@yasminiesa
|
🌼Paralel Evren (Hilal 4, Burak 8) Kollarını bağlayan 8 yaşındaki çocuk karşısındaki insanlara morali bozuk bir şekilde bakıyordu. "Misafirlerimizi böyle mi karşılıyorsun Küçük Alfa'm?" diye sordu Dilek nazik bir şekilde. Sesindeki hafif ikaz seçiliyordu. Annesine bir bakış atan Burak kollarını çözse de gözlerindeki sitemi silemeyerek kapıdan çekildi. Saniyeler sonra sorduğu soru bu davranışının nedenini açıklar nitelikteydi. "Emre niye gelmedi?" "Emre okul gezisine gitti ya oğlum." dedi Yiğit kopacak cümbüşü tahmin ederken. "Ah doğru unutmuşum. Ben-siz okul gezisine gitmişti. Artık kardeşim olmayan o kişi." Burak'ın ultra tripli sesini duyan Yiğit ve Dilek gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Dilek misafirlerini içeriye buyur etti. "Kusura bakmayın kapıda kaldınız. Bizimki yine formunda." İçeriye giren aile salona geçerken ela gözlü adam gülerek konuştu. "Bu, Küçük Bey'in bizimle ikinci karşılaşması ikisinde de Emre'liyor. Geçen seferkinin sonunu unutmadım ama ben. Bu sefer de söylediklerini yutacak mısın acaba Burak?" Salih'in söylediklerini anlamaya çalışan çocuk sorgu dolu gözlerle misafirlerini incelemeye başladı. Adam ve kadın oldukça tanıdık gelmişti. "Tanışıyor muyuz?" diye sorarken gözleri kendisine merakla bakan küçük kızın gözleriyle buluşmuştu. Yeşile dönmüş elaları gördüğünde aklında 'Kara Sevda.' şarkısının yankılanmasıyla kaşlarını hafifçe çattı. Bu gözleri bir yerde gördüğüne emindi ama... "Salih amcan ve Melek teyzen onlar. Telefonda konuşuyorsunuz ya arada." dedi Yiğit oğlunun mimiklerini incelerken. "Hatırlıyor musun onları Burak? Sen 4 yaşındayken evlerine gitmiştik. Hilal daha bebekti o zamanlar." diye ekleme yaptı Dilek de. Küçük kıza bir bakış atan Burak, Emre'nin gelmemesinin öfkesiyle mırıldandı. "Şimdi de bebek ki." Bu cümleyi duyan ela gözler anında alev almıştı. Kızın yeşile çalan gözlerindeki kızgın bakışlar Burak'ın hoşuna giderken küçük kız bakışlarını ondan çekerek Dilek'e döndü. "Dilek teyze sizde sözlük var mı?" "Var canım. Ne yapacaktın?" diye sordu Dilek bu isteğin nedenini tahmin ederken. "Burak'a vereceğim. Bebeğin ne demek olduğunu bilmiyormuş ya. Öğrensin." dedi Hilal bilmiş bir şekilde. Bu cümle üzerine Yiğit Kılıç'tan yüksek sesli bir kahkaha yükseldi. "Vay bizim Küçük Alfa'nın dişine göre bir Asena mı görüyorum ben?" Cümleyi duyan Salih Ege Aslan gözlerini kısarak Yiğit Kılıç'a uyarı dolu bakışlar fırlatırken Hilal meraklı bir şekilde sormuştu. "Asena neydi?" Hilal'in soruş şeklinde oğlunu gören Dilek gülerek Melek'e baktı. "Siz Burak'ı cidden kınamışsınız Melek." "Ahh ahh. Hiç sorma." diyen Melek sahte bir esefle iç geçirmişti. Yiğit kızın sorusuna cevap vermek üzereyken Burak gözlerini güzel elalara dikerek cevap verdi. "Asena, kurt demek. Dişi kurt." Soruya yeşil gözlü çocuğun cevap vermesi ayrı hoşuna giderken dudaklarında bir gülümseme beliren Hilal başını aşağı yukarı salladı. "Asena... Sevdim. Olur!" Montunu çıkartan küçük kızın pembe tülülü prenses elbisesine bakan Burak kaşlarını havaya kaldırarak hafif bir alayla konuştu. "Sevsen bile bu pembe elbiseyle biraz zor Asena olursun sen Küçük Kız." Ela gözler tam da tahmin ettiği, istediği, gibi yeniden alevlere gark olurken Burak'ın dudaklarında gizli bir gülümseme belirdi. Bu küçük kızı sinir etmek çocuğun aşırı hoşuna gitmişti. Ela gözlerin öfkeli yeşillerle kendisine saldırması, küçüğün Asena ismine layık olduğunun işaretiydi. Hilal öfkeli bakışlarını Burak'tan çekerek annesine çevirirken Melek isyanla Burak'a baktı. "Çocuğum zaten zor giydirdim, niye ateşe körükle gidiyorsun?" "Kızım pembeyi sevmiyor işte ne bu inat Melek?" diye araya girdi Ege sesindeki neşeyle. Kocasına dönerek sinir bozucu bir bakış atan Melek yıllar önceki o günü hatırlamıştı. 💫 Hamile karısıyla! Meleğinin elini tuttuğu gibi soluğu doktorda alan Ege şu anda onlarca değişik hisle ufaklığının kalp atışlarını dinliyordu. 'Eşiniz, kocam gelmeden kalp atışlarını dinlemeyeceğim diye tutturdu.' dedi doktor el ele duran çifte bakarken. Bunu duyan Ege büyük bir şaşkınlıkla karısına baktı. "Meleğim?" "Ne? Bu doğal hakkım değil mi? Çocuğumuzla gerçek anlamda beraber tanışmak istedim." diye savunma yaptı genç anne. "Tamam da ya...' diyen Ege sustu. 'Çok geç kalmayacağım erken geleceğim.' demiştin. Asker sözü vermiştin. Ben de sana güvendim. Bak... Geldin.' diyen kadının son kelimesinde sesi titremiş, sol gözünden bir damla gözyaşı süzülmüştü. Konuşmaları gereken, paylaşmaları hatta ağlamaları gereken konular olduğunun bilincindeki Ege karısının elini sıkarak fısıldadı. "Geldim. Size geldim.' diyen adam boştaki elini kadının karnının üzerine koymuştu. 'Bize geldin.' diyen Melek'in dudaklarında 5 ay sonra ilk defa tasasız bir tebessüm belirmişti. Sonunda özlemiyle kavrulduğu elalara kavuşmuştu. Genç çiftin bakışmasını bölmek istemeyen doktor biraz çekingen bir şekilde konuştu. 'Cinsiyetini öğrenmek ister misiniz?' Bu soru, ikilinin dudaklarındaki tebessümün kocaman bir gülümsemeye evrilmesine neden olmuştu. 'Evet.' dedi Ege bakışlarını ultrason ekranına çevirirken. Adam 5 aylık olan bebeğin hatlarını az buçuk seçebiliyordu. Doktor heyecanlı gözlerle kendisine bakan çifte gülümseyerek müjdeyi verdi. 'Kız. Bir kızınız olacak tebrik ederim.' Duyduğu kelimeyle gözleri dolan Salih Ege çocuk gibi ağlamamak için zorlukla kendini tutarken karısına baktı. 'Kızımız olacakmış Ege'm. Hep istediğin gibi bir kız.' diye fısıldadı Melek gözyaşları içinde. Gözlerinden birkaç damla yaş düşen Ege kızlarının güçlü kalp atışları odada yankılanmaya başlarken karısının alnına minnet dolu bir öpücük bırakmıştı. "Seni çok seviyorum Meleğim. Sana kavuşmak için koşarken beni hayatımın diğer değerlisiyle beklediğin için teşekkür ederim.' 'Asıl ben teşekkür ederim Komutanım. Kızımız senin gibi kahraman bir babası olacağı için çok şanslı.' Kadının cümlesi Ege'nin mutlulukla gülümsemesine neden oldu. Aylar önce Meleğiyle oldukça sancılı bir ayrılık yaşayan asker karısının hakkındaki belli başlı gerçekleri kabullendiğini görerek sevinmişti. İkili el ele doktordan çıkarken adam muzip bir sesle karısına sordu. 'Neler öğrendin bakalım asker kocan hakkında?' 'Valla uslu ama yaramaz bir askermişsin. Bana hesap vermen gereken çok şey var Salih Ege Aslan!' Duyduğu isimle yarım ağız gülümseyen adam karısının dudaklarından küçük bir öpücük çaldı. Adamın bu hamlesiyle şaşıran Melek hızla çevresine bakındı. 'Sokak ortasında ne yapıyorsun sevgili kocacığım?' 'Verdiğim sözleri tutuyorum karıcığım. Bana tam adımla seslenip kaşınan sensin. Ayrıca öpmedim ki. Buna öpmek mi diyorduk?' Işıldayan elalara bakan Melek huzur dolu bir nefes aldı. Aylardır hayalini kurduğu şu ânın gerçekten de yaşadığına inanamıyordu. Sonunda Ege'si ona dönmüştü. 'Yok buna öpmek demiyorduk. Neye diyorduk gösterirdim ama ortam müsait değil.' 'Ooo Melek hanımdan cüretkar davranışlar. Siz isteyin ben ortamın müsait olmasını sağlarım.' diyen Ege birkaç adım atmıştı ki karşı kaldırımdaki mağazayı görerek duraksadı. 'Ama önce yapmamız gereken bir şey var.' 'Ne?' diyerek kaşlarını çatan Melek adamın baktığı tarafa baktığında hüsran dolu bir nefes aldı. 'Vay be. Hızlı satıldım. Bu kadar hızlısını ben bile beklemiyordum.' diyen kadın elini karnına götürerek isyanına devam etti. 'Sanırım seninle konuşmamız gereken önemli mevzular olacak Küçük Hanım. Kocamın öncelik sırasını değiştirmesine izin vermiyorsun. O benim kocam.' 'Kızımız şu an dile gelse 'Ama benim de babam.' derdi kesin. Bırak kızımla arama girmeyi Karıcığım.' diyen adam karısının elinde çekiştirerek bebek mağazasına sokmuştu bile. 'Ya senin yaptığın onca şeyden sonra benden af dilemen gerekirken nasıl beni bir kenara atarsın?' dedi Melek sahte bir ciddiyetle. 'Aa estağfurullah seni kenara atabilir miyim ben hiç? Önce bir kızımızı doğur ondan sonra o dediğini yapa...' Koluna yediği yumruk adamın cümlesini yarıda kesmesine neden olmuştu. 'Ahh! Bu acıttı(!).' 'Beter ol. Şu an daha ilk günden benden ayrı yatmanın yollarını yapıyorsun farkında mısın?' dedi kadın gözlerini kısarak. 'Kızımı benden ayıramazsın. Dava açarım sana.' 'Hangi dava? Biz resmiyette evli miyiz beyefendi?' 'Ah bir de o durum var değil mi? Buradan çıkıp nikah dairesine mi gitsek acaba?' diye sordu Ege şakacı bir şekilde. 'Öldürürüm seni Ege.' diye tısladı Melek kocasına bakarken. 'Şimdi hangisine kızdın? İki dakika yalnız kalamadan oradan buraya gidecek olmamıza mı düğünsüz ayak üstü nikah yapalım dedim diye mi?' diyerek gülen adamın sesinde hafif ciddi bir tını da vardı. 'Hiçbiri. Sırf kızımız için benimle evlenecek olmana.' Karısının gerçekten alıngan sesini duyan Ege saf bir şaşkınlıkla ona baktı. 'Ciddi olamazsın.' Omuz silken kadın kocasından tarafa bakmazken adam kadının önüne geçerek göz göze gelmelerini sağladı. 'Biz düğünümüzün hayalini imam nikahı yaptığımız ilk günden beri kuruyoruz ya.' 'Biliyorum da... Hamileyim ben. Hormonlarım tavan yaptı. Hamile olmayan biri bile böyle bir kavuşmadan sonra alt üst olur. İdare edeceksin artık.' diyen kadın burnunu çekerek dolan gözlerini kırpıştırdı. Onun bu tavrına neşeli bir kahkaha atan Salih Ege kollarını açtı. 'Gel bakalım buraya hamile karım. Senin hormonların mı depreşti.' 'Dalga geçme. Döveceğim seni Ege.' 'Sen kocana kıyamazsın bir kere.' 'Hangi kocama? Hamile olduğumu öğrendiği an beni satan kocama mı?' diyerek gözlerini devirdi kadın. Birkaç saniye karısına sarılan adam mağazadaki birkaç kişi tarafından izlendiklerinin bilinciyle geri çekildi. 'Kızımıza ilk kıyafetlerini alalım ve yalnız kalacağımız bir yere gidelim Gül Kokulum.' 'Annemleri görmedin.' 'Karımla vakit geçirme isteğimi yadırgayacaklarını zannetmiyorum. Konuşmamız gerekenleri bugün konuşalım. Gerçi sen...' diyen Ege endişeyle karısının karnına baktı. Belki de bu konuşmayı ertelemeleri gerekiyordu. 'Ben iyiyim merak etme. 5 aylık oldu. Stres sıkıntı öyle çok etkilemez ki sen yanımdayken o iki olumsuz yanımda olamaz. Kötü şeylerden bile bahsetsek sen yanımdayken mutluyum. Bu yüzleşmeyi bir an önce yaşayıp hayatımızın kızımızla olan aşamasına geçmek istiyorum.' 'Kızımızla...' diye mırıldanan Ege gülerek karısına baktı. 'Bana ne kadar büyük bir hediye verdiğinin farkındasın değil mi?' 'O hediyeyi sözünü tutup bize dönerek sen verdin.' diyerek gülümseyen kadın kocasının elini sıktı. Bir süre sonra ikili ellerinde sepetle bebek mağazasının içinde oradan oraya dolaşmaya başlamışlardı. Tek bir kıyafet alma niyetlerini daha ilk dakika başaramayacaklarını anlamışlardı. Gördükleri her kıyafet genç ebeveynin içlerindeki hevesi harlıyor ve istemsizce o küçük kıyafeti almalarına neden oluyordu. 'Ben hâlâ bu kıyafetlerin çok küçük olduğunu düşünüyorum Meleğim. Olur di'mi bunlar doğunca?' 'Bu kaçıncı soruşun. Hiç bebek görmedin mi?' 'Yani bir Burak vardı sanırım ama onda da kıyafetine çok dikkat etmemiştim. Bu kadar küçük gelmemişti gözüme.' 'Olur Ege olur. Bazıları büyük bile.' diyerek güldü Melek. Her şeyde bilgisi olan kocasının bu yeni yetme tecrübesiz hali oldukça hoşuna gitmişti. Karısının bu halini anlayan Ege tam laf sokacaktı ki yürüdükleri koridorun sonunda küçük bir gelinlik gördüğünde duraksadı. Dudaklarında güzel bir gülümseme belirirken başıyla karısına gelinliği işaret etmişti. 'Biz düğünü bizimki doğana kadar ertelesek mi? Anneli kızlı gelinlik giyersiniz.' Gelinlik kelimesiyle heyecanlanan Melek yanındaki adama baktı. 'Gelinlik mi?' Karısının şaşkın cümlesi karşısında Ege tek kaşını kaldırmıştı. 'Gelinlik giymeden evlenmeyi düşünmüyorsun değil mi Meleğim?' 'Bu hamile halimle gelinlik mi giyeceğim cidden? Düğün mü yapacağız yani? Hem... İnsanlar farklı algılarlarsa...' diyen Melek'in sesi gittikçe kısılmıştı. Kaşlarını çatan Ege başını iki yana sallayarak durdu ve karısının ellerini tuttu. 'Sen Allah katında benim eşimsin. Resmi nikahı o zaman yapamama sebebimiz benim vatani görevini yerine getiren bir asker olmamdı. Yine bu kadar gecikmesinin sebebi de aynı görev. Elalem ne der umrumda değil. Biz yanlış hiçbir şey yapmadık. Ben karımı beyazlar içerisinde gelinliğiyle görmek istiyorum. Sana hakkıyla düğün yapacağım. Düğünümüzde birçok fotoğraf çekineceğiz. Gelecekte kızımız hikayemizi öğrenip de bu fotoğraflara baktığında ben annemle babamın düğününe şahit olmuşum diyecek. Anlaştık mı Gülüm?' Hormonların etkisiyle gözleri dolan Melek gülerek başını aşağı yukarı salladı. 'Yine mi doldu o gözler? Kızım anneni ağlatıp durma bak bozuşuruz sonra. Gerçi sana kıyamam ama olsun yine de anneyi ağlatmak yok.' 'Aa-aa inanamıyorum. Sen beni kızına karşı savundun mu az önce? Beni. Kızına karşı. Vay canına.' dedi Melek gülerek. 'Gece sizinle yatmam için senin suyuna gitmem gerektiğini fark ettim ne yapayım?' 'Beni çıldırtıyorsun Ege.' diye isyan eden kadın keyifle sırıtan adama alevli gözlerle baktı. 'Bak cidden yatmam seninle.' 'Dedi kavga etsek bile benimle yatan karım. 5 ay sonra sağ salim sana dönmüşüm benden ayrı mı yatacaksın yani? Geçerliliği bir hiç olan bu tehditin için seni kınıyorum. Daha orijinal ve gerçekçi tehditler savurabilirsin bence.' Dudaklarından mutlu bir tebessüm beliren Melek ciddi kalmaya çalışarak sordu. 'Sen hep bu kadar sinir bozucu muydun yaa?' Hamileliğin getirdiği kilolardan dolayı yanakları tombulca olan karısının gülmemeye çalışarak sorduğu soru karşısında Ege neşeli bir kahkaha attı. Sol kolunu karısının omzuna attıktan sonra onu kendine çekerek göz kırptı. 'Yok ben gayet Hâlim salim salih bir insandım ama sen benim mayamı değiştirdin.' 'Kendi başıma iş açtım desene.' diyen Melek Ege'nin arkasındaki askılıktan bir kıyafet elindeki sepete atmasıyla iç geçirdi. 'Tüm mağazayı alsaydık?' 'Bilmem olabilir. Alalım mı?' 'Sen kızının her istediğini yapan babalardan olacaksın anlaşılan. Bana şimdiden geçmiş olsun.' 'Benim kızım neyi isteyip neyi istememesi gerektiğini bilir. Bu yüzden karışma lütfen.' 'Tamam hadi ona karışmayayım da biraz da pembe kıyafet mi alsak acaba? Hani cinsiyeti kız ya.' Karısının sistemini duyan Ege anında başını iki yana salladı. 'Olmaz. Pembeci bir kız olmaması için şimdiden temellerini atıyorum.' 'Bu ne demek?' dedi kadın şaşkınca. 'Şu demek. Kızımı pembe tütülü elbiseler giyen biri olarak yetiştirmeyi hiç düşünmüyorum.' 'Nedenmiş?' diye soran Melek gözlerini kısmıştı. 'Kızlarla erkek dedikoduları yapan biri değil de erkeklerle arkadaş olan birisi olsun diye.' 'Kesinlikle yanlış anlamış olmalıyım.Şimdiden kızının sevgilisi olmaması için çabalıyor olamazsın. Daha doğmadı bile.' dedi kadın hayretle. Kıskançlığın tüm iliklerinde dolaştığını hisseden Ege homurdandı. 'Sevgiliymiş! Yok öyle bir dünya. Vermem kızımı ben kimselere.' 'Bak büyük konuşma Ege. Ben de evlenmem kimseyle diyordum daha 19'umda sana vardım.' 'Ben nakış nakış öreyim de bu durumu. Gerçekten güveneceğim biri çıkana kadar kimselere vermem kızımı. Gerçi çıksa da vermem. Takılır işte bizimle.' 'Allah'ım çıldıracağım. Sesinde cidden kıskançlık var. Daha doğmayan kızının rahat 16-17 yıl sonraki kıskançlığını mı yaşıyorsun sen şu an?' '16-17 ne Melek? Liseye giderken mi sevgili yapacak bu kız?' 'Kızımız gelse ve birini sevdiğini söylese direkt hayır diyerek onu red mi edeceksin yani?' Kocası bu soruya cevap vermemişti. 'Ege'm?' Karısına cevap vermezse olacakları bilen Ege isteksizce mırıldandı. 'Ben ona kıyabilir miyim hiç? Yine de... Bu ihtimalin olmaması için onu pembeci değil mavici bir kız yapacağım.' 'Ya pembeci olursa?' 'Yok. Görürsün bak. Kesinlikle pembeci olmayacak.' 'Yanlış bir yol izliyorsun.' dedi kadın ona bir bakış atarak. 'Ya zorla tercih ettireceğim demiyorum ki. Sadece öyle içime doğdu.' 'Onu değil, erkeklerle sevgili olmaması için arkadaş olmasını istiyorsun ya... Dikkat et de günün birinde o arkadaşlarından birinin elinden tutup sevgilim diye getirmesin.' 'Yok olmaz böyle bir şey.' diyen Ege'nin sesi tereddütlü çıkmıştı. 'Ya olursa?' diye ısrar etti kadın kocasının bu kıskançlığını kullanmaktan zevk alırken. 'Olmaz dedim.' 'Umarım bu büyük konuşmalarının sonunda bu cümlelerini yutarsın Salih Ege Aslan.' Karısının sinir bozucu isteği ayrı tam ismiyle seslenmesinin meydan okuması ayrı kışkırtırken Salih Ege çevresine bir bakış attı. Ortam hiç müsait değildi. 'Bir yalnız kalalım kurduğun bu cümlenin cezası çarpı iki olacak bilgin olsun.' Dudaklarında halinden memnun bir gülümseme beliren kadın umursamaz bir şekilde omuz silkti. 'Ben cezalarımı çekmeye dünden razıyım da sen kızını düşünmeyi bırakıp bana geçemedin bir türlü.' diye mırıldandı Melek yalnızca kocasının duyacağı bir sesle. Karısının arzulu sesini duyan Ege kadını kasaya doğru çekiştirmeye başlamıştı. Adamın bu hareketiyle neşeli mutlu bir kahkaha atan kadın kocasını takip ederken boştaki elini karnının üzerine koydu. Baban geldi kızım. Sonunda baban bize geldi. 💫 Dudaklarında hin dolu bir gülümseme beliren Melek kocasının kulağına doğru eğilerek mırıldandı. "Dikkat et de bu ikisi arkadaş(!) olmasın Ege Bey." Hilal'in ela gözlerindeki öfkeli bakışın birebiri Salih'in gözlerinde belirirken Melek neşeyle güldü. Annesiyle babasının bu anlamsız bakışmalarına ve sessiz diyaloglarına artık alışmış olan Hilal iç geçirerek sordu. "Yine ne konuştunuz siz?" "Büyükler hep öyle yaa. Çok sinir bozucu değil mi?" diyen Burak kıza zeytin dalı uzattığını fark etmemişti. Az önceki laf sokuşları unutmayan Hilal ise bu zeytin dalını elinin tersiyle iterek omuz silkti. Kızın onu takmaması garip bir şekilde Burak'ı sinirlendirmek yerine hoşuna gitmişti. Dilek misafirlerinin montlarını alırken Yiğit samimi bir şekilde Salih'e sarıldı. "Yolculuk nasıl geçti kardeşim?" "Güzeldi. İstanbul'dan buraya çok yok zaten. Samsun'a giderken bizim hanımlar uyuyakalınca sıkıcı olacak." Ege'nin laf sokuşu üzerine Melek göz devirirken Hilal omuz silkti. "Ama ben çocuğum ve arabada uyumak çok zevkli." Bunu duyan Burak olumsuzca başını iki yana salladı. "Yolculukta uyuyarak vakit kaybetmek mi?" Bu gıcık çocuğa sinir olan Hilal elalarını ona dikerek sordu. "Sen n'apıyorsun?" "Gündüzse müzik dinleyerek manzarayı seyrediyorum, akşamsa müzik dinleyerek gökyüzünü seyrediyorum bazen de müzik dinleyerek kitap okuyorum. Ahh senin okuma yazman olmadığı için son madde yerine uyuyorsun sen. Şimdi anladım." Küçük kız gözlerini kısarak yeşil gözlü çocuğa baktı. Gözleri yine alevlerle dolmuştu. Burak, kızın içinden çok şey dediğine emindi ancak Hilal bunların hiçbirini sesli dile getirmedi. Çocuk bunun nedenini merak ederken annesinin sesi duyuldu. "Yemek hazır hadi sofraya geçelim. Acıkmışsınızdır." Masaya geçmek için hareketlenirlerken Yiğit, Burak'ın koluna hafifçe dokunmuştu. Babasının onunla konuşacağını anlayan Burak o tarafa yönelmeyerek diğerlerinin gitmesini bekledi. Yalnız kaldıklarında Alfa konuşmadan Küçük Alfa savunmasını yapmıştı. "Biliyorum az önceki davranışım hiç centilmence değildi. Özür dilerim." "Özrü dilemen kişi ben değilim sanırım?" Bu cümleyi duyan Burak'ın yeşilleri özrün asıl sahibini bulmuştu. Büyük bir iştahla masadaki yemeklere bakan pembe elbiseli küçük kız, Burak'ın dudaklarında kendinden habersiz bir gülümseme belirmesine neden olmuştu. "Emre'nin gelmemesinin acısını neden misafirlerimizden çıkarttın Küçük Alfa'm?" diye sordu Yiğit oğlunun mimiklerini incelerken. "Yaa öyle değil baba. Ondan değildi." "Nasıl ondan değildi. Neden peki?" "Bilmem ki. Sadece onu kızdırmak hoşuma gitti. Hani dedin ya Asena diye. Daha iyi bir lakap olamaz. Gözleriyle insanı parçalıyor resmen." diyen çocuk bu sefer alenen güldü. Oğlunun gülümsemesine bakan Yiğit'in dudaklarında da bir gülümseme belirmişti. "Ben de anneni kızdırmayı çok severim." Beklemediği cümleyle şaşıran Burak babasına bir bakış atsa da sessiz kaldı. Küçük çocuk kastedileni anladıysa bile anladığına dair herhangi bir tepki vermemişti. Bu tepkisizliğinin nedeni kendisinin 8 yaşında küçük bir çocuk olmasından değil, küçük kızın gerçek anlamda küçük olmasındandı. 🐺 Yemek faslı bitmiş, masadakiler tatlılarını yemeye başlamıştı. Bisküvili pastayı aynı anda bitiren iki çocuk Dilek'in "Bir daha ister misiniz?" sorusuna aynı anda aynı hevesle cevap vermişlerdi. "Eveeet." "Evveet." Onların bu haline gülen Dilek tatlıları koymak için masadan kalkarken Hilal, Burak'a kaçamak bir bakış attı. Daha doğrusu atamadı çünkü yeşil gözler zaten onun üzerindeydi. Çocuğun ona baktığını gören kız ona ters bir bakış attıktan sonra önüne döndü. Genelde yaşıtlarından daha olgun olan Hilal öyle trip atan bir insan değildi. Çok sevdiklerine bilerek nazlanması haricinde tepkileri bir yetişkininkine yakın olgunlukta olurdu. Bu yüzden bu çocuğun onu bu kadar sinirlendirmesine de, içinde hissettiği bu öfkeli tribe de çok şaşırmıştı. Dilek önüne ikinci tabağı koyduğunda gülümseyen kız yanındaki gıcık çocuğu düşünmeyi bırakarak tatlısını yedi. Profiterol olsa kesinlikle daha mutlu olurdu ancak bisküvili pasta da sevdikleri arasında olduğundan tatlıyı yemek Hilal'i mutlu etmişti. Gıcık çocuğun aksine... Hilal'in tabağı bittiğinde Yiğit çocuklara baktı. "Hadi Burak, arkadaşını odaya götür de oyun oynayın." Çatalı havada kalan Burak iç geçirdi. '4 yaşındaki çocukla ne oynayabilirim ki baba? Bir de kız yani?' diye düşünen Burak bunu sesli dile getirmese de tepkisi düşüncelerini ele vermişti. "Ben onunla oynamak istemiyorum Yiğit amca." dedi Hilal ela gözlerini çocuğunkine eş yeşil gözlerle buluştururken. Kızın ela gözlerindeki kırgınlığı gören Yiğit tatlısıyla uğraşan oğluna bir bakış attıktan sonra küçük kıza gülümsedi. "Hadi sen Burak'ın odasına çık Asena. Merdivenden çıkınca solda. Kapısı açıktı." Annesiyle babasının sessiz onayını fark eden Hilal pek de itiraz şansının olmadığının bilinciyle masadan kalktıktan sonra isteksiz adımlarla üst kata çıkmaya başladı. "Burak Kılıç?" Yiğit'in otoriter sesini duyan Burak tatlısıyla oynamayı bırakıp suçlu gözlerle babasına baktı. "Niye böyle yapıyorsun oğlum?" "Ama ben onunla ne oynayacağım ki baba?" diyen Burak sesinin isyan dolu çıkmasına engel olmamıştı. "Düşmanca davranmayı bırakırsan bulacağına eminim." diye araya girdi Dilek. Annesinin onaylamaz bakışlarıyla iyice mahcup hisseden çocuk sandalyesinde arkaya yaslansa da aynı olumsuz havayı yaymaya devam ediyordu. "Tek derdin Emre değil mi?" diye sordu Yiğit. Babasının sorusu üzerine Burak'ın gözlerinden bir kırgınlık geçti. Çocuk bu konu açılırsa oturup ağlayabilirdi. "Banane ondan. 15 tatilde okul gezisine giden birini niye dert edineyim ki?" Oğlunun sesindeki öfkenin hissettiği hayal kırıklığını gizlemek için olduğunu bilen Yiğit, bu durumun Burak'ı ciddi anlamda yaraladığını fark etmişti. Tüm dönemi Emre ile vakit geçirme hevesiyle tamamlayan oğlu, Emre'nin geziye gittiğini öğrenince bu durumu umursamıyormuş gibi yapmış, birkaç trip cümlesi haricinde herhangi bir yorumda bulunmamıştı. İstanbul'dan gelen misafirleri gördüğündeyse bu sahte role daha fazla devam edememişti. Burak'ın geçen haftaki şen şakrak halinin aslında rol olduğunu anlayan Yiğit, ciddi anlamda şaşırdığını hissetti. Oğlunun kendisini bile kandıracak kadar büyük bir oyuncu olabileceğini bilmiyordu. Duygularını saklama konusunda en az babası kadar yetenekliydi Burak. Bunu öğrenmek Yiğit'in çok hoşuna giderken bu sorunu acilen çözmesi gerektiğini hissederek Salih'e baktı. "Siz Samsun'dan ne zaman döneceksiniz?" "Cuma sabahı yola çıkacağız." "Cuma..." diye mırıldanan Yiğit karısına bir bakış attıktan sonra telefonunu cebinden çıkartarak Enver'i aradı. Burak ise neler olduğunu anlamaya çalışarak babasına bakıyordu. "Alo Enver?.. Nasıl gidiyor?.. Salih'ler bizde oturuyoruz... Ahahah gelseydin oğlum kim dedi size Bursa'ya gidin diye... Ne zaman sizin dönüş?.. Perşembe. Güzel... Cuma akşamı Burak geliyor size haberin olsun. Pazartesi okullar açılıyor ama tatil yapsınlar bir günlüğüne. Size uyar mı?" Duyduklarıyla dudaklarında kocaman bir sırıtış beliren Burak hissettiği mutlulukla babasının telefonu kapatışını izledi. "Ne dedi? Ne dedi?" Yiğit büyük bir heyecanla kendisine bakan oğluna göz kırptı. "Sence?" "Oleeey bee." diye bağıran Burak oturduğu sandalyeden kalkarak babasının boynuna atladı. Çocuk mutlu kahkahalarla babasına sıkıcı sarılırken Yiğit de neşeli bir kahkaha atmıştı. "Boğacaksın beni oğlum." Babasının yanağına kocaman bir öpücük bırakan Burak parlayan gözleriyle geriye çekildi. "Sen bu dünyadaki en mükemmel babasın baba." derken oğlunun sesindeki hayranlık Yiğit için her şeye değerdi. Burak'ın alnına sevgi dolu bir öpücük bırakan Yiğit onun kulağına doğru fısıldadı. "Bir daha üzüldüğünde benden saklama olur mu Küçük Alfa'm? Üzüldüğün konu her neyse ben mutlaka bir çözüm bulurum. Anlaştık mı?" Dudaklarındaki kocaman sırıtışla başını aşağı yukarı sallayan Burak tekrardan babasına sarıldı. "Anlaştık benim canım babam." "Resmen beni dış kapının dış mandalı yaptılar." diye söylendi Dilek. Karısının sızlanmasını duyan Yiğit gülerek ona baktı. "Hep ben mi mandal olacağım Dilek Hanım? Arada sen de kal öyle." Annesine bakan Burak ise babasıyla aynı fikirde değildi. "Yok yaa kalmasın." diyerek babasının kucağından inen çocuk bu sefer de annesine de sarıldı. "Sen de dünyanın en mükemmel annesisin anneciğim." "Bugün de dakikasında satıldık bee." diye hüsranla iç geçiren Yiğit dudaklarındaki sevgiyle karısını ve oğlunu izlemeye başladı. Dilek, oğlunun kulağına bir şeyler söylemiş Burak da başıyla onu onaylamıştı. Annesinden ayrılan çocuk aklına gelen şeyle babasına baktı. "Şimdi ben Salih amcamlarla İstanbul'a gideceğim değil mi?" "Evet." "Peki nasıl döneceğim?" Burak'ın saf sorusu üzerine Yiğit ukala bir şekilde güldü. "Sen babanı hiç tanıyamamışsın Burak Bey. Karşında Yiğit Kılıç var. Bir telefonum ile kapında her türlü araç belirir, seni bize getirir." Babasının ciddi olduğunu hisseden Burak kaşlarını havaya kaldırdı. "Ee o zaman o araçlar beni İstanbul'a da götüremez miydi?" "Götürürdü de sen 'Demek Emre Sakarya'ya gelmek yerine bensiz geziye gitti. İyi o zaman ben de İstanbul'a gitmeyeceğim.' dediğin için teklif yapmamıştım." Yüzü düşen Burak başını aşağı yukarı salladı. "Emre'ye çok kızgınım." Annesiyle babasının savunma yapacağını anlayan Burak başını iki yana sallayarak onları susturdu. "Bu konuda konuşmak istemiyorum." Melek ve Salih'e bakan Dilek şimdilik bunu kabul ederken çocuk da annesi gibi misafirlerine dönmüştü. "Az önceki davranışlarım için özür dilerim. Hatalıydım, öyle davranmamalıydım." "Özür dilediğin için teşekkür ederim Burakçığım. Hadi kızımı daha fazla yalnız bırakma. Yoldayken, gittiğimiz yerde arkadaş var demiştik sen böyle yapınca üzüldü." Burak suçlulukla başını sallarken Salih Ege araya girdi. "Ve rica ediyorum yukarı çıktığında kızımı daha fazla sinirlendirme Burak." "Ama sinirlenince..." diyen çocuk kendisine bakan 4 yetişkini gördüğünde söylemek üzere olduğu şeyi yutarak sandalyesini masaya doğru ittirdi. 'Sinirlenince gözleri çok güzel oluyor.' Bu düşüncesini sesli söylemeyen çocuk masadan uzlaşırken mırıldanmıştı. "Küçük Kız kütüphaneme zarar vermeden odama gitsem iyi olur." Çocuk merdivenden çıkmaya başlamıştı ki ona seslenen Salih'le birlikte duraksayarak ona baktı. "Kızımın bir ismi var Burak." Dudaklarında hafif bir tebessüm beliren yeşil gözlü çocuk başını aşağı yukarı salladı. "Biliyorum Salih amca. Kızının ismini bana sen söyledin." Bunu diyen Burak hızla merdivenlerden çıkarken dudaklarında kendiliğinden bir gülümseme oluşan Salih iç geçirdi. İnsan neye asla dese başına gelirdi. Bu yeşil gözlü çocuk, bunun canlı kanıtı olacak gibiydi. 🦋 Odadaki kitaplığa büyük bir hayranlıkla bakan küçük kız, odanın içinde gezinirken mutsuz bir nefes aldı. Annesi ona gittikleri evde bir arkadaşı olacağını söylediğinde çok sevinmişti. Anaokulu ara tatile girdiğinde arkadaşlarıyla ayrı düşen küçük kız için bu arkadaş oldukça değerliydi. Bu yüzden de Hilal'in ruhu büyük bir hevesle dolmuştu. Ta ki Burak ona öyle davranana kadar. Burak'ın kendisine davranışı onu çok üzmüştü. Yüzü istemsizce düşen küçük kız masanın yanında gördüğü kutuyla merakla oraya yöneldi ve kutuyu eline aldı. Tam da tahmin ettiği gibi kutu, bir yapboza aitti. Köşedeki kütüphaneden kitap kurdu olduğu anlaşılan çocuğun tablo haline getirilerek duvarlara asılan puzzle'lardan da yapboz delisi olduğu anlaşılıyordu. "İyi anlaşabilirdik." diye mırıldanan Hilal'in sesi kırık çıkmıştı. Odaya girmek üzereyken duyduğu cümleyle duraksayan Burak hissettiği vicdan azabıyla başını önüne eğdi. Hissettiği duygu karmaşasının acısını bu küçük kızdan çıkarmaya kesinlikle hakkı yoktu. Ama yapmıştı... Bu düşünceler içindeki çocuk odasının kapısını açarak içeriye girdi. Onu gören ela gözlerden önce bir kırgınlık sonrasındaysa koca bir öfke geçmişti. Burak'ın gelmesiyle elindeki puzzle'ı aldığı yere koyan Hilal ters bir sesle konuştu. "Buraya gelmeyi ben istemedim. Sizin eve de, odana da." "Biliyorum." diye cevap verdi Burak uzlaşmacı bir sesle. Çocuğun samimi tavrına şüpheli gözlerle bakan Hilal kollarını birleştirdi. "Ne istiyorsun?" "Odama gelemez miyim?" diye sordu Burak. Küçük kızın kendisine diktiği ela gözleri; çocuğun yine, yeni ve yeniden tebessüm etmesine neden olmuştu. Onun gülümsemesini çok yanlış anlayan Hilal kızgın bir nefes aldı. Bu gıcık çocukla kesinlikle aynı yerde duramazdı. Kollarını çözen küçük kız odadan çıkma niyetiyle kapıya doğru yürümeye başladı. Hilal daha kapıya ulaşamadan Burak önüne geçerek gitmesini engelledi. "Nereye?" Hilal, kendisinden uzun olan bu çocuğa başını kaldırarak bakmaktan ayrı nefret ederken soruya cevap vermemişti. "Nereye gittiğini söylemezsen gitmene izin vermeyeceğim Küçük Kız." dedi Burak ciddi durmaya çalışarak. Küçük kızın yaydığı bu tatlı öfke nedensizce çok hoşuna gitmişti. Alev saçan elalarını ona dikmek için başını yukarı kaldırmak zorunda olması, bu öfkeyi Burak'ın gözünde daha da tatlı hale getiriyordu. Küçüğün ayaklarını yere vura vura tepinmesine az kalmış gibiydi. Bir süre Burak'ı inceleyen Hilal onun söylediğinde ciddi olduğunu fark ederek çıkıştı. "Annemlerin yanına!" "Yok gitme." "Gideceğim. Sanane!" diyen kız sağ tarafa adım atmıştı ki uzun boylu çocuk tekrardan önüne geçti. "Çekil." diyen kız sola adım attığında da aynı durumla karşılaşmıştı. "Çekilmezsen bağırırım." dedi Hilal yeşilin en güzel tonuna bürünen öfkeli elalarını çocuğun gülen yeşillerine dikerek. Küçük kızın göz rengine bir süre bakakalan Burak içten bir gülümsemeyle konuştu. "Anlaşabiliriz?" Çocuğun muzip çıkan sesine eş olarak çok güzel gülümsemesi Hilal'in öfkesinin bir anda buhar olup uçmasını sağlamıştı. "O nasıl olacak? Sen benden nefret ediyorsun." Küçük kızın içerlemiş cümlesi karşısında tek dizi üzerinde çöken çocuk gözlerini hizaladı. Yeşile çalan elalar böyle daha güzel gözüküyordu. İçinde anlamlandıramadığı hisler beliren Burak, kızın yüzüne düşen bir saç tutamını geriye atarak gülümsedi. Yeşil gözlü çocuğun saçına dokunmasıyla mutlu hisseden Hilal, Burak'ın dudaklarında beliren gülümsemeye bakarken çocuk mırıldandı. "Senden nefret etmiyorum Hilal." Küçük kızın kocaman gülümsemesine neden olan yumuşak sesle kurulan samimi cümle miydi yoksa çocuğun kendisine ilk kez Hilal diye seslenmesi miydi kimse bilmiyordu. "Adımı biliyorsun." dedi Hilal heyecanlı bir şekilde. Aslında bu cümle saçma bir cümleydi. Daha az önce aşağıda defalarca kez kıza adıyla seslenmişlerdi. Ama işte karşısındaki çocuk ilk defa Hilal demişti ona. Sevmişti Hilal. Bu yeşil gözlü çocuğun sesinde kendini duymayı sevmişti. "Adını biliyorum Hilal. Hem bayrağımızda hem de gökyüzünde olan senin adını nasıl bilmeyeyim?" Duyduğu cümleyle ruhu gururla dolan kız başını dikleştirdi. "Adımı babam koymuş. 'Sen hep parıl parıl parlayacaksın. Herkese ışık olacaksın Berceste'm.' der bana. Hani tek geceleri gökyüzünde olduğum için değil kıpkırmızı bayrağımızda da olduğum ve herkese yol gösterdiğim için. Ben büyüyünce babam gibi bir kahraman olacağım. Bir sürü bir sürü insanı kurtaracağım. Biliyor musun benim babam bir asker. Hem de kocamaaan Yüzbaşı. O çok güçlü birisi. Çünkü benim babam o." Küçük kızın sesindeki ve gözlerindeki hayranlığa bakan Burak içindeki küçücük bir yerin kıskandığını hissetti. Çocuk bilmiyordu. Kendi babası da bir kahramandı. Bir sürü bir sürü insanı kurtarmıştı, kurtarmaya da devam edecekti. "Ben niye sana bunu söylüyorum ki? Kızdım ben sana. Çekil. Gideceğim ben." Küçüğün tripli cümleleri karşısında içten bir kahkaha atan Burak, yanından geçmeye çalışan kızı belinden tutarak durdurdu. "Ama hani anlaşacaktık Küçük Kız?" "Ben Küçük Kız değilim. Hilal'im Hilal!" diyen Hilal sağ ayağını yere vurmuştu. Bu harekete gülmemeye çalışan çocuk yere oturduktan sonra belinden tuttuğu kızın çırpınışlarını durdurmaya çalıştı. "Bırak!" "Bırak değil. Burak ben Burak." dedi Burak bu durumdan garip bir şekilde zevk alırken. "Bağırırım bak. Bırak!" diyen Hilal ağzını açmıştı ki Burak boştaki elini hemen kızın ağzına götürdü. Bu kesinlikle çok yanlış bir hamleydi. Kızın dişlerini eline geçirmesiyle birlikte acıyla elini geri çeken Burak inanamaz bir şekilde Hilal'e baktı. "Beni ısırdın." "Sana bırak dedim. Yine bırakmazsan bu sefer tekme atarım." Kızın kararlı bakışlarını gören Burak kaşlarını kaldırdı. "Öfkeli bir Küçük Kız'dan daha kötüsü öfkeli bir Asena'ymış sanırım ha?" diyen çocuk artık alenen gülmeye başlamıştı. Asena lakabını duyan Hilal elini Burak'a doğru uzattı. "Kurtların çok sivri tırnakları oluyormuş. Pençeymiş böyle. Benim de tırnaklarım çok sivri biliyor musun?" "Pençeleyeceksin yani?" diye sordu Burak bu bilmiş küçükteki cesaretten oldukça hoşlanarak. "Bırakmazsan evet!" dedi Hilal kesin bir kararlılıkla. "Rica ettin de bırakmadın mı Asena?" dedi çocuk kaşlarını kaldırarak. Karşısındaki çocuğa rica kelimesi kullanmak istemeyen Hilal hiçbir şey söylemedi. "Beni bırakır mısın?' demek bu kadar zor olmamalı ama." "Babam 'Başkasının senden istediği bir şeyi yapmak istemiyorsan yapmak zorunda değilsin Berceste'm.' der." diyen Hilal omuz silkti. "Bana bu kadar çok mu kızdın?" diye sordu Burak ciddi bir şekilde. Öfkeli bakışları hüzüne bulanan Hilal başını sağa çevirerek çocukla kurduğu göz temasını kesti. Bu durumdan hiç hoşlanmayan Burak kızın çenesinden tutarak gözlerini tekrardan birleştirmişti. Yeşile çalan elalar zümrütleriyle buluştuğunda gördüğü hüzünle afalladı. Karşısındaki güzel elalara neşe yakışıyordu, heyecan yakışıyordu, öfke ve inat yakışıyordu hatta trip bile yakışıyordu ancak hüzün hiç yakışmıyordu. Sevmemişti Burak. Bu Küçük Kız'ın üzgün olmasını hiç ama hiç sevmemişti. Onu üzdüğü için kendine kızarken hatasını telafi etme isteğiyle boştaki eliyle kızın sağ elini tuttu. "Özür dilerim Hilal. Seni kırmak istememiştim. Ben de üzgündüm bu yüzden sana öyle davrandım. Bu huyumu hiç sevmesem de üzgün olduğumda başkalarını kırabiliyorum." Çocuğun söylediği onca cümle arasından Hilal'i dikkatini yalnızca bir cümle çekmişti. Üzgün elalarla yeşil gözlere bakan kız yarı merak yarı hüzünle sordu. "Sen neden üzgünsün ki?" "Ben... Sen söyle önce. Beni affettin mi?" Karşısındaki çocuğun samimiyetini taa kalbinde hisseden hisseden Hilal kocaman gülümseyerek başını aşağı yukarı salladı. "Affettim." Küçük kızın tatlı ses tonuyla dudaklarında bir tebessüm beliren Burak kolunu kızın belinden çekerek mırıldandı. "Teşekkür ederim." Çocuğun yanına yere oturan Hilal onu inceleyerek tekrardan sordu. "Sen neden üzüldün?" Burak kendisine ilgiyle bakan elaları gördüğünde iç geçirdi. "Anlatana kadar rahat bırakmayacaksın değil mi? Bir şey yok desem bile inanmayacaksın sanırım?" "İnanmam çünkü gözlerin üzgün üzgün bakıyor. Bir şey olduğunda hemen anlıyorum ben. Annemlere soruyorum onlar da bana gerçeği söylemek zorunda kalıyor çünkü gerçek olmayınca da hemencecik anlıyorum." "Yani gerçeği söylemezsem anlarsın öyle mi?" "Evet." dedi Hilal bilmiş bir şekilde. Karşısındaki Küçük Kız'ın tahmininden çok daha zeki ve akıllı olduğunu anlayan Burak merakla sordu. "Peki kaç kez birini dinledin?" "Ohooo çok. Sınıfta biri üzgün olursa hemen ben giderim yanına. Onu dinlerim sonra konuşur güldürürüm, mutlu ederim. Öğretmenim de hep aferin der bana." Küçük kızın söylediklerinin gerçek olduğundan emindi çocuk. Şimdi bile bakışlarında sualsiz bir anlayış vardı. Burak hiç beklemediği bir şekilde bu ilgi çekici kıza yaşadığı hayal kırıklığını anlatmak istedi. Anlatmaya nasıl ve nereden başlayacağını düşünürken aklına gelen düşünceyle kıza baktı. "Az önce elinde duran puzzle'ı yani yapbozu yapabilir misin?" Beklenmedik soru karşısında biraz duraksayan Hilal başını yana eğerek Burak'a baktı. "Babamla hep yapboz yaparız ama o kutudaki çoktu sanki. O kadar çok yapmadım hiç." "Peki birlikte yapabilir miyiz? Yaparken bana yardım eder misin?" Çocuğun sorusu Hilal'in hevesle yerinde doğrulamasına neden olmuştu. "Yapabilir miyiz ki?" "Bugün bitmesi imkansız ama senin yardımınla başlarsam bitiririm bence. Ben de daha önce hiç tek başıma 500 yapmamıştım." Parlayan elalarıyla Burak'a bakan Hilal sırıtarak ayağa kalktı ve masanın yanındaki yapbozu alarak çocuğa uzattı.  "Ben bunun resmini çok sevdim. Dedi ya baban bana Asena diye. Sen de Alfa'sın. O zaman burada ikimiz varmışız gibi oldu. Artık anlaştığımıza göre sevdim ben bu resmi." Puzzle'a bakan Burak gülümsedi. Başka kurtlu yapboz olmadığı için biraz isteksizlikle bunu alan çocuk, böyle bir durumun yaşanacağını hiç düşünmemişti. Günlerdir puzzle'a her baktığında hissettiği öfke küçük kızın da heyecanıyla yerini sıcak bir mutluluğa bırakırken ikili puzzle'ı açarak yapboz parçalarını yere yerleştirmeye başladılar. Burak, Hilal'in kenarları farklı bir yere ayırdığını gördüğünde gülümsedi. Anlaşılan yardımcısı küçük yaşına rağmen tecrübeliydi. İki çocuk Puzzle'ın iskeletini hızlıca oluşturduklarında Hilal endişeli gözlerle Burak'a baktı. "Bu gerçekten çok büyük oldu." "Fark ettim." diyen Burak gözüne kestirdiği noktayla alakalı puzzle parçalarını toplamaya başlamıştı. "Ben olmasaydım sen bunu tek mi yapacaktın?" diye sordu küçük kız sesindeki hayranlıkla. Soruyu duyan Burak'ın eli havada kalırken kalbindeki sızı yeniden baş göstermişti. Başkası olsa düşüncelerini sesli dile getirmeyecek olan çocuk, Hilal'e anlatma isteğiyle mırıldandı. "Yok. Kardeşimle yapacaktım." "Kardeşin? Senin kardeşin mi var? Ama neden burada değil?" Kızın art arda sorduğu sorular karşısında hafifçe tebessüm eden Burak iç geçirdi. "Kardeşim var ama aynı evde yaşamıyoruz. Hatta aynı şehirde bile yaşamıyoruz. O İstanbul'da." "Aaa bizim orada." dedi Hilal çocuksu bir neşeyle. "Evet sizin orada. Herkes orada zaten. Emre'nin arkadaşı Aslı da orada. Dayım da çoğu zaman orada. Batu amcamlar da orada bu yüzden Ferhat ile de oynayamıyorum. Herkes orada bu yüzden ben burada hep yalnız kalıyorum." Burak'ın hüzünlü sesiyle üzüldüğünü hisseden Hilal, teselli vermek istercesine çocuğun koluna dokundu. Bu hareket çocuğun ela gözlere minnetle bakmasına neden olmuştu. "Bu tatil normalde Emre bize gelecekti. Biz hep böyle yaparız. Bazen ben onlara giderim, bazen de o bize gelir. Uzun tatillerde de yine hep aynı. Ben geçen kısa tatilde onlara gitmiştim bu sefer de sıra Emre'deydi. Ama tatile bir hafta kala bana gelemeyeceğini okullarının Bursa Uludağ'a gideceğini ve kendisinin de gitmek istediğini söyledi." "Peki sen? Sende gitmek istemez miydin?" diye sordu Hilal üzgün bir sesle. Başını öne eğen Burak gözünden bir damla yaş düşerken omuz silkti. Yeşil gözlü çocuğun üzgün olmasını istemeyen Hilal ona yaklaşarak sarıldı. "Üzülme Burak." derken dudaklarını büzmüştü. "Üzülüyorum ama. Emre beni çağırmadı çünkü benimle oynamak istemiyor." "Yaa hayır. Öyle değildir o." "Yok öyle. Ben olunca Emre başka biriyle oynamıyor. Bu yüzden de okul arkadaşları ona kızardı. Emre de beni bu yüzden çağırmadı. Benden daha çok görüyor onları. Onların kızmasını istememiştir." Sesi çatlak çıkan çocuk, küçük kızın sırtını sıvazlayarak kendisini teselli etmeye çabaladığını o kötü haline rağmen gülümsedi. "Ama sen kardeşisin ki. Seni de çok seviyor. Seni daha çok çok seviyordur hem de." "Biliyorum ama Emre'nin bir sürü arkadaşı var. Aslı vaaar, Talha vaaar, Muhammet vaar." "Senin yok mu?" "Var ama Emre'ninki gibi en iyi arkadaş değil. Mesela Emre hep Aslı ile oynuyor. Talha'nın evi de onlara yakın. Onlara da gidiyor. Benim arkadaşlarımın eviyse hem biraz uzak hem de onlar benim en iyi arkadaşım değil. Benim en iyi arkadaşım yok ki. Sadece kardeşim Emre var." "Hmmm." diye mırıldanan kız kısa süre sonra hevesle Burak'a baktı. "Benim de en iyi arkadaşım yok. Ben senin en iyi arkadaşın olayım mııı?" "Olur musuun?" diye sordu Burak da kızınkine eş bir hevesle dolarken. Hilal başını aşağı yukarı sallarken mutlulukla sırıtan Burak da ona baktı. "Ama bir anlaşma yapacağız." "Ne anlaşmasıı?" "Sonsuza kadar en iyi arkadaş olacağız. Başka arkadaşlarımız olsa bile en iyi arkadaş sadece ikimiz olacağız. Üzgün olduğumuzda hep birbirimize anlatacağız, mutlu olduğumuzda hep birbirimize anlatacağız. Anlaştık mı?" Bu anlaşmayı seven küçük kız "Anlaştık." diye şakırken annesiyle her anlaştıklarında yaptığını yaparak elini çocuğa uzattı. Kızın uzattığı eli tutarak aşağı yukarı sallayan Burak da "Anlaştık." diye tekrarladı. Anlaşmışlardı. Sonsuza dek en iyi arkadaş olacaklardı. Üzgün olduklarında hep birbirlerine koşacaklar, mutlu olduklarında yine birlikte sevinçlerini katlayacaklardı. Gelecekte büyüyüp sevgili olduklarında, bu durum azalmak yerine misliyle artmıştı. 🐺 Elindeki meyve tabağıyla oğlunun odasının önüne gelen Dilek, içerideki sessizliğin nedenini merak ederek kapıyı tıklattı. Genç kadın herhangi bir dönüt alamadığında merakla kapıyı açtı. İki küçük önlerindeki işe öylesine odaklanmışlardı ki ne kapının çaldığını ne de odaya gelen Dilek'i fark etmişlerdi. Onların bu haline gülümseyerek bakan kadın varlığını belli etmek için konuştu. "Meyve isteyen var mı?" Sorusuyla iki kafa aynı anda ona dönmüştü. Onun varlığını gören Burak şaşkınca konuştu. "Aaaa annee." "Aaaa ben." Dilek'in gülerek verdiği karşılık çocukların da gülmesine neden olmuştu. "Barıştınız anlaşılan?" diyerek tek kaşını kaldıran Dilek, odaya girerek oğluna meyve tabağını uzattı. "Ohooo biz en iyi arkadaş bile olduk anne." dedi çocuk mutlulukla gülerek. İkilinin parıldayan gözlerine bakan Dilek samimiyetle tebessüm ederken çocukların saçlarını okşadı. "Aferin size. Birbirinizi kızdırmak ve küstürmek yok. Anlaştık mı?" "Şey... Sanırım anlaşamadık." dedi Burak, Hilal'e kaçamak bir bakış atarak. "Nedenmiş?" diye soran Hilal gözlerini kısarak ona dönmüştü. "Küçük Kızı küstürmem ama kızdırabilirim. Hatta kesin kızdırırım." "Benim adım Hilal. Hii-laaal." diyen kız ellerini beline koyarak çocuğa bakmaya başladı. Alevlerin elalara yerleşmesiyle sırıtan Burak başını aşağı yukarı salladı. "Biliyorum Asena. Biliyorum." Dilek bu sahneyi ve benzerlerini uzun yıllar göreceğinin bilinciyle sessizce odadan ayrılırken küçükler arasında birkaç küçük atışma yaşanmıştı. Sonunda Burak'ın portakal teklifiyle onu affeden Hilal meyveyi yerken yaptıkları yapboza baktı. "Çoook kaldı ama çoook da yapmışız. Di'mi?" İkili, Burak sayesinde puzzle'ın neredeyse çeyreğini tamamlamışlardı. "Yardımcım iyi olunca çok yapabildim. Ama istersen artık başka bir şey yapabiliriz." "Ama sen bunu nasıl bitireceksin ki?" "Ben bitiririm." dedi Burak ukala bir şekilde. "Gerçekten mi?" diye soran küçüğün sesi gibi elaları da hayranlık doluydu. "Gerçekten yaa. Hadi bakalım. Ne yapmak istersin." Odaya bakınan Hilal kitapları gördüğünde kocaman gülümsedi. "Buraaaak?" "Efendiiiim?" "Bana kitap okur musun?" "Seç birini Küçük Kız. Ama eğer yaşına uygun olmazsa okumam. Şimdiden haberin olsun." "Tamam olur. Ellerimi yıkayayım sonra da oku." diyen Hilal sevinçle ellerini çırptı. Onun mutluluğunu gördükçe huzurla dolan Burak, bu Küçük Asena'yı her zaman mutlu edeceğine dair söz verdi. 🐺 "Hadi Küçük Asena gidiyor..." Yarı açık kapıyı açan Yiğit gördüğü manzarayla birlikte cümlesini sessizce tamamladı. "-sunuz." İkiliye gülen gözleriyle bakan Yiğit, Burak'ın dolabında duran fotoğraf makinesini çıkartarak alarak bu ânı ölümsüzleştirmişti. Fotoğraf makinesinin kadrajını elinde hikaye kitabıyla uyuyakalan Küçük Alfa ve başını onun omzuna koyarak uyuyan Küçük Asena süslüyordu. "Nedense gelecekte bu anı için büyük bir teşekkür alacakmışım gibi hissediyorum." "Hissetme Alfa. Hissetme." diye söylenerek odaya giren Ege uyuyan ikiliye baktı. Uyuyan çocuklar o kadar masum görünüyorlardı ki kıskanç babanın dudaklarında istemsizce bir gülümseme belirmişti. "Ama bak şunlara. Çok güzel değiller mi?" diye soran Yiğit fotoğraf makinesini masanın üzerine bıraktıktan sonra masaya yaslandı. Arkadaşını yanına gelerek onun gibi masaya yaslanan Salih Ege kollarını birleştirerek düşünceli bir şekilde çocuklara baktı. Onun bu tavrı karşısında Yiğit kaşlarını kaldırmıştı. "Hayırdır bu ne ciddiyet Salih?" "Bu ikisi saatler önce kedi-köpek gibi değil miydi?" "Yok. İki kurt gibiydiler." dedi Yiğit gülerek. Ege'nin yüzündeki ciddiyetin kaybolmadığını gören Yiğit de ciddileşti. "Hayırdır ne bu hal?" "Bize bebek ziyaretine geldiğiniz gün senin oğlan benim kıza Kara Sevda şarkısını söyledi." "Ahahaha. Ciddi misin?" "Ciddiyim. Geçen yıl Hilal nerede duyduysa bu şarkıyı duymuş, Melek'e açtırmış. O günden sonra en sevdiği şarkı bu oldu." "Bizimkinin de öyle." diyen Yiğit, Salih'in bakışları karşısında iç geçirdi. "Gözlerinle oğlumu boğmasan mı acaba? Hani daha 8 yaşında ya." "Bu işin sonu hiç istemediğim bir şekilde bitecek." diye söylendi Ege memnuniyetsizce. "Niye? Dünür oluruz diye çok mu korkuyorsun?" dedi Yiğit muzip bir şekilde. "Kızım da annesi gibi asker yolu gözlemek zorunda kalacak diye korkuyorum." diye fısıldadı Ege sesindeki hüzünle. Bunu duyan Yiğit birkaç saniye duraksadıktan sonra hafif bir uyarıyla mırıldandı. "Şimdiden onları etiketlemesen mi Salih?" "Oğlunun asker olmayacağını mı söylüyorsun? Ona her baktığımda dayısına ve onun üniformasına hayran, vatana aşık bir çocuk görüyorum. Bir de seni bilse... İşte o zaman sıfır tereddütsüz girer bu yola." "Ve? Kızını üzer diye mi korkuyorsun?" diye soran Yiğit yaptıkları muhabbetin saçmalığını düşündü. Daha biri 4, diğeriyse 8 yaşındaydı. "Bilmiyorum. Bir kalpte iki sevda taşıyınca neler olabileceğini en acısından tattım. Hilal'in kalbinde yalnızca kendisini taşıyan biriyle olması belki de daha iyidir." "Peki kızın yalnızca kalbinde o kişiyi mi taşıyor olacak?" diye sordu Yiğit ciddi bakışlarla. Bu soru Ege'nin düşünceli bir şekilde ona bakmasına neden olmuştu. "O senin kızın Fırtına. Sana delicesine hayran, tamamen seni örnek alıyor. Sen kızım ya asker birini severse diye korkmadan önce günün birinde 'Asker olmak istiyorum.' diye gelirse ne yapacağını düşün." Adamın sözleri karşısında çeşitli düşüncelerde boğulan Salih Ege hüsranla iç geçirdi. "Bencillik yapmak istiyorum ama yapamayacağım değil mi? Onun istekleri hep benim korkularımdan önce gelecek. Yine de... Yaşananlar çok ağırdı be abi. O zaman bir şeylerden şüphelenip Melek ve annemi göndermesem gerçekten de çok kötü şeyler olabilirdi. Kızımın sakin bir hayatı olmasını istiyorum bu yüzden. Meleğim hâlâ daha bazı gecelerde 'Gitme Ege.' diye ağlayarak uyanıyor. Bilmiyorum... Ben Berceste'min üzerine güneş düşse, gölgesi olmak istiyorum." "Bunu yapamazsın Salih. Onu her şeyden koruyamazsın. Yeri geldiğinde düşmesi gerekiyor. Düşmeden kalkmayı öğrenemez. Bunu biliyorsun." dedi Yiğit kesin bir şekilde. "Bilsem de uygulama konusunda sınıfta kalacağım sanırım." diye mırıldandı Ege uyuyan kızına bakarken. Bir süre sessiz kalan Yiğit, Ege'ye baktı. "Karın hamile olduğunu öğrendiğinde yanında/yanlarında olmadığın için suçluluk mu duyuyorsun?" Soru karşısında afallayan Ege titrek bir nefes alırken ela gözlerinin dolduğunu hissetti. "Bu soruyu sorabilecek tek babayiğit sensindir." "Adımızın hakkını taşıyoruz elbet. Kaçma da soruma cevap ver. Öyle mi hissediyorsun?" "Ya 5 aydan uzun sürseydi? Ya ben de Remzi gibi çocuğum doğduktan aylar sonra onunla tanışsaydım. Hatta... Ya o görevden hiç dönemeseydim?" diye fısıldadı Ege kahır dolu bir sesle. Bunları söyleyen adamın aklını yine o berbat günler istila etmişti. 💫5 Yıl Önce 💫 Gecenin zifiri karanlığında telefon kulübesinde duran adam ahizeyi eline aldıktan sonra tekrardan geriye bıraktı. Elini telefondan çekemeyen Ege bunun kaçıncı geri bırakış olduğunu hatırlamaya çalışsa da başarılı olamamıştı. O numarayı çevirmek gibi bir aptallık yapmamalıydı. Gizli görevdeyken başkasını arayamazdı. Hele de görev dışı birisini! Bunun sonuçları çok ağır olabilirdi. "Ya diğer türlü daha ağır olursa?" diye fısıldadı adam berbat bir sesle. Kaldıramazdı. Salih Ege Aslan o itlerin karısına ya da annesine zarar vermesini kaldıramazdı. Bakışları ahizenin üzerindeki sağ elini bulduğunda acıyla gözlerini kapattı. Görevinin başarılı olabilmesi için kardeşi Fetih'i vurmuşken ,öldürmüşken, bu görevi tehlikeye atabilir miydi? Ya verdiği karar tim kardeşlerinin ailesine kavuşmasını engellerse... O zaman ne olurdu? "Ya ben ailemden olursam?" Titreyen sesine iki damla yaş da eşlik eden adam kelimenin tam anlamıyla asker Salih ve aşık Ege arasında kalmıştı. Vereceği karar ne olursa olsun ödeyeceği bir bedel olacaktı. İşler yolunda gitmediği an bir taraf her türlü zarar görecekti. Boynuna değen hilal kolyesini tüm ruhunda hisseden adam, zihninde yankılanan Meleğinin neşeli kahkahasıyla sarıldığını hissetti. Vereceği karar onun kahkahalarını söndürürse yaşayabilir miydi? 'Vereceğin karar arkadaşlarını ve sivilleri öldürürse yaşayabilir misin peki?' "Neden? Neden seçimlerimin bedeli bu kadar ağır olmak zorunda? Neden? Hangi sevdamı seçeceğim şimdi ben?" Dağılmış durumdaki asker her hareketinde 'Bu yaptığım Meleğimi ve annemi tehlikeye atar mı?' diye düşünmek istemiyordu artık. Yalnızca görevine odaklanarak patlamaları önlemek ve sonrasında da arkadaşlarını kurtararak işkence haline gelen bu görevi bitirmek istiyordu. Bunun için karısını ve annesini göndermeliydi değil mi? 'Bunun için en başında o kadını karın, annesini de annen yapmayacaktın. Hiç mi düşünmedin sen? Tüm bunların bu şekilde sonuçlanacağını hiç mi düşünmedin?' Lanet olası iç sesi tüm düşmanlarını sollarken, Salih Ege Aslan elindeki ahizeyi öfkeyle sıktı. Bu görev ondan çok şey götürmüştü. Kardeşini kaybetmişti, karısını ve annesini de kaybedemezdi. Bu düşünce kalbinde fırtınalara neden olan genç teğmen, kendisine düşünme imkanı vermeden ahizeyi kaldırdı ve ezbere bildiği numarayı çevirdi. Telefon birkaç çalıştan sonra açılmıştı. "Kimsin?" Salih Ege gecenin 3'ünde, uykusunu gizlemeye çalışarak telefonu 'Kimsin?' diyerek açan adamı duyduğunda istemsizce gülümsedi. Dudaklarındaki gülümsemeye tezat bir şekilde gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Sinan'ın sesini duymak Salih'i çatıdaki o güne götürmüştü. Abisine en az o günkü kadar ihtiyacı vardı. "Kimsin diye sordum." Adamın sert çıkan sesiyle toparlanmaya çalışan Salih sessizce mırıldandı. "Benim." Salih'in sesini duyan Sinan şok içinde konuştu. "Salih?" "Abi bana yardım et." Dudaklarından izinsiz dökülen kelimelerin her bir zerresi çaresizlikle doluydu. "Ne old..." Duraksayan Sinan bunun yanlış soru olduğunu düşünerek cümlesini değiştirdi. "Neye ihtiyacın var kardeşim?" "Güçlü birilerine. Kimsenin ruhu duymadan birilerini kaçırıp saklayacak kadar güçlü birine." "Nasıl birilerini?" diye sordu Sinan kaşlarını çatarak. Salih'e sormak istediği çok soru vardı. Başı 'Sen gizli görevde değil misin?' değil de 'Neden sesinde gözyaşları var kardeşim.' çekiyordu. "Abi ben..." diyen Salih devamını getiremedi. Evlendim diyememişti. Sinan'ın onu asla eleştirmeyeceğini bilse de kalbindeki iki büyük sevdadan karısını kurtarma ihtiyacının daha fazla olduğunu kendine itiraf edememişti. 'Sen de kaçıp gitmeyeceksin ki. Sadece değerlilerini güvene alıyorsun. Vatanına daha iyi hizmet edebilmek için. Yerinde kim olsa aynı şeyi hisseder, aynı şeyi yapar Salih.' İç sesinin saatler sonra ilk defa olumlu bir şey söylemesiyle şaşıran Ege kendisine seslenen abisinin endişeli sesini duyduğunda içten bir şekilde gülümsedi. "Nasıl beceriyorsun bilmiyorum ama beni her zaman en karanlığımdan çekip çıkarıyorsun Sinan.' "Soru sormayayım diyorum ama..." "Sorma zaten. Bir şey anlamana değil bana yardım etmene ihtiyacım var. İki sivili her şeyden, herkesten koruyup güvende tutabilecek kim var? İki kadın. Buradan gizlice çıkarılıp... Süresi belirsiz bir şekilde korunmaları gerekiyor." 'Süresi belirsiz.' kısmında duraksayan kardeşinin sesindeki acıyla durumdan iyice işkillenen Sinan soru sormamak için kendini oldukça zorlayarak cevap verdi. "Aklıma ilk bizim Alfa geldi." Duyduğu isimle ahizeyi eline aldığından beri ilk defa ferahlık hisseden Salih Ege kendi kendine başını salladı. Yiğit Kılıç, karısını ve annesini hiç düşünmeden emanet edebileceği insanların başını çekerdi. Eğer Sinan her an göreve gidecek bir asker olmasaydı ilk tercihi abisinden yana olurdu ama bu durumda en uygunu Kılıç çiftiydi. "Peki Yiğit onları benim verdiğim adresten gizlice aldırabilir mi? Gökte uçan kuşun bile haberi olmayacak, yerde gezen karınca bile durumu anlamayacak. Tek bir yanlış, başta canım olmak üzere silah arkadaşlarımın ve yüzlerce kişinin canına mâl olabilir. Anlatabiliyor muyum durumu?" "Sen bana adresi ve zamanı ver. O vakitte araba hazır olacak. Hiç olmadı bizzat kendim gelirim. Endişelenme." Sinan'ın sesindeki ciddiyetle huzurlu bir nefes alan Salih Ege, 3 gece sonra buluşmak için sözleşti. Birkaç detayı anlattıktan sonra telefonu kapatmak zorunda adam gözlerini kapatarak alnını büyük ankesörlü telefona dayadı. "Abi... Bu seninle son konuşmamız olabilir. Bu görev, benim tüm hayatımı allak bullak etti. Buradan sağ çıkıp çıkamayacağım bilemiyorum. Eğer..." "Ölürsen seni öldürürüm Salih Aslan." Cümleyle istemsizce gülen Salih, Sinan'ın sesinde duyduğu korkuyu yok saymaya çalışarak konuştu. "Biliyorum. Sen de bil. Bana verdiğin sözü tutup aileni ailem yaptığın için, vatanımı ve bu hayatı bırakmama izin vermediğin için sana minnettarım. 'Yaşaman gerekenler var. Ölemezsin.' demiştin ya bana. Gerçekten de yaşamam gerekenler varmış. Dahası da olsun istiyorum. Bu yüzden bunun için her şeyi yapacağım ama olur da bir şeyler ters giderse... Seni seviyorum abi. İyi ki hayatımdaydın. Lütfen benim hayatımda olduğun gibi onların da hayatında ol. Olur da geri dönemezsem... Değerlilerim sana emanet." "Sali..." Sinan'ın konuşmasına izin vermeyen Salih Ege telefonu kapatarak gecenin karanlığına karıştı. 🌪 Buluşma saatinden 20 dakika önce kayalıkların üstüne konuçlanan asker, gelen giden var mı diye ıssız ormanlık yolu gözetlemeye başlamıştı. Gözleri yolda olan adamın aklı da kalbi de ruhu da dün akşamda kilit kalmıştı. Ona veda etmeden duramamıştı. Kendine ne kadar söz geçirmeye çalışsa da o vedayı etmeden duramamıştı. Yaklaşık 1 haftadır Newroz'un işleri için şehirde olan adam dün akşam ani bir kararla eve gelmişti. Önce Emmi'lerin evinde ailecek yemek yemişler sonra da Meleğini de alarak evlerine geçmişti Ege. Birkaç saat içerisinde tarihe karışacak evlerine... İçinde fırtınalar kopan adam acı bir nefes alarak gözlerini kapattı. Dün söylemeliydi. Asker olduğunu da, onları korumak için göndereceğini de söylemeliydi. Ama yapamamıştı. 'Daha 5 gün oldu ama seni deliler gibi özledim Ege'm.' diyerek ruhuna bakan kadına diyememişti. 'Belki de bu beni son görüşündür.' diye. Boğazındaki yumruyu geçirmek için zorlukla yutkunan adam, Meleğini şimdiden özlemeye başladığını hissettiğinde inledi. Onu görmezken bu görevin sonsuz karanlığında kaybolmadan yol alabilecek miydi? Genç asker bu sorunun cevabını bilmiyordu. 'Melek gerçekleri öğrendiğinde ne yapacak? Seni affedecek mi?' Düşüncelerinin çok yanlış yöne kaydığını hisseden Ege, araba sesini duyduğunda toparlanmaya çalışarak gözlerini açtı. Gelen kişi her kimse farları açmadan gelmişti. Bu durum karşısında Ege'nin dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Sol tarafı uçurum, sağ tarafı kayalıkken yol bile denemeyecek bu engebeli patikaya sırf dikkat çekmemek için ışıksız giren kişi; karısını ve annesini varacakları yere kadar güvenle götürürdü. Arabanın buluşma mekanına 10 dakika erken geldiğini gören Ege bu 10 dakikalık süreci boşa ziyan etmek istemeyerek gelen adamla tanışmak için konuçlandığı kayadan inmeye hazırlandı. Bu sırada arabanın kapısı açılmış, içindeki adam da arabadan inmişti. Dolunayla aydınlanmış yolda seçilen tek şey baştan ayağa siyahlar giyinmiş kasketli adamdı. Kasketliyi bir süre inceleme kararıyla olduğu yerde kalmaya karar veren Ege geri çömelirken, varlığını hisseden adam onun olduğu tarafa döndü. Salih Ege zifiri karanlığa rağmen onun oradaki varlığının bilinciyle durduğu noktaya bakan bu yabancıyla kaşlarını kaldırdı. "Allah aşkına kimi gönderdiniz Sinan?" Salih olduğu yerde kıpırdamadan dururken kasketli silahını çıkararak gölgelerin arasında gizlenen kendisini hedef aldı. Bu hareket üzerine genç asker elindeki silahın horozun kaldırırken yabancıdan safi alaylı bir soru yükseldi. "Dost musun düşman mı? Vurayım mı vurmayayım mı?" Tanıdık sesi duyan Ege şok içinde mırıldandı. "Yok artık." Karşısındaki kişinin tahmin ettiği kişi olduğundan emin olamayan adam saklandığı yerden çıkarak hızla aşağı inmişti. Kasketin altından bir çift yeşil göz kendisine bakıyordu. "Yiğit?" "Selam kardeş." dedi yeşil gözlü adam yarım ağız bir gülümsemeyle. Aylar sonra bir dostunun varlığını görmek bütün kontrolünü kaybettirirken Salih hızla adama sarıldı. Yiğit kendisine sarılan bu genç adamın titreyen bedeni karşısında durumun ne kadar kötü olduğunu tekrardan merak etti. 'Aylardır gizli görevde olan Salih her şeyi boşvererek, asker de olsa, görev dışı birini aramıştı. Neler oluyordu?' Bir süre Salih'e sarılarak onu sakinleştirmeye çalışan Yiğit, boşa vakit kaybetmemeleri gerektiğinin bilinciyle asker modunda konuştu. "Bana her şeyi anlatman gerekiyor Salih." Duyduğu cümleyle kaskatı kesilen Ege iç geçirerek geriye çekildi. "Çekip vursan daha kolay ölürüm be Yiğit." Kahır dolu ses tonuyla kaşlarını çatan Yiğit başını iki yana salladı. "Neler oluyor? Hiç öyle bakma bilmem gerekiyor Salih. Ailemi bir bilinmezliğe atmana izin veremem. Kimi, neden koruyacağımı söylemek zorundasın." "Ben..." diye cümleye başlayan Salih Ege bakışlarını köye çevirdi. Bulundukları noktadan köyün ışıkları güzel bir görsel seyirlik sunuyordu. Ara sokaklarındaki ve evlerindeki kötülüğü bilen asker, bu manzaranın sahte ihtişamına kanmamıştı. "Vaktimiz yok kardeşim." Yiğit'in ciddi sesini duyan adam bakışlarını evinin bulunduğu noktadan çekmeden fısıldadı. "Ailemi korumanı istiyorum abi. Peşinde olduğum o itlerden." "Aileni?" diye sordu Yiğit sesindeki şaşkınlıkla. "Ailemi." diye tekrar eden Salih yanındaki adamın soru dolu yeşillerine bakarak devam etti. "Karımı ve annemi." Salih Ege, Yiğit'in gözlerindeki soruların büyük bir şoka evrilmesini izledi. Duyduğunu idrak etmeye çalışan adam birkaç kez gözlerini kırpıştırdıktan sonra usulca mırıldandı. "N'aptın sen?" Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Salih, elalarını evinin bulunduğu konuma çevirdi. "Aşık oldum. Yanlış zamanda, doğru kişiye..." "Ne zaman evlendiniz?" diyerek bir başka soru yöneltti Alfa. "3 ay önce imam nikahı kıydık. Muhbirimizin yeğeni. 6 ay önce o kapıyı bana açtığı ilk an vuruldum ona. Evlilik olayı benim için de beklenmedikti." Bir süre sessiz kalan Yiğit, yanında duran adamın içinde kopan fırtınaları tahmin ederek mırıldandı. "Bu zamana kadar nasıl dayandın? O itlerin ne mal olduğunu bilirken sevdiğin kadını, anne saydığını korunaklı bir yere almadan bu göreve nasıl devam edebildin?" "Şu an sorman gereken soru 'Görevdeyken nasıl biriyle evlenebilirsin? Kurallardan bihaber misin? Aptal mısın sen?' olmalıydı Alfa." Salih'in sesinde, kendine karşı büyük bir öfke vardı. "Sebebin olmasa böyle bir şeyi yapmazdın. Kurallardan değil sevdiğini o itlerin yanına yaklaştırmamak için, o p*çlere herhangi bir koz vermemek için yapmazdın. Demek ki o an korumak için bu gerekiyordu. Yanılıyor muyum?" Yiğit'in anlayışlı sesi aylardır kendini vicdan mahkemesinde idam ettiren adamın gözlerini doldurmuştu. Yine de ortada bariz bir gerçek vardı. "Ben Melek'e aşık olduğum için onunla evlendim." "Sadece aşık olup evlenmiş olsaydın şu an çoktan görevini yarıda bırakıp aileni de alarak güvenli bir hayata yelken açmıştın Salih. Ama buradasın şu an. Kendin için değil, onlar için. Sinan'a son konuşmamız olabilir demişsin. Onları korumaya alıp bu ölüm görevine devam edeceksin. Aylardır aklında neler dolanmış olabileceğini biliyorum. Kendini birçok şey yüzünden yiyip bitirdiğini, vatanını değil de karını tercih etmiş gibi hissettiğini de tahmin edebiliyorum. Ama durum bu değil. Benim karşımda karısını seçen bir adam değil de vatanını seçen bir asker var şu an. Canından olma pahasına çıktığı görevi tamamlayacak bir asker." Sol gözünden bir damla yaş düşen Salih Ege titrek bir nefes aldı. "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" "Düşünmüyorum. Olan bu zaten. Bırak kendine yüklenmeyi kardeşim. Hayat bizim kontrolümüz dışında yol alıyor. Ve o an, en doğru olduğunu düşündüğümüz seçeneği seçiyoruz. Mutlak Doğru diye bir şey yok Salih. Herkesin kendi doğruları, kendi kararları var. Her kararın farklı bir bedeli var. Öyle ya da böyle keşkelerin olacak. Bizim gibi insanların hep 'Keşke'leri vardır. Sen bana şunu söyle sadece. Verdiğin kararın 'İyi Ki'leri, 'Keşke'lerinden fazla mı? O kadın 'Keşke'n mi, 'İyi Ki'n mi?" Meleğiyle geçirdiği zamanlar ruhunda güller açtırırken Ege'nin dudaklarında konuşmanın başından beri ilk defa mutlu bir gülümseme belirdi. "O benim asla 'Keşke'm olamaz. Yine olsa yine aynı kararı veririm. Bu görev... Bu görev en başından çok ağır başladı abi. Ben kendimi, ömrümün sonuna kadar ruhumda taşıyacağım çok büyük bir yarayla karanlığın en dibinde buldum. O kurtardı beni. O iyileştirdi, neyi iyileştirdiğini bile bilmeden. Melek olmasaydı ben bu görevden sağ dönemezdim. Patlamayı engelleyip, arkadaşlarımı kurtarırken şehit olmak için her şeyi yapardım. İstanbul'a dönmeye yüzüm yoktu benim. Gerçi şimdi de yok ya..." diyerek acıyla gülen Salih, Fetih'i vurduğu elini yumruk haline getirdi. "Ancak artık bencilim. Yaşamak istiyorum. Meleğimle yaşlanmak istiyorum. Belki yaptığımdan sonra buna hakkım yok ama dedim ya bencilleştim. Bir an önce görevi bitirmek istiyorum. Ben her günümü korkuyla geçirmekten yoruldum. İfşa olsam beni değil sevdiklerimi hedef alacaklar. Bunun düşüncesiyle bile çıldırıyorum. Meleğimi ve annemi bu cehennemden çıkartmam lazım Yiğit. Yoksa hata yapacağım ve benim o hatamın bedelini tek sevdiklerim değil, Vatanımız da ödeyecek. Bunun olmasına izin veremem." Başını aşağı yukarı sallayarak adamı anladığını belirten Yiğit yeniden asker moduna gitmişti. "O itin kim olduğunu ve faaliyetlerini bana kısaca özet geçmelisin Salih. Bağlantılarından birkaç isim ver. Ben Sakarya'ya geçtiğimde araştırmamı yapayım. Gözü kapalı bir işe atılmayı hiç sevmem. Kiminle karşı karşıya olduğum bileyim. Benim izimi sürmesi imkansız ama her şeye hazırlıklı olmalıyım." "Bir asker, hep askerdir." dedi Salih Ege içten bir gülümsemeyle. "Özellikle de Alfa'ysa." diyerek ukala bir yanıt veren Yiğit not defterini çıkararak Salih'in anlattıklarını yazmaya başladı. 🌪 Evinin arkasındaki patikayı sessiz bir hızla aşan Ege, Emmi'nin yanına vardığında yavaşladı. "Bir sorun mu çıktı? Geç kaldın." diye fısıldadı Emmi endişeli bir şekilde oğlu saydığı genç adama bakarken. "Yok. Yanlarına göndereceğim kişi bizzat almaya gelmiş. Sorguya çekti beni." derken sesinde gülümseme vardı. "Eski bir dostla konuşmak seni mutlu etmiş evlat." "Düşüncelerini okuyarak teselli veren dostlar, en berbat anlarda bile mutlu edebiliyormuş." diye mırıldanan Ege bakışlarını cama çevirdi. Birkaç saat içinde Meleğini kaybedecekti. Belki de sonsuza dek... "Sana söylediğimi yaptın değil mi?" Soruyu duyan Emmi olumsuz bir sesle cevap verdi. "Hiç onaylamasam da evet. Ihlamurun içine bana verdiğin ilacı damlattım. Seher'i de çayı mutlaka içmeleri için sıkı sıkıya tembihledim. İçeri girmedim ama ikisi de uyuyordur şu an." Adamın bakışları karşısında ezildiğini hisseden Ege ters bir şekilde ona baktı. "Hiç bakma öyle Emmi. 'Ben kaçıp gitmeyeceğim.' dediğinde kararına saygı duyup seni ikna etmeye çalışmadıysam sen de benim kararıma itiraz etmemelisin." "Benim verdiğim karar kendimle alakalı ama. Oğlum bunu yapma. Melek gerçeği bilsin, öyle gitsin." "Gitsin? Melek gerçeği öğrenince gidecek mi Emmi? Düzelteyim. Melek gerçeği öğrenince benim burada durmama izin verecek mi?" dedi genç asker acı bir sesle. Ege'nin haklı olduğunu bilen Emmi iç geçirdi. "İki ucu boklu değnek... Yine de hâlâ ondan veda hakkını çalmaman gerektiğini düşünüyorum." "Ben ona veda ettim." diye mırıldandı Ege ruhunda hissettiği yangınla. "Peki o sana veda etti mi?" diye sordu Emmi yumuşak bir sesle. Soru kalbini bir bıçak misali yararken hissettiği çaresizlikle babası bellediği adama baktı. "Yapamam. Yapamam anlamıyor musun? Onun gözlerini içine bakarak 'Seni değil diğer sevdamı, Vatanımı seçiyorum.' diyemem. Beni anlamayacak Emmi. Onu hatırladığımda hayal kırıklığıyla dolu bakışlarını değil de sevgiyle bakan gözlerini hatırlamak istiyorum. Bu yanlış olsa da... Onunla yüzleşmeye cesaretim yok. Şu bir saat içerisinde ona her şeyi anlatamam." "Dün geldiğinde... Anlatmaya geldiğini zannetmiştim." dedi Emmi istemsizce. Adam, bu meseleye karışmaması gerektiğini bilse de yeğeninin kaçırılırcasına buradan götürülmesini değil de gerçekleri sevdiği adamdan duyarak hür iradesiyle gitmesini istiyordu. Dün aklına gelirken titrek bir nefes alan Ege başını önüne eğdi. Ayağını yerdeki taşlara sürterek sessiz kalan adam bir süre sonra berbat bir sesle konuşmaya başladı. "Niyetim oydu. Gerçekten çok kararlıydım. Her şeye rağmen anlatacaktım. Ama Melek dün gece sadece 5 günde beni ne kadar özlediğini anlattı. Neden gittiğimi bilmese de yaralandım mı diye endişeyle beni kontrol eden karıma, süresiz ölüm operasyonuna çıkan bir asker olduğumu söyleyemedim." Bu cevabı alan Emmi hiçbir şey söyleyemezken adamı orada bırakan Ege sessiz hareketlerle evine yaklaşarak Emmi'nin bilerek tam kapatmadığı camdan gizlice içeri girdi. Evinin mutfağına bir bakış atan adam, gözünün gördüğü her yerde bir anıya rastlarken titrek bir nefes almıştı. Hayatının en zor günlerinden birindeydi şu an. Küçük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamak isteyen Ege düşerse kalkamayacığının bilinciyle güçlü durmaya çalıştı. Mutfağına son kez bakan adam Meleğinin ikisi için şehirden aldığı kahve kupalarını gördüğünde usulca yutkundu. Bu evden hiçbir şey almama kararını tam şu an bozmuştu. Annesini Emmi'ye teslim ettikten sonra küçük bir çantaya onlar için değerli olan eşyaları koyacaktı. İkisinin aşkından geriye bir şeyler kalmalıydı. Kim bilir, belki de görevden asla dönemeyecekti. Bu yüzden de Meleğine birkaç hatıra bırakmak istiyordu. 'Hiçbir açıklama yapmadan onu gönderen kocasının hatıralarını saklamak isteyeceğini de nereden çıkarttın Hâlim?' Aklındaki düşüncelerle dalgın bir şekilde yürüyen adam önüne düşen gölgeyi gördüğünde elini beline götürerek hızla silahını çıkarttı. Silahı gölgenin sahibine doğrultan genç asker öylesine bilinçsiz hareket etmişti ki nerede olduğunu hatırladığında iş işten geçmişti. Karşısında duran annesi inanamaz bakışlarla bir elindeki silaha bir de kendisine bakıyordu. Yüzündeki tüm kanın çekildiğini hisseden Salih Ege silahını hızla beline yerleştirirken gözlerini kaçırdı. "Melek ıhlamuru içtikten sonra deliksiz bir uykuya daldığında bir şeyler döndüğünden şüphelenmiştim ama evine silahlanmış bir şekilde gizlice giren seni göreceğim hiç aklıma gelmemişti oğlum." Annesinin yumuşak ses tonuyla kurduğu ağır cümleler Ege'nin yutkunmasına neden oldu. Kadın yargılasa, adam kendini bu denli suçlu hissetmezdi. Başını öne eğerek göz temasından kaçınan Salih Ege kendisine yaklaşan annesini hissettiğinde gözlerini kapattı. "Eline nasıl silah alabilirsin Ege?" Seher'in sesindeki inanamamazlıktan ziyade hayal kırıklığı yakıp yıkmıştı Ege'yi. Onun cevapsız kaldığını gören kadın şefkatle mırıldandı. "Oğlum?" İçtenliğini iliklerinde hissettiği bu hitap Ege'nin gözlerini doldururken belki de bu seslenişi bir daha duyamayacağını hatırlayarak titrek bir nefes aldı. "Soruma cevap verir misin Ege?" "Öyle olması gerekiyordu." Kendisiyle göz teması kuramayan oğluna bakan Seher iç geçirdi. "Bu bir cevaptan çok her şeye benziyor. Neler oluyor Ege?" "Soru sormasan?" diyen adam nasıl olup da yakalandığını düşünüyordu. Emmi o Ihlamuru içtiklerinden emin olmalıydı. Bu olmadan Ege eve girmemeliydi. 'Artık çok geç. Neyse ki Melek uyumuş. Ama keşke... Uyumamış olsaydı. Eğer ölürsen ona hiçbir şey anlatmadığının pişmanlığıyla öleceksin.' -Belki de ondan af dilemek, yaşamam için bir teşviğimdir.- 'Böyle teşvik olmaz olsun. Sen akıllanmazsın Salih Ege Aslan.' "Ege beni duyuyor musun? Korkutuyorsun beni. Neler oluyor oğlum? Gecenin bir vakti hırsız gibi niye girdin?" "Gidiyoruz anne." 'Gidiyorsunuz...' Titrek bir nefes alan adam, kadının yanına geldi. Onun sözlerini duyan Seher ise kaşlarını çatarak konuşmuştu. "Ne demek gidiyoruz? Nereye gidiyoruz? Neden?" "Annem lütfen. Sadece söylediğimi yapsan? Olmaz mı?" diye sordu Salih Ege çaresiz bir şekilde. "Gittiğimiz yer köy dışı mı?" Yeni bir soruyla karşılaşan Ege bu soruyu başını hafifçe sallayarak cevap verdi. "Yani yıllardır bize ev sahipliği yapan bu köyden gitmemizi istiyorsun ve soru sorma mı diyorsun?" Dudaklarındaki hüzünle kadına bakan adam fısıldadı. "Ben sadece bana güvenmeni istiyorum." "Sana güvenmeseydim kızımı sana vermezdim, sana güvenmeseydim sana oğlum demezdim. Ama durum güven meselesi değil oğul. Ben yaşadım. Ben, bana güven diyen adamla en acı sonu yaşadım. Her güne o kavgayı ettiğimiz için vicdan azabıyla uyanıyorum. Eceli değiştiremeyiz elbette ancak kocama söylediğim sözleri değiştirebilirdim. Değiştiremedim. Gelecekte de bugünü düşünerek pişmanlık duymak istemiyorum. Bir açıklama istiyorum Ege. Yoksa ne ben bir yere gelirim ne de kızımı götürmene izin veririm." Seher'in ciddi çıkan sesi karşısında elinin kolunun bağlandığını hisseden Ege hüsranla gözlerini kapattı. "O takıldığın adamlarla bir ilgisi var değil mi?" Kadının cümlesi üzerine Ege'nin dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. Takıldığım adamlar değil, gebertmek istediğim adamlar. "Ah be oğul keşke bulaşmasaydın onlara. Sonunda eline/beline silah aldırtmış o arkadaşlığın. Kızımın korktuğu gerçekleşti. Zamanında benim de gerçekleştiği gibi..." Annesinin kırık sesini duyan Ege gözlerini açarak kızarık elalarıyla karşısındaki kadına baktı. Oğlunun gözlerindeki kahrı gören Sedef elini adamın yanağına koydu. "Keşke sevdiğin kadını dinleseydin." Sol gözünden bir damla yaş düşen Ege başını iki yana sallayarak fısıldadı. "Keşke sizi bu işe hiç bulaştırmasaydım." "Sen de bulaşmamalıydın Ege." Acıyla gülen adam elini annesinin elinin üzerine koydu. "Bana annelik yaptığın için çok teşekkür ederim Seher Gökmen. Unutamadığım o şefkati yeniden hissetmemi sağladın." Bu cümlelerdeki veda Seher'in kaşlarını çatmasına neden olmuştu. "Niye ses tonun böyle ümitsiz oğlum? Neler oluyor?" "Melek çok kızmasın olur mu? Ona hissettiğim hislerin hiçbiri yalan değildi. Ona gerçekten de ruhumu açtım. Bazı konularda istemeden gerçeği saklamak zorunda kaldım ama ona hep doğruyu söylemeye çalıştım." "Bana bak. Ne oluyor oğlum? Ne demek istiyorsun?" diyen kadın bu vedadaki anlamı anlayarak konuştu. "Sen bizimle gelmeyecek misin?" Annesinin sesindeki korkuyu duyan Ege yutkunarak mırıldandı. "Gerçekten çok güvendiğim insanlar. Her konuda size yardımcı olacaklar, ailemi aileleri belleyeceklerdir. Gönlünüz rahat olsun." Başını olumsuzca sallayan Seher elini oğlunun yanağından çekti. "Sen de geleceksin. Ne oldu bilmiyorum ama..." "Gelemem anne." dedi asker kesin bir sesle. Her zaman nazik olan oğlunun keskin sesini duyan Seher bir kez daha şaşırırken tanıdığını düşündüğü adama baktı. Karşısındaki adamın kararlı bakan sert elaları, oğlu Ege'nin gözleri gibi değildi. "Kalırsan ne olacak?" diye sordu Seher sesindeki endişeyle. Annesinin bu sorusunu da duymazdan gelen Ege kadının kolunu tutarak mutfağa yönlendirdi. Birkaç adım atarak oğluna uyum sağlayan Seher titrek bir sesle sordu. "İnfazın mı verildi? Bu yüzden mi bizi gönderiyorsun?" Seher'in sesindeki yaşları duyan Ege bakışlarını kadına çevirdiğinde gözyaşlarıyla karşılaşmıştı. "Annem... Ağlama." diye fısıldayan Ege'nin durumu pek de farklı sayılmazdı. Genç adam hıçkırıklara boğulmak istiyordu. Bu ayrılık, hayatındaki en acı ikinci ayrılık olmuştu. "Oğlum ölmeye gidiyor. Nasıl ağlamayayım?" dedi Seher, Ege'nin kolunu asla bırakmayacakmış gibi tutarken. "Gitme. Burada kalma, bizimle gel." "Üzgünüm. Seçim şansım yok." Annesinin gözyaşları ruhunu delse de Ege'nin sesinde büyük bir kararlılık vardı. "O itler için ölmeye değer mi? İzin vermiyorum oğlum. Her ne yapacaksan izin vermiyorum. Senin üzerinde azıcık hatrım varsa sen de gelirsin bizimle." "Gelemem. Kaçmayacağım, kaçamam. Dediğim gibi seçim şansım yok." dedi Ege kadının elini kolundan indirirken. "O zaman ben de gitmiyorum." diyerek şansını denedi Seher. "Tek kızının hayatını tehlikeye atacaksın yani?" diyen Ege bu blöfü yememişti. "Değer mi oğlum? Bu uğurda ölmeye değer mi?" Dudaklarında gururlu bir gülümseme beliren Ege dolu gözlerle başını aşağı yukarı salladı. "Değer annem, değer. Asıl bu uğurda ölmeye değer. Yaşayıp, size kavuşmak için her şeyi yapacağım. Söz veriyorum. Ama olur da gelemezsem... Önce Allah'a sonra da yoldaşlarıma emanetsiniz." Kafası karışan Seher anlamaya çalışarak oğluna baktı. "Anlamıyorum Ege. Sen bizi takıldığın arkadaşlarından korumak için göndermiyor musun zaten? Hangi yoldaşların?" Annesinin iki elini ellerinin arasına alan Ege kadının sonsuz şefkatli gözlerine baktı. "Ben askerim annem." Duyduğu cümleyle kadının dudaklarından yalnızca iki harfli şaşkınlık nidası dökülmüştü. "Ne?" "En başında buraya o itlerin elindeki yoldaşlarımı kurtarmaya geldim. Kardeşlerimi bulmak için o itlerin arasına sızdım. Tek amacım timimi kurtarıp o itlerin planlarını öğrenerek baltalamaktı. Ancak Meleğim tüm bu denklemi bozdu. Sen, o... Görevimi asla unutmadım ama tüm bunlara kendimi fazla kaptırmışım. Gerçeklik yüzüme en ağır şekliyle çarptı. Ben artık sizi o itlerden koruyabileceğimi zannetmiyorum anne. Newroz iti bir şeyler karıştırıyor ve ben bu işin sonu size dokunmasın diye her şeyi yaparım. Bu yüzden gitmeniz gerekiyor. Benim hata yapma lüksüm yok. Silah arkadaşlarımı da, Vatanımı da koruyabilmem için sizin güvende olmanız gerekiyor." Sessiz gözyaşları yanaklarını süsleyen Seher karşısındaki kızarık ela gözlere baktı. "Konu Vatan yani?" "Konu Vatan, hep Vatan olacak. Büründüğüm hiçbir rol bunu değiştirmiyor. Her zaman, önce asker olacağım." Gözyaşları içindeki Seher'in kendisine sarılmasıyla birlikte Ege de eğilerek annesine sarıldı. "Söz konusu Vatan'sa söz hakkım yok. Böğrüme taş basar kalmana göz yumarım. Sadece... Bize geri dön oğlum. Döneceğin güne kadar her kapıyı sensin diye açacağız. Bu yüzden geç de olsa mutlaka görevini hakkıyla tamamlayıp ailene dönmelisin. Sakın bizi sensin koma oğlum. Yalvarıyorum bize böyle bir acı yaşatma." Dudaklarının arasından bir hıçkırık fırlayan Ege başını okşayan annesinin omzunda sessiz gözyaşlarını akıttı. Tek başına başladığı bu görevi artık ailesi için sonlandırması gerekiyordu. Yoksa Meleği daha 19'unda dul kalacaktı. Karısının gerçekleri öğrendiğinde hissedeceklerini düşünen askerin ağzından kısık sesli bir inleme fırlamıştı. "Ona, ona çok özür dilediğimi söyle olur mu anne? Yüzleşemedim onunla. Cesaret edemedim 'Seni tehlikeye atmamak için güvenli bir yere gönderiyorum ben ise tehlikenin göbeğine gidiyorum.' demeye. Gitme diyecekti bana. Ben... Gitmemek bir seçenek bile değil anne. Onunla kaçarsam kardeşlerimle birlikte yüzlerce sivili öldürmüş olacağım. Başka çarem yok. Lütfen anlasın beni. Lütfen..." "Sakin ol oğlum. Sen sadece önündeki vatani görevine odaklan. Her şeyi yoluna koyduktan sonra da karından af dilemeye gel. Sağ salim bize geri dön özürlerini, nedenlerini o zaman sun. Bunu yapman için yaşamalısın." Geriye çekilen Ege buruk bir tebessümle annesine baktı. "Yaşamak için her şeyi yapacağıma sizin üzerinize söz veriyorum annem. Çok üzülmesin olur mu? Gülmesini sağla, ben döndüğümde kahkahalara boğacağım onu." Oğlunun gözyaşlarını silen kadın başını aşağı yukarı salladı. "Bizi çok bekletme oğlum." İkili son bir kez sarıldıktan sonra Ege annesini mutfak camından Emmi'ye teslim etmiş, annesinin Yiğit'in beklediği yere varması daha uzun süreceğinden de onlar yola çıkmışlardı. Biraz daha vakti olduğunun bilincindeki Ege eline aldığı çantaya kendileri için anlamlı olan eşyaları koymaya başladı. Çektikleri tek fotoğraf olan düğün fotoğrafını gördüğünde birkaç saniye duraksamıştı. Bu fotoğrafı Meleğine mi vermeliydi yoksa kendisine mi saklanmalıydı? 'Sinan'lar senin fotoğrafını verir ona. Bunu kendine sakla. Bu görevden sağ çıkmak istiyorsan size ihtiyacın var.' Bu düşünceyle resmi cebine koyan Ege sırt çantasını tek omzuna astıktan sonra yavaş hareketlerle yatak odalarına doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda ruhu bedeninden çekilir gibi hisseden adam her detayı zihnine taşıma isteğiyle evini inceliyordu. Bir daha bu evi görmeyecekti. Bu evde yaşananlar bu gece bu dünya üzerinden silinecekti. Yatak odasının kapısını açan asker yataklarında her şeyden bihaber bir şekilde huzurla uyuyan karısını gördüğünde titrek bir nefes aldı. Bacaklarının kendini taşıyamadığını hisseden Ege sevdiğinin yanına geldikten sonra çantayı bırakarak yatağın kenarına oturdu. "Özür dilerim Gül Kokulum." Bu kararı verdiği ilk andan itibaren ruhunu kemiren cümle dudaklarının arasından hissettiği kahırla çıkmıştı. Titreyen elini kaldıran Ege belki de son kez gördüğü gül kokulusunun yüzüne sevgiyle dokunurken sol gözünden bir damla yaşın düştüğünü hissetti. "Bana çok kızacaksın, beni anlayamayacaksın Meleğim. Biliyorum. Asker yâri olmanın ne olduğunu bilmiyorsun sen. Belki yaşının toyluğundan belki de babanı kaybettiğinden bir kaybı daha kaldıramayacağından... Neden ne olursa olsun sonuç aynı. Seni seçmemi isteyeceksin. Seçim şansım olmadığını anlamayacaksın. Kaçamayacağımı, Vatanım için gözüm kapalı canımı vermeye razı olduğumu anlayamayacaksın. Tamam itiraf ediyorum. Artık gözüm kapalı vermeyeceğim o canı. Olur da şehit olursam gözlerim açık ölürüm. Aklımda sen, ruhumda sen, özür dileyemediğim için pişmanlıkla dolu son bir nefes..." Derin bir nefes alan Ege başını iki yana salladı. "Ölümden konuşmak yok çünkü yaşayacağım. Seni yaşamak için yaşayacağım. Yıllardır her göreve, gizli bir aileme kavuşurum umuduyla çıktım biliyor musun? Özellikle de bu göreve... Ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordum. Arkadaşlarımın ne dirisinden ne de ölüsünden haber almamış olmamız çok büyük bir sorun olduğunu gösteriyordu. Fetih'le olanlardan sonra... Kesin kararlıydım ben Melek. Ölecektim. Bu görevden sağ dönmeyecektim. Ama sen geldin, tuttun elimden baktın gözlerime. Kocaman gülümsedin. Işıl ışıldın. Seninle yüzleşememe nedenlerimden biri de bu. Senin o ışığına vurulmuşken seni karanlığa boğmayı kaldıramam. Bana yıllar sonra umudu hatırlatan seni umutsuzluğa boğmak istemiyorum. Yaptığım doğru değil biliyorum ama... Ben hayatım boyunca hep konuşmayı öteledim, yüzleşmeleri yok saydım. Şimdi böyle bir zamanda bu denli büyük bir yüzleşmeyle karşı karşıya kalamam. Özür dilerim, sıradan hayatını mahvettiğim için." Bir süre doyasıya karısını izleyen adam onun yanına uzanıp kollarının arasına alarak yatma dürtüsüne oldukça zor karşı geldi. Gidemezdi ki. Bir kere yanına yatarsa gidemezdi. 2 gece önce de gidemediği gibi... O sabah Meleği uyanmadan geri dönmek istemediği için az daha Newroz'un adamlarına yakalanıyordu. Şehirde olması gerekirken neden köyde olduğunun hesabını verdirdi bundan kolayı yoktu da... Hissettiği öfkeyle o itlere normal gözle bakamazdı. Asıl sorun da buydu. "Sence sizden sonra o p*çlerin yanında rol yapmaya devam edebilecek miyim? Fetih'ten sonra devam edebildiysem şimdi de ederim değil mi? Ne de olsa sizi korudum. Kardeşimi koruyamadım ama sizi korudum." Bakışları saati bulan asker az bir zamanının kaldığının bilinciyle derin bir nefes aldı. Verdiği kararın sonucuyla yüzleşmeliydi. Yataktan kalkarak karısına yaklaşan Ege uyuyan Meleğinin alnına şefkatli bir öpücük kondurduktan sonra bakışlarını kadının dudaklarına çevirdi. "Hiçbir son, son olmayacak değil mi?" diye fısıldayan asker bin kez veda etse de 1001. vedaya ihtiyacı olacağını anlayarak karısının dudaklarına yönelmişti. Meleğinin bu öpüşünü asla hatırlayamayacağını, kendisininse asla unutamayacağının bilincindeki adamın gözünden bir damla yaş düştü. Zorlukla geriye çekilen Ege gözünden düşen yaşın karısının yüzünde olduğu görünce durumun ironisine acıyla güldü. "Sen ağlama diye çabalıyorum ama bir şekilde o gözyaşı sende sonlanıyor. Gerçeği öğrenince bana çok kızacaksın ya... Kızgınlığın hüznünden daha çok olsun olur mu Meleğim? Kontrolüm dışında gerçekleşen bu olaylar silsilesinin sonu seni yakmamla bitmesin. Gerçi... Her şey için çok geç. O yangın bu gece çıkacak." Yerdeki sırt çantasını sağ omzuna takan asker uyuyan karısını kucağına alarak yatak odalarından çıktı. Karısını bu odaya kucağında soktuğu ilk gece, sonlarının bu şekilde olacağını düşünmemişti. 'Düşünmeliydin. Senin, aşkın ihtişamına kapılıp unutma gibi bir lüksün yoktu Hâlim. Düşünmeliydin!' Salonun ortasında duran asker kucağındaki baygın karısına bir bakış attıktan sonra derin bir nefes aldı. Ruhunu Meleğinin gül kokusu doldurmuştu. Bu birkaç saniye duraksamasına neden olurken cebindeki çakmağı çıkaran Ege hüzünlü bakışlarla karısına baktı. "Evimize elveda de Meleğim. Bugün, hiç var olmamışçasına yok olacak." Acıyla gülümseyen adam mutfağa geçerken elindeki çakmağı ateşleyerek salondaki halının üzerine fırlatmıştı. Küçük çakmak halıyı yavaş yavaş tutuşturmaya başlarken hızlı hareketlerle camın önüne gelen Ege baygın karısını Emmi'ye uzattı. Adam, kadını alır almaz Ege de camdan dışarı fırlamıştı. Karısını tekrardan kucağına alırken babası saydığı adama baktı. "Hemen eve git Emmi. Yangını haber verdiklerinde, rolünü iyi oyna. Unutma kapının oralara benzin döktüm. Kimseyi yanaştırma sen de dikkat et. Bir kere tutuştuktan sonra durduramazsınız. Mutfağa ulaştığında tüp ile yanındaki benzin bidonu da alev alacak. Eğer..." "Biliyorum, anlattın bunları evlat. Sakin ol, her şey yolunda. Hadi çık ortalık karışmadan." diyen Emmi hızla evine doğru yürümeye başlamıştı. Aynı hızla dağ yolunu çıkmaya başlayan Ege içindeki fırtınaları yok saymaya çalıştı. Karısının ve annesinin korunması için ölmeleri(!) gerekiyordu. Bunun için de alevlerin arasına kimsenin girmemesi gerekiyordu. Eve girdikleri anda evin boş olduğunu anlarlardı çünkü. Sakin olmaya çalışan asker planının kusursuz olduğunu düşünerek kendini avuttu. Geçen aylarda köylerde çıkan yangınlardan dolayı itfaiyenin ulaşması oldukça uzun sürdüğündem belediye belli başlı büyük evlere yangın tüpü tedarik ettirmişti. "İtfaiye gelene kadar köylüler yangını kontrol altında tutar." diye mırıldanan Ege kendini teskin etmeye devam etti. Yiğit ile görüştükten sonra Ege evine giderken Yiğit de diğer köydeki yerleşimden uzak boş bir ambara gitmiş, orayı ateşe verdikten sonra da kullan-at telefonuyla itfaiyeyi arayarak büyük bir yangın çıktığını söylemişti. Olaylar planlarına uygun giderse itfaiye gelene kadar köylüler dere yakınındaki ambarın alevlerini kontrol altına alacaklar itfaiye de yeni alevlerine, Ege'nin evine, doğru yola çıkacaktı. "Her şey yolunda. Hiçbir sorun çıkmayacak." diye mırıldanan asker düzlüğe ulaşmış, Yiğit'in arabasının bulunduğu noktaya doğru yürümeye başlamıştı. Uzaktan Yiğit'i ve yanındaki annesini gören Ege duygularını gizleme isteğiyle yüzüne bir maske yerleştirirken büyük bir patlama sesi duyuldu. Bu sesle istemsizce duran asker hissettiği çalkantıyla yutkunarak arkaya döndü. Siyah geceyi en turuncusundan alevler aydınlatmıştı. Anılar ruhunu daraltırken titrek bir nefes alan adam, sol gözünden bir damla yaş süzülürken kucağındaki kadına baktı. "Umarım aşkımızın sonu da evimizinkine benzemez karıcığım." diye fısıldarken sesinde saf bir acı vardı. Birkaç saniye alevler içerisindeki evlerini izleyen Salih Ege başka bir yol mu düşünseydim diye düşünürken pişman olmaya başlamıştı bile. 'Bu en garanti seçenekti. Gelecekte yaşayacağınız anılarınız olsun diye geçmişte yaşadığınız anılarınızı yok etmeyi tercih ettin sen Ege. Bu tercihin pişmanlığını yaşayamazsın. Kendine gel ve aileni güvenle buradan çıkart asker. Hadi!' İç sesinin direktifiyle toparlanan Salih Ege, yüzüne ifadesizlik maskesini taktıktan sonra arkasını dönerek diğerlerinin yanına yürümeye başladı. Arabanın yanına ulaştığında Yiğit kapıyı açmış, Ege de baygın karısını arabanın içerisine yerleştirmişti. Arabadan çıkmak üzereyken gözleri koltuğa koyduğu kadına kaydığında tüm iradesinin kaybolduğunu hissederek gözlerini kapattı. Alnını kadının alnına yaslayan Ege karısının gül kokusunu içine çekme dileğiyle derin bir nefes aldı. "Sana bu genç yaşında bunları yaşattığım için özür dilerim Gül Kokulum. Sana söz, sana geri döneceğim. Ne pahasına olursa olsun... Sana geri döneceğim. Seni çok seviyorum." Gitmezse hiç gidemeyeceğinin bilinciyle gözlerini açarak karısının güzel yüzüne bakan Salih Ege hüzünle gülümsedi. "Bir dahaki görüşmemize kadar hoşça kal karıcığım." Çatallı bir sesle kurulan kahır dolu cümleye, iki damla gözyaşı eşlik etmişti. Kalbindeki gözyaşlarını sonraya saklayan adam tek eliyle yüzündeki yaşları silerek hızla arabadan çıktı. Yiğit, elini yumruk yaparak güçlüymüş gibi durmaya çalışan kardeşine üzgün gözlerle bakarken dua etti. 'Allah'ım lütfen yardım et. Bu işin sonu mutlu sonlansın. Lütfen...' Dağılmışlığını saklamaya çalışan Salih Ege sarsak adımlarla yanlarına geldi. Seher'in yaşlı gözleri oğlunun üzerindeydi. "Bizi ölü göstermek için mi evinizi yaktın?" Soruyla bakışlarını alevlere çeviren asker hissettiği acıyla gülümsedi. Kendi elleriyle evlerini ateşe vermişti, kendi elleriyle tüm anılarını silmişti. Bu düşünceyle sırtındaki çanta aklına gelirken çantayı omzundan çıkartıp Yiğit'e uzattı. "Bunu ona verirsin. Gerçi... Belki de görmek istemez. Sen bunu sakin olduğu bir zamanda ver. Sinirle herhangi bir zarar verirse pişman olabilir. Bir de eğer isterse... Sinan'a söylersin benim fotoğraflarımdan birini verirsiniz. Tek fotoğrafımızı da kendime aldığım için ayrı üzgün olduğumu söylersin." İç geçirerek çantayı alan Yiğit olumsuz bir sesle konuştu. "Onu ondan habersiz gönderiyorsun değil mi?" Duyduğu cümleyle kaskatı kesilen Salih sertçe konuştu. "Sen yapman gerekeni yap Yiğit Kılıç. Gerisi üstüne vazife değil." Onun ters sesinden zerre etkilenmeyen Yiğit arabaya doğru baktı. "Bari asker olduğunu biliyor mu?" Bu soru Ege'ye çarparken Yiğit başını iki yana salladı. "Hayatımızdaki kadınları yakıp yıkma konusunda üstümüze yok ha? Dileğim benden tecrübeli, karını teselli eder endişe etme." Salih Ege, Yiğit'in kendini suçlayan alaycı cümlelerini duyduğunda yutkundu. Adam dolaylı yoldan 'Sana bir şey söylemeye hakkım yok. Yine de geçen yıllara rağmen hâlâ pişmanım, sen de bu pişmanlığı yaşayacaksın. Hazırla kendini.' demişti. Düşünceleri ve hisleri öylesine ağırdı ki ayakta duramayacağını hisseden adam hızla annesine döndü. "Hadi gidin." Gecenin karanlığı oğlunun ela gözlerini gizlese de sesinin tınısı kendini ele veriyordu. Ege hiç iyi değildi... "Hâlâ ona söylemen gerektiğini düşü..." "Annem. Yapma... Yalvarıyorum yapma." diye mırıldanan adam birkaç adımda kadının yanına ulaşarak sıkıca sarıldı. Gözlerini kapatarak bir süre öyle duran adam geri çekilirken dolu gözlerini kırpıştırmıştı. Annesinden uzaklaşan Ege boğuk bir sesle "Hadi gidin." diye tekrarladı. Üzgün bir nefes alan Seher başını aşağı yukarı salladı. "Allah'a emanet ol oğlum." "Siz de anam." diyen Ege birkaç adım daha geriye gitmişti. Ayakları koşmak istiyordu. Meleğine koşmak... Arabaya doğru yürüyen Seher'in uzaklaşmasını bekleyen Alfa, genç teğmene baktı. "Hata yapacaksın." Yiğit'in kesin cümlesi üzerine Ege hızla ona dönmüştü. "Ne?" "Haya yapacaksın Salih Aslan." diye tekrarladı Yiğit oldukça normal bir şeyden bahsediyormuşçasına. "Yiğit zaten iyi değilim..." "Olacak olanı söylüyorum ben." Bakışları sertleşen Ege öfkeli bir sesle çıkıştı. "Bundan fazla eminsin?" "Evet çünkü ben yaptım." dedi Yiğit, Salih'e yaklaşarak. "O bal gözleri bir an önce görmek istediğim için bile isteye yakalandım. O zaman neden olduğum işkencelerin yarasını hâlâ bedenimde taşıyorum. Artık birçok şeye aklı eren oğlum geçenlerde gördü, 'Uf olmuş baba.' diyerek yanıma geldi. Hikayeyi bilen karım anında dolan gözleriyle bana baktı. Ne oldu diye soran oğluma cevap veremediğimi söylememe gerek yok sanırım?" Birkaç saniye duraksayan Salih Ege başını dikleştirdi. "Bana ajitasyon yapma Alfa. Senin bedeninde sürüyle yara vardır. Yarısı da büyük ihtimal işkencedir." "Doğru. Ama o zaman aldığım yara farklı. Ondan önce ne yaradan ne de ölümden korkardım. Ama o gün adını bile bilmediğim, diyaloğumun bile olmadığı o bal gözleri bir kez daha görebilmek için bile isteye yakalandım. Ve ne oldu biliyor musun? Aldığım her yarada, ölüme her yaklaşımımda bildiğim tüm duaları ederken buldum kendimi. Yaşamak için! Ölemezdim ben. Beni beklerdi çünkü biliyordum. O gün ilk defa ölmek istemiyorum diye düşündüğüm gündü. Neden? Hiç tanımadığım bir kız için. Peki ya sen?" diyen Yiğit işaret parmağıyla Salih'in göğsünü itti. "Karım diyorsun lan! Karım diyorsun. Hata yapacaksın!" "Yapmayacağım!" diye tıslayan Salih öfkeyle Yiğit'i itti. "Evet! Çünkü ben buna izin vermeyeceğim. Sakın bu görevi bir an önce bitirmek uğruna aptalca bir şeye kalkışma. Ben işleri hızlandıracağım." Son cümle karşısında Salih istemsiz bir alayla gülmüştü. "Nasıl olacakmış o?" "Bana verdiğin, örgütteki diğer isimler... Onlardan birinin yanına bizden birini yerleştireceğim. İki her zaman tekten iyidir. Onunla buluştuktan sonra işleri hızlandırırsınız. O zamana kadar hata yapma." "Birini yerleştirmek aylar sürer. Benim o kadar durmaya niyetim yok." dedi Salih umutsuz bir sesle. "Bana güveniyor musun?" Yiğit'in sorusunu duyan Ege'nin bakışları değerlilerin bulunduğu arabayı çevrildi. "Bu soruyu gerçekten soruyor musun abi?" "O zaman bu güvenin her konuda olsun. Aklımda biri var. Eğer o müsaitse ciddi anlamda kısa sürede kurutursunuz o itlerin soyunu. O olmasa da yine tecrübeli birilerini bulurum, bir telefonuma bakar her şey. Ama bana söz vermen gerekiyor. Acele hareket etmeyeceksin Salih." Yiğit'in söylediklerini düşünen Ege acabalar içinde duraksamıştı. "Söz ver dedim Asker!" Yiğit'in tam bir komutan edasıyla kurduğu cümle karşısında Salih Ege başını aşağı yukarı salladı. "Söz! Sana güvenim tam Alfa. Sadece... Lütfen uzun sürmesin. Bir de komutanlarım operasyona başkalarının karıştığını öğrenirse..." "Bırak şimdi prosedürü düşünmeyi. Ben her şeyi halledeceğim. Sen sadece sağ salim ailene dön yeter. Bu arada gelen kim olursa olsun parola aynı olacak. 'Bizim köye itler inmiş ama endişelenme. Köyün kurdu tek tek o itlerin hakkından geldi." "Bakıyorum da her türlü işin içine kendini katıyorsun." diyen Salih'in sesi saatler sonra ilk defa şakacı çıkmıştı. Alfa'nın teminatı az da olsa gönlüne su serpmişti. Bu göreve bir yoldaş ile devam etme fikri çok güzeldi. "Artık gitmeliyiz. Yakında itfaiye gelir." dedi Yiğit alevlerden yükselen kara dumanlara bir bakış atarak. "Önce Allah'a, sonra size emanetler abi." diye mırıldandı Salih kırık bir sesle. Bakışları arabadaydı. Arkadaşının omzunu güçlü bir şekilde sıkan Yiğit gözlerini açıp kapattı. "Endişelenme. Dilek ve bizim küçük bey bir şekilde onları toparlarlar. Aklın kalacak ama çok kalmasın. Dediğim gibi hata yapmayacaksın. Güvende olduklarının huzuruyla, yardıma göndereceğim kişiyi bekle." "Teşekkür ederim." Salih'in minnet dolu fısıltısına eş olarak ona uzanan Yiğit sıkı bir şekilde dostuna sarıldı. Titrek bir nefes alan Ege de bu sarılışa karşılık verirken her şeyin nasıl bu raddeye gelebildiğini düşünüyordu. "Olaylar daha fazla büyümeden biz yola çıkalım." diye mırıldanan Yiğit geriye çekildikten sonra kardeşine son bir bakış atarak arabaya doğru yürümeye başladı. Yiğit arabaya bindikten saniyeler sonra araba çalıştığında genç asker yumruğunu sıktı. 'Durun!' diye haykırmak isterken araba karanlıkta yol almaya başlamıştı. Sol gözünden bir damla gözyaşı düşen Ege tüm bedeninin titrediğini hissederek duygularını kontrol altına almaya çalıştı. Ölüyor gibi hissediyordu... Karısının git gide kendisinden uzaklaşmasını izleyen Salih Ege Aslan ikinci gözyaşının ilkinin yanında yer aldığını hissederken araba beklenmedik bir şekilde durdu. Duran arabayla birlikte kaşlarını çatan asker sorunun ne olduğunu anlamaya çalışırken arabanın arka kapısının açılmasıyla gergin bir şekilde yutkundu. 'Neler oluyor? Niye durdu bu şimdi?' Bu düşüncelerle arabaya bakan Ege açılan kapıdan inen Meleğini gördüğünde acı dolu bir şekilde inledi. 🌪 Elindeki çantayla arabaya binen Yiğit çantayı yolcu koltuğuna koyduktan sonra arabayı çalıştırdı. Farları açmadan yavaşça yola çıktığında Seher'in, Melek'i sarstığını görerek başını iki yana salladı "Boşuna uğraşıyorsunuz. Uyanmaz." "Bardaktaki ıhlamurun sadece yarısını içmişti ama." Bunu duyan Yiğit sol dış aynadan arkalarındaki adama bakarak mırıldandı. "Ne zaman içmişti?" "Saat daha 11 olmamıştı." 4 saatten fazla olmuştu... "O zaman uyanır." diyen Yiğit aldığı kararı gözden geçirmeye gerek duymayarak arabayı durdurdu ve torpido gözünden yarısı dolu bir su şişesi çıkarttı. "Ne yapaca..." Seher daha cümlesini tamamlayamadan Yiğit alışık hareketlerle suyu Melek'in yüzüne fırlatmıştı. Yüzüne yediği soğuk suyla sıçrayarak uyanan genç kız korku dolu gözlerle tanımadığı Yiğit'e baktı. "Si-siz kimsiniz?" Kekeleyen Melek yanındaki annesini fark ederek hızla ona döndü. "Anne neler oluyor? Ne işimiz var burada?" "Kocanı görmek istiyorsan bu şaşkınlığını sonraya saklamalısın." Söylenen cümleden hiçbir şey anlamayan Melek annesinin arkasını göstererek "Ege'nin yanına git kızım." demesiyle dikiz aynasından dışarıya baktı. Yolun ortasında, köyden gelen alevleri arkasına almış bir karartı duruyordu. 'Köyden gelen alevler?' Ne olduğu hakkında gram tahmini olmayan Melek soru dolu gözlerle karşısındakilere baktı. 'Bu arabada ne işimiz var, şoför koltuğundaki yabancı adam da kim? Ege neden arabada değil peki? Adam neden kocanı görmek istiyorsan gibisinden bir cümle kullandı? Annem de ağlamıştı sanki. Neler oluyor?' Melek'in aklında binlerce soru dolaşırken arabanın içinde yabancının otoriter sesi yankılandı. "Vaktimiz yok. Ya inip görüşürsün ya da yola devam ederim. İkinci seçeneği seçersen çok pişman olursun. Bilgin olsun." Hayatında ilk defa gördüğü bu adamın doğruyu söylediğine sorgusuz inandı Melek. Adamın yeşil gözleri oldukça hüzünlü bakıyordu çünkü. Ne olduğunu bilmese de yabancının kesin sözleri Melek'i harekete geçirmeye yetmişti. Aceleyle kapıyı açan kadın ruhundaki korkuyla arabadan indi ve kocasına doğru koşmaya başladı. Karısının hızla kendisine doğru geldiğini gören Ege bir adım geriye gitti. Asker arkasını dönüp son sürat kaçmak istiyordu. En büyük korkusu başına gelmişti. 'En büyük korkun mu? En büyük korkun yüzleşmek değil onların zarar görmesi. Bu yüzden ayrı kalmayı kabullenip gönderiyorsun ya zaten. Yapma Ege. İkinize de bunu yapma.' Ege bu düşünceler içerisindeyken Melek onun yanına varmıştı. Bakışlarını köye çeviren kadın itfaiye sirenleri gittikçe yaklaşırken acı gerçekle yüzleşti. "E-Ege? O bizim evimiz mi? Bizim evimiz mi yanıyor?" Karısının korkuyla sorduğu sorulara gözyaşları eşlik ediyordu. Elalarındaki ızdırıpla kendisine bakan kocasının onaylayan sükutu karşısında Melek başını iki yana salladı. "Hayır hayır hayır." diye tekrarlayan kadın kocasının yanından geçerek patika yolda yürümeye başlamıştı. Ve Melek, yalnızca 3 adım atabildi. Kocasının kendisini saran kollarıyla ağlaması şiddetlenen genç kadın, gözünün önündeki alevlere rağmen gerçeği kabullenemeyerek çırpınmaya başlamıştı. "Bırak. Bırak yanamaz, olmaz. Olmaz! Çocukluğum gibi o da gidemez. Hayatımın en mutlu günleri orada geçti. Olmaz, o da olmaz. Bir kez daha olmaz. Bırak Ege beni. Bırak!" "Meleğim lütfen. Lütfen..." Kocasının kollarından kurtulmak için çırpınan Melek adamın onu bırakmayacağını anladığında çırpınmayı bıraktı ve büyük bir isyanla sordu. "Neden? Neler oluyor? Neden?" Başını sevdiğinin saçlarına gömmüş olan Ege bu soruya da sessizlikle karşılık verdi. Bu sessiz yanıttan her şeyden çok nefret eden Melek titrek bir nefes alarak adamın ellerini karnından ayırmaya çalıştı. "Bırak beni." "Gitmene izin vermeyeceğim." "Bırak beni! Evimiz yanıyor ve sen buradan izliyor musun? Bırak beni Ege. Ben izlemeyeceğim." Birkaç saniye duraksayan Ege karısının tekrardan ellerini çözmeye çalışmasıyla tutuşunu gevşetti. Adamın kıskacından kurtulan Melek umutlu bakışlarla kocasına döndü. "Hadi gidelim. Bak itfaiye de geliyor. Gidelim, evimizi kurtaralım." Kocasının elini tutarak yürümeye başlayan Melek adamın yerinden kıpırdamadığını görerek duraksadı. Kadının kafası çok karışık olsa da aklında bir tablo belirmişti. Evlerini kimin yaktığıyla ilgili. "Onlar değil mi?" diye sordu genç kadın hissettiği öfkeyle. Başını hafifçe öne eğen Ege soruyu yine havada bırakmıştı. "SANA BİZE ZARAR VERECEKLER DEMİŞTİM. SANA ONLARLA ARKADAŞLIK ETME DEMİŞTİM." diye haykırdı kadın hissettiği çaresizlikle. Ege bu çıkışa da tepkisiz kalırken kadın bakışlarını alevlere çevirdi. Sirenlerini kapatan itfaiye tüm haşmetiyle köye varmış hızla evlerine doğru yola çıkmıştı. Ancak Melek görebiliyordu. Alevler öylesine yoğun, patlama sesleri öylesine yüksekti ki... Evlerinden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Gözyaşları usul usul yanaklarından düşen kadın tekrardan kocasına baktı. "Tüm anılarımız gitti. Her şey, her şey... Ve sen sadece durup izledin mi?" İçindeki fırtınaların aksine Ege bir kez daha sustu. "SUSMA! BANA BİR CEVAP VER! BİR CEVAP VER!" diyerek kocasını iten Melek saçını başını yolmak istiyordu. Ela gözler sessizce kendisine bakarken Melek bulundukları konumu fark etti. Köyden uzaktaki neredeyse hiç kullanılmayan bu dağlık patika ve gitmeye hazırlanan bir araba... "Sen... Sen sadece durup izlemiyorsun. Se-sen bizi gönderiyorsun. Öyle değil mi? Sonra? Bırakıp gidecek misin beni? Hiç tanımadığım bir adamla hiç bilmediğim bir yere mi gönderecektin beni? Ya uyanmasayd... Niye uyuyordum ben? Evden buraya gelirken nasıl uyanmam?" Aklından onlarca örn Melek şok dolu gözlerle kocasına bakarken bir adım geriye gitti. "Sen ne yapıyorsun Ege? Se-sen beni uyuttun mu? Bunu yapmış olamazsın. Hani hafta sonuna kadar şehir dışında olacaktın? Ne işin var burada? Bana mantıklı bir açıklama yap. Yalvarıyorum bana mantıklı bir açıklama yap. Mantıklı olmasına bile gerek yok. Sen ne söylersen sana inanacağım. O yüzden konuş. Beni göndermek gibi bir düşüncen yoktu değil mi? Benim hüsnü kuruntum hepsi. Yanlış anladım her şeyi değil mi?" Karısının gözlerinin önündeki çırpınışlarını kahır dolu gözlerle izleyen Ege titrek bir nefes aldı. "SUS-MA! SUSMA LANET OLASI HERİF. BANA BİR CEVAP VER." diye bağıran kadın sessizce devam etti. "Yalvarıyorum. Yalvarıyorum Ege'm. Yalvarıyorum bana öyle olmadığını söyle. Söyle, ben inanacağım. Senin söylediğin her şeye inanırım ben." Çaresizce kurulan cümleler Ege'nin sol gözünden bir damla yaş düşmesine neden olmuştu. 'Senin söylediğin her şeye inanırım ben.' demişti karısı. O kadar güveniyordu kendisine. Ege ise hayatının en büyük gerçeği hakkında ona yalan söylemişti. Asker olduğu gerçeği... İkinci gözyaşı da ilkinin yanında yerini alırken Ege hissettiği suçlulukla fısıldadı. "Özür dilerim." Sessiz gözyaşları döken kocasının çatlak bir sesle kurduğu özür cümlesi Melek'in başından kaynar suların dökülmesine neden olmuştu. "Nasıl yaa? Nasıl, Nasıl, Nasıl? Neyin özrü bu Ege? Sana inanamıyorum. En başında sana o adamlardan uzak dur dedim. Niye beni dinlemedin? Niye? Bak evimize. EVİMİZE BAK!" diyen kadın yaşlı gözlerle itfaiyenin müdahale ettiği evlerine döndü. İtfaiye söndürse bile artık kullanılamaz hale gelmişti. "Her şeyimiz gitti. Tek fotoğrafımız da, tüm anılarımız da. Bize özel her şey, bizi biz yapan her şey gitti. Gitti..." diye mırıldanan kadın net göremediği enkaza bakarken bacaklarının tutmadığını hissetti. Evlerini görmek istiyordu Melek. Belki de buradan göründüğü kadar kötü değildi her şey. Umudu, imkansızlığa ağır basan genç kadın tekrardan patika yola yöneldi. Ve kocası yine bir engel olarak karşısına çıktı. "Çekil!" diye çıkıştı Melek kırgınlığı ve kızgınlığı en had safhadayken. "Çekilmeyeceğim." dedi Ege kadının önünde siper olurken. "Ah sen konuşabiliyor muydun?" diyerek kocasını tersleyen kadın onun yanından geçmeye çalıştı. Ege yine kendisini engellemişti. "Çekil. Evimizden geriye ne kalmış ona bakmak istiyorum." dedi kadın buz gibi bir sesle. İç sesi ekleme yapmıştı. "Evimizi geçtim bizden geriye bir şey kaldı mı onu bile bilmiyorum. Benden habersiz beni göndermeye nasıl kalkarsın? Böyle bir kararı nasıl kafana göre alabilirsin? Nasıl..." Kadının iç savaşının bilincinde olan Ege yükselen dumanlara bakarken bahsettiği önemsiz bir şeymişçesine konuştu. "Kalmadı. Boşuna gitmene gerek yok. Küle döndü." Onun bu rahat tavrı karşısında Melek hissettiği hayal kırıklığının büyüdüğünü hissetti. "Tek değer veren ben miydim? Evimize, anılarımıza, bize tek değer veren ben miydim Ege? Nasıl böylesine basitçe söyleyebiliyorsun bu cümleyi? Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyorsun." "O dört duvar senden daha önemli, daha öncelikli değil Melek. Evet acı verici ama bir yeri ev yapan taşı, penceresi, mobilyası değil içindeki insan. Sen varsan yeni bir dört duvar yine evimiz olabilir. Bu yüzden acı verse de umrumda değil." Karşısındaki adamın cümlelerinde haklılık payı olsa da tavrı Melek'i rahatsız etmişti. "Anlamıyorum. Evimizi yaktılar ve sen çok sakinsin. Manen değerli her şeyimiz kül oldu ama sende gram öfke yok Ege. O adamlara kızmış olman gerekmiyor mu? Neden böyle bir şey yaptılar? Bize miydi kasıtları? Ama öyle olsa bu kadar umursuz olmazdın sen." diyen kadın duraksayarak devam etti. "Yoksa... Olur muydun?" "Sizin canınıza kast etmeye kalksalar umursayıp umursamayacağımı mı soruyorsun? Gerçekten mi?" diye sordu Ege karısına inanamamazlıkla bakarak. "Bilmiyorum. Ne düşünmeliyim bilmiyorum. Saçma ama ben şu an seni tanıdığımı bile düşünmüyorum. Böyle bir olayda bu kadar umursamaz olmana aklım ermiyor. Galiba... Artık çok geç kalmışım. Sen iyice o adamlar olmuşsun." En sevdiğinden hayatının en büyük hakaretini işiten Ege afallayarak bir adım geriye gitti. 'Onun suçlayamazsın Salih. O sadece gördüğünü söylüyor.' diyen iç sesinin haklılığına rağmen asker çok büyük sarsıldığını hissediyordu. Adamın bu dağılmışlığından faydalanan Melek yanından geçerek patika yolda ilerlemeye başladı. 'Amcası çok endişelenmiş olmalıydı. İyi olduğunu ona söylemeliydi.' Yalnızca 4 adım atmıştı ki kolunda hissettiği ele eş olarak önünde beliren bedenle öfke patlaması yaşayan Melek sertçe adamı ittirdi. "BIRAK BENİ GİDECEĞİM. Arkadaşların yüzünden yanan evimi..." "ONLAR YAPMADI." diye bağırdı Ege. Genç asker yaşananlar karşısında iyice yıprandığını hissediyordu. "Nasıl onlar yapmadı? Onlar yapmadıysa kim yapt..." "Ben." dedi Ege bunu söylediğine inanamazken. "Anlamadım?" "Ben yaptım. Ben yaktım evimizi." Duyduğu cümleyi sindirmeye çalışan kadın başının dönmesiyle sendeledi. Meleğini tutan Ege karısının titremeye başlayan bedenini hissettiğine hüsran dolu bir nefes aldı. Kadının gözlerinden yaşlar düşmeye başlarken alnını karısının alnına yaslayan Ege berbat bir sesle konuştu. "Başka çarem yoktu. Ölmüş olmanız gerekiyordu. Başka türlü sizi koruyamazdım. Ölürseniz peşinize düşmek zorunda kalmazlardı. Ölürseniz ben... Ben her ânımı zarar göreceksiniz korkusuyla geçirmiş olmam. Bizim için değerli olan ne varsa almaya çalıştım Gülüm. Yemin ediyorum aklıma gelen her şeyi topladım. Tek resmimiz de bende. O da güvende, siz de güvendesiniz. O taş binanın yanması beni de yaktı ama gerekliydi. Seni korumak için bırak değeri olan bir binayı yakmayı değeri olan her şeyi feda edebilirim." Sesi titreyen adam biraz geriye çekilerek aşık olduğu kahvelere baktı. "Benim en değerlim sensin Meleğim. Seni korumak için her şeyi feda edebilirim." diyen Ege yutkunarak ekleme yaptı. "Tek bir şeyi hariç." Ege'nin eklediği son cümleyi beklemeyen Melek cevabından korkarak sordu. "Neyi?" Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme beliren adam parmaklarının tersiyle sevdiğinin yanağını okşadı. "Vatanımı." Beklemediği bu cevap karşısında afallayan Melek "Vatanını?" diyerek tekrarladı. "Vatanımı. İkinizi de kurtarmanın bir yolunu bir şekilde bulurum ama... Dediğim gibi ikinizi de kurtarmanın yolunu bulurum. Sonrasını düşünmem. O sırada bana ne olur düşünmem. O sırada..." diyen Ege başını öne eğerek fısıldadı. "O sırada bize ne olur düşünmem. Tek derdim seni kurtarmak olur. Bir de sana kadar yaşamamı sağlayan diğer sevdamı kurtarmak. Vatanımı." Soluk alış-verişi hızlanan Melek bir adım geriye giderek aralarındaki teması kesti. Ege'ye kapıyı açtığı o ilk günden beri yaşananlar bir bir aklını doldururken sonunda tüm parçaları birleştirmişti. Sonunda anlamıştı. Kendisini hiçbir konuda asla kırmayan kocasının söz konusu o adamlar olduğunda neden hep kırdığını, neden hiç dinlemediğini anlamıştı. "Sen..." diye fısıldayan kadın hayret dolu gözlerle aşık olduğu elalara bakıyordu. "Ben askerim Meleğim. Askerim." Bu itirafla başına büyük bir ağrı saplanan Melek, aklından onlarca düşünce ve soru geçerken öylece durdu. Kadına ciddi anlamda kal gelmiş gibiydi. İtfaiyenin yangının büyük bir bölümünü söndürdüğünü gören Ege fazla zamanlarının kalmadığının bilinciyle karısının ellerini tuttu. Bu temasla yaşadığı şoktan çıkan Melek ateşe değmişçesine ellerini geri çekmişti. "Bana yalan söyledin." Kadın, aklına ilk gelen cümleyi söylemişti. "Öyle değil ben..." "Bana yalan söyledin. Bana lise terk olduğunu söylemiştin, bana işsiz olduğunu söylemiştin. Sen... Sen böyle bir gerçeği bana nasıl söylemezsin? Önemsiz bir şeymiş gibi bunu bana nasıl söylemezsin?" dedi genç kadın dehşete düşmüş bir şekilde. "Gizli görevdeydim. Söyleyemezd..." "Karına da mı söyleyemezdin? Bana da mı güvenmedin? Seni ifşalarım diye mi korktun Ege? Güvenmediğin biriyle neden evlendin ki? Yoksa... Sen beni sevdiğini şu Newroz denen adam geldiğinde söylemiştin." diyen Melek hissettiği acıyla kocasına baktı. "Se-sen sen dikkat çekmemek için mi evlendin benimle?" Melek cümlesini bitirmeden Ege başını iki yana sallamaya başlamıştı bile. "Hayır. Hayır yok öyle bir şey. Seni sevdiğim için evlendim. O it seni sevdiğimi anladığı için gelmişti, sana bir zarar vermesin diye söyledim sevdiğimi. Ben aslında görevim bitince dönecektim sana. O zaman üniformamla karşına geçecek; tek tek doğruları anlattıktan sonra seni sevdiğimi, seninle evlenmek istediğimi söyleyecektim. Ama... Onun o hamlesi korkuttu beni. Sana zarar gelmesin diye her şeyi öne çektim. Görevde olmamı boşverdim seninle evlendim. Sevdiğim kadınla." Melek'in kendisine boş gözlerle baktığını gören Ege korkuyla ona baktı. "Bana inanıyorsun değil mi?" "Bilmiyorum. Bilmiyorum." diye fısıldadı çaresiz gözlerle kocasına bakan kadın. Karısına uzanan Ege kadının elini alarak kalbinin üzerine koydu. Aşık adamın kalp atışları normalin üzerinde seyrediyordu. "Bu yalan değil." dedi Ege kesin bir sesle. "Ne yalan peki?" diye sordu Melek umutsuz bir sesle. Tam o an Yiğit mükemmel bir zamanlamayla(!) arabadan inerek genç askere seslenmişti. "SALİH!" Duyduğu hitapla gözleri kocaman olan Melek hızla elini adamın göğsünden çekerken Yiğit başıyla köydeki yangını göstermişti. "Gitmemiz lazım." diyen Alfa'nın sesinde özür vardı. Ruhu buz kesen Melek tanımadığı Salih ile kalmaktansa tanımadığı yabancı ile gitmeye karar vererek Yiğit'in sözüne itaat etti. Meleği arabaya doğru yürümeye başladığında Ege bir kez daha kadını kolundan tutmuştu. "DOKUNMA! DOKUNMA BANA!" diye bağırdı Melek büyük bir isyanla. "Beni dinle. Beni dinlemelisin." diyen Ege sevdiğinin çırpınarak kolunu kurtarmaya çalıştığını gördüğünde elini çekerek önüne geçti. Kadına herhangi bir temasta bulunmayacağını göstermek için ellerini iki yana açan asker sesinde büyük bir yalvarışla konuştu. "Meleğim lütfen." "Yalanlarını dinlemek istemiyorum." dedi Melek ruhsuz bir şekilde. İnsanın içindeki çocuğun küsebildiğini babasını kaybettiğinde öğrenen genç kadın, o çocuğun ölebileceğine hiç ihtimal vermemişti. Şu an yanıldığını anlamıştı. O çocuk ölebiliyordu. Melek, içindeki yaralı çocuğun deliler gibi acı çekerek kan kaybettiğini hissediyordu. Karısının ruhsuz sesiyle iliklerine kadar üşüdüğünü hisseden Ege hızla konuşmaya başladı. "Yalan değil. Ege. Adım Salih Ege. Resmiyette yalnızca Salih ama annem bana Ege derdi. Ege'm derdi. Senin gibi. Sana kadar ondan başkasının bana öyle seslenmesine izin vermedim. Seni gördüğümdeyse istemsizce dudaklarımdan Ege ismi döküldü. Başka biri olarak gelmişim buraya. Sendin beni yıllar sonra tekrardan Ege yapan." Melek, kocasının büyük bir telaşla konuşmasını öylece izledi. "Gerçeği söylüyorum. Bana inanmak zorundasın Meleğim. Yemin ederim yalan değil, değil. Sana olan hislerim yalan değil. Olamaz da. Sana bakışlarım rol olamaz. Sen de biliyorsun bunu." dedi Ege hissettiği çaresizlikle. Genç asker hayatında hiç olmadığı kadar korktuğunu hissediyordu. Meleği ondan uzaklaşmıştı... Bunu hissediyordu. Kadının sessizliği karşısında Ege acıyla mırıldandı. "Bir şey söyle. Yalvarıyorum bir şey söyle." "Az önce ben de sana böyle yalvarıyordum değil mi? Ve sen susuyordun. Ne söyleyeyim ben Ege? Buna inansam ne olacak? Diğer anlattıklarına inansam ne olacak? Baksana nerede, ne haldeyiz? Sen beni benden habersiz göndermeye kalkmışsın. Veda bile etmeden beni..." Bir anda konuşmayı kesen Melek 2 gün önce kendilerine sürpriz yapan adamla yaşadıklarını hatırlayarak gözlerini kapattı. Veda etmişti ha? Kocası ona veda etmişti zaten. Ve tek kelime etmemişti. İçindeki öfkenin oluk oluk hissizliğinin etrafını sardığını hisseden Melek, gözlerini açtıktan sonra adamın yanağına var gücüyle tokat attı. |
0% |