@yasminiesa
|
Sevgilisinin yanağına uzun bir öpücük bırakan Burak ona tekrardan sarıldı. Papatya kokusunu doyasıya ciğerlerine çekerken isyanla söylendi. "Senden 8 saat 54 dakikadır ayrıyım. Ve bu çok çok çok uzun bir süreymiş gibi geliyor. Yandık Kelebeğim yandık. Biz normal hayata nasıl geçiş yapacağız?" "Off hiç bilmiyorum Alfa'm. Ne yapacağız biz?" "İlerleyen günlerde babamın kovuşlarından bolca nasipleneceğim sanırım. Hiç hastaneden çıkmasak mı ne yapsak acaba?" "Hee kira parası da öderiz, hastanede yatıp kalkarız." diye söylenen Hilal gözlerini devirmişti. "Oluur." Halinden memnun kabulleniş karşısında geriye çekilen Hilal gözlerini kısarak adama baktı. "Tek çözümün bu mu yani?" "Başka çözüm var mı ki?" diyen Burak tek kaşını kaldırarak kıza bakmıştı. Bu adamın evlenme teklifi etmeye gerçekten de niyeti yoktu. Başını hüsranla iki yana sallayan Hilal bıkkınca iç geçirdi. Onun bu hareketiyle neşeli bir kahkaha atan adam, kızın alnına bir öpücük bırakmıştı. "Hakkını kaybeden sensin hiç söylenme Hilal." "Bu işi sakız gibi uzatmaya devam edersen hakkını asıl kaybeden sen olacaksın bilgine." dedi genç kız kararlı bir şekilde. "Cık cık cık. Hiç yakıştıramadım ama. Asena dediğin boş tehditler savurmaz." dedi Burak gayet de eğlenerek. "Yumruğumu savurmamı tercih eder misin?" Genç kız, kaşlarını kaldırarak sorduğu bu soruyu yumruk yaptığı elini havaya kaldırarak desteklemişti. "Ahahahaha. Olur. Ama dur olmaz. Elin acır şimdi." "Di'mi? Taş kafan acıtır elimi." diye iğneleyen genç kız ile Burak'tan bir kahkaha daha yükseldi. "Oooo birileri gerçekten kızgın anlaşılan. Ben sevgilimi mutlu edeyim randevuya çıkarayım diyorum onun yaptığına bak. Ahh ahh. Bu ilişkide sürekli istismar ediliyorum ben." "İstismar? Sen ciddi ciddi yumruğumun tadına bakmak istiyorsun sanırım." "Ama elin acııır." dedi Burak muzipçe sırıtırken. "Haklısın." diyen Hilal sarıldığı adamın belindeki silahı saniyeler içinde almış emniyeti kapalı olan silahı adamın sol yanına dayamıştı. "Hobaa. Sen iyi alıştın ama buna Kelebeğim. O silah dolu biliyorsun değil mi?" "Hiih eyvah. Yemin et. İnanamıyoruuum! Nasıl dolu olur? Halbuki sen hep boş silah taşırsın." Hilal'in alaycı cümleleri karşısında Burak hissettiği şaşkınlığı gizlemeden güldü. "Cicim aylarını çabuk mu geçtik biz yaa? Sen değil miydin geçen sefer silahı boşaltmak için çabalayan, boş silahı bile emniyetiyle karnıma dayayan?" "Yine emniyetiyle dayıyorum zaten. İstersen açayım emniyeti?" diyen Hilal oldukça ciddiydi. "Beni vurmayı bu kadar çok istediğini bilmiyordum Sevgilim." dedi Burak gülerken. "Bir, silahı yanlışlıkla ateşleyecek bir çömez değilim. İki, seni vurmak isteseydim şu an 1.90 yerde yatıyor olurdun. Üç, ne güzel işte vurulursan kira vermeden hastane sürecimizi uzatırız." "Yok yok. Sen ben olma. Fabrika ayarlarına geri dönelim lütfen Kelebek. İtlik yapmak çok güzel ama bana yapılması hiç eğlenceli değil." "Dediğin gibi yapmak çok güzel. Kaldır ellerini Asker." "Cık! Sevgilime sarılıyorum şu an, kollarım dolu. Mancs'im bile beni bu durumdan mahrum bırakamaz. Bu yüzden vurunuz Efenim. Bir kez daha vurunuz. Hep vurunuz." Burak'ın eğlenceli çıkan sesi Hilal'in sırıtmasına neden olmuştu. "Hmm demek öyle. Sevgilinize sarılmak, vurulmaktan daha mı önemli Beyefendi?" "Karşılaştırma yapılmaya bile değmez Hanımefendi. Her daim o daha önemli." "Bak bunu duymak hoşuma gidiyor." diyen Hilal silahı adama geri uzatmıştı. Sağ kolunu isteksizce kızın belinden çeken Burak, silahını alıp beline yerleştirirken iç geçirdi. "Bunu duymak istediğini söyleseydin söylerdim zaten. Ne diye silahıma davranıyorsun ki? Sen yanında silah taşımaya başlarsan dakikada bir bana döner o silah." Burak'ın bu söylenmesini duyan Hilal parlayan gözlerle adama baktı. "Silahımı taşıyabilir miyim? Hep, aktif." "Ben onu mu dedim şimdi?" diyen asker bu kızla nasıl baş edeceğini düşünüyordu. "Ben bunu çıkarttım. Ee cevap?" İç geçiren adam hevesli bakan elalara döndü. "Kızım sen değil miydin silahı ilk verdiğimde onlarca tereddütü olan?" "Alışmış kudurmuştan beterdir derler." dedi Hilal gülen bir sesle. Duyduğu atasözüyle olumsuzca başını sallayan Burak gülmeyi ihmal etmemişti. "Çok alışmasan iyi edersin." "Artık çok geeeç. Damarlarımda kahraman bir askerin kanının dolaştığını öğrendim. Bu saatten sonra içimdeki Asena'yı tutmam imkansız. Asker kızı, asker yâri, asker gelini, asker kardeşi, asker yeğeni... Ohooo say say bitmez. Yani ben değil de sen bu duruma alışsan iyi edersin Alfa Bey." Hüsranla iç geçiren adam, kız arkadaşına tekrardan sarılırken mırıldandı. "Seni o bodrumda bulduğum gün başıma büyük bir bela aldığımın farkındaydım." Duyduğu kelimeyle sertçe erkek arkadaşının karnına vuran genç kız dişlerinin arasından tısladı. "Göstereceğim sana belayı." "Gösterdin zaten yeterince. Ayrıca ne bu tepki anlamıyorum Kelebeğim. Portekizce'de bela, sevimli demek." "Bu işten böyle yırtamazsın da... Sen bu aralar fazlaca Portekizce kelimelerle haşır neşirsin. Hayırdır?" Geriye çekilen genç kız gözlerini kısarak sevgilisine baktı. Onun soru ve çıkarım dolu gözlerini gören Burak sessizce güldü. "Valla çok koydu. Geçenki çeviri işinde benden başkasını çağırmışlar, Portekizce bilmiyorum diye. Ben çeviri ayağına ne güzel ülkeler arası gizli bilgileri öğrenip kaos ihtiyacımı tatmin ediyordum. Dedim böyle olmaz, ben varken başka birini çeviriye çağıramazlar. Öyle yavaştan boş vakitlerimde bakınıyorum işte. Eskiden olsa şu ana çoktan ilk turu bitirmiştim gerçi. Aşk bana yaramadı be. Kendimi lise sonda aşık olup da üniversite sınavından çakozlayan inek öğrenciler gibi hissediyorum. Formdan düştüm, formdan." "Hah. Aşk yaramamışmış... Ben sizi tutmayayım o zaman Burak Bey. Siz gidin çok sevgili portekizcenizi çalışın, formunuza geri kavuşun." Hilal'in tripli sesi adamın gür bir kahkaha atmasına neden olmuştu. "Bugüne özel ateşkes imzalayalım olmaz mı Asena'm?" "Bilemiyorum. Sana bağlı." "Tamam oldukça uslu duracağım." Kaşlarını kaldıran Hilal, muzipçe parlayan zümrütlere bakarken mırıldandı. "Hiç inanasım gelmedi nedense." "Yani durabildiğim en uslu şekilde uslu duracağım. Hadi ateşkes yapalım." "Tamam, kabul." dedi Hilal bu özel günün hatrına. "O zamaaaan öp bakayım sevgiliyi." diyen Burak parmağıyla yanağını işaret etmişti. Adamın bu davranışı karşısında Hilal'den yüksek sesli bir kahkaha yükseldi. "Fırsatçı seni." diye takılırken adamı öpmeyi ihmal etmemişti. "Öp demesem öpeceğin yok." diye söylenen Burak'ın sesi bolca hüzünlü çıkmıştı. "Ahahahha. 'Bana oyuncağımı vermiyor.' diyen 3 yaşa geçtin yine." İşaret parmağıyla diğer yanağını da gösteren Burak küskün bir çocuk gibi omuz silkti. "İnsan bir şeyi de söylemeden yapar ama." "Ateşkes ayağına seni öpmemi sağlıyormuşsun gibi geliyor ama neyse." diyerek gülen Hilal adamın diğer yanağına da bir öpücük bıraktı. "Baktım sevgilimin beni öpeceği yok ne yapayım? Süzüş var ama icraat yok. Ben de olmasam yani..." Aklına gelen şeyle geriye çekilen Hilal, gözlerini kısarak sevgisine baktı. "Ha bak süzüş dedin de... Umarım çok kalabalık bir yere gitmiyoruzdur." "Neden?" "Kalabalıksa pençelerimle yüzleşeceklerin sayısı fazla olacak. Ona göre kendimi hazırlayayım dedim." diyen Hilal, adamı baştan aşağı süzdükten sonra memnuniyetsiz bir şekilde söylendi. "Sana siyah giymeyi yasaklamalıyım." Bakışlarını sürme çekildiği için çok daha belirgin olan elalarda gezdiren Burak, elini kızın yüzüne götürerek gözlerinin kenarlarını okşadı. "Ben de sana sürme çekmeyi yasaklamalıyım." derken yumuşak bir şekilde gülmüştü. Adamın yoğun bakışları ve teması karşısında karnının kasıldığını hisseden Hilal heyecanlı bir nefes aldıktan sonra gülümseyerek aşık olduğu zümrütleri izlemeye başladı. Sabahtan beri görmediği adamla sözsüz oynadıkları bu bakışma oyununu apayrı seviyordu. Birkaç dakika sonra istemsizce gülen Hilal bu ânı bozdu. "Biz böyle sabaha kadar dururuz biliyorsun değil mi?" "Birilerini öldürüp katil olmayız işte ne güzel." diye karşılık verdi Burak muzır bir şekilde gülerek. "Eğer beni bugün bu hastaneden çıkartmazsan katil olan kişi ben olacağım." diye çıkıştı Hilal. "Ah benim haşin sevgilim. Can güvenliğim için çıkarayım bari bugünlük." diyen Burak, Hilal daha ne olduğunu anlayamadan kızı kucağına almıştı. "Yaa hayır. İndir beni! Ben kendim gideceğim." "Cık. Benim refakatim, benim kurallarım." "Boğarım seni." diyen Hilal ellerini adamın boynuna götürmüştü. Sessiz bir kahkaha atan Burak, yatağın üzerinde duran Hilal'in çantasını alırken umursuz bir şekilde konuştu. "Deneyebilirsin tabii. Pek de etki edeceğini sanmam ama. Kollarının yorulmasıyla kalırsın bilgin olsun." Sırf inadına adamın boğazında duran ellerini sıkılaştıran Hilal, Burak'ın yüzünde mimik oynamadığını gördüğünde sinirle ellerini çekti. "Çok sinir bozucusun." "Bunun tercümesi 'Vay canına. Hiçbir şeyden etkilenmeyen mükemmel asker bir sevgilim var.' oluyor sanırım." "Sen tercümelerini böyle yapıyorsan yandık." diye söylenen Hilal kendisini taşıyan adamın göğsüne sokulurken gülümsemişti. Adamın kendisini hiç ağırlığı yokmuşçasına taşımasını seviyordu. Yalan yok... Arabaya gidene kadar aşık olduğu adamın kokusunu içine çekerek onun kalp atışlarını dinleyen Hilal, bu yolculuktan oldukça memnun kaldığı için yerle buluştuğunda söylenmemişti. Onun bu haline bakan Burak, kıza bir gülüş gönderdikten sonra arabanın kapısını açtı. Saniyeler sonra arabaya binen Burak "Tek bir eksiğimiz var." diye mırıldandı. "Ne? Ne eksiği?" Hilal cevabını Burak'ın cebinden çıkarttığı bileklikle almıştı. "Sonunda kavuşuyorum bilekliğime." diye şakıyan kız hiç duraksamadan sol bileğini adama uzattı. "Sana kızıp vermeye de bilirdim. Geç kavuştuğunu değil, verdiğime şükret bence." "Bu benim bilekliğim bir kere. Vermemek gibi bir lüksün yoktu." diyerek bileğini havaya kaldıran Hilal, bilekliğinin kolundaki varlığını gerçekten çok özlediğini fark etmişti. "Sıra sende. Tak bakalım." diyen adam babasının saatini sevgilisine uzattı. Gülümseyerek saati alan Hilal, hızlı hareketlerle saati Burak'ın koluna taktı. "Şimdi hazırııızz!" derken mutlulukla sırıtmıştı genç kız. Onun sevincine bakan Burak gülerek arabayı yola çıkarttı. Radyoda hafif bir şarkı çalarken Hilal bakışlarını adama çevirdi. "Nereye gidiyoruz?' diye sorduğumda cevap alma ihtimalim?" Dudaklarında gıcık bir sırıtış beliren Burak her zamanki cevabı verdi. "Tabii ki de sıfır. Görürsün Kelebek görürsün." İç geçiren Hilal dudaklarındaki gülümsemeyle camdan dışarıyı izlemeye başladı. Yaşanan onca şeye rağmen, aralarındaki ilişkiye rağmen, adamın Alfa'lığından vazgeçmiyor olması sinir bozucu olduğu kadar güzeldi de. Kısa süre akıp giden dünyayı izleyen genç kız, dışarıda olmayı özlediğini fark ederek Burak'a döndü. "Babam, Kadir babam, nasıl hâlâ içeride durabiliyor? Ben şu kadarcık zamanda hasret kalmışım çevreye." "Asıl hasret kaldığına koşmaktan kaçıyor işte. Tecrübeyle sabit, asla kaçılmıyor. Öyle ya da böyle yarım kalan her hikaye olumlu-olumsuz tamamlanmaya mahkum." "Annemlerinki olumsuz sonlanmaz değil mi?" diye mırıldandı Hilal sesindeki korkuyu gizleyemeyerek. "Bunun olmasına asla izin vermem, veremem. Yıllardır babamın ne halde olduğuna şahit olmuşken değil." İç geçiren Burak sevgilisine dönerek gülümsemeye çalıştı. "Fakat ne yapmam gerektiğini gerçekten bilmiyorum. Kadir abi en son görüştüğümüzde 'Bir ara babanla konuşacağımı söylerken ciddiydim Burak. Ege'nin bilmesi gerekenler var, sormam gerekenler var. Bir dahaki gelişimde uygun bir ortam hazırlayın. Onunla mutlaka konuşmalıyım.' dedi. Bu işi ona bırakalım. En azından o ne yapması gerektiğini biliyor gibi gözüküyor." Başını aşağı yukarı sallayan genç kız inançlı bir şekilde konuştu. "Babam yapacağım derse yapar." Bu cümle ikisine de 'Anlatamam.' diyen Salih Aslan'ın da 'Yapacağım.' dediğini yapan biri olduğunu hatırlartmışsa da ikisi de sessiz kaldılar. Kısa sürede tarihler konusunda adamın oynadığı oyunu hatırlayan Hilal gözlerini kısarak ona döndü. "Beni manipüle ettiğine inanamıyorum Burak Kılıç!" Kızın hesap soran sesiyle birlikte ona dönen adam keyifle sırıtarak göz kırpmıştı. "Ajan olmamın avantajlarını arada kullanmak gerek Hilal Aslan." "Gerçekten... Sürpriz yapacağım diye kaç kişiyi oyununa alet ettin acaba?" diye soran Hilal'in sesinde gülümseme vardı. "Valla tek kelimeme baktı her şey. İşin garip kısmı kimse de yadırgamadı. Artık nasıl alıştırdıysam kendimi millete." Bu cümle üzerine Hilal'den istemsiz bir kahkaha yükselmişti. "Bak buna inanırım işte. Burcu bugün senin tehlikeli biri olduğundan dem vuruyordu. Gizli bir timde çalışan benim, bu tarih işine çok da şaşırmayacağımı söyledi." "Deseydin ya 'Tim mi? Hadi ama o kadar basit mi? Koskoca gizli bir teşkilatta çalışıyorum ben." Burak'ın alaylı sesi karşısında Hilal güldü. "Tüh demedim. Bir dahakine diyeyim kesin." "De de." Burak'a doğru tam dönen Hilal, çok uzun süredir sormak istediği ancak bir türlü fırsatını bulamadığı soruyu sordu. "Bu arada babam, baban, nasıl biliyor KİT'in teşkilat olduğunu? Aktif görevli harici kimse bilmiyor demiştiniz. O da mı KİT'te?" "Yok o da Serkan gibi dağdan inmeyi kabul etmedi." "Teklif götürüldüğü için mi öğrendi yani diyeceğim ama belgeleri imzalamadan KİT'in açılımını yapmamıştı dayın." dedi Hilal düşünceli bir şekilde. "Aslında KİT olayı biraz da babamın başının altından çıkmış. Asker olduktan sonra ailemin MİT'teki dosyasının peşine düştüm ama tabii ki erişimim imkansızdı. KİT ilk kurulduğunda üstü kapalı olarak 'Bir MİT mensubunu tanıyordum. Laf arasında 'Bu itler için ayrı bir teşkilat lazım.' demişti ben de dayına çıtlattım durumu. Bir şekilde KİT kuruldu işte.' diye bahsetmişti. Büyük ihtimal bahsettiği MİT mensubu Batu amcamdı. Sakarya'da karşılaştığımız babamın devresi." "Bizim çöpçatan." diye ekleme yaptı Hilal gülerek. "Aynen. Açıkça söylemek gerekirse onlar bu olayı tam detayıyla anlatmadı ben de öncelikli amacım MİT'teki dosyaya erişmek olduğu için sıfır sorguyla teklifi kabul ettim." Burak'ın sesindeki bir tını Hilal'in tek kaşını kaldırmasını neden olmuştu. "Öncelikli amacın? Diğer amacın neydi ki?" Direksiyonu tutan parmaklarını biraz sıkan Burak, kızın cevaptan hiç de memnun olmayacağını bilerek yanıtladı. "Babam gibi, bir ajan olarak ölmek." "Amacına balta saplamışım. Tüh." diyen Hilal'in sesi söylenen cümleyi pek de umursamadığını gösteriyordu. Kıza bir bakış atan Burak buruk bir şekilde gülümsedi. "İyice alıştın benim ölüme koşmalarıma. Artık tepki bile vermiyorsun." "Sonuca bakmaya karar verdim. Geçmişi geçmişte bırakalım deyip de geçmişte yaptıklarına tepki veremem." Bir süre sessizce arabayı süren adam, aklındakini sormaktan kendini alıkoyamadı. "Peki bedenimdeki yaraları gördüğünde?" Burak'ın kısık sesli sorusunu duyan Hilal kalbinde derin bir acı hissederken hüzünlü gözlerini yeşillerle buluşturdu. "O hikayeleri dinlerken tepkisiz kalabileceğimi zannetmiyorum. Her sevdalı gibi ben de tepki vereceğim." Sevgilisinin çatlak bir sesle kurduğu cümle karşısında Burak pişmanlık dolu bir nefes aldı. "Günün birinde karşıma çıkacağını bilseydim bedenime de, ruhuma da daha çok dikkat ederdim. Zaten alabileceğim en büyük yarayı aldım diye çok çektirdim kendime. Bir gün sevdiğime yaralarımı anlatmak zorunda kalacağımı bilseydim eğer, asla öyle fütursuzca davranmazdım." Duyduğu cümleler Hilal'in hafifçe tebessüm etmesine neden olmuştu. "Her şeye rağmen, bunları söylediğini duymak güzel geliyor. Bundan sonra kendine bile isteye zarar vermeyeceğini biliyorum zaten ama sözlerin bunu tekrar tekrar kanıtlamış oluyor. Gelecekte seni bir göreve gönderirken gönül rahatlığıyla 'Benim için dikkatli olacak.' diyebileceğim." Kız arkadaşının elini elinin arasına alan Burak birleşmiş ellerini vitesin üzerine koyarken gülümsedi. "4 yıl önce bugün hiç tanımadığım sen 'Dikkatli ol.' dediğin için dünyanın en dikkatli insanı kesilmiştim. Şu andan sonra ruhunu tanıdığım sen 'Dikkatli ol.' demesen bile evrenin en dikkatli insanı olacağım. Bu yüzden endişe etmene gerek yok." "Biliyorum." diyen Hilal sevdiği adamın zümrütlerine bakarak gülümsedi. İkili radyodaki şarkılar eşliğinde sessizce yolculuk ederlerken Hilal yanındaki adama döndü. "Biliyor musun? Bugün hiç beklenmedik bir misafir ağırladım." "Hmmm. Beklenmedik deyince aklıma ilk Doğukan geliyor." diye mırıldandı Burak. Duyduğu cümleyle Hilal kaşlarını havaya kaldırdı. "Haberin var mıydı?" "Gerçekten Doğu mu geldi?" diye sordu adam şaşkınca kıza bakarak. "Evet. Ben de şaşırdım. Konuştuk. Bence gayet de verimli bir konuşmaydı. Bana kendini bu denli açması şaşırttı. Tabii bir de bunun bu kadar çabuk olması." "Ben şaşırmadım. Bekliyordum böyle bir şey. O da kaçmaktan yoruldu. Yine de gerçekten hızlı bir başlangıç yaptı. Bence onu tetikleyen etkenlerin başında geliyorum. Benim değişimim 'Ben de yüzleşebilirim. Ben de savaşabilirim, değişebilirim.' diye düşünmesine neden oluyor." Erkek arkadaşının zeki olmasının yanı sıra böylesine iyi bir gözlemci olması Hilal'in memnuniyetle gülümsemesine neden olmuştu. "Seninle konuşmayı gerçekten çok seviyorum Burak." derken kelimeler istemsizce dökülmüştü dudaklarından. Ona bakan Burak ela gözlerdeki yoğun hayranlığı gördüğünde sevgiyle gülümsedi. "Ben de farksız hissediyorum. Önce parıl parıl parlayan gözlerine sonra da müthiş zekana aşık oldum ne de olsa." Sevgilisinin elini dudaklarına götürerek öpen Burak aklına gelenle tek kaşını havaya kaldırdı. "Bu arada Doğu'nun dayım ile ilgili bir şey söylemiş olma ihtimali?" "Hayır. Neden?" "O ikisi bir şeyler karıştırıyorlar. Ne olduğunu çözemedim daha, herhangi bir tahminim de yok. Doğu'ya sordum senlik bir şey yok dedi it herif. Var bir olay ama..." "O zaman dayına sormayı deneyebilirsin." dedi Hilal sevgilisine bir bakış atarak. "Şu an pek tercihim değil yumruk yemek." "Dayının bu yüzleşmeyi ertelemesi işine geldi tabii." Omzunu silken Burak dürüst bir şekilde yanıtladı. "Yalan yok. Geldi tabii. Ama bir süre daha böyle devam ederse, merakım yüzleşmeden ağır basacak ve neler döndüğünü sormaya gideceğim." Adamın sesindeki gerçek merak tınısı Hilal'i güldürmüştü. "Ne olabilir ki?" "Hiçbir fikrim yok. Ancak önemli bir şeyler sanırım." Bunu söyleyen Burak, saatler sonra dayısı sayesinde hayatlarına Küçük Ömer'in dahil olacağından bihaberdi. 🦋 "Burak? İnanamıyorum sana." dedi Hilal ağzı açık bir şekilde geldikleri yere bakarken. Onun şaşkınlığını keyifle izleyen adam sırıttı. "Sürpriz Kelebeğim." "Aklımın ucundan bile geçmezdi burası. Cidden inanamıyorum sana." Gülerek arabadan inen Burak, Hilal'in kapısını açarak kızın arabadan çıkmasını sağladı. "Dedim seni Mardin'e kaçırıp ilk tanıştığımız yerde yıldönümümüzü kutlayamıyorum, o zaman buraya getireyim." Şaşkınlığının sürdüğünü hisseden Hilal dudaklarındaki mutlu gülümsemeyle karşısındaki binaya bakarken, Burak kızın eline uzanarak parmaklarını parmaklarının arasından geçirmişti. "Burada o kadar çok anımız var ki... Daha anlamlı bir yerde tanışma yıl dönümümüzü kutlayamazdık." diyen Hilal'in gözleri KÜTÜPHANE yazısındaydı. "Mardin hariç." diye eklemekten kendini alamadı Burak. İkili merdivenleri çıkmaya başlarken Hilal gülerek söylendi. "Sanki yaralanmasam beni Mardin'e götürecekmişsin gibi konuşuyorsun." "Niyetim oydu." Burak'ın kesin cümlesi karşısında adımı havada kalan Hilal yanındaki adama döndü. "Ciddi misin?" "Sence?" diyerek göz kırptı Burak. Adamın ciddi olduğunu anlayan Hilal ona şaşkın bir bakış atmıştı. "Hâlâ kiminle sevgili olduğunu idrak edememişsin Kelebeğim." "Her seferinde beni şaşırtacak bir şey bulan sensin Alfa'm. Suç bende değil." Neşeyle gülen Burak ukala bir şekilde konuştu. "Eh sen de haklısın tabii." "Ukala." diye çıkışan Hilal gülümseyerek merdivenleri çıkmaya başladı. "Öyleyim. Hiçbir zaman inkar etmedim." diyerek gülen adam da sevgilisine eşlik etmişti. Merdivenlerin sonuna geldiklerinde cebinden kütüphanenin anahtarını çıkartan Burak'a baktı Hilal. "Kütüphanenizi bu akşamlık ödünç almak istiyorum.' dediğinde adamın tepkisini çok merak ediyorum." "Önce bön bön suratıma baktı. Sonra teklif ettiğim paraya bakıp 'Bazı şeyleri parayla çözemezsiniz. Bu isteğiniz imkansız.' dedi. Ben de bir telefon açtım, sınırlı sayıda olan birkaç önemli araştırma kitabının -orijinal diliyle- yurtdışından getirilmesini sağladım. Gerçi hâlâ yoldalar ama adam önce kitapların belgesine sonra bana sonra yine kitaplara baktı. Hızlıca anahtarı uzatarak 'Size emanet.' dedi ve gitti." Kapıyı açan Burak içeriye girdiklerinde kapıyı tekrardan kapatarak kilitledi. Karanlık holde dışarıdan gelen loş ışıkta yürümeye başlarlarken Hilal sevgilisine döndü. "Asker olduğunu bilmiyordu değil mi?" "Cık. Burak Karayiğit adıyla geldim. Tanıdık geldi mi?" diye soran adamın sesi muzip çıkmıştı. "Ahh Gülçin Hanım. Onunla cidden iyi arkadaş olabilirdik. Muhabbetini çok sevmiştim. KİT'e girdiğimden beri pişmanlık hissettiğim tek şey ona yalan söylemiş olmak." "Olaylar yalnızca bizimle sınırlı kalsaydı buyur git gerçeği söyle derdim ama malum KİT bu." "Biliyorum. Yine de ona gerçeği söyleyebilmek isterdim." "Çok isteme Kelebeğim lütfen. Sonra isteğini kendine çekersin, kendimizi akıl almaz olayların içinde buluruz falan. Uğraşmayalım olmaz mı?" Burak'ın muzip takılması karşısında Hilal'den yüksek sesli bir kahkaha yükseldi. Kahkahası boş koridorlarda yankılanırken sesi duyan Burak memnun bir nefes almıştı. "Ahh işte aşık olduğum ses." "Bu kütüphanede fısır fısır konuşmadan seninle yürümek ne kadar da güzel böyle." dedi Hilal mutlu bir şekilde sevgilisine bakarak. Boştaki elini adamın koluna saran genç kızın tüm aurası neşe saçıyordu. "Fısır fısır değil de el ele kısmı bence seni bu kadar mutlu eden." diyerek gülen Burak sevgiyle kızın yanağını okşadı. "Ciddi anlamda hayalimdi seninle bu şekilde buraya gelmek Kelebeğim." Adamın yoğun bakışları dudaklarındaki gülümsemeyi büyütürken genç kız hafif bir isyanla mırıldandı. "Gerçekten de ilk tanıştığımızdaki gibi oldu. Karanlıkta net göremiyorum zümrütleriniii." "Ben çok net görüyorum elalarını. Sürmeli elalarını. Sevdim bu sürme işini." "Hep süreyim diyeceğim..." Hilal daha cümlesini tamamlayamadan Burak beklenen karşı atağı gerçekleştirmişti. "Hep siyah giymemi istiyorsun sanırım?" Düşündüğü cevabı alan Hilal gülerek yürümeye devam etti. Kızın bu saatten sonra 'Nereye gidiyoruz?' diye sormasına gerek yoktu. Kütüphane günlerinde Burak'la ikisine ev sahipliği yapan masaya gideceklerini biliyordu. Hissettiği hevesle neredeyse Burak'ı çekiştire çekiştire kütüphaneye giren Hilal alışkın hareketlerle kitap raflarının arasından geçerek led ışıklarıyla aydınlatılmış masanın önünde durdu. Masanın ortasında ışıklı cam bir vazo, vazonun içinde de papatyalar vardı. Dudaklarındaki kocaman bir gülümseme beliren Hilal tabaklardaki balık-ekmekleri gördüğünde, aslında bu tam da beklediği şey olsa da, kahkaha attı. Kütüphanede balık-ekmek ile randevuya çıkacak absürt çift de ancak ikisi olurdu zaten. Montunu çıkartarak yanlarındaki boş masanın üzerine koyan Hilal, Burak'ın sandalyesini çekmesiyle yerine otururken hâlâ gülüyordu. Ceketini çıkaran Burak da Hilal'in neye güldüğünü bilerek gülüşlerine eşlik ederken kızın karşısındaki sandalyeye oturdu. "Bak ciddi anlamda söylüyorum. Senden önce bana 'Hayatına biri girecek, tanışma yıl dönümünüzde size özel kütüphane kapattıracak. Mum riskli olur diye masayı yapay ışıklar ve led ışıklarıyla romantikçe süsleyecek. İki kitap kurdu kitaplar ve anılar eşliğinde yemek yiyeceksiniz. Dur daha bitmedi. Menüde de balık-ekmek-kola olacak.' deselerdi onlara inanmaz 'Dünya üzerinde böyle adam yoktur. Hayal kurdurtmayın boşuna.' derdim." Kıza bakarak gülen Burak yarı muzip bir sesle konuştu. "Bu yaptığımla böyle diyorsan seni ağaçtan helikopterle aldırıp mağarada benzer bir kombinasyonla masa hazırlamış olsam ne yapardın acaba?" "Yok artık. Ciddi değilsin değil mi? Bunu yapmazdın." Gerçekten yapar mıydı? Elini Hilal'e doğru uzatan Burak dudaklarındaki bilmiş gülümsemeyle konuştu. "Ben Alfa. Hayatının sonuna kadar hep 'Gerçekten de yapar mı?' diyeceğin uçuk düşüncelerle çıkacağım karşına. Ve sen, bizzat yaşayana kadar o düşüncelerde ciddi miyim yoksa değil miyim anlayamayacaksın. Tanıştığımıza çok memnun oldum ela gözlü Cesur Stajyer." Karşısındaki adama hayranlığı her geçen an daha da artan Hilal gülerek adamın elini tuttu. "Ben Asena. Hayatımın sonuna kadar beni şaşırtmanı büyük bir zevkle izleyecek, hiç beklemediğin anlarda hiç beklemediğin davranışlarda bulunarak senin de şaşırmanı sağlayacağım. Ben de tanıştığımıza çok memnun oldum beni kurtaran Cesur Asker." İkili dudaklarındaki gülümsemeyle birbirlerinin ellerini sıkarken Burak kıza göz kırptı. "Seninle hayat her daim sürprizlerle dolu Kelebek. Bana yaraşır bir rakip bulduğum için çok mutluyum." "Sevgilisine rakip demeyen de..." diyerek gülen Hilal ellerini çektikten sonra burnuna dolan balık ekmek kokusunu içine çekti. "Biraz rötarlı da olsa kavuştum balık ekmeğime. Aa bu arada bak aklıma ne geldi. Hani bana yoktu balık ekmek falan?" "İstemiyorsan alabilirim." diyen Burak kızın ekmeğine yönelmişti ki Hilal adamın eline bir fiske attı. "Uzak dur! Pençelerim yoksa." Genç kızın tehlikeli tıslaması karşısında Burak sessiz bir kahkaha attı. "Kelebek gibi kızı ne hale getirdim. Buradaki kitaplar dile gelse bana okkalı söverler." "Bize niye balık ekmek getirmedin?' diye değil mi?" diyen Hilal balık ekmeğinden mutlulukla bir ısırık aldıktan sonra kolasına yöneldi. Ekmeğinden birkaç ısırık alan Burak karşısındaki kızın büyük bir zevkle yediği ekmeği gördüğünde parmaklarını ekmeğinden çekmiş, elini çenesine yaslayarak sevgilisini izlemeye başlamıştı. Hilal, izlendiğini anladığında ekmeğin 4'te 3'ü çoktan bitmişti. "Ne yapıyorsun?" diye soran kız kolası havada şaşkınlıkla karşısındaki adama baktı. "Sevgilimi izliyorum." "Deli misin?" diye soran Hilal kolasından bir yudum almayı ihmal etmemişti. "Soruyor musun?" diyerek kaşlarını kaldıran adam başıyla kızın tabağını işaret etti. "Seni izlediğim süreçte anladım ki benimle randevuya çıktığına değil, balık ekmeğe daha çok sevinmişsin." "Kendini balık ekmekle bir mi tutuyorsun Burak?" diyen Hilal sevgilisiyle konuşacak diye yemeğinden olmamak için ekmeğinden bir ısırık daha aldı. "Beni de böyle yemeni isterdim tabii." "Öhöhöhöhöö..." Duyduğu cümleyle ekmeği boğazında kalan Hilal var gücüyle öksürürken, kahkahalarını gizleyemeyen Burak kıza suyunu uzattı. "Helal helal. Al iç." Suyu alan Hilal, Burak'a dik dik bakarken birkaç yudum su içti. "Seni... Öhöhöhöhö..." "Şşşt. Beni yeme isteğini sonraya ertele Asena'm. Kitaplar dile gelip bu +18'lerini duymasın." diyen Burak artık alenen kahkaha atıyordu. Sakinleşmeye çalışan Hilal suyundan birkaç yudum daha aldıktan sonra delici bakışlarını Burak'a çevirdi. "Ben az önce boğulurken sen karşımda kahkaha mı atıyordun?" "Kısmi bir boğulmaydı. Tam boğulma olsaydı heimlich yapardım." "Allah razı olsun yaa." diye söylenen Hilal inanamaz bakışlarını adamda tutmaya devam ediyordu. "Cümlemizden." diyen Burak tekrardan gülmeye başladı. "Balık ekmeği benden öncelik yaptın sonucu görüyor musun ama?" derken gülmeleri tekrardan kahkahaya evrilmişti. Elinde tuttuğu suyu Burak'a yönelten Hilal kinli bir şekilde gülümsedi. "Birazdan sonucu hep beraber göreceğiz." "Duuur. Bence o hiç iyi bir fikir değil. Tabii gömleğimi çıkarmamı istiyorsan gönder gelsin." Adamın arsız gülüşü karşısında ciddi durmakta zorlanan Hilal kaşlarını kaldırdı. "Neden bahsediyorsun?" "Islak kıyafetle durmaktan nefret ederim. O suyu üstüme boca edersen gömleğimi çıkaracağım." dedi Burak omuz silkerek. "Aslında fena fikir değil de... Neyse." diye şehvetle mırıldanan Hilal, adamın afallayan yüzüne karşılık göstere göstere suyundan içti. "Senin ses tonlarına bir ayar vermemiz gerekiyor Hilal Aslan." diye mırıldanan Burak masadaki diğer bardağı alarak başından aşağı diklemişti. "Senin cümlelerine vermemiz gerekiyor o ayarı Burak Kılıç. Unutma artık iki cümlenle kızaran bozaran Hilal yok karşında. Asena olup seni yakarım, utanmamı sonra kendi başıma yaşarım. Senin afallamanı izlemek utanmamdan daha eğlenceli. İnan bana." Kızın eğlenen sesi karşısında derin bir nefes alan Burak başını iki yana salladı. "Bilinçli yapıyorsun yani?" Ellerini masada birleştirerek öne eğilen Hilal adamın gözlerine cesurca bakarak imalı bir şekilde konuştu. "Bilinçli bir şey yaptığım yok. Sadece içimden geldiği gibi davranıyorum." Hilal'in gözlerindeki kor alevleri gören Burak acı bir farkındalıkla yine kendi oyununa kendisinin düştüğünü fark etmişti. "Beni kışkırtmaktan vazgeçer misin sevgilim?" derken sesi boğuk çıkmıştı adamın. "Seni yememi isteyen de, gömleğimi çıkartırım diyen de senken ben mi seni kışkırtmış oluyorum?" Kızın ciddi anlamda şehvetli çıkan sesiyle birlikte arkasına yaslanarak gözlerini kapatan Burak zorlukla yutkunarak mırıldandı. "S*ktir." Adamın masanın üzerinde yumruk olmuş eline bakan Hilal kısık bir sesle güldükten sonra balık ekmeğine geri döndü. Burak'ın biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı sanırım. Balık ekmeğini yerken artık utanma bile utanmadığını fark eden genç kız, hiçbir şey olmamışçasına kolasından bir yudum aldı. Burak, kesinlikle eseriyle gurur duymalıydı. Adamın kendi kendine mırıldandığı cümleler onun aynı fikirde olmadığını gösteriyordu. "Hay ben aklımı s*keyim. Bu işin sonunun böyle olmaması gerekiyordu." "Arsızlığının günün birinde ayağına dolaşacağını tahmin edemedin mi Alfa Bey?" diyen Hilal son lokmasını da ağzına attıktan sonra iki eliyle kolasını kavrayarak arkasına yaslandı. "Her geçen gün daha da tehlikeli hale geliyorsun. Ben bununla başa çıkamam." diye isyan eden Burak'ın sesinde ciddi bir tını vardı. "Yani aslında başa çıkmana da gerek yok." diyen Hilal omuz silktikten sonra kolasından bir yudum daha alarak devam etti. "Hazır ortam da müsaitken ötelediğin evlenme teklifini et. Ben uslu Asena halime geri döneyim, sen de nefes alabil. Bence güzel bir anlaşma." Hilal'in niyetini anlayan Burak başını iki yana sallayarak sırıttı. "Rüyanda görürsün." Daha cümlesi bitmeden sağ tarafından hızla bir çatal geçmişti. Bıçağın da peşine geldiğini gören asker son anda sola kayarak olası bir kazayı önlemişti. "Hayır birine bu durumu anlatsam bana inanmayacak. Az biraz sakin mi olsan haşin sevgilim?" diyerek gülen Burak, Hilal'in ters bakan elalarından güzelce nasiplenmişti. "O evlenme teklifini edeceksin Burak!" "Yoksa sen mi edeceksin? Aha bak orada yüzük var. Et hadi." diyen adam peçete halkasını işaret etmişti. "Yok. Cevap olarak 'Rüyanda görürsün.' dediğinde tabağı kafanın ortasına atabilirim. Hastaneye erken dönmek istemiyorum." "O tabaktan kaçabilirdim ama sen bilirsin tabii ki. Teklif yok bu yüzden ısrar da yok." Elinin altındaki peçeteyi buruşturan Hilal gıcık adama sahte bir gülüş gönderdikten sonra dişlerinin arasından konuştu. "Bu etmediğin evlenme teklifinin intikamını gerçekten çok pis alacağım Yüzbaşı Alfa." "Yine bir irade savaşı diyorsun? Ben 8 aylıkken doğan sabırsız bir prematüreydim. Kim derdi böylesine sabır sınanmaları yaşayıp başarıyla hakkından geleceğim. Gönder güzelim gönder. Alıştım artık. Böyle böyle sabırlı olmayı öğreneceğim." "Valla ödüle giden kestirmeden vazgeçen sensin." dedi Hilal adamın yeşil gözlerine bakarak. Cesur bakışlı cümle, yeşillerin bir ton koyulaşmasına neden olurken Burak tek kaşını havaya kaldırdı. "Beni kızdırmadan önce düşünecektin onu. Belki de geçen balık ekmek yemeye gittiğimizde sana evlenme teklifi edecektim ben. Ama sen yapmaman gereken bir şeyi yaptın ve hop... Teklif çöp oldu." "Şu an sazan gibi 'Ne? O gün bana evlenme teklifi mi edecektin?' diyerek atlamam gerekiyor sanırım. Seni tanımıyor muyum ben Burak. Yeme beni." diyen Hilal kullandığı cümleyle birlikte istemsizce durarak gülmüştü. "Sayende artık lafın gelişi olarak kullandığım kelimeleri bile kullanamayacağım. Boşluğuma gelip annemlerin yanında bu cümleyi kursam ne olur acaba?" Hilal'in cümlesi karşısında Burak da gülmüştü. "Babam varken kullanmadığın sürece sorun yok. Güler geçeriz, hiçbir şey anlamazlar ama... Babam bir gün sana bakışlarımdan dolayı beni vuracak Hilal. Ve bu gerçekleşirse tüm suç senin." "Niye? Sen tek başına arsızlık yapıp beni utandırınca sorun yoktu da ben oyununa katılınca mı sorun oldu Yüzbaşı?" diye sordu Hilal kaşlarını havaya kaldırarak. "Sence? İşin içine iki kişi girince oyun çok çok tehlikeli bir hal almıyor mu sevgilim?" İmalı bir sesle bu cümleyi kuran Burak gözlerindeki arzuyu gizlemek için herhangi bir çabada bulunmamıştı. "Valla böyle yaparak cezayı bana değil de kendine veriyorsun Alfa'm. Sana savaşında bol şanslar dilerim." diyen Hilal adamın tabağını işaret etti. "Yemiyor musun?" diye sorarken sesi istemsizce az önceki muhabbetlerine göndermeli çıkmıştı. "Hilaaaaal." diye çıkıştı adam, kızın sesindeki arzu kırıntılarını duyduğunda. "Ne yaa? Senin yüzünden gayet masumane soruları masumca soramıyorum. Benim suçum mu bu?" dedi Hilal gülerek. İç geçiren Burak havadaki elle tutulur gerginliği(!) ne yapacaklarını kara kara düşünerek tabağını önüne itti. "Doydum sayende. Teşekkürler." "Ben ekmeğimi yerken sen beni yediysen demek..." diye mırıldanmaktan kendini alamamıştı Hilal. Bakışlarını tavana çeviren Burak sakinleşme dileğiyle derin bir nefes aldı. "Bunlar hep milletin bedduası. Karşılaştığım herkes beni alt edecek birisini diledi." "Ve sonuç ben mi oldum? Onların kastettiği alt ediş bu değildir bence ama bu hepsinden daha acı verici oldu değil mi?" Kızın eğlenen sesini duyan Burak gözlerini kapattı. "Susar mısın Kelebeğim?" "Kalk bir hava al istersen. Hayır yani bir temasımız bile olmadan böyleysen..." İnleyen Burak gözlerini açmadan kızı susturdu. "Hilaaaal, güzeliiiim. Yapma! Bak zamansız kalkıştığımdan dolayı kendime söveceğim şeyler yaşanmasın aramızda olmaz mı?" Ağzını açan Hilal söyleyeceği cümlenin sonunun gerçekten ciddi bir yerde sonlanacağını hissederek çenesini kapalı tuttu. Tutup da Burak'a 'Yani beni öpmek gibi zamansız şeyler mi?' diye sorsa, zaten sınırda olan adamın bu soruya (davete) kayıtsız kalamama ihtimali büyüktü. "Tamam sustum. Bugünlük yeter bu kadar. Böyle bir ortam hazırlayıp da evlenme teklifi etmemiş olmanın cezasını ödedin sayıyorum." "Lütfettiniz Hanımefendi." diye söylenen Burak kendi haline gülerek gözlerini açtı. Hilal'in içtiği yarısı dolu olan suyu alarak onu da bir dikişte bitiren adam sevgilisine baktı. "En azından durman gereken yeri biliyorsun." "Buna şükredecek hale geldin ha?" diyen Hilal alaycı bir şekilde gülmüştü. "Şu an ceza gibi geldiğinden, gelecekte senin gibi bir ödüle sahip olduğuma şükredeceğim." Burak'ın derin bakan zümrütleriyle kurduğu yalın cümlesi onca şeyi söylediği halde kızarmayan Hilal'in yanaklarında bir allığa neden olmuştu. Hilal'in kızarması karşısında yumuşak bir şekilde gülen Burak ona sevgi dolu bir gülümseme bahşetti. Adamın, kızarık yanaklarıyla dalga geçmemesi sözlerindeki içtenliği bir kez daha ortaya sermişti. "Cidden kitaplar dile gelse 'Hayırdır Hilal? Ne oldu sana? Bu hal ne?' diye soracaklar." diye mırıldandı kız biraz önce yaptıklarını düşünerek. Cesur Asena'nın aklı başında Kelebeğe evrilmiş olduğunu gören Burak, uzanarak kız arkadaşının elini tuttu. Bu temas Hilal'in anında ona bakmasına neden olmuştu. "Sen de onlara 'Aşık oldum. Evleneceğim adamla konuşuyorum. Hayırdır bir sorun mu vardı?' dersin." Sevgiyle bakan zümrütlere gülümseyen Hilal başını aşağı yukarı salladıktan sonra sordu. "İyi misin?" "İyiyim sanırım. En tehlikeli görevden çıktığımda bile böylesine adrenalin dolu olmuyordum. Neyse ki adrenalin severim. " Bu cevap karşısında gülen kız adamın elini sıktı. "Bir dahaki karşılaşmaya kadar toparlan o zaman." "Hayır yani lafını sokmaktan da geri kalmıyorsun." diyerek gülen adamın, kıza duyduğu hayranlık sesinden okunuyordu. "İstemem yan cebime koy modunda gördüm seni. Bu yüzden geri kalamıyorum. Ne yapayım?" diye karşılık verdi Hilal bir saniye duraksamadan. Kızın tespiti üzerine Burak'tan küçük bir kahkaha yükseldi. "Tüh yakalandım. Seninle böyle olmak eğlenceli. Aksini iddia edersem bariz yalan söylemiş olurum. Yine de sen çok da uğraşma olur mu Kelebeğim?" "Bak yaa. Başlatan sensin, uğraşan ben mi oluyorum?" "Ben iki gülüp geçecektim sadece." dedi sahte bir hüsranla iç geçiren Burak. "Asena söz konusuyken iki gülemeyeceğini çabuk unutmuşsun." "Hatırlattın hatırlattın. Bir süre unutmam." diyerek gülen Burak, kızın elini bırakarak ayağa kalktı. Kız soru dolu bakışlarla adamı izlerken karanlıkta kalan masallardan birindeki tatlıyı alan adam, Hilal'in önündeki boş tabağı profiterol tabağı ile değiştirdi. Dudaklarında mutlu bir sırıtış beliren Hilal aşık bakışlarla profiterole bakmaya başlamıştı. "Gören de günlerce hastanede hastane yemeğiyle beslendin zannedecek." "Bu benim profiterole karşı doğal tepkim bilmiyor musun sanki?" dedi genç kız gülerek. Burak tatlı kaşığını verdiği anda tatlısına yönelen Hilal tatlıya dokunmadan önce adama baktı. "Aç kalma sen de. Bitir şunu." Kızın endişeli sesiyle başını sallayan adam ekmeğini yemeye başlarken Hilal de tatlısını yemeye başlamıştı. Burak ekmeğini bitirdiğinde Hilal yarısı dolu olan profiterol tabağını sevgilisine doğru ittir. "Ooo yarım tane profiterol veren cimri Hilal tabağını benimle paylaşıyor ha?" diyerek sırıtan adam yan masada başka bir profiterol daha olmasına rağmen kızınkinden yemeye başladı. İlk tabak bittiğinde ikinci tabağı alarak ortalarına koyan ikili, kütüphanedeki günleri yâd ederek neşeli kahkahalar eşliğinde tatlılarını yediler. 🦋 "Yemek faslı kısmen olaysız bittiğine göre hediye faslına geçebiliriz." Burak'ın cümlesi üzerine Hilal mahcup bir şekilde yüzünü buruşturdu. "Senin hediyen tabii ki benim.' diyerek şimdilik bu fasıldan sıyrılsam? Gerçekten o kadar şey oldu ki ben... Unutmuşum." "Benim istediğim de unutmandı ya zaten Kelebeğim. Öyle olunca sürpriz oluyor adı." Burak'ın gülerek kurduğu cümleyle birlikte Hilal ellerini çenesinin altına koydu. "Tamam da hediye almadım. Bu özel günleri normalde erkekler unutmaz mıydı yaa?" "A-aa kalbimi kırıyorsun ama Kelebeğim. Benim gibi bir adamın sevdiğiyle geçirdiği anları unutabilmesi mümkün mü acaba?" Kendisine göz kırpan sevgilisine gülümseyen Hilal başını aşağı yukarı salladı. "Hediyeni sonra vereceğim. Söz." "Hediyemi çoktan verdin. Senden daha öte bir hediye yok, olamaz." dedi Burak dudaklarındaki mükemmel gülümsemeyle. Sevgilisinin kendisini şımartmasına izin veren Hilal iltifatı mutlu bir gülüşle karşılamıştı. "Ayrıca sana aldığım hediyenin bir eşini de kendime yaptırmış olabilirim. Bence ikimizde de bulunması gerekiyordu." Adamın bu cümlesi Hilal'in ciddi anlamda meraklanmasına neden olmuştu. "Ne aldın ki?" diye sorarken sesi oldukça hevesli çıkmıştı. Gıcıklık yaparak kızın hevesini söndürmek istemeyen Burak, Hilal'in meraklı bakışları eşiğinde ayağa kalktı ve yanlarındaki kitaplığa doğru yürüdü. Üst raflara koyduğu iki kare kutuyu alarak sade olanı kendisinin önüne bırakırken mavi kelebeklerle süslü olanı da kıza uzatmıştı. Büyük bir heyecanla kutuyu alan Hilal, hiç beklemeden kutuyu açmaya başladı. Bunu gören Burak kısık sesle gülmüştü. Onun gülmesiyle Hilal de gülerek konuştu. "Önce hediyeme bakayım sonra seninle ilgileneceğim Alfa'm." Kutuyu açan genç kız, içinde gördüğü kar küresini dudaklarında beliren gülümsemeyle çıkarttı. Karşısında resmen Mardin'deki sahnenin minyatürü duruyordu. Ağaçlarla kaplı kar küresinin sol üst tarafında, taşlar arasında bir mağara bulunuyordu. Ağaçların ortasında el ele duran bir çift, gökyüzünde de olanca ihtişamıyla bir dolunay. (Yazar notu; Aşağıda kar küresinin temsili bir resmi vardır. Beri her ne kadar içime pek sinmedi dese de mağara yeri hariç oldukça hoşuma gitti. Gerçekten de Mardin'e bir bakış atıyormuş gibi hissettim ki bu çok güzel 😁. Bu güzel resim için teşekkürler Beri'cim 😍)  "Burak... Bu..." diyen Hilal ne diyeceğini bilemez bir şekilde kar küresine bakıyordu. Özel bir maddeyle kaplanmış olan dolunay, etrafına kendiliğinden loş bir ışık yayıyordu. Bu durum karşısında dudaklarındaki gülümseme büyüyen Hilal kürenin yanındaki küçük kelebekli düğmeyi görerek ona bastı. Bu hareketiyle dolunay parıl parıl parlamaya başlamıştı. "Gözlerimi göremediğin için o kadar çok isyan ettin ki, dedim en azından minyatüründe ışıkları açayım." Burak'ın alaylı çıkan ukala sesi karşısında Hilal'den bir kahkaha yükseldi. "Gerçekten nutkumun tutulmasına neden oldunuz Alfa Bey. Böyle bir şeyi beklemiyordum. Bu o kadar güzel ki." diyen genç kız küreyi iki yana salladı. Havada uçuşan karlar tekrardan ikilinin, ağaçların ve mağaranın üstüne yağmıştı. Kendi kutusunu da açan Burak gülümseyerek sevgilisine baktı. "Tam anlamıyla o günü anlatıyor değil mi? Bilirsin anıları biriktirmeyi severim. Yalnızca sana yaptırmakla kalamadım o yüzden." diyen adam kurt şeklindeki düğmeye basarak dolunayın yanmasını sağladı. Adamdaki figürün kurt olduğunu gören Hilal güldü. "Her şeyi böyle en ince ayrıntısına kadar hesaplamana ayrı aşığım." "Bu durum normal insanlara paranoyakça geliyor genelde." dedi Burak tek kaşını havaya kaldırarak. "Bana ne normal insanlardan. Ben bu anormalliği seviyorum. Herkesten farklı olmayı, kendinimize has olmamızı." diyen Hilal eliyle etrafını göstererek devam etti. "Yıldönümümüzü pahalı, ünlü ya da otantik bir restorantta kutlamaktansa bizim için özel bir yerde kutlamayı seviyorum. Trendi değil, baştan aşağı anlam yüklü hediyeleri seviyorum." Dudaklarındaki mükemmel gülümsemeyle sevgilisinin elini tutan Hilal mutlulukla zümrütlere baktı. "Ve sen; benim için yeni bir dil öğrenen adam, hayallerimin bile ötesindesin. O gün elimi tuttuğunda bana hissettirdiklerinin kat be katını yanımda olduğun her an hissettiriyorsun. Hayatımda olduğun için teşekkür ederim Olric." Hitap karşısında dudaklarındaki gülümseme büyüyen Burak, kızın eline bir öpücük bıraktıktan sonra mırıldandı. "O teşekkür bana ait Kelebek Hanım." İkili bir süre birbirlerinin gözlerinde kaybolduktan sonra Burak başıyla Hilal'i işaret etti. "Fazla oturdun. Hadi koltuğa geçelim." "Ben ameliyat olalı günler old..." Burak, Hilal'in cümlesini bitirmesine izin vermemişti. "Refakatçi ne derse o. İtiraz yok." İç geçiren genç kız karşısındaki askerle bu konuda tartışmaya giremeyeceğini bilerek ayağa kalktı. Sandalyesinden kalkan Burak, sevgilisinin yanına gelip elini tutarak koltuk yerine kitap rafları arasına yönlendirdi. "Hani koltuğa geçecektik?" "Boş boş geçmek olmaz." diyen adam şiir kitaplarının bulunduğu raflara yönelirken konuşmaya devam etmişti. "Kütüphane günlerimiz sırasında, özellikle son zamanlarında, seni kollarımın arasına alıp o koltukta oturmayı o kadar çok istedim ki. Karşılıklı birbirimize şiirler okumamızı." Duraksayan adam yumuşak bir şekilde ekleme yaptı. "Annem ve babam gibi." "Ben de benzer bir hayal kurmuş olabilirim. Tek farkı roman okumamızdı. Aynı romandan biri sende biri bende birlikte okuyoruz, ara sıra durup yoruluyoruz." dedi Hilal sevgilisine bakarak. "Bugünlük ciddi bir roman okuyacak kadar vaktimiz yok sanırım ama istersen kısa bir roman alabiliriz." Burak'ın anında kendi isteğini kenara bırakıp kızın dileğine yönelmesi karşısında Hilal istemsizce gülümsedi. "Bugün şiir günümüz. Romanı başka zamana erteleyelim." diyen genç kız raflara bakmaya başladı. Aklına gelen şeyle hevesle Burak'a dönmüştü. "Birkaç tane kitap alalım. Benim seçtiğimi sen bana, senin seçtiğini de ben sana okuyayım. Olur mu?" "Kesinlikle olur." diyerek sırıtan Burak beğendiği birkaç kitabı hiç düşünmeden almıştı. Hilal de istediklerini seçtiğinde üçlü koltuğun bulunduğu yere geçitler. Hilal, siyah bir örtüyle örtülmüş koltuğu gördüğü anda Burak'ın buraya da el attığını anlamıştı. "Bu örtüleri ve yastıkları sen getirmişsin." "Herkesin kullandığı koltuğa uzanmayı pek istediğim söylenemez. Birkaç ayar çektim o yüzden." dedi Burak omuz silkerek. "Titiziz de." diyerek dalga geçti Hilal. "Çoook. Dağlara göreve gittiğimde falan 'Ben yerde yatamam. Nerede benim yatağım?' diyorum hatta(!)" Burak'ın alaycı ses karşısında gülen Hilal ayakkabılarını çıkararak yarı yatar pozisyonda koltuğa geçti. Sevgilisi anında yanında yerini almıştı. "Önce ben seçeceğim." dedi Hilal hevesle ona bakarak. "Her daim Kelebeğim." diyerek göz kırptı Burak. Hilal hiç düşünmeden Özdemir Asaf'ın '9 Kadar 10' kitabını eline almış sayfa 28'i açmıştıtı. -Seni Seyrederdim- Şiiri gören Burak bakışlarında hafif bir şaşkınlık belirirken kıza baktı. "Bilerek mi seçtin bu şiiri?" "Zaten çok severdim, Dream'in duvarında da ilk kıtası yazıyordu. Doğum günümde sen gittikten sonra bakışlarım sürekli o şiiri buldu. Hep bana okumanı istemiştim. Kütüphane günlerinde birkaç kez demeye yeltendim de zor engel oldum kendime. Şimdi vakti gelmişken... Senin sesinden dinleyelim istedim." diyen Hilal adamın şaşkınlığı karşısında sordu. "Bir anlamı mı vardı?" "O gün Dream'de zaten bu şiiri okumuştum ben. Sana ithafen." dedi Burak kafede karşılaştıkları günü hatırlarken. "Nasıl?" diye sordu Hilal hayretle. 💫 "Artık senin önünde!" "Sağ ol abi yaa." "Ne demek, her zaman!" diyen Burak ukala bir şekilde gülerken gözü köşedeki kıza takılmıştı. Pembe prenses elbisesi ve prenses saçıyla parti kızı o olmalıydı. Burak, kaşlarını çatarak elindeki bardağı masaya bıraktı. Her tarafını tanıdıklık hissi sarmıştı. Altıncı hissine duyu organlarından daha çok değer veren asker, bu aşinalığın nedenini anlayabilmek için kızı incelemeye başladı. Kızın arkadaşıyla konuşurken yüzünde beliren gülüş, kalp atışlarında ani artışa neden olmuştu. Elini anında nabzına koyan Burak dakikalık ritmi saydı. 95-100 üzeri. 'Benim kalp atışlarım en tehlikeli operasyonda bile 95'in üzerine çıkmaz ki?' O zaman çıkmıştı ama. Mardin'deki operasyonda. O zamanki gibi hissetmiyor musun Alfa? Düşünce, kalp atışlarının biraz daha hızlanmasına neden olurken yanındaki Emre'nin koluna dokunduğunu hissetti. "Hey sana diyoruz! Nereye bakıyorsun öyle dikkatle?" Emre'ye anlık bakan Burak telaşla az önce baktığı yere döndü. Kız ve arkadaşı gitmişti. 'Şükürler olsun!' diye düşünen Burak eli ile duvardaki yazıyı gösterdi. "Duvardaki şiire bakıyordum." "Ona mı o kadar dikkatli bakıyordun abi? İlk defa gelmiyoruz ya bu kafeye. 1 yıldır orada duruyor. İlk defa mı okuyorsun?" "Özdemir Asaf'ın 'Seni Seyrederdim.' şiirini bir kafenin duvarında ilk defa okuyacak birisine mi benziyorum?" diyen Burak duvara baktı. 'Saçların uçuşurdu rüzgârdan. Burak, şiirin kalanını hiç duraksamadan okumuştu. "Gülerdin.. Görmezdim seni.. Önüne döndüğünde tim üyelerinin şaşkınca ona baktığını gördü. "Ne? Kitap okuduğumu biliyorsunuz? Bu muamele ne?" "Hiç sadece... Daha önce hiç şiir okurken görmemiştik seni abi. Bir an garibimize gitti." dedi Tuncay hepsi adına konuşarak. "Öyle boşluğuma geldi işte. Niye size şiir okuma ihtiyacı hissedeyim ki? Daha doğrusu niye şiir okuma ihtiyacı hissedeyim?" Son cümle Burak'ın kendisineydi. Neden şu an deliler gibi şiir okumak istiyordu? Neden tüm şairler geçiş sırasını bekleyen arabalar gibi konvoya dizilmiş, dudaklarından dökülmeyi bekliyorlardı? Neden?" [Yazar notu; Kesit K.İ.T. (Saklı Kalanlar) Cevapsız Sorular bölümünden alıntıdır.] "Bizimkiler o gün çok şaşırdı şiir okumama. Üstüne bir de şarkı söylediğimde yaşanan şaşkınlığı tahmin edebilirsin. Ailemden sonra başkasının yanında yüksek sesle şiir okumamıştım biliyor musun? Şiir demek annem demekti çünkü. Hatta bir gün edebiyat öğretmenimiz sözlüde şiir okutmaya çalıştığında 'Ben şiir bilmiyorum. Okumayacağım.' demiş kalkmamıştım. Ama o gün sen şiir okumam sebep oldun. Annemin de dediği gibiydi her şey." "Annenin dediği gibi mi?" diye sordu Hilal parlayan elalarıyla. "Benim her zamanki meraklı halim işte. Bir gün babam yokken... O yoklukların nedeninin görev olduğunu ve annemin de bu yüzden endişeli olduğunu yeni yeni idrak ediyorum. Neyse işte babam yoktu annem de babamın verdiği şiir kitabını okuyordu. Yanına gittim. Şiirlerden ne anladığını sordum. Daha küçüğüm 6-7 yaşlarında. Bana göre şiirler anlamsız söz dizeleriydi. Yani soyut kavram anlayışım gelişmediği için anlayamıyordum. Bu yüzden de şaşkınlıkla anneme şiirleri gerçekten de sevip sevmediğini sordum..." 💫 'Gerçekten de seviyor musun şiirleri? Gerçekten ama. Mesela babam vermese de sever miydin?' 'Hmmm. Şiirleri asıl sevmeme sebep olan kişi baban ama.' 'Nasıl yani?' diye sordu Burak annesine bakarak. 'Önceden de severdim ama babanla tanışınca çoook sevmeye başladım. Böyle hep şiir okumak istedim. Hep şiir söylemek.' 'Neden ki?' 'Dedim ya şiirler hislerle yazılır diye. Ben de hislerimi ortaya koyabilmek için şiir okudum ya da söyledim. Yani sevince şiir döküldü dudaklarımdan... Seni seviyorum yerine.' Burak, birkaç saniye duraksayarak annesine baktı. 'Güzel bir şey sanırım bu. Bal gözlerin parlıyor ve gülümsüyorsun.' 'Evet. Çoook güzel bir şey hem de.' 'O zaman ben de dudaklarımdan şiir dökülmesini istiyorum. Bunun için ne yapmam gerek?' 'Bekle! Sen pek sevmezsin ama beklersen bir gün dökülür dudaklarından o şiirler. İçin kıpır kıpır olur. Hem şiir okumak istersin hem de şarkı söylemek. Hem de bir sürü bir sürü.' 'Yaaa. Bak şarkıyı severim. Beklersem kesin olacak ama değil mi? Yoksa beklemeyeceğim.' 'Olacak Küçük Alfa'm olacak. Şiir okumak istediğin o gün var ya... Sana şiir okutanın geldiği o gün! O gün içindeki kıpırtıdan kaçma tamam mı?' 'Tamam.' 'Söz mü?' diye sordu Dilek oğlunun yeşil gözlerine bakarken. 'Söz!' diye yanıt verdi Burak. [Yazar notu; Bu kısa kesit de K.İ.T. (Saklı Kalanlar) Cevapsız Sorular bölümünden alıntıdır.] "O gün o sahneye çıkmamda verdiğim bu sözün etkisi büyüktü. Kendi kendime koyduğum prangaları kırmak istedim, içimdeki kıpırtıdan kaçmak istemedim. Güzel hissettiriyordu. Soğuk duruşlarımla, mükemmel rollerimle bilinen beni rol yapamayacak hale getirmiştin. Duygularımı alenen ortaya çıkarıyor, kalp atışlarımı hızlandırıyordun. Bildiğim ama hiç yaşamadığım bu duygunun esiri olmak benim için oldukça kolay oldu. Yıllar sonra aynı gün içinde hem şiir okumamı sağladın hem de şarkı söylettirdin." diyen Burak, Hilal'in alnına sevgi dolu bir öpücük bıraktıktan sonra mırıldandı. "O gün, miladım olacağını anlamıştım." "Ben de o gün hayatımın değişeceğini hissetmiştim. Tek sen de değil hepiniz... Auranız çok farklıydı. Yine de kendimi böyle bir hayatın içinde bulacağımı düşünemezdim. İkimiz de o kafedeki kişi değiliz artık farkında mısın? Bu birliktelik bize gerçekten çok fazla şey kattı. Acı-tatlı yaşadığımız her ânın karakterimizde, güçlü duruşumuzda bir artısı oldu." "29'umdam sonra değişeceğimi söyleseler inanamazdım. Geçenlerde uzun süredir görmediğim bir devrem ile karşılaştım. Öcü görmüş gibi benim gayet de gülerek yaptığım muhabbeti dinledi en son 'Sormadan edemeyeceğim. Başına göktaşı falan mı düştü Burak?' diye sordu. Dedim 'Pek de haksız sayılmazsın.' En son ciddi anlamda afallamış bir şekilde yanımdan ayrılıyordu." Bu hikaye, Hilal'in neşeyle gülmesine neden olmuştu. "Bence bununla çok sık karşılaşacaksın Soğuk Nevale Alfa." "Ahahahaha. Bir zamanlar lakabımın bu olduğuna inanamıyorum. Millete iyi pisliklik yaptım ama." dedi gülen asker. "Yüzbaşı moduna geçtiğinde devamı gelecektir. Kimsenin yanında benim yanımda olduğun gibi olamazsın." diyen kızın sesindeki ukalalık hissediliyordu. Kız arkadaşını kolunun altına alan adam ona sarıldı. "Olamam tabii. Bu halim yalnızca sana özel. Dön bakalım sürmeli yarim. Gözlerindeyken okuyayım şiirimizi." Duyduğu cümleyle anında sırıtan Hilal, elalarını oldukça yakınında duran zümrütlerle buluşturdu. "Saçların uçuşurdu rüzgârdan. Gülerdin.. Görmezdim seni.. Burak şiiri bitirdiğinde ona yaklaşan Hilal adamın yanağına bir öpücük bıraktı. "Hmm beni öpebilmen için sana şiir okumam gerekiyor anlaşılan." diyerek gülen Burak da sevgilisinin yanağını öpmüştü. "Evet dersem dakika başı şiir okuyacakmışsın gibi hissediyorum." dedi Hilal gülerek. "Abartma Asena'm. Dakika başı değil 5 dakikada bir falan okurum." Gür bir kahkaha atan Hilal sevgilisine baktı. "Sıra sende. Seç bakalım." "Düşünmeye bile gerek yok. Çok sevdiğim bir şiirdir. Sana Kelebek lakabını verdikten sonra dank etti şiirdeki hitap. Sana Kelebek dememin gizli sebeplerinden biri bile olabilir bu şiir. Bilinçaltım her şeyi harmanlıyor, benden habersiz icraate geçiyor ne de olsa. Bu yüzden şiirin etkisi varsa şaşırmam." "Merak ettim şimdi." dedi Hilal şiiri bir an önce görmek isterken. Burak, aşina hareketlerle Erdem Bayazıt'a ait -Bulmak- şiirini açarak sevgilisine uzattı. Hilal tam sözlerine bakacakken Burak elini kitabın üstüne koyarak onu durdurmuştu. "Önce kendine okumak yok. Direkt sesli, bana okuyorsun." Kaşlarını kaldıran Hilal adama baktı. "Tepkilerimi mi inceleyeceksin?" "Tabii ki." dedi Burak büyük bir keyifle. Başını aşağı yukarı sallayan Hilal hissettiği heyecan ve merakla şiiri okumaya başladı. "Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Şiir bittiğinde garip duygular içindeki Hilal elalarını kendisini izleyen zümrütlere çevirdi. Ciddi anlama kendilerinden parçalar barındıran bir şiiri çok sevmişti. En çok hoşuna giden dizeleri yeniden mırıldandı. "Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde Elini sevgilisinin yüzüne götürerek parmaklarının arkasıyla kızın yüzünü okşayan Burak şiirin devamını ,kendisinin en çok sevdiği dizeyi, okudu. "Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş Kendisine sevgiyle bakan zümrütlere aynı sevgiyle karşılık veren Hilal bu hayatta söylemekten asla bıkmayacağı o 3 kelimeyi fısıldadı. "Seni seviyorum Alfa'm." Sevgilisinin alnını öpen Burak gülümseyerek karşılık verdi. "Ben de seni seviyorum Kelebeğim." 🦋 "Alfa'm?" diye mırıldandı genç kız kollarında durduğu sevgilisine bakarak. İkili uzun bir süre karşılıklı birbirlerine şiir okumuş, ara sıra da birkaç geçmiş anıyla bu şiirleri taçlandırmışlardı. Kız arkadaşının çekingen sesini duyduğunda büyük bir şeyin geleceğini anlayan Burak, elindeki kitabı kapatarak gülen yeşillerini elalarla buluşturdu. "Asena'm?" Adamın muzip çıkan ses tonu, Hilal'e ihtiyacı olan cesareti verirken genç kız heyecanlı bir şekilde sordu. "Bir dilek hakkımızı daha kullanabilir miyiz?" Soru üzerine Burak birkaç saniye duraksamıştı. "Bugün fazla yoruldun aslında. İstediğin dilek yorucu bir şey mi?' "Fiziksel olarak değil. Aslında eğleneceli olacak gibi hissediyorum ama emin de olamıyorum. Daha çok yıpranmaktan korkuyorum." "Sayende bilmece gibi konuştuğumda insanların neler hissettiğini anlıyorum Kelebeğim. Yine aklından neler geçiyor acaba?" "Paralel Evren, Sen ve Ben." Olayı anlamaya çalışan Burak biraz doğrularak sevgilisine dönerken Hilal dudağını ısırarak adama baktı. "Gerçekten aklından neler geçiyor Kelebeğim?" "Söylesem mi emin değilim." Kızın çekingen çıkan sesi karşısında adam sevgiyle gülümsedi. "Sen ki beni büyüdüğüm eve götüren, yıllar sonra fotoğraf albümümün kapağını açtırıp ailemi anlatıran kız..." Burak'ın başka bir şey demesine gerek yoktu. Sözleri ve gözlerindeki 'Senden gelen her şeye koşulsuz varım.' bakışları Hilal'in düşüncelerini söylemesi için yeterliydi. "Fabrikada fularımı bana verdiğin gün, o olay olmasaydı o adamın Mardin'deki kızdan asla kaçmayacağını söylemiştin. Sonra da 'Hayal kurmanın anlamı yok. O olay yaşandı! Ruhuma geri döndürülemeyecek bir yara açtı. Tüm karakterimi resetledi. Sürüyle korkuya hapsetti beni.' demiştin." diyen Hilal gözlerindeki sevgiyle aşık olduğu zümrütlere baktı. "Karşımdaki adam, bana bunları söyleyen o adam değil artık. Birlikte çok şey yaşadık ve imkansızlarımızın üstesinden geldik. Ben de merak ettim... Hayal kurmanın anlamı olabilir mi artık?" "Yani demek istiyorsun ki..." diyen Burak, kızın düşüncelerini tamamlaması için sessiz kaldı. "Acı verici olacak biliyorum ama... Hayal kuralım mı Burak? O olayın yaşanmadığı bir hayatın hayalini? Benim... Annen ve babanla tanıştığımın hayalini. Bazen kendi kendime Yiğit Kılıç ve Dilek Kılıç ile senin ve benim beraber vakit geçirdiğimiz anların hayalini kuruyorum. Acaba şu cümleme nasıl karşılık verirlerdi diye merak ediyorum. Beni gördüklerinde ilk tepkilerini, sevgili olduğumuzu öğrendiklerinde ne diyeceklerini... İçim sımsıcak oluyor. Kalbimin üzerinde bir acı olsa da dudaklarımda ve gözlerimde hep bir tebessüm oluyor. Ne dersin? Bugün seninle birlikte kuralım mı o hayalleri? Bir paralel evren olsaydı ve o gece asla yaşanmamış olsaydı, neler olurdu acaba? Sen ve ben o evrende neler yaşardık mesela?" Söylenenlerin etkisiyle kızaran yeşillerini kapatan Burak, gözünden bir damla yaş düşerken titrek bir nefes aldı. Bir paralel Evren olsaydı ve o evrende o gece asla yaşanmamış olsaydı, neler olurdu? Güneşim doğmuş olurdu... İkinci damla da ilkinin yanında yer alırken yüzünde hissettiği parmaklarla gözlerini açan adam sevgilisine baktı. Kızın da yüzünde gözyaşı izleri vardı. Bir süre kollarındaki kızın kızarmış elalarına bakan Burak aklına gelen şeyle mırıldandı. "Eğer..." Sesi çatlak çıktığı için duraksayarak boğazını temizleyen adam tekrardan konuştu. "Eğer bir paralel evren olacaksa hakkını verelim Kelebeğim." "Bu ne demek?" "O olay da hiç yaşanmamış olsun." Burak'ın yumuşak sesiyle kurduğu cümleyi duyan Hilal gözyaşlarının hızlandığını hissetti. "Asla gerçekleşemeyecek güzel anların hayalini kuracaksak eğer, o güzel gözlerini aldığın adam da seninle olsun." Dudaklarının arasından küçük bir hıçkırık kaçan Hilal başını aşağı yukarı salladı. "Olsun. Hep yanımda olmuş olsun. O kadar acı çekmemiş olsun. O paralel evrende herkes mutlu olsun. Sen, babam, annem, Kadir babam... Ve onlar hayatta olsun. Hayallerimizde yaşayalım Yağmur Adam ve Çilek Kızı." Hilal'in gözyaşları içinde kurduğu cümleyi kıpkırmızı gözleriyle dinleyen adam başını aşağı yukarı sallayarak papatya kokulusunun alnına bir öpücük bıraktı. Genç kız bu temasla gözlerini kapatırken aklında belli başlı sahneler beliren Burak ortamdaki kasvetli dağıtmak istercesine yumuşak bir şekilde güldü. "Desene o zaman. Bu paralel evrende biz çocukluk aşkı oluyoruz." Burak'ın cümlesiyle gözyaşlarının durduğunu hisseden Hilal sesinde hissedilen merakla sordu. "Çocukluk aşkı mı?" "Dayımın en yakın arkadaşı senin baban olduğuna göre haliyle ailelerimiz tanışıyor. O zaman seni ilk 4 yaşındayken gördüm. Doğduğun günlerde size bebek ziyaretine geldi.. Minicik bir bebek olan senin ela gözlerini gördüğümde 'Aa gözleri benim gibi yeşil.' diye sevindim sonra başka yöne baktığında değiştiğini gördüm ve şaşırdım." "Daha nesneleri bile seçemediğim o küçücük yaşımda yine de yeşil mi?" diye sordu Hilal neşeli bir şekilde gülümserken. "Bana bakarken hep yeşil." diye fısıldadı adam aşık olduğu gözleri daha iyi görebilmek için sevgilisini kendine doğru çevirirken. "Sana bakarken hep yeşil." diye karşılık verdi Hilal dudaklarındaki enfes gülümsemeyle. Hilal'in paıldayan gözlerine yoğun bir sevgiyle bakan Burak, dudaklarında anlamlı bir gülümseme belirtilirken kıza biraz daha yaklaşarak onun yanağına uzun bir öpücük kondurdu. Bu temas Hilal'in kalp atışlarını hızlandırırken karnının kasılmasına neden olmuştu. "Nefes al." diyerek sevgilisine takılan adam, şahsi sınırlarına girdiği kızın papatya kokusunun başını döndürdüğünü hissettiğinde toparlanmaya çalışarak geriye çekildi. "Nefes alman gerektiğini sesli olarak kendine hatırlatıyorsun sanırım? Benden daha kötü gözüküyorsun da. Az önceki gibi mesela." dedi Hilal neşeli bir sesle. Kıza bir bakış attıktan sonra gözlerini deviren Burak, son zamanlarda çok fazla Hilal'in diline düşüyor olmasının isyanıyla derin bir nefes aldı. Onun bu haliyle sesli bir kahkaha atan Hilal, Burak'ın yüzünü kendisine doğru çevirerek küçük bir çocuğu sever gibi adamın yanaklarını sıktı. "Oy oy. Benim sevgilim göz de devirirmiş. Biraz da homurdan bakayım." "Uğraşma benimle Hilal." diyerek gülen Burak kızın ellerini tutarak aşağı indirdi. "Ama az önce nefes al diyordun şimdi alma diyorsun. Oluyor mu öyle hiç Yüzbaşım?" İç geçiren Burak hüsranla başını iki yana salladı. "Sana laf yetiştiremiyorum gerçekten." "Zamanında Olric'in biri tam da bu kütüphanede bu huyumu da baza alarak bana Kelebek lakabını takmıştı. Ben sadece ismime layık olmaya çalışıyorum Yüzbaşım. Bunun için beni suçlayamazsınız." Kızın saf bir neşeyle kurduğu cümle karşısında Burak etrafına bir bakış attı. Bu kütüphanede yaşadıkları onlarca an ruhunu ısıtırken dudaklarındaki gülümsemeyle Hilal'in elini sıktı. "O zamanlar böyle bir an yaşayacağımızı asla düşünemezdim. İsterdim, çok isterdim hem de ama görev meselesi ve geçmişim yüzünden imkansız gibi gelirdi." Yanındaki sevgilisine gamzesini ortaya serecek şekilde bir gülümseme bahşeden adam mutlu bir sesle konuştu. "Şimdi ise geldiğimiz noktaya bak. Evlilik hayalleri kuruyoruz resmen." Burak'ın kurduğu cümleyle kalp atışları hızlanan genç kız dudaklarında bir gülümseme belirirken kaşlarını kaldırdı. Burak'ın masadaki gıcıklığını unutmamıştı. "Yalnızca hayal olarak kalacak gibi. Hayır diyeceğim ya hani." Tam da beklediği karşılığı veren sevgilisine muzip bir bakış atan Burak gülerek konuştu. "Evlilik hayali kuruyoruz dedim. Evlenme teklifi edeceğim demedim zaten." "Babama söyleyeceğim beni sana vermesin." diye çıkıştı Hilal. "Ama hep bunu yapıyorsun Kelebeğim. Hem teklif etmiyorum diye bana işkence çektiriyorsun hem de teklif ettiğimde hayır diyeceğini söylüyorsun. Madem kabul etmeyeceksin ne diye bana sataşıyorsun acaba? "İstediğimi yapmıyorsun diye. Başka niye olacak?" Kızın tripli bir şekilde omuz silkmesi karşısında Burak'tan neşeli bir kahkaha yükseldi. "Bu konudan çıkamayız biz. Hadi diğer isteğini yerine getirelim ve dilek hakkımızı kullanalım. Olur mu?" "Olsun bakalım." diyerek gülümseyen Hilal, hissettiği heyecanla Burak'a baktı. "Bize gelmiş oluyorsunuz haliyle. Ben yeni doğmuşum çünkü. Sen o zamanlar 4 yaşında oluyorsun. Beni ilk gördüğünde nasıl tepki vermişsindir." "Aaaa bebek.' demişimdir ne diyeceğim?" dedi Burak tatlı bir alayla 💫 "Baba bebeği ne zaman göreceğiz?" diye sordu Burak fısıltı olduğunu düşündüğü ama fısıltıdan oldukça uzak bir sesle. "Bebek uyuyormuş oğlum. Uyanınca görürüz." diye karşılık verdi Yiğit de aynı fısıltıyla(!). Üzgünce iç geçiren Burak başını aşağı yukarı sallayarak önüne döndü. 30 saniye sonra tekrardan babasına dönmüştü. 'Ne zaman uyanacak peki?" Bilmem kaçıncısı yaşanan bu diyalog karşısında kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastıran Yiğit, ciddi bir şekilde bu soruyu da yanıtladı. "Birazdan uyanır büyük ihtimal." "Anladım." diye önüne dönen Burak ayağını birkaç kez salladıktan sonra yine babasının kulağına doğru eğildi. "Birazdan oldu. Bebek ne zaman uyanacak?" Burak'ın sabırsız sesi karşısında odadaki yetişkinler daha fazla kahkahalarını tutamamışlardı. "Prematüre olduğunu her yerde nasıl da belli ediyor ama sabırsız." diyerek oğlunun saçını karıştıran Yiğit kızgın bakan yeşillerle karşılaştı. "Siz bana mı gülüyorsunuz?" diyen çocuk kıstığı gözlerini tek tek büyüklerde gezdirdi. Onun bakışlarını gören Salih Ege neşeyle konuşmuştu. "Babasının oğlu yeminle. Çocuğum sen 4 yaşındasın. Ne bu kurt bakışları?" "Ben Alfa'yım. Tabii ki kurt gibi bakacağım Salih amca." dedi Burak çenesini havaya kaldırarak. "Görüyorsunuz işte. İki Alfa arasında kalan masum ben." diye mırıldandı Dilek sahte bir hüzünle. "Kesinlikle çok masumsun Çilek Kız. Dünya üzerinde senden masumu yok hatta." diye takıldı karısına Yiğit. Çilek Kız hitabıyla ikisi de silahlı bir ajanı takip edecek kadar gözü kara olan o genç kadını hatırlamıştı. Burak anne ve babasının yine, yeni ve yeniden bakışmaya başladığını görerek Melek ve Salih'e döndü. "Bunlar hep böyle." derken bıkkınlıkla başını iki yana sallamıştı çocuk. "Çocuktan al haberi.' dedikleri bu oluyor galiba." dedi Melek gülerek. Karısının omzuna kolunu atıp onu kendine çeken Salih Ege, geldiğinde anne ve babasının ortasına oturmak için her şeyi yapan yumurcağa bakarken karısının kulağına fısıldadı. "Şu an Burak'ı kınayıp kınamama arasında gittim geldim. Bizimki de her ânımıza maydanoz olursa ne yapacağız Meleğim?" "Daha ilk dakikadan kızını bana tercih eden kocama bakın hele." diye söylendi Melek adama ters bir bakış atarak. "Ya sen unutmadın mı onu?" "Neyi unutacakmışım? Doğumdan sonra benim yanıma değil de kızının yanına gittin resmen!" "Ama şimdi Berceste'm hiç bilmediği yoğun bakım köşelerinde kontrolü yapılırken tek mi kalsaydı? Tamam kendiliğinden 1 ay büyük doğmuş olabilir ama küçücük daha o Melek Aslan." dedi Salih Ege hüzünlü bir sesle. "Hiç duygu sömürüsü yapma bana. Haftalardır geceleri yanımdan kalkıp kızının beşiğinin başında sabahladığını bilmiyorum sanki Ege Aslan. Zor oluyordur böyle senin için. Yanına al kızını. Ben salona falan geçerim." Melek'in çıkışı karşısında gülen Salih ölüm fermanını imzalayan o cümleyi kurdu. "Ne diyorsun Allah aşkına Karıcığım? Daha yeni doğum yaptın sayılır. Biraz iyileş öyle geçersin salona." Melek dirseğini sert bir şekilde Ege'nin karnına geçirirken onların fısıldaşmasını izleyen küçük Burak memnuniyetsiz bir şekilde ayağa kalktı. "Bebek nerede? Onun yanına gideceğim ben." "Oğluşum bebek uyuyor dedik ya." dedi Dilek oğluna bakarak. "Tamam da siz ikiniz yine birbirinize bakmaya başladınız. Onlar da sizin hep yaptığınız gibi fıs fıs bir şeyler konuşuyor. Ee ben ne yapacağım? Gideyim de bebekle konuşayım bari." "Bebekle konuşman biraz imkansız gibi Burakçığım." dedi Melek bu bıcır bıcır çocuğa gülümseyerek. "Annemler gibi konuşabilirim." dedi Burak bilmiş bir şekilde. "Nasılmış o?" diye soran Yiğit alacağı cevabı tahmin edebiliyordu. "Böyle sadece gözlerine bakarım, konuşurum. Siz sıkıcı büyüklerden daha eğlencelidir bence o. Hani bebek nerede? Götürün beni onun yanına Melek teyze." Kollarını kavuşturarak kendilerine bakan Burak'a bakan Melek güldü. "Salih amcana söyle sen onu Burak. Kızını pamuklara sarıyor Beyefendi. Uyuyor diye izin vermez yanına girmene şimdi." "Hiç ses yapmam, hiç uyanmaz. Olmaz mı? Uslu olsam da göremez miyim bebeğiiii? Heh! Lütfen Salih amcaaa. Lütfen lütfen." Burak'ın yalvararak bakan yeşil gözlerini gören Salih, bu isteği tabii ki de reddedememişti. "Olur olur da az önce konuşuruz diye yanına gitmek istiyordun, şimdi de uyandırmam diyorsun. Asıl istediğin ne senin Küçük Bey?" Kıskanç baba moduna giren kocasına bakan Melek yumuşak bir şekilde güldü. Bu adam kızlarının daha 1 ayı bile dolmadan böyle yapıyorsa gelecekte neler yapardı düşünemiyordu. "Annemler bebek görmeye gideceğiz diye beni buraya getirdi ama ben Emre'lere gidecektim. Böyle yolda bebeği anlattılar anlattılar merak ettim ben de bebeği. Bu yüzden Emre'ler gitmedim bebeğe geldim." diyen Burak kollarını iki yana açtı. "Eee ama bebek yok. Nerede bebek?" "Bizimki de senin gibi meraklı olursa yandık." diye mırıldanan Salih gülerek ayağa kalmıştı. "Düş bakayım peşime Küçük Bey." Sırıtan Burak büyük bir mutlulukla adamı takip etmeye başladı. Hole girdilerinde çocuk büyük bir hevesle konuşmuştu. "Sonunda görecek miyiz bebeği?" "Evet." Bu cevapla küçük çocuk ikş yana açtığı ellerini yüzüne sürerek mırıldandı. "Şükür Ya Rabbim." Onun bu hareketi karşısında Salih şaşkınca gülmüştü. "Bu kimdendi?" "Ne kimdendi? Haa. Anneannem ara ara böyle yapıyor, dua ediyor. Ondan öğrendim." Bu sevimli bıcırın saçlarını karıştıran Salih, kızının büyüdüğünde bu küçük bey gibi olması fikrinin hiç de kötü olmadığını düşünmeye başlamıştı. Yatak odasının önünde durduklarında Burak hevesli gözlerle Salih'e döndü. "Bebek burada mı?" "Burada burada da... Kızıma bebek deyip durmasan mı acaba?" "Bebek değil mi ama?" diye sordu Burak saf bir şaşkınlıkla. Çocuğun masum sorusu karşısında sessiz bir kahkaha atan Salih Ege başını aşağı yukarı salladı. "Bebek bebek de bir adı var." diye cevap veren adam kapıyı açmıştı. Önceliği bebeği görmek olan Burak içeri girerken sözünü tutmuş, bebeği uyandırmamak için sessizce sormuştu. "Yaaa adı ne peki?" Salih'in cevabıyla, Burak'ın uyuyan bebeği görmesi aynı anda olmuştu. "Hilal." Burak'ın dudaklarında beliren kocaman gülümsemenin nedeni beyaz kıyafetleri içindeki küçücük bebek miydi yoksa çok çok hoşuna giden Hilal ismi miydi kimse bilemeyecekti. Büyük ihtimalle ikisi birdendi... Sessiz adımlarla bebeğin beşiğine yaklaşan Burak, zümrütlerindeki heyecanla bebeğin adını mırıldandı. "Hilal... Böyle ay olan hilal mi? Hep hep gökyüzünde mi olacak yani?" "Evet. Bir de bayrağımızda olacak." dedi Salih Ege gururlu bir sesle. Adamın ses tonuyla ona dönen Burak, Salih amcasının bebeğe çok büyük bir sevgiyle baktığını görerek gülümsedi. Babası da kendisine böyle bakıyordu ve bu bakışlar Burak'ı çok mutlu ediyordu. Bu bebek de çok çok mutlu olacaktı. "Adı çok güzelmiş. Sen mi koydun Salih amca?" diye fısıldadı Burak ellerini beşiği kenarına koyup bebeğin güzel yüzünü incelerken. "Evet ben koydum." dedi Salih dudaklarındaki saf sevgiyle. Onun bu mutlu hali karşısında Burak da gülümsemişti. Adam gibi bakışlarını bebeğe çeviren çocuk bir süre onu izledikten sonra mırıldandı. "Çok güzel bir Hilal'miş. Ama çok da küçücükmüş. Nasıl bu kadar küçük oluyor?" derken sessizce kıkırdamıştı. "Ahh. Berceste'm doğduğundan beri her an bunu soruyorum ben de kendime. Bir de bizimkinin rahatı yerindeydi geç geldi. Ona rağmen bu kadar küçük." "Bu gelme olayını hiç anlamıyorum. Annemler de bana hep erken geldin diyor. Benim rahatım mı yerinde değildi acaba?" diye sordu Burak bebeğe bakarak. Kahkahasını zorlukla engelleyen Salih, gülen gözlerle çocuğa baktı. "Sen çok sabırsız, o ise çok sabırlı..." diye mırıldanırken aklına ister istemez zıt kutuplar birbirini çeker kuralı gelmişti. Küçücük çocuğa bu konuda bilenip kızından uzak tutmak gibi bir saçmalık yapmayan Ege hayranlıkla kızını izleyen çocuğa gülümsedi. "Çok güzel uyuyor değil mi?" "Hı-hı. Daha önce hiç bu kadar küçük bebeği uyurken görmemiştim. Gündüz gündüz uyuyor. Ben gündüz uyumayı çoktan bıraktım çünkü büyüdüm. Onun da büyümesi için çok çok uyuması gerekiyor sanırım. Çok mu uyuyor?" "Çoğunlukla. Bizimki uykucu çıktı. Ya da hâlâ dünyaya geldiğini fark edemedi." dedi Salih gülerek. Başını yana yatırarak bebeği biraz izleyen Burak onun uykusunda derin bir nefes almasıyla güldü. "Yüksek ses çıkardı. İhihihihi." "Evet. Arada böyle derin nefes alıyor uyurken. Bazen de rüya görüyor sanırım. Kendi kendine uykusunda gülümsüyor." "Yaa. Yine gülümser mi? Ne görüyor ki rüyasında? Ben geçen gün böyle yemeyeşil çimlerde incir ağacımla kovalamaca oynadığımı gördüm. Gerçi sonra Emre geldi onunla oynamadığımız için bana da ağacıma da küstü. Sonra biz de ağacımla birlikte onu gıdıklamaya başladık. Emre güldükçe biz de güldük. Sonra işte şey... Iıı ben çok gülmüşüm hooop kendimi yerde buldum. Uyandım, baktım rüyaymış.. Ama popom acıdı biraz düştüm diye. O da düşmez değil mi?" Çocuğun büyük bir endişeyle sorduğu soru karşısında gülümseyen Salih, Burak'ın başını okşadı. "Yok düşmez. Düşmesin diye beşiği var." "Yaa anladım." Kapının yanından bu sahneyi izleyen Melek gülerek içeri girdi. "Ege'm gel hadi. Misafirlerimiz bekliyor." Bir bebeğe bir Melek'e bakan çocuk dudaklarını büzdü. Ama Burak gitmek istemiyordu ki... Onun bu isteksizliğini fark eden Melek kocasının elini tutarken mırıldandı. "Burak uslu uslu oturacak burada. Kızım uyanırsa da beşiğini azıcık sallayacak onu yine uyutacak. Değil mi Burak?" Duyduğu cümleyle sırıtan çocuk hızlı hızlı başını aşağı yukarı salladı. "Eğer ağlarsa güldürürüm de onu. Ama çok ağlarsa hemen sizi çağırırım. Belki beni tanımayınca korkar, sizi tanır korkmaz." Küçük çocuğun sempatikliğine ve zekiliğine hayran kalan çift birbirleriyle bakışıp aynı anda çocuğu onayladılar. Kızlarının bu küçükle güvende olacaklarına emindiler. Büyükler odadan çıkarken Burak ellerini beşiği dayayarak bebeği izlemeye başladı. 5 dakika oldu, 10 dakika oldu, 15 dakika oldu... Normal bir zamanda dakikada bir canı sıkıldığı için sürekli farklı şeyler yapan Burak, bu sefer hiçbir şey yapmadı sadece bu güzel bebeği izledi. Bebek bazen rüya görüp güldü, bazen sesli nefes aldı bazen de sadece uyudu. Burak ise tüm bu süreçte onun nefes alış-verişlerini çok mucizevi bir şeymiş gibi izlemeye devam etti. Ve sonra bir şey oldu. Küçücük yumruk elini hareket ettiren bebek gözlerini açtı. Küçük çocuk önce açık kahverengi gibi değişik olan gözlere bakakaldı sonra da kendisine dönen gözlerin açık yeşile dönüşünü şaşkınlıkla izledi. "Nasıl?" diye şaşkınca sorduğunda duyduğu sese tepki veren bebek elini hareket ettirmişti. Bebeğin ağlamasından korkan Burak beşiği azıcık azıcık sallamaya başlarken kendisine çok güzel bakan yeşiller karşısında dayanamayarak parmağıyla bebeğin yanağına dokunmuştu. Parmağı yumuşacık yanağa değdiğinde küçük çocuk neşeli bir kahkaha attı. "Ama sen çok tatlısıııın." derken bebek onun gülüşüne tepki vererek yine elini oynatmıştı. Bebeğin ağlamaması karşısında mutlu olan Burak, bu sefer de parmağını küçük bebeğin küçücük eline götürdü. "İhihihi. Hilal benim parmağım senin elin kadar. Nasıl böyle küçücüksüüün?" diyen küçük çocuk parmağını yakalayan el ile tekrardan kahkaha atmıştı. "Seninle konuşunca bana cevap vermiyorsun ya garip oluyor. Büyüklere bakarız birbirimize dedim ama sen bana bakmıyorsun ki. Bu kadar küçücük olacağını düşünmemiştim. Ne yapsak? Aaa şey yapalım mı? Ben sana şarkı söyleyeyim. Ben şarkı söylemeyi çok severim biliyor musun? Ama hep tek başıma kalınca söylerim. Biri duyunca beni dinliyor, o zaman da biraz karnımda gıdıklanma oluyor. Babam heyecan demişti ona. O heyecan geliyor işte. Bu yüzden de ya uyurken ya da incir ağacımla oyun oynarken söylüyorum şarkı. Sana da söyleyeceğim şimdi. İkimiz arasında sır olsun ama tamam mı benim şarkı söyleyebildiğim... Hmmm ne söyleyeyim?" Bir süre düşünen küçük çocuk son zamanlarda evde sık sık çalan şarkıyı hatırlayarak onu söylemeye karar verdi. "Bak bu şarkı çooook güzel. Pek ne diyor anlamasam da sözlerini hemen hemen öğrendim. Çok da oynamalı. Bence sen de seversin." diyerek sırıtan Burak şarkıyı söylemeye başladı. "Kara sevda, kara sevda dedikleri daha ne olabilir ki? Küçük bebeğin de onunla birlikte mutluca güldüğünden emin olan Burak bu gülüşlerin gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu bilmiyordu, umursamıyordu da. Burak bu Hilal denen bebeği çok sevmişti çünkü o çok eğlenceli biriydi. Nereden mi biliyordu? Kendisine baktığında yeşil olan ama başka tarafa baktığında başka başka renk olan o güzel gözlerinden tabii ki. Eğlenceli biri olmasaydı böylesine ilginç gözleri olabilir miydi? Eğlenceli biri olmasaydı adı hem gökyüzünde hem de babasıyla annesinin çok çok saygı duyduğu kırmızı bayrakta olur muydu? Eğlenceli biri olmasaydı Burak hiçbir şey yapmadan dakikalarca onu izlemekten sıkılmaz mıydı? Bu küçük bebek çok çok çok eğlenceliydi işte. Ve Burak bu eğlenceli bebeği çok sevmişti. 💫 "Hmm çok mu sevdi? Ne kadar çok." dedi sırıtan Hilal sevgilisine dönerek. Babası Ege'yi ve annesini içereceğinden hikayenin sonunda buruk hissedeceğini düşünmüştü Hilal. Fakat hiç de öyle olmamıştı. Kurdukları hayaldeki diyalogları hiçbir zaman yaşayamayacak olsalar da bu hayal çok güzel gelmişti. Hilal, bu Paralel Evren oyununu gerçekten de çok sevmişti. Burak da aynı fikirde olacaktı ki gülerek konuştu. "Ben sevdim bu işi. Hoşuma gitti. Yalnız küçücük bana Kara Sevda şarkısını söylettiğine inanamıyorum Hilal." Burak'ın son çıkışı karşısında Hilal hemen savunmaya geçmişti. "Yani yıl 1996. Aklıma ilk Manço geldi. Arkadaşım Eşek yerine Kara Sevda'yı tercih ettim ben de. Hem geleceğimize de atıf işte ne güzel. Ayrıca sen babama zıt kutuplar imasını yaptırdığında sorun yoktu da ben sana Kara Sevda şarkısını söyletince mi sorun oldu?" "Ahaahha ama yeri gelmişti ne yapayım. Zıt kutuplar çekiyor işte birbirini. Yine de gelecek buluşmamızın bu çekim gücüyle olacağına inanmıyorum ben." "Ne? Neden?" diye sordu Hilal şaşkınca. "Aramızda 4 yaş var. Ben küçük Burak'ı azıcık tanıyorsam ben çocuklarla oynamam hele de bir kızla hiç oynamam deyip bir ton söylenir." "Hadi yaa. Dakikalarca beni izlerken hiçbir sorun yoktu da oyun oynamaya gelince mi sorun oldu?" "Yaani. Ne oynayacağız ki seninle? Mesela hadi ben 8 yaşında olayım. Sen ise 4 oluyorsun. Ne oynayacağız?" Adamın sözleri karşısında hayretle ona bakan Hilal kaşlarını kaldırarak hesap sordu. "Sen 4 yaşındayken her şeyi bilecek kadar zeki ve büyük oluyorsun da ben 4 olunca beni mi beğenmiyorsun Burak Efendi?" "Çocuklarla işim yok benim." diye sırıtan Burak istediği gibi delici elalarla karşılaşmıştı. "Göstereceğim ben sana çocuğu." diyen Hilal resmen tıslamıştı. "İyi o zaman mikrofon sende Kelebek. Başla bakalım." "Bu sefer biz Sakarya'ya gelmişiz. Sinan Dayı da bizimle. Hep beraber sizin evdeyiz. Sonra sen..." 🌙 Reklam arasıııı 😅🤣 19 bin küsür kelime oldu ve ben ciddi anlamda bitap düşmüş haldeyim. Ne bitmeyen bölümmüş arkadaş. Sürekli bir aksaklık oldu, bir türlü yazamadım. Resmen yazım sürecimin başını unuttum asdadadss Neyse sonunda dedim Paralel Evren olayına bir giriş yapayım bölümü atayım. Bir dahaki bölüme de Paralel Evren'de kaldığım yerden başlarım. Beynim yanıyor saat sabahın 4.32'si olmuş durumda. Bu yüzden bu duyurumsu olayını bitirip sizi bölüme kavuşturacağım. Hayat nasıl gidiyor? 😍 Bölüm nasıldı? 😁 En sevdiğiniz sahne hangisiydi? 😎 Paralel Evren olayı hakkında düşünceleriniz neler? 😉 Sizce bu evlenme teklifi olayının sonu nasıl bitecek asdadadss? İnat etti anam Burak. Hilal de yıldırma politikalarına başladı. Bu işin sonu ne olacak acep? 😅🤣 Bu arada parodi hesap açmak isteyeniniz var mı aranızda? Varsa buradan ya da instadan iletişime geçsin benimle. Konuşup anlaşırsak size bir parodi verebilirim 🤭 Gelecek bölüm hakkında bir tarih veremiyorum ancak büyük ihtimal bir ay içinde mutlaka gelir. Duyuru yaparım yine 🌼 Sizi çok seviyorum. Allah'a emanet olun 💙 B.K.S. |
0% |