Yeni Üyelik
27.
Bölüm

21. Bölüm- Küçük Kelebek | Part 2

@yasminiesa

Ege bu tokat ile sarılırken Melek adamı itmişti.


"Bana veda ettin ve bunu bana söylemeye tenezzül bile etmedin mi?


Karısının sesindeki hayal kırıklığı tüm hücrelerini paramparça ederken Ege af dilercesine kahverengi gözlere baktı.


"Ben... Korktum."


Duyduğu bahaneyle istemsizce gülen Melek başını iki yana salladı. Genç kadın kendisini ciddi anlamda ihanete uğramış gibi hissediyordu. Kendisini asla kırmayacağına inandığı adam onu paramparça etmekle kalmamış bir de acımasızca üstünde tepinmişti.


"İyi. Sana korkunla mutluluklar dilerim."


Çatlak bir sesle bu cümleyi kuran Melek'in arabaya yönelmesiyle onun gideceğini anlayan Ege karısına arkadan sımsıkı sarıldı.


"Gitme..."


Kendisine sarılan kocasının acı dolu yalvarışı karşısında hıçkırıklara boğulmak isteyen Melek, adamın aşık olduğu kokusunun burnuna dolmasıyla inledi.


"Bana bunu yaptığına inanamıyorum."


"Gitmezsin diye söyleyemedim. Aklıma gelen tek çözüm buydu. Burada tehlikedesin mutlaka gitmen gerekiyor." diye mırıldanan Ege karısını mümkünmüşçesine daha çok sarmıştı.


"Peki asker olduğunu..." diyen Melek bir anda sustu.


Kadın cevabı duymak istemiyordu. İçindeki o saf aşığın tüm cevaplara sorgusuz inanacağını biliyordu. Ama karşısındaki adama bir kez daha güvendikten sonra yeni yalanlarıyla karşılaşırsa ölürdü ki Melek. Yaşayamazdı.


"Bırak beni." diye fısıldadı çaresizce kadın.


"Bırakamam." diye fısıldadı adam da aynı çaresiz fısıltıyla.


Ağlamamak için dudaklarını birbirine bastıran Melek adama sığınma isteğine kızdı. Canını acıtan Ege'nin bizzat kendisiyken, teselliyi ondan bulmamalıydı.


'Ya da tam tersi. Onda bulmalısın.'


İç sesinin cümlesiyle gözünden bir damla yaş düştüğünde titrek bir nefes aldı. Genç kadın yıpranmışlığını tüm ruhunda hissediyordu. Ona olan sevgisi öfkesine ağır geldiğinde kendisine sarılan adamın kolları arasında dönerek kızaran gözlerini elalarla buluşturdu.


"Ben artık sana nasıl güveneceğim Ege'm? Her sözüne 'Acaba bu da mı yalan?' diye düşünürken... Sana nasıl inanacağım?"


Soruyla irkilen adam aşık olduğu kadının kıpkırmızı olan kahvelerin büyük bir pişmanlıkla baktı.


"Telafi edeceğim. Söz veriyorum telafi edeceğim Meleğim. Her şey bitsin..."


Uğradığı ihanetin ağırlığıyla nefes alamadığını hisseden Melek başını iki yana salladı.


"Karına asker olduğunu söylemeyi unutmanı(!) nasıl telafi edebilirsin? Resmiyette olmasa da imam nikahını kıydığımız günden sonra senin birincil yakının sayılmıyor muyum? Bana görevde olduğunu söyleseydin ben..." diyen Melek duraksadı.


"Gitme!' derdin." diye fısıldadı Ege şefkatli bir ses tonuyla.


Genç Melek kendisine tüm yalınlığıyla bakan elaları gördüğünde kocasının neden sustuğunu anlamıştı.


Baş parmağıyla karısının gözyaşlarını silen Ege hüzünle tebessüm etti.


"İnan bana milyonlarca kez sana söylemek istedim. Huzurla kollarımda uyuyan seni sabahlara kadar izlediğim her gece, gerçekleri anlatacağımın sözünü verdim ancak sabah uyandığında bana ürkekçe bakan gözlerinle karşılaştım kelimelerim, cümlelerim lal oldu. Sen o adamların terörist olduğunu bilmeden bile bana gitme diyordun Gül Kokulum. Ben sana onların terörist olduğunu benim de aralarına giren bir asker olduğumu söyleyemezdim. Her an patlayacak bir el bombasıydım ben. Bunu bilerek beni onların yanına gönderemezdin. Ve biz günün sonunda o adamlarla görüşme kavgalarımızın çok daha sertini yaşardık. Nasıl yaşamayalım? Sen kaybın acısını küçücük yaşta öğrenmiştin. Bir gün benim de baban gibi o kapıdan çıkıp sonsuza dek dönmememden korkuyordun. Büyük şehre taşınırız diye hayaller kurduğumuz her seferinde bilinçsizce 'Ama o hengameye çok kapılmayalım. Ben sessiz sakin huzurlu bir hayat istiyorum.' derdin bana. Diyemedim sana. Benimleyken asla o hayatı yaşayamayacaksın... Diyemedim."


Gözyaşları ardı sıra düşmeye başlayan kadın yüzleşmenin başından beri ilk defa kocasının nasıl hissettiğiyle alakalı empati yapmaya çalıştı. Melek için ne kadar zorsa, Ege için de o kadar zor olmalıydı. Büyük ihtimalle kocası susmak zorunda olduğu her an kendini daha fazla suçlamıştı.


Dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçan Melek alnını kocasının omzuna yaslayarak derin bir nefes aldı. Ciğerlerine dolan kocasının koku biraz sakinleşmesine neden olurken adam da onu biraz daha sararak başını saçlarına gömmüştü. Kısa süre öyle duran Melek çatallı bir sesle sordu.


"Ne yapacağız?"


Soruyu duyan Ege gözlerini hüsranla kapattı. Sesinde korkunun tüm tonlarını barındıran karısı aslında adı kadar iyi biliyordu yapılması gerekeni. Yine de... Şansını deneyecekti. İsteksiz bir şekilde geriye çekilen Ege sevdiğinin yüzündeki gözyaşlarını sildi.


"Sana geri döneceğim."


"Başka bir yolu olsun. Başka şekilde..."


"Başka yolu yok. Hiç yoktu. Ben görevdeyim sevgilim. Ve ne yaşanırsa yaşansın bu görevi bitireceğim. Bu 'Çok yol kat ettim. Bu saatten sonra görevi bırakamam.' durumu da değil. Vatanıma, kendime ve kardeşlerime verdiğim bir söz var. Bunu tutmam gerekiyor."


"Peki bana verdiğin söz?" diye fısıldadı Melek çaresizce.


Yeni bir gözyaşı dalgasının geleceğini hisseden Ege zorlukla yutkundu.


"Tutacağım. Senin üzerine sana söz veriyorum ki sana verdiğim sözü tutacağım Gül Kokulum. Çok uzun yıllar yanında olacağım, seni asla bırakmayacağım. Ama seni bırakmamam için şu an gitmen gerekiyor."


"Beni tehlikeden uzaklaştırıp kendin alevlerin içine mi atılacaksın? Sen bana bir şey olmasın diye her şeyi yaparken benden seni ölüme göndermemi mi bekliyorsun? Bunu nasıl yapayım?" diye isyan eden Melek kararlı gözlerle kocasına baktı.


"Ben de burada kalacağım."


Bu cümleyle dudaklarının arasından acı dolu bir inleme dökülen adam yalvarırcasına karısına baktı.


"Bana bunu yapma. Yalvarıyorum bana bunu yapma Meleğim."


"Sen bana bunu yapıyorsun ama." diyen kadın aşık olduğu elalara çaresizce bakıyordu.


Sevdiği kadının gözlerindeki çaresizlik ölüm gibi gelse de Ege kesin bir sesle konuştu.


"Kararım kesin."


"Zorla mı göndereceksin yani?" diye soran Melek sorunun ne kadar da lüzumsuz olduğunu fark etmişti.


Ne de olsa dakikalar önce o arabada baygın bir şekilde yatan kendisiydi.


"Meleğim... Lütfen. Bak fazla vakit kaybettik, en geç 10 dakika içinde yola çıkmış olmanız gerekiyor. Lütfen hiç istemediğim şeyleri yaptırma bana. Gitmen gerekiyor ve ben gitmen için her şeyi yaparım, yapacağım. Geriye külleri kalmış evimiz bu her şeyin uçsuzluğunu açıklıyor olmalı."


Karmakarışık hisler içerisindeki Melek ela gözlere baktı. Şu an nereyi tutsa elinde kalacağı bir durumdaydı. Kendisini acayip çaresiz hissediyordu.


"Ege sen bana n'aptın? Beni isteğim dışında nasıl böyle bir durumun içine soktun?"


Karısının son cümlesi Ege'yi yaralamıştı.


Birkaç saniye cümleyi sindirmeye çalışan adam soğuk bir sesle konuştu.


"Asker olduğumu bilseydin her şey daha farklı yaşanacaktı yani?"


Kocasının kocası olmadığı bir yaşantı Melek'in kalbini sıkıştırmıştı.


"Senin olmadığın bir hayat olamaz ki." diye mırıldandı kadın çocuksu bir içtenlikle.


Karısının ses tonu Ege'nin dudaklarında bir tebessüm belirmesine neden olmuştu.


"Keşke bana her şeyi anlatsaydın." dedi Melek hüzünle.


"Keşke anlatabilseydim. Ama nedenlerimi anlıyorsun artık değil mi karıcığım?" diye soran Ege'nin sesi endişe doluydu.


"Anlasam da kabullenmek istemiyorum. İçimdeki çocuk 'Bir seçim yap.' demek istiyor. 'Benimle gelmezsen beni unut.' diye tehdit ederek seni bu tehlikeden uzaklaştırmak istiyor. O çocuğun anladığını zannetmiyorum. Tek istediği sevdiğini kaybetmemek. Ve o çocuk emin biliyor musun? 'O hep beni seçer.' diye gururla bu seçimi sunar sana. Ama karşındaki kadın biliyor. O çocuğun yanıldığını ve senin beni seçmeyeceğini biliyor. Karşımda asla yenemeyeceğim bir rakip var ve benim buna/sana kırılmaya hakkım bile yok."


Kadının çekingen cümlelerini duyan adam devam et dercesine başını aşağı yukarı salladı. Gözleri Meleğinin düşüncelerini yadırgamadığını aksine onu anladığını belirtiyordu.


"Kafam çok karışık benim Ege. Bir yanım bencil diğer yanım yapılması gerekeni biliyor. Bir yanım seni kaybetmekten delicesine korkuyor diğer yanım ise delicesine gururlu. Sevdiğim adamın vatanı için canını feda edecek bir adam olduğunu öğrendim. İşte sorun burada. Canını feda edersen ben seni bir daha göremem ki. Seni görmezsem, kahkahalarını duyamazsam nasıl yaşamaya devam ederim? Yaşadığım gurur ve korku arasında, korkum daha ağır basıyor. Ben seni kaybetmekten hep korktum ki zaten. Şimdi de sanki evimiz gibi biz de küle dönecekmişiz gibi hissediyorum. Bu düşünceyi kafamdan atamıyorum. Sanki az önce uyanmam eksik parçaları tamamlamak içinmiş ve bu bizim son görüşmemizmiş gibi hissediyorum. Sanki hayat son vedamızı yapmamız için bize bir şans ver..."


Ege son cümlelerini tir tir titreyen sesiyle kurarak ağlamaya başlayan karısının cümlesini tamamlanmasına izin vermeyerek kadının dudaklarına yapıştı. Melek beklemediği bu temas karşısında kısa süreliğine afallasa da kollarını kocasının boynuna dolayarak bu öpücüğe karşılık vermişti.


İkili; tüm korkularını, çaresizliklerini, acılarını ve sevgilerini o öpücüğe sığdırmışçasına birbirlerini öperlerken bunun bir son olabileceğinin bilinciyle gözyaşları döküyorlardı.


Bu veda ikisine de çok ağır gelmişti.


Kısa süre sonra hiç istemese de geriye çekilen Ege nefes nefese kalmış karısına hüzünle fısıldadı.


"Sana veda ettim. Bu sefer vedamı duydun mu?"


Dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçan Melek başını aşağı yukarı salladı. Genç kadın konuşamayacak kadar bitap haldeydi.


"Sana bunları yaşattığım için özür dilerim Gül Kokulum. Beni beklerken nasıl kahrolacağını, ne denli çıldıracağını çok iyi biliyorum. Bunu bilmek apayrı yakıyor beni. Yine de gitmem gerekiyor. Sen sadece şunu bil. Sana geri dönmek için her şeyi yapacağım. Bir gün o kapıyı açtığında karşında beni bulman için çabalayacağım. Senden hakkıyla özür dilemek için, silinen anılarımızı daha güzel şekliyle yeniden yazmak için hayatta kalacağım. Söz veriyorum. Tüm ruhumu kaplayan senin üzerine söz veriyorum. Sana geri döneceğim."


Ağlamaktan helak olmuş Melek sevdiği adamın kolundan güç alarak ayakta dururken kocasının söylediklerine inanmak istercesine ona baktı.


"Seni bekleyeceğim ama sözünü tutacaksın. Beklediğimi bildiğin için sözünü tutacaksın. O kapıdan gireceksin Ege'm. Girmek zorundasın. Son nefesimi seni beklerken vermek istemiyorum ben... Anladın mı beni?"


Karısının gözyaşlarını silen Salih Ege aklına gelen dizeleri mırıldandı.


"Bu akşam gün batarken gel


Sakın geç kalma erken gel


Tahammül kalmadı artık


Sakın geç kalma erken gel." (Ahmet Rasim)


"Gün batımlarını severim." diye fısıldadı Melek.


Sesinde saf bir kabulleniş olan kadının gözyaşları biraz durulmuştu.


"Tamam o zaman. Olur da sabah yanına varırsam, karşına çıkmak için gün batımına kadar beklerim." dedi Ege gülen sesiyle.


Kocasının koluna vuran Melek burnunu çektikten sonra söylenmişti.


"Hiç komik değil!"


"Uzaktan izlerim seni işte bir güzel."


"Yapamazsın. Ben anlarım senin beni izlediğini." dedi Melek bilmiş bir şekilde.


Dakikalar sonra sevdiğinin gözlerinde bir parıltı gören Ege huzurlu bir nefes aldı.


"Sana hep bahsettiğim abim var ya, Sinan... Onun ikizinin evine gideceksiniz. Dilek bir şekilde seni güldürmeyi başarır. Bir de ufaklıkları var Burak, fena bilmiş bir şey. Ben gelene kadar onlarla sık sık gülmeni istesem çok mu şey istemiş olurum?"


Bu cümleyle durgunlaşan Melek kocasına baktı.


"Peki sen kiminle güleceksin?"


"Ben seni korumamın huzuruyla, senin gülmenin mutluluğuyla güleceğim. Ama illa ki somut bir şey istiyorsan Emmi yanımda. Ondan senin yaramazlıklarını dinleyerek gülerim."


Adamın bu cümlesi, her gülüşünün arkasında mutlaka Meleğinin olduğunun kanıtı olmuştu.


"Seni seviyorum Ege'm." dedi kadın dudaklarındaki buruk gülümsemeyle.


"Seni seviyorum Meleğim." diyen adam karısının alnına bir öpücük bıraktıktan sonra elinden tutarak arabaya doğru yürümeye başladı.


"Sana her şeyi açıklayacağım zamana kadar bizimkiler beni sana anlatsın. Sinan'dan bir resmimi istemen gerekiyor çünkü bencillik yaparak tek fotoğrafımızı kendime aldım."


Bu cümle üzerine Melek sahte bir esefle iç geçirdi.


"Normal şartlarda onu sana asla kaptırmazdım biliyorsun değil mi?"


Karısını ağlayarak değil de muzip şakalarla göndereceğini mutluluğundaki adam ukala bir şekilde güldü.


"Ben istediğimi ne yapar eder alırım ama."


"Sendeki bu egonun altının boş olmadığını biliyordum. Döndüğün zaman bana anlatmadığın, eksik ya da yanlış anlattıklarını öğrenince seni mahvedeceğim Ege K..."


Koral demek üzereyken duraksayan karısıyla birlikte Ege hüsranla gözlerini kapatıp açmıştı.


"Aslan. Kimlikte Salih Aslan. Annemin seslenişiyle Salih Ege Aslan. Kızdığımda hep tam adımı söylerdi."


Arabanın yanında geldikleri için duran Melek, kocasının sesindeki sevgi ve özlemi duyduğunda muzip gözlerle ona baktı.


"E o zaman tam adın da mı yasaklı kelimeler arasında yerini almış oluyor Salih Ege Aslan?"


Aşık olduğu kadının dudaklarından dökülen ismine ayrı, tesellisine ayrı, güçlü duruşuna ayrı hayran olan adam yumuşak bir şekilde güldü.


"Benden hiç kurtulamazsın o zaman bak." derken sesinde sahte bir tehdit vardı.


"Senden hiçbir zaman kurtulmak istemedim Salih Ege Aslan." diye fısıldayan kadın kocasına sıkıca sarılmıştı.


Sarılmaya aynı güçlü sarılışla karşılık veren Ege aşık olduğu gül kokusunu içine çekerek mırıldandı.


"Sen olmasaydın bu görevde yok olup giderdim Gül Kokulum. Benim hayatımı da, Allah'ın izniyle kurtacağım yüzlerce insanın hayatını da sen kurtardın aslında."


Ağlamamak için gözlerini kırpıştıran Melek geriye çekilerek aşık olduğu elalara baktı.


"Bana geri gel. Sakın geç kalma erken gel."


Duyduğu cümleyle dudaklarında bir gülümseme beliren Ege aklına gelen şeyle elini boynuna götürerek hilal kolyesini çıkarttı.


"Hilalimi sana emanet etsem, ona en kısa sürede kavuşacağımın sözünü versem erken geleceğime seni ikna etmiş olur muyum?"


Kocasının, birbirlerine söz verdikleri günden beri asla çıkartmadan taktıkları bu kolyelere ne kadar bağlı olduğunu bilen Melek gözünden bir damla yaş düşerken başını olumlu anlamda salladı.


Ege onun onayıyla hilali sevdiği kadının boynuna takarken Melek de kıyafetinin içindeki yıldızı dışarı çıkarmıştı.


Eline aldığı ay ve yıldızın anlamını yan yana gördüğünde ancak idrak eden Melek hissettiği şaşkınla kocasına baktı.


"Bu... Bayrağımızdan dolayıydı değil mi?"


Dudakları iki yana kıvrılan Ege gülen gözleriyle karısına baktı.


"Asıl amacım bayrağımızdı ancak o kadar çok gökyüzüyle bağdaştırdın, o kadar çok gökyüzüyle alakalı anı oluşturdun ki şimdi her ikisini de ifade ediyor." diyen adam kadının yıldız ve hilali sıkan ellerini elleri arasına alarak öptü.


"Hilal'imiz ve Yıldız'ımız sana emanet Meleğim. Ben gelene kadar onları koru."


Adamın sevgi dolu sesi karşısında huzurlu bir nefes alan Melek başını aşağı yukarı salladı.


"Koruyacağım Ege'm. Ben, bizi biz yapan her şeyi koruyacağım. Bu süreçte sen de çok dikkatli olacaksın ve bizim için bize döneceksin."


"Döneceğim. Asker sözü."


O gün 'Biz' diyen kadının kastettiği aslında kendileri için değeri olan nesneler ve ikisiydi.


Melek o gün o patikada aslında 3 kişi olduklarını bilmeden biz demiş; 1,5 ay sonra da hamile olduğunu öğrenmişti. Aylarca eli boynundaki hilal ve yıldızda endişeyle uyuyakalan kadın hep Ege'sini beklemiş doktor kontrollerini de Dilek'in ricası üzerine bariz zorla gitmişti. Kadının bu süreçte söylediği tek bir cümle vardı.


'Çocuğumun kalp atışlarını Ege'm ile birlikte dinleyeceğiz. Onun cinsiyetini birlikte öğreneceğiz.'


Onu bu kararlı halinden hiç kimse vazgeçirememiş, Melek tam tamına 5 ay boyunca ne çocuğunun kalp atışlarını dinlemişti ne de cinsiyetini öğrenmişti. 5. ayının içindeyken bir akşam vakti açtığı kapıdaysa onu bulmuştu.


Ege'sini...


O akşamüstü sürpriz yapma hevesiyle kapıyı çalan adam kapıyı açan hamile karısını gördüğünde asıl sürprizle karşılaşmıştı.


Hayatının en güzel sürprizi, Berceste'siyle.


💫Paralel Evren (Burak'ın Odası)💫


"Sen o görevden döndün. Ya'lar ile değirmen dönmez. Bak kızına. Onunla ilk tanıştığın yerdeyken böyle olumsuz düşüncelerde olduğunu öğrense nasıl hisseder?"


Huzurla uyuyan küçük kızına bakan Ege tebessüm etti. Yiğit'in de dediği gibi onunla ilk bu evde tanışmıştı. Bu yüzden de bu evin onun için değeri çok farklıydı.


Kapıyı açan hamile karısını gördüğünde hissettiği şaşkınlığı ve mutluluğu daha dün gibi hatırlıyordu adam. Karısının hamileliğinin başına şahit olamadığı için hissettiği üzüntüyü postmatüre doğarak telafi etmişti Hilal Hanım.


"Sana o zamanlar da söylemiştim Salih. Hayat kendi isteğine göre yol alıyor, bizim kontrol edebileceğimiz hiçbir şey yok. Akışına bırak kardeşim. Karanlık odalarda diğer ihtimaller üzerine kötü düşüncelere kapılmanın hiçbir anlamı yok. Yaşanması gerekiyorsa yaşanacak. Düşecek de kalkacak da. Düşmemesi için uğraşmak yerine düştüğünde kalkabilmesi için yetiştir. Bırak kendi kararlarını alsın, kendi kararlarının sorumluluğunu taşısın. Sen yalnızca yanında ol, yardım isteyeceğinde hep orada olduğunu bilsin. Dedin ya güneş düşse gölgesi olmak istiyorum diye. Belki de kızın o an güneşte durmak istiyordur. Belki de senin aksine o güneşin yakıcı sıcaklığını seviyordur. Sen onun güneşini engelleyen gölge olma, kenarda gölge sağlayan ağaç ol. Gölgen ile her zaman orada dur. Kızın bilsin. Güneşten bunaldığında, dinlenmek istediğinde bir gölgeye ihtiyacı olduğunda senin orada durduğunu, onu her daim koruyacağını bilsin. Bu yeter. Onun için de yeter, senin için de yeter."


Ege yanındaki adama minnetle baktı. Yiğit Kılıç itinayla en zor zamanlarında yanında beliriyor, bir şekilde vicdan mahkemesinden beraat etmesini sağlıyordu.


"Nasıl yapıyorsunuz bilmiyorum ama sen de Sinan da beni her seferinde o kötü düşünceler bataklığından çekip çıkarıyorsunuz. Teşekkürler abi. Ne zaman zora düşsem bunu hissedip yardım eli uzattığın için teşekkür ederim."


"Eh Alfa olmak bunu gerektirir." diyerek işi alaya vurdu Yiğit. Karşısındaki adamın aşırı minnetinden rahatsız olmuştu. Genelde bunun sonu...


"Sana olan borcumu nasıl ödeyeceğim ben?"


Heh işte genelde bunun sonu bu soru ile bitiyordu.


İç geçiren Yiğit bu borç muhabbetinden kurtulamayacağının bilinciyle mırıldandı.


"Bir gün sen de bana bir yardım eli uzatırsın. Ödemiş sayarız."


"Benim borcum kabarık. Bir yardım eliyle..."


"Valla bu borç muhabbetine ayar oluyorum ben Salih. İki laf ettim diye kim niye bana borçlanacak? Hiç açma ağzını. 5 yıl önce de yapmam gerekeni yaptım. Askerim ben. Yani askerdim. Asker olmasam da evimde kardeşimin eşini ve annesini misafir ettim diye borç ödetecek değilim."


Salih Ege yanındaki adama baktı. Bunun bu kadar basit olmadığını ikisi de biliyordu. Operasyonun yalnızca 5 ayla sınırlı kalması bile Yiğit sayesinde olmuştu. Çıkış yolu kalmadığı anda 'Bizim köye itler inmiş ama endişelenme. Köyün kurdu tek tek o itlerin hakkından geldi' diyerek Cevat ortaya çıkmıştı. İkisi öğrendikleri bilgileri karşılaştırarak çok kısa sürede büyük resme ulaşmış ve tüm örgütü çökerterek arkadaşlarını kurtarmışlardı. O gün Yiğit sayesinde hayatına giren Cevat'la de sıklıkla görüşüyordu Salih.


O ikisi Sinan gibi abisi, dostu, kurtarıcısı olmuştu.


"İyi ki varsınız be." diye mırıldandı Salih sesinde hissedilen sevgiyle.


"Gider ayak fazla duygusala bağladın. Hadi kızını al da git artık. Ya da... Uyandıracak mısın?" diye sordu Yiğit adama bakarak.


Yiğit'in kendi tercihi uyandırmak olurdu. Çocuğunun arkadaşıyla vedalaşma hakkını elinden almak istemezdi çünkü.


Arkadaşının sorusunu duyan Salih çocuklara baktı. Bu odaya ilk girdiğinde niyeti uyuyan kızını kucağına alıp uykusundan etmemekti ancak az önce konuştukları konuya istinaden tercihi Berceste'sinin yapmasına karar vererek yatağa yaklaştı.


"Berceste'm. Hadi gidiyoruz. Kucağıma mı alayım seni, uyanacak mısın?"


Salih'in sesini duyan ikili aynı anda uyanırken Hilal esneyerek Burak'a baktı.


"Uyumuşum"


Çocuğun masum sesiyle gülen Burak onun esnemesiyle esnemeye başlarken başını aşağı yukarı salladı.


"Sen zaten uyumuştun da ben nasıl uyudum ki?"


İkilinin diyaloğunu gözlerindeki saf sevgiyle izleyen Yiğit bu iki küçük kurtun arasındaki ilişkinin sıradan bir ilişki olamayacağından emin olmuştu.


O da Yiğit Kılıç'sa bir gün oğlu yanına 'Baba ben Hilal'i seviyorum.' diyerek gelecekti, emindi adam.


Ve herkes bilirdi ki Alfa asla yanılmazdı.


🦋


"Hmmm... Sonraaa gökkuşağı gördüm biliyor musun? Ama İstanbul'daki gibi değildi. Koccamandı ve böyle bir dağdan diğerine kadar paşparlak gidiyordu. Ahh keşke sen de görseydin. Bir de her yer yeşil olunca böyle mis gibi koktu yağmur yağınca. Babamla çıktık çamurlu çimende koştuk koştuk. Sonra hop ben düştüm. Her yerim çamur çamur oldu biraz komikti ama ben biraz üzüldüm, babam da ben üzülmeyeyim diye hop yere oturdu o da çamur oldu. Çok komikti pantolonu heeep çamur oldu. Sonra annem geldi bizi görünce gülmeye başladı babam 'Öyle mi Melek Hanım?' dedi hooop annemin elinden tuttu onu yere düşürdü. Sonra hihihi. Annem de çamur çamur oldu. Biz çamur çamur ailesi olduk. Siz hiç çamur çamur ailesi oldunuz mu?" diye soran Hilal sorusuna cevap almadan heyecanla anlatmaya devam etti.


"Biz çamur çamur olunca ben bahçedeki hortum ile yıkanmak istedim ama hava soğuk diye olmaz dediler. Sıcak suyla yıkarız dedim ama yine olmaz dediler. Islak olunca rüzgar vuuuu diye eserse üşüyüp hasta olurmuşum, hasta olursam da Samsun tatilinden hiçbir şey anlamazmışım. Ne anlamam gerektiğini anlamadım ama büyük sözü dinledim, hortumla yıkanmadım. Sonraaaa... Biz n'aptık biliyor musun?"


"Kızııım, Berceste'm, Hilal'im, bitanem? Az nefes mi alsan?" diyen Salih gülerek dikiz aynasından kızına bakmıştı.


"Ama babacığım Burak'a heeeer şeyi anlatmam lazım."


"Biliyorum ama çocuk arabaya bindiğinden beri konuşuyorsun."


"Konuşmayayım mı?" diyerek dudaklarını büzen Hilal yeşil gözlere baktı.


Kendisine masumca bakan ela gözler Burak'ın içten bir şekilde gülümsemesine neden olmuştu.


"Konuuuş... Sorun değil Salih amca. Ben dinlerim onu."


Zaferle sırıtan Hilal ön koltuğa doğru eğilerek babasına baktı.


"Bak gördün mü Burak dinlermiş beni."


Bu cümleyle tek kaşını havaya kaldıran Ege yanında kahkahasını zor tutan karısının duyacağı bir şekilde mırıldandı.


"İnanamıyorum. Salisesinde kötü polis oldum."


"Oh olsun. Nasıl hissettiriyormuş gör bak." diye mırıldanan Melek halinden gayet memnundu.


Bir süre daha kızının konuşmasını dinleyen Ege uygun bir anını kollayıp arkaya doğru laf attı.


"Kızım sen Burak'a neden abi demiyorsun?"


Bu art niyetli soru karşısında ağzı açık kalan Melek kocasına bakarak fısıldamıştı.


"İnanılmazsın Ege."


Karısına doğru omuz silken adam yoldan bakışlarını birkaç saniyeliğine çekip dikiz aynasından arkaya bakarak kızının cevabını beklemeye başladı.


"Çünkü Burak benim arkadaşım."


"Ama Burak senden 4 yaş büyük, farkındasın değil mi? Abi demen gerekiyor."


"Ama Burak benim en yakın arkadaşım." diyerek yerinde doğruldu Hilal.


Küçük kız, Asena moduna girmişti.


Kızının pençelerini çıkarmaya hazırlandığını gören Melek gülerek kocasına baktı.


"Heh aferin. Geçmiş olsun Salih Ege Aslan."


Hitap karşısında elaları birkaç saniyeliğine karısında oyalanan adam "Yazdım bunu, haberin olsun." diye mırıldandıktan sonra arka koltuktaki inatçı kurtla savaşa hazırlandı.


"En yakın arkadaşın olması aranızdaki 4 yaşı değiştirmiyor. Hem abi desen de bir şey olmaz, Burak yine en yakın arkadaşın olarak kalacak."


Bunu değerlendirdiği için kısa bir süre duraksayan Hilal sonuca ulaştığında inatla kollarını bağdaştırdı.


"Ben abi demek istemiyorum."


"Neden?" diye sordu Salih kaşlarını havaya kaldırarak.


"Canım öyle istiyor."


'Yesinler senin canını.' diye düşünen Salih Ege ciddi bir şekilde kızına baktı. Kızının kendinden büyüklerine ismiyle seslenmesinin önüne geçmesi gerekiyordu. Bu yaptığının kesinlikle herhangi bir kıskançlıkla ya da gelecekteki potansiyel sevgili durumunun önüne geçme isteğiyle alakası yoktu. Neden olsundu ki(!)


"Saygı ifadeleri önemli Küçük Hanım. Kendinden büyüklere abi ya da abla demelisin."


"Öyle mi?"


"Evet."


"O zaman sen neden Sinan amcama abi demiyorsun?"


Kızının bilmiş cümlesi Salih Ege'nin şaşırmasına neden olmuştu.


'Sen Sinan'ın benden büyük olduğunu nereden biliyorsun Berceste'm? Hadi biliyorsun diyelim bir de bunu aklında tutup tam zamanında nasıl da lafı böylesine gediğine koydun?'


"Ahahaha mikrofon sende Ege'm." diye şakıdı Melek neşeyle.


"Biz bu kızı fazla zeki yapmışız karıcığım. Güncellenmemiş eski versiyonunu sipariş etme imkanımız yok mu acaba?" diye mırıldandı Ege yalnızca yanındaki kadının duyacağı bir sesle.


Bu cümle Melek'in kahkahalara boğulmasına neden olmuştu.


"Neye gülüyorsunuz? Ben gülmüyorum ama anne. Babacığım cevap bekliyorum."


"Şuna bak. Adama kızgınken bile babacığım diyor bizse sadece anne. Nereden sipariş ediliyormuş, bakınmaya başlasak mı?" diye ağzının içinde mırıldandı Melek.


Karısının cümlesi üzerinde dudaklarında çapkın bir gülümseme beliren Salih Ege yandan ona bakarak göz kırptı.


"Yeni bir tanesinin siparişini verebiliyormuşuz. Hemen bu akşam verelim?"


Kocasına gözlerini kısarak bakan Melek arka taraftaki kızına döndü.


"Senin bu baban tek Sinan'a değil herkese ismiyle hitap ediyor kızım. Dilek teyzen da Yiğit amcan da ondan büyük. Cevat amcan da öyle. Genelde ortamın en küçüğü baban oluyor. Sen, onu örnek alarak Burak'a ismiyle seslenebilirsin. Ancak şu an bu izni yalnızca Burak için veriyorum. Babanın yaptığı da doğru değil. Büyüklere ismiyle hitap etmemelisin anlaştık mı?"


"Anlaştık anneciğim. Çok çok çok anlaştık hem de. Teşekkür ederim." diyen kız hevesle Burak'a tatilini anlatmaya dönerken Salih Ege bunun hesabını soracağım bakışlarıyla karısına bakmaya başlamıştı.


"Ne oldu kocacığım? Bir sorun mu var?" diye masumca sordu kadın.


"Bunu ödeyeceksin Meleğim." diyen adam yarı sahte bir hüsranla iç geçirmişti.


"Ben sana yanlış yolu izlediğini söylemiştim. Sevinebilirsin Salih Ege Aslan, kızın pembeci olmadı."


"Bak iki oldu. Bugün beni kışkırtma günün mü?"


"Elalarının çakmak çakmak olmasından zevk alıyor olabilirim tabii." dedi kadın yarım ağız gülerek.


Karısının cümlesi üzerine kısık sesle gülen adam elini uzatarak kadının elini eline aldı. İkili birleşmiş ellerini vitesin üzerine koyarken bu hareketi fark eden Burak hafifçe tebessüm etmişti.


Çocuk kendi anne ve babasını bu şekilde kaç kez görmüştü hatırlamıyordu bile. Küçük Kız'ın de kendisi gibi bir aileye sahip olmasının mutluluğuyla onu dinlemeye devam etti.


Yarım saatin sonunda tatilini anlatmayı bitiren Hilal, Burak'ın da birkaç şey anlatmasını sağlamış, ikili her şeyi konuştuklarında da Hilal kollarını iki koltuğa yaslayarak öne doğru eğilmişti.


"Babacığııım. Şarkı açalım mııı?"


"Tabii ki Berceste'm. İstek parça var mı?" diye soran Ege cevabı tahmin edebiliyordu.


"Benim şarkııım."


Dikiz aynasından Burak'a bir bakış atan Salih Ege başını aşağı yukarı sallayarak kaseti radyoya taktı. Şarkının melodisini duyan Burak'ın yüzü saf şaşkınlıkla dolarken Ege hiç kaçırmadan küçük çocuğun mimiklerini takip ediyordu.


🎶 Nasıl anlatsam bilemiyorum, içim içime sığmıyor


O deli dolu neşe dolu kişi ben değilim sanki (sanki, sanki) 🎶


"Ben bu şarkıyı çoook seviyorum Burak. Sen biliyor musun bunu?" diye döndü Hilal yeşil gözlü çocuğa.


Şaşkınlığın âlasını yaşayan Burak sadece başını aşağı yukarı sallayabilmişti.


Hilal'lere gittiği gün küçük bebeğe bu şarkıyı söylediğini hayal meyal hatırlıyordu Burak. O an kendisini o kadar etkilemişti ki beyni o ânı kaydetmişti. Şimdi o küçüğün çıkıp da bu şarkıyı çok sevdiğini söylemesi Burak'ın oldukça garip hissetmesine neden olmuştu.


"Bilmiyorsun değil mi?" diye sordu Hilal şaşkın yeşillere bakarken.


"Biliyorum dedim ya." diye karşılık verdi Burak.


"Ama hiç biliyor gibi değilsin."


"Biliyorum."


"İyi o zaman. Beraber söyleyelim." diyen Hilal'in sesinde inanmamazlık vardı. Çocuğun değişik ruh hali gerçeği söylemediğini düşünmesine neden olmuştu.


İş iyice inada bindiğinden Burak direkt "Tamam!" demişti.


Nakarata geldiğinde iki küçük şarkıyı söylemeye başladılar.


🎶 Kara sevda, kara sevda, dedikleri daha ne olabilir ki?


Kara sevda, kara sevda, seni benden kim ayırabilir ki? 🎶


Burak'ın hiç takılmadan sözleri söylemesiyle doğruyu söylediğini anlayan Hilal sırıtarak çocuğa döndü.


🎶 "Çocukça bir aşk." deyip de geçme, sakın gülme halime


Nasıl olduğunu anlayamadım ama seviyorum seni delicesine 🎶


"Evren kesinlikle benden yana değil." diye mırıldandı Salih Ege yaşlarına büyük kaçan şarkının sözlerini söyleyen küçüklere bakarken.


"Ama itiraf et. Çok tatlılar." diye karşılık verdi Melek yumuşak bir gülüşle.


Arka koltuktaki çocuklar şarkıya kendilerini kaptırmış, bağıra çağıra söylüyorlardı.


"O benim kızım Melek." diye homurdandı Ege.


"Objektif baktığında?"


"Yok objektif falan. O sadece 4 yaşında." diye söylenen adamın kıskançlığı karşısında Melek neşeyle kahkaha atmıştı.


"Gelecekte bir gün Burak ortadan kaybolursa polise gidip 'Kesin kocam kaçırmıştır. Büyük kin duyuyor müstakbel damadına.' diyeceğim."


Karısının kulağına doğru fısıldadığı sözlerle iç geçiren Salih Ege başını iki yana salladı.


"Bundan sonra Yiğit'lerle görüşmesek mi acaba?"


"Böyle bir durumda kızın seni babalıktan silebilir haberin olsun."


"Hay ben böyle işin... O sadece 4 yaşında."


"Neyse iyi yönünden bak. Büyüyene kadar kendini zihnen hazırlamış olursun." dedi Melek ultra eğlenerek.


"Alttan alta Burak'ı kötülesem?" diyen adam şarkının bitmesiyle "Bir daha, bir daha." diye bağıran çocukların isteğini yaparak şarkıyı tekrardan açmıştı.


"Çocukları rahat bırakır mısın Ege'm?" diye sordu kadın gülerek.


Bakışlarını dikiz aynasına çeviren Ege çokça eğlenerek şarkı söyleyen ikiliye bakarken hafifçe tebessüm etti. Kocasının bakışlarını takip eden Melek'in dudaklarındaki gülümseme büyümüştü.


Şimdi istediği kadar homurdansın, Salih Ege Aslan gelecekte herhangi bir ilişki yaşanırsa bunu bal gibi de kabul edecekti.


Hatta belki de ilk kabul edenlerden olacaktı kim bilir?


🐺


Hilal ile araba renkleri oyunu oynayan Burak "Siyah." demişti ki omzunda bir ağırlık hissetti. Başını sol tarafına çevirdiğinde tam da tahmin ettiği manzarayla karşılaşmıştı.


Küçük Kız hikaye okurken olduğu gibi yine uyuyakalmıştı.


Dudaklarında beliren gülümsemeyle Hilal'i izleyen Burak daha yolları olduğunun bilinciyle kızın boynunun acıyacağından endişelenerek ön tarafa doğru baktı. Salih amcası araba kullanıyor, Melek teyzesi de uyuyordu.


'İş başa düştü.' diye düşünen Küçük Alfa koltuğun boş tarafındaki Hilal'in montunu alıp katlayarak kucağına yastık yaptıktan sonra kıza seslendi.


"Hilaaal. Hilaaal. Hadi gel, buraya yat."


Uykulu gözlerini açan küçük kız birkaç saniye Burak'a baktıktan sonra onun yönlendirmesine uyarak başını çocuğun dizindeki montuna koyup koltuğa uzanmıştı. Kız tekrardan uykuya dalarken çocuk da üşümesin diye kendi montunu kızın üzerine örtmüştü.


Tüm bunlara dikiz aynasından şahit olan Salih Ege'nin dudaklarında takdir dolu bir gülümseme belirirken izlendiğini hisseden Burak yeşil gözlerini dikiz aynasına çevirdi. Yakalanan Salih birkaç saniye çocuğa baktıktan sonra bakışlarını yeniden yola çevirdi.


"Sabahtan beri yoldayız, ikisi de çok yoruldu. Daha 1 saat yolumuz var. İstersen sen de uyuyabilirsin Burak. Benim için bir sorun yok."


"Teşekkür ederim Salih amca ama ben yolda uyumayı sevmiyorum."


"Bagajdaki çantanda kitabın varsa kenarda durup alabilirim. Sıkılma."


"Yooo. Bak yıldızlar çok güzel. Dolunay da parlak parlak. Ben onları izlerim, sıkılmam." dedi küçük çocuk bakışlarını camdan dışarıya çevirirken.


Onun gülen sesini duyan Salih de gülmüştü.


"Gökyüzünü bu kadar çok mu seviyorsun?"


"Evet. Bizim ailecek Gökyüzü Sohbetlerimiz var biliyor musun? Annemin adı Dilek ya o gökyüzündeki yıldızlardanmış gibi oluyor. Ben de onlara her baktığımda annemleri hatırlıyorum. Emre'lere gidince özlersem falan da hep gökyüzüne bakıyorum."


Çocuğun saf neşesiyle içine sıcaklık dolan Salih, tek kaşını havaya kaldırarak dikiz aynasından çocuğa baktı.


"Ee ama gündüzleri ne yapıyorsun? Yıldızlar gözükmüyor."


"Gözükmüyor ama oradalar kiii. Güneş çok parlak olduğu için gözükmüyorlarmış, babamlar öyle demişti. Ama oradalarmış aslında. Senin kızın da hep orada. Ay Kız. Ahahaha. Kızının ismini oradaki aydan dolayı mı koydun? Şu an yuvarlak dolunay ama bazen böyle çörek gibi Hilal ay oluyor. Ondan mı öyle ismi?"


"Bir de bayrağımızdaki hilalden dolayı. Biz bu muhabbeti bize geldiğinizde yapmıştık. Hatırlamıyor musun?"


Birkaç saniye düşünen Burak başını iki yana salladı.


"Ama kızımı ve kızımın adını söylediğimi hatırlıyorsun?" diye sordu Ege tek kaşını havaya kaldırarak.


"Eveeet. Bebeği hatırlıyorum, ismini de hatırlıyorum. Bir de..." duraksayan Burak hatırladığı diğer şey olan şarkı olayını söylemedi. Küçük Kız'ın da en sevdiği şarkının Kara Sevda olmasının şaşkınlığını hâlâ üzerinden atamamıştı.


"Sen o zaman Hilal'i daha doğmadan bildiğini de hatırlamıyorsundur."


Bu cümle Burak'ı ciddi anlamda şaşırtmıştı.


"Ne? Nasıl?"


"Melek teyzen sen biraz küçükken sizde kalmıştı. Sen 2,5-3 yaşlarında falandın. O sırada Hilal annesinin karnındaydı. Sen hep Melek teyzene onu sorarmışsın."


Hatırlamaya çalışarak duran Burak başını iki yana salladı.


"Yok. Hatırlamıyorum. Melek Teyzem bizde kalırken sen neredeydin ki?"


Küçüğün farkına varmadan deştiği yara karşısında Salih Ege gülümsemeye çalıştı.


"Ben görevdeydim. Askerim ya."


Asker kelimesini duyan Burak anında sırıtmıştı.


"Dayım gibi. Senin de böyle yeşil yeşil üniforman var mı?"


"Var."


"Peki silahın var mı?" diye soran çocuğun heyecanı tüm sesine yansımıştı.


"O da var." diye yanıt verdi Salih gülerek.


"Çok havalı. Hilal gerçekten çok şanslı. Yüzbaşıymışsın öyle demişti. O zaman herkes sana komutanım mı diyor?"


"Yani. Benden büyüklere de ben komutanım diyorum."


"Vay canına. Dayım beni biraz büyüyünce askeriyeye gezmeye götürecek beni. Söz verdi. Orada bir sürü bir sürü asker göreceğim." dedi Burak halinden memnun bir şekilde.


Çocuğa bakan Salih Ege usulca tebessüm etti. Burak'a büyüyünce ne olacaksın sorusunu sorsa alacağı cevabı tahmin etmek zor değildi. Yine de Ege sormadı. Olayları akışına bırakıp şimdiden kafasında kendi yönettiği hikayeye esir düşmek istememişti adam.


İkilinin spontane başlayan konuşması başladığı doğallıkla sonlanırken Burak gökyüzünü izlemeye başladı. Bir süre hayranlıkla yıldızlarla dolunayı izleyen çocuk kucağındaki küçüğün kımıldandığını hissederek ona döndü. Büyük ihtimal rüya gören kızın dudaklarında ufak bir tebessüm belirmişti. Onun tebessümü Burak'ın dudaklarında kocaman bir gülümsemeye neden olurken çocuk bilinçsizce kızı izlemeye başladı.


Tatlı küçüğün yüz hatları da kendisi gibi çok tatlıydı. 'Ama ela gözlerini göremiyorum.' diye üzülen çocuk dikiz aynasından izlendiğini hissederek bakışlarını camdan dışarıya çevirdi. Gözleri yıldızlarda dolaşan çocuk hayatında ilk defa gökyüzünü izlemek istemediğini hissederek şaşırdı.


O gökteki gökyüzünü değil, kucağındaki gökyüzünü seyretmek istiyordu.


Dolunayın bulutların arkasına saklanması çocuk için son radde olmuş, yeşillerini asla kaybolmayacak yeryüzündeki aya çevifmişti.


Küçük çocuk o gece gökyüzündeki ay ve yıldızları izlemek yerine, kucağında huzurla uyuyan Ay Kızı izlemişti.


🌼Şimdiki Zaman (Kütüphane)


Kurdukları hayalin etkisiyle gözleri kızarmış olan Hilal buruk bir şekilde gülümsedi.


"Güzel olurdu. Baban bizi kurtarmış olsaydı."


Yiğit Kılıç faktörünü ortaya atan kişi Burak olmuştu. Sevgilisinin tepkisini ölçmek istercesine kısık bir sesle babasının adını söyleyen adam genç kızın mutlu tebessümüyle karşılanmıştı.


Genç çift, bir o bir diğeri derken kendilerince hayatlarını tekrardan yazmışlardı.


Bu hayatta daha az gözyaşı, daha çok kahkaha mevcuttu.


"Yalnız sayende artık Kara Sevda şarkısı da 'En'lerim arasına girdi İhtilalim."


32 diş sırıtan Hilal erkek arkadaşına döndü.


"Mükemmel zamanlarda söylettiriyorum ama değil mi? İşte ben."


"Bir çifte bir egoist yeterdi. İkincisi hiç iyi olmadı." diyerek sahte bir şekilde iç geçirdi Burak.


Onun bu cümlesini duyan Hilal gülümseyen gözlerle sevgilisine döndü.


"Yiğit Kılıç'ın taktığı Asena ismime layık olmaya çalışıyorum Küçük Alfa."


Kollarındaki kız arkadaşını biraz daha saran Burak sesindeki mutlulukla konuşmaya başladı.


"Bu Paralel Evren işini gerçekten çok sevdim. Yani... Anlamlı şeyleri daha da anlamlı hâle getiriyormuşuz gibi hissediyorum. Artık sana Asena derken istemsizce babamın bu ismi sana takma ihtimalini düşüneceğim. Yakıcı ama çok da güzel bir duygu."


"Biliyor musun Alfa'm? Ben gerçeği öğrendiğimden beri o günün farklı olabileceği ihtimalini hiç düşünmemiştim. Şimdi sana buruk da olsa bir tebessüm sağlayayım derken sen bana sağladın. Babam da düşünüyor mudur diğer ihtimalleri? Kendini suçluyordur kesin. Annem gerçekleri öğrense onu teselli etse... Biraz da olsa şu kalbimin üzerindeki acı azalır değil mi?'


"Azalır Güzelim, azalır. Geçecek diye yalan söylemeyeceğimi söylemiştim. Geçmeyecek. Babanın ve annenin yaşadıklarını her düşündüğünde kalbinde o acı olacak. Yine de artık yaşananlar aklına her geldiğinde keşke demek yerine Paralel'deki hayalimize sığınacaksın. Biz insanlar genelde sahip olmak istediklerimizin hayalini kurarız. Birçoğunu gerçek olmayacağını bile bile kurarız. Bu Paralel Evren de bizim asla gerçekleşemeyecek hayalimiz. Ama biz gerçekleşmiyor diye üzülmek yerine kendimizi o hayalin iç ısıtan sıcaklığına bırakıyoruz. Bu yüzden o acının minimum düzeye gelmesi daha kolay olacaktır. Minimum düzeye geldikten sonra da geriye kalan acı senden bir parça haline gelecek, alışacaksın. Biliyor musun aslında bu acı senin kendin acın olsaydı bir gün kaybolurdu. En basitinden bizim yaşadıklarımızın acısı şu an kalbinde değil çünkü anı güncellemelerimizle her birini mutluluğa çevirdik, çevirmeye de devam edeceğiz. Ama işte senin yaşadığın acı da, benim acım da aslında bize ait değil. En sevdiklerimizin acısı, en sevdiklerimizin keşkeleri. Ne yaparsak yapalım o yaranın merheminin kendimiz olmadığını bilmek, acıyı bizimle daim kılıyor."


Burak'ın söylediklerini duyan Hilal düşünceli bir şekilde başını salladı.


"Haklısın."


Bir süre sessizce düşüncelere dalan ikili Burak'ın enerjik sesiyle matem havasından çıkmıştı.


"Sıradaki yaşımız sen 6, ben 10."


"Eee 5,9 ne olacak?"


"Sen 5 yaşındayken size geldiğimizi ve normal bir şekilde oyun oynadığımızı farz edelim. Saat 11 olmak üzere. Biz bir hikayeye girince çıkamıyoruz. Fazla yorulmanı istemiyorum."


"Dün yaralanmışım gibi davranıyorsun ya seni boğmak istiyorum." diye söylendi genç kız isyan dolu bir nefes alırken.


Umursamazca omuz silken Burak kendince yüzyılın tespitiyle mırıldandı.


"Yaralanmasaydın o zaman ne yapayım?"


"Sen de çok iyi biliyorsun nedenlerimi ama bu konuda şimdi seninle polemiğe girmeyeceğim." diyen Hilal mecburi bir geri çekiliş yapmıştı.


Olay tazeliğini hâlâ koruyorken herhangi bir savunma yapmak istememişti genç kız.


"Peki aklındaki hikaye ne Alfa'm? Nasıl geçiyor 6,10."


🌼Paralel Evren (Hilal 6, Burak 10)


Hilal kendisine verilen karate kıyafetlerini giymiş, soyunma odasındaki aynanın karşısında kendini inceliyordu. Üstündeki havalı kıyafeti beğenen küçük kız mutlulukla kendi etrafında dönerken kapının çaldığını duydu.


"Geeel."


"Birileri çok mutlu sanırım?" diyen çocuk gülerek içeri girmişti.


"Evveeet. Çok havalı değil mi bu kıyafetler Burak?" diyen Hilal, Burak'ın kıyafetinin üstündeki yeşil kuşağı gördüğünde parmağıyla işaret etti.


"Ben de istiyorum ondan."


"Vereceğim ama seninki beyaz."


"Neden?" diye soran Hilal biraz üzüldüğünü hissetmişti. Beyaz renk çok belli olmazdı kii.


"Çünkü karateye yeni başlayanlar Kyu sistemine göre beyaz kuşak ile başlamalıdır." dedi Burak bilmiş bir şekilde.


Küçük çocuk babasından her şeyi iyice öğrenmişti.


"Yaaa. Onların renkleri mi var?" diye sordu Hilal yeni bir bilgi öğrenme hevesiyle.


"Evet. Hem de bir sürü. Beyaz kuşaktan sonra sırayla sarı, turuncu, yeşil, mavi ve kahverengi kuşaklar geliyor. Başarısına göre onu kazanıyorsun. Siyah kuşak da kahverengiden sonra gelinecek en üst seviyedeki renk. Babam siyah kuşak. Çok çok çok iyi dövüşüyor."


"Baban buradaki her dövüşü biliyor muu? Orada bir yerde böyle yumrukla yapılan dövüş şeyini de gördüm. Neydi adı?"


"Ring. Boks yapılıyor orada eldivenle. Arada babamla yapıyoruz ama tek başıma girmem şimdilik doğru değilmiş. O eldivenlerle yanlış vurursam kendime ve bileğime zarar verebilirmişim."


"Hmm anladım. Peki bu yeşil kuşağı gerçekten kendin mi kazandın yoksa gözlerin yeşil yeşil diye mi aldın?"


Hilal'in sorusuyla Burak'tan neşeli bir kahkaha yükselmişti.


"Gözlerim yeşil yeşil diye almadım. Önce sarı sonra da turuncu kuşak oldum. Şimdi de yeşildeyim ama yakında mavi olacağım. Biraz daha çalışmam ve öğrenmem gerekiyor. Mavi olmayı çok istiyorum çünkü sonra kahverengi olacağım. Yani tehlikeli."


"Nasıl tehlikeli?" diye soran Hilal duvarın dibindeki koltuğa oturarak bağdaş kurmuştu.


"Her kuşağın rengiyle birlikte temsil ettiği bir aşama ve özellik var."


"Gerçekten mii? Ben de öğrenmek istiyorum. Bana da anlatır mısın?"


Küçük Kız'ın sürekli soru sorup öğrenmek istemesi Burak'ı çok mutlu ederken çocuk da onun gibi koltuğa oturarak anlatmaya başladı.


"İlk renk olan beyaz masumiyeti temsil ederken, ikinci aşama sarı renk ise kök salmayı temsil edermiş. Turuncu verimliliği, yeşil renk ise büyüme anlamına gelirmiş. Ben şimdi yeşil renkteyim yani büyüyorum. Hmm sonra mavi rengi taşıyan kuşak gelişme demekmiş. Büyüyüp geliştikten sonra da kahverengi olacağın. O tehlikeyi anlatıyormuş. Siyah kuşaktan sonra en iyi derece olarak da kahverengi kuşak geliyormuş. Ama onun da kendi içinde 3 farklı seviyesi varmış. Yani siyah kuşak olmak o kadar kolay değilmiş."


"Peki siyah kuşak ne demek? En güçlü demek mi?"


"Evet. Siyah kuşak ustalık seviyesi ve olgunluk anlamına gelirmiş. Beyazın tam zıddı yani. 'Karate-do olgunluğunu ve profesyonelliği temsil eder siyah.' der babam. Siyah kuşak olanlar tehlikelerden çekinmez ve korku bilmezlermiş."


"Ve senin baban ondan mıı? Yiğit amcam çok güçlü." dedi Hilal hayranlıkla.


"Öyle. Hatta babam 10. Dan." dedi Burak gururla.


"Neyi onuncudan?" diye sordu Hilal kafası karışmış bir şekilde.


"Ahahahaha öyle değil. Az önce renk renk saydıklarıma kyu dereceleri deniyormuş. Çalışıp çalışıp kazanıyoruz onları."


"Ben bugün çok çalışıp şey olacağım. Hmm neydi? Heh sarı olacağım."


"Ama olamazsın ki. O renkleri almak için arada mutlaka 4 ay olması gerekiyor."


"Ne? Yani bugün sarı olamaz mıyım?" diye sordu Hilal üzgün bir sesle.


"Maalesef. Ama başka zamanlarda da çalışıp öğrendikten 4 ay sonra sınav olursun. Onu geçersen ancak alabilirsin."


"Ooo çok uzunmuş. Peki Dan mı ne, o ne?"


"O da ustalık seviyelerinin adı. Siyah kuşak alsan bile 10 tane Dan'ı varmış onun. En en en yükseği de 10. Dan."


"Yiğit amcam bütüüün sınavları geçmiş mi yani?"


Burak mutlu bir şekilde başını aşağı yukarı salladı.


"Benim babam da asker olduğu için dövüşmeyi biliyor ama galiba o böyle karateden değil. Başka başka olandan." dedi Hilal sırıtarak.


"Senin baban da çok havalı. Yeşil üniformasında yıldızlar var. Bir de Aslan yazıyor ya onu çok seviyorum. Dayımda da Kor yazıyor. Ben de istiyorum Kılıç yazan üniforma."


"Sen asker mi olacaksın?" diye sordu Hilal heyecanla parlayan yeşil gözlere bakarken.


"Evet. Ben asker olmak istiyorum. Emre de asker olacak."


"Vay canına! Ben de bazen asker olmak istiyorum ama sonra bilmiyorum. Annem, babam göreve gidince çok üzgün oluyor. Yani şey böyle korkuyor gibi oluyor. Ben de asker olursam daha çok korkar gibi. O yüzden bilmiyorum olsam mı olmasam mı? Sence olayım mı?"


Çocuk soru dolu bakışlarını kendisinde sabitleyen elalara bir süre baktı. Küçük Kız'ın tehlikede olma ihtimali göğsünü sıkıştırırken usulca yutkunmuştu.


Emre'nin asker olayım mı sorusuna hiç düşünmeden 'Evet!' cevabını veren Burak neden bu soruya 'Ol bence.' diyememişti. Küçük Kız ile aynı dünyada yer alma ihtimali neden onu böylesine korkutmuştu/endişelendirmişti.


'Belki de sadece küçük olduğu içindir. Yani yoksa neden böyle bir soru beni korkutmuş olsun ki?' diye düşünen Burak başını iki yana sallayarak mırıldandı.


"Bilmiyorum."


"Ama nedeen? Hani sen hep her şeyi bilirdin? Öyle demiştin."


"Ama bunu bilmiyorum." dedi Burak hissettiği korkudan hiç hoşlanmazken.


İç geçiren Hilal bu cevabı kabullenerek ayağa kalkmıştı.


"Hani benim beyaz kuşağım neredeee? Ben eve gidince babamlara söyleyeceğim karate kursuna gideceğim. Mavi renk istiyorum ben de. Belki daha da çok büyüyünce ben de siyah olurum. Yiğit amcam gibi onuncudan (10. Dan) olamam ama siyah da olurum bence değil mi?"


"Olursun olursun." diyerek gülen Burak ayağa kalkarak küçük kızı da ayağa kaldırdı. İkili kuşakların yanına gittiklerinde Burak beyaz kuşağı alarak Hilal'in beline bağlamıştı.


Kendisinin de kuşağı olduğunda mutlulukla havaya zıplayan Hilal, çocuğu elinden çekiştirerek spor salonuna doğru ilerlemeye başladı.


"Hadi Burak hadi. Benim çok çalışmam lazım. Daha sarı kuşak olacağım, turuncu olacağım, senin gibi yeşil olacağıııım sonra da mavi mavi masmavi olacağım. Çok seviyorum ben maviyi. Çoook."


🐺


"Bak bu hareketi yaparken denge çok önemli. Sağ ayağınla yere güçlü basmazsan düşersin. Bu yüzden dikkatli olacaksın. Anladın mı?"


Nefes nefese kalan Küçük Kız başını aşağı yukarı salladı. Onun bu halini gören Burak kaşlarını çatmıştı.


"Bugün bayâ yoruldun Hilal. Bu hareketi de sonra mı görs..."


"Olmaaaz. Yorulmadım ben. Zormuş biraz ama çoook eğlenceli de. Sevdim ben bu karateyi. Senle yapmak da çok eğlenceli. Gerçekten de çok iyi anlatıyorsun Burak. Hadi bu hareketi de yapalım. Ama nasıldı bir daha gösterir misin?"


Hilal'in bu heyecanıyla gülen Burak hareketi bir kez daha tekrarladı.


Heyecanlı küçük, hissettiği heyecandan Burak başla işareti verince başlaması gerektiğini unutmuş ve karşısındaki Burak'a saldırmıştı. Buna hazırlıksız yakalanan çocuk Hilal'in dengesini kaybettiğini gördüğünde onu tutmaya çalışmış ancak kendi de dengesini sağlayamadığından sert bir şekilde birlikte yere düşmüşlerdi.


Bu düşüşteki tek iyi şey, Burak'ın düştükleri esnada babasının hep kendisine yaptığını yaparak kendini alta alması olmuştu.


Böylelikle yere sertçe düşen kişi Burak, onun üstüne düşen kişi de Hilal olmuştu.


"Ups. Düştük." dedi Hilal suçlu bir sesle.


Onun bu durum bildiren cümlesi Burak'ın sesli bir şekilde gülmesine neden olmuştu.


Çocuğun gülmesiyle Hilal de gülmeye başlarken, küçük kız üstünde durduğu çocuğa baktı.


Burak yakınında duran ela gözleri gördüğünde gülmeyi bırakmıştı.


Küçük Kız'ın ela gözleri neden bu kadar güzeldi?


Hilal de benzer düşünceler içinde mırıldandı.


"Senin yeşil yeşil gözlerin çok güzelmiş Burak."


Bu cümleyle zaten hızlı atan kalbi daha da hızlanırken içinde garip duygular hisseden Burak kıza gülümsemeye çalıştı.


"Üstümden kalkmayı düşünüyor musun acaba Küçük Asena?"


"Haa. Doğru, özür dilerim." diyen Hilal yarı yuvarlanarak çocuğun yanındaki yere geçmiş, sonrasında da hissettiği yorgunlukla sırt üstü uzanmaya başlamıştı.


"Yoruldun mu?" diye sordu Burak da kız gibi yerde yatarken.


"Sanırım yoruldum." dedi Hilal esneyerek.


"Az önce yorulmadım diyordun?"


"Az önce yorulmamıştım şimdi yorulmuşum." diye hazırcevap bir karşılık verdi Küçük Kız.


Bu cevapla gülen Burak kızın kapanmaya yüz tutmuş gözlerini gördüğünde hafif bir isyanla konuştu.


"Yine mi uyuyacaksın?"


"Uykum geldi."


Bu savunmayı yapan kız tekrardan esnemişti.


"Hilal sen neden hep benim yanımda uyuyorsun?" diye sordu Burak iç geçirerek.


"Ama uykum geliyor ne yapayım?" diyen kız Burak'ın bıkkın bir şekilde tavana baktığını gördüğünde ona doğru döndü.


"Bak şimdi sana bir şey anlatacağım."


"Hmm anlat." diyen Burak'ın sesi hafif tripli çıkmıştı.


'Bu kadar mı sıkıcıydı da Hilal hep onun yanında uyuyup duruyordu?'


"Biz geçenlerde anaokulunda uzaaak bir yerdeki bir müzeyi gezmeye gittik. Araba çok yavaştı şey vardı, trafik. Bir de uzaak olduğu için sabah erken çıktık, akşam da birazcık hava kararırken döndük. Ama n'oldu biliyor musun? Benim çok uykum geldi ama ben hiiiç uyuyamadım arabada."


"Sen arabada uzun bir yolculuk yaptın ve uyumadın mı?" diye sordu Burak ciddi bir şaşkınlıkla kıza bakarken.


"Yaa. Ben de çok şaşırdım. Babam otobüsten inince okuldan aldı. Arabaya bindiğimde de uyumuşum, sabaha kadar da hiiiç uyanamadım. Sonra kahvaltıda annem sordu neden çok uyuduğumu. Ben de otobüste uykum geldi ama hiiç uyuyamadım dedim. Annem de şaşırdı. Sonra babam ne dedi biliyor musun?"


"Ne dedi?"


"İnsan kendini güvende hissetmezse uyuyamazmış. Yani o ortam tehlikeli gibi gelirse çok çok çok uykusu olsa bile böyle gözleri hiç kapanmazmış." diyen küçük kız tüm bedenini yerde yatan çocuğa çevirerek konuşmaya devam etti.


"Belki de ben böyle senin yanında çok çok çok güvende hissettiğimden sürekli uyuyorumdur. Güvende olmasaydım, otobüsteki gibi uyuyamazdım. Ama ben senin yanında hooop hemencecik uyuyorum. Bana kitap okuduğunda da uyudum, arabada da uyudum. Geçen sene bizde oyun oynarken de azıcık uyudum. Şimdi de uykum geldi işte."


Hilal'in sözleri ruhunu okşarken Burak'ın dudaklarında bir gülümseme belirmişti. Kızın kendi yanında güvende hissetmesi az önceki tribini buhar yapıp uçurmuştu.


Dövüş salonunun merdivenlerinden inen Salih, kızının cümlelerini duyduğunda duraksayarak kuytu bir köşeye çekilmiş ikiliyi izlemeye başlamıştı.


"Affettin mi beni?" diye sordu Hilal tekrardan esnerken.


"Affettim Küçük Kız." diyerek gülen Burak kızın burnunu hafifçe sıkmıştı.


"Ya ben küçük kız değilim." diye kızan Hilal çakmak çakmak olan elalarını Burak'a dikti.


"Şansına küs. Ne kadar büyüsen de hep benden 4 yaş küçük olacaksın Küçük Asena."


"Mavi kuşağı alıp seni döveceğim." diye çıkışan Hilal uykusunun kaçtığını hissederek sızlandı.


"Bak ne güzel uykum gelmişti sana kızdım gitti uykum. Geri getir benim uykumu."


"Küçük Kız'ın uykusu geeel geeel." dedi Burak alayla.


Onun alaylı cümlesi karşısında Hilal, çocuğun koluna bir tane geçirmişti.


İkinci darbenin geleceğini hisseden Burak yuvarlanarak yana kaçtıktan sonra hızla ayağa kalktı.


Onun gibi ayağa kalkan Hilal koşmaya başlayan çocuğun peşine düştü.


"Buraaaak. Gel buraya. Kaçma dedim. Gel."


İki çocuğun neşeli kahkahaları dövüş salonunda yankılanırken kollarını bağdaştıran Salih dudaklarındaki gülümsemeyle onları izlemeye başladı.


🌼Şimdiki Zaman (Kütüphane)


"Bak dikkatimi çekti araya bir şekilde babamı sıkıştırıp duruyorsun. Geleceğe yol yapıyorsun değil mi?" diyerek güldü Hilal.


"Yani şimdi ne denli sevilesi bir çocuk olduğumu görsün, sana verdiğim değeri görsün. Sonra sıkıntı çıkmasın dedim." dedi Burak sesindeki muziplikle.


"Hiçbir fırsatı da kaçırmazmış."


Sevgilisine sırıtarak göz kırpan adam "Asla!" diye mırıldanmıştı.


Birkaç dakika kurdukları hayalin kritiğini yapan ikili sıradaki yaşın getirisiyle sessizliğe bürünmüşlerdi.


"Ben..." diye mırıldanan Hilal sesinin titrediğini hissederek duraksadı.


Asıl olay geldiğinde içinden bir ses 'Acaba?' demeye başlamıştı.


Acaba bu paralel onları toplamak yerine yıkar mıydı?


Onun tedirgin halini hisseden Burak kızın elini dudaklarına götürerek parmaklarına bir öpücük bıraktı.


"Birazdan bu dünyadaki en dağılmış adam olacağım. Şu an düşüncesinde bile nefesim kesiliyor ama ben... Ben yıllardır o günün alternatif sonunun hayallerini kuruyorum zaten Hilal. O kadar çok istedim ki o günün başka bir şekilde sonuçlanmasını, eğer bu hayatta ölüme bir çare olabilseydi dualarım/isteklerim kabul olurdu. Ama biliyorsun. Ölümün çaresi yok, giden geri gelmiyor. Ne kadar istesen de, ne kadar özlesen de gelemiyor."


Kızarık zümrütlerinde birkaç damla yaş düşen adam titrek bir nefes alarak devam etti.


"Yine de özellikle küçükken çok hayal kurdum ben. Uykusuz kaldığım her gece, kabuslardan kalktığım her gece, o mahalleden kurtulan tek kişi olmamın azabını yaşadığım her gece... Herkesten gizli, o günü başka yaşattım hayallerimde. O gün orada olduğumu söyleyemediğim gibi bunu da söylemedim kimseye. Korktum sanırım. 'Nasıl yani sen ölen annen ve babanın hayatta olduğu senaryolar mı kuruyorsun? O günü başka şekilde sonlanmış mı sayıyorsun? 32 kişiyi hiç ölmemiş mi sayıyorsun?' demelerinden korktum. Bu akıllıca değil, doğru değil diyerek beni yine birilerine götürmeye kalkmalarından korktum. Hayallerimdeki anne babamı da benden almalarından korktum. Büyüdükçe bu hayaller azaldı ama bazen aklıma üşüşürdü. Dudaklarımda buruk bir tebessüm, gözlerimde birkaç damla yaş belirirdi. Huzurlu hissettirirdi bu yalan bana. Acı çekmemiş olurlardı hayalimde. 33 kişi ölmemiş olurdu. Yalnızca ben hayatta kalmamış olurdum. Küçükler büyümüş, büyükler daha da büyümüş olurdu bu hayalde. Hiç kimse ölmemiş olurdu. Her şey önceden anlaşılırdı, herkes kurtulurdu."


Gözündeki yaşlar yüzünden sevgilisini seçemeyen Hilal, eliyle gözyaşlarını silerek sordu.


"Peki nasıldı o hayalin? Nasıl kurtulurdunuz o günden?"


Hilal'in kısık sesli sorusu karşısında Burak'ın dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi.


🌼Paralel Evren (O Gün...)


[Yazar Notu; Bu kısım Cevapsız Sorular 19'dan alınmış olup genel anlamda diyaloglara dokunulmadan birtakım bağlaçlarda, noktalamada ve hayal kurgusuna uygun birkaç yerde düzenleme yapılarak yazılmış, sonrasındaysa hayale uygun şekilde değişime girmiştir. Bilginize 💙]


"Off yaa! Bu kavanozları neden biz çocukların açacağı şekilde yapmıyorlar." diye mırıldanan çocuk, elini masanın üzerine başını da elinin üzerine koymuş, özlemle kavanozdaki incirlere bakıyordu.


Kısa süre sonra merdivende duyduğu ayak sesleriyle mutlulukla sandalyeden indi.


"Canım anneeem! Uyandın mı?" diyen çocuk reçel kavanozuyla beraber salona doğru koşmuştu.


"Uyandım da... Senin şu ana kadar yüzlerce kez yanıma gelip kavanozu açtırman gerekmiyor muydu küçük Olric?"


Burak, tatlılıkla annesine bakarak mırıldandı.


"Kıyamadım."


"Şu ana kadar kıydın da... Şimdi mi kıyamadın?"


"Hıhı."


"İlginç! Neyse çıkar kokusu yakında."


Gülümseyen Burak çaktırmadan annesinin karnına doğru baktı. Bugün telefonda Sevda annesiyle konuşan annesini duymuştu(!). Şey... Gizlice dinlemiş de olabilirdi tabii. Vee... Abi olacağını öğrenen çocuk artık sorumluluk almalıydı. İlk işi de annesini ve minik kardeşini yormamak olmalıydı


Çocuğun dudağındaki haylaz gülümseme, merdivenin başında gördüğü adamla silindi. Özlem dolu gözlerle babasına bakan Burak'ın gözleri dolmuştu. Elindeki reçeli yavaşça sehpahanın üzerinde koyarak gözleriyle merdivenden inen adamı sessizce izleyen çocuk, son basamağa geldiğinde kollarını iki yana açan babasının kucağına atladı.


"Babacığım!" diyen Burak, adama sımsıkı sarılmıştı.


Oğlunu bırakmadan ayağa kalkan adam "Ooov. Sen 1 ayda büyüdün mü bakayım? Ağırlaşmışsın." diye mırıldanmıştı.


"1 ay değil 32 gün... 32 gün 3 saat 14 dakika." diye fısıldadı çocuk.


Burak kollarını babasının boynundan çekmemiş, başını adamın omzuna gömmüştü. Babasının kokusunu bir kez daha çektikten sonra titreyen bir sesle fısıldadı.


"Çok özledim."


Geri çekilerek oğlunun yüzüne bakan Yiğit "Ben de seni çok özledim Küçük Alfa'm." diyerek oğlunun başını öptü.


Gözleri zaten dolu olan çocuğun gözyaşları bu temasla düşmeye başlarken, gözyaşlarını saklamak için yüzünü babasının omzuna gömen Burak sessizce ağlamaya başladı.


Adam, ağlayan oğlunun sırtını sıvazlarken başını kaldırıp karısına baktı. Dileği kızarmış gözlerle, önünde yaşanan bu sahneyi izliyordu.


Yiğit, kollarındaki oğlunun kokusunu doyasıya içine çekti. Oğlunu gerçekten çok özlemişti. Gözleri dolan adam yavaşça geri çekildi.


"Şşş! Tamam. Hadi ağlama artık oğlum. Bak geldim. Buradayım."


"Ama yine gideceksin değil mi? Ne zaman?" diye soran çocuk alacağı cevaptan korkuyordu.


"Yarın sen okula gitmeyeceksin. Ve biiiz ailecek çok güzel vakit geçireceğiz. Anlaştık mı?"


Gözleri kızarmış olan çocuk kafasını salladı.


"Bana benzeyenim." diye mırıldanan adam, oğlunu yanağından öperek yavaşça yere bıraktı.


Yere inen çocuk, babasının yanından bir adım bile uzaklaşmadı. Bu hareket adamın hüzünle tebessüm etmesine neden oldu.


Özlem çok ağır bir yüktü...


"Gece gece bu reçel aşkı nereden geldi bakalım Küçük Bey?"


"Kaç kere diyeceğim baba? O sadece bir reçel değil. İncir reçeli! Hayat, nefes, her şey." dedi çocuk bıkmışçasına.


Çocuğun ebeveynleri, bu durum karşısında keyifle kahkaha attılar.


"Bu incir aşkın nereden geliyor oğlum?" diye soran kişi annesiydi.


"Bir de soruyor musunuz Dilek Hanım? Senin yüzünden hamileyken az incir peşinde koşturmadım. Bakalım bu sefer..." diyen adam cümlesini tamamlamadı.


Kadın ve adam birbiriyle bakışırken, oğulları gülmemek için kendini zor tutuyordu. İstedikleri kadar saklasınlar... Burak zaten biliyordu ki!


Yiğit, karısının onaylayan bakışlarını görünce oğluna döndü. Bir kardeşi olacağını nasıl söyleceğini düşünen adam, sehpanın üzerindeki reçeli eline alarak oğluna döndü ve kavanozu göstererek sordu.


"Bu son incir reçeli kavanozun olsa... Ve ben yemek istesem... İzin verir misin?"


"Bu da soru mu babacığım? Tabii ki de izin vermem!"


Çocuğun cümlesi üzerine Dilek neşeli bir kahkaha attı.


"Şey... Anneciğim hiç gülme bence. Sana da vermem. Tabii bir kavanoz daha yaparsan... Belki bir tanecik incir alabilirsin. O da belki."


Kahkahası duran kadın şakacı bir kızgınlıkla sordu.


"Bu çocuk kime çekti böyle?"


"Bana çekti aşkım. Ben de... Sevdiklerimi kimseyle paylaşmam. Biliyorsun." diyen adam karısını usulca kendine çekti.


Kocasının kollarının altındaki Dilek halinden memnun sessizce mırıldandı.


"Mutlaka kız olmalı. Bir tane daha Alfayla uğraşamam ben."


Annesiyle babasının fısıldaştığını gören Burak ellerini beline koyarak kaşlarını çattı.


"Ben de buradayım. Niye kendi aranızda konuşuyorsunuz?"


"A-aaa. Bencil oğlum da mı buradaymış?"


"Bencil mi? Aşk olsun baba yaa! Hani sana çekmiştim?"


"Ben sevdiklerimi kimseyle paylaşmasam da, sevdiklerimle her şeyi paylaşırım Alfa'm. Sen ise incirlerini kimseyle paylaşmıyorsun." diyen adam sevgiyle oğlunun saçlarını karıştırmıştı.


"Aslında... Biriyle paylaşabilirim sanırım. Yok yok. Bence onunla kesin paylaşırım!"


"Emre'yle mi? Zaten sadece ona ver sen!" diye söylendi Yiğit.


"Hilal'i de unutma. Sadece onlara torpil geçiyor Beyefendi." dedi Dilek sahte bir esefle.


"Dediğiniz gibi onlara zaten veriyorum. Ben... Başka birini kastettim."


Bunu duyan Dilek ve Yiğit şaşkınca birbirlerine baktılar. Çocukları küçüklüğünden beri incir reçeline aşıktı ve sevdiği şeylere de her zaman incire göre ölçü koyardı. Mesela bir oyuncak istediğinde 'Size incirimden bir tane verebilirim.' derse bu onu gerçekten de çok istediği anlamına gelirdi. İncirini Emre ve Hilal'den başka biriyle paylaşmayı kabul etmesi demek...


"Hatun bizim çocuk bu yaşta aşık mı oldu yoksa?" diye soran adamla Dilek gür bir kahkaha atmıştı.


İkisi de adı kadar iyi biliyordu ki Hilal hayatındayken Burak başkasına bakmazdı.


"Saçmalam..."


Annesinin, sözünü kesen çocuk "Aslında, kız olursa... Neden olmasın?" diye mırıldandı.


Yiğit, gözlerini kısarak oğluna baktı. Onun gözlerinde dolaşan haylazlığı ve mutluluğu gördüğünde olayı anlayarak gülümsedi.


"Nasıl öğrendin?"


Burak, soruyu soran babasına suçlu suçlu baktı.


"Şeyy... Annem, Sevda annemle konuşurken... Onu birazcık duymuş olabilirim."


Neşeyle kahkaha atan Dilek oğlunun yanağını okşadı.


"Dayısı kılıklı... Senin bu kapı dinleme huyunla ne yapacağız biz oğluşum?"


Ellerini iki yana açan Burak, omuzlarını silkerek bilmem dercesine dudaklarını büzdü.


Onun bu hareketi karşısında Dilek bir kez daha gülmüştü.


"Bu kadar tatlılık fazla Burak Bey. Kalbim kaldırmıyor."


Bunu duyan Yiğit kaşlarını kaldırarak karısına döndü.


"Hadi yaa. Öyle miymiş karıcığım?"


"Beni öz oğlundan kıskanmanı anlayamıyorum aşkım." diyen kadın halinden gayet memnundu.


"Kızımız olursa anlarsın Helalim." dedi Yiğit misilleme yaparak.


Gözlerini kısarak kocasına bakan Dilek "Bu ne demek?" diye sordu.


Kadının sesindeki kıskançlığı duyan adam keyifli bir kahkaha atmıştı.


"Şu demek anneciğim. Eğer kız kardeşim olursa senin pabucun dama atılıyor. Çünkü babam da, ben de minik aşkımızı çok seveceğiz."


"Sen de mi Brütüs? Hain evlat seni. Sana bir daha incir reçeli yapmayacağım."


Attığı kahkahaları zorlukla durduran adam "Beni daha doğmamış olan öz kızından kıskanmanı anlayamıyorum aşkım." dedi.


"Yiğiiiiit!"


"Dileeeeek!" diyen adam karısının saçlarına bir öpücük kondurmuştu.


Bu konuyu sonraya ertelenen Dilek, heyecanlı gözüken oğluna baktı.


"Kardeşin olacağı için mutlu musun?"


Burak, biraz da utanarak başını salladı.


"Gel bak!" diyen Dilek oğlunun elini tutarak karnına koydu.


"Kardeşin burada. Ama daha çook küçük. 8 ay sonra... Yaani senin okulun bittikten kısa süre sonra dünyaya gelecek!"


"Biliyorum. Bizim sınıftaki Erdem'in annesi de hamileydi. Karnı bööyle kocamandı. Top gibiydi. Hihihi.. Biraz komikti. Kardeşi doğmuş. Erdem resmini gösterdi bize. Çoook tatlı bir kızdı!"


Yiğit, oğlunun heyecanlı konuşması karşısında gülümsedi.


"Kız kardeşin olmasını istiyorsun anlaşılan?"


"Benim zaten erkek kardeşim var kiii. Emre'yle hep oyunlar oynuyoruz. Ama... Fark etmez! Kız da olsa, erkek de olsa ben... Miniğimi çok seveceğim."


"Sen büyüdün de abi mi oluyorsun Küçük Alfa'm?"


"Anne büyüdün deyip de peşine küçük diyen bir sen varsındır." diye söylendi küçük çocuk.


"İstersen 30 yaşına gel... Sen benim hep Küçük Alfa'm olacaksın. Benim Büyük Alfa'm var çünkü."


Burak, gözlerini kısarak babasına baktı. 10 dakika önce aynı hareketi yapan adama bu kadar çok benzemesi karşısında kadın sevgiyle gülümsemişti.


"Kıskanmayalım lütfen. Büyüdüğünde kalbi güzel gelinimi elinden tutup 'Seviyorum.' diye bize getirirsin. O sana bolca Alfa'm der." dedi Yiğit gülerken.


"Anneme benzemeli ama. Onun gibi bilgili olsun. Ve güzel. Ve sevgi dolu. Ve..." diyen Burak aklına gelen ela gözlerle bir anda susmuştu.


"Bizimki canlı birini mi tarif ediyor yoksa bana mı öyle geliyor Dilek?"


"Bilmem ben de öyle hissettim. Öyle mi Burak?"


Yanaklarının hafifçe kızardığını hisseden Burak hızla başını iki yana salladı.


"Yooo. Yok öyle bir şey."


"Hee bana öyle geldi o zaman. Ben de böyle göklerdeki birini tarif ediyorsun zannetmiştim." dedi Yiğit hafif dalgacı bir sesle.


"İşte annemi tarif ediyordum ya babacığım." diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışan Burak kalbinin neden böyle hızlı attığını merak etmişti.


Bir de neden konuşma boyunca aklında Küçük Kız'ın belirip durduğunu...


"Allah'ım 11 yaşında çocukla neleri konuşuyoruz. Büyüdüğünde bakarız artık bu duruma... Hadi bir bıçak getir de şu kavanozu açalım Alfa'm. Burak'ım sen de kasenle ekmeğini getir de sehpada ye. Baban seni yatırmadan odaya çıkmaz şimdi. Mutfakta sandalye tepesinde oturmayalım."


Yiğit, bıçak almaya giderken Burak da koşarak babasının elini tuttu.


Oğlu babasını gerçekten de çok özlemişti anlaşılan.


Bıçağı alan Yiğit, karşı evin ışıklarının yanık olduğunu görerek kaşlarını çattı. Pinti İlknur teyze ışıkları açık mı bırakmıştı? İmkansız!


Oğluyla birlikte salona geçen Yiğit, kavanozu eline alırken mırıldandı.


"Helalim? İlknur teyzenin torunu mu geldi?"


"Yok yaa. Bu sefer nasıl olduysa İlknur teyze İstanbul'a gitti."


Duyduğu cümleyle birlikte elindeki bıçağı yavaşça sehpaya bırakan Yiğit "Olamaz!" diye fısıldayarak ayağa kalktı ve hızla cama gitti.


Mahalledeki ampul yanmıyordu. Karşı evde bir hareketlilik sezen adam ifşalanmamak için geriye çekildi. Saate baktığında sabah ezanına 45 dakika daha olduğunu gördü. Hızlıca cep telefonunu cebinden çıkaran asker sinyal olmadığını gördüğünde sessizce küfretti. Jammer (sinyal kesici) kullanmışlardı.


Kocasının garip hallerini gören Dilek şüpheyle ona yaklaştı.


"Yiğit? N'oluyor?"


"Üst kata çık. Tuvalete girip kapıyı kilitle. Ve sakın çıkma!" diyerek onu merdivenlere yönlendiren adam etrafına bakınmaya başladı.


Oğlunun oyun oynarken saklandığı boş konsolu gördüğünde, hızla Burak'ın yanına gitmişti.


"Şimdi... Seninle bir oyun oynayacağız oğlum. Anlaştık mı?"


Oyun sözünü duyan çocuğun dudaklarında kocaman bir gülümseme belirdi.


"Ne oynayacağız?"


Oğlunun elini tutan adam, onu konsolun önüne getirdi.


"Saklambaç mı? Ama baba... Saklambaç böyle oynanmaz ki? Sen yumacaksın ben gizlice saklanacağım. Bilmiyor musun? Hahahah..."


Oğlunun kahkahalarını duyan adamın dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirtmişti. Dizlerinin üzerine çöken Yiğit, oğlunun alnından öptü.


"Bu oyun... Saklambaça birazcık benziyor. Sen şimdi bu dolaba gireceksin ve... Bir süre çıkmayacaksın!"


"Sabır testi gibi mi? Öğretmenimiz demişti. Böyle testler oluyormuş. Ben çok sabırlıyım. Kesin kazanacağım. Sen 'Çık' diyene kadar çıkmam!"


"Ben sana... 'Çık!' demeyeceğim oğlum" Diyemeyeceğim!


"Eee? Ben nasıl anlayacağım ne zaman çıkmam gerektiğini?"


İçinde fırtınalar kopan adam, titreyen eliyle kolundaki saatini çıkardı.


"Al bunu!.. Şu an saat kaç biliyor musun?"


"Baba ben saatleri öğreneli çoook oldu. Şu anda... Saat 3'ü 27 geçiyor."


"Aferin benim paşama. Şimdi sen... Tam yarım saat sonra dolaptan çıkacaksın. Çıktığında da, ilk işin... Yukarı annenin yanına çıkmak olacak. Anlaşıldı mı?"


Başını sallayan Burak biraz sıkıntıyla konuştu.


"Ama ben bu oyunu pek sevmedim. Sıkıcı gibi. Başka bir şey oynasak?"


Derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışan asker, olmaz dercesine başını iki yana salladı.


"Söz ver! Dediklerimi yapacaksın. Eğer dediklerimi yapıp... Bu oyunu kazanırsan... Bundan sonra yalnızca Alfa olursun!"


"Gerçekten mi? Tek Alfa ben mi olacağım?" diyen çocuk sevinçle ellerini birbirine çarptı.


Oğlunun gülen gözlerine bakan Yiğit, onu kendine çekerek sımsıkı sarıldı.


"Oğlum benim!"


Geri çekilen çocuk kaşlarını çatarak babasına baktı. Adamın yanağından süzülen yaşı gördüğünde eliyle yakaladı.


"Sen... Ağlıyor musun? Ama... Babalar ağlamaz ki!"


Sakinleşmeye çalışan Yiğit, titrek bir nefes aldı.


"Söz ver bana. Çıkmayacaksın!.. Hadi Alfa'm... Söz ver!"


"Söz..." diye fısıldayan Burak babasının haline bakarak ağlamaya başladı.


"Hey hey hey! Neden ağlıyorsun?" diyen adam çocuğun gözlerinden düşen yaşları silmeye başladı.


"Kötü şeyler oluyor değil mi?.. Yine mi gitceksin? Gitmesen olmaz mı? Ben seni çok özlüyorum. Hem... Kardeşim de seni özler. Gitme babacığım! Lütfen?"


Burak hıçkırıklarının arasında böyle yalvarırken oğluna bir kez daha sarılan adam, kendi gözlerine eş olan zümrütlerdeki gözyaşlarını sildi.


"Ağlama oğlum. Seni... Çok seviyorum biliyorsun değil mi?"


"Biliyorum. Ben de seni çok seviyorum. O yüzden... Yalvarıyorum gitme!"


Yanağından yaşlar akmaya başlayan adam, oğlunun yanağına bir öpücük kondurdu.


"Özür dilerim. Çok çok çok özür dilerim Alfa'm!"


Konsolun kapağını açan adam başıyla işaret etti.


"İstemiyorum!"


"Söz verdin Alfa'm. Hadi!"


"Ama..."


Oğlunu kolundan tutan Yiğit, onu dolabın içine soktu.


"Ne olursa olsun... Ne duyarsan duy... Asla buradan çıkmayacaksın ve hiçbir şekilde sesini çıkartmayacaksın! Anlaşıldı mı?"


İki elini de babasının yüzüne koyan çocuk ağlayarak konuşmaya başladı.


"Artık Alfa falan olmak istemiyorum. Tek Alfa sen olabilirsin. O yüzden... Gitme babacığım. Lütfen lütfen lütfen gitme!"


Oğlunun ellerini tutan adam, onun küçük ellerine birer öpücük kondurdu.


"Büyü ve hep istediğin gibi, tüm kötüleri yakalan bir... Alfa ol! Ve... Ve aşık olduğunu anladığında ondan sakın kaçma. Kimseden korkmadan hislerini ona söyle. Benim her zaman onayım oldu. En başından beri. Ben... Her zaman seni, sizi izliyor olacağım. Ve... Bana çok kızmamaya çalış olur mu Alfa'm? Bir gün baba olduğunda... Bunu neden yaptığımı anlayacaksın! Bir babanın çocuğu için yapamayacağı hiçbir şey yoktur... Özür dilerim! İnan bana... Yanında olmayı her şeyden çok isterdim. İlk sakal tıraşını yapan ben olmak isterdim. Bir kızı sevdiğinde... İlk ben öğrenmek isterdim. Aşk acısı çektiğinde... Seni teselli eden ben olmak isterdim. Canın yandığında 'Geçecek oğlum! Bunlar da geçecek.' diyen kişi olmak isterdim. Ağladığında... 'Erkek adam ağlar mı?' demek yerine... 'Al omzum senindir.' demek isterdim. Bütün bunları yapamayacağım için çok özür dilerim. Seni asla unutamayacağın bir kabusa sürüklediğim için çok özür dilerim... Sakın unutma olur mu? Baban seni çok seviyor oğlum. Her şeyden çok... " diyen adam hıçkırıklar eşliğinde, oğlunun köprücük kemiğine paralel uzanan kasa ani bir baskı yaptı.


Hissettiği acıyla gözleri kararan çocuğun son kelimesi "Ama... Neden?" olmuştu.


Elleri titreyen adam, kendi elleriyle bayıltığı oğlunun saçlarını son kez okşadı.


Son kez... Oğluna sarıldı.


Son kez... Oğlunun kokusunu içine çekti.


Son kez... Oğlunu öptü.


Bayıldığı halde Burak'ın yanağından bir yaş düştüğünü gören Yiğit hıçkırıklar eşliğinde "Özür dilerim. Çok çok özür dilerim Alfa'm." diye fısıldadı.


Derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışan asker, merdivenden duyduğu hıçkırık sesiyle hızla o tarafa döndü.


"Sen..." diye fısıldayan adam, güç bela ayağa kalkarak kadına doğru yalpayarak yürüdü.


"Yukarı çık Dilek." derken sesi istediği gibi güçlü çıkmamıştı.


Gözyaşları içindeki Dilek, başını olumsuz anlamda iki yana salladı.


"Sevgilim yalvarırım... Yalvarırım yukarı çık!"


"Çıkamam." derken kadının sesi titriyordu.


Titreyen adımlarla merdivenleri inen Dilek, kocasına silahını uzattı.


"Al!"


Silahını alan adam, karısını kendine çekerek dudaklarına uzun bir öpücük kondurdu.


Bir veda busesi...


"Aldım. Hadi şimdi yukarıya..." dedi Yiğit çatlak bir sesle.


Kadın, tekrardan başını iki yana salladı.


Adam, çaresiz bir şekilde kadının gözyaşlarını sildi.


"Yukarı. Hemen!"


"Hayır!"


"DİLEK!" diyerek çıkışan Yiğit içinde yükselen korkuyla baş edemeyeceğini hissetmeye başlamıştı.


"Boşuna tartışıyoruz. Hiçbir yere gitmiyorum. Burada... Kalacağım."


Onun kesin tavrı karşısında usulca yutkunan Yiğit, sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapattı. Saniyeler sonra gözlerini tekrardan açtığında kararlı gözlerle karısına bakmıştı. Bu bakışı gören Dilek acı bir sesle mırıldandı.


"Anlaşılan beni de bayıltacaksın?"


Yiğit, duyduğu cümleyle konsola doğru baktı.


"Başka çarem yoktu. Zeki oğlumuz ters giden bir şeyler olduğunu fark etti." diyen adamın sesi çaresizlikle doluydu. Tekrardan kadına döndüğünde sert bir şekilde konuştu.


"Ve... Evet! Gerekirse, seni de bayıltacağım. Ama... Gerekmesin. Olmaz mı karıcığım?"


"İkimiz de biliyoruz Yiğit. Senin için geldiler."


"İşte... Benim için geldiler. Beni alırlarsa..."


"Bu kadar basit mi? Salak değilim Yiğit. Tüm mahallenin elektriğini kesmişler, telefonlar çalışmıyor. Önce buraya değil de karşıya girdiklerine göre büyük ihtimal herkes için infaz emri verildi ve buraya geliyorlar."


"O yüzden... Yalvarırım yukarı çık!"


Dilek, konsola doğru bakarak fısıldadı.


"Ya o?"


"Babasız kalacak zaten. Bir de.. Annesiz kalmasın. Lütfen! Benim için değilse bile oğlumuz için..."


"Oğlumuz için çıkmıyorum zaten! Bir aile evinde, yalnız kalmayacağını anlamışlardır. Karını arayacaklar. Eğer ben yukarı çıkarsam... Beni aramak için yukarı gelecekler. Ve Burak'ın odasını gördüğünde... Onu da arayacaklar. Ya bulurlarsa? Buna dayanamam."


"Peki ufaklık? Ona ne olacak?"


Kesik bir nefes alan Dilek elini karnına götürerek hıçkırdı.


"Hadi yukarı çık Çilek Kızım." diye mırıldandı gözü yaşlı adam.


Ellerini adamın yanaklarına koyan kadın, alnını adamın alnına yasladı.


"Ben sensiz ne yapacağım peki Yağmur Adam?"


"Bilmiyorum. Bildiğim tek şey... Size bir şey olmasına asla izin veremeyeceğim." diye fısıldayan adam, elini kadının karnına koymuştu.


"Ona beni anlat tamam mı? Göremesem de... Onu çok sevdiğimi söyle. Kız olursa... Şerefsizin birini sevmesine izin verme sakın."


"Yiğiiiit!" diyen kadının ağlayışı acı hıçkırıklara dönüşmüştü.


"Dileeek!" dedi adam acı bir tebessümle.


Aralarında ritüel halini alan bu ânı bir daha yaşayamayacak olmaları ikisini de mahvetmişti. Adam aşık olduğu kadının gözlerine bakarak konuşmaya başladı.


"Dileğim benim. Hayatım, Çilek Kızım, her şeyim. Helalim. Olur da beni çok özlersen Burak'ımızın gözlerine bak. Onun haricinde... Zaten hep kalbinde olacağım. Seni çok seviyorum." diyerek kadını son kez öptü adam.


Önce dudaklarından sonra da gözlerinden...


Karısına sımsıkı sarılıp, saçlarını kokladıktan sonra kulağına doğru fısıldamıştı.


"Cennette görüşürüz Helalim!"


"Seni çok seviyorum! Cennette görüşürüz her şeyim..." diye fısıldayan kadın, geri çekilerek aşık olduğu yeşillere son kez baktı.


Kesik nefesler alan Dilek kocasının elini usulca bırakarak hıçkırıklar eşliğinde merdivenlere doğru yöneldi. İkinci basamaktayken bir anda kapı kırılınca ne olduğunu anlamadan kendisini koltuğun arkasında ,kocasının yanında, buldu.


Sol eliyle karısının kolundan tutan adam, silahını sağ eline almış tetikte bekliyordu. Dışarıdan -kırılan kapının arkasından- adam sesleri gelirken Yiğit çaresiz gözlerle karısına baktı.


"Özür dilerim. Keşke yıllar önce o gün... Hiç karşılaşmasaydık!"


"Sen muhteşem bir hayat verdin bana. Aşkı tattırdın, anneliği tattırdın. Seninle birlikte olduğum... Ve seninle öldüğüm için hiç pişman değilim. Sadece oğlumuz... Ve ufaklığımız için üzülüyorum. Burak sence... Günün birinde bizi affedebilir mi? Onu bizsiz bir hayata mahkum ettiğimiz için..."


"Baba olduğunda... Anlayacak ve affedecektir!"


"Baba olması için hayatına birini alması gerekir. Böyle bir olaydan sonra... Hiç sanmıyorum."


"Asena'sı onu bırakmaz ki. Ne yaparsa yapsın Hilal onu yalnız bırakmaz. Bizim yüzümüzden oluşacak yaraları iyileştirir o Küçük Kız."


Yiğit, cümlesini bitirdiğinde, mahallede bir silah sesi yankılandı. Eve giren adamlarla birlikte karısına son kez bakan Alfa, silahını ateşlemeye başladı.


🐺


Küçük çocuk, duyduğu yüksek seslerle birlikte yavaşça gözlerini araladı. Başı çok ağrıyan ufaklığın aklına az önce yaşadıkları gelince kaşlarını çattı.


Babası neden böyle bir şey yapmıştı ki?


"Eeee! Son sözlerini söyleyecek misin çok sevgili Yiğit Kılıç?"


Tanımadığı bir sesin babasının adını söylemesi, küçük çocuğun dikkatini bu âna çekmişti.


Sessiz hareketlerle göz hizasındaki ipi çeken Burak eline gelen yuvarlak tahta parçasıyla gülümsedi. Kardeşi Emre'yle saklambaç oynamaya bayılan çocuk; dayısının geldiği bir gün ,ailesinden gizli, dolaba yuvarlak bir delik açtırmıştı. İlk başlarda karşı çıkan dayısı, yeğenine kıyamayarak isteğini yerine getirmişti. Böylelikle Burak, Emre'nin nereye gittiğini görecek ve ona göre duvara gidip sobeleyecekti.


'İyi ki bu deliği açmışım! Bakalım ne oluyor?' diye düşünen çocuk merakla delikten baktı.


Gördüğü manzara karşısında korkuyla kalbi kasılan Burak'ın dudaklarındaki mutlu tebessüm silinmişti.


Evin içinde 4 tane adam vardı. Hepsi de simsiyah giyinmişti. Yerde 6 tane daha adam yatıyordu. Hepsinin de durduğu yerde kırmızı boyalar vardı.


'Onların boya olmadığını biliyorsun! Neden yalan söylüyorsun?' diyen iç sesiyle başını olumsuzca sallamaya başladı çocuk. Onlar boyaydı. Sulu boya... Öyle olmalıydı! Çünkü... Eğer öyle değilse bu babasının bacağındaki kırmızılığın da boya olmadığı anlamına gelirdi.


Annesi, sehpanın yanında yerde oturuyordu. Görünüşe göre o boyayla oynamamıştı. Rahat bir nefes alan Burak bakışlarını tekrardan babasına çevirdi. Yerde yatan babasının başına silah doğrultmuşlardı. Annesinin başına da doğrulttukları gibi...


'Onlar kırmızı boya atan oyuncak su tabancası olmalı. Babam arkadaşlarıyla oyun oynuyor galiba.'


'Öyle olmadığını biliyorsun! Onlar gerçek silah ve o adamlar da kötü adamlar. Birazdan hem anneni hem de babanı öld...'


'HAYIIIR!!'


Kendi iç sesiyle tartışan çocuk gözünü delikten çekmeye çalıştı. Her ne olacaksa görmek istemiyordu. Fakat... Çekilemiyordu.


"Karımı bırakın!" diyen babasının buz gibi sesini duyan küçük çocuk gözlerini şaşkınca açtı. Daha önce babasının hiç böyle bir ses tonuyla konuştuğunu duymamıştı.


Silahlı adamdan iğrenç bir kahkaha koptu.


"Hay hay! Emredersiniz!"


Patlama sesiyle birlikte ellerini ağzına götüren çocuk çığlık atmamaya çalıştı. Çünkü babasına ses yapmayacağına dair söz vermişti.


'Yalancı! O yüzden değil... Zarar görmemek için susuyorsun. Korkuyorsun! Kor-kak, kor-kak, kor-kak...'


"Suuuus! Korkak değilim ben. DEĞİLİM!'


Babasının diğer bacağından akan kırmızı boyayı gören çocuk sessizce ağlamaya başlamıştı.


"Biliyor musun asker? Ölmekten daha kötü olan bir şey varsa... Öldükten sonra ne olacağını bilmemektir. Ben seni bu durumdan kurtarayım hemen! Şimdi... Seni tam kalbinden vuracağım. Sonra da... Güzeller güzeli karınla biraz oynaya..."


Adam cümlesini bitirmeden babası bir haykırışla öne ,adama doğru, atıldı. Babasının arkasındaki adam elindeki şalı, annesinin en sevdiği şalını, babasının boğazına sardı.


Annesi "YİĞİİİİT!" diye bağırarak babasına doğru uzanırken, küçük çocuk şoka girmiş bir şekilde çıtı bile çıkmadan yaşanan sahneyi izliyordu.


Annesinin kolunu, adamlardan birinin tutmasıyla "BIRAK LAN!!" diye bağırdı babası.


"Ahhh! Sadece kolunu tutmalarıyla böyle deliriyorsan... Birazdan yaşanacaklarla çıldırırsın. Ama maalesef göremeyeceksin! Aslında hepimizin o güzel karınla eğlenmes..."


Adam cümlesini bitiremeden odada bir silah sesi yankılandı. Önce babasının boğazına şalı geçiren adam düştü yere, sonra da annesinin başına silah dayayan adam.


Üçüncü adam da yere yığılırken silahı Yiğit'e doğrultan Ziyar'ın anlık şaşkınlığı, elindeki silahın karşısındaki askere geçmesine neden olmuştu. Karısına doğrultulan bir silahın olmamasının rahatlığındaki Yiğit silahı aldığı gibi adamın erkekliğine sıktı.


"AHHHHHHHH!"


Terörist acılar içinde yere düşerken Yiğit, adamın önce sağ sonra da sol bacağına sıkmıştı. Zar zor elindeki silahın emniyetini kapatan adam buz gibi gözlerle karşısındaki ite baktı.


"Seni burada gebertmek var ama dua et bana lazımsın. Hani az önce 'Ölmekten daha kötü olan bir şey varsa...' diye başladın ya... Hayatının sonuna kadar bugün seni öldürmüş olmamı dileyeceksin. Doğmamış çocuğumun üzerine yemin ederim ki bana ve aileme bugünü yaşattığın için senin her ânını cehenneme çevireceğim. Sana emri veren Bukalemun itiyle aynı muameleyi görmeni sağlayacağım. Bugünü tarihe not al Ziyar. Asla unutmana izin vermeyeceğim. Şu itler gibi geberip gitmiş olmayı dileyeceksin."


Nasıl deli bir adamla karşı karşıya olduğunu anlayan Ziyar korkuyla titrerken silahın emniyetini tekrardan açarak adama doğrultan Yiğit kapının yanında nefes nefese duran adama gözlerindeki çok büyük bir minnetle bakmıştı.


Sesinde korku olan adam Dilek'in de Yiğit'in de sağ salim olduğunu gördüğünde sesindeki korkuyla mırıldandı.


"İyisiniz değil mi? Yetiştim."


🐺


Odada yankılanan silah sesiyle dolapta sıçrayan küçük Burak, babasının boynuna zarar veren adamın yere düştüğünü gördüğünde dudaklarının arasından kaçan hıçkırığa engel olamamıştı. Annesinin başındaki silahlının da yere düştüğünü gördüğünde iyiden iyiye kontrolünü kaybetmiş ağlayışları şiddetlenmişti.


Kurtulmuşlardı...


Babasının kötü adamdan silahı alarak ona 3 el ateş ettiğini gören Burak, babasının soğuk sözlü cümlelerine karşılık hiçbir şey hissetmediğini fark etti. Ne o adama üzülmüştü ne de babasının böyle bir şeyi yapmış olmasına karşı bir inanamamazlık durumu yaşamıştı. O an tek düşündüğü kurtulmuş olmalarıydı. Gerisi önemli değildi. Hiç değildi hem de...


Babasının kapıya doğru baktığını gördüğünde 'Başka adamlar da mı geldi?' diyerek korkan Burak duyduğu tanıdık sesle tüm bedenini dolabın içine bıraktı.


"İyisiniz değil mi? Yetiştim."


Gözyaşları peşi sıra dökülen çocuk bu soruya sesli cevap vermişti.


"Yetiştin Salih amcam. Yetiştin."


Elindeki telsizle konuşan Salih durum kontrolü yaparak eve girdi. Onun peşinden iki asker daha girmiş Ziyar adlı teröristi alarak evden çıkarmışlardı. Terörist götürülürken elindeki silahı bırakan Yiğit karısına doğru dönerek kollarını hafifçe iki yana açtı. Dilek bu daveti ikiletmeden hızla kocasının kollarına atılmıştı.


"Yiğiiiiit." diyerek inleyen kadın kocasının kokusunu içine çekerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.


"Şşşt. Tamam Dileğim. İyiyim. İyiyim, yok bir şey iyiyim. İyiyiz. Bak ufaklık hisseder, yıpratmayalım onu. İyiyiz hepimiz." diyerek karısını teselli eden Yiğit bugünü nasıl unutacağını düşünüyordu.


İyi falan değildi. Hiç iyi değildi hem de.


Bakışları konsola yönelen asker konsol düzenini bozan ufacık deliği gördüğünde inlememek için dişlerini birbirine bastırdı.


Ölseydi, oğlunun gözleri önünde ölmüş olacaktı.


O ilk anda deliği unutarak oğlunu oraya koymuş olduğuna inanamıyordu Yiğit. Gerçi o an öylesine Burak'ı o itlerden korumaya yönelmişti ki deliği hatırlamış olsaydı bile oğlunu yine de o dolaba koyardı.


Başka çaresi yoktu ki... O an, hiçbir çaresi yoktu.


Dileği kollarında tir tir titrerken Salih'e başıyla dolabı işaret etti Yiğit. Can yoldaşı anında dolaba yönelirken Yiğit karısını kendinde uzaklaştırıp göz göze gelmelerini sağlamıştı.


"Şu gözlerinin haline bak." diyen adam daha fazla devam edemedi çünkü karısı hiç kimseyi, hiçbir şeyi takmadan dudaklarına yapışmıştı.


Kadının titreyen bedenine ve öpüşündeki korkuya tuzlu gözyaşları da karıştığında Yiğit daha fazla güçlüymüş gibi yapamadı. Kendi gözlerinden de yaşlar akmaya başlayan adam ellerini karısının saçlarına götürürken dudaklarından kaçan hıçkırığa engel olamamıştı.


Az önce neler olmuştu öyle?


Tüm bedeni titremeye başlayan Yiğit acıyla inlerken geriye çekilen Dilek kocasına sımsıkı sarıldı.


"İyiyim ben. İyiyiz. Yok bir şeyimiz. İyiyiz biz." derken adamın elini tutarak karnına götürmüştü.


Roller değişmiş, teselli edilen teselli eden olmuştu.


Bu hareket Yiğit'i daha çok kahrederken az önce yaşanmak üzere olanlar aklına dolan asker deliliğin sınırına ulaştığını hissetti.


"Özür dilerim. Özür dilerim. Özür di..."


"Dileme. İyiyiz Alfa'm. İyiyiz. Lütfen. Sakin ol. Sakin olalım. Oğlumuz bizden daha çok korkuyor şu an. Şimdilik sakin kalalım. Başbaşa kaldığımızda kontrolü kaybederiz ama şimdi Küçük Alfa'mız. Önceliğimiz o."


Karısının haklı olduğunun bilincindeki Yiğit babalık hırkasını üzerine geçirdikten sonra derin bir nefes alarak konsola doğru baktı. Gördüğü manzara dudaklarında buruk bir tebessüme neden olmuştu.


Kurtarıcıları Salih ve küçük oğlu Burak birbirlerine sımsıkı sarılmıştı.


🐺


Gözlerini delikten çeken Burak konsolun içinden çıkmaya korkmuş, içli içli ağlayarak karanlıkta oturuyordu. Konsolun kapakları açılıp içeriye ışık dolduğunda küçük çocuğun dudaklarından masum bir hıçkırık kaçtı.


"Evlat?"


Kollarını iki yana açan Salih'in yumuşak sesini duyan Burak sesli bir şekilde ağlamaya başlarken kendisine kucak açan güvenli limana sığındı.


Onları kurtarmıştı Salih amcası. Kimseye bir şey olmadan gelmişti. Babasının bacakları biraz uf olmuştu ama yine de yetişmişti. Yetişmişti. Yetişmiş...


Adamın boynuna daha güçlü sarılarak gözlerini kapayan çocuk burnunu çekerek kesik kesik nefesler almaya başlamıştı.


"Geçti oğlum, geçti, geçti." diyerek şefkatli hareketlerle Burak'ın saçlarını okşayan Salih Ege olası felaketi son anda engellemiş olmasının şükrüyle titrek bir nefes almıştı.


"Alfa'm?"


Babasının sesini duyan Burak başını kaldırarak ona, onlara, baktı. Başka zaman olsa 'Ama sen beni bayılttın. Küstüm ben sana.' diyerek trip atacak olan çocuğun o anda yaptığı tek şey koşmak olmçdu.


Yerde yatan adamın etrafından dolaşan küçük hızla babasıyla annesinin yanına gitti. Onların yanına vardığında ikisinin de boynuna aynı anda sarılan çocuk bir kez daha hıçkırıklara boğulmuştu.


Onun acı dolu ağlayışı karşısında kahrolan Yiğit ve Dilek birbirlerine bir bakış atarak oğullarına sarılırken çocuklarının sakinleşmesi için saçını okşayıp, sırtını sıvazladılar.


Bugün, hiç yaşanmamış olmalıydı. Küçük oğulları asla böyle bir şeye şahit olmamış olmalıydı.


Keşke hiç yaşanmasaydı...


Bir süre sonra ailesinin şefkatiyle sakinleşen çocuk geri çekilerek önce babasının uf olmuş bacaklarına sonra da annesine baktı. Aklına gelen ilk düşünce dudaklarında hayat bulmuştu.


"Kardeşim iyi değil mi? Miniğim de çok korkmuştur."


Dilek, bedeni gibi sesi titreyen çocuğunun elini sağ eliyle tutarken sol elinde de eşinin elini hissetti. Elini var gücüyle sıkan adamın elinden güç almaya çalıştığını fark eden kadın titrek bir nefes almıştı.


Bugünü herkes unutsa bile Yiğit Kılıç asla unutamayacaktı.


Bu düşünce kendisini kahrederken iyiyim dercesine kocasının elini sıkan Dilek, oğlunu çekerek kucağına oturttu...


Yerdeki cesetleri görmeyeceği şekilde.


Onun verdiği bu çabayı Burak anlamasa da Yiğit gayet de farkındaydı.


"İyi oğluşum. Ben kardeşinin gözlerini kapattım, görmedi bir şey."


"Keşke benim de gözlerimi kapatsaydın."


Burak'ın bilinçsizce kurduğu cümle, Yiğit'in dudaklarından acı bir inleme dökülmesine neden olmuştu. Babası başını göğsüne çekip saçlarına öpücükler bırakırken çocuk söylememesi gereken bir şeyi söyleyerek babasını üzdüğünü anlamıştı.


Çünkü babası üzüldüğü her anda böyle bedeni titrerken onu göğsüne çeker biraz ağlardı. Bu duruma çok nadir rastlasa da bunun böyle olduğunu biliyordu Burak. Şu anda da babasının ağladığını bildiği gibi...


Babasıyla yaşadıkları aklına geldiğinde çırpınarak onun elinden kurtulmayı ve hesap sormayı istedi küçük çocuk. Babası ondan izinsiz onu bayıltmıştı. Hem boynu da acımıştı. İçinde bir kızgınlık yükselirken babası bunu hissetmiş gibi çatlayan sesiyle fısıldadı.


"Özür dilerim oğlum. Çok özür dilerim Küçük Alfa'm."


Babasının sesinin çok çok üzgün olduğunu duyan Burak ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra başını aşağı yukarı salladı.


"Tamam özrünü kabul ediyorum. Ama bir daha sakın böyle bir şey yapma. Yoksa küserim sana. Bir daha da hiiiç konuşmam."


Yiğit, oğlunun kendisine biraz daha sıkı sarılarak kurduğu bu yarı kızgın yarı tripli cümleler karşısında istemsizce tebessüme etti. Başını oğlunu boynuna gömerek kokusunu içine çeken adam, küçüğünün ve elini tutan karısının varlığına bir kez daha şükretti. Karısına söylediği 'Özür dilerim. Keşke yıllar önce o gün... Hiç karşılaşmasaydık!' dileğinin baştan sona yalan olduğunu bir kez daha anlamıştı adam. Yaşanan felaket, o cümleleri söylemesine neden olsa da Yiğit'in dilemesi gereken bir özür vardı.


Onu o yapan Çilek Kız'ıyla karşılaşmamış olma düşüncesi; kokusunu doyasıya içine çektiği oğlunun hiç doğmamış, daha henüz bir kiraz kadar olan ufaklıklarının hayatlarına girmemiş olma düşüncesi en kötü anında bile aklına gelmemeliydi askerin.


Ailesi olmasaydı, Yiğit Kılıç da olamazdı çünkü.


"Baba? Biraz az mı sarılsan acaba? Kalp atışların davul oldu beynimde güm güm şarkı çalıyor."


Duyduğu cümleyle düşünceler aleminden çıkan Yiğit istemsizce gülerek geri çekilmişti. Karısının küçük kahkahasını duyduğunda yeşilleri anında aşık olduğu dudaklara döndü. İzlendiğini bilen Dilek'in kahkahası tebessüme dönüşürken Yiğit yeşillerini bal gözlere çevirdi.


"Gülüşü nefes, varlığı hemnefes olan kadın. İyi ki yıllar önceki o gün karşılaşmışız."


Kocasının sesindeki özrü duyan Dilek başını aşağı yukarı sallayarak onu affettiğini belirtirken cümleyi iade yapmıştı.


"Gülüşü nefes, varlığı hemnefes olan adam. İyi ki yıllar önceki o gün karşılaşmışız."


Bir süre annesiyle babasının bakışmasını izleyen Burak üzgün bir sesle dudaklarını büzdü.


"İyi ki benimle de karşılaşmamış mısınız?"


Onun cümlesi karı kocadan kahkaha yükselmesine neden olmuştu.


"Bir insan itina ile her anda nasıl kıskançlık yapabilir?" diye sordu Yiğit ciddi bir şaşkınlıkla.


"Her an kur yapabilen babasına çektiyse demek ki?" diye mırıldanmıştı Dilek kocasının yeşil gözlerine bakarak.


"Kur ne?" diye araya girdi Burak.


"Yabancı paraların ulusal para cinsinden değeri." dedi Yiğit bir an bile duraksamadan.


Bu cevap karşısında Dilek kahkahalara boğulurken Burak "Ha?" diye karşılık vermişti.


Gülen Yiğit başını iki yana sallayarak odayı kontrol etti. Askerler yerdeki son cansız bedeni de çıkartırken Salih kenarda gülen gözleriyle onları izliyordu.


"Gelsene kardeşim." diye ona seslendi Yiğit.


Birkaç saniye duraksayan Salih yanlarına gelerek çömeldi.


"Bu yaptığını..." diye minnetle cümleye başlayan Yiğit'i engelledi Salih.


"Ben yalnızca borcumu geri iade ettim abi."


Kızarık ela gözlere kıpkırmızı yeşilleriyle bakan Yiğit kardeşinin omzunu şükranla sıktı.


"Nasıl oldu? Ne işin var senin burada?"


Salih tam yanıt vermek üzereydi ki askerlerden biri seslendi.


"Komutanım?"


"Efendim."


"Efendim."


Babasının ve Salih amcasının aynı anda cevap vermesi çok hoşuna giden Burak "Ben de efendim." diyerek olaydan geri kalmamıştı.


Bu hareketi herkesin dudağında tebessüme neden olurken asker dışarıyı işaret etti.


"Dışarıda bir arkadaş içeri gireceğim deyip duruyor. Yan komşunuzmuş. Alalım mı?"


"Gelsin." diyerek onayladı Yiğit.


Birkaç saniye sonra Oktay telaşla içeri girmişti.


"İyisiniz... Abi neler oluyor?" diyen genç adam yerdeki kanlara bir bakış attıktan sonra yanlarına geldi.


Dizlerinin üzerinde çömelmen adam Burak'a doğru kollarını açmıştı. "Oktay abii." diyerek ona sarılan Burak titrek bir nefes alarak adamın kulağına fısıldadı.


"Çok kötü şeyler oldu."


Küçük çocuğun başını okşayan adam soru dolu gözlerle Yiğit'e bakıyordu.


"Olay fazla uzun be Oktay."


"Tamam da senden ne istiyorlardı abi?"


Kimliği ifşalanmış olan adam gerçeği söylemekte sakınca görmeyerek konuştu.


"Aralarına sızmıştım. İfşalandım. Ama bu nasıl oldu bilmiyorum." diyen adamın gözleri Salih Ege'yi bulmuştu.


"Konuşuruz bunları. Birkaç kişiyi zevkle darağacında sallandıracağız."


"O ne?" diye araya girdi Burak bir babasına bit Salih amcana bakarak.


"İyi bir şey değil oğlum. Sonra anlatırım ben sana." diyen Dilek bir tabirden bile oğlunu korumak isterken oğlunun az önce ölü bedenlerle karşılaştığını hatırlayarak yutkunmuştu.


"Burası pek iç açıcı değil gibi. Bize gidelim mi Burak?" dedi Oktay kollarının arasındaki küçük çocuğa bakarak.


Bu cümleyle geriye çekilen Burak annesine ve babasına sarıldı.


"I-ıı. Onlarla kalacağım ben."


"Ambulans gelmek üzeredir oğlum. Biz hastaneye gidince sen Oktay ab..." diyen Yiğit hararetle başını iki yana sallayan oğlunu görünce susmak zorunda kaldı.


"Hayır! Ben de sizinle hastaneye geleceğim."


Dilek ve Yiğit bakışırlarken Salih Ege araya girdi.


"Öyle mi? Ben de seni bize götürürüm Hilal ile oynarsın diyordum."


Hilal'in adını duyan Burak bir anlığına heveslendikten sonra olumsuz bir sesle konuştu.


"Cık olmaz. Çok uzakta sizin ev. İstanbul'da taa. Babam iyileşince gidebiliriz ama."


"Hilal şu an İstanbul'da değil ki. Burada, Sakarya'da."


Bu cümleyle Burak ayrı Yiğit ve Dilek ayrı şaşkınlıkla Salih'e bakmışlardı.


"Allah aşkına neler oluyor Salih?" diye sordu Yiğit olayı çözmeye çalışarak.


Dönem ortasında Hilal'i de alıp neden buraya gelmişti Salih. Ve neden kimsenin bundan haberi yoktu.


Salih'in bakışları Oktay'ı bulduğunda genç adam ayaklandı.


"Ben dışarıdayım abi. Hastaneye ben de geleceğim. Yapmam gereken başka bir şey olursa da haber edersin."


Oktay evden çıkarken Salih büyük bir ciddiyetle Yiğit'e baktı.


"Sinan göreve giderken yokluğunda sizinkilere göz kulak olmamı istedi. Ben de uzun süreli ortadan kaybolunca kimin peşinde olduğunu sordum."


"Bundan hoşlanmamışlardır." dedi Yiğit.


Salih Ege 5 yıl önce resmi olarak MİT personeli olmuştu.


"Umrumda değil. Sinan istemese de senin olayını öğrendiğimde bunu yapardım. İşte ailenin korunma olayına artı bir el atmak istediğimi söylediğimde Komutan bir sakınca görmeyerek kabul etti. Ben de seninkileri koruyan adamın haricinde gizlice birini daha taktım peşlerine. O sırada fark ettim. Seninkileri koruyan satılmışlardanmış. Neredeyse sıfır korumaydı."


"O s*ktiğimin heriflerini geberteceğim." diyen Yiğit oğlunun küfür ettiği için ayıplayan bakışlarla ona dönmesiyle birlikte "Özür dilerim oğlum." diye mırıldanmıştı.


"Bunu fark edince komutana bildirdim ve teşkilattaki çürükler için bir araştırma yapılmaya başlandı. Yaklaşık 15 gün önce de Sakarya'ya bizzat ben geldim, Burak'ları olsun Ferdi babaları olsun uzaktan takip etmeye başladım. Geçen hafta Hilal sürekli beni özlediğini söyleyince de cuma günü gelin dedim Melek'e. Tek şartım Burak'larla görüşmemeleriydi çünkü benim onları takip ettiğim öğrenilirse benim MİT personeli olduğum da ifşalanabilirdi. Hilal beni gerçekten çok özlemiş olacak ki bu şartımı kabul etti ben de askeriyenin lojmanına yerleştirdim onları. Birkaç saat önce de bu evi izleyen adamdan acil çağrı aldım. Aradığımda geri açmadı. Ben de şüphelenerek birkaç kişiyi topladım buraya geldim. Sonrasını biliyorsun."


Görevliye ne olduğunu merak eden Yiğit oğluna bir bakış attı. Alma ihtimali olan olumsuz cevaptan dolayı sorup sormamak arasında kararsız kalmıştı.


"İyi. Yani iyi olacak. Askerlerden biri acilen hastaneye götürdü onu. Kurşun hayati yerine gelmemişti."


Kurşun kelimesini duyan Burak'ın bakışları babasının bacaklarını bulmuştu.


"Acıyor mu?" diye sorarken sesi tir tir titremişti.


"Yok acımıyor oğlum."


Dudaklarını büzen çocuk dolan gözleriyle babasına baktı.


"Gerçekten mi?"


"Gerçekten. Ben çok güçlüyüm unuttun mu?"


"Unutmadım da... Korktum bugün." diye fısıldadı Burak sol gözünden bir damla yaş süzülürken.


Oğlunun saçlarını karıştırarak alnına bir öpücük bırakan Yiğit titrek bir nefes almıştı.


"Korkma. Ben buradayım."


"Hep burada ol olur mu babacığım? Ben tek Alfa olmasam da olur. Sen hep yanımda ol ben hep senin Küçük Alfa'n olayım. Tamam mı?"


"Tamam Küçük Alfa'm." dedi Yiğit şefkatli hareketlerle oğlunun yüzündeki gözyaşlarını silerken.


Sokağı ambulansın ışıkları aydınlattığında Dilek oğluna baktı.


"Sen Salih amcanla Hilal'in yanına gitsen biz de babanla hastaneye gitsek olur mu oğlum?"


"Ama yarın sizin yanınıza geleceğim."


"Sen değil, biz geliriz. Kahvaltı yaparız hep beraber."


Bu cümleyi duyan Dilek gözlerini kısarak kocasına baktı.


"Daha hastaneye gitmeden çıkmanın yollarını mı yapıyorsun Yiğit Kılıç?"


"O yatakta yatmak hiç benlik değil bilmiyor musun? Valla hastayken gönüllü istirahat ettiğim tek zaman Van'da benim hasta bakıcılığımı yaptığın zamandı."


"İyi nazlanmıştın." diyerek söylenen Dilek kocasına gülümsedi.


Onların yine birbirlerine baktığını gören Burak iç geçirdi.


"Gidelim biz Salih amca. Bunlar yine sözsüz konuşmaya başladı."


"Ah siz çocukların bu isyanı. Gelecekte seni de görürüz." diyen Salih Ege memnuniyetsiz bir şekilde ekleme yaptı.


"Ya da görmeye de biliriz."


Böyle bir zamanda bile kıskanç kız babası modunda olan adama gülen Yiğit 8 ay sonra kendisinin de kız babası olma ihtimali olduğunu hatırladığında ciddileşti.


Birisi kızına yaklaşacak olursa dövüş salonunda büyük bir zevkle tüm bildiklerini uygulayabilirdi.


Ambulansın kapının önünde durduğunu gören Yiğit doğmamış kızının kıskançlığını bir kenara bırakarak ayağa kalktı.


Oğlu "Hiiih. Ama baba bacakların acır." derken karısı onaylamaz bakışlarla kendisine bakıyordu.


"Hiç öyle bakma Çilek Kız'ım. Sedyeyle buradan çıkacağımı düşünmüyorsun sanırım? Beni ancak..." diyen Yiğit cümlesini tamamlamamıştı.


Beni ancak ölürsem sedye ile çıkartabilirler.


Kocasının kararlılığını bilen Dilek itiraz etmeyi gereksiz görürken oğlunun elini tuttu. Salih Ege de Yiğit'in omzunun altına geçmiş yürümesine yardımcı oluyordu.


"Bugünü hayatım boyunca unutmayacağım Salih Ege Aslan. Bizi kurtarmanın minnetini ömrümün sonuna kadar ruhumda taşıyacağım."


"Biliyorum. Ailemi kurtardığın günden beri ben de aynı minneti ruhumda taşıyorum Yiğit Kılıç." dedi Salih Ege gülümseyerek can yoldaşına bakarken.


"Teşekkür ederim Kardeşim."


"Asıl ben teşekkür ederim abi. Sen o gün beni ve ailemi kurtarmasaydın bugün seni ve aileni kurtarabilecek bir ben olamayacaktı."


🐺


"Saat çok geç. Hilal uyuyordur değil mi?" diye sordu Burak bilmem kaçıncı kez.


"İstersen uyandırabilirsin." dedi Salih bu diyaloğun kaç kez yaşandığını artık sayamayarak.


"Ama Hilal uykusunu çok seviyor. Uyandırmayayım uyusun." dedi Burak tek istediği Hilal'e sımsıkı sarılmak iken.


Babası ve annesi ağladığında üzülüyor diye çok ağlayamamıştı Burak. Halbuki kalbinde hâlâ akmak isteyen gözyaşları vardı.


Kaldıkları lojmanın kapısından içeriye sessizce girdiklerinde Melek hızla salona çıkarak onları karşıladı.


"Ege'm?" diyen kadının gözleri hiç de iyi gözükmeyen Burak'ın üzerindeydi.


"Meleğim ayakta mıydın sen?"


"Hilal biraz ateşlenmişti de..."


"Ne? İyi mi?" diye sordu Salih Ege telaşla.


Aynı anda Burak da üzgün bir sesle "Hilal hasta mı?" diye sormuştu.


Melek kızı için aynı derecede endişelenen ikiliye bakarak tebessüm etti.


"İlaç verdim. Ateşi düştü şu an." diyen kadın neler olduğunu deli gibi merak ediyordu.


Ege'nin gözlerindeki hüzün ve korku, Burak'ın gözlerindeki şok ve korkunun nedeni ne olabilirdi?


"Hadi geçin içeriye. Kapıda kaldınız."


Montunu çıkartan Burak önden geçerken Melek kocasını kolundan tutarak durdurdu.


"Neler oluyor?"


"Hiç sorma Meleğim. Bugün çok büyük bir felaketten döndük." diye fısıldadı Ege sesindeki acıyla.


Karısına sonra anlatacağım diyen adam çocuğun peşinden oturma odasına geçti. Bakışları odada dolaşan Burak ayağını sallayarak koltukta oturuyordu. Onun ağlamamak için verdiği çabayı fark eden Salih şefkatle gülümsedi.


"Burak? Hadi Hilal'in yanına git."


"Hastaymış ama." diyen Burak boğazındaki düğümü hissetmişti.


"Olsun. Hadi gel. Bak şu odada uyuyor."


Yeşil gözleri kızaran çocuk bu teklifi daha fazla reddedememişti.


Küçük Kız'a sımsıkı sarılarak ağlamak istiyordu.


Titreyen bacaklarıyla ayağa kalkan çocuk yavaş adımlarla odaya yürürken Melek şaşkınca kocasına baktı.


'Ne olmuştu da Ege böyle bir teklifte bulunmuş, çocuk reddetmesine rağmen ısrar etmişti?'


Yaşananların ağırlığını kalbinde hisseden Ege çocuk odadan çıkar çıkmaz karısına bakarak çaresizce fısıldamıştı.


"Az daha geç kalıyordum Gül Kokulum. Az daha geç kalıyordum."


🦋


"Hilaaal."


Burak'ın sesini duyan Küçük Kız gülümseyerek gözlerini açtı. Yatağının kenarında Burak oturuyordu.


"Aaa rüyama mı geldin Burak? Sana çok yakında uyuyorum ama yanına gelemiyorum. Babama söz verdim çünkü. Öyle olması gerekiyormuş. Ben gelemiyorum diye sen mi geldin?"


Hilal'in şakıyan cümlelerini duyan Burak hıçkırıklara boğulmamak için dudaklarını ısırdı.


Onun gözünden düşen birkaç damla yaşı gören Hilal kaşlarını çatarak yatağına oturdu.


"Ama neden ağlıyorsun ki?" diyen kız elini çocuğun yüzüne götürerek düşen gözyaşlarına dokunmuştu.


Bu temas çocuğun dudaklarından sesli bir hıçkırığın dökülmesine neden olmuştu.


Burak'ın ağlamasıyla anında gözleri dolan Hilal sesi titreyerek sordu.


"Sen gerçeksin değil mi? Ama neden ağlıyorsun ki?"


Burak, mavi kelebekli pijamaları ve örülü saçlarıyla karşısında duran ela gözlü kıza bir anda sarıldı.


"Hilaaaaal." diye inleyen çocuk hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.


Ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmayan Hilal de gözlerinden yaşlar düşerken çocuğa sımsıkı sarıldı.


"Çok kötü şeyler oldu Hilal. Çok kötü şeyler oldu. Çok çok kötüydü. Ben çok korktum." diye fısıldadı Burak ağlayışları arasında.


Ne yapacağını ya da ne söylemesi gerektiğini bilemeyen Hilal, çocuğun sırtını okşayarak onu teselli etmeye çalıştı.


Ağlayarak içindeki korkuyu dışarıya vuran Burak bir süre sonra sakinleşmiş bir şekilde geriye çekildi.


Kıza baktığında kendisini kıpkırmızı bir burun ve kızarmış elalar karşılamıştı.


"Sen neden ağladın?" diye sordu Burak şaşkınca.


"Çünkü sen ağlıyordun." dedi Hilal sesindeki üzüntüyle.


"Ben ağlıyorum diye mi ağladın?" diyerek gülen Burak kızın yüzündeki gözyaşı izlerini silmeye başlamıştı.


Aynı şekilde çocuğun yüzündeki gözyaşlarını silen Hilal başını aşağı yukarı sallayarak onu onayladı.


"Sen neden ağladın?"


Soruyu duyan Burak başını hafifçe öne eğerek fısıldadı.


"Kötü şeyler oldu."


"Ne oldu?"


Aklına yaralı babası, kan, silah ve cansız bedenler gelen Burak gözlerindeki korkuyla kıza gülümsemeye çalıştı.


"Sonra anlatırım."


"Sabah mı?"


"Cık. Sen büyüyünce."


"Olan kötü şeyler büyüklerin bilmesi gereken şeyler mi?" diye sordu Hilal olayı bağdaştırarak.


"Evet." diye fısıldadı Burak sesindeki acıyla.


"Ama sen de küçüksün ki. Sen neden biliyorsun?" diye mırıldandı Hilal sesindeki üzüntüyle.


"Öyle oldu işte." dedi Burak kısık bir sesle.


"Sen de bilme." dedi Hilal çocuğun ellerini tutarak.


Onun saf bir çocuklukla kurduğu cümle karşısında Burak tebessüm etmişti.


"Olur. Ben de bilmem Küçük Kelebek."


Duyduğu hitapla dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Hilal üstündeki pijamalarına baktıktan sonra kızarık yeşil gözlere döndü.


"Ben kelebekleri çok seviyorum biliyor musun?"


Küçük Kız'ın hevesli bakan elaları saatler önce kalbine yerleşen karanlık korkuyu alıp taa uzaklara götürürken o elalarda kaybolmak isteyen Burak sessiz bir şekilde mırıldandı.


"Sanırım ben de çok seviyorum."


Yeşil gözlü çocuğun değişik bakışları karşısında kalp atışları güm güm çarpan kız, bu güm gümleri severken kocaman gülümsedi.


"Hani bana Küçük Kız deyince sana kızıyorum ya... Az önce Küçük Kelebek dediğinde hiç kızmadım. Hatta çok çok sevindim. Bundan sonra bana Kelebek desene."


"Kelebek demem Küçük Kelebek derim." dedi Burak sırf kızı sinir etmek için.


Gözlerini kısan Hilal kollarını bağdaştırarak çocuğa baktı.


"İyi ben de sana Küçük Alfa diyeceğim."


Bu hitap karşısında birkaç saniyeliğine saatler önceye giden Burak anda kalarak kıza baktı.


"Ben senden büyüğüm. Bana Küçük Alfa diyemezsin."


"Derim işte. Küçük Alfa, Küçük Alfa, Küçük Alfa..."


"Tamam o zaman anlaşma yapalım. Ben sana Kelebek diyeceğim ama sen de bana sadece Alfa diyeceksin."


"Olur. Anlaştık." diyen Hilal büyük bir mutlulukla elini uzattı.


Kızın elini tutan Burak aşağı yukarı sallarken bu anlaşmanın sonunun çok farklı yerlere çıkacağını hissetmişti.


"Uyuyalım mı?" diye sordu Hilal yatağın bir kenarına kayarak.


Uykusuzluktan ve ağlamaktan gözleri yanan çocuk bu teklifi reddetmemişti.


Hilal'in yanına yattığında küçük kız elini başının altına koyarak ona gülümsemişti.


"Bugün ne oldu bilmiyorum ama ben hep buradayım Burak. Seni hep hep hep güldürürüm. Bir daha ağlama. Sen ağlayınca benim de hemen ağlayasım geliyor. Biz hep gülelim tamam mı Alfa?"


"Tamam Kelebek." diyerek gülen Burak saniyeler sonra uykuya dalan küçük kızı izlemeye başladı.


Onu izlerken aklına babasının bir sözü gelmişti.


'İnsan en zor anında kime gitmek istiyorsa, kime koşuyorsa ona aittir. Onu o zor andan çıkartıp güldüren kişiye...' demişti Yiğit Kılıç.


Burak için o kişi karşısında duran kelebek pijamalı kızdı. Bugün de oydu yarın da o olacaktı.


Burak Kılıç her zaman o ela gözlere koşacaktı.


Her zaman...


🌼 Şimdiki Zaman (Kütüphane)


"Her zaman." diye fısıldadı Burak gözlerindeki yaşlarla.


"Her zaman." diye karşılık verdi ela gözlerin sahibi söz verircesine.


İkili, ruhlarındaki onlarca hisle birbirlerinin kollarının arasında durdular.


Bir süre sonra Hilal sessizce sordu.


"Seni o günden kurtaran kişi babam mıydı?"


"Evet. İlk başlarda dayım kurtarıyordu. Sonra... Ne zaman değişti bilmiyorum. Belki ona ilk 'Baba' dediğim gündü, belki beni kabuslarımdan uyandırıp teselli ettiği gecelerden birindeydi, belki de bana yarasını (hikayesini) anlattığı gündü. Ne zaman bilmiyorum ama bir yerden sonra o dolaptan beni çıkartan kişi Salih Aslan'ın bizzat kendisi olmaya başlamıştı."


"Peki ona bunu hiç söyledin mi?"


"Bizzat değil ama imalarda bulunduğum ya da keşke diyerek söylemişliğim oldu."


"Her şey böyle olsaydı ne güzel olurdu." diye mırıldanan Hilal uykusunun geldiğini hissederek esnemişti.


Onun bu haline bakan Burak alayla takıldı.


"Uykun mu geldi Küçük Kız?"


"Kaşınıyorsun bak. Pençelerim seni!"


"Ahh en bir sevdiğim." diyerek gülen Burak uzandığı koltukta doğruldu.


"Saat neredeyse 1 olacak. Hadi kalkalım Kelebeğim."


"Önce dilek hakkımın yarasını öpeceğim." diyen genç kız sevgilisinin kolundaki yaralarını açmaya başlamıştı.


Burak, yaralarını tek tek iyileştiren sevdiğine bakarken huzurlu bir nefes aldı.


"İyi ki hayatımdasın İyi Ki'm. İyi ki..."


Birkaç Gün Sonra


Sonunda dikişleri alınan Hilal dünyadaki en mutlu insan ödülüne kesinlikle aday gösterilmeliydi.


"Şuna bak şuna. Çok mu mutlusun Küçük Hanım?"


"Valla abiciğim bakıma muhtaç bebek kategorisinden azad edildiğim için tabii ki mutluyum." diyen Hilal gergin gözüken abisine soru dolu gözlerle baktı.


"Bir şey mi oldu abi? Geldiğinden beri bir garipsin."


Soru üzerine Melek'e bir bakış atan Yağız başını iki yana salladı.


"Daha olmadı."


"Bu da ne demek?"


Hilal'in sorusuna eş olarak kapı açılmış içeriye Kadir Alacalı girdi.


"Baba?"


Babasını beklemeyen Hilal içeriye giren Kadir'e gözlerindeki mutlulukla bakarken Ege bariz bir memnuniyetsizlikle nefes almıştı.


Gülerek içeriye giren babası odadaki Yağız'ı gördüğünde birkaç saniye donakalmış ve sonrasında tarih tekerrür etti.


Kadir Alacalı hızlı adımlarla Yağız Sancak'ın yanına gitmiş ve yakasına yapıştığı gence sert bir kafa atmıştı.


Hilal, büyük bir şaşkınlıkla önündeki manzaraya bakarken yanındaki sevgilisi alayla mırıldandı.


"Ve karşınızda 'Son Kafa Atıcı Kadir Alacalı."


"Allah aşkına Burak yine neler oluyor?" diyen genç kız babasıyla abisinin bir şeyler konuştuğunu görse de neler konuştuğunu duyamıyordu.


İkili kendi aralarında oldukça ciddi bir şekilde tartışırken içeriye Yağız abisinin annesi Sedef girdi.


"Heh buyur buradan yak. Şimdi ortalık karışacak." diyen Hilal kafa meselesinden dolayı kurduğu cümlenin aslında ne denli doğru olduğundan bihaberdi.


Karşısındaki Yağız'a ciddi anlamda öfkeli olan Kadir onun hafif alaylı cümlesine yanıt vermek üzereydi ki odada çok tanıdığı bir ses yankılandı.


"Kadir?"


Yıllar geçmesine rağmen Sedef'in ağzından ismini her duyduğunda kalbi tekleyen adam, Yağız'ın yakalarını bırakarak şok içinde arkasına döndü.


Aşık olduğu kahverengi gözler büyük bir mutlulukla kendisine bakıyordu.


"Yaşıyorsun!"


🌙


Ben İhtilal'de kısa bölümler yazacaktım 🤦🏼‍♀️🤦🏼‍♀️


Sırf aklımdaki kurgu yetişsin diye yazdım da yazdım mübarek.


Bölüm sonu biraz hızlı geçiştirildi biliyorum. Niyetim gelecek bölümde geçenki gibi Kadir'in ağzında tüm hislerle sahneyi tek tek yazmak. O yüzden böyle oldu 🌼


Ramazan'ın sonuna kadar büyük ihtimal bölüm gelmeyecek ama olur da bölüm yazabilirsem bir sürpriz yaparak atabilirim. Tekrardan Ramazan-ı Şerif'iniz mübarek olsun.


Allah'a emanet olun 😍


B.K.S.


29.415


Loading...
0%