Yeni Üyelik
24.
Bölüm

20. Bölüm- Paralel Evren, Sen Ve Ben | Part 1

@yasminiesa

Kapının çalındığını duymasıyla elindeki kitabı yanındaki masaya bırakan Hilal "Gelin." diye seslendi. Kapı açılırken telefonunda çalan hafif müziği de tamamen kapatmıştı.


Pazar günü olmasına rağmen, meslekleri pazar dinlemediğinden, herkesin günlük hayatın telaşesinde koştuğu bu öğlen saatinde gelen kişi ya Gökçe-Burcu-Ecem üçlüsünden biri olmalıydı ya da hastane personelinden biri.


Odaya giren kişiyle tahmininde oldukça yanıldığını fark eden Hilal, şaşırdığını hissederek karşısındaki adama baktı.


"Hiç bakma öyle. Ne yapayım? Sıkıldım."


"Ve benim yanıma mı geldin? Hem de tek başına. Vay canına." diyen Hilal hissettiği şaşkınlık mutluluğa dönüşürken gülümsemişti.


Hüsranla iç geçiren Doğu, Hilal'in yatağının yanındaki koltuğa oturdu.


"Kesin çok pişman olacağım. Belki de... Olmayacağım. Bilmiyorum. Tek bildiğim bu hastanede tıkılı kalmaktan en az senin kadar nefret ediyor olmam." dedi Doğukan dürüst bir sesle.


"Ben pek de nefret edemiyorum. Burak yokken sıkılıyorum doğru, ama o kadar."


Kızın cümlesini duyan Doğukan başını iki yana salladı.


"Gerçekten de dikişlerin alınana kadar seni çıkarmayacak değil mi?"


"O çıkarmaya kalkışsa bile ben çıkmam. Bu saatten sonra değil." diye mırıldanan Hilal birkaç gün önce Burak'la yaşananları hatırlamıştı.


💫


"10 gün oldu. Artık yetmez mi bu ceza Alfa'm? Cidden çok sıkıldım."


Hilal'in isyan dolu cümlesini duyan Burak, elinde bulunan dosyayı sıkarken memnuniyetsiz bir şekilde mırıldandı.


"Hangi ceza?"


Adamın beden dilinden yayılan olumsuzluğa rağmen bu konuya bir çözüm getirmesi gerektiğini hisseden Hilal sessiz kalamadı.


"Beni hastaneden çıkarmama cezasını diyorum. Kaldım bu dört duvar arasında."


"Sana ceza verdiğim yok." diyen adamın sesi istemsizce soğuk çıkmıştı.


"Nasıl yok? Dikişlerimin alınmasına daha var. Gerçekten de beni en az 1 hafta daha burada mı tutacaksın? Millete de yazık günah. Hastaneye gelip gidiyorlar her gün. Gerek var mı buna cidden?"


İç geçirerek elindeki dosyayı yanındaki sehpanın üzerine bırakan Burak yumruklarını sıkarak sessiz kaldı.


Hilal, sevgilisinin bu ruh hali hiç hoşuna gitmezken yatağından inerek adamın oturduğu çift kişilik koltuğa gitti. Sağ ayağını sabırsızca sallayan Alfa, yanına oturan kıza bir bakış dahi atmamıştı.


"Alfa'm? Bak bana. Ben iyiyim. Gerçekten iyiyim. Sadece zehirden dolayı üstümde çok hafif bir kırgınlık var ama nezle olunca da oluyor o kırgınlık."


"Sen nezle olmadın Hilal."


Burak'ın yine soğuk çıkan sesiyle sabır kat sayısının zorlandığını hisseden Hilal alttan almaya çalışarak konuştu.


"Kastettiğim şeyin ne olduğunu anladın. Bu şekilde davranmandan nefret ediyorum. Tamam bana kızgınsın bili..."


Kendi kendine alayla gülen Burak başını iki yana salladı.


"Sana kızgın falan değilim. Kızdığım birisi varsa o ancak kendim olabilir."


"Kendine kızmandansa bana kızmanı tercih ederim... Bana bakar mısın Burak? Duvara konuşuyormuş gibi hissetmek hiç hoş bir duygu değil."


Kızardığını hissettiği yeşil gözlerini sevgilisine göstermek istemeyen Burak, kızın isteğini yerine getirmedi.


Adamla bu şekilde tartışmaktan nefret eden Hilal, sakin kalmaya gayret etse de içindeki Asena'nın çıkmak üzere olduğunun farkındaydı.


Asena ortaya çıkarsa, bu oda ikisinin başına yıkılırdı...


"Niye böyle yapıyorsun? Ben iyiyim diyorum. İyileştim, herhangi bir şeyim kalmadı."


Hilal'in isyan dolu cümleleri sessizlikle karşılanmıştı. Sabrının sonuna geldiğini hisseden Hilal, olası bir ciddi kavgaya neden olmak istemediği için derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Sevgilisinin bileğinden tutarak onun gitmesini engelleyen Burak sonunda patladı.


"AMA BEN DEĞİLİM!"


Adamın acı dolu bağırışı karşısında afalladığını hisseden genç kız, elalarının kızarmaya başladığını hissederken kocaman açtığı gözlerle Burak'a döndü. Elalarıyla buluşan zümrütlerin kıpkırmızı olduğunu gördüğünde nefesinin kesildiğini hissetmişti.


"Ben iyi değilim. Ben iyileşmedim. Ben... İyileşmedim!"


Sevdiğinin sesindeki kahreden acı karşısında ruhunun sıkıştığını hisseden Hilal, dikkatle koltuğa oturduktan sonra elini adamın yumruk yaptığı elinin üzerine koydu.


"Alfa'm?"


Sakinleşme dileğiyle derin derin nefesler alan adam, kızın elini tuttuktan sonra neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir sesle konuştu.


"Ben... Ben üzerime gelecek kabusları karşılayamam Hilal. Şu an değil. Her şey bu kadar tazeyken değil. Geçmişimin kabuslarına/değişen kabuslara bir şekilde alıştım ama buna olmaz. Ben o ânı, o anları, bir kez daha yaşayamam Hilal. Sonu kötü bitecek değişen kabuslarımla savaşamam. Şimdi değil. Sen daha tam iyileşmemişken değil. O berbat günü silecek kadar çok gözlerine bakmamışken değil. O lanet tekdüze sesi silecek kadar çok kahkahanı duymadan değil."


Gözyaşları yanağından tek tek düşmeye başlayan Hilal, hıçkırmamak için dudaklarını birbirine bastırdı.


Ağlayan sevdiğine bakan Burak, elini onun yüzüne götürerek gözyaşlarını silerken kendi gözünden de bir damla yaşın süzüldüğünü hissetmişti.


"İyileştim diyorsun ya... Bedenen iyileştiğin doğru. Ama sen de kabus göreceksin Kelebeğim. Kan ter içinde uyanacaksın, en azından ilk günlerde. Tek bu yaralanma değil ki, baban da geldi hayatına. Düşünmek bile istemediklerin girecek kabuslarına. Ben sadece... Bu durumu erteleyebildiğim kadar ertelemek istiyorum. Ninen ve annen seni kendi evlerine götürecek. Yani tutup da 'Ben bu gece burada kalsam?' diyeceğim bir durum olamayacak. Hem... Ne zamana kadar böyle devam edecek ki? Bir şekilde o kabuslarla yüzleşip, onları geldikleri yere geri göndermemiz gerekiyor. Hayatımızın sonuna kadar her dakika uyurken birbirimizin yanında olamayacağız. Yani ya ben bir göreve gideceğim ya da sen bir gün öyle koltukta kitap okurken uyuyakalacaksın. Böyle beklenmedik bir andansa, hazırlıklı bir şekilde bu kabuslarla savaşmak istiyorum. Ama... Şimdi değil. Lütfen Kelebeğim, şimdi değil. Elimde çok güçlü bir bahane varken, dikişlerinin alınmasına daha varken kollarıma aldığım seninle biraz daha huzurla uyumak istiyorum. Olmaz mı?"


Başını aşağı yukarı sallayan Hilal, titrek bir nefes aldı. Kız cevap bile veremeyecek kadar dağılmış durumdaydı. Onun bu halini hüsran dolu bir iç geçirişle karşılayan adam, ağlayan sevgilisini kendisine çekip sıkıca sarılırken bu zor günleri en hasarsız şekilde atlatabilmeleri için dua etti.


💫


"Kabus görmemek için her şeyi yapar." dedi Doğukan kısık bir sesle.


Olayı kendinden bilen adam için en yakın arkadaşının neden böyle davrandığını tahmin etmek zor olmasa gerekti.


Elaları hüzne boğulmuş olan Hilal, hafifçe başını salladı.


"Öyle."


"Annenler bu durumu garip bulmadı mı? Yani bizimkiler hep 'Burak'tır ne yapsa yeridir.' modunda olduklarından garipsemezler ancak annen ve ninen için aynı şey geçerli değil."


"Sanırım onların da işine geldi. Yerimde durmayacağımı biliyorlar. Mutlaka ayaklanırdım, bir şeyler karıştırırdım. Zehrin kalıntıları bedenimden tam atılıp dikişlerim de alınınca daha rahat hissedeceklerdir. Bu yüzden de sorgulamadılar. Babam desen her şeyin farkında zaten."


"Salih amca, Burak'ın neyi neden yaptığını en iyi bilen kişi. Bildiğini asla yansıtmaz ama durum her zaman bu." dedi Doğukan kızı onaylarken.


Kısa süre adamı inceleyen Hilal, hafif bir gülümsemeyle sordu.


"Nasıl gidiyor? Gerçekten de yanıma gelmene şaşırdım bu arada."


Arkasına yaslanan Doğukan derin bir nefes aldıktan sonra omuzlarını silkti.


"Çok kaçtım. Kaçamayacağım bir noktaya varana kadar kaçtım. Sanırım artık kaçmaya gücüm kalmadı."


"Ya da artık yüzleşmeye gücün var." dedi Hilal yumuşak bir sesle.


"Belki de."


Odayı kısa süreli bir sessizlik kapandıktan sonra Doğukan sessizce mırıldandı.


"5 gün önce hastanedeki Psikiyatr'ın kapısını çaldım."


Bu itirafı duyan Hilal, gözlerindeki şaşkınlık ve ruhundaki mutlulukla arkadaşına baktı.


"Bunun ne denli büyük bir adım olduğunu söylememe gerek yok sanırım?"


"Asıl büyük adım buraya gelmemdi Hilal. Evden çıkmayı, bir yere gitmeyi geçtim... Hastaneye gelmekti."


"Bunu ömrümüzün sonuna kadar unutmayacağız. İnan bana." diye fısıldadı Hilal gözleri hafifçe dolarken.


"Olumsuz olayları ömür boyu hatırlamak can yakıyor. Bu yüzden olumsuzları unutun ama... Bu sayede Ecem'imin karşıma çıkmaya cesaret edebildiğini ya da benim en büyük tabularımı kırmış olmanızı hatırlayabilirsiniz." dedi Doğu hafif bir tebessümle. Bir süre duraksadıktan sonra başka bir itirafta bulunmuştu.


"Bunu söylemem garip gelecek ama hastanede olmak, başka bir yerde olmaktan daha iyi. Yani... O 18 yaşındaki çocuğun eve kapanmasının en büyük etkenlerinden birisi, yüzündeki yaraya acıyla bakan insanlardan dolayı kendini normal hissedememesiydi. O acıyan-meraklı bakışlar unutmaya çalıştığım, ki asla unutamadığım, yaşananları hatırlatan bir tetikleyiciydi benim için. Fakat hastaneler öyle yerler ki Hilal, kimse kimseye acıyarak bakmıyor. Çünkü ya kendileri ya da sevdikleri hasta. Onlar acıyı biliyor, fiziksel veya ruhsal yaralara aşikarlar bu yüzden de senin yarana saygı duyup sorgulamıyorlar. Bir de seni umursamayacak kadar kendi dertlerinde boğulmuş durumdalar. Yıllarca görünmez olmayı dileyerek insanların arasında gezme hayali kurdum ben. Arada sanal ortamda gezintilere falan çıkardım. Özlerdim dışarıda olmayı. Ben ki gezmeyi, sosyalliği ve..." diyerek duraksayan adam kısık bir sesle devam etti.


"Koşmayı delicesine seven insan. Bu yüzden, dışarı çıkamamak ruhumu daha çok ezdi. Daha çok karanlığa itti beni. Ve ben burada görünmez olduğumu fark ettim. İstediğim o görünmezliğe sahip olduğumu... Geceleri acile iniyorum, son günlerde gündüzleri de. Bizzat kimseyle iletişime geçmemiş olsam da insanların arasında yürümek, duyduğum bazı diyaloglarla tebessüm etmek, kahve makinesinde sıraya girip kahve aldıktan sonra camdan dışarıya bakabilmek... Ve tüm bunları yaparken de görünmez olmak. Huzurlu hissettiriyor. Yüzümde maske olmadan reel bir şekilde insanların arasında yaşam sürdürebilmek hoşuma gidiyor. O 18 yaşındaki çocuk hastanelerden nefret ederdi. Şimdi ise hastanelere sığınıyor. Hayat garip gerçekten."


"Kendinle barışabilmen için güzel bir mekandasın. Ne doktoru sana herhangi bir şey söyler ne hastası ne de hasta yakını. Hastanede kalman çok da kötü bir şey değilmiş sanırım ha? Yanlışlıkla psikiyatri katına bile uğramışsın."


Hilal'in son cümlesindeki muziplik adamın tebessüm etmesine neden olmuştu.


"3'tür yanlışlıkla uğruyorum. O günü anlatmadım belki ama genel hislerimden, korkularımdan, yanlış olduğunu bile bile yaptıklarımdan, yıllardır ruhuma bilinçli bir şekilde çektirdiklerimden bahsettim. Bunu yaptığıma inanamamasam da bana verdiği ilaçları düzenli kullanıyorum."


"Peki, nasıl hissediyorsun?"


Hilal'in farkına varmadan girdiği psikolog modu, adamın samimi bir kahkaha atmasına neden olmuştu.


"Psikiyatr'ımla konuşuyormuşum gibi hissettirdin valla Asena. Sen hep böyleysen Burak'taki bu değişime şaşmamak gerek."


"Ya ne dedim ki ben şimdi? Soru sordum sadece." diyen Hilal asıl olayın soruda değil de soruş şekli olduğunun farkındaydı. Doğu'nun sözleri bunu kanıtlar nitelikteydi.


"Gözlerinde merak değil de anlayış var. Dudaklarında anlatmasan da sen bilirsin dercesine hafif bir tebessüm, sesindeki yumuşaklıkta ise yatıştırcı bir güven... Bu şeklide sorduğun bir soruya %99 dürüst bir cevap alırsın Psikolog Hanım."


Yanağının içini ısıran Hilal suçlu bir şekilde arkadaşına bakarak omuz silkti.


"Valla elimde değil. Karakterime, ruhuma işlemiş bir kere... İnsanların bize anlattığı için değil de, anlattıklarını duydukları için iyileştiğini bilirken onları konuşturmadan duramıyorum. Hem senin..." diyen Hilal ileri gitmek istemediği için sustu.


Onun ne diyeceğini tahmin eden Doğu, kızın havada kalan cümlesini tamamladı.


"Hem benim duyacaklarıma hazır olduğumu hissediyorsun."


Doğukan'ın sansürsüz cümlesi karşısında Hilal gülümseyerek mavi gözlü adama baktı.


"Ecem de benim gibi şanslı. Onun varlığını öğrendiğinden beri tek tek tüm tabularını yıkıyorsun."


"Şanslı mı? Şu zamana kadar ona yaşattıklarımı görmüyor musun?' diye başlamayacağım. Ertan Bey ilk görüşmemizden beri 'Geçmiş pişmanlıklarını ısıtıp ısıtıp önünüze koyacaksanız bu görüşmeleri hiç yapmayalım Doğukan Bey. İyileşme niyetiyle bu kapıyı çaldıysanız hakkını verin.' deyip duruyor. Ayrıca Ecem'imin davranışları da bu durumu tetikliyor. 'Sen kendinde değildin ki tüm bu yıllar boyunca. Bu yüzden seni suçlayamam. Suçlayacak olsaydım şu an yanında olmazdım.' dedi geçen gün. Yani... Söylediğini kabul edeceğim sanırım. Varlığını öğrendiğimden beri ona layık olmaya çalışıyorum. Onun karşısında baştan ayağa yaralı bir şekilde durmak istemiyorum."


"Bunu yaparken yaralarını sarma hakkını elinden alma ama olur mu?" diye mırıldandı Hilal yumuşak bir şekilde.


Cümleyi duyan Doğukan bakışlarını ellerine çevirdi. Mavileri elindeki hayali yaraların izlerini takip ederken kısık bir sesle konuştu.


"Ben o günü hiç tanımadığım bir yabancıya ,psikiyatra, değil de Kraliçeme anlatmak istiyorum."


Başını kaldırarak kızarmış gözleriyle Hilal'e bakan adam ekleme yaptı.


"Burak'ın sana anlattığı gibi."


Dudaklarında hafif buruk bir gülümseme beliren Hilal olayı anlayarak konuştu.


"Senin bu kadar kısa sürede böylesine dörtnala gidebilme sebebin bu. O aşılmaz duvarlı Soğuk Nevale'deki değişim, senin umudun oldu."


"Öyle. Burak sana yıllar önce yaşadığımız o günden bahsetmemiştir. Benim özelim olduğu için. Burak ile kardeşliğimizin başladığı gün... Beni tavandan sarkarken bulduğu gündü."


Kalbinden koca bir acı geçen Hilal, öğrendiği bu gerçekle titrek bir nefes aldı.


"Çok korkmuştu. Ve delirmişti. Kesinlikle çok delirmişti! Kalbim durmuş ve ne kadar olduğunu bilmediği bir süre boyunca bana kalp masajı yapmış." diyen Doğukan yaptığı hatayı fark ederek hızla sustu.


Gözünden bir damla yaş firar eden Hilal, usulca yutkunduktan sonra çatallı bir sesle mırıldandı.


"Sonra?"


Kızın güçlü duruşu karşısında gözlerinde takdir dolu bir sevgi beliren Doğukan anlatmaya devam etti.


"Sonra... Kızdım ona. 'Beni neden kurtardın?' diyerek çıkıştım. Benim de aynı şeyi yapacağımı söylediğinde inkar ettim ve haklı bir nedeni olursa onu kurtarmayacağımı söyledim. Bilmiyordum yaşadıklarını. Sadece bir hastalıktan annesini kaybetti zannediyordum. Burak o kadar profesyonel bir oyuncuydu ki o ukala-alaycı maskesini öylesine mükemmel takınmıştı ki anlamadım. Kimse anlamadı. O gün senin sevgilin olacak o mazoşist, beni kurtardığı maket bıçağı alıp kendi kalbine götürdü. Ne kadar korktuğumu, bıçağı ondan nasıl aldığımı bilmiyorum. Beni korkutan o hareketi ya da sözleri değil, gözleriydi Hilal. Ben kendi gözlerimde gördüğüm vazgeçmişliği görmüştüm onun gözlerinde. Askeriyeye girdikten sonra bazı zamanlar o bakışlar nüksetti, bazısındaysa tam sınıra geldi. İkimizin de cehennemi farklıydı ve Burak'ın yaşaması için çevresinde bulunan çok insan olsa da, o insanlar bazı durumlarda onun prangası oluyordu. Hiç kimseye tek kelime etmediği için karanlıkta daha çok kayboldu. Emre öğrendiğindeyse, işler iyi olmaktan çok kötüye gitti... Biliyor musun? Ben Burak'taki ilk farklılık ışığını KİT'e başladığımız sıralarda görmüştüm."


"Nasıl farklılık?" diye sordu Hilal soru dolu gözlerle.


"Bir gün oturuyorduk. Gece geç saatler. İkimiz de bitiğiz, günlerdir uyumamışız ama inat ettik ertesi gün davayı bitireceğiz bu yüzden de o dosya başından, ben de bilgisayar başından kalkmıyoruz. Bir anda 'Onu sevdiğini nasıl anladın?' diye sordu. Bana bir süre kal geldi tabii. Tabu konumun en âlasını açmıştı ne de olsa. Ona baktım hâlâ dosyalarla ilgileniyor. Soruyu hayal ettiğimi düşüneceğim ama parmağı sabırsızca kağıda vuruyor. Cevap bekliyor benden. Normalde asla cevap vermezdim ama dedim ya bitiğim içtiğimiz kafeinli kahveler, uykusuzluk, yorgunluk... Hepsi birleşince bülbül gibi şakıdım. Ona, Ecem'ime bakarken gözlerimin nasıl parladığından bahsettim. Onu görünce nasıl heyecanlandığımdan, mutlu olduğumdan, en ufak bir hatırlatıcıda anılara daldığımdan, anlattıklarını nasıl ruhuma kaydettiğimden, gülüşü için nasıl çırpındığımdan... Sonunda berbat ama Kraliçe'mden konuşmuş olmanın buruk huzuruyla 'Neden sordun?' diye sordum. 'Hiç!' dedi yalnızca. Ama ben daha önce Burak'tan hiç böyle bir hiç duymamıştım. Birkaç gün sonra Emre'ye çıtlattım durumu telefonda konuşurken. İşte o zaman öğrendim Stajyer Kızı'n varlığını. Aradan yıllar geçti ve günün birinde görev olayı ortaya çıktı. O görev, Burak'ın ya sonu olacaktı ya da başlangıcı. Hilal Alacalı'nın, Mardin'deki kız olduğunu öğrendiğim an aklımdan bu düşünce geçmişti. Sonrasını sen yaşadın zaten. Sancılı bir süreçti. Her şeye rağmen kardeşimi her gördüğümde omuzlarından bir yük daha kalkmış olurdu. Gözlerindeki o karanlık yavaş yavaş yerini yeşilliğe verdi. Önce gülümseme sözcüğü hayatında yerini aldı sonra da kahkaha. Tüm bu değişime bizzat şahit oldum. Belki diğerleri sürekli yanında olduğu için bunu çok fark edemedi ama biz Burak ile aralıklı görüştüğümüzden, ben günden günde yaşadığı bariz değişimi görüyordum. Sevgili olduğunuzda 'Bundan daha üstü olamaz.' diye düşünüyordum ki Bukalemun yakalandı ve siz Sakarya'ya gittiniz." diyen Doğukan kızarmaya yüz tutan mavilerine tezat bir şekilde gülümsedi.


"Bu şehirden çıkan adam ile, bu şehre geri gelen adam aynı kişi değildi Hilal."


"Değildi." diye onayladı Hilal kısık çıkan sesiyle.


"O günden beri sürekli acaba diyorum. Aklımda sürekli Kraliçem. Yeni yeni fark ediyorum. Kendimden gizli o tatlıcının Ecem çıktığı hayaller kuruyormuşum ben. Şimdiyse tüm hayallerim gerçek oldu. Ve hayatımda ilk defa benim acabalarımın boyutu değişti. Bu sefer... 'Acaba ben de Burak gibi hayatımın cehennemini anlatabilir miyim, atlatabilir miyim?' diye düşünmeye başladım."


"Bunu düşündüğüne göre anlatmak istiyorsun." dedi Hilal bariz gerçeği göstererek.


"İstiyorum. O genç çocuk bundan kaçmak için sevdiğini yarı yolda bıraktı. Şu an karşında duran adam ise sevdiğinden kaçmak istemediği için anlatmak istiyor. Ben... Yoruldum artık. İnsan gibi yaşamak istiyorum. Önümde gerçekten zor bir süreç var. Bunun farkındayım, aptal değilim. Anlatsam bile o demir yığını dünyanın her yanındayken atlatmam hiç kolay olmayacak. Yine de... Ben artık ailemden bahsedebilmek istiyorum. Onlardan miras olan adımı duymayı çok özlemişim. Onlardan, onların bana olan sevgisinden bahsetmeyi çok özlemişim. Ben... Anne ve baba demeyi çok özledim."


Son cümlesinde sesi titreyen adam gözlerini kırpıştırarak toparlanmaya çalıştı. Kendisini sessizce dinleyen kızın varlığı kısa sürede yeniden konuşmaya başlamasına neden olmuştu.


"Bir yandan diyorum ki Ertan Bey ile konuşayım, toparlanayım ondan sonra Kraliçemin karşısında dimdik durayım ama bir yandan da... Ben daha fazla onsuz bu yolda yürümek istemiyorum. Elimden tutmasını istiyorum. Bir an önce ona anlatmak istiyorum çünkü gelecekte yine korkup kaçmaktan korkuyorum. Düşünürsem önümdeki yol uzuyor, korku tüm ruhumu ele geçiriyor. Bu yüzden anlatmak istiyorum ama hastaneden de çıkamıyorum işte. Bu durum da elimi kolumu bağlıyor."


"Neden?" diye sordu Hilal, Doğukan'a bakarak.


"Ne neden?"


"Neden hastanede olmak elini kolunu bağlasın ki? Hastanede anlatamaz mısın?"


Hilal'in sıradan bir şeyden bahseder gibi çıkan sesiyle Doğu ona bir bakış attı.


"Hayatımın en berbat gününü bir hastane köşesinde mi anlatayım yani?"


"Hayatının en değerlisini bir hastane köşesinde terk eden sen değil miydin?"


Duyduğu cümleyle adam donakalırken kız yumuşak bir şekilde devam etti.


"Yeni bir başlangıç için daha iyi bir mekan düşünemiyorum ben Doğu. Bittiği yerde, yeniden başlayacak. O genç çocuk bir hastane odasında aldığı bu kararı, yıllar sonra yine bir hastane odasında değiştirecek. Eğer o çocuk 11 yıl önce cesaret edebilseydi, zaten her şeyi bir hastane odasında sevdiğine anlatacaktı. Ona sımsıkı sarılarak, onda teselli bulmak isteyerek... Ancak o zaman bunu yapamayacak kadar yaralıydın. Peki ya şimdi? Seni durduran ne?"


Kızarık mavi gözlerinden birkaç damla yaş düşen Doğu hızla onları silerken "Hiçbir şey." diye fısıldadı.


Acabalarla dolu adamın ruhu, bu farkındalıkla hafiflemiş gibiydi.


"O zaman yıllar önce gözünün içine bakarak senden bir adım bekleyen o kızı bu sefer boş çevirme. O zaman bu hastaneye daha az mahkum olduğunu fark edeceksin. Nasıl ki onun elini tutarak buraya gelebildiysen, yine onun elini tutarak çıkabileceksin. Ben buna inanıyorum Doğu. Ben size inanıyorum."


Hilal'in inançlı sesini duyan Doğukan çoktan kararını vermişti. Adamın düşünceli ancak rahatlamış halini gören Hilal dudaklarında beliren tebessümle devam etti.


"Senin de dediğin gibi önünde kolay bir süreç yok ancak sen savaşmak istediğin sürece aşılamayacak hiçbir engel de yok. Sadece sevdiğine seni teselli etmesi için gereken o şansı ver. İkinizin ihtiyacı olan tek şey bu."


Başını aşağı yukarı sallayan adam, dudaklarında beliren gülümsemeyle genç kıza baktı.


"Hayatımıza mucizelerinle girdin Hilal. Biliyorsun değil mi?"


"Hiçbir şey sizin hayatıma getirdiğiniz renk kadar olamaz Doğukan. İnan bana." diye karşılık verdi genç kız da aynı şekilde gülümserken.


🦋


Doğukan gittikten sonra podcast dinleyen Hilal sıkılmış bir şekilde odaya göz gezdirdi. Her gün uğrayan Gökçe-Burcu- Ecem üçlüsünden kimsenin gelmemiş olması bu sıkıntısını arttırmıştı.


"Kesin hepsi sevgililerinin yanında." diye söylenen Hilal iç geçirdi.


Bugün Burak'ı binbir iknayla üsse gönderdiğine şimdiden pişman olmuştu.


'Sen bilirsin Kelebeğim ama pişman olduğunda arayıp gel dersen gelmem haberin olsun.' diyerek giden adamın yine haklı çıkmış olması sinirlerini bozuyordu.


Telefonu eline alan Hilal 'Güzel Sevilenler 💙' grubunu açtı. Birkaç kişinin çevrimiçi olduğunu görünce sevinçle mesaj attı.


-Kızlaaar. Ne yapıyorsunuz?-


Paparazim; Yanlış zamanlama Casper'ım 😔. Şimdi olay yerine geldik. Hayır anlamıyorum. Neden bir olayı pazar günü işlersin ki sen. Diğer günlerin suyu mu çıktı? Neden pazar yaa?


Savcı Hanım; Bize pazar mı var? Pazar dediğin şey ne yeniliyor mu?.. Pazar günleri mesaiye kalma olayına girmeyek çıkamayız. Neyse şurada gördüğüm kıvırcık iki kafa siz oluyorsunuz sanırım? Bu cinayet halka, dolayısıyla da yayına kapalı hanımefendi 😎. Hadi başka kapıya.


Paparazim; Herkes ekmeğinin peşinde Savcı Hanım niye böyle yapıyorsunuz ama? 😭


Gazeteci Hanım; Bırak teli Aslı 🤨. Şuradaki polis şeridini geçmeye çalışan muhabirin peşine takılalım hadi.


Polis Hanım; Hop hooop Edanur dur bakayım. Siz gruptaki polisin yanında polis şeridini geçme planları mı yapıyorsunuz? 😡 Hangi olay mahalliydi acaba Savcım? Şu yasadışı işler yapan gazetecileri aldırmak için bir ekip çıkarayım hemen.


Bu diyaloglarla neşeyle gülen Hilal 'Savcı Hanım yazıyor.' yazısının hem peşine 'Paparazim yazıyor.' yazısını gördüğünde istemsizce kahkaha atmıştı. Canının derdinde Aslı, Almina'dan önce yazmıştı.


Paparazim; Yapmaaa 😱. Yazmaaaa. Duuuur. Gönderir valla bu deli. Acı bize Almina 😭


Savcı Hanım; O zaman usulca banketin arkasına alayım zatı muhteremlerinizi 😏


Gazeteci Eda; Hayır anlamıyorum olay mahallindesin madem tel elinde bizimle nasıl yazışabiliyorsun? Savcılar her olay mahallinde böyleyse ohoooo 🙄


Savcı Hanım; Yaz Aytül. Veriyorum adresi.


Paparazim; No no no 🥺 Onun kusuruna bakmayınız Savcım. Ben ona haddini hemen bildiriyorum. Korkut'la takılmaya başlayalı beri böyle oldu bu. Kendilerine BŞÜ diyen amip beyinliler kızın ayarlarıyla oynadı 🤦🏼‍♀️. Ondan yani.


Polis Hanım; Kendilerine BŞÜ diyen amip beyinliler? 🤔 Peki. Sen söyleme adresi Almina. Ben an itibariyle kaç cinayet işlendiğini bulup tek tek hepsine ekip göndereceğim.


Deli'm; Ben burada bir Onur'u koruma sezdim


Polis Hanım; Yok öyle bir şey nereden çıkarttın? 🙄


Deli'm; Ooo inkar ediyoruz. Bir ara gel yanıma da bu inkar mekanizması hakkında konuşalım 😉. Var mı benim gibi arkadaş 😎. Bedavaya psikolog hizmeti. Fiyatlar aldı başını gidiyor bak Aytül kaçırma derim.


Polis Hanım; Bi git işine Nisa yaa 😒


Deli'm; Ahh mail geldi. Ben de pazarlarımı araştırmalara veriyorum. Tonla yazacağım/araştıracağım şey var. Gidiyorum işte. Mutlu musun? 😤


Polis Hanım; Çoooook 😈


Doktor Masal; Bir öğle arası verelim dedik telefon susmadı 🙄. Sayenizde meraktan yemeği tıka basa yedim. (Pazar olayını tazecik intörn olarak yok sayıyorum. Ben 3 gündür evime gitmediiiim 😭)


Doktor Semanur; Öğle arası mı o da neydi? Pazarı yine az buçuk biliyorum bak. Gerçi şu an seminer zamanı. 3 haftadır pazarlarım nöbette. Ahanda ben ameliyata giriyorum kızlar. Goygoyunuz bol olsun. Masal ameliyat çıkışı seni kahveyle odamda bulma ihtimalim var mıı? Olsun lütfeeen.


Doktor Masal; Eğer çağırmazlarsa getiririm canım


Doktor Semanur; Ay iyi ki geldin kız bizim hastaneye. Sen de olmasan... Ups teli bırakmalıyım. Beni çağırıyorlar. Hadi size kolay gelsin. Bana da tabii 🥲


Paparazim; Bu arada ilk sen yazdın ama görüldü atıp duruyorsun Hilal 😂


-Sıkıldım diye yazmıştım zaten muhabbetinizi izlemek keyifli geldi 😅🤣 Neyse tutmayayım ben sizi, hepinizin işi var. Konuşuruz sonra 😘-


Kızlar mesajına olumlu dönütler verirken dudaklarında keyifli bir gülümseme olan Hilal sırıtarak arkasına yaslandı.


1 Saat Sonra


Yatakta yatan Hilal önce sola sonra sağa sonra yeniden sola döndü. Şu son günlerde yeterince kitap okumuş, podcast dinlemiş ve dizi izlemişti. Çok uzun zaman sonra hiç olmadığı kadar aktif sosyal medya da kullanmıştı. Geriye ne kalmıştı?


"Bugün Burak'ı zorla dışarıya gönderirken kesin beddua etti bana. Zaman geçmiyor. Geç-mi-yor. Kaplumbağa bile bu hızın yanında tavşan kalıyor. Off sıkıldım."


Telefonu eline alan Hilal tekrardan Güzel Sevilenler grubuna girmek üzereyken duraksadı. Kızların işi olduğunu bile bile mesaj atamazdı. Bu yüzden en az kendisi kadar işsiz olan bir diğer grubuna girdi.


'Kader Mahkumları 🫂'


~Kızlaaar neredesiniz? 😭 Müsait olan var mııı? Çok sıkıldım. İlla sizin gelmenize gerek yok. Gelirim ben yanınıza. Yeter ki muhabbet olsun 🥺.~


Eltim; Tabii tabii sen gel yanımıza. Akşam da Burak Bey'in çenesini çekelim. Üzgünüm Hiloşum 🙅‍♀️. O adamın dırdırıyla baş edemem ben.


~İyi o zaman sen gel Gökçe!~


Eltim; Eltiye ünlem kullanılmaz❗ Fizik saatim değişti kuzum. Ele beni. Akşama doğru ancak gelebilirim 🤧


Pastacı Kız; Ben de bizim kafenin işleri için dışarı çıktım bugün. 1 saate ancak dönerim hastaneye. Üzgünüm 😔


Küçük bir çocuk gibi yanaklarını şişiren Hilal, Burcu'nun yazdığını görünce umutlanarak gülümsedi. Gülümsemesi kısa sürmüştü.


Adaşımın Anası; Beni de ele canım. Hilal Nur'un sarılığı biraz arttı gibi. Tam da eve gitme hazırlıklarına başlamıştık 😢


Burcu'nun yazdığını gören Hilal hüzünlü bir nefes aldı. Kadının ne denli diken üzerinde olduğu mesajdan bile hissediliyordu.


~Gökhan abi yanında mı?~ diye sorarken olumsuz bir cevapla Burak'ın gazabına rağmen Burcu'nun yanına gideceğini biliyordu genç kız.


Burcu ve Gökçe bu soruya aynı anda cevap vermişti.


Eltim; Gökhan onları bırakır mı? 😆


Adaşımın Anası; Gitmiyoooor 🤦‍♀️. Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum


Pastacı Kız; Buldun da bunuyorsun valla Burcu. Ne güzel işte her zaman sana destek olan bir kocan var.


Adaşımın Anası; Eh darısı başınıza ne diyeyim 😉


Yazılanı gören Hilal homurdandı.


~Benimkinin bana evlenme teklifi etmeye niyeti yok 😒🙄~


Eltim; Ahahahahaha. Gülmemeliyim biliyorum ama.... Ahahahah 🤣🤣


Adaşımın Anası; Ama şimdi kendimi suçlu hissettiriyorsun Hilal. Bak en iyisi benim yaptığımı yap. Kaçır kimliğini, git evlendirme dairesine. Geliyorsan gel gelmiyorsan rüyanda görürsün de 😁


~BANA RÜYA DEME BURCU!~


Pastacı Kız; Kız niye yükseldin? Hayırdır Burak rüyanda görürsün mü dedi yoksa? 😂


Gözlerini deviren Hilal, bu odada yaşanan diğer bir rüya muhabbetini hatırlayınca istemsizce gülmüştü.


'Neyse artık bu gidişle rüyamızda öpüşeceğiz zaten.' cümlesini kuracak kadar arsızlaşmasına neden olan Burak Kılıç, kesinlikle koca bir ödülü hak ediyordu.


Elindeki telefona döndüğünde biriken mesajlarla gülüşü arttı.


Eltim; Hey! Ne diye görüldü atıyorsun? Bir soru soruldu burada 😁


Adaşımın Anası; Kesinlikle katılıyorum. Önemli soru. Dedikodu kokusu alıyorum 😈


Pastacı Kız; Hilaaaal. Kızım niye görüldü atmaya devam ediyorsun? Heyy! Huhuuu.


Adaşımın Anası; Hangi hayal alemine daldı acaba?


Eltim; En güzeline. Yaşanmışlaraaaa 🤭


Pastacı Kız; Sıkıldığı için mesaj atıp muhabbet aranan Hilal kendi hayal alemine daldı. Şaka gibi yaa 😂.


Eltim; Nereye daldın diye sorsak da cevap vermeyecek bu 🤧.


Adaşımın Anası; Hiç sorma hiç sorma. Ketum kız. Halbuki daha tanışalı saat olmamışken benim tüm özelimi sermişti ortaya 🙄. Hiç adil oynamıyor 😑


Pastacı Kız; Hee benim kısmi erkek arkadaşıma da aynısını yapıyor 😒


~Doğu'ya hâlâ kısmi erkek arkadaşım mı diyorsun aasdsdsdsdsddd~


Eltim; İşine geleni nasıl da görüyor ama. Yalnız şimdi bu soru da yerindeydi. Elcevap?


Pastacı Kız; Valla ben bazıları gibi ketum değilim bu yüzden cevap veriyorum. Kesinlikle KISMİ erkek arkadaşım.


Adaşımın Anası; Bak ben bu muhabbeti bilmiyorum. O nasıl oluyor Ecem? Sağ kolu erkek arkadaşın da sol kolu değil mi? Nasıl kısmi olabilir ki? Ben bir kendimi deli zannederdim var ya. Siz bana umut oluyorsunuz 😂


~Bizde normal olan yok. Buna alışamadın mı hâlâ Burcu? 🤣~


Adaşımın Anası; Az kaldı alışacağım 😆. Ama Ecem cevaaaap.


Pastacı Kız; Beyefendi resmi bir çıkma teklifi etmedi hâlâ. Sanırım 10 yıl önceki teklifinin üzerine yatıp oradan devam etmeye çalışıyor.


Adaşımın Anası; Ay bu muydu kısmilik nedeni? Sen söyle 'Benimle çıkar mısın?' diye. Gerçi bu yaşta çıkar mısın da garip kaçıyor ama olsun 😂


Pastacı Kız; Dedim. Asansöre biniyorduk. Doğu pek... Asansöre binmeyi sevmez. Benim için binmişti. Ben de o atmosferle 'Doğukan... Çıkalım mı?' diye sordum.


Eltim; Düşündüğüm cevabı vermiş olamaz 😯


Aklına yaşananlar gelen Ecem arkadaşlarına ağlayan emoji yolladı.


Pastacı Kız; 😭😭😭


💫


'Doğukaaan.'


Merdivenlere doğru yürüyen adamın dudakları duyduğu sesle birlikte anında iki yana kıvrılmıştı. Adımlarını durdururken hızla arkasına döndü.


'Kraliçe'm? Bugün gelmeyecektin hani.' derken durumdan gram şikayetçi değildi adam.


'Her gün her gün fast food yiyorsun. Duba gibi olacaksın sonra.' diye söylenen kız elindeki yemek kaplarını havaya kaldırarak sırıtmıştı.


Kızın bu jesti içini okşarken sağ omzuyla duvara yaslanan adam yarım ağız gülümsedi.


'Hmm duba gibi olursam bakmaz mısın yüzüme?'


Duyduğu cümle Ecem'in gözlerinde tatlı bir sevgiye neden olmuştu. Bakışlarını sevgilisinin yüzünde, yaralı gözünde, usul usul dolaştırıken Doğukan yalın bir şekilde karşısında durmaya devam ediyordu.


İlk karşılaşmalarındaki Doğu olsaydı ne yüzüyle ilgili bir şaka yapardı ne de bu süzüşü rahatça karşılardı. O Doğu saklanmak üzerine kodlanmış gibiydi. Bu karşısındaki Doğu'da ise şaşırtıcı bir şekilde o eski haylazdan izler vardı. Bu durum Ecem'in dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmesine neden olmuştu.


'I-ıı bakmam. Spor kulübünün yolunu tutarsın. Koşu bandında billmem kaç kilometre koşmak istemiyorsan sağlıklı besleneceksin."


Sesli bir şekilde gülen Doğukan başını iki yana salladı.


"Pastacı Ecem hâlâ brokoli-marul modunda anlaşılan. Onlarca şekeri-unu kullanan kendisi değilmiş gibi. Bir gün önüme şerbetsiz kadayıf koymazsın değil mi Kraliçe? Yemem bak.'


'Yiyorsa yeme.' diyen Ecem mod bir şekilde Doğukan'a bakmıştı.


'Hâlâ bu donuk moda girmemen için her şeyi yapabilirim sanırım. Hiç değişmedin mi yoksa bana özel mi eskisi gibi davranıyorsun?'


Doğu'nun güleç sesinin aksine cümleler Ecem'i durgunlaştırmıştı.


'Bir insanın 10 yılda değişmemiş olması fazla ütopikçe bir düşünce değil mi Doğukan Seray? Ne denli değişmiş olabileceğimi bilsen şaşarsın.'


Ecem'in sesindeki tını adamın kaşlarını çatmasına neden olmuştu.


'Ne demek istiyorsun?'


'Bir şeyler anlatacak tek kişi sen değilsin. Senin anlatacakların kadar benim de anlatacaklarım var diyorum.'


'Elbette var bunu biliyorum ama...' diyen adam devam etmedi. Bu konuyu uzatırsa sonunun hoş yerlere gitmeyeceğini hissetmişti. Şu anki ruh halinin, yaşanacakları kaldıracağından emin değildi.


'Sen konuşmaya karar verdiğinde anlatacağım zaten merak etme. Durduk yere sana her şeyi anlatmaya niyetim yok.'


Ecem'in cümlesini duyan Doğukan kalbinin kırıldığını hissetti. Eskiden sırf paylaşmak için o gün yedikleri yemeği bile birbirlerine anlatırlarken şimdi böylesine önemli konuların 'Durduk yere' anlatılmaması canını yakmıştı.


Yüzü düşen adamın hislerini kendinden bilen Ecem hüzünle tebessüm etti.


'Bana da hak vermelisin. Tek tük söylediğim kırıcı olmayan kelimelerle bu hâle bürüneceksen işimiz var seninle.'


'Biliyorum da... Bir kelimenle beni göklere çıkarıp, başka bir kelimenle yerin dibine sokabildiğini unutmuşum. Garip geldi yıllar sonra bu his.' diye mırıldanan adam burukça tebessüm ettikten sonra sol omzunu kaldırıp indirdi.


"Yıllardır hiçbir şey beni yıkamaz/kıramaz modunda takılıyordum. Her şeyi alaya alıp, sınırı aşmaya kalkana ters bir şekilde haddini bildiriyordum. Bu yüzden de şu an içimde dönüp duran hissi uzun zamandır tatmamıştım.'


'Kendinden, birine kırılma hissini de esirgedin yani.' dedi Ecem olumsuz bir sesle.


'Bu güzel bir his değil ama Ecem. Bunu hayatımdan uzak tutmam iyi bir şey değil mi?' diye sordu Doğu karşısındaki mavi gözleri incelerken.


'Tamam da Doğu'm... Kırılmak, doğal bir duygudur ve öznesi de sevdiğin insanlardır. 10 yıl boyunca kimseye kırılmamış olman 10 yıldır kimseyi şahsi duvarların içine almadığını, insani duygularını yaşamadığını gösterir. Bu yüzden iyi bir şey değil. Karşındaki insan her daim seninle ortak noktada buluşmaz, ona arada kırılırsın sonra da karşılıklı bu kırgınlığı telafi edip hayatına devam edersin. Hayatın tadı da bu küçük kırgınlık, kızgınlıklar sonrası gelen barışmalarla çıkmaz mı zaten? Hep aynı düşüncede kalıp mutlu olsak bir yerden sonra mutluluk da sıkıcı bir monotonluğa dönmez mi?.. Hatırla! Lisede naz yapıp sana kızdığım zaman peşimde koşmak nasıl hissettiriyordu?'


Son cümle düşüncelere dalmış olan adamın yumuşak bir şekilde gülmesine neden olmuştu.


'Eğlenceli.'


'Delirmeyi eğlenceli bulan bir sen varsındır zaten.' diyen Ecem gülmüştü.


'Aaa niye öyle diyorsun? Biz hoşlandığımız kızın saçını çeken nesiliz.' dedi Doğu kıza göz kırparak.


İkili, içlerinde hissettikleri mutlulukla birbirlerine baktılar. Aradan yıllar geçmesine rağmen her konuştuklarında böylesine huzurlu ve tanıdık hissetmek çok güzel bir duyguydu.


'Eee hangi sağlıklı yiyecekleri getirdin bakalım?' diye soran Doğukan odaların bulunduğu kata çıkmak için merdivenlere yöneldi. Hol biraz serindi ve elini ovuşturan Ecem'in üşümeye başladığını fark etmişti.


'Doğu?'


Ecem'in soru dolu sesiyle ona döndü.


'Efendim?'


'Asansörle çıkalım mı?'


Soru, adama sert bir meteor misali çarpmıştı.


Kısa bir an duraksayan Doğukan bariz zorlanarak konuştu.


'Onca fast foot sonrası duba olmamamı bu merdiven sporuma borçluyum ama. Hadi bugünkü sporumu tamamlayalım.'


Kızın ısrar etmeyeceğini uman adam merdivenin ilk basamağındayken Ecem sessizce sordu.


'Klostrofobin var değil mi?'


Soru karşısında hüsran dolu bir nefes alan Doğukan kaçmayacağının farkındalığıyla kıza döndü ancak soruyu cevaplamadı. Ecem'in bir cevaba ihtiyacı yoktu zaten. Daha ilk gün zehir olayında onca acelelerine rağmen gelen asansörü es geçen Doğukan'ın merdivenlere koştuğunu gördüğünde 'Acaba?' demişti. Günler içerisinde bir kez bile asansöre binmediğini gördüğündeyse emin olmuştu.


'Kendisini yıllardır eve kapatan adamın klostrofobisinin olması nasıl bir ironi?' diye fısıldadı Ecem titrek bir nefes alırken.


Doğu, kızın ne kadarını bildiğini merak etti. Cümleleri, düşündüğünden çok daha fazla şeyi bildiğini gösteriyordu. Yine de sormaya cesaret edemedi. Sorular cevapları ve yeni soruları getirirdi. O soru-cevap döngeline girerse cevaplamak yerine susmayı tercih ederdi. Ve bu durum Kraliçesini çok kırardı.


Onun duygu karmaşasının nedeninin asansör olayı olduğunu düşünen Ecem çekingen bir şekilde sordu.


'Benimle binmeni istesem?'


Önce asansöre sonra da Ecem'ine bakan Doğukan usulca yutkundu.


'Elimi tutarsın. İstediğin herhangi bir katta ineriz. Kendini iyi hissetmezsen hemen bir üst katta bile inebiliriz.' dedi Ecem hızlı hızlı konuşurken.


Doğu yeniden sessiz kaldığında genç kız başka bir taktik denedi.


'Ne yani şimdi sen benimle dar bir alanda kapalı kalma durumunu elinin tersiyle itiyorsun öyle mi? Lisedeki genç buna balıklama atlardı halbuki.'


Kızın muzip cümleleri Doğu'nun istemsizce gülmesine neden olmuştu.


'Karşındaki adam da atlar sanırım.'


Dudaklarında kendinden emin bir gülümseme beliren Ecem bilmiş bir sesle konuştu.


'Ee bi zahmet.'


İçinde büyük bir korku hisseden Doğukan, parlayan gözleriyle kendisine bakan kızı reddetmemek için o korkuyu susturdu ve Ecem'in yanına geldi. Genç kız asansörün düğmesine basarken ayağını istemsizce sallıyordu.


Ya işler umdukları gibi gitmezse? O zaman...


Doğu'nun olumsuz düşüncelerini elinde hissettiği el susturmuştu. Gizleyemediği endişesiyle kendisini izleyen Ecem'e bir gülüş bahşeden adam elindeki eli sıkıca kavradı.


O yanımdayken işler hep yolunda olurdu.


Asansörün kapıları açıldığında genç kadın sevdiği adama döndü. Yapabilirsin dercesine gözlerine bakan maviler Doğukan'ın ihtiyacı olan gücü sağlamış, adam gönüllü olarak asansöre binmişti.


Doğukan'la aynı anda asansöre binen Ecem sakin görünmeye çalışarak en üst katın düğmesine bastı. Bu sırada tekrardan hatırlatma yapma ihtiyacıyla konuşmuştu.


'İstediğin herhangi bir anda en yakın katta durabiliriz.'


Asansörün kapıları yavaşça kapanırken gözlerinde endişe olan kıza dönen Doğukan, Ecem'in yüzüne düşen bir tutam saçı alarak kızın kulağının arkasına götürdü. Bu temas Ecem'in dudaklarında tebessüme, kalp atışlarında hızlanmaya neden olmuştu.


'Çıldırırcasına özlediğim seni izlerken zaman kavramım kaybolduğuna göre... Burc Halife'nin* tepesine bile çıkıyor olsam bu lanet asansörü tınlamam.'


[*Burc Halife; Dubai'de bulunan kullanılır 163 katı olan, 828 metre yüksekliğindeki dünyanın en yüksek binasıdır.]


Mavilerini bir an bile kendisinden ayırmayan Doğukan'a bakan Ecem, adamın derin bakışları altında heyecanlı bir nefes aldı. Gözleri, sözlerindeki ciddiyeti vurguluyordu.


Mavilere aynı derin bakışlarla karşılık veren Ecem'in dudaklarından istemsizce şu 3 kelime dökülmüştü.


'Doğu'm? Çıkalım mı?'


Duyduğu cümle ruhunu okşarken, kaçtığı onca şey varken bu teklifi kabul etmenin hem Ecem'ini hem de ilişkilerini yıpratacağının bilincindeki Doğukan hiç istemese de işi dalgaya vurdu.


'Çıkıyoruz ya zaten. Hatta... Bak 2 kat kalmış.'


Çıkalım mı sorusuna böyle bir cevabı alan diğer kadınlar ne yapardı bilmiyordu ama bu cevap Ecem'i kızdırmamış aksine hoşuna gitmişti.


Bu çok Doğu'ca olmuştu çünkü.


Birebir geçmişteki dalgacı haylazın vereceği bir karşılıktı. Eğer bu an geçmiş yaşansaydı aynı cümleler, aynı ses tonu, hafif burukluğa rağmen aynı dalgacı muzip bakışlarla karşılık verirdi bu karşısındaki sinir bozucu herif. Yine de bu durum Ecem'in aldığı bu cevabı hiç sorgusuz kabulleneceği anlamına gelmiyordu tabii ki.


'Seni o iki kat arasına hıyar niyetine koyup sandviç yapacağım Doğukan Seray.' diye tısladı Ecem ciddi olmaya çalışarak.


Bu cümle, asansörde neşeli bir kahkahanın yankılanmasına neden olmuştu.


'Ama bu gerçekten iyiydi.' derken gülmelerini durduramıyordu adam.


Özlediği gülüşleri duymanın huzurundaki Ecem'in dudaklarında mutlu bir gülücük belirirken asansör durmuş kapıları iki yana açılmıştı.


Sanki her gün asansöre biniyormuşçasına rahat hareketlerle elindeki kızla asansörden çıkan Doğukan gülerek sordu.


'Demek beni iki kat arasına hıyar niyetine koyup sandviç yapacaksın ha? Çıkacak sonucu çok merak ediyorum.'


Yanındaki adamın tekrardan gülmeye başlamasıyla Ecem daha fazla kendini tutamamış ve gülmeye başlamıştı. Doğukan gizli kata çıkan merdivenin kapısına cebinden çıkartan kartı okuturken gülen kıza sevgi dolu bir bakış attı. Günler önce bu kapıdan içeri girerken yüzünü bile göstermekten çekindiği sevdiğiyle şimdi neşeli kahkahalar atıp eskisi gibi takılıyorlardı.


Ve bu harika hissettiriyordu.


Doğu bu saatten sonra kendini eve kapatarak hayattan soyutlanan depresif adam olmak istemediğini fark etti.


İşte bu farkındalıktı, ertesi gün yanlışlıkla(!) psikiyatristin kapısını çalmasına neden olan...


💫


Pastacı Kız; Yukarı çıkan asansörü kastederek 'Çıkıyoruz ya zaten.' dedi.


Adaşımın Anası; Peki sen ne yaptın? Ben güzel bir diz geçirirdim. Sahibim o potansiyele 😅


~İnanırım buna bak Burcu. Yaparsın sen 🤣~


Eltim; Durun şimdi siz. Ecem ne yaptı onu merak ediyorum ben.


Pastacı Kız; Ne yapacağım? Çok fazla eski Doğu'dan izler taşıyordu. Bir iki söylendim en son baktığımda kahkaha atıyorduk.


Adaşımın Anası; Kızlar biz niye sizin ağzınızdan kerpetenle laf alıyoruz ama? Hadi adam akıllı dökül. Sizde sıfır dedikodu ruhu var. Gader mahkumuyuz biz. Sen hastanede mahsur olmasan da sevdiceğinden dolayı bizim gruptasın. Hakkını ver bakayım 🤨🤨


Pastacı Kız; Burcu sen sosyeteden değil misin? Ne bu dedikoducu karı tavırları? (Yırtmaya çalışıyordu)


Adaşımın Anası; Yırtamazsın tatlım 😉. Ben Çanakkale'nin en dedikoducu köylerinden birinde büyüdüm. Şah'lara gelin geldikten sonra bu sıkıcı cemiyet hayatının içine düştüm. Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor hepsi salağa yatıyor. Garip bunlar anam. Neyse 🎤 sende.


Pastacı Kız; Doğukan beni kesin gebertecek. Sakın sevgililerinize bahsetmiyorsunuz bu diyalogtan. Özellikle de sen Hilal!


~Aa-aa. Benim gibi masum birine... Hiç yakıştıramadım Ecem. Ben hiç bir şey der miyim?~


Pastacı Kız; Gram inandırıcı değilsin şu an biliyor musun?


~Söz söz. Burak'a hiçbir şey demeyeceğim.~


Bir süre sonra diyaloğu öğrenen kızlar telefon ellerinde gülüyorlardı.


Eltim; Tuza banıp banıp yersin artık o hıyarı Ecem 🤣🤣


Bu cümle Hilal'in sesli bir kahkaha atmasın neden olmuştu.


~Ben bunu kullanırım. Doğukan'ın suratının alacağı ifadeyi çok merak ediyorum 🤣🤣🤣~


Pastacı Kız; Yakarım çıranı Hilal. Söz verdin 😡


~Ben Burak'a söylemeyeceğimin sözünü verdim. Doğukan'a karşı kullanmayacağım demedim kiii. 🥒 HIYAR hediye ederim artık bir gün aasdsdsdsdsddd~


Ecem'in çıkışları, kızların gülüşleri derken bu sohbet de sonlanmış; Gökçe fizik tedavisine, Burcu kızına, Ecem ise halletmesi gereken işlere yönelmişti.


🦋


"Yine kaldım tek başıma." diye mırıldandı Hilal sıkkın bir şekilde.


'Sana Burak'sızlık yaramadı Burak'sızlık. Sorun yalnızlık değil. Sevgilini özledin millete sataşıyorsun.'


Genç kız iç sesinin haklılığına isyanla iç geçirerek yanıt vermişti.


Yattığı yatakta bakışlarını yukarı çevirerek tavanla bakışan Hilal, Burak'ı arama dürtüsünü engellemeye çalıştı.


'Ben demiştim. 3-4 saat bile dayanamadın bensizliğe değil mi?' diyen ukala herifle uğraşamazdı şu an.


Tavanla bakışmasının 8. dakikasında kapısı çalınan Hilal 'Acaba Burak mı geldi?' umuduyla kapıya doğru döndü. Kapı açıldığında hemşire Seda'nın "Hilaaal." diye seslenişini duyan genç kız hayal kırıklığıyla dolu bir nefes vermişti.


"Gel Seda'cım gel."


"Geldim geldim." diyen Seda odaya dudaklarında koca bir sırıtış, kollarında koca bir paket ile girdi.


Hemşirenin kolunda asılı duran ikinci paketi de fark eden Hilal kaşlarını çatarak olayın ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.


"Bunlar ne?" diye sorarken yatağına oturmuştu.


"Valla elçiye soru olmaz. Benden getirmesi, gerisi sende. Paketleri açarsan soruna cevap bulursun bence." diyen Seda elindekileri Hilal'in yatağına bıraktıktan sonra kıza göz kırparak kaçarcasına odadan çıktı.


"Neler oluyor?" diye mırıldanan genç kız merakla önündeki kutuyu açmıştı.


Kutunun içinde çok hoş bir elbise vardı.



Elbiseyle bakışan Hilal'in aklında yalnızca bir isim vardı.


"Yine neler çeviriyorsun Alfa'm?" derken dudaklarında kocaman bir sırıtış belirmişti.


Kutunun dibindeki kağıtları gördüğünde elbiseyi kenara koyan Hilal, tatlı bir heyecanla kağıtları aldı. Hızlıca ilk kağıdı açan genç kız yazılanları okuduğunda sesli gülmeye başlamıştı.


'Öhöm öhöm. Şimdi bir saniye dur ve hayal et Kelebeğim. Bir kadın giyim mağazasında onlarca gıldır gıcık kıyafet arasında dolaşan KOSKOCA YÜZBAŞI ALFA... Edemedin değil mi? Ben de edemiyordum. En son kıyafetlerle bakışırken bir durdum 'Ne oluyoruz lan?' falan oldum vazgeçecekken de sana çok yakışacağını düşündüğüm bu kıyafeti gördüm. (Burada parantez açmam gerekiyor. Bu kıyafeti bulamasaydım, ultra abes durmama rağmen mağazada gezmeye devam ederdim. Bu akşam çıkacağımız randevu için sevgilime elbise seçme zevkinden kendimi mahrum bırakamazdım. Bu yüzden kimseden yardım istemeyerek bizzat ben gittim.)


Şimdi sen kesin 'Bu akşam çıkacağımız randevu.' kelimesinde takılı kalmış, 'Ne randevusu bu?' diye düşünerek şaşkınca kağıda bakıyorsundur. Eğer öyleyse görevimi gayet de güzel yerine getirmişim demektir.'


Okumayı bırakan Hilal kaşlarını havaya kaldırdı.


Ne göreviydi bu? Ayrıca Burak'ın randevu dediği şey hastane sınırları içerisinde gerçekleşecekse eğer adamı boğacaktı. Bakışlarını tekrardan kağıda çevirdi.


'Bugün ayın 17'si. 17 Ocak.'


"Ne? Bugün 17 Ocak mı?" diye şaşkınca mırıldanan Hilal geçen gün durduğu için dijitaliyle değiştirilen duvar saatine baktı.


16 Ocak'ı gösteriyordu. Kaşlarını çatarak telefonuna baktığında orada da 16 Ocak yazdığını gördü.


"Nasıl yaa?" diyen kız Google'a -Bugün tarihte olanlar.- yazdığında karşısında 17 Ocak'a ait bilgiler bulmuştu.


"Sana inanamıyorum Alfa'm." diye mırıldanan kız kağıtta yazılanları okumaya devam etti.


'Evet evet bugün 17 Ocak. Dedim sana görevimi güzel yerine getirdim ;) İki gündür 16 Ocak Pazar günü önemli bir toplantı var üstte, diye yanında telefon görüşmeleri yapıyorum. Etrafımdaki herkesi oyunuma alet ettim. Kadavra telefonundaki tarih ayarlarını değiştirdi. Kızlar sürekli pazar günü 17 Ocak olmasına rağmen 16 Ocak Pazar diye bahsettiler. Demir 1 gün geriden gelerek dosyalarını getiriyordu. Geçen gece saatin pilini çıkarttım sabaha da 'Aa saat durmuş söyleyeyim değiştirsinler.' diye rol kestim. Kerem de benim ayarladığım, 1 gün önceden gelen, dijital saati getirdi taktı. Yani plan tıkır tıkır işledi. Sanıyorum ki şu an Google'dan falan tarihe bakmakla meşgulsündür. Nasıl ama? Sürpriiiz ;)


Bugün, tanışma yıl dönümümüz Kelebeğim. Tam 4 yıl önce bugün, 17 Ocak 2017 tarihinde, tanıştık seninle. Bir salı günü...


Biliyor musun? Ben salı günlerini sevmezdim. Küçükken babam şehir ilçelerine gittiği içindi bu sevmeme durumu. 11 yaşından sonra ise... İlk kez annem ve babam olmadan uyumak zorunda olduğum gün olduğu içindi. O berbat gün, 26 Mayıs 2003, bir Pazartesi gününe denk gelmişti. Annem ve babam ile uyuduğum son gün, o gündü.


Gerçekten çok puslu hatırlıyorum o günü. Hatırladığım en net şeyse ertesi gece, salı gecesi, korku içinde gördüğüm kabustan uyanışımdı. Olanların gerçek olmamasını delilercesine dilemiştim o gün. O salı, benim cehennemimdi. Tüm gün zihnimde hep aynı ses yankılandı. 'Artık annen ve baban yok. Miniğin de...'


O olaydan dolayı pazartesileri, bu kimsesizliğimden dolayı da salılardan nefret ettim hep. Günlere kimlik vermek, günleri suçlamak saçmaydı belki ama suçlayacağım neyim vardı ki? İnsanlar hafta başı olduğu için pazartesi sendromuna girerlerken, ben ailemi kaybettiğim için girerdim. Halbuki pazartesinin ne suçu vardı? Peygamberimizin doğduğu o güzel gündü. 11 Ağustos pazar gecesi doğan benim, ailemle uyuduğum ilk gün de pazartesine denk gelmemiş miydi? Ama işte... O gün de bir pazartesi yaşanmıştı. Ailemle ilk uyuduğum gün olduğu gibi son uyuduğum gündü de. Bu yüzden nasıl sevebilirdim ki pazartesileri? Bundan dolayı yıllarca haftanın ilk iki gün ayrı bir asabi oldum.


Sonra... Sonda bir salı günü, sıradan olduğunu düşündüğüm bir salı günü, patlamak üzere olan bir okula girdim. Az önce Seda'nın paketi getirdiği saat olan 16.43'te. O okulun camından tam o saatte girmiştim. Bu satırları okuduğun sıradaysa, hayatımı değiştirecek olan bir çift ela göze hissettiğim şaşkınlık ve heyecanla bakıyordum.


Miss Alfa Güzeli'ne ;)


O salı, salı gününü ilk defa sevdiğimi hissettiğim bir Salı'ydı. O günden sonra salı günleri bana kimsesizliğimi değil de cesurca bakan ela gözleri hatırlatmaya başladı. Yanında olamasam da seni hatırladığımda kalbimde hissettiğim o sıcaklığı seviyordum.


Salı günlerini sevmeye başlasam da pazartesileri... Sevemedim.


Belki de bu yüzden kütüphanede karşına geçmek için 9 Mart Pazartesi gününü seçmiştim. Belki de değil, bu yüzdendi. Salı'ları sevdirdiğin gibi Pazartesi'leri de sevdir istedim. Sana geldiğim gün bir pazartesi olursa eğer... Severdim. Sevmedim diyemem. Kütüphanede gözlerime baktığın her an seni ayrı, tüm anları tüm günleri ayrı sevdim. Karar vermem çok kısa sürdü bu yüzden. Soygunu senin üstünden gerçekleştirmemek için Alacalı'nın şirketine girdim.


Sana geldiğim pazartesiyi hep seveyim diye.


Sonrasını biliyorsun. Ruhumu/ruhunu öldürme pahasına gitmeye karar verdiğimi, neden gittiğimi... Onları öğrenmiştin şimdi de gitmek için neden pazartesiyi seçtiğimi öğrendin. Hasta olmasan da ben senden bir pazartesi günü gidecektim Ay Kız. Öldüğüm gün, bir daha ölecektim. Biliyorsun beni. Çektiğim acıyı katlama konusunda uzmanımdır. Bu yüzden de pazartesi gitmemem imkansız olurdu.


Sonraki süreçte pazartesilere bir kez daha kızarken, salılara kızamadığımı fark etmiştim.


Belki de buydu seninle yeniden bir salı günü üsde karşılaşmamıza sebep olan.


Yemin etmiştin sanki. Beni iyileştirmeye, beni kendimle/ailemle barıştırmaya ant içmiştin. Andını tuttun.


O günden sonra her günü ayrı sevmeme sebep oldun.


Bir salı günü (17 Ocak 2017 -bu tarihi yazmayı ayrı seviyorum-) yeşillerim elalarınla buluştu. Seninle tanıştığım Salı'ları sevdim.


Bir çarşamba günü (19 Şubat 2020) kafede pembe tütülü elbisenle karşıma çıktın. Seni bir daha bulduğum Çarşamba'ları sevdim.


Bir perşembe günü (6 Temmuz 2020) dileğim dedin, salıncağa binmemi sağladın. Çocuk olduğum Perşembe'leri sevdim.


Bir cuma günü (20 Kasım 2020) elime gitar almamı sağladın. Seni Seviyorum lafzını özgürce haykırdığım Cuma'ları sevdim.


Bir cumartesi günü (17 Ekim 2020) kırılan bir reçel kavanozuyla dağıldığımda geldin, günümü aydınlattın. Annem ve babamı anlattığım Cumartesi'leri sevdim.


Bir pazar günü (13 Eylül 2020) beni sevdiğini söyledin. Ruhumu görerek bana sarıldığın Pazar'ları sevdim.


Pazartesiyi es geçmedim, geçmem. Sadece... Tornado'yu yakalayıp sana geldiğim gün pazardı hatırlıyor musun? Babam da öyle bir zamanda, pazarı pazartesiye bağlayan bir gecede gelmişti. Bunu söyleyip seni üzmek istememiştim o zaman. Depoda uyuduğumuz o gece bir ara uyandım seni izledim öylece. 'Tamam.' dedim.


'Bu an da pazartesiyi sevme nedenim işte.'


Kollarımda sevdiğim, kulaklarımda onun huzurlu nefesi, burnumda enfes papatya kokusu...


O andan daha üstü gelemez derken ilerleyen saatlerde kendimi seninle ailemin mezarının başında buldum. Yıllardır kaçtığım yurdumda, memleketimde, annemle babama seni anlatırken...


Bir pazartesi günü ailemi kaybetmiştim, sayende bir pazartesi günü onlara kavuştum. Ben bu kavuşmanın hep onların yanına giderek olacağını düşünmüştüm. Hayatta istediğim tek şey o iti gebertmek, sonra da kendi kalbime sıkmaktı.... Sana kadar, aşık olduğum elalarına kadar, tek istediğim buydu. Şimdi yalnızca sen. Tek istediğim sensin. Senin gülüşlerin, senin sesin, senin kokun... Sen!


Yalnız fark ettin mi Kelebeğim? Kelebekliğinden felaket anlamda bana da bulaştırmışsın. Bu kağıdın başına niçin geçtim, neler yazıyorum şu an. Kağıtlar desek daha doğru olur gerçi.


Sen bana ne yaptın Zalımın Kızı? ;D


Günün ehem ve önemine geri dönersek... Bugün hep istediğin gibi seni hastaneden kaçırıyorum. Ama gece 12'den önce geri dönmemiz lazım. Malum kül kedisine dönersin falan ahahaha. Off Doğu ile takılmak bana hiç iyi gelmiyor. Onunla ilişkimizi en acilinden minimum düzeye indirmem lazım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim bizden Külkedisi ve dans ettiği kızı yüzünden tanımayarak ayakkabıyla bulmaya çalışan hanzo prens değil; olsa olsa Kırmızı Başlıklı Kız ve Kurt'un uyarlanmış versiyonu olur. Gerçi biz kendi romanımızı kendimiz yazıyoruz. Boşverelim başkalarının yazdıklarını, uyarlamasını falan ;)


Nasıl da çenem -kalemim- açıldı ama? Siyam ikizi gibi dip dibe bulunmaya, her an seninle konuşmaya öylesine alışmışım ki ayrı kaldığımız şu kısa zamanda bile seni delicesine özledim. Sabahtan beri seni aramamak için ne kadar çırpındığımı tahmin dahi edemezsin. Senin de benden bir farkın olmadığını biliyorum. Haberci dostlarım sıkıldığını ve gruba/gruplara yazdığını söyledi. Yine de inat ettin ve aramadın ha beni? İnatçı Kurt seniii.


Hadi çok tuttum, çok yazdım. Birazdan yardımcın gelecek, rötarlı randevumuz için hazırlayacak seni. Akşam tam 8'de kapında biteceğim, hazır olursanız çok sevinirim Asena Hanım. Elbisenin altına güzel bir topuklu giderdi -pek tercihin olmasa da- ancak o dikişli halinle topuklu seçenekler arasında bile değildi bu yüzden rahat bir babet aldım. Seveceğine eminim.


Not; 'Montumu giymeyi unutma!' dememe gerek olmadığını düşünüyorum ;).


Birkaç saate görüşürüz Sevgilim.


Allah'a emanet ol ♡'


"Vay canına." diye mırıldanan Hilal hissettiği şaşkınlıkla elindeki kağıtları yatağın üzerine bıraktı.


Kağıtları gördüğünde derin cümlelerle karşılaşacağına emindi ancak baştan aşağı mükemmel olan böyle bir yazı dizisi beklemediğini itiraf ediyordu. Burak'ın Sakarya'da verdiği, çoğunluğu yazarların alıntılarından oluşan, nottan çok daha farklıydı bu not. O zamanlar da Burak'ın iyi yazdığını anlatmıştı zaten ama bu başkaydı.


Burak'ın kaleminin bu denli iyi olmasını beklemiyordu Hilal.


"Cidden iyi olmadığın tek bir konu bile yok Burak Kılıç." derken kendi kendine gülmüştü genç kız.


Önündeki elbiseye baktıktan sonra ayakkabı kutusunu açan Hilal babetleri gördüğünde istemsizce gülümsedi.


Beni bu kadar iyi tanımana mı, zevkinin harika olmasına mı, bu denli mükemmel olmana mı, beni böylesine güzel sevmene mi... Hangi birine düşeyim ama ben Alfa'm?


Kapısı çalındığında içindeki heyecanla "Gel." diye şakıdı genç kız.


Odaya giren Burcu onun bu halini görerek güldü.


"Birileri çok mutlu bakıyorum."


"Küçük adaşım pek iyi değildi hani?"


"Yani kısmen gerçek ama düşündüğünden daha iyi, endişe etme. Biraz baba-kız vakit geçirsinler dedim seni hazırlamaya koştum ben de."


"Hepiniz biliyordunuz ve arkamdan iş çevirdiniz öyle mi?" diye hesap sordu Hilal gözlerini kısarak.


"Üzgünüm erkek arkadaşın ultra tehlikeli bir adammış. Onu dinlememezlik yapamadık."


Burcu'nun neşeli çıkan cümlesi karşısında Hilal de gülmüştü.


"Bununla işim var benim. Askerliğini benim üstümde kullanıyor resmen. Beni nasıl manipüle edebilir yaa."


"Niyet iyi niyet. Ona bak sen."


"Valla iyi niyet falan anlamam ben. Bunun hesabını verecek." dedi Hilal neşeyle gülerken.


"Dur şu elbiseye bakayım önce. Sordum söylemedi gıcık Yüzbaşı. Ben ser veririm sır vermem diyor. Yani elbisenin resmini atmak sır mı?" diye söylenen Burcu elbiseyi beğeniyle süzdü.


"Seninki yakışıklı olduğu kadar zevkliymiş de. Bugün anlatma sırası sende valla. Nasıl oldu da böyle yakışıklı bir askeri buldun bakayım?"


"Yani o mu beni buldu ben mi onu buldum orası tartışılır." derken istemsizce sırıtmıştı Hilal.


"Bak bak yine gizemli bir ses tonu. Gizlilik sözleşmesi imzaladım. Zaten tek kelime edemeyeceğim timiniz ve sizin hakkınızda. Anlatsan olmaz mııı?" dedi Burcu meraklı gözlerle Hilal'e bakarken.


"Yani ilk roundu tam anlamıyla anlatabilirim. İkincisini de kısmen. Ama askeriyeye girmeme neden olan olaylar zincirini o imzaladığın sözleşme bile kurtaramaz."


"Bak böyle yapa yapa beni iyice merak ettiriyorsun ha. Neyse ilk round heyecanlı mı bari?"


"Ahahaha benden/bizden daha azı beklenir mi?"


"Tamamdır o zaman. Mikrofon sende Hilal Hanım. Gel ama yavaştan hazırlayayım seni. Bu arada haberin olsun Burak 'Ben iyiyim saçımı kendim yıkarım der şimdi o. Kat'i suretle kabul etmiyorsun Burcu. Dikişleri alınana kadar bu böyle.' dedi. Han ile bu kadar iyi anlaşmasına şaşmamalı. Aynı evham ve pimpiriklilik var beyefendide." diye söylenen Burcu gülümseyerek ekleme yaptı.


"Ve tabii ki aynı aşk."


Bunu duyan Hilal gülümseyerek başını aşağı yukarı salladı.


"Biz çok şanslı kadınlarız Burcu. Çok çok şanslı."


🦋


Saçını yıkadıktan sonra elbisesini giyen Hilal, havalar soğuk olduğundan elbisenin altına ten rengi çorabını giydikten sonra babetlerini giydi ve odasına geçti. Burcu'nun kuaför misali elinde malzemelerle onu beklediğinde gülerek sandalyeye oturdu.


"Evvet saçını yapmaktan ziyade hikayeni duymak için sabırsızlanıyorum. Anlat bakalım."


Kızın saçına dağınık bir topuz yapmaya başlayan Burcu, duyduğu her cümleyle karşısındaki kızın cesaretine bir kez daha hayran kalmıştı.


(Hilal'in Saçı)



Hilal'in anlatacakları bittiğinde derin bir nefes aldı.


"Vay canına. Hikayeye bak. Bir bebeği kurtarmak için patlamak üzere olan bir binadan çıkmaman..." diyen Burcu saçını yaptığı kıza aynadan buruk bir tebessüm gönderdi.


"Buna inanamıyorum diyemeyeceğim. Neredeyse hiç tanımadığın benim için bıçağın önüne geçtin sen."


Burcu'nun titreyen sesini duyan Hilal yorgun bir nefes aldı.


"Bunu ne zaman aşacağız Burcu? Verdiğim karar bana aitti. Olayın seninle hiçbir alakası yok. Sen de en büyük kurbanlardandın. Her konusu açıldığında böyle mi olacak?"


Dolan gözlerini kırpıştıran Burcu burnunu çekerek mırıldandı.


"Sana olan minnetimi ödeyecek bir şey olsa belki, ama elimden hiçbir şey gelmiyor."


"Beni sevgilimle randevuma hazırlıyorsun ya. Ödedin işte." dedi genç kız tebessüm ederek.


"Dalga geçme Hilal. Bu konu ciddi. Ayrıca Burak'a yaşattıklarımız çok..." diyen Burcu suçlu biri şekilde başını öne eğdi.


"Bitti mi saçım?" diye sordu Hilal ciddi bir sesle.


Onun ciddi sesiyle yutkunan Burcu "Bitti." diye yanıtladı.


"Hadi gel koltuğa geçelim." diyen Hilal, Burcu'yu elinden tutarak koltuğa yöneltti. Çift kişilik koltuğa oturduklarında kızın elini bırakmamıştı.


"Bu akşamki randevuya hazırlanmamda bana yardım edebilecek onlarca insan vardı Burcu. O kadar insan arasından Burak sana gelmiş, senden rica etmiş. Bu ne biliyor musun? Anı Güncellemesi. Burak ile sürekli olarak bu tarz güncellemeler yaparız biz. Kötü bir olayı iyi haliyle yaşarız. Bugün de, Şah'taki gibi bir randevumuz var ve Burak bilerek seni seçti. Hepimiz için bir güncelleme olsun diye. Sen kendini suçlu hissetme, biz her randevu dediğimizde o günü hatırlamayalım diye. Yaşandı bitti. Siz kızınızla birliktesiniz, ben de Burak'la, ailemle ve sevdiklerimle birlikte... Isıtıp ısıtıp bu konuyu açmaya gerek yok artık. Sen, bana olan minnetini kızına adımı vererek ödedin. Ancak 'Bunu minnetten değil istediğimden yaptım. O sayılmaz başka türlü ödemem lazım.' diyorsan eğer..." duraksayan Hilal, Burcu'ya gülümsedikten sonra kesin bir şekilde devam etti.


"Bahsettiğin TEKOV projesini en kısa sürede hayata geçir. O itler ne yaparlarsa yapsınlar istediklerini asla alamayacaklarını bir kez daha görsünler. Kurtulan her çocukla, okuyup vatanı için yararlı olan her yüzle-binle bana olan minnetini ödemiş ol."


Başını aşağı yukarı sallayan Burcu kararlılıkla konuştu.


"Hastaneden çıkar çıkmaz ilk işim projeyi imzalamak olacak."


"Buna çok sevindim."


Tebessüm eden Hilal, kadının elini sıkarken Burcu kendi kendine gülmüştü.


"Olanlara hâlâ inanamıyorum biliyor musun Hilal? Hayatım bir anda aksiyon filmlerine dönmüş gibi hissediyorum. Rehin alınma kısmını ya da yaşananları bir kenara bıraksam bile inanamamazlık hali devam ediyor. KİT ile tanışmak, birçok gizli kahramanı tanımak, gizlilik sözleşmesi imzalamak falan... Bütün bunlar gerçek dışı geliyor. Kimsenin haberdar olmadığı gizli bir timde çalışmak nasıl hissettiriyor? Diğer insanların bilmediği sürüyle şey biliyorsun, ayrıcalıklısın. Tek telefonun ile birçok şey yaptırabilirsin. Bütün bunların ortasına nasıl düştüğümi düşünüyorum hâlâ. Vay canına. Gizli görevler alan gizli bir tim ha?"


Burcu'nun hayranlık dolu cümleleri üzerine Hilal başını öne eğdi.


'Tim mi? Şimdi bile böyleysen o tim zannettiğinin aslında koskoca bir teşkilat olduğunu öğrensen ne yaparsın acaba?' diye düşünen genç kız bıyık altından gülümsemişti.


Asli görevlileri haricindeki herkes KİT'in açılımının Kusursuz İşkence Timi olduğunu zannediyordu.


Devlet için çalışan, Vatandan başkasından emir almayan bağımsız gizli bir tim...


Kusursuz İşkence Timi yalnızca çok özel davaları alır, çok gizli görevlere gider ve kimsenin bilmediği sırlara vakıf olurdu.


Herkesin bildiği buydu. Asıl olan ise çok çok daha büyüktü.


Ve gizlilik sözleşmesi imzalayan Burcu, Han, Ecem, Nisa, Özgür ya da Gökçe gibi insanlar değil; KİT mensuplarının öz aileleri bile KİT'in yalnızca bir tim olduğunu zannederlerdi.


Sevda ve Enver'den tut, Ediz ile Masal'a kadar durum böyleydi.


Hepsi KİT'i gizli bir tim zannediyordu, zannedecekti de.


Hal böyle olunca teşkilatın varlığını bilen insanlar ciddi anlamda sayılıydı. Aktif olarak teşkilata yardımcı olan Ulaş'ın ekibi, Ölüm Timi ve yardımcı ekipler haricinde MİT'in KİT ile işbirliği yapan kolundaki insanlar... Yalnızca bunlar bilirdi Kartal İstihbarat Teşkilatı'nı.


Masal, Tuncay ile evlendiğinde KİT'in aslında büyük bir teşkilat olduğunu öğrenebilecekse de Enver ile Sevda, Ediz ile diğer sağlık çalışanları ve yardımcı görevliler; KİT'in varlığı halk tarafından öğrenilinceye kadar onu bağımsız gizli bir tim zannedecekti.


KİT'in gizliliği için bu şart gerekliydi.


"Ekibe ilk girdiğimde birçok kez kendimi olayların gerçek olduğunu hatırlatmam gerekmişti. Bir ara öğrendiğim her gerçekle 'Yok artık. Ciddi misiniz?' oluyordum. Hâlâ daha inanamadığım anlar oluyor." dedi Hilal gülümseyerek


"Hak ettiğin yerdesin canım. 3 yıl önce konuştuğumuzda senin çok iyi yerlere geleceğini tahmin etmiştim. Bunun ultra gizli bir tim olacağını tahmin edememiştim orası ayrı." dedi Burcu yumuşak bir şekilde gülerek.


İkili bir süre daha oradan buradan konuştuktan sonra Burcu başını iki yana salladı.


"Makyaj istemiyorum dedin ama şu güzel gözlerine bir şey yapmadan duramayacağım ben."


"Yaa o kimyasalları yüzüme gözüme sürmek istemiyorum ama. Sürmesi hadi neyse de çıkarması ayrı dert."


"Ahahahah. Derdin bu mu cidden? Ee bunu baştan desene. Göz kalemi ya da eyeliner yerine doğal sürme çekeriz, olur biter. Bak bağımlısı olacaksın. Gerçi sen değil de seni öyle gören beyefendi olacak bence."


Sürme kelimesi aklına sürmeli yeşil gözleri getirirken Hilal istemsizce gülmüştü. Sonunda kötü şeyler yaşanmış olsa da Burak'ın o hali aklına geldiği her seferinde gülecekti.


Yalnız sürme ciddi anlamda yakışmıştı adama. Yeşillerini öylesine belirginleştirmişti ki...


"Tamam. Kabul. Sürme çekelim."


Burak'ın gözlerine bakakalacağından emin olan genç kızın dudaklarında kendinden emin bir gülümseme belirmişti.


"Yaşasın. O iş bende." diyen Burcu yanında getirdiği makyaj çantasını açtı.


"Azıcık da far? Valla o da doğal."


İç geçiren Hilal, Burcu'dan kaçış olmayacağının bilinciyle başını aşağı yukarı salladı.


"Bir sen olamasak da bizde de bir ikna gücü var işte Psikolog Hanım." diyerek sırıtan kadın keyifle işe koyuldu.


🦋


8'e beş kala montunu, Burak'ın montunu, giyen Hilal aynada sabırsızca kendisine baktı. Hissettiği heyecanı gören birisi bunun sevgilisiyle ilk randevusu olduğunu zannederdi. Bu durumu, şu zamana kadar Burak'la resmi olarak birkaç randevuya çıkmış olmasına bağlayabilirdi ancak nedeni bu değildi.


Hilal yüzüncü randevuda da bininci randevuda da aynı heyecanla hazırlanacağını, aynı sabırsızlıkla sevgilisinin gelmesini bekleyeceğini biliyordu.


Çünkü Burak'ın içinde olduğu her şey onu heyecanlandırıyordu.


Elini montunda gezdiren genç kız, New York'ta zaman zaman aklına üşüşen o askerle gerçekten de sevgili olmuş olması karşısında yumuşakça güldü.


"İmkansız hayaller kurarken günün birinde o hayallerin gerçeğe dönüşeceğini asla düşünmezdim."


"Ben de..."


Duyduğu sesle gülümseyen Hilal kapıya doğru dönerken sahte bir isyanla konuştu.


"Bak yine üstümde askerliğini kullanıyorsun. Yanıma niye sessizce yanaşıyorsunuz Bayım?"


Sevgilisine dönen genç kızı tam bir görsel ziyafet bekliyordu.


Sol omzunu duvara yaslayarak ellerini cebine sokan adam; siyah kot pantolonu, siyah dar gömleği ve siyah kot ceketiyle baştan ayağa siyahlara bürünmüştü.


Çevresine oldukça fazla 'Ben tehlikeliyim.' aurası yayan siyahlı adamın hedefindeyse yalnızca bir kişi vardı.


Kendisine hayranlıkla bakan ela gözlü kız.


Hilal, kendisini büyük bir beğeniyle süzen zümrütler karşısından oldukça özel hissederken dudağını ısırarak sordu.


"Olmuş mu?"


Yeşiller, sürme sayesinde daha da belirginleşen elalarla buluştuğunda koyulaşmıştı.


"Dünya üzerinde kontrolümü kaybettirebilecek tek kişisin Asena. Sence olmuş mu?"


Dudaklarında kendini beğenmiş bir sırıtış beliren Hilal büyük bir memnuniyetle başını aşağı yukarı salladı.


"Olmuş olmuş."


Yaslandığı duvardan doğrulan Burak yavaş adımlarla kızın yanına geldi.


"Seni montumun içinde gördüğüm her an, sana daha fazla aşık oluyorum sanırım."


İki eliyle kızın ellerini tutan adam sevgiyle elalara baktı.


"Bu mont başlangıcımızı hatırlatıyor. Sana ilk vurulduğum ânı, seni kaybedişimi-seni buluşumu, annem ve babamın şemsiye hikayesini... Tek tabancayken gerçekten de severek bu montu aldığım o ânı düşünüyorum da, sonunun böyle biteceğini hiç düşünmemiştim. Ne o zaman, ne Mardin sonrası ne de kütüphane günlerinde... Hiçbirinde gerçekten de senli geleceğe sahip olacağımı düşünmemiştim. İhtilal'imsin Hilal Aslan. Ömrümün sonuna kadar, 4 yıl önce bugün seni karşıma çıkarttığı için Hazreti Allah'a şükredeceğim. İyi ki seni tanıdım İyiki'm."


Dudaklarındaki gülümseme büyürken parmak uçlarında biraz yükselerek sevgilisine sarılan Hilal, adamın aşık olduğu kokusunu içine çekerek gözlerini kapattı. Burak'ın da derin bir nefes aldığını duyduğunda, onun da papatya kokusunu içine çekerek gözlerini kapattığını biliyordu genç kız.


"Asıl ben seni iyi ki tanıdım Alfa'm. İçimdeki Kelebeği/Asena'yı ortaya çıkartan, bana aşkı öğreten seni iyi ki tanıdım. Geçen 3 yılda, her 17 Ocak'ta montunu giyer ormanlık bir alana giderek yürürdüm. Şimdi ise kollarının arasındayım; adını, merak ettiğim gözlerini, duymak için çabaladığım kahkahanı yaşıyorum. Şu an nasıl hissettiğimi kelimelere dökemem. Diyebileceğim tek bir şey var."


Geriye çekilen Hilal kendisini yoğun bakışlarla izleyen zümrütlere bakarak fısıldadı.


"Seni seviyorum Adam."


Sürmeyle taçlanmış açık yeşile dönen elalara zümrütlerindeki aşkla bakan adam aynı kısık ses tonuyla aynı karşılığı verdi.


"Seni seviyorum Kadın."


Loading...
0%