her şey öylesine üst üste gelmişti ki, her şey o kadar ağırdı ki... Benden geriye bir ben kalmamıştı. Hayatıma yalnızca ölme isteğiyle devam ettim ben. Bazen o küçüğü ve se-seni uzaktan izlerdim ama bu kadar. Ben yanınıza gelemezdim. Kadir değildi mesele. Hiçbir zaman sorun Kadir olmadı. Sorun hep bendim." "Şimdi bile kaçan sen..." diye fısıldadı Melek acıyla. "Bak kendi sorunun cevabını kendin veriyorsun. Kollarımdasın şu an, yüzümü görmüyorsun ancak ruhumu görmene izin veriyorum fakat ikimiz de biliyoruz ki ben yarın yine o p*ç adam olacağım. Çünkü başka türlüsünü bilmiyorum ben. Başka türlüsünü kaldıramam. Sana rağmen, Berceste'me rağmen ben- Ben mutlu olmayı hak ettiğimi düşünmüyorum Melek. Kendimden öylesine nefret ediyorum ki, kendime o kadar küsüm ki..." "Seni kendinle barıştırmama izin vermiyorsun Ege." dedi kadın cesur bir şekilde. Bugün öğrendiği gerçeğin üstüne, Ege'nin uyuduğunu zannederek kurduğu cümleler kadının tüm gardını indirmesini sağlamıştı. "Hayatımın yarısını kendimin en büyük düşmanı olarak geçirdim ben. Ben sanırım... Alıştım buna." Memnuniyetsiz bir nefes alan Melek saçını başını yolmak istediğini hissetti. "O zaman neden buradasın Ege?" "Gitme dedin bana. Kabus gördüğünü ve yorulduğunu söyledin." Ege'nin yumuşak sesini duyan Melek gözlerini kapattı. "Bu böyle ne kadar devam edecek peki?" "Ben sana, benden istediğini veremem Melek. Sana yaşananları anlatmayacağım." dedi adam ciddi bir sesle. "Neden?" diye isyan eden kadının sesi neredeyse çıkmamıştı. "Bir söz duymuştum. 'İnsanlar, kelimelere döküldüğünde acısına katlanabildikleri acıları anlatırlar. Bazı acıları tarif etmek için harflerin birleşmesi yetmez.' diye. Harfi geçtim benim sesim bile çıkmıyor Melek. Gözlerimi görme diye bana bakmana bile izin vermezken, nasıl anlatayım sana sensiz geçen 25 yılı?" "Tomris Uyar'ın her duyduğumda boğazıma takılan bir sözü var. 'Biz kadınlar cesur adamları severiz. Akışına bırakıp kenarda bekleyenleri değil. Gidişatı değiştiren, yön veren, bahaneler altında ezilmek yerine çözüm üreten adamları.'' Melek'in cümlesi bir süre aralarında asılı kaldıktan sonra yorgun bir nefes alan Ege acı bir sesle mırıldandı. "Senin sevdiğin o adam cesurdu. O kadar cesurdu ki, bu aptalca cesareti herkesin sonu oldu. Benim tüm çözümlerim yıllar önce buhar oldu Melek. Gidişatı değiştirecek bir güce sahip olmadığımı en sertinden öğrendiğim o gün, yok oldu. Sol yanımı boş bırakmak zorunda kaldığım o gün kaçtı gitti. Her geçen gün sana gelememe sebeplerime yenisi eklendi ve şu an o dağ öylesine büyüdü ki, ağzımı açarsam ikimiz de altında ezilir gideriz. Bırak akışına, böyle devam etsin her şey." "Nasıl devam etsin? Kabus gördüğüm için yanımda yat dedim ama sen bana şu an sarılıyorsun. Engel olamıyorsun çünkü kendine... Bana gör ama görmezden gel, duy ama duymazdan gel diyorsun Ege. O zaman ne anladım ben bu işten? Varlığın ve yokluğun bir... Hayatımıza yalnızca Hilal'in annesi ve babası olarak mı devam edeceğiz yani? Bu âna rağmen, şu bir haftada yaşananlara rağmen, bariz ortada olanlara rağmen kaçacaksın öyle mi? Sen bunu yapsan da ben yapamam. Ben çok yorgunum Ege. Çok yıprandım, çok soldum, çok öldüm. Çok ama çok yoruldum." "Savaşmak daha yorucu olmayacak mı?" diye mırıldandı Ege sessizce. "Kaçmak tek kişilik, savaşmak ise iki kişiliktir. Kaçarken düşersen, kalkamazsın ancak savaşırken düşersen, elinden tutup kaldıracak birisi vardır. Ben artık her şeyi tek başıma yaşamaktan yoruldum. Sana olan öfkemi ve kızgınlığımı bile tek başıma yaşadım, yaşıyorum. Ben artık karşımda bir muhatap istiyorum Ege. Aydınlıktayken bağırıp çağırıp kızacağım, karanlıktayken ise her şeyi bir kenara bırakıp sığınacağım birini istiyorum. Ben artık bir hayaletle yaşamaktan çok yoruldum. Kendi kendime sorup kendi kendime cevaplamaktan, çığlıklarımın boş bir duvara çarpıp bana geri dönmesinden çok yoruldum. Sana şu kadarını söyleyeceğim sadece." diyen Melek fısıldayarak devam etti. "Böyle yapmaya devam edersen, susarım." Kollarının arasındaki kadının sözleriyle kalbinin üzerinde bir sızı hisseden Ege sessizce sordu. "Susarak beni cezalandıracaksın yani?" "Hayır. Ceza değil. Kadınlar susarak gider!" Melek'in titreyen sesindeki ciddiliği duyan Ege kadını biraz daha kendisine çekerek kollarını biraz daha ona sardı. Sessizce, sözsüzce 'Gitme. Seni kaybetmekten korkuyorum.' demekti bu. 19 yaşındaki o genç kız olsa bu sessiz cümleyi kabul ederdi. Kendisine sarılan adamın kalp atışlarını hızlandırışına teslim olur 'Tamam gitmeyeceğim. Seni böyle kabul ediyorum. Bana hiçbir şey anlatmana gerek yok.' derdi. Eğer o kız olsaydı her şey yolunda olurdu ancak Melek artık o 19 yaşındaki saf kız değildi. Aşkın iki kişilik olduğunu, tek tarafın çabasıyla işlerin asla yürümeyeceğini, asıl güçlü olanın aşk değil de paylaşmak-konuşmak olduğunu biliyordu artık kadın. Gözünden usul usul yaşlar akan Melek dakikalardır yapmak istediğini yaparak sol elini karnındaki adamın elinin üzerine koydu. "Az önce uyuduğumu düşünerek Suskunlar'dan yaptığın o alıntılar var ya..." Kadının her şeyi duyduğunu öğrenen Ege hüsranla gözlerini kapatırken Melek kısık bir sesle konuşmaya devam etti. "Hilal'in izlediği nadir dizilerdendi. Salonda izlerdi bu yüzden biz de izlemeye başlamıştık. O sahneyi biliyorum, devamını da bildiğim gibi. Ben de uyarlayayım o zaman. 'Bende yaralar açan bir adam istemiyorum ben. Yaralarımı saracak birini istiyorum.' Kadir bu dünyada tanıdığım en mert adamlardan. Senin varlığın olmasaydı eğer ikimiz arasındaki her şey daha farklı olabilirdi. Fakat senin bende açtığın yaralar öylesine ağırdı ki yarayı açan celladımdan başkası onu iyileştiremezdi, öyle de oldu zaten. Madem bugün burada konuşulanları yok sayacağız o zaman imasız direkt söylüyorum. Ben, bana yaptıklarını affedebilirim. Ama affettirirsen! Asla kolay olmaz, benden kopardığın parçalarımı bulamadıkça sana çıkışırım, belki durduk bir anda istemsizce laf sokarım, hiç beklemediğin bir anda modunu düşürecek herhangi bir kelime söylerim ama... Affedebilirim." Ege'nin elinin üzerinde duran sol eliyle adamın elini sıkıca tutan Melek titrek bir nefes aldı. "Ancak bu affetme 'Beni hâlâ seviyor, beni unutamamış, her şeyi insanları kurtarmak için yapmış.'la olmaz Ege. Ya da hikayeni başkasından öğrenip 'Tüm bunları yaşamış. Kıyamam ona'yla da olmaz! Bu affetme benim gelmemle olmaz! O adımı ben atarsam, her şeyi sil baştan aynı şekilde yaşayacağız. Ben yine sana 'O adamlar kötü.' kavgalarımızı yapacağım. Senin nedenlerini bilmeden kendimi paralayacağım. Senin yaşadıklarından bihaber kabuslarını engellemeye çalışacağım. Ben böyle bir ilişki istemiyorum, buna ilişki de demem zaten. O 19 yaşındaki aşktan gözü kör olmuş kız derdi ama ben demem. Her konuda beni değerli hissettirsen ne, benimle konuşmadıktan sonra. Her daim kalp atışlarımı hızlandırsan ne, bana yalan söyledikten sonra. Ben sana güvenmiyorum Salih Ege Aslan. Canımı emanet ederim, kızımı emanet ederim, kalbimi emanet ederim, hatta... Bedenimi emanet ederim ama sana ruhumu emanet etmem. Bana acımasızca o sözleri söyledikten sonra etmem. Gözyaşları içinde 'Canın çok yandı mı?' diye sorduğum yaralarının hikayesinin yalan olduğunu öğrendikten sonra, etmem. Her zaman yaptığını yapıp susacaktın, o yalanları anlatmayacaktın bana." Gözyaşlarını durduramayan Melek sessiz sakin çıkan sesine şaşırdı. Bu konuşmayı, bu isyanı bağıra çağıra yapacağını düşünmüştü hep. Şimdi ise sevdiği adamın kollarında onun sarılışının tesellisiyle sakince konuşuyordu. "İlk hikaye... Yalan değildi. Gerçekten de lisede bir kavga sırasında olmuştu. İkincisi de askerlikteydi. Adlarına varana kadar doğruydu her şey." diye fısıldadı Ege çaresiz bir pişmanlıkla. "Diğerleri yalandı ama. Herkes 'Ama o askerdi.' bahanesiyle sineye çeker ama ben çekemem. O anların yalan olduğunu kabullenirsem baştan ayağa evliliğimizi yalan sayarım çünkü.". Sol gözünden bir damla yaş düşen Ege çenesini kadının omzuna koydu. "Biliyorum. Nasıl hissettiğini biliyorum. Neden kızdığını da en iyi ben biliyorum. Haklısın da. İnan bana hepsi doğruya olabileceği en yakın şekildeydi. Şahıslar, isimler, olayın bir kısmı... Sana yalan söylememek için her şeyi yaptım ancak doğrusunu anlatamazdım da. Gittiğim bir görevde yakalandım, işkenceye uğradım diyemezdim." "İşte olay burada kilitleniyor ya. Sen asker olduğunu bilmediğim için mi bana gerçekleri anlatmadın yoksa o anları bana anlatmak istemediğin için mi?" Soruyu duyan Ege duraksadı. Bu duraksamayla aslında cevabını alan Melek devam etti. "Bak şimdi asker olduğunu biliyorum. Hadi anlat.' desem anlatacak mısın?" Gözlerini hüsranla kapatan adam sessiz kaldı. "İşte bizi bitiren bu oldu. Geçmişte de... Şimdide de." Başını hafifçe iki yana sallayan Ege konuşmaya başladı. "Sana anlatacaklarımı kaldıramayacaks..." Adamın cümlesini Melek'in öfkeyle karışık isyan eden sesi bozdu. "Bırak da buna ben karar vereyim değil mi? O evlendiğin küçük kız büyük ihtimalle kaldıramazdı haklısın ama ben kaldırabilirim. Pardon düzeltiyorum. Kaldıramam ama yanında olduğumun huzuruyla tekrardan kalkabilirim. Sen benim karşımda acizliğin dibini vurmamak için, anlatmaya başladığında susamayıp yaşadıklarınla yüzleşmemek için susuyorsun. Bu hep böyle oldu. Tek askerlik değildi mesele. Sen bana aileni de anlatmadın Ege. Çok üstten, çok nadir, çok ufak kelimelerle anlattın hep. Sen busun! Sessiz Adam, Issız Adam." Gözlerini açan Ege, kadının söylediklerindeki doğruluk payını görerek usulca yutkundu. "Sen Issız Adam olacaksan eğer ben de Suskun Kadın olurum." "Ben başka türlüsünü hiç yaşamadım ki Melek. Ben hep suskundum. Ailemi kaybettiğimde bile sessiz gözyaşları döktüm ben. Bağırıp çağırmazdım hiç. Uysal anlamındaki Hâlim kod adını vermeleri de bu yüzdendi. Aileme karşı bile sessizdim. Bizim evin neşesi, çenebazı haylazı abimdi; ben ise sessiz sakin olanıydım. Kimseye bir şey anlatmayan, kendi derdini kendi çözen, her şeyi içine atan... Konuşmayı asla bilemedim. İki kelime ile derdimi anlatsam yeterdi bana. Bu yüzden üçüncü kelimeyi asla söylemedim. Derdimin asıl noktasını genel kelimelerle anlattım, kalanına dokunmadım. Birine bir şeyi anlattıysam diğerine onu atlayıp da anlattım. Mesela şu zamana kadar ne Sinan yaşadıklarımı eksiksiz bildi ne de Burak. Hikayemi her şeyiyle bilen tek kişi var bu hayatta o da kendimim. Yani.. Ben hep böyleydim Melek. Sana mahsus bir şey olmadı hiçbir zaman." Tuttuğu eli sıkan Melek yumuşak bir şekilde konuştu. "İşte, bana mahsus bir şeyler olmalıydı ama değil mi? Ben herkes değildim. Beni herkes yapamazdın sen. Omzumda ağladığın gibi, konuşmalıydın da benimle. O zaman kalpten inandığım 'O beni aldatmaz, o beni kandırmaz.' düşüncelerini somut delilerle ve 'O bana karşı her zaman dürüst oldu.' kelimeleriyle destekleyebilirdim." Bu cümle Salih Ege'ye tokat misali çarparken adam istemsizce geriye çekilmişti. Adamın hafifçe geriye çekildiğini hisseden Melek titrek bir nefes alarak mırıldandı. "Güya sadece uyuyacaktık. O neden sorusunu sorarak fitili ateşleyen sen, umarım nedenlerinin çoğuna bir cevap almışsındır. Sen alışkın değilsindir sorularının cevapsız bırakılmasına, benim aksime." Sol elini de adamın kolunun üstüne koyan Melek, arkasındaki adama biraz daha yanaşarak gözlerini kapattı. Aradan geçen 25 yıla rağmen, hiç eksiksiz küsken birlikte uyudukları pozisyonu alan eski karısına baktı Ege. İçinde kopan fırtınaların sesinin dışarıdan duyulduğuna emindi adam. "Söylediklerimi düşünüp tahlil edeceğim diye sabaha kadar uykusuz kalma. Uykuya benden daha çok ihtiyacın var gibi." diye fısıldadı Melek gözlerini açmadan. "Bu halde bile beni düşünüyorsun." diye fısıldadı adam sessiz bir isyanla. "Uyuyamıyorum dedim diye yanıma yatan sen gibi." diye karşılık verdi Melek. Kadınını biraz daha kendine çeken Ege başını eski karısının omzuna yasladıktan sonra titrek bir nefes aldı. "İyi uykular Meleğim." Hitap karşısında gözleri tekrardan dolan kadın aynı yumuşak ses tonuyla karşılık verdi. "İyi uykular Ege'm." 🌙 Gecenin bir yarısı hissettiği hareketlilikle gözlerini açan Ege kollarının arasındaki kadının uyuyan yüzüyle karşılaşmıştı. Dudaklarında istemsiz bir tebessüm beliren adam derin bir nefes aldı. Sevdiği yine kendisine dönmüştü. Küs uyudukları her seferinde olduğu gibi... Geçen yılların alışkanlıklardan hiçbir şey kaybettirmemiş olması kalp atışlarını hızlandırırken elalarını bürüyen sevgiyle eski karısını izlemeye başladı adam. Bir yandan da Melek'in söylediklerinde ne kadar da haklı olduğunu düşünüyordu. Sevdalı olmayı bilmişti Salih Ege ancak sevgili olmayı pek de becerememişti. Söz konusu karısının acısı olduğunda kadını mutlaka konuştursa da sıra kendi acısına geldiğinde hep susmuştu. Bu susuşlarıydı ilişkilerini bitiren, Melek'e İstanbul'a gitmeyi sorgusuzca kabul ettiren. Dışarıdan gelen loş ışıkta karısını uzun uzun izleyen adam, yıllar sonra kavuştuğu sevdasıyla yaşadığı bu ânı ruhuna kazırken tekrardan uyuyakaldı. 🌙 Uykusunu almış bir şekilde uyanan Melek gözlerini açmak üzereyken duraksadı. Adamın belinde hissettiği elleri, yine uykusunda ona döndüğünün işaretiydi. 25 yıl sonra bile bunu yapmış olması, ne bedeninin ne de ruhunun adama verdiği tepkileri unutmadığının resmiydi. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi? Titrek bir nefes aldıktan sonra gözlerini açan Melek, geçmişte bu ânı ne kadar da çok sevdiğini hatırlamıştı. Kocasına ilk cezayı verdiği günün sabahında da bu şekilde uyanmışlardı. Genç kadın gözlerini kocasının huzurla uyuyan yüzünde gezdirmiş ve ona daha fazla kızamayacığını büyük bir hüsranla fark etmişti. Sevgiyle kocasını izlemeye başladıktan bir süre sonra gözleri kapalı olan adamın önce dudaklarında enfes bir gülümseme belirmişti sonra da gülen elalarını karısıyla buluşturmuştu. 'Güne beni aşkla izleyen karımın bakışlarıyla uyanmak gibisi yok valla.' 'Hiç sırıtma. Hâlâ kızgınım san...' Dudaklarında hissettiği dudaklar Melek'in gözlerini kocaman açmasına neden olurken adam geri çekildiğinde kaşlarını çatarak konuşmuştu. 'Ne yapıyorsun Ege? Kızgınım sa...' Kocasının yeniden onu öpmesi Melek'in cümlesinin bir kez daha yarıda kalmasına neden olmuştu. Bir süre sonra adam dudaklarından ayrıldığında hızlanan nefes alış-verişleriyle fısıldadı. 'Bu ne şimdi?' 'Seninle nasıl başa çıkacağımı buldum Gül Kokulum. Yasaklı kelimeleri kullandığın her an seni öperek susturacağım.' 'Yasaklı kelime mi?' 'Evet. "Kızmak, küsmek, nefret etmek, ceza...' gibi aşırı sinir olduğum kelimeler ve türevleri. Bunları kullandığın her an öpeceğim seni.' 'Bunu yapamazsın!' diye çıkıştı Melek hissettiği memnuniyeti gizleyerek. 'Bal gibi de yaparım.' 'Annemlerin yanında kullandığımda...' 'Aklıma yazarım, eve gelince veririm ödülünü.' Adamın büyük bir zevkle kurduğu cümle karşısında gülümsemesini daha fazla gizleyemeyen Melek halinden memnun bir şekilde kocasına doğru yaklaşarak fısıldadı. 'Sana çok kızgını...' Kadının cümlesi bir kez daha adam tarafından kesilmişti. O günden sonra yasaklı kelimeleri kullandığı her anda da olduğu gibi. Aklına üşüşen mutlu anılar kalbine saplanırken gözleri dolan kadın, bakışlarını tekrardan adamın yüzüne çevirdiğinde elalarla karşılaştı. Adamla göz göze geldiği an, Ege'sinin aklından geçenleri okuduğunu biliyordu Melek. Alev alev yanan elaları gördüğünde dudaklarından dökülen kelimelere engel olamamıştı. "Sana çok kızgınım Salih Ege Aslan." Eski karısının kurduğu cümleyle dağılan Ege "Yapma." diye fısıldadı çatlak çıkan sesiyle. "Yapacak bir şey kalmadı, merak etme." diye mırıldanan Melek bakışlarını adamdan çekememişti. Dakikalar sonra ondan ayrılacak olmak ruhunu acıtıyordu. O soğuk, sessiz, tanımadığı adamla karşı karşıya kalmadan önce; bu tanıdığı Ege'yle biraz daha vakit geçirmek isterdi Melek. Eski karısına bakan Ege kollarında olan kadını bırakmayı hiç istemeyerek geriye doğru çekildi. Adamın gideceğini anlayan Melek gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Onun gidişini bir kez daha göremezdi. Yaşadıkları bu özel anlardan sonra hiçbir şey söylemeden soğuk bir şekilde kapıdan çıkan adamın arkasından bakmak istemiyordu Melek. Küsken, kırgınken ayrılmak istemiyordu. Aklında annesinin 'Hasan'ım.' çığlıkları yankılanırken yataktan kalkan adamla birlikte titrek bir nefes aldı. Tarih birçok yerde tekerrür etmiş, annesinin yaşadığı kaderin bir benzerini yaşamıştı. Sonu da böyle olmazdı değil mi? Günün birinde o da annesi gibi 'Keşke dilim kopsaydı da sana o sözleri söylemeseydim Ege'm.' demezdi değil mi? Bu düşünce ruhuna öylesine ağır gelmişti ki kalbindeki korkuyu geçirmek isteyen kadın diğer ağır konuya geçiş yaptı. Geçirdikleri özel anları yok saymaya yeminli adama... O konuşmaları nasıl yok sayabilecekti? Bu kadar kolay mıydı? 25 yıl sonra ilk kez birlikte uyumuşlardı ve bırakıp gitmek bu kadar kolay mıydı yani? Bu konunun en büyük korkusundan bile daha ağır hissettirdiğini gösteren şey gözlerinden düşmeye başlayan yaşlar olmuştu. Yaşanma ihtimali düşük bir korku, yaşanan terk edilişe mağlup olmuştu. EGE NASIL HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ GİDEBİLİRDİ! Yüzünde hissettiği parmakla titrek bir nefes alan Melek gözlerini açarak gözyaşını silen adama baktı. "Beni düşürdüğün bu durumdan nefret ediyorum." Kadının ölü fısıltısı adamın dudaklarında hüzne neden olmuştu. "İnan bana benim kadar değildir." Yatağın ucuna oturan Ege parmaklarının ucuyla eski karısının yüzünü okşarken Melek gözlerini kapattı. "Senden de nefret ediyorum." "Evet bunu söylemiştin. Hem de defalarca kez. Yine az önceki cevabı vereceğim. İnan bana benim kadar değildir. Benim kendime olan nefretimi hiçbir nefret geçemez." Gözlerini açarak adama bakan Melek, parmakların yüzünden ayrılmasıyla üşüdüğünü hissetti. Yattığı yerde hafifçe doğrularak sırtını yatak başlığına yaslayan kadın karşısındaki adama baktı. Onun gibi sessizce Melek'in kahverengi gözlerini izleyen Ege sonunda kısık bir sesle mırıldandı. "Dün gece söylediklerini düşündüm." Böyle bir cümleyi beklemeyen Melek şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Hani gece olan gecede kalacaktı?" "Bu odada olan bu odada kalacak demiştim. Hâlâ oda sınırları içerisindeyiz." Sakin kalmaya çalışan kadın, eski kocasına sinir bozucu bir bakış attı. Adamın konuşmanın devamında söylediklerini duyduğundaysa bakışlarını buruk bir hüzün bürmüştü. "Haklıydın sen Melek. İlişkimizde veren taraf hep sen oldun. Konuşan, anlatan, paylaşan... Benim sana verdiğim tek şey sevgimdi, o da olmasa zaten evliliğimiz o kadar bile süremezdi. Hatalıydım. Ancak ben de bilmiyordum ki bir ilişki nasıl yaşanır, çift nasıl olunur... Sana kadar herhangi bir ilişkim olmamıştı, ben de senin kadar toydum bu konuda. Bilemedim o yüzden. Bizim en büyük dezavantajımız sevgililik-nişanlılık dönemini yaşayamadan hemen evlenmemiz oldu Melek. O it boğazıma çöktüğü için sana açılmam bile herkesin içinde olmuştu, seni korumak için apar topar evlendim seninle. Eğer sağlıklı bir ilişkimiz olsaydı ne sen bu kadar yıpranmış olurdun ne de ben anlatma konusunda bu denli kaçak davranırdım." Gözlerini kaçıran Melek başını önüne eğerek titrek bir nefes aldı. Sevdiğinin gözlerinden ayrılmasından rahatsız olan Ege, kadının çenesine uzanarak kadının başını yukarı kaldırmıştı. Melek'in kızarık gözlerinde, o 19 yaşındaki genç kız vardı. "Bir kelime daha edeyim diye gözümün içine baktın sen hep. Ama ben bir kere konuşursam her şeyi anlatırım diye korktum, bu yüzden de sustum. Ben konuşmadıkça, sen de soramadın. Sürekli çatıştığımız 'O adamlar' aramızdayken bir de sorular sorarak beni sık boğaz etmekten ve seni bırakmamdan korktun büyük ihtimalle. Gençtik işte ikimiz de. Bilemedik bir ilişki nasıl yaşanır. Yaşadığımız olaylarla öğrendik birbirimizin birçok huyunu, her tartışma birbirimizi tanımamıza neden olurken yara da açtı bizde. Karı-koca olmamış olsaydık bu tartışmalar bizi bu kadar yıpratmazdı ancak her tartışmada 'O benim karım, o benim kocam... Bana nasıl bunu söyleyebilir?' dedik daha çok kırıldık. Seni kırdığım anlar kesinlikle beni kırdığın anlardan çok daha fazla ve maalesef ben 25 yıl sonra bile kaldığım yerden seni kırmaya devam ediyorum." Gözünden birkaç damla yaş süzülen Melek, kırılgan bir şekilde aşık olduğu elalara baktı. Onun gözlerinden düşen yaşları silen Ege pişmanlıkla fısıldadı. "Geçmişte sustuğum günler için çok üzgünüm Meleğim. Sen bunu asla hak etmiyordun. Dediğin gibi sen herkes değildin ancak ben bunun bilincine varamadım ve 'Bu benim huyum zaten az konuşurum. Hem görevdeyim şu an.' diyerek sustum. Bunu yaptığım için gerçekten çok özür dilerim senden. Senden ve içindeki o küçük genç kızdan." Dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçan kadın, adamın dizinin üzerinde duran eline uzanarak onu sıkıca tuttu. Herhangi bir şey söylemesine gerek yoktu. Bu hareketin 'Seni affettim.' demek olduğunu ikisi de biliyordu. İkili bir süre sessiz kalarak el ele oturdu. Onları bu sözsüz bakışmalarından sıyıran, Salih'in çalan telefonu olmuştu. "Bu gitme zamanının işareti oluyor sanırım." diye mırıldanan Ege isteksiz bir şekilde telefonunu çıkarttı. Arayan Sinan'dı. Aramayı sessize alan adam şu an gidemezse hiç gidemeyeceğinin bilinciyle Melek'in elini bırakarak ayağa kalktı. Birkaç adım atmıştı ki sevdiği kadının fısıltısıyla duraksadı. "Gidişini görmekten nefret ediyorum." Sana kırgınken yanımdan ayrılmandan da... Adam, ruhuna dokunan bu cümleyle kahrolurken; kadın, bakışlarını ellerine çevirmiş gözyaşlarının akmaması için çaresiz bir çaba veriyordu. Usulca yutkunan Salih Ege, elalarının kızardığını hissederken arkasına döndü. Meleğinin gözlerini kırpıştırarak elleriyle oynaması aklına Berceste'sini getirirken dudaklarında buruk bir tebessüm belirtmişti. Ege'nin kendisini izleyen gözleri, kalp atışlarını hızlandırırken kahvelerini ela gözlerle buluşturan kadın sessizce sordu. "Dün geceyi gerçekten de unutacak mısın? Konuştuklarımızı nasıl yok sayabilirsin?" "Yapma Melek lütfen." "Gerçekten de bu odadan çıkınca hiçbir şey yaşanmamış gibi mi davranacaksın? Nasıl yapabileceksin? Bana da öğret. İhtiyacım var böyle bir vurdumduymazlığa. Baş edemiyorum artık." Kadının gözlerinde kaybolan adam çaresiz bir şekilde fısıldadı. "Beni buna alıştırma" 'Seninle konuşmaya, senin gözlerinde kilitli kalmaya, sürekli yanında durmaya hatta seninle uyumaya... Alıştırma.' Hüzünle gülümseyen Melek, eski kocasına baktı. "Çok geç. Beni sana alıştırdın." Eski karısının bu cesur cümlesi Ege'nin isyanla inlemesine neden olmuştu. "Yapma..." "Hâlâ oda sınırları içerisindeyiz." dedi kadın aşık olduğu elalara son kez doyasıya bakarken. Ege'nin buradan çıktıktan sonra ona bir bakış bile atmayacağını biliyordu. Tecrübeyle sabitti ne de olsa. Dün sabah omuzlarında katıla katıla ağlamasına rağmen bütün günü sanki böyle bir yakınlaşma yaşamamışlar gibi geçirmişti adam. "Anlatamadığın şey ne olabilir? Nasıl bir şey de ikimize de çektiriyorsun? Senin şu an af diliyor olman gerekirdi, benim 'Anlat.' diye yalvarmam değil." diye mırıldandı Melek ruhunda hissettiği bitkinlikle. Artık öfkelenemeyecek kadar çok yorgundu. '50 yaşındayım bir seni sevdim çok saçma.' cümlesi aklına gelirken başını arkasındaki yatak başlığına yaslayan Melek bakışlarını tavana dikti. Adamın sorusuna cevap vermeyeceğini biliyordu. Bu aşk itirafına rağmen, geçmişi için dilediği özürlere rağmen adamın hâlâ susuyor olması kadını gerçek anlamda yıpratmıştı. Aklında 'Gidişini görmekten nefret ediyorum.' cümlesi yankılanan Ege, kadının bitap halini gördüğünde kendi kendine mırıldandı. "Dün gece uyandığımda gitmeliydim." Sessiz oda sayesinde adamın kısık sesli mırıltısını duyan Melek bakışlarını ona çevirerek çıkıştı. "Gitseydin o zaman!" "Uygulaması, dediğin kadar kolay değil." "Ahh halbuki alışkınsın. Hâlâ mı zorluyor?" diye laf sokan Melek dün geceye geri dönmek istedi. Karanlıkta kendisine sarılan adamla sakince konuştuğu, ona kızarken bir yandan da onun sarılışıyla teselli bulduğu o anlara geri dönmek... "Sana neden beni buna alıştırma diyorum zannediyorsun. Her şeyi ikimiz için de zorlaştırıyorsun Melek. Bu tarz vakitler geçirmemeliyiz." "Hep unutuyorsun Salih Ege Aslan. Artık sadece sen ve ben yok. Sen, ben ve çocuğumuz var. Birazdan Hilal'in yanına kahvaltıya gideceğiz. Kızımız ailecek kahvaltı yapmak istedi çünkü. Hilal 24 yaşında her şeyin üstesinden gelir, anlayışla karşılar diye düşünme! Söz konusu anne babası olduğunda o hep 5 yaşındaki o küçük çocuk. Senin bana atmadığın herhangi bir bakış, benim sana soktuğum herhangi bir laf onun canını bizden daha çok acıtır. Onun bu konuda ne kadar hassas olduğunu tahmin dahi edemezsin. Saklamaya çalıştıkların ne bilmiyorum ama beni üzmene ses çıkarmasam da bana davranışların kızımın gözünden düşen bir damlayla sonuçlanırsa sana dünyayı dar ederim Salih Ege. Benim onun için yapacaklarımın hiçbir sınırı yok. O üzülmesin diye neleri feda ettiğimi ve edeceğimi duysan aklın hayalin durur. Bu şekilde davranmaya devam edersen ve bunu kızıma yansıtırsan seni silerim." dedi kadın kararlı gözlerle sevdiği adama bakarken. 'Ben onun kahkahaları sönmesin diye kendimi silmişim, seni mi silemeyeceğim?' Melek'in çakmak çakmak bakan kahverengi gözlerindeki ifade adamın tüylerinin diken diken olmasına neden olmuştu. "Ne yapmamı istiyorsun peki?" "Anlatmanı.' demeyeceğim artık iyice yalama yaptı bu. Anlatmayacağını biliyorum. Sadece... Hilal'in yanında beni görmezden gelme. Kızımın yanında Salih değil, Ege ol. Hilal hareketlerimizi en ince detayına kadar inceliyor Ege. Bırak sorunlarımızı çözdüğümüzü düşünsün, bırak sustuklarınla seni kabul ettiğime inansın, bırak kendini affettirmek için çabaladığını zannetsin. Bırak Ege bırak. Dün geceki adam gibi yalın ol, dürüst ol. Elalarına yerleşenleri susmazsan sana saldırmam ben. Gözlerinle konuşmaya kalktığında deliriyorum ama. Bu durumdan o kadar çok yorulmuşum ki ister istemez laf sokuyorum... Ben sana ters yapmazsam, sen beni insan yerine koyarsan en azından şu hastane sürecini Hilal açısından sağlıklı geçiririz." "Peki sonrasında ne olacak Melek? Bana, eskisi gibi davran diyorsun. Sana eskisi gibi davranırsam bunun sonu ne olacak? 'Bu oyuna alışır, sonunda da ondan bir şekilde gerçekleri öğrenirim.' diye ümit ediyorsan unut bu işi. Söyleyebileceğim bir şey olsaydı bırak bugünü, 25 yıl önce gelirdim ben senin yanına. Hiç olmadı aylar önce Kadir hayatından çıktığında soluğu senin yanında alırdım. Benim hoşuma mı gidiyor sanıyorsun sana bu kadar yakın ama bin ışık yılı kadar uzak olmak? Canımı yakmıyor mu sanıyorsun seni kollarımın arasına alırken bile binlerce kez düşünmek? Hangi vurdumduymazlıktan bahsediyorsun sen Allah aşkına? Cidden 'Buradasın dokunamıyorum çok saçma.' modundayım ve elimden hiçbir şey gelmiyor a*ına koyayım. Geçmişi değiştirmediğim sürece elim kolum hep bağlı kalacak benim. Bu yüzden yapabileceğim tek şey senden uzak durarak seni bir kez daha yakmamak, ama sen buna izin vermiyorsun. Bana böyle bakarken seni reddedebilecek kadar güçlü değilim ben Melek. Sustuklarım 'Belki kendini bu oyuna kaptırır da bülbül gibi şakır.' diye umut edecek kadar basit değil." Hissettiğim vicdan azabı, yaşananları unutup kahkahalarla mutlu olmama imkan sağlayacak kadar hafif değil. Kadın, karşısındaki adamın yanağından süzülen bir damla yaşa bakarken zorlukla nefes aldı. Ege öylesine kesin konuşuyordu ki, son nefesini veriyor olsa bile adamın gerçekleri anlatmayacağına emin olmuştu Melek. "Tamam." diye mırıldandı kadın güçsüz bir sesle. "Ne tamam?" "Anladım. Hiçbir şekilde, hiçbir koşulda konuşmayacağını anladım. Nasıl ki ben, sen anlatmadan kesinlikle seninle herhangi bir resmi ilişkiye razı olmayacaksam; sen de kesinlikle bana neler olduğunu ve neden gelmediğini anlatmayacaksın. İkimizin de kırmızı çizgisi kesin ve bu iki çizgi hiçbir şekilde birbiriyle çakışmıyor. Anladım bunu. Ben anladım ama Hilal'e bunu anlatamazsın Ege... Kızına daha yeni kavuşmuşken onu karşına alma. Ya da daha beteri, sakın kızımın karşıma geçmesine neden olma. Hikayeni biliyor diye aramızı yapmaya kalkacak. Dün uyandı ve uyanır uyanmaz başladı bile." "Bu ne demek?" diye sordu adam kaşlarını çatarken. "Hilal bana senin durdurduğun, hastanelere yapılacak olan patlamalardan bahsetti." Duyduğu cümleyle hüsranla gözlerini kapatan Ege sessizce mırıldandı. "Gardını düşürtmek için." "Evet. İşe yaramadığını söyleyemem. Bunu öğrenmemiş olsaydım uykusuzluktan geberiyor olsam bile dün gece benimle uyumanı asla istemezdim. Eğer Hilal'in yanında 'Biz bu işi çözemiyoruz.' izlenimini verirsek kızımız olaya el atacak Salih Ege Aslan. Ve ben yaşananları senden değil de başkasından, bu kız öz kızım dahi olsa, öğrenirsem içimde oluşacak o yarayı asla tamir edemezsin. Yani diyorsan ki 'Benim kararım kesin. Tek kelime etmeyeceğim.' o zaman Hilal'in yanında beni görmezden gelmeyeceksin. Sonrası ne olur ben de bilmiyorum. Bu hastane sürecinde sürekli beraber durmak zorundayız. Hilal eve geçince ailecek yapılan aktiviteler ya da özel günler haricinde görüşmeyiz. Her daim dip dibe olmayınca da aramızda yaşanma ihtimali olan diyaloglar ya da anlar en aza inmiş olur. Aklıma ancak böyle bir çözüm geliyor." 'Bu, şu 6 günde yaptığınız kaçıncı anlaşma acaba? Evirip çevirip aynı konuları birbirinizin önüne sürüyorsunuz. Hepsinin bozulmasını ya da unutulmasını geçtim, bariz yalanları sıralamak nasıl hissettiriyor Melek? 'Özel günler hariç görüşmeyiz'mişmiş. Bunu 25 yıl sonra dün gece kocasının koynunda uyuyan ve eski günlerdeki gibi onun kollarındayken kırgınlıklarını paylaşan kadın mı söylüyor? Dün gece yıllar önce çatırdayan aranızdaki o bağ yeniden oluştu. İstediğin kadar maddelerle anlaşma yap bu gerçeği değiştiremezsiniz. Yine de kandırın hadi kendinizi, birbirinizi. Yolun sonunun uçurum olduğunu görmemek için gökyüzünü izleyin. Düşmeye ramak kala çaresizce kabul edersiniz yolun bittiğini. Belki de düşersiniz kim bilir?' İç sesinin sözleriyle başına bir ağrı saplanan Melek adamın düşünceli gözlerine baktı. "Tamam." diye mırıldandı Ege. "Ne tamam?" "Hilal'e bir şey çaktırmayacağız, iyiymiş gibi yapacağız. İstediğin gibi olsun... Başka çaremiz de yok zaten." 'Biz beraberken hep iyiyiz aslında ama sen bunu inkar ederek kaçıp duruyorsun.' diye düşünen kadın başını aşağı yukarı salladı. Yatakta uzanan kadının savunmasız haliyle yutkunan Ege arkasını dönüp birkaç adım atmıştı ki duraksadı. Sevdiğini bu halde bırakmak istemiyordu. Gece yaşananlardan sonra değil, neden korktuğunu bildiği halde değil. Kabusları yeniden hortladığına göre korkuları da yeniden hortlamıştı. Kararlı bir hareketle arkasına dönen adam, gidişini görmemek için gözlerini kapatmış olan kadına baktı. Haklıydı işte. Melek bu gidişin sonunun babasının son gidişi gibi olmasından korkuyordu. Zırhını kenara bırakmış, tüm kırılganlığını gözler önüne sererek oturan kadına baktı adam. Dakikalar sonra Melek'in o zırhı giymiş bir şekilde kahvaltıda olacağını biliyordu. Güçlüymüş zırhını, delik deşik ruhunun üzerine giymesini istemeyen Ege eski karısına doğru yürümeye başladı. Onun gidişini görmemek için gözlerini kapatan Melek adamın bir anda geriye dönerek kendisine yöneldiğini hissetti. Ne olduğunu anlamak için gözlerini açıyordu ki alnına değen dudaklarla nefesi kesildi. Sevdiğinin yanına giden Ege, kadına yaklaşarak alnına uzun bir öpücük bıraktıktan sonra geriye çekilerek sevgi dolu elalarını şaşkın kahvelerle buluşturdu. "Neydi bu?" diye fısıldadı Melek hızlı hızlı nefesler alırken. "Bu odada olanlar burada kalacaksa, bunu değerlendirmek gerekir daa." Adamın yarı muzip çıkan sesini duyan kadın dişlerini gıcırdattı. "Seni öldürmek istiyorum." diye tıslarken tüm duygularını alt üst eden bu adamı ciddi anlamda yerden yere vurmak istediğini fark etmişti. "Önce dövme işini halledelim. Ben yakın zamana ring için gün alırım. Sonra öldürme kısmına geçeriz ne dersin?" Adamın gözlerindeki muzip parıltılarla istemsizce gülen Melek ciddiyete bürünme isteğiyle gözlerini adama dikti. "Güldürme beni. Seni boğmak istiyorum." "Sen de çok şey istiyorsun ama. Bir sıraya koy da öyle gel." dedi Ege gülerek. Bakışlarını adamın tasasız gülüşüne kaydıran Melek aralarındaki yakınlığı yeni fark ederken kahvelerini zorlukla adamın elalarına çevirdi. 'Seni öpmek istiyorum.' Eski karısının gözlerindeki ifadeyi gördüğü an söylenmeyen cümleyi zihninde duymuştu Ege. 'Ateş ile Barut'un beden bulmuş halisiniz siz. Bir kelime, bir bakış fitili ateşlemeye yeterken ne diye eski karına temasta bulunup duruyorsun Ege. Yürek mi yedin sen?' "Artık gitmelisin bence." diye fısıldadı Melek boğuk bir sesle. Adamın üzerindeki sigara kokusu iyice etkisini kaybetmiş, Melek'in aşık olduğu o koku kendini fazlasıyla belli etmeye başlamıştı. Ve evet! Bu durum kesinlikle iyiye işaret değildi. "Bence de." diye fısıldayan adam boğazını temizleyerek geriye çekildi ve eski karısına baktı. "Birazdan görüşürüz." Cümleyi duyan Melek tek kaşını havaya kaldırmıştı. "Kiminle görüşeceğim? Salih mi, Ege mi?" "Sen ne zaman yalnızca Salih ile görüştün ki." diye hüsranla mırıldanan adam kapıya doğru yürümeye başladı. Ona hâlâ kızgın olsa da lafzen küs ayrılmadıkları için ruhu huzurla dolan Melek, bu sefer giden adamın arkasından gözlerini kapatmamıştı. 🌙 Ben geldim ve gidiyorum asdadadss Melek-Ege deyince bana birşeyler oluyor bea. Çıkamıyorum bu ikisinden şaka gibi! 😅🤣 Bölüm nasıldı? Ahh hangisine yanacağımı şaşırıyorum valla yaa. Bu bölüm Melek'in kızgınlıklarının ve kızgınlıklarının nedenini daha net gördük. Ege'm desen vicdan azabı gün geçtikçe artıyor. Ahh ahh 😭 Bölümde en çok etkilendiğiniz sahne neydiiii? Birçok sahnenin bendeki yeri ayrı ama şu geçmişteki Melek'in karanlıkta oturduğu flash ilk sıralarda yer alıyor sanırım. Yanlış anlayan Ege'nin o korkusunu tam ruhumda hissettim. Melek'in isyanını da aynı şekilde... Yeni bölüm hakkında yine bir tarih veremiyorum maalesef. Bölümü yazmaya başlamadım, ayrıca 30-31 Ekim'de sınavım var ve ders çalışmam lazım. Bölüm kesin 31 Ekim'den sonra gelecek ancak ne zaman olacağını hep beraber göreceğiz. Hadi hepiniz Allah'a emanet olun 😘 B.K.S. 17.860 |
0% |