@yasminiesa
|
"Arabadan inmek istiyorum." Bir anda gelen bu istekle Sinan şaşırdı. "Neden?" Bir süre duraksayan çocuk önce adama sonra kadına baktı. "Annem 'Güvenilir gibi gözükse bile senin sorularına cevap vermeyen insanlara güvenme. Sana karşı dürüst olmayıp senden bir şeyler saklayan insanlara inanmamalısın.' demişti. Siz bana dürüst olmayacaksınız. O yüzden beni kurtarsanız bile size güvenemem." Duyduğu cümleyle Sinan'ın dudaklarında takdir dolu bir tebessüm belirdi. "Aferin." Hiç beklemediği kelime karşısında şaşıran Ömer bugün kaç kez daha şaşıracağını merak ederek 'Neden?' diye sordu. Soruyu Sıla cevapladı. "Annenin sözünü dinleyerek insanlara karşı dikkatli olduğun için." Bu cümle karşısında Ömer tekrardan karşısındaki yetişkinlere baktı. Onlara güvenmek istiyordu. Ama onlar güvenmesi için bir neden vermeden güvenemezdi. "Neden benim evimdeydiniz?" Sıla, soruyu olanca dürüstlüğüyle yanıtladı. "Biz... Ben Eftalya kafede çalışıyorum Ömer." Duyduğu Eftalya ismiyle Ömer hızla gözlerini açtı. "Beni polislere mi vereceksiniz?" Onun endişesini gören Sinan oturduğu sürücü koltuğundan uzanarak elini çocuğun bacağına koydu. "Sakin ol. Asla böyle bir şey yapmayacağız." "Gerçekten mi? Kızmadınız mı bana? Yaptığım doğru bir şey değildi." Bu cümle karşısında Sinan gülümsedi. "İşte bunu biliyor olman yeter benim için. Sen o kilere girdiğinde başka birçok şey alabilirdin Ömer. Hatta kasa tarafına geçip para bile alabilirdin. Ama yapmadın." "Ben hırsız değilim." dedi çocuk başını dikleştirerek. "Biliyoruz." dedi Sıla tebessüm ederek. "Ben büyüyünce aldığım ekmeklerin ve salataların hepsinin hepsinin parasını verecektim. Gerçekten." dedi çocuk karşısındaki ikiliye hissettiği utançla bakarken. "Sana inanıyorum." diyen kadın çocuğun en başındaki sorusuna geri döndü. "Eftalya'ya geçen girdiğinde ayakkabındaki çamur, biraz iz yapmış kafeye. Ben de sabah görünce şüphelendim ve kamera kayıtlarına baktım. Sonra da Sinan amcana haber verdim. Bugün tekrardan girince, o da seni buldu." "Aaaa. Beni nasıl buldun?" diye sordu çocuk ağzı açık bir şekilde Sinan'a dönerek. "Eee... Ben askerim." "NE? Gerçekten mi? Asker misin sen? Koskoca asker. İnanamıyorum. Vay canına. Bu gerçekten çok havalı. Vaaooov." diyen Ömer parmağını Sinan'ın yüzüne götürerek ona dokundu. "Daha önce hiç asker görmemiştim. Gerçekten asker misin?" diyen çocuk parmağını çekip çekip adamın yüzüne dokunuyordu. "Ömer..." diyen Sinan gülmekten konuşamayarak bir süre durdu. "Uzaylı görmüş gibi davranmasan mı acaba?" derken çocuğun elini tutarak indirmişti. "Ama yani askersin. Bu uzaylıdan bile daha havalı bence. Vayyy. Yani sen kötü adamları mı yakalıyorsun? Silahın da mı var? Daha önce hiç yaralandın mı?" Son sorduğu soruyla yüzünü buruşturan küçük başını iki yana salladı. "Yok yaralanma. Yaralar acıtıyor. Güzel değiller." Duyduğu cümle Sıla'nın kesik bir nefes almasına neden olurken küçük çocuk kadının bu tepkisini anlamış gibi ona döndü. "Peki senin adın ne? Asker amcanın adı Sinan'mış. Ben de Ömer'im. Peki ya sen?" "Benim adım Sıla." Kadının ismini duyan küçük çocuk boğazındaki düğümle ona bakakaldı. Dudakları istemsizce büzülürken gözlerinden birkaç damla yaş süzülmüştü. Onun bu hali üzerine yerinde doğrularak "Ne oldu?" diye soran Sıla, çocuğun gözündeki gözyaşı izlerini sildi. "Annem bana 'Ben gittiğimde çok sıla hasreti çekeceksin ama korkma. Sen güçlüsün. Sen çok çok büyüdüğünde bir gün bu hasretlik bitecek ve geriye sıla kalacak.' demişti. O geldi aklıma. Öğretmenime sorduğumda bana sılanın 'bir süre ayrı kaldığı yere ve yakınlarına kavuşma.' anlamına geldiğini söylemişti. Bir de uzakta olan insan için özlediği yer demekmiş. Şimdi sen yani Sıla geldiğine göre anneme kavuşabilir miyim ben?" Bir süre duyduklarını sindirmeye çalışan Sıla, gözünden bir damla yaş düşerken çocuğu, yaralarına dikkat ederek kendisine doğru çekti. "Ah be çocuk." Kadının kollarının arasına girdiğinde boğazındaki yumrunun geçtiğini hisseden Ömer gözlerini kapattı. Bu sıcaklığı ve şefkati hissetmeyeli çok uzun zaman olmuştu. 'Sen de annesin değil mi?' diye düşünen çocuk bu soruyu sorarak ânı bozmak istemedi ve sessiz kaldı. Bal gözleri kızaran Sinan tüm hayatı haline gelen kadına ve tanışalı saatler olan çocuğa bakarak yutkundu. İçinde çalkalanan garip his, artarak devam ediyordu. Bir süre sonra geri çekilen Sıla, kıpkırmızı olan kahveleriyle adama baktı. İkilinin sessiz bakışmasını küçük çocuk bölmüştü. "Sanırım senin senin evine gidebiliriz asker amca." "Sende Salih kalıyordu değil mi?" diye sordu Sıla. Bunu yeni hatırlayan Sinan başını aşağı yukarı salladı. "Bana gidelim en iyisi. Rahatsızlık vermeyelim ona." diyen kadın içinden ekleme yaptı. 'Şu an başka birinin beni böyle görmesini istemiyorum. Ömer'in hayatı hakkında öğrendiklerini anlattığında yine dağılacağım çünkü.' Sıla'nın neden böyle bir istekte bulunduğunu tahmin eden Sinan küçüğe döndü. "Bu sana uygun mudur Fare?" Duyduğu hitap komiğine giden Ömer kıkır kıkır gülmüştü. "İhihihi. Fare mi? Niye fare?" "Sen bizim kilere dadanan faresin de ondan." dedi Sıla da gülerek. "Hmmm. Aslında fare sanki kötü bir şeymiş gibi ama siz söyleyince sevdim." "Öyle mi?" diyerek güldü Sinan çocuğun bilmişçe başını sallamasını izlerken. "Evet. Çünkü siz ıııı böyle mutluca söylüyorsunuz. Sanki bu isim böyle çooook güzel bir şeymiş gibi. Şey... Bir de..." diyen Ömer sustu. "Bir de?" dedi Sıla duraksayan çocuğu cesaretlendirmek istercesine. "Sevgi var... Sesinizde ve gözlerinizde." diyen çocuk utanarak gözlerini kaçırdı. Hiç tanımadığı insanlarla onca diyaloğu cesurca kuran çocuk, bu cümleleri kurarken çekinmişti. Kendi içinde hissettiği sıcak duygunun adının sevgi olduğunu düşünüyordu ve karşısındaki insanlarda da aynı şeyi görmüştü. Yanılıyor olabilirdi. Ve bu hissettiği yanılgıysa eğer çok çok üzülürdü. "Haklısın sevgi var. Çünkü seni gerçekten de çok sevdik." dedi Sinan çocuğun içindeki karmaşayı fark ederek. Adam, her çocuk/her insan gibi tek asli ihtiyacı sevgi olan küçüğe dudaklarındaki eşsiz gülümsemeyle bakıyordu. Duyduğu cümleyle Ömer mutlu bir heyecanla çifte baktı. "Gerçekten mi? Beni sevdiniz mi?" "Evet. Gerçekten seni çok sevdik." diyen Sıla çocuğun başını okşamıştı. "Güzel. Çünkü sanırım ben de sizi sevdim." diyerek utangaç bir şekilde kıkırdayan çocuk eliyle ağzını kapatmıştı. Onun bu jesti Sinan ve Sıla'nın aynı anda gülmesine neden olurken ikilinin gözleri birbirini bulmuştu. İkisinin de gözlerinde onlarca duygu vardı. Onlarca düşünce olduğu gibi... Sinan, biraz daha ona bakarsa karşısındaki kadının derin düşüncelerini göreceğini fark ettiğinde bakışlarını tekrardan küçüğe çevirdi. Binbaşı 53 yıllık hayatında belki de ilk defa tam anlamıyla ne düşünmesi, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. "Eveet karşılıklı olarak birbirimizi sevdiğimize göre sanırım sana gidebiliriz Sıla hasreti. Ayy pardon Sıla teyze." Çocuğun kurduğu cümle, arabadan neşeli gülüşlerin yükselmesine sebep olmuştu. 🦅 "Hmm demek bu senin kızın. Ama o da çok büyükmüş. Bir de saçları neden koyun gibi." diyen çocuk kendi kurduğu cümleye kendi gülmüştü. "Bir koyun, bir fare... Bakalım bu işin sonu nereye gidecek." diye mırıldanan Sıla da istemsizce gülmüştü. "Çok kırıldım Şekerli Kahvem. Kartal'ı nasıl es geçersin?" Adamın arkasından gelen sesiyle Sıla istemsizce sıçrayarak ona döndü. "Ne zaman geldin?" Ege geldiklerinde odaya çekilen Sinan davaya bakan polis ekibine telefon açarak birkaç gün sonra sosyal hizmetlere teslim edilecek Ömer'in hastanede değil de kendilerinin yanında kalması için izin almıştı. Sıla, adamın gözlerindeki rahatlığı gördüğünde izni aldığını anladı. Sinan'ın konumu düşünüldüğünde aksi pek de mümkün değildi zaten. "Biraz önce. Farenin Aslı'ya koyun dediğini duyacak kadar önce. Aslı'nın bu durumdan pek hoşlanacağını sanmıyorum yalnız. Ömer'in de çenesini tutacağına inancım sıfır. Bize cümbüş çıkacak gibi." Sinan, kendi söylediği cümleyi duyduğunda duraksadı. 'Cümbüş çıkması imkansız. Ömer birkaç güne gidecek.' Bunu düşünen adamın aklına 'Beni yurda gönderme.' diye yalvaran çocuk geldiğinde bakışlarını Ömer'e çevirdi. "Şimdi ben anlamadım ama. O senin kız arkadaşın oluyorsa bu koyun abla nasıl yalnızca onun kızı oluyor. Senin kızın değil mi? Benim kafam karıştı." "Bu soru yağmuru mesaisini yapmayalı çok uzun zaman olmuş Sıla'm. Ben elendim. Buyur sen devam et." Sinan'ın kendisine bakarak mırıldandığı cümle Sıla'nın küçük kahkahasıyla sonuçlanmıştı. "Hani gençlere taş çıkarırdınız Sinan Bey?" "Bu konuda değil. Allah aşkına bu sorunun cevabı nasıl olabilir? Hayır bir de mırın kırın edince, dürüst cevap vermeyince beğenmiyor Küçük Fare." diye söylenen adamın sesi cümlelerindeki memnuniyetsizliğin aksine neşe doluydu. "Ne konuşuyorsunuz?" diyerek onlara bakan çocuğu duyan Sinan gülerek başını iki yana salladı. "Kesin Burak beddua etti bana. Onu küçükken çok mu kınadım acaba?" '... Da başıma geldi.' diye düşünen adam çenesini kapalı tutarak, kendine yeniden hatırlatma yapma ihtiyacı hissetti. 'Ömer birkaç güne gidecek.' Adamın içinde kopan fırtınadan habersiz olan Sıla çocuğun yanına gidip çömelirken Sinan merak etti. İçimdeki fırtınadan gerçekten habersiz mi yoksa o da aynı benim gibi mi hissediyor? Bu cevabın sonuçlarının bambaşka olabileceğini düşünen Sinan, düşüncelerini geri plana iterek karşısındaki ikiliyi izlemeye başladı. Sıla güzel bir dille Aslı'nın babasının başka biri olduğunu açıklarken çocuğun sorularına da sabırla, verebileceği en dürüst cevapları veriyordu. Onların ilişkisini dudaklarındaki varlığından bile haberdar olmadığı gülümsemeyle izleyen Sinan içindeki o garip duygunun yeniden ortaya çıktığını hissetti. 'Sanki...' Düşüncelerinden kurtulmak için bakışlarını evin duvarlarına çeviren Sinan, baş parmağı ve işaret parmağını birbirine sürttüğünü fark ettiğinde derin bir nefes aldı. Bu alışkanlığı 'İstediğin kadar ötele. Bir yerde bu düşüncelerinle yüzleşmek zorunda kalacaksın.' demenin bir başka yoluydu. Birçok kez tecrübeyle sabitti. Sıla ise yaşadığı onca acıya rağmen hayata gülebilen bu çocuğa hayranlıkla bakmakla meşguldü. "Aaa o öyle oluyor mu?" diye sordu Ömer. Kadın kendisine kızı Aslı'nın asıl babasının Asker amca olmadığını ama onun da Aslı'yı kendi kızı gibi görüp sevdiğini söylemişti. "Oluyor." dedi Sıla çocuğun yeşil gözlerindeki parlaklığa bakarak. "Güzel bir şeymiş. Ama hâlâ nasıl oluyor pek anlamadım. Yani... Benim kendi babam bile beni sevmiyor." diyen çocuk eli ile ağzını kapattı. Annesi, bunu söylediği her an kendisini nazikçe uyarır ve böyle bir şeyin doğru olmadığını söylerdi. Ömer bugün yaşananlardan sonra bundan pek de emin değil gibiydi. Çocuğun cümlesiyle Sinan'a dönen Sıla, adamın yoğun bakışlarla kendilerini izlediğini görünce kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Bugün çok garip bir gündü. Çok garip... Bu sırada çocuğun karnından gelen sesi duyduğunda aç olma ihtimalini yeni hatırladığı için kendine kızan Sıla, ona baktı. "Özür dilerim aç olduğunu unutmuşum. Ne yemek istersin?" Kendisine yemek verecekleri için içinde bir heyecan yükselen çocuk hızla en kolay ve en sevdiği şeyi söyledi. "Ekmek salata?" Bu tepki üzerine Sinan sesli bir şekilde gülmüştü. "Biraz büyük düşün Kiler Faresi. Karşında mükemmel bir aşçı duruyor. Ve evine gelen kişiye yalnızca ekmek salata vermesi imkansızın da ötesi." Sıla gülümseyerek Sinan'a bakarken Ömer içinde hissettiği heyecanı yok saymaya çalıştı. "Ama... Saat çok gece oldu. Ben size zahmet vermeyeyim." Cümle yetişkinlerin bir kez daha gülmesine neden olmuştu. "Zahmet vermezsin canım. Ne istersin söyle. Ben hemencecik yaparım." Ömer, hep istediğini soran ve kendi kararı çok önemli bir şeymiş gibi davranan çifte baktı. Onların kendisine hissettirdiği bu değişik duygu hoşuna gitmişti. Bu duygunun adını küçük yaşamını gözden geçirerek buldu Ömer. Değerdi bu. Kendisini değerli hissettiriyordu bu çift. En son annesi ve öğretmeni böyle hissettirmişti ona. Bir de çoook uzun zamandır görmediği komşusu Nebahat teyzesi. Küçük Ömer, bir daha asla bu duyguyu hissedeceğini düşünmemişti. Çocuğun yüzünün aldığı garip şekli gören Sinan ikilinin yanlarına gelerek çömeldi ve cesaret vermek istercesine elini çocuğun omzuna koyarak sordu. "Ne yemek istersin?" Önce adama sonra da kadına bakan çocuk kısık bir sesle sordu. "Patates-köfte olur mu? Çok olmasına gerek yok. Çok az yerim. Azıcık da ekmek varsa eğer..." Her konuda oldukça atılgan, meraklı olan çocuğun kendi asli ihtiyaçları söz konusu olduğunda çekingenleştiğini, kendini geriye çektiğini fark eden Sıla gözlerinin dolmasına engel olamamıştı. O Rıza denen adam, küçücük çocuğun kendini değersiz bir yük gibi hissetmesine neden olmuştu. "Ooo Sıla Hanım'ın en sık ve en lezzetli yaptığı menüyü istedin. Sen bu işi biliyorsun ha Küçük Fare." Adamın muzip sesi karşısında yalnızca küçük çocuk değil hüzne boğulan kadın da gülmüştü. "Sen de biliyorsun." dedi Sıla ona minnettar gözlerle bakarak. "Bir Kartal kolay yetişmiyor." dedi Sinan kadına göz kırparak. Bu hareketi Sıla'dan sesli gülüş almasına neden olmuştu. "Kartal mı? Nasıl yani?" diye sordu Ömer hissettiği hüzün dağılırken. "Nasılını Sıla hasretine yardım ederken anlatayım ne dersin?" Sıla hasreti hitabını duyan Ömer kıkırdamıştı. "Oluuuur." Mutfağa doğru yürürlerken "İnsan senin diline düşmeye görsün gerçekten." diye söylenen Sıla durumdan gram şikayetçi değildi. "Ahh bizim haylazların olumsuz etkisi. Maalesef o kadar çok beraberiz ki ister istemez hepsinden bir huy kapıyorum." "Olan bana olacak desene." diyerek iç geçiren Sıla'nın kahveleri muhteşem bir parıltıyla parlıyordu. Buzluktan her zaman hazır olan köftelerinden bir paket çıkaran Sıla, Sinan'ın cümlesiyle ona döndü. "Eee o bana yetmez ki." "Sen de yiyecek misin?" diye sorarken şaşırmıştı kadın. "Evet." dedi Sinan normal bir şekilde. Bakışlarını saate çeviren Sıla saatin gece 02.47 olduğunu görünce tekrardan sorma ihtiyacı hissetti. "Gerçekten mi?" "Hiç boşuna bakma saate. Senin elinden yemek yeme fırsatını hiçbir saatte kaçırmam." Bu cümle üzerine gülen Sıla buzluktan diğer köfteyi de çıkarttı. Onların mutlu hallerine hayranlıkla bakan Ömer bu hayranlığı sesine yansırken konuşmuştu. "Siz birbinizi gerçekten seviyorsunuz." Bakışları kadının kahverengi gözlerini bulan adam gülen gözlere bakarken mırıldandı. "Çoook." Bu kelime, kadının gözlerini mümkünmüşçesine daha çok güldürmüştü. Onların bu mutlu hali nedensizce Ömer'in de mutlu hissetmesine neden oldu. "İşim var benim. Bakışlarını üzerimden çeker misin Beyefendi?" "Benden imkansızı istiyorsun ama Şekerli Kahvem." "Hihihihihi. Kahve mi? Hem de şekerli şekerli mi? Hihihi. Siz çok değişiksiniz yaa. Hep değişik isimler buluyorsunuz." "Ama anlamı var Küçük Fare." dedi Sinan muzip bir sesle. Bu sırada Sıla ocağa koyduğu tencere ve tava içine yağı koymuş, Sinan da patateslerin kabuğunu soymaya başlamıştı. Herkesin bir işi olduğunu gören Ömer sordu. "Eee ben ne yapacağım? Patatesleri keseyim mi?" Bu soruya, kaşlarını kaldıran Sıla cevap vermişti. "Eline bıçak almak için yeterli büyüklüğe sahip olduğunu düşünmüyorum Küçük Bey." "Ama evde hep yapardım." "Benim evimde kuralım bellidir. Yardım etmek istiyorsan kahvaltılıkları çıkartabilirsin. Dolapta salata da vardı hem." "Salata mı?" diyen çocuk heyecanla dolaba doğru koşmaya başladı. Dolaba vardığında kesik bir nefes alarak inlemişti. Karnındaki yara çok acımıştı. "İyi misin?" diyen Sinan oturduğu masadan endişeyle kalkarak çocuğun yanına gitti ve onunla aynı hizaya indi. Elini karnına götürerek yüzünü acıyla buruşturan Ömer, adamın soru dolu gözlerini görünce mırıldandı. "Sanırım koşmamalıydım." 'Halbuki çocuk dediğin mutlu koşuşlarla tanınır.' diye düşünen Sinan derin bir nefes aldı. "İstersen oturarak yapacağın bir iş verelim. Ne dersin?" Sinan'ın cümlesi üzerine çocuk ona baktı. "Hep bunu yapıyorsun, yapıyorsunuz." "Neyi yapıyoruz?" diye sordu Sinan kaşlarını hafifçe çatarak. "Hep benim isteyip istemediğimi soruyorsunuz. Bu hoşuma gidiyor." dedi çocuk dudaklarında beliren masum gülücükle. Uzanarak çocuğun saçını karıştıran Sinan tebessüm etti. "Sen ne istediğini bilip, kendi kararlarını kendin verecek kadar büyüksün bence." Bu manzarayı gülümseyerek izleyen Sıla ekleme yaptı. "Ve tabii ki akıllı." Duydukları hoşuna giden çocuk, aldığı güzel iltifatlarla kızarmıştı. Bunu gören Sinan gülerek kadına döndü. "Sıla bak bizim Kiler Fare'sinde utanma duygusu da yüklüymüş." Bizim Kiler Fare'si... İkili bu hitap karşısında karmakarışık hislerle birbirlerine bakarken Ömer'in konuşmasıyla toparlanmaya çalışarak çocuğa döndüler. "Peki şu soyacak şeyi var ya... Onu kullanabilir miyim?" "Dikkatli olduğun müddetçe evet." diye yanıtladı Sıla bu soruyu. "O zaman ben oturarak salatalıkları soysam olur muuu?" "Olur olur." diyen Sıla buzları çözülsün diye mikrodalgaya attığı köfteleri çıkarırken küçük çocuk da Sinan'la birlikte buzdolabını açmıştı. "Aşçı dolabı olduğu nasıl da belli ama. Sıla bu evde yalnız yaşadığına emin misin sen? Benim dolabımla karşılaştırmaya çalıştım da ortak olan tek şey şu su şişeleri ve limon sanırım." "Abartmayı ne de çok seviyorsun." diye söylendi Sıla ocaktaki tavaya köfteleri koyarken. "Ciddiyim ama. Pazardaki her çeşidi stoklamışsın resmen." "Bence de. Bunları satsak ohoooo..." dedi Ömer tıklım tıklım dolu olan düzenli ve çok çok çeşitli dolaba bakarken. Altın peşindeki hazine avcıları gibi dolabına dadanan ikiliyi gören Sıla tehlikeli bir ses tonuyla konuştu. "Beyler uzak durun dolabımdan." Kadının cümlesi üzerine ikili aynı anda suçlu bakışlarla ona dönmüştü. Bu hareket Sıla'nın içindeki duyguları kıpraştırırken Sinan ve Ömer'in birbirine dönerek gülmeye başlamasıyla kalbine kocaman bir sıcaklık yayılmıştı. "Asker olan ben değilim de o sanki." dedi Sinan esefle iç geçirirken. "Ayy güldürme asker amca." diyen çocuk güldükçe kasılan karnını tutuyordu. 'Garipti ama bu acı bile ona tatlı gelmişti. Hissettiği mutluluk yaralarının acısını hafifletmişti sanki.' "Her ne kadar gülüşünü duymayı sevsem de haklısın Küçük Fare. En azından bir süre katıla katıla gülmesen daha iyi olacak sanırım. Sonrasında..." Seni bol bol gıdıklayarak gülmeni sağlarım. Geleceğe dair bir cümle/hayal kurmak üzere olduğunu fark eden Sinan hızla çenesini kapattı. 'Yapma Kartal. Her şeyden önce çocuğa bu izlenimi, ümidi vermemelisin. Kendine gel. Kendine gel! Ömer birkaç güne gidecek.' Çocuk, adamın içindeki fırtınadan habersiz salatalıklara yönelirken Sıla düşüncelere dalmış adamı görerek titrek bir nefes aldı. 'Benim düşündüğümü mü düşünüyorsun Sinan? Sen de benim gibi mi hissediyorsun?' "Sıla teyze kaç tane salatalık alayım?" Kendisine bakan soru dolu yeşillerle düşüncelerini bir kenara iten kadın omuz silkti. "Kaç tane almak istersen." "Şey... Söz konusu salatalık olunca bence bu cümleyi kurmamalısın. Kendime güvenemiyorum." Ömer'in kurduğu bu cümle Sinan'ın kesik bir nefes almasına neden olmuştu. Aklına incir delisi yeğeni gelmişti. "İstersen hepsini alabilirsin. Ama çok salata yediğin için yaptığım patates-köfteden yemezsen bozuşuruz." "Hmmm... O zaman bir tane sizeee 4 tane de banaaaa. 5 tane olur bence." Bu diyalogla istemsizce gülen Sinan "Gerçekten Burak'sın." diye mırıldandı. Küçük o heyecan halinde bu cümleyi duymamıştı. "Asker amca bunları yıkayabilir misin? Musluk yüksek oraya çıkmam için sandalye gerekli ve..." diyen Ömer yüzünü buruşturup elini karnına götürdü. Sandalyeye çıkmaya kalkarsa yaşayacağı acıyı düşünmüştü çocuk. "Hadi sen otur artık. Ben getiriyorum salatalıkları ve soyacağı." İş birliğiyle hareket eden üçlü kısa sürede her şeyi tamamlamış ve masaya oturmuşlardı. Sıla, bardağına şeftali suyu koyarken Ömer parmağını havaya kaldırdı. "Bir şey sorabilir miyim?" "Elbette." "Biz şimdi ne yiyoruz? Yani akşam yemeği değil değil mi bu? Kahvaltılık var çünkü. Bir de çok gece." "Haklısın akşam yemeği olamaz. Erken bir kahvaltı desek?" dedi Sıla soru dolu bir şekilde. "Ama hâlâ hava gece. Kahvaltı güneş doğunca olmuyor mu?" "Sahurda anlaşalım ve yemeğe başlayalım ne dersin Fare?" dedi Sinan tabağına bir bakış atarak. "Gören de aç olanın çocuk değil de sen olduğunu zannedecek." diye söylendi Sıla gülerek. "Ne? Dedim ben tok olsam da yerim senin yemeğini diye. Hem acıktım sanırım. Küçük Beyin çenesi duramıyor. Kesin sahur ne diye soracak şimdi." "Biliyorum ben sahurun ne olduğunu. Ama oruç tutamayacağız ne diye sahur olsun. Oruç mu tutacağız? "Çocuk haklı." dedi Sıla omuz silkerek. "Gece kahvaltısı?" diyerek yeni bir şey denedi Sinan. "Gece kahvaltısı? Sevdim, olur." "Teşekkür ederim. Artık başlayabilir miyiz?" dedi Sinan kaşlarını kaldırarak. "Komiksin sen asker amca yaa." "Komik değil açım aç." Adamın sahte isyanı Ömer'i güldürmüştü. "Aç olan benim bir kere." "Ama yemeye niyetin yok." "Var!" diyen çocuk çatalını salatalıklarından birine batırdı. Yemeklerini yemeye başladıktan bir süre sonra dayanamayan Sıla yalnızca adamın duyacağı şekilde mırıldandı. "50 üstü adamsın 10 yaşındaki çocukla laf dalaşına giriyorsun. Ne diyeyim ben sana Sinan." Sinan bu tepkiye omuz silkerek yanıt vermişti. "Yanlış mıyım ama?" "İnsanın yaşlanınca çocuk gibi olduğu doğruymuş sanırım." Sıla'nın cümlesi karşısında kaşlarını kaldıran Sinan, yemeğini yiyen Ömer'e bir bakış atarak kadına doğru yaklaştı. "Ne yapıyorsun?" diyen Sıla şahsi sınırlarına giren adamla afallamış, elindeki çatalı sıkıca tutmuştu. Çocuğun yemeğiyle ilgilendiğinden emin olan Sinan kısık bir sesle sordu. "Demek ben yaşlıyım?" Nefes alış-verişleri hızlanan Sıla, dibine kadar gelen bal gözlerdeki baştan çıkarıcı alevleri gördüğünde hızla başını önüne eğdi. 'Sinan kesinlikle delirmiş olmalıydı! Kesinlikle!' Yanağında hissettiği dudaklarla gözlerini kapatan kadın, yanındaki adamın bileğini tuttuğunu hissetti. Kadının nabız atımı sayan Sinan, dudaklarında beliren hoşnut gülümsemeyle kadının kulağına doğru fısıldadı. "Kalp atışlarını gayet rahat 100'ün üzerine çıkarabildiğime göre pek de yaşlı sayılmam ha Sıla Hanım? Bence bende hâlâ biraz bir iş var." Boğazı kuruduğu için yutkunma ihtiyacı hisseden Sıla, uzaklaşan adamın memnuniyetle güldüğünü duydu. 'Biraz mı? Sıla o bal gözlerdeki anlamlı bakışı unutabileceğini hiç sanmıyordu.' Gözlerini açarak önündeki tabağına bakan kadın kalp atışlarının düzene giremeyeceğini fark ederek Sinan'a ters olduğunu umduğu bir bakış attı. Kahverengi gözlerini kısarak kendine dönen Sıla ile Sinan'ın dudaklarında aşikar bir sırıtma belirmişti. "Ne? Sana karşı her daim centilmen bir istanbul beyefendisi olmama aldanmamalısın Sıla Hanım. Kartal lakabını boşuna almadım ben." Sıla dik bakışlarını sürdürürken gülerek yemeğine dönen Sinan kendi kendine mırıldanmıştı. "Yaşlıymış. Peh!" Dudaklarında beliren gülümsemeyi saklamaya çalışarak yemeğine eğilen kadın adamın eğlenceli sesini duydu. "İşte Ömercim bana kartal demelerinin en büyük sebebi de bakışlarımın çok keskin olması ve etrafımdaki her şeyi farkında olmam." Sıla, kendisine bakarak bu cümleleri kuran adamla gülümsemesini saklamaya çalışmaktan vazgeçerek iç geçirdi. Sinan'ın söylediğini duyan Ömer üzerine alınmıştı. "Anladın mı yani?" diye sorarken gözleri dolu doluydu çocuğun. Onun bu halini gören Sinan, yüzündeki tembel gülümsemeyi silerek doğruldu. Gözlerinden yaşlar düşmeye başlayan küçük çocuk başını önüne eğerken Sıla ve Sinan endişeyle birbirine baktılar. İkisinin de ne olduğuna dair herhangi bir tahmini yoktu. Küçük çocuğa uzanarak elini tutan Sıla yumuşak bir sesle sordu. "Ömer? N'oldu canım? Neden ağlıyorsun?" "Köfte çok güzel olmuş." "Köfte güzel olduğu için mi ağlıyorsun?" diye sordu Sıla yüreğine oturan koca taşla. Çocuk Allah bilir en son ne zaman köfte yemişti. Dudaklarını birbirine bastıran Ömer, elini okşayan elden cesaret ederek başını kaldırdı ve Sıla'nın kahverengi gözlerine baktı. Kadın, tam gözünün içine bakıyordu. Dudaklarından bir hıçkırık kaçan Ömer titreyen sesiyle konuştu. "Annemin yaptığı gibi olmuş." Duyduğu cümleyle darmadağın olan Sıla "Gel buraya." diyerek küçüğe sarıldı. Bu temasa sığınan çocuk gözyaşları hızlanırken fısıldadı. "Ben annemi çok özledim." Yaralarına dikkat ederek sarıldığı çocuğun başına küçük öpücükler koyan Sıla "Biliyorum." diye fısıldayarak çocuğun acısına ortak oldu. Ömer, bunun bugünkü kaçıncı ağlaması olduğunu bilmiyordu. Artık saymayı bırakmıştı. O kadar uzun bir gün olmuştu ki. Kadının çocuğu teselli edişini izleyen Sinan, ikisini bir arada görmenin artık çok olağan hissettirdiğini fark ederek yutkundu. Sanki Ömer yalnızca saatler önce hayatlarına girmemiş de yıllardır yanlarındaymış gibi... "Uykum geldi." diyen çocuk kadının sırtını okşayışıyla sakinleşirken. "Gerçekten çok uy..." Mahmur bir sesle mırıldananan Ömer daha cümlesini tamamlayamadan kendini uykunun kollarına teslim etmişti. Annesini çok maytabını geçtiği gibi çocuk yine dakikasına uykuya dalmıştı. Bu durum karşısında dudaklarında istemsiz bir tebessüm beliren Sıla, kendilerini izleyen adama baktı. "Uyudu." "Gerçekten mi? Gerçi niye şaşırıyorsam? Ben de başımı yastığa koyar koymaz uyuyanlardanım." dedi Sinan gülerek. "Ahh kıskanılacak bir huy. Ben dört dönerim." "Öyle de işte görevdeysem ya da bir dava peşindeysem gram dalamam. Normalde hemen uyurken o zamanlarda uyuyamamak da ayrı bir zulüm gibi geliyor." diyen adam sandalyesinden kalkarak ikilinin yanına geldi. "Allah'tan yemeğini bitirmişti. Onca şeyden sonra bu kadar dayanmasına bile şaşırdım." dedi Sıla, Sinan küçük çocuğu kucağından alırken. Aşina hareketlerle çocuğun başını omzuna yaslayan Sinan, yatak odasına doğru giderken mırıldanmıştı. "Ediz'in verdiği serumdan dolayı. İçine ağrı kesici ve direnç kazansın diye birçok şey koyduğunu söylemişti." Öne geçerek yatak odasının kapısını açan Sıla hüzünle mırıldandı. "Ağrı kesiciden dolayı canı çok da acımıyordu yani." "İyi olacak Sıla'm. Birkaç ilaç ve krem yazacağını söylemişti Ediz. Ne olduklarını sorarım, sabaha alırız." Sıla yatağın örtüsünü açarken başını aşağı yukarı salladı. "Olur. Ben bitkisel bir karışım da biliyorum. Onu da süreriz yaralarına." "İyi olur, bir an önce toparlanır." diyen Sinan çocuğu yatağa yatırdı. Yorganı örtmek için aynı anda hareket eden ikili, elleri birbirine dokunduğunda aynı anda birbirlerine baktılar. Sinan yutkunarak mevcut durumlarına baktı. Yatakta yatan küçük bir çocuk ve onun hakkında endişeyle konuşan bir çift... Adam biraz önce yaşananları düşündü. Sanki bunu daha önce defalarca kez yapmış gibi uyuyan Ömer'i Sıla'nın kucağından aldığı an aklına gelirken bal gözlerini önce uyuyan Ömer'e sonra da kahvelerinde onlarca duyguyu barındıran Sıla'ya çevirdi. İçinde kopan fırtınayı durdurmaya çalışarak yorganı çocuğun üzerine çeken Sinan, Ömer'in alnından öpme dürtüsüne son anda engel oldu. 'Ömer birkaç gün sonra gidecek. Ona bağlanmamalıyım.' Yorganı örtme işini Sinan'a bırakan Sıla adamı izlerken karşısındaki manzaranın ne kadar güzel göründüğünü düşünürken bulmuştu. 🦅 Sinan, Ömer hakkında öğrendiklerini anlatmaya bitirdiğinde "Neler yaşamış yavrum böyle." diye mırıldandı Sıla çatlak bir sesle. Çocuğu yatırdıktan sonra mutfağı toparlayan ikili, Sıla'nın yaptığı kahveyi de alarak mutfak masasına oturmuşlardı. Özellikle son zamanlarda bu masada bu şekilde birçok kez oturan çift, diğer günlerin aksine bu kez kahvelerine dokunmamışlardı. İkili, dışarıdan bakıldığında çocukları için delicesine endişelenen bir çift profili çizdiklerinden bihaberlerdi. Anlatmayı tam anlamıyla bitirmediğini bilen Sinan, Sıla'ya araba olayını söylemeyi pek istemese de ondan bunu saklayamayacağının bilinciyle sessiz konuştu. "Bir şey daha var." "Nedir?" diye sordu Sıla sesindeki korkuyla. "Ömer kaçtığında ben... Ben onu yol... Ömer'e az daha araba çarpacaktı Sıla." "Ne?" diye fısıldayan kadın kalbine yerleşen korkunun tüm bedenini yayıldığını hissetti. "Hastanenin arka tarafındaki ana caddeye kaçmış. Tek tük araba geçiyordu. Geçenler de gece diye, caddede olmanın rahatlığıyla oldukça hızlıydı. Ömer beni görünce korkuyla yola fırladı. Ben... Ben peşinden nasıl çıktım, nasıl onu yakaladım arabanın altından çektim hatırlamıyorum. Sadece alışkın olduğum iç güdülerimle hareket ettim. 1 saniye... Sıla ben 1 saniye geç kalsam..." Tüm tüyleri diken diken olan Sıla karşısındaki adama baktı. Bu gecenin bambaşka sonlanabileceği ihtimali donakalmasına neden olmuştu. Tek Ömer'i değil, geç bulduğunu da -Sinan'ı da- kaybedecek olma ihtimali... "Küçük Fare'yi bir kez daha kurtarmışsın Sinan Binbaşım." diye fısıldayan kadın gözleri dolarken güç almak istercesine Sinan'ın eline uzandı. Adam bir an bile duraksamadan kadının tutuşunca karşılık vermişti. İkili, bir süre el ele düşünceler içinde oturdu. Sonrasında Sıla aklında dolaşan soruyu sordu. "Neden kaçmış ki?" Soru, Sinan'da yıldırım çarpmış gibi bir etki oluşturmuştu. Usulca yutkunan adam, bu sorunun cevabını verirken ileriye gitmekten korktu. Karşısındaki kadının aklında dönüp duran düşünceleri, içindeki garip hissi anlayacağından... Bu yüzden de birkaç kez ağzını açıp kapattıktan sonra mırıldandı. "O... Yur..." "ANNEEEE... AHH! HAYIR! VURMA! ANNEEE..." Yatak odasından gelen ağlamaklı haykırışla sandalyelerinden fırlayan ikili hızla küçük çocuğun yanına gittiler. Uyuyan çocuk, gözlerinden yaşlar düşerken sayıklamaya ve acıyla bağırmaya devam ediyordu. Onun bu halini gören kapının yanındaki Sinan bilinçsizce bir adım geriye gitti. Aklına küçük yeğeni ve onun gördüğü onlarca kabus gelmişti. Kadının durumu da pek farklı sayılmazdı. Aslı'nın küçükken gördüğü kabuslar her yanını sararken gözlerinden düşmeye başlayan yaşlarla yatağın yanına oturdu Sıla. Çocuğu uyandırma niyetiyle elini uzatmıştı ki Ömer elini tuttu. "Anne..." Gözleri kapalı olan çocuğun bu temas karşısında nefes alış-verişleri düzelirken kabuslar aleminden çıktığını hisseden Sıla, annelik içgüdüsüyle elini çocuğun saçına götürdü ve "Şşşt. Tamam oğlum. Geçti... Geçti. Ağlama." diye fısıldadı. Sıla'nın sakinleştirici sözlerle çocuğun saçlarını okşaması işe yaramış, Ömer'in gözlerinden akan yaşlar kurumuştu. Yaşanan olaya tüm ruhuyla şahit olan adam, gözünden birkaç damla yaş düşerken bu sefer 'Ömer birkaç güne gidecek.' diyemedi. Ömer'in gitmesini falan istemiyordu Sinan. Çocuk hep yanında/yanlarında kalsın istiyordu. Hayatının her gününü karşısındaki bu ikiliyi izleyerek geçirmek istiyordu. Tabii ağlarken değil... Neşeyle gülerken. Ömer'in karnı acıdığı için gülüşünü tutmadan kahkaha atmasını izlemek istiyordu. O kahkahaların sebebi olmak, çocuğun her isteğini/dileğini özenle yerine getirmek istiyordu adam. Daha fazla inkar edemediği bu gerçeğin etkisiyle sarsak adımlarla odanın içine giren Sinan, yatağın yanındaki duvara yaslanarak sessiz gözyaşları döken kadını izlemeye başladı. Sıla, ne kadar da güzel bir anneydi. O an onları izlerken fark etti Sinan. Geçmişte olanlardan sonra bir ailesi olma ihtimalini tam anlamıyla çöpe atan yalnızca Burak değildi. Sinan zaten bu mesleğe girdiği günlerde Dileğine sık sık böyle bir niyeti olmadığını söylerdi. O olay da düşüncelerini doğrulamış ve ömrünü tek tabanca olmaya adamıştı adam. Ta ki şu ana kadar. Ta ki karşısında gördüğü manzaraya kadar... Geçmişte konuştukları bir gün askerliğin getirisi düşüncelerinden Yiğit'e bahsetmişti Sinan. 'Aile kurma niyetinde değilim. Geride yaralı, yaslı, gözü yaşlı bir aile bırakamam.' Bunu duyan Yiğit dudaklarında bir tebessüm belirirken başını iki yana sallamıştı. 'O öyle demekle olmuyor. O his bambaşka be Sinan. O sevgi, o koruma hissi, gülüşü, kokusu... Her şeyi. Varlığını öğrendiğin an neden böylesine geç kalmışım diye sorguluyorsun kendini. Aşkı yaşamadan ölme diyor ya insanoğlu, eksik diyor. Aşkı ve ebeveynliği yaşamadan ölmemeli bir insan. Tamam, bizim meslek malum ama sonunun hüsranla biteceğini bilsem bile babalığı yaşamadığım bir hayatı istemezdim ben. Sevdiğinle çocuğunu aynı karede gördüğünde anlıyorsun bunu. O duygu gerçekten çok farklı Sinan. Ve çok güzel. Yaşamadan asla anlayamayacağın kadar güzel ve özel.' Daha önce hiç hissetmediği duygularla karşısındaki ikiliyi izleyen adam, Yiğit'in verdiği cevabı şimdi anlamıştı. Bu an, gerçekten çok güzel ve çok özeldi. Sinan'la aynı duyguları hisseden Sıla şefkatle Ömer'in saçlarını okşuyordu. Karşısındaki çocuğu kızından farksız görmüyordu şu an. Bu, sokakta gördüğü bir çocuğa annelik hissiyatıyla yaklaşmaktan çok daha farklıydı. Aslı'nın ona hissettirdiklerinin aynısını hissettirmişti Ömer ona. Ruhuna dokunmuştu bu küçük. Ruhunun en derinliklerine. Aklından onlarca düşünce geçen Sıla, başını kaldırarak Sinan'a bakmaya korktu. Biliyordu çünkü. Adam gözlerine baktığı anda hislerini anlayacaktı. Daha saatler önce tanıştığı bir çocuğu bu kadar sahiplenmesini garip bulabilirdi Sinan. Kim bulmazdı ki? Yani bu çok... Garipti. Çocuğun saçlarındaki elini durduran Sıla bir süre uyuyan küçüğü izledi. Bantlı kaşını ya da yanağındaki sarıya çalan hafif şişliği şefkatle acısını alarak okşamak istediğini fark ettiğinde titrek bir nefes aldı. 'Ona böylesine bağlanmam yanlış. Onu kendime bağlamam yanlış. Birkaç güne gidecek ve ben paramparça bir şekilde kalacağım.' Bu düşünceler içindeki kadın hiç istemese de çocuğun saçlarındaki elini çekti. Birleşmiş ellerini ayıracaktı ki Ömer uyku sersemi mırıldandı. "Anne gitme..." Bu iki kelime Sıla'yı yıktı geçti. Dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçan Sıla sessizce mırıldandı. "Tamam oğlum. Gitmiyorum." Yapamazdı. Yapamayacaktı... Birkaç gün sonra Ömer'i o soğuk yurt duvarlarına bırakıp, bu küçük sanki hiç hayatına hiç girmemiş gibi yaşamaya devam edemezdi Sıla. Tüm dünya 'Yaptığın yanlış, saçmalama. Daha hayatına gireli ne kadar oldu ki.' diyerek karşısında dursa da kadın bu çocuktan gitmeyecekti. Gidemezdi. Sinan'ın neler düşündüğünü bilemeyen kadın, alınması gereken bir karar olacaksa eğer buna yalnız karar vermeyeceğinin bilinciyle bakışlarını çocuktan çekmeden mırıldandı. "Ben onu veremem. Hiç tanımadığı bir yerde kabuslar içinde kıvrandığı düşüncesi bile..." Sesi titrediği için susan kadın sol gözünden bir damla yaş süzülürken başını kaldırmaya cesaret ederek Sinan'a baktı. Adamın bal gözleri kıpkırmızı olmuştu. "Ben onu bırakamam Sinan. Biliyorum bu çok saçma ama... Bırakamam. Yapamam. Sımsıkı tuttuğu elimi yok sayıp onu terk edemem." Kadının çaresiz cümleleriyle derin bir nefes alan adam içindeki duygu karmaşasının hafiflediğini hissetti. Sıla'sı da kendisi gibi hissediyordu. "Yarın konuşuruz. Koruyucu ailesi olman için neler yapabileceğimize bakarız." Sinan'ın 'Ne saçmalıyorsun sen?' demeden, hiç yadırgamayarak kurduğu cümleyi duyan Sıla içinin sımsıcak olduğunu hissetti. Adamın devamında kurduğu cümleler ise kadının büyük bir şaşkınlıkla ona bakakalmasına neden olmuştu. "Sonra da evlat edinme işlemlerini başlatırız." "Ne?" diye fısıldadı Sıla doğru duyduğundan emin olamayarak. "Bu delilik biliyorum. Böylesine bir karar iki dakikada alınmaz. Ama... Hayatım boyunca hiçbir delilik bu kadar doğru hissettirmemişti bana Sıla. Sadece 5 saattir tanıdığım bu çocuğu herkesten her şeyden korumak istiyorum ben. Üzülmesin, hep gülsün, meraklı gözleriyle sürekli soru sorarak beni delirtsin..." Son cümlesine yumuşakça gülen Sinan kendisini gözyaşlarıyla izleyen kadına dolu dolu olan bal gözleriyle baktı. "Ben daha önce hiç böyle hissetmemiştim Sıla. Bu his Burak'a olan hislerimden daha farklı. Bilmiyorum, anlam da veremiyorum. Tek bildiğim 'O zaman şimdi sen benim kahramanım mı oldun?' diye soran çocuğun kahramanı olmak istediğim. Ömür boyu! Hayatımın her gününde içimde hissettiğim bu garip duygu ve mutlulukla ikinizi izlemek istediğim." Duvardan ayrılan Sinan yatağın yanına gelerek kadının önünde tek dizi üzerine çöktü ve yüz yüze gelmelerini sağladı. "Bilmiyorum bazı şeyler için çok erken belki. Ömer'e karşı hislerindeki annelik içgüdüsü normal. Ancak bu tabloya beni bir anda almak istemezsen anlarım. Ama ben... Ben aile olalım istiyorum Sıla. Üçümüzün bir aile olmasını istiyorum. Bu gece seni kucağında Ömer'le gördüğüm ilk andan beri tek istediğim bu. O kadar... O kadar güzelsiniz ki birlikte. Sanki yıllardır birlikteymişsiniz gibi. Diyaloğunuz, iletişiminiz, parlayan gözlerinizle birbirinize bakışınız, onun sana sığınması senin bu sığınmaya koşulsuz karşılık vermen... Ruhumda bir yerler kıpır kıpır. Yaşanacak tüm zorlukları boş vermiş sadece mutlu hayallere odaklanmış durumdayım. Bu yüzden..." diyen Sinan kendisini hayranlıkla izleyen kadının gözünden düşen bir damla yaşı sevgiyle sildi. Sol eliyle kadının boştaki elini tutan Sinan tuttuğu eli sıkmıştı. "Şimdilik koruyucu ailesi olarak yanında/yanımızda dursun. Günün birinde sen hazır hissettiğinde de evlatlık işlemlerini başlatırız." Tüm bunların rüya olmasından korkan Sıla cevabını bildiği soruyu sordu. "Neye hazır hissettiğimde?" Kadının gözlerine bakan Sinan tebessüm etti. "Sen biliyorsun ne demek istediğimi." "Belki bilmiyorum?" diyen kadının dudakları iki yana doğru kıvrılmıştı. Kadının niyetininin farkında olan Sinan gülerek başını iki yana salladı. "Hiçbir hazırlığım olmadan sana ayak üstü evlenme teklifi etmeyi düşünmüyorum Sıla'm. Her şeyden önce tüm hayatımı planlı programlı yaşayan yapıma ters." "Peki bizim Kiler Faresi hangi planın programın parçası Binbaşı?" dedi kadın bilmiş bir şekilde. Bakışlarını uyuyan çocuğa çeviren Sinan sevgiyle gülümsedi. "Kendiliğinden gelişen her şey her zaman daha güzeldir. Bak mesela şekerli kahve sevgim de varlığından haberdar değilken çıktı karşıma." diyen adam elindeki eli sıkmıştı. Ona bakan Sıla huzurla adamın ismini söyledi. "Sinan?" Kadının ses tonu karşısında adam ona baktı. "Sıla'm? "Ben de aynı deliliğin hissediyorum. Ben de aynı şeyi istiyorum." "Ne?" dedi Sinan kısık bir sesle. "Erken değil. Hatta düşününce geç bile. Zaten geç buldum seni. Bu yüzden hazırlıklarını en kısa sürede yapabilirsin. Bekliyorum." Sinan ciddi bir şaşkınlıkla kadına baktı. "Eğer sırf..." diyen adam düşündüğü şeyi nasıl söylemesi gerektiğini bilemeyerek sustu. "Böylesine ciddi bir kararı sırf evlatlık işlemleri hemen olsun, resmen evli gözükelim diyerek alır mıyım ben?" Sinan başını iki yana salladı. "Almazsın da..." diyen adam yeniden susmuştu. Sıla, adamın bu tereddütüne hak verdi. Şu zamana kadar hep kaçıngan davranmışken bir anda evlenelim moduna girmiş olması Sinan'ı şaşırtmıştı. Aşık olduğu bal gözlere bakan Sıla yumuşak bir şekilde konuştu. "Bugün Ömer hastaneden kaçmadan hemen önce sana bir şey söyleyecektim biliyor musun?" Bu ani konu değişimi karşısında gözlerinde soru işaretleri beliren adam başını iki yana salladı. Sinan'ın elindeki elini çeken kadın elini adamın yanağına koyarak hayatının itirafını yaptı. "Seni seviyorum Sinan Kor. Hiç korkusuz kendimi sana emanet edecek kadar çok seviyorum seni." Sıla, ruhuna baktığı adamın bal gözlerindeki mutlu değişimi an be an izledi. Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Sinan yanağında duran eli dudaklarına götürerek öptü. "Ben de seni seviyorum Sıla Karaman. Tüm kaçındıklarıma koşacak kadar çok seviyorum seni." Adam kendisine sarılırken huzurla gözlerini kapatan Sıla sevgiyle fısıldadı. "İkinci şansım benim. Hoş geldin. İyi ki geldin. Hediyenle geldin." 🦅 Sabah namazı vaktinin girmesiyle namazını kılan Sinan, yatak odasının kapı aralığından sızan loş ışığa doğru yürüdü. Kendisini tahmin ettiği manzara karşılamıştı. Çocuğun elini bırakmayan Sıla iki büklüm bir şekilde uyuyakalmıştı. Başını önüne eğerek içten bir şekilde gülen adam yaşananlara hâlâ inanamıyordu. Sevdiği kadının düzgün bir şekilde yatağa yatması için Ömer'in diğer tarafındaki örtüyü açan Sinan, Sıla'nın yanına geldi. Kadının saçlarını sevgiyle okşarken fısıldadı. "Sıla'm. Hadi kalk da güzelce yat." Adamın bu ilgisi karşısında dudaklarında uyku mahmuru bir gülümseme beliren kadın gözlerini açmadan mırıldandı. "İyi böyle. Ömer rahatsız olur belki." "Seninle uyuma şansı olacak ve rahatsız mı olacak? Hiç sanmıyorum." diyen adamın sesi muziplik doluydu. Yarı uykulu bir şekilde gülen Sıla iç geçirdi. "Bunu uykum olmadığı bir zaman söyle." "Halbuki ben 'Uykum olduğu zaman söyle de uyuyalım.' dersin diye beklemiştim. Yine üzdün Acılı Telvem." diye dalga geçen adam kadının uykusunun kaçmasını istemediği için bu takılmayı uzatmadı. "Gel bakalım buraya." diyen Sinan sevdiğini kucağına alırken konuşmaya devam etmişti. "Hayatımın en mutlu gününü müstakbel karımı çocuğumuzun yanına taşıyarak sonlandırayım." "Bu cümleleri ben uyanıkken söyler misin? Düşünemiyorum şu an." diye mırıldanan kadın esnemişti. "Sana müstakbel karım dediğim ilk anda bana karşılık olarak esnemeni asla unutmayacağın Sıla. Bilesin." Uykulu gözlerini zar zor aralayan kadın yarı açık gözleriyle adama baktı. Bal gözlerin haylaz bir muziplikle parladığını gördüğünde mahmurca güldü. "Bu saatte nasıl bu kadar dinç olabilirsin aklım almıyor." derken sesinden uyku akıyordu. Kadını yatağa yatıran Sinan, sahte bir bıkkınlıkla iç geçirdi. "Her seferinde asker olduğumu nasıl unutabiliyorsun benim de aklım onu almıyor. Hiç uyumadan 72 saat durabilirim. Sonrasında en az bir 1 saat uyumam lazım sonra yine bir 48 saat dayanırım. Tabii hepsinin sonunda top patlasa bile 40 saat yataktan çıkmayabilirim ama o da işin kusuru olsun." diyen Sinan bakışlarını uykuya dalmış olan kadına çevirdiğinde sessizce güldü. "Ne demişti? Yatakta dört dönerim, asla uyuyamam." Gözleri gülen adam önce uyuyan kadının alnına, sonra da onun kollarının arasındaki küçüğün alnına yumuşak bir öpücük kondurdu. Bu temas uyuyan ikilinin dudaklarında hafif bir tebessüm belirmesine neden olmuştu. Kapıya doğru yürüyen Sinan arkasında ufak bir hareketlenme hissettiğinde geriye baktı. Uykusunda dönen Ömer, Sıla'nın kolları arasında yerini almış huzurlu uykusuna kaldığı yerden devam ediyordu. 'Daha fazlası olamaz dediğim her an beni daha da çok aşık ediyorsunuz birbirinize.' diye düşünen adam bir süre önündeki manzarayı izledikten sonra kapıyı sessizce kapatarak oturma odasına yöneldi. Tekli koltuğun kenarındaki battaniyeyi alıp üçlü koltuğa yönelen asker küçük yastığı başının altına alarak yattı. Sabah Sıla'nın 'İnanamıyorum sana Sinan. Çarşaf yastık almadan mı yattın?' söylenmesiyle uyanacağına emindi adam. "Belki de bizim Küçük Kiler Faresi 'Aaa askerler uyuyor muydu?' diye yüzüme dokunarak uyandırır. Belli mi olur?" diye mırıldanan adam kendi kendine güldü. Gözlerini kapattığında geçen günün getirdiği şaşkınlıklar, duygu değişimleri ve sürprizler bir kez daha aklına doluşmuştu. Hayat ne kadar da garipti. Tek tabanca olarak başladığı bu günü, bir aile babası olarak sonlandırmıştı. 🌙 Bir insan nasıl her defasında bölümü verdiği saatten rötarlı paylaşır oynar bakalım 😅🤣 Neysem efendim tutmayacağım. Bölüm nasıldı? Böyle bir şey bekliyor muydunuz? Şahsen ben beklemiyordum. İki hafta önce cumartesi bir anda aklıma düştü. İki haftadır kurgu geliştirip, bulduğum her fırsatta yazmakla meşgulüm 🤭 Bir dahaki bölüm bol HilBur'lu olacak. Haydi Allah'a emanet olun 🌼 Sizi çok seviyorum 😍 Edit; Bölümü kısa hikaye şeklinde paylaşıp KİT'e okuyucu toplama düşüncesi çık aklımdaaaaan 🤣🤣 B.K.S |
0% |