@yasminiesa
|
"Bir de diğer mesele var. Sevdiğin kadın..." dedi Kadir ihtiyatlı davranarak. 'Meleğimin bahsi açılırsa sakin kalabilir miyim?' İşte bu soruyu gerçekten çok merak ediyordu Salih Ege Aslan. Onun kaskatı kesilen bedenine bakan Kadir konuya kendinden girmeye karar verdi. "Maalesef bu konuda da ne hissettiğini çok iyi anlıyorum. Burak hep seninle birbirimize benzediğimizi söylerdi. İkimiz de kan bağımızın olmadığı bir çocuğa babalık yaptığı için böyle söylediğini düşünürdüm. Bir gün 'Şu bahsettiğin meşhur babanı da getir ziyaretime.' dedim. Yüzü düştü 'Babam İstanbul'a gelmiyor.' dedi. Neden soruma ne cevap verdi biliyor musun? 'Senin bile isteye bu parmaklıkların ardında kalmanla aynı nedenden. Gitmemesi gereken birine gidip durduğu için.'. O gün anlamıştım bu benzerliğin asıl nedenini. Burak'ın kastını." Sigarasından bir nefes daha alan Kadir berbat bir sesle devam etti. "Ben seninle empati yapmıyorum Ege. Ben evli bir kadını uzaktan gözetlemenin o a*ına koyduğum boktanlığını biliyorum. O adamın yerinde olmayı delicesine isteyip de olamamanın acısını da, o çocukları sırf sevdiğinin çocuğu diye kendi çocuğunmuş gibi sevmenin hüznünü de biliyorum. Bu yüzden şu an burada seninle bu konuşmayı yapıyorum. Başkası olsa böyle özel bir konuyu zaten yarası var diye açmaz. Ama ben biliyorum. O yaranın yıllar içinde nasıl kabuk bağladını çünkü başka çaresinin olmadığını biliyorum. Sindirmesi ne kadar ağır da olsa 25 yılda bu konuya alıştığını biliyorum. Hele de onu karşında gördüğünde... Alışmayıp/sindirmeyip de ne yapacaksın? 'Üzgünüm. Seni seviyorum ama böyle kabul edemem. Bedenine başkası dokunmuşken olmaz.' mı diyeceksin? Ruhunu sevdiğin kadına bunu yapamazsın. Bu yüzden de benim varlığımı kabulleneceksin. İstesen de istemesen de ben zamanında o kadının hayatının bir parçası oldum. Mecbur kalmış olsam da oldum. Hiçbir şey bu gerçeği değiştirmeyecek." Hiçbir şey bu gerçeği değiştirmeyecek. Biliyordu Ege. En acısıyla biliyordu hem de. O DNA testini gördükten sonra ilk başlarda çok ağrına gitmişti bu durum. Kendi kendine atıp tutmuştu o öfkeyle. 'Bundan sonra bitti.' demişti. Biraz daha sakinleştiğinde her şeyin suçlusu olarak konuşmaya hakkı olmadığını düşünmüştü. Yine de kabullenememişti. İçten içe hep bir 'Acaba'sı vardı. 'Olur da bir gün Melek karşıma çıkarsa, onu kabul edebilir miyim?' diye düşünmüştü içten içte. Ve günün birinde bir operasyonda şahit olduklarıyla aklındaki tüm sorular buhar olup uçmuştu. Şerefsizin biri, askerlerin yakında olduğundan bihaber karısını vurmaya kalkmıştı. İlk kurşunun acemiliğe denk gelip kadının koluna isabet etmesi, kadını ölümden kurtaran şey olmuştu. Kurşun sesini duyan askerler anında sesin geldiği yere gitmiş, adamın etrafını sarmışlardı. Kadının 'Bırakın öldürsün.' çığlıkları eşliğinde adamı eve tıkıp sorular sormaya başlamışlardı. Gerçek, sarsıcı olmuştu... Özellikle Ege için. Kadın birkaç gün önce tecavüze uğramış, kocası da namusunu temizlemek adına karısını öldürmeye kalkmıştı. Adam haklıymışçasına komutanına bakarak 'Siz olsanız siz de aynısını yapardınız.' demişti. Bu duruma daha fazla sessiz kalamayan Fırtına ürkütücü sesiyle sormuştu. 'Tek bir soru soracağım. Karını öldürdükten sonra kendi kafana da sıkacak mıydın?' Bu soru karşısında duraksayan adamın gözleri kendini ele vermişti. Vurmayacaktı! 'Senin olmayan beynini si*eyim.' diyen Salih kendine hakim olamayarak adama saldırmıştı. Salih'in bu tavrına hiç anlam veremeyen diğer askerler onu tutmaya çalışırken adam yumrukların arasında kendini savunmaya(!) çalışmıştı. 'Benim yerimde olsan sen de aynısını yapardın, hiç saldırma. Hiç kimse başkasının dokunduğu karısını kabul etmez.' Bu cümleyle kolu havada kalan Ege, 2 yıldır kendisini kor ateşlerde yakan sorunun cevabını bulmuştu. Dudaklarında acı bir gülümseme belirirken mırıldanmıştı. 'Gerçekten seven bir adamın şartları olmaz.' 'Kenardan atıp tutmak kolay. Bu insanın nasıl canını yakıyor biliyor musun? Seven adam kaldıramaz böyle bir şeyi.' demişti adam dudaklarındaki alaylı gülümsemeyle. 'Sevmek mi? Senin bu yaptığın sevmek mi? Koruyamadığın kadını, öldürmeye çalışmak mı? Yaralarını sarmak yerine canını almak mı? Bu mu sevgi? Bir de neden? Namus ha? Senin sevgini de, seni de, bu bozuk zihniyetini de s*keyim. Canın mı yanıyormuş? Karından daha mı çok yanıyor o canın? O kadının yaşadıklarından daha mı ağrına gidiyor olanlar? Şerefsiz itin tekisin. Attığım yumruğa bile değmezsin. Seni cinayete teşebbüsten içeri attıracağım ve gerekirse mahkemede şahitlik yaparak içeri girmeni sağlayacağım. Namus bahanesi altında sevdiğini söylediğin kişinin canını almak bu dünyadaki en ağır suçlardandır. Sen, karının canını o itin verdiği zarardan daha çok yaktın.' Son cümleyle bir anlığına bakışlarından pişmanlık geçen adam sesini güçlü çıkarmaya çalışarak konuştu. 'Sen bana böyle bir şeyi söyleyemezsin. Ben de mağdurum burada..' 'Ne mağdur ama? Eli silahlı mağdur... Beynini yerine geri tak da söylediğimi düşün. O it 40 kat yabancı o*ospu çocuğunun tekiydi, sen ise onun tüm hayatı olan sevdiği adam. Hanginiz daha çok canını yakmıştır. Bir düşün.' diyen Ege adamın omzunu sertçe sıktıktan sonra harabe binadan çıktı. Ekip arkadaşları 2 yıldır ilk defa bu kadar uzun konuştuğunu gördükleri Fırtına'nın arkasından bakarken, komutanları Cevat'ın dudaklarında buruk bir tebessüm belirmişti. Salih sonunda bazı sorularının cevabını bulmuştu. Sorunun kendisi gibi cevabı da çok acı olsa da... Bulmuştu. Aklına gelen anıyla gözlerini gökyüzüne sabitleyen Ege bu dobra adama hak ettiği karşılığı verdi. "Gerçekten ne kadar da boktan bir durum. Yani dünyada onca insan varken beni gerçekten de anlayan kişi sensin." "Di'mi? O adam." diye kendi kendine mırıldanan Kadir acı bir şekilde devam etti. "Biliyor musun bu durumu sindirebileceğimi zannetmiyorum. Yıllarca yanımda yatan karımın başka bir adam için döktüğü gözyaşlarını sindirdim ancak 'O Adam' olduğum gerçeğini asla sindiremeyeceğim. Bu hikayenin Aykut Kıran'ı..." Dünya üzerindeki en nefret ettiği adamın adını büyük bir nefretle söyleyen Kadir, boğulmak istercesine sigarasından bir nefes çekti. "Senin gelmen tüm hikayeyi alt üst etti Ege. Senden önce çocuğuyla ortada kalmış, aşktan yaralı bir kadına yardım eli uzatan biriydim ben. Eski kocası onu çok kötü bir şekilde terk etmiş şerefsizin tekiydi, belki de kızına baba olmayı bile hak etmiyordu. Bu yüzden de çaldığım pozisyon için vicdanımı susturabiliyordum. Sedef'i uzaktan izlediğim her an istemesem de aklımın bir köşesinde beliriyordun. 'Acaba o da seni Melek'le görüp böyle hissediyor mudur?' diyordum bilinçsizce. Sonra senin hakkında söylenenler geliyordu aklıma, bu saçma düşünceyi bir kenara atıyordum. Ben kötü bir şey yapmamıştım. Bu hayatta hiç kimse yaşadığımı yaşamamalıydı. Ben asla bunu yaşatan konumunda olamazdım. S*keyim böyle işi." Acıyla gülen Kadir sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapattı. Yanındaki adama bakan Ege, aşık olduğu kadının eski kocasına hissetmesi gereken olumsuz duyguları hissetmediğini fark ederek kendi kendine güldü. Bu gerçekten de çok saçmaydı. Kadir'in onu anladığı gibi o da Kadir'i çok iyi anlıyordu ve bu gerçekten de çok saçma, garip, s*kilesi bir durumdu. Ellerini ceplerine sokarak önündeki denize bakan Ege, içinden gelenleri söylemeye karar verdi. Madem Kadir bu denli dürüst davranıyordu, o da bunu yapacaktı. "Yalanı yok. Resminizi ilk gördüğümde tek yapmak istediğim seni boğazlamaktı. Çıldırmıştım ancak hayat bana duygularımı yaşamam konusunda asla yeterli zamanı vermedi. Ben Meleğimin başkasıyla evlendiğini kaldıramamışken hamile olduğunu öğrenerek afalladım. Sonrasında... Pek de hoş şeyler olmadı ve sonunda DNA raporunu görüp bu şehri terk ettim." "Bak işte bunu asla anlamayacağım. Ege sen mal mısın? Ulan tamam o kağıt parçası ayan beyan karşındaydı ama karına hiç mi güvenmedin? O kadının sevgisine hiç mi inanmadın?" "Kalbinin üzerinde kurşun yarası olan adam mı söylüyor bunu?" Karşılaştığı saldırıyla sakinleşmeye çalışan Kadir soğuk bir sesle konuştu. "Siz ikiniz... Karşındakini vurmayı gerçekten de çok iyi beceriyorsunuz. Melek ile hastaneyi nasıl başınıza yıkmadınız?" "Hilal için. Aramızda ciddi bir kavga çıksa, ikimizi de direkt morga kaldırmaları gerekir." Ege'ye bir bakış atan Kadir sessizce sordu. "O yaranın hikayesini nasıl biliyor olabilirsin?" "Seni araştırırken askerde vurulduğunu öğrenmiştim. Kıran'la olan savaşın dillere destandı. Onun da tüm soyunu sopunu araştırdım bu yüzden. Olası herhangi bir tehlikede ben olmasam da tek bir emrimle olaya müdahale edilirdi. O zamanlar tarihlerin aynı olmasını anlamlandıramamıştım. Gerçeği öğrendikten sonra Burak'ın anlattıkları geldi aklıma. Bana da sürekli benziyorsunuz diyordu. Hilal de aynı şeyleri diyordu, geçmişte hayatında biri olduğunu söylemişti. İkiyle ikiyi topladım. Bir tahmin yapmam gerekirse haberi aldın, bile isteye o operasyona gittin ve vuruldun." Salih Ege'nin pazara gittin elma aldın rahatlığındaki ses tonunu duyan Kadir ona yandan bir bakış attıktan sonra sigarasını yere atıp ayağıyla söndürdü. "Çok yaşadın anlaşılan. Senin de şansın benim gibiymiş ki karşımdasın... Hikayenin özeti; önce mektuplar azaldı, en sonunda da onun el yazısının olduğu Kadir'e adlı bir davetiye geldi. Bilerek yapılmış gibi postacı tam da düğünün olduğu gece vardiyasında getirdi postayı. O an askeriyeden kaçsam bile sabaha anca İstanbul'a varırdım ki... Böyle bir kazıktan sonra gitsem ne olurdu? Bir süre öyle elimde davetiye kalakaldım. Sonra nefes alamadığımı fark ettim ki nefes almak için artık hiçbir sebebim yoktu. O an içimde bir şeyler öldü. Dedim neden gerçekten ölmeyeyim. O psikolojiyle gittim gizlice silah odasına, silahlardan birini alıp doldurdum, şakağıma dayadım. O tetiğe basmak üzereydim ki konuşma seslerini duydum. Biri silah odasının görevlisine aitti. Yakında düğünü olacak temiz bir asker. Tek isteği tezkeresini alıp sevdiğinin yanına dönmek. Benim intiharım hem onun ayağına hem de çok saygı duyduğum komutanıma yazardı. Kapı açılırken telaşla silahı şakağımdan çektim. Orada olmazdı, o silahlardan biriyle olmazdı. Şanslı günümdeymişim(!). Benim operasyon haberiyle odaya erken damladığımı düşündüler. Operasyonda da bir güzel vuruldum. O gece tek ruhen değil gerçekten de ölmüştüm ama doktorlar yine mükemmel(!) şansımdan pay biçtiler ve kurşunun milimle kalbime denk gelmesinden kurtulduğumu söylediler." "Başka vukuatın olmamış." dedi Ege soru dolu gözlerle. "Olmadı değil olamadı. Balıkesirli bir abim vardı. Severdim onu. O da benim gibi bir şeyler çizerdi sürekli. O günden sonra her operasyonda gözü üstümdeydi. 'Yiyorsa bir daha aynısını yap. Sen kurşunun üstüne, ben senin üstüne.' demişti. Hiçbir şey yapamadım bu yüzden. O abim vurulduğum gün yanımdaydı. Raporunu verirken beni korumuş ama bariz kurşunu göğüslediğimi görmüştü. 'Oğlum ellerimin altında kanlar içinde yatıyordun ama dudaklarında gülümseme vardı!' dedi ben uyandığımda. Sesinde korku, öfke, endişe ne ararsan var. Bana mantıklı bir açıklama yapmamı, yapmazsam komutanlara gerçekleri anlatacağını ve tedavi aldırtacağını söyledi. Mecbur anlattım. 'Bir kadın için değer mi oğlum? Unutursun bir gün.' dedi. O diyaloğu çok net hatırlıyorum. Çaresiz bir şekilde 'Unutur muyum gerçekten?' diye sormuştum. 'Unutursun. Bir gün gelecek unutacaksın.' demişti." Acı bir şekilde gülümseyen Kadir yanındaki adama baktı. "32 yıl olacak. O gün ne zaman gelecek Ege?" Soruyu duyan Ege başını hafifçe iki yana salladıktan sonra sessiz kaldı. Asla gelmeyecekti. "Misilleme yaptığın konuya geri dönersek... Sedef ile 3 yıl boyunca beraberdik. Bu beraberliğin son yılı resmi bir adını koyduk, öncesi daha çok iki arkadaş gibi olsak da ikimiz de birbimizden hoşlanıyorduk, yani ben öyle zannediyordum. Neyse işte elimde avucumda hiçbir birikim yokken ona açılmaya cesaret edememiştim. Babamı, soyadımı reddetmiştim ve beş parasızdım. Sedef'in babası da tam bir paragözdü. Aramızda bir şey olsa ve mahalleli bizi görse bana kızını asla vermezdi hatta okunmasının önüne bile bir engel çıkarabilirdi. Bu yüzden ben de iki yıl boyunca okulumun haricinde çifte vardiyalı işlerde çalıştım, yemedim içmedim para biriktirdim. Sonunda Sedef'in karşısına çıktım, açıldım. Bizimkisi sizinki gibi 6 aylık bir ilişki değildi ancak o koskoca 3 yıl, sizin 6 aylık ilişkinizin yanına bile yaklaşamazdı. Elini bile utanarak çekinerek tutardım. Adam akıllı temasımızın olduğu tek anlar, kendini ve kardeşini o it babasından korusun diye verdiğim savunma dersleriydi. Ehh hal böyle olunca tezkeremi alıp da İstanbul'a geldiğimde, dayanmak üzere olduğum evin kapısında gördüğüm hamile kadının çocuğunun benden olma ihtimali sıfırdı." Ege şok dolu bakışlarını Kadir'e çevirirken adam hüsran dolu bir acıyla güldü. "Keşke seni bu kadar iyi anlamasaydım. Şimdi neden 'O adam' konumumdan bu kadar nefret ettiğimi anlıyor musun?.. Sen anlıyorsun, ben anlıyorum. İlişkimiz gayet sağlıklı gidiyor ne de güzel. Fakat ben her konuda seni anlasam da iki konuda asla anlayamayacağım. O DNA sonucunun gerçek olduğuna inanmanı ve karını boşarken söylediğin o iğrenç sözleri..." Duyduğu son cümle Ege'nin ruh halindeki ılımanlığı buz gibi yapmıştı. 'Kadir bunu nasıl bilebilirdi? Melek anlatmış mıydı yani?' "Sakin ol! O anlatmadı, yani o anlattı ama beni sarhoş zannediyordu. Gerçi sarhoştum da." Adamın anlamsız cümlesiyle soru dolu gözlerini ona çeviren Ege, Kadir'in anlattıklarını dinlemeye başladı. "Asker olan senin ölmek için gittiğin operasyonların varmış ancak görsel sanatlar okuyan benim boya ve tuvalden başka bir şeyim yoktu. Aslında onlara sığınabilseydim her şey başka olabilirdi ancak renkleri ölen bir insan resim yapamıyor. Acımı dindirme umuduyla küçük atölyeme gidip de önüme aldığım tuvale onu çizdiğimi fark ettiğimde, tüm boyalarımı yerle yeksan ettim, önceden çizdiğim tüm resimlerimle birlikte tuvallerimin hepsini önce yırttım, sonra da yaktım. Öfkem tüm bunlarla azalmak yerine arttı. Daha doğrusu artan acımdı ama bunu kabullenmeye yüreğim yemiyordu. Bu yüzden de hayatımın en aptalca kararını aldım. Benzemek istemediğim adamın yaptığını yaptım ve kendimi alkole verdim. Kemal Alacalı yüzünden alkolden nefret ederdim. İçip içip eve gelip bana çok sarmışlığı hatta beni dövmeye çalışmışlığı vardı. Böyle bir aptallık yapmamam gerektiğini biliyordum ancak kafam o kadar bozuktu ki canım o kadar yanıyordu ki gittim bir bara, önümü bile göremeyecek kadar çok içtim, sonra da bardan bulduğum bir kızla... Yattım." Son cümleyi sessizce söyleyen Kadir iç geçirdi. "Sabah uyandığımda yanımdaki kadını görünce ben... Yaptığımı fark ettiğimde bir inşaatın tepesinde buldum kendimi. Bu s*ktiğimin dünyasından gitmek istiyordum. Sevdiğimi kaybetmekle kalmamış içimdeki saf aşkı da kaybetmiştim artık. Çok yorgundum. Yaşamak için hiçbir sebebim yoktu. Kendimi atmaya kararlıydım ancak çevredekiler rahat bırakmadı. Tam atlayacağım karşı binadan genç bir kız çığlık attı 'Biri intihar ediyor.' diye bağırdı. Valla millet öyle bir hızla toplandı ki ne olduğunu anlamadım. Aşağıdan yaşlı teyzeler bağırıyor 'Oğlum yapma, etme.' diye. Karşımdaki o 17 yaşlarındaki kız korku dolu gözlerle bana bakıyor 'Abi dur falan.'. En sonunda yanıma biri geldi beni ikna etmeye. Adam, yaşama umutla bakmaktan falan bahsederken yaklaşan polis arabalarını gördüm. İşin içine polis karıştığı gibi hem Kemal Alacalı'ya haber giderdi hem de kesin magazine düşerdim. Bu kozu onlara vermeyi gururuma yediremedim. Hayatımı s*kmişlerdi ve bunun zevkini yaşamalarını istemedim. Kalktım, çektim gittim. Bütün gün başıboş oradan oraya dolaştım durdum. Gideceğim bir yerim yoktu. Atölyeme gidemezdim çünkü onunla orada çok vakit geçirmiştim. Hem hayallerim vardı orada, üzerine toprak attığım hayallerim. Ev desen... Onunla aynı binada kalıyorduk. O sokaklar hep bizden iz taşıyordu ve babasına gelirse karşılaşma ihtimalimiz vardı. Onu görürsem sinirlerime hakim olamazdım. Bu cümlenin tercümesi 'Canım çok yanardı.'. Sen bunu biliyorsun zaten, tercüme etmiyorum o yüzden. Bu yüzden yine geç saatlerde girdim bir bara. Bu sefer aptallık ya da hata demeyeceğim. Bir insan aynı şeyi ikinci kez yapınca yanlış olur. O gecenin sonu da yine bilmediğim bir yerde, yanımda yatan tanımadığım bir kadınla bitti." Tüm zerresinden pişmanlık akan adam berbat sesiyle devam etti. "Senle beni ayıran tek şey bu olsa gerek. Sen sevdiğinden başkasına yan gözle bile bakmamışsındır. Ben ise... Defalarca aldattım. İçimdeki sevgiyi kirleterek sevdiğimi unutmaya çalıştım. O zamanlar çok kötüydüm. Belki şartlar farklı olsaydı ben de böyle aptalca bir şey yapamazdım ama asla yaşayamayacaklarım çok sert çarpmıştı. Kendimi bitiriyordum ve buna sebep olduğu için ona olan öfkem daha çok arttı. Artık kendime karşı olan öfkem de ona olan öfkemin yanında yerini alıyordu. Bu durum ne kadar devam etti hatırlamıyorum. Onunla kurduğum hayaller için biriktirdiğim tüm parayı içkiye veriyordum, bazen de koluma taktığım bir kadınla birlikte bir motele... Haricinde aklım yerindeyse kalacak güvenli bir mekana gidiyordum; aklım yerinde değilse de bulunduğum barın arka sokağında, beni kapı dışarı ettikleri yerde sızıp kalıyordum. Leş bir alkolik olup çıkmıştım. " Derin bir nefes alan Kadir ellerini ceplerine soktuktan sonra olumsuz bir şekilde başını iki yana salladı. "Fazla geriden aldım. Neyse nasıl bir ruh halimde olduğumu görmüş ol. İşte ben böyle kelimenin tam anlamıyla sokaklarda sürterken bir gün babamın adamları sarhoş beni apar topar arabaya tıktılar, eve getirdiler. Bu kısmı hatırlamıyorum bile. Sabah uyandığımda kendimi odamda buldum. Kürkçü dükkanına dönmeyi asla istemiyordum bu yüzden de apar topar ayaklandım. Kemal Alacalı gitmeden önce bana yapmaktan asla bıkmadığı teklifini yaptı. 'Şirketin başına geç!' Ben de her zamanki 'Asla! Senin malını da seni de istemiyorum.' cevabımı verdim ve sokaklara geri döndüm. 3-4 hafta sonra 'Yeni baba olan Kıran Holding'in varisi Aykut Kıran, varislikten çıkarak şirketi devraldı.' haberi çıktı ortaya. Şirketi alır almaz bir ihaleye atılmış ve ihalede bizim şirket de vardı. Yeni baba olan sözü kalbimin üzerindeki yara izini sızlatırken, kürkçü dükkanına gönüllü döndüm. Kıran Holding'i ve Aykut Kıran'ı en dibe gönderecektim. Kemal Alacalı bu işten gayet memnun, tüm şirket kararlarını bana bıraktı. Özel bir online programla bana dersler aldırdı, yıllardır yanında çalışan tecrübeli adamını benim emrime verdi. İntikam isteğim ve öfkem o kadar yoğundu ki yemedim, içmedim, uyumadım tüm o nefret ettiğim şirket işleyişini öğrendim ve yanımdaki tecrübeli adam sayesinde ihaleyi kazandım. Bu ihale benim manşetlere düşmeme neden oldu. Kemal Alacalı'yı görmen lazım. Bir gururlu bir gururlu. Gururu kısa sürdü ama. Çünkü oğlu bar köşelerindeki sefil hayatını buraya da taşımıştı. Fakat zengin olunca insanlar yaptıklarıma playboyluk dediler, sıraya girdiler. İnsanlar gerçekten garip anlamıyorum... Ben desen, aklımı kaybedeli çok olmuştu. Her gün magazin köşelerinde farklı bir kadınla malzeme oluyordum. Büyük bir kısmı abartı olsa da doğruluğu olan haber de oldu. Yüzündeki ekşimiş ifadeye bakılırsa beni araştırırken bu iç açıcı(!) geçmişimi de öğrenmişsin." "Gördüm de... Klasik zengin p*çliği demiştim." Duyduğu dürüst cümle karşısında Kadir istemsizce gülümsedi. "Eyvallah yaa. Maalesef benimki aptallığın en geniş haliydi. Bunları ayık kafayla bu kadar yalın anlattığım tek kişisin. İçtiğim birkaç sefer Melek'e anlatmıştım ama o zamanlar aramızda hiçbir şey yoktu. Bu yüzden de çok üstten bahsetmiştim. Haricinde kimseye dile getirmedim. Seher annem ya da Hilal bu berbat geçmişimi bir gün öğrenir diye ödüm kopuyor." "Sed..." Adamın söyleyeceğini tahmin eden Kadir uyarıcı bir sesle "Ege!" diye çıkıştı. "Bir şey demedim, tamam." Bir süre sesiz kalan Kadir nefret ettiği o günleri anlatmaya devam etti. "Aradan yıllar geçti. İhaleleri kazandıkça, Kıran'ı çıldırttıkça o eski halim biraz daha duruldu. İçiyordum doğru ama sadece bununla sınırlı kalıyordu. Artık bir kadına göz ucuyla bile bakmıyordum. İntikam almaya kalkmamın en iyi yanı bu oldu sanırım, az da olsa aklım başıma gelmişti. Ama ne derler bilirsin. Adı çıkmış dokuza inmez sekize. Yanımdan geçen bir kadın görseler haber yapıyorlardı. Zengin kocacılar da çevremi sarmıştı iyice. Hal böyle olunca benim bu hovardalığım artık şirketten daha fazla konuşulmaya başlanmıştı. Babam günün birinde birinin çıkarak 'Ben hamileyim.' demesinden ve mirasına çullanmasından korkuyordu. 'Artık sadece sabaha kadar saçma sapan kişilerle içiyorum, o haberler yalan. Merak etme olmaz öyle bir şey.' diyerek içini ferahlatmadığım için de sürekli kadınları, gece hayatını ve içmeyi bırakmamı söylüyordu. Tabii ki de onu takmadım, o da misilleme olarak gittikçe şirketteki işlerimi engellemeye ve kısıtlamaya başladı. Evleneceksin baskıları arttı. Evlenip çoluk çocuk sahibi olacakmışım. Ulan benim kalbim acıyordu bir de acıma tutup birini mi ortak edecektim? Kimseyi yazık etmeye ne isteğimi ne de hakkım vardı. Hele de bahsettiği çocuk olayına kıçımla gülüyordum. Bana babalığı mı öğretmişti de benden birine baba olmamı bekliyordu?" Öfkeyle bunları söyleyen Kadir'in dudaklarında yumuşak bir gülümseme belirdi. "Garip ama oldum. Hem de kanımdan bile olmayan bir çocuğa baba oldum." Kadir'in sesindeki sevgiyi duyan Ege yanındaki adama minnet duyduğunu hissetti. Kadir, Hilal'i gerçekten de çok sevmişti, seviyordu. Belki de Ege'nin kendisini en az suçlu hissettiği konu buydu. Evet doğru kızının her ânını kaçırmıştı, onun büyüdüğünü görememişti ancak kızı Kadir'le her ânını dolu dolu yaşamış, çokça sevilmişti. Bu zamanı geriye alamayacak olan Ege'ye yeterdi. Bu hikayede en azından birimiz mutlu yaşadı... Sırf bundan dolayı Melek'in verdiği karara kızamıyordu da Ege. Kızı baba hasretiyle eksik büyümüş olsaydı eğer, şimdiye dek onlarca kez kendisini bu hastanenin tepesinden bırakmıştı. Bir süre sessiz kalan Kadir anlatmaya devam etti. "Kemal Alacalı gün geçtikçe daha fazla önüme set koymaya başladı. Sürekli kavga ediyorduk, bağırışlar çağırışlar havada uçuşuyordu. Bir gün gayet sakin bir şekilde beni aradı. 'Akşama mutlaka eve gel misafirlerimiz var.' dedi. 'Senin misafirlerinle hiç uğraşamam. Arkadaşlarla yeni bir mekan açıldı oraya gideceğiz.' dediğimde bana bir cümle kurdu. O cümleyi duyduğum an hissettiklerimi asla unutmayacağım. 'Benim değil annenin misafirleri. Onun sevdiği bir dostunun yakınları.' Sanırım babamın sesinde ilk defa o gün bir sevgi kırıntısı duymuştum. Hayatımı şöyle bir gözden geçirdim de ilk defa bana karşı 'Anne.' kelimesini kullanmıştı. Genelde beni kapıya bırakmışlar gibi davranırdı. Sarhoş olduğunda annemin adını anardı ama anıları hep ikisine aitti. Babam beni hiçbir zaman kabullenmedi. Annemin beni doğurduktan kısa süre sonra hastalanmasını bana bağladı sanırım, bilmiyorum. Bu misafirlerin annemle alakalı olduğunu duyunca istemsizce evde buldum kendimi, belki dedim 'Belki sadece resimlerinden hatırladığım, kendi kendime anılar kurduğum annemi anlatırlar bana.' Meğer annemi şahsen tanımıyorlarmış. Melek'in amcasının eşi ile annem çocukluk arkadaşıymış ancak annem gibi o da erkenden vefat etmiş. Umduğumu bulamayınca bozulmuştum ki annem, Seher annem, 'Taa nerelerden selam getirdim ona. Yarın beni annenin mezarına götür de selamımı ileteyim Kadir oğlum.' dedi. Oğlum hitabıyla afallarken, isteğiyle donakalmıştım. Ben yaptıklarımdan sonra annemin mezarına gitmeye utanır olmuştum, bu yüzden de gitmiyordum. Şoför götürsün diye geveledim ancak kararı kesindi. Mezarlığa gittiğimizde ada numarasını yerini falan söyledim inmedim arabadan. Hiçbir şey demedi gitti geldi sonra 'Hadi sen de anneni ziyaret et. Ben otururum arabada hatta bak örgümü de atmıştım çantaya. Git de geniş geniş ziyaret et. Ben de örgü örerim o arada.' dedi. Ben bocaladım bir süre. Döndü bana baktı böyle tam ruhuma. Bilirsin onun o bakışını. Ben her şeyi görüyorum der gibi. Daha bir önceki akşam tanıştığım kadının bu bakışlarından kaçmak için indim arabadan. Niyetim iki tur atıp geri dönmekti ama yüreğim buna elvermedi. Kendimi annemin mezarında buldum." Sesinin titrediğini hisseden Kadir toparlanmak için duraksarken paketten bir dal daha çıkaran Ege, sigarayı yanındaki adama uzattı. Bu hareket ile dudakları hafifçe iki yana kıvrılan Kadir küçük bir baş hareketiyle teşekkür ederek sigarayı aldı. Çakmağı da alıp sigarasını yakarken yanındaki Ege'nin bu konuda da acısını paylaştığını hissetmişti. Sigarasından bir nefes çektikten sonra anlatmaya devam etti. "Uzun zamandır ayık kafayla o kadar dağılma izni vermemiştim kendime. Çok uzun süre sonunda berbat bir halde döndüm arabaya. Tek kelime etmedi Seher annem. O an annemin misafiri olan bu kadını annemin gönderdiğini düşünmüştüm. Birinin artık kulağımı çekmesi, yaptıklarıma dur demesi gerekiyordu. Sonraki süreç hayatımın en garip dönemlerindendi. Annem ve Melek bizde kalmaya başlamıştı. Melek odasından pek çıkmazdı, karşılaşmıyorduk bu yüzden. Annem ise eve geç geldiğim vakitlerde 'Aç mısın Kadir oğlum? Ne istersin yemek koyayım.' diyordu bana. Günümün nasıl geçtiğini, yorgun olup olmadığımı soruyordu. Bu anlattığım süreç sadece 2 hafta ama o kadar aç olduğum bir sevgiydi ki bu sevgi, daha 4 gün önce tanıştığım kadın 'Dün çok gel geldin sanırım, tıkırtılarını duydum.' diyerek sarhoş bir şekilde eve geldiğimi gördüğünü ima ettiğinde utanmıştım. Hele de hayatımda ilk defa yediğim 'Anne Yemeği' durumu benim tüm dengemi bozmuştu. Bu duruma çok çabuk alışmıştım ve bir gün ev onsuz kaldığında yine yıkılacaktım. Bu yüzden de annemle aramıza mesafe koymaya çalıştım ama bunu beceremedim... Benim yine çenem açıldı. Konu neydi ben deminden beri ne anlatıyorum." diye söylendi Kadir bıkkın bir şekilde. "Yine mi? Hayatın boyunca çenen böyle açılmış mıydı?" Ege'nin sessiz sorusu karşısında Kadir hafif bir alayla güldü. "Kime karşı olacak ki? Ona (Sedef'e) anlatırdım bir zamanlar. Onu kaybettikten yıllar sonra annemle konuşmuşluğum, dertleşmişliğim çok oldu ama onda da hep bir sınır vardı. Ona anlatamayacağım aptallıklarım gibi. Melek ile sahte evliliğimizin başlarında öldüğüm günde ya da annemi kaybettiğim günde içip içip eve giderdim. Eski içişlerim gibi değildi tabii ki. Mantığımı asla kaybetmediğim, sınırımı bildiğim içişler. O yarı sarhoş kafayla çok anlattım Sedef'i ona. Sonra bu da kesildi çünkü o anlatmaya başladı. Sedef'i anlattığım günün ertesinde 'Dün saçma bir şey söylemedim değil mi? Sarhoşken hiçbir şey hatırlamıyorum.' demiştim ve bir süre sonra o da benim yaptığımı yaptı. Kendine bile anlamadıklarını sarhoş bana anlattı. O boşama olayını da bu gecelerden birinde öğrendim işte." "Yalan söylemiştin değil mi? Aslında hatırlıyordun." dedi ona bakan Ege. "Öyle. Yalanım kendimeydi aslında. Hatırlamak istemiyordum anlattıklarımı, bu yüzden de yok sayıyordum. Eskiden çok içtiğim için fazla içmediğim zamanlar söylediklerimi noktası virgülüne kadar hatırlardım. Anlattığım gecenin ertesi günü sızdığım koltukta uyanıp da bir bülbül gibi Melek'e şakıdıklarımı hatırlayınca telaş yaptım. Benim hatırlamam Melek'in bir gün bu konuyu açmasına neden olabilirdi, bu yüzden de hatırlamıyorum dedim. Bu durumun onu anlatmaya teşvik edeceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Hilal'in geceleri sürekli uyandığı bir zaman dilimiydi ve Melek günlerdir uyku uyumuyordu. Onu konuşmaya iten neydi bilmiyorum ama anlatmaya başladığında onu bölmedim. Ben başlatmıştım bu işi ve o nasıl sessizce beni dinlediyse ben de sesimi çıkarmadım. Aslında en başında hatırladığımı söylemeye karar vermiştim ama olabileceklerin senaryosunu şöyle bir aklımdan geçirdim de... Hepsinin sonu 'Seni yalancı.' diyerek Hilal'i ve annemi alıp gitmesiyle sonuçlanıyordu. Bundan çok korktum, bu yüzden de sessiz kaldım." Ege, derin bir nefes aldı. Ne söylemesi gerektiğini gerçekten de bilmiyordu. Yıllarca uzaktan izlediği aile hep mutluydu, hep gülüyordu. Yanındaki adamın daha anlatmaya başlamadığı hikaye ise bambaşkaydı. "Bir yerden girince çıkamıyorum. Şimdi anlatırken daha iyi fark ettim ki Melek'e o anlaşmayı teklif etmemin asıl sebebi ne karnındaki bebekti ne de şirketi ele geçirme isteğimdi. Ben annem gitmesin istiyordum. O gitmezse onun yakınlığına karşılık vermemek için bir sebebim olmazdı, onun oğlum dediği her anda 'O da bir gün gidecek.' diye düşünmezdim." Ege yanındaki adama bir bakış attıktan sonra hüzünle tebessüm etti. Bu çaresizlik tanıdık gelmişti. Saatine bakan Kadir derin bir nefes aldı. "Artık asıl hikayeye bir giriş yapmam gerek ve benim aklıma bu giriş için yalnızca tek bir an geliyor." "Ne?" "İlk video... Videolar" "Hangi videolar?" diye fısıldadı Ege sessiz bir şekilde. "Sana kızını, kızınızı, anlattığı videolar. Benden hep sakladığını düşündü ama videoların varlığını en başından beri biliyordum. İlk videoyu, hamile olduğunu öğrendiği gün çekmişti. Melek'in kaldığı oda benim odamın hemen alt katındaydı. Ben soğuğu sevdiğim için asla camımı kapatmazdım, Melek ise sürekli nefes alma ihtiyacıyla cama çıktığı için.. Sesinin naklen benim odama geldiğini bilseydi eminim ki kapatırdı o camı ama evimize misafir olarak gelen yaralı bir kadını bunaltmak istemediğim için çoğu gece ağlama seslerini duymamak için camımı ben kapattım. Ancak onu baygın görüp hastaneye götürdüğüm o gün, camımı bile isteye açmıştım. Kendine bir zarar verir diye endişelenmiştim." diyen Kadir sessiz bir şekilde devam etti. "Yani bebeğe..." Salih Ege buradan sonrasının canını yakacağının bilinciyle kendine de bir sigara yaktı. Bu sırada Kadir sesindeki hafif hayranlıkla devam etmişti. "Benim Melek için çizdiğim profil, kocası tarafından terk edilmiş ve kocası hakkında tek bir kelime bile duymak istemeyen, bu yüzden de taşıdığı bebeği kabullenmeyecek birisiydi. Onu tanımıyordum. Hakkında bildiğim tek şey isyan dolu acı ağlayışıydı. Onunla adam akıllı muhatap olduğum iki sefer oldu. Birinde dalgınlıkla bir bardak kırmıştı, refleksle yardım etmiştim oydu. Diğeri de bayıldığında onu bulup hastaneye götürmemdi. Seher annem gelene kadar bekleyeyim demiştim ki hemşire gelip 'Tebrikler baba oluyorsunuz.' dedi. Koca bir alayla güldüğümü hatırlıyorum. Hemşireye ikimizin birer yabancı olduğunu ve hamileliğini büyük ihtimal bilmemi istemeyeceğini açıkladım, Melek benim bildiğimden bihaberdi. Dediğim gibi benim ona çizdiğim profile göre Melek kimseye tek kelime etmeden kendisine ihanet eden adamın bebeğini ya aldırırdı ya da düşürürdü(!). Buna kendimi o kadar çok inandırmıştım ki o gece Melek'in ağlayan bir sesle söyledikleriyle afalladım. Sana video çekiyordu. Önce bağırdı çağırdı, bunu yaptığı için kendine inanamadığını bir aptal olduğunu söyledi sonra da hamile olduğunu. 'Bu bebeği doğuracağım. Sen olsan da olmasan da doğuracağım.' derken sesinde duyduğum kararlılık ve sevgi tüylerimi ürpertmişti. Bana göre o daha 19'unda aşık olup evlenmek gibi bir salaklık yapmış ve sonrasında da kocası tarafından terk edilmiş bir çocuktu. Bu yüzden de anne falan olamazdı. Ama yanılmışım, hem de çok yanılmışım. Bebeğinin varlığını öğrendiği anda anne olmuştu Melek. O gün camı kapatıp onu gözyaşlarıyla yalnız bırakırken 'Bu kadının çocuğu için yapamayacağı hiçbir şey olamaz.' diye mırıldanmıştım. Öyle de oldu." Ege'nin öğrendiklerini sindirmesi için bir süre duraksayan Kadir devam etti. "Bu videolar bizim sahte evliliğimiz sürecinde de, evlilik sahtelikten çıktığı süreçte de devam etti. Çoğu gece odadan çıkıp misafir odasına geçer, önüne albümü alarak video çekerdi. Benim uyuduğumu düşündü hep. Sahte evliliğimizin ilk yılında babam bizimle aynı evde kaldığı için aynı odada kalmak zorunda kaldık. Ben koltukta yatardım, Melek yatakta. Geceleri uyumadan önce elini ağzına kapata kapata, ses çıkarmamaya çalışarak ağlardı. O esnada doktor düşük tehlikesi var demiş, annem öyle söylemişti. Acıdım onun o haline, hamileydi bu içine attığı hıçkırıklar bebeğe zarar verebilirdi bu yüzden de 'Doktor herhangi bir olumsuzlukta yanıma gelin demiş. Benim uykum çok ağırdır seslensen bile uyanmam, dürtmen gerekir. Bir şey olursa mutlaka yanıma gelip uyandır beni. Çekinme lütfen.' dedim. Halbuki en ufak bir seste uyanan bir yapım vardı. Melek yıllarca uykumu çok ağır bildi. Gerçeği öğrendiğindeyse zaten aramızdakiler bitmişti." Sigarasından derin bir nefes çeken Ege duyduklarına mı yansın yanındaki adamın bu nazik mertliğine mi şaşırsın bilememişti. "Neyse işte. Melek asla kabul etmez ama videoları bir gün sana gösterme umuduyla değil de seninle konuşma ihtiyacıyla çekiyordu. Hilal liseye başladığı zamanlar Melek ile araları gerçekten de kötüydü. Asker olma isteğinin önüne geçtiği için Hilal annesine çok kırgındı. Melek ise kararında kesin olsa da çok yıpranmıştı. Bu durum o 4 yılda videoları sıklaşmaya başlamasına neden olmuştu. Alışmıştım artık bu duruma. Bir gece yine odadan çıktı. 1 saat oldu hâlâ gelmedi. Uyumaya Hilal'in yanına mı geçti acaba diye merak edip odadan çıktım, Hilal'in yanında değildi. Alt katta, her zaman video çektiği odadan sızan ışığa eşdeğer olarak sesini duydum. 'Bitsin mi artık? Ben gerçekten çok yoruldum. Her şeyden çok yoruldum. Bu videolar bana iyi gelmiyor. Sen Ege Koral bana hiç iyi gelmiyorsun. Senin yüzünden anneliğimi bile yaşayamadım, kızım benden nefret ediyor. Bitsin. Bitti! Bir daha video çekmeyeceğim. Hatta... Tüm hepsini siliyorum. Ağlamaktan konuşamadığım bu saçmalığı da, seni de artık hayatımda barındırmak istemiyorum.' dedi. Garip bir şekilde videoların ilki gibi sonuna da rastlamıştım. O gün o videoların silinmesi benim işime gelirdi. Yatağımdan kalkmasaydım bu âna şahit olmayacaktım bile. Bu yüzden de hiçbir şeye dokunmasam sorun olmazdı. Fakat vicdanım buna izin vermedi. Ege Koral'ın iyi biri olup olmaması benim onun hayatını çaldığım gerçeğini değiştirmiyordu. O yaralı kadının o videoları çekmeye başladığındaki çaresiz kararlılığına şahit olmuşken buna izin veremedim. Misafir odası bahçeye açılıyordu, laptopundaki sil tuşuna basan Melek ağlamak için bahçeye çıkmıştı. Önce direkt işlemi iptal ettim. Sonra da tüm dosyaları şirket işleri için kullandığım yüksek terabaytlı bulut hesabıma gönderdim. Melek içeri girerse diye bilgisayarı orada öylece bırakıp mutfaktan onu gözetlemeye başladım. Ama Melek ne videolar bulutuma aktarılırken ne de tekrardan silme işlemini başlattığımda içeri girdi. O kadını çok ağlarken gördüm ancak bu sefer gerçekten farklıydı. Dediği gibi bitmişti. Melek bitmişti ama. Tamamen tükenmişti." Dişlerini sıkarak ağlama isteğinin önüne geçmeye çalışan Ege'nin ruh halini fark eden Kadir ona bakmadan konuşmaya devam etti. "Videoların birine bile dokunmadım, hepsini bir flasha atıp flashı da değerli eşyaları saklayan bir firmanın kasasına koydum. Şu an Melek'in o flashın varlığından haberi yok. Bu konuşmadan sonra ona yaptığımı itiraf edeceğim ve flashın yerini söyleyeceğim. Eğer sana izletmek isterse alır izletir, istemezse de imha eder. Baştan başlamaya niyetliydim ama gidişat beni sondan başlattı. O günden sonra Melek'le aramızda hiçbir şey olmadı. Bu denli yıkılmış, yitip gitmiş bir kadına yaklaşmayı kaldıramadım, o da herhangi bir şey yapmadı. Hilal'in yanındayken alışkın olduğumuz gibi karı-koca rolü yaptık, o kapalı kapılar ardındaysa aynı yatakta yatan iki yabancı olduk. Bu sırada ben de kendi kendime aşk acısı(!) çekiyordum. Güya Melek'i unutmaya çalışıyordum. Hani seviyordum(!) ya..." Katıksız bir acıyla gülen Kadir kahır dolu bir sesle devam etti. "Hayat bana 'Bak Melek ile birbirimize iyi kötü alışmıştık, seviyordum onu diyorsun ya... Hadi bakalım öyle mi?' dedi ve asla ama asla gerçekleşmemiş olmasını dilediğim o olayı gerçekleştirdi." Salih Ege soru dolu gözleriyle ona dönerken Kadir titreyen sesiyle konuştu. "Sedef'in kızı... Defne vefat etti." Sigarasından son bir nefes çeken Kadir sol gözünden düşen gözyaşını hissettiğinde onu silmedi. Yanındaki adamın söyleyeceği her şeyi en iyi şekliyle anladığını biliyordu. "Benim bütün inkarlarım bitti, gitti. O cenaze günü, gizlice bir ağacın arkasına saklanıp hıçkırıklarla 18 yaşındaki kızının mezarına kapanan ilk aşkımı gördüğümde; onu asla unutamadığımı ve unutamayacağımı kabullendim. Bu kabullenme bana çok ağıra patladı. Tüm ruhumu yaktı yıktı. Tek istediğim yanına gidip ona sımsıkı sarılmaktı ama bunu yapabilecek bir sıfata sahip değildim. Yıllarca ötelediğim öfke de acı da aşk da sertçe çarptı. Gelen darbeleri savuşturamadan öylece kalakaldım." Sigarasını yere atıp söndüren Kadir elini ağrıyan başına götürerek söylendi. "Gerçekten baştan başlamam gereken hikayeye nasıl sondan girdim bilemiyorum." "Sanırım böylesi daha iyi oldu. Sonunu bilerek baştan dinlemem." diye mırıldandı Salih Ege kısık bir sesle. '25 yıldır evliler.' diye diye kendini daha fazla yıpratıyordu ne de olsa. "Belki ben de bunu hissedip öyle anlatmışımdır. Bana göre bu durumda son, başlangıcın bir tık üstüne geçiyor. Teröre bulaşmama neden olan olaylar zincirini daha sonra anlatırım ancak sadece şunu bil. Melek ile evliliğim biteli 8 hatta 9 yıl oluyor. Ki evlilik sürecimizin de çok da normal olduğunu söyleyemeyeceğim. İkimiz de karşımızdakinin kalbinde başkasının olduğunun farkındaydık. Aramızda hep sen ve Sedef vardı. Melek senin varlığını hep hissettiriyordu ama ben Sedef'i sevmiyorum bahanemden dolayı onu daha geri planda tutuyordum. Yine de bazı geceler kendime yalan söyleyemiyordum. Sıradan evliliklerde insanlar eşine kalbindeki aşktan bahsedip ilk aşkına olan hislerini ona anlatmazlar. Biz ise... Biz her zaman her şeyden önce Melek ile iki dosttuk aslında. İlk önce Hilal'in anne ve babası sonrasında da aynı acıyla kavrulan iki dost. Karı-koca kimliği kişisel rollerimizin arasında son sıradaydı. Aslında en başında bu olaya hiç bulaşmamalıydık ama işte... Olanlar bizim kontrolümüz dışında gerçekleşti." Yanındaki adama bakan Kadir, Ege'nin üstünde çatıya ilk çıktığındaki gerginlik ve öfkeden eser kalmadığını görerek devam etti. "Bariz farklılık olsa da sonraki süreçte ilk evlendiğimizdeki sahte evcilik oyununa dönmüştük. Sanırım o ilk zamanlar ile bu zamanı ayıran en büyük farklardan birisi 'Hilal küçük, boşanırsak etkilenir.' bahanesindeki değişimdi. Bu sefer boşanmamamızın asıl nedeni kısmen bendim... Melek beni tutan engeldi. Sedef'e gitmemin engeli. Bu yüzden laf olsun diye sorduğum birkaç sefer haricinde hiç 'Boşanalım mı?' diye sormadım. Melek de böyle bir istekte bulunmadı. Büyük ihtimal boşanmak isterse Hilal'in sorularına maruz kalmaktan korkuyordu. Hilal artık o 5 yaşındaki çocuktan çok daha dikkatliydi. Konuşurlarken bir şekilde annesinin kalbindeki adamın ben olmadığımı anlar ve gerçekleri öğrenir diye korkuyordu Melek. Bu benim de en büyük korkumdu. İnsan gerçekten de hep korkularıyla sınanır ha? Kızımı korumak için en büyük korkumu bizzat kendisine gönüllü olarak açıkladım. Hem de olabilecek en berbat şekliyle." Son cümlelerini kısık bir sesle söyleyen Kadir anlattıklarını sindirmeleri için sessizliğe büründü. Bu sırada Ege kendisine bir sigara daha ikram etmişti. Sessizlik uzakken şaşırtıcı bir şekilde bu sessizliği bozan kişi Ege oldu. "Hilal'e verdiğin değeri en başından beri görüyorum. Onun kızın olduğuna kendimi inandırma nedenlerimden biri de buydu." Ege'nin sesindeki minneti duyan Kadir aklındakileri söyleyip söylememek arasında bocalasa da söylemeye karar verdi. Onunla konuşmaya karar verdiğinde kendine salt gerçekleri anlatarak dürüst olacağının sözünü de vermişti. Ege'nin anlamasını istiyordu Kadir. Kızlarının en güzel günlerinde iki düşman olmamaları için; Ege'nin, Kadir'in neyi neden yaptığını bilmesi gerekiyordu. "Bunu sana söylediğim için bu hayattaki en acımasız insan yaftasını yiyebilirim ama... O his gerçekten çok farklı be Ege. Gözlerinin önünde bir hayat yeşeriyor. Sedef'le tanışana kadar bu duyguyu istemezdim. Onunlayken o koşulsuz sevgiyi istediğimi fark etmiş, baba olma düşüncesini kalbime yerleştirmiştim. Ondan sonra bu düşünce de uzaklaştı. Yine istememeye başladım. Kesinlikle istemiyordum(!). Kendimi kandırdığımı anladığım an Hilal'in..." diyen Kadir daha fazla ileri gitmek istemeyerek cümlesini içinden tamamladı. 'Hilal'in kalp atış sesleri kalbimi doldurduğundaydı.' Sigarasından bir nefes daha çeken adam buruk bir şekilde güldü. Dudaklarındaki burukluğun aksine gözlerinde sevgi ve mutluluk vardı. "Bana 'Bu hayatta ne oldun, neyi başardın?' diye sorsalar hiç düşünmeden 'Baba olmayı.' derim. Diğer kimliklerim... Çok yarım. Evlat olamadım hiç. Seher annemle tanıştığımda bu kavramı öğrendim ancak Küçük Kadir'i düşündüğümde içim hep hüzün doluyor. O yalnız çocuk sonunda istediği sevgiye kavuştu ancak bazı şeyler için çok geç kalınmıştı. Aşık kimliğine girmiyorum... Göğsünmdeki kurşun izi onun başarısızlığını Allah'ın her günü en sertiyle anlatıyor zaten. Bakıldığında iş olayı, patron kimliği bir başarı gibi gözükebilir ancak... Allah aşkına ben Kemal Alacalı'nın esaretinden kurtulup hayallerime kavuşmak için Görsel Sanatlar okumuştum. Bu hayatta yapmaktan hoşlandığım, gerçekten de yetenekli olduğum tek konuyu da terk etmişken patron kimliğim mi başarıydı? Hayallerimde asla patron kimliği olmadı. Belki ressam, belki çizer hatta belki de öğretmenlik ancak asla patron değil. Bu yüzden o kimlik de baştan sona bir hüsrandı. Baaşarılı olduğum, gurur duyduğum tek bir kimliğim var. Baba kimliği. Buna layık olmaya çalıştım. Her insan gibi hatalarım oldu ancak doğrularım hep o küçük hatalarımın üzerindeydi. Sevdiğim tek şeye, Hilal'ime, sarıldım tüm ömür. Hayatımı yaşanabilir kılan kızım oldu. Şu an karşındaysam tek nedeni o." Kadir'in dürüstlüğü canını çok yaksa da Ege'nin hoşuna gidiyordu. Böyle hassas bir konuda bile dürüst bir dobralığa sahip adamdan zarar gelmezdi. Bu yüzden Ege de yelkenleri suya indirmeye karar vererek yıllardır içini yiyip bitiren o soruyu sordu. "Nasıl başladı?" Yanındaki adamdan bu soruyu beklemeyen Kadir hafifçe tebessüm etti. Ege sonunda soru sormaktan kaçınmıyordu. Bu, güzel bir başlangıçtı. "Önce nasılından ziyade nedenini açıklamak daha doğru olur sanırım. Her şeyi başlatan, 5 yaşındaki küçük bir kız çocuğuydu." Bu cümleyi duyan Ege kaşlarını çatarak ona baktı. "Hilal?" "Hilal. Zeki Hilal. Gözlem gücünü ve hislerini en pik noktada yaşayan Hilal. Daha 5 yaşında, el kadar çocukken annesiyle ilişkimizin normal olmadığını fark etti. Gerçi 5 yaşında kesin emin olduğu zamandı. Bunun öncesi var. Bir şeylere aklı ermeye başladığında 3 yaşındaydı. O zamana kadar Melek çoğu zaman Hilal'in odasına Hilal'in yanında yatardı. Bazen de ben Hilal ile yatardım. Haricinde misafir odasını kullanıyordum, kanepe günlerine geri dönmek istediğim söylenemezdi. Hilal bir gün onunla yatmaya gittiğimde tuttu elimden 'Annemle de yatalım.' diyerek beni yatak odasına yönlendirdi. Beni çekiştiren Hilal'le odaya girdiğimde Melek'in yüzündeki şok ve yaşadığı çaresizliği dün gibi aklımda. Ama Hilal bu. Öyle bir neşeyle şakıyordu ki 'Annem ve babamla uyuyacağım.' diye, Melek hiçbir şekilde itiraz edemedi. Yaklaşık 2 yıl bu böyle devam etti. Biz hep onu aramıza alırdık. Tek uyurken değil; koltukta otururken, yemek yerken, yolda yürürken aklına gelebilecek her yerde. Hilal'in bazen yaptığı yönlendirmeler haricinde aramızda sıfır tensel temas, sıfır yakınlık vardı. Hilal'in yanlış giden bir şeyler olduğunu anlamasının en büyük nedeni de bu oldu ya zaten. O yaşına kadar her daim onunla ilgilenmenizden, onu ön planda tutmamızdan hoşnut olan çocuk, 4 yaşına geldiğinde değişti. Aramıza oturduğu zamanlarda Melek ile ikimizin ellerini üst üste koymaya başladı. Özellikle gezerken 'Baba annemin elini tutsana.' demeye başladı. Hilal bizim üzerimizde bu tarz baskılar yaptıkça biz de elmecbur ona uyum sağlıyorduk. Parıl parıl parlayan elaları reddetmek mümkün müydü ki?" Bir sigarayı daha deviren Kadir buruk bir tebessümle iç geçirdikten sonra elden bir şey gelmez dercesine omuzlarını kaldırıp indirdi. "Anaokulunda görüyordu, parklarda görüyordu, televizyonda görüyordu. 'Birbirini seven insanlar el ele tutuşur.' deyip gülmüştü bir keresinde. Bizim de sevgimizi göstermemizi istiyordu. Görmek istiyordu. Görmedikçe kendi oluşturmaya çalıştırıyordu. Sadece 4 yaşındaydı Ege. Sadece 4! Hilal her geçen gün bu isteklerini artırırken, dile dökemesek de Melek'le ikimizin gözlerinde aynı korku belirmeye başlamıştı. 'Hilal şimdi böyleyse büyüdüğünde ne olacak?'. Maalesef bu sorunun cevabını öğrenmek için çok da beklememize gerek kalmadı." O berbat günleri hatırlayan Kadir içinin acıdığını hissetti. Güzel kızının içli içli ağlamaları, kırık cümleleri, ağlayarak uyandığı kabusları... Hepsi ayrı yıkmıştı onları. Mavilerinin kızardığını hisseden Kadir, Ege'ye elini uzattı. Onun dağılmış haline bakan adam ikisi için de birer dal sigara alırken fısıldayarak sordu. "O kadar mı kötü?" "Hayatımda canımı en çok yakan zaman dilimi o günler desem yalan olmaz. Ben kendimi hiç o zamanki kadar çaresiz hissetmemiştim. Sedef'i hamile bir şekilde o kapıda bırakıp gittiğimde bile böyle canım yanmamıştı. Canımdan çok sevdiğim kızımı üzen kişi bizzat bendim, bizdik. Çok kötüydü Ege. O günler çok kötüydü. O kadar kötüydü ki sonunda Melek ile tüm hayatımızı değiştirecek o kararı almak zorunda kaldık. Bazen insanın seçim şansı olmaz ya hani, diğer seçenek çok daha üzücü olur ya... Bizim durumumuz da buydu. Kızımız üzülmesin diye sonunda uçurum olduğunu bile bile direksiyonu tamamen gönüllü bir şekilde o yola çevirdik. Çevirmezsek o dipsiz uçuruma düşecek olan o hayat dolu kız olacaktı çünkü. Bunun olmasına izin veremezdik. Hilal için yapacaklarımızın bir sınırı yoktu." Bu cümleyle sigarayı tutan sağ eline bir bakış atan Ege titrek bir nefes aldı. 'Hilal için yapacaklarımızın bir sınırı yoktu.' Onun düşüncelerinden bihaber olan Kadir sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra kısık bir sesle anlatmaya başladı. "Hilal 5 yaşına gireli kısa bir zaman oluyordu. İlk başlarda sorun yoktu ancak bir süre sonra sessizleşmeye başladı. Durgundu, düşünceli, üzgün... Melek ile bunun nedenleri hakkında sürekli istişareler yapsak da nedenini bulamadık. Yani Hilal'in hayatında değişen bir şey yoktu. Sürekli olarak 'Bir şey mi oldu kızım?' diye soruyorduk. Soru üzerine birkaç saniye gözlerimizin içine bakıp başını iki yana sallıyor, sonra da gidiyordu. Bir gün parka gitmeyi reddettiğinde, bir şey olduğundan kesin emin olmuştuk. Melek ertesi gün Hilal'in okulunda aldı soluğu. Ben de gitmek istemiştim ancak onun öğretmen hanımla baş başa daha rahat konuşacağını düşünüp gitmedim. Gitmedim dediğime de bakma sen. Aklım o kadar bu konuyla doluydu ki o günkü tüm toplantılarımı iptal edip biraz orada burada dolaştım sonra da okula gittim. Melek çıkışta Hilal'i de alırım diye çıkışa yakın gitmişti. Melek ve Hilal okuldan çıktığında arabaya yaslanmış beni buldu. Eskiden olsa Hilal sevinç çığlıklarıyla sokağı inletirdi. Yani annesi ve babası onu almaya gelecek ve o buna tepkisiz kalacak... Kaldı. Hilal zoraki bir şekilde tebessüm edip isteksizce sarılarak arabaya bindi. İkimizin de başından aşağı kaynar sular döküldü. Kesinlikle bir şey vardı! Hilal'i anneme bıraktık konuşmaya gittik ama elimizde koca bir hiç vardı. Öğretmeni okulda arkadaşlarıyla hiçbir sorunu olmadığını, sınıf içinde gayet neşeli olduğunu söylemişti. Ciddi anlamda kafa patlattık biz mi bir şey yaptık diye ama yaşanan anormal dışı hiçbir şey yoktu. Hilal'i almaya gittiğimizde durumu az buçuk bilen annem 'Sizin hüsnü kuruntunuz bence çocuklar. Hilal bugün çok neşeliydi. Parka gitmek istedi parka gittik kahkahalarla oynadı, oradan pamuk şeker istedi onu aldık. Bir sorun yok gibi.' dedi. İşte o zaman iliklerime kadar korktuğumu hissettim. Çünkü okul çıkışı Hilal'i anneme bırakmadan önce' Parka gidelim mi?' sorumuza 'Canım istemiyor, gitmeyelim.' demişti. O gece sabaha kadar döndüm durdum. Nedenini bulsak çözümünü de bulurduk ama... Elimizde bir neden yoktu. Bir süre bu durum devam etti. Hilal tüm sorularımızı geçiştirdi, başkalarının yanında kahkahalarını en koyusuyla yaşadı, bize gelince sadece ufak bir tebessümle yetindi. Melek ile günlerce ne olduğu hakkında düşündük ancak bulamadık. Aklımıza bile gelmedi." Boğazındaki düğümü yok etmek için yutkunan Kadir o günleri tekrardan yaşarken titreyen elindeki sigarayı dudaklarına götürdü. Yıllarca Burak mutlu olsun diye her türlü şebekliği yapan Ege, Kadir'in cümlelerindeki acziyyeti tüm zerresinde hissediyordu. Burak'ın o hallerinin nedeni belliydi ancak Hilal tüm bu süreçte sessiz kalmıştı. Bu bilinmezlik hali onları daha çok yıpratmış olmalıydı. "Bu durum yaklaşık 1 ay böyle devam etti. Şirketteki işlere yoğunlaşamıyordum, hiçbir şey yapamıyordum. Dedim ya, hayatım boyunca hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ki bu daha sadece başlangıçmış. Biz, adım adım mutlak sona doğru yaklaşıyormuşuz... Bir gün toplantıdayken Melek aradı. Melek'in beni aramasının tek nedeni Hilal olabilirdi. Bir saniye düşünmeden toplantıyı bıraktım, dışarı çıktım. 'Kadir beni almaya gelir misin?' dedi. Ağlıyordu. Şirketten nasıl çıktım, yanına nasıl gittim bilmiyorum. Bir şey olmuştu. Melek'in beni arayıp ağlayarak bu cümleyi söylemesine neden olacak kadar büyük bir şey. Yine de adresi verdiği mesire alanına giderken kafam karışıktı. Düşünmesi gereken bir şey varsa Melek hep deniz kenarına giderdi. Ormana gitmiş olmasına bir anlam vermemiştim. Ben gittiğimde sakinleşmişti ancak beni görünce tekrardan ağlamaya başladı. Deliler gibi korksam da o haldeyken ne olduğunu soramıyordum, yanlış anlar diye sarılamıyordum da. En sonunda ağlaması durmayınca dayanamadım teselli etmek için sarıldım. Bu durum hıçkırıklarını şiddetlendirdi. Sürekli kendi kendine 'Ben ne yapacağım?' diye tekrarlıyordu. O ağlarken ben de bu durumun neden olabileceğini tahmin etmeye çalışıyordum. Melek'i bu hale getiren ya sen olabilirdin ya da Hilal. Bir süredir hayatımın ortasında bir bomba olduğundan konunun Hilal ile alakalı olduğunu tahmin ediyordum. En son biraz sakinleştiğinde alacağım cevaptan korkarak 'Ne oldu?' diye sordum." ➿ Koltukta gergin bir şekilde oturan Melek karşısındaki iki kadına baktı. Ne söyleyeceklerini çok merak ediyordu. Yaklaşık yarım saat önce Hilal'in öğretmeni aramış, müsait bir zamanda görüşmek istediğini söylemişti. DGS sınavına hazırlandığı için dershanede olan Melek hiç düşünmeden çantasını alıp soluğu burada almıştı. Sanırım sonunda kızının derdini öğrenebilecekti. Okula geldiğinde yalnızca sınıf öğretmeni Gülsüm Hanım değil okulun rehber öğretmeni Berna Hanım da kendisini karşılamıştı. Melek'in gerginliğinin bir kısmı da bundandı. Neler olduğunu çözmeye çalışıyordu. "Hoş geldiniz Melek Hanım. Öncelikle konuşma talebimize anında dönüş yaptığınız için teşekkür ederim." "Hilal ile ilgili endişelerimi Gülsüm Hocam'a iletmiştim Berna Hocam. Bu yüzden beni aradığında tüm işlerimi iptal edip buraya geldim. Burada da mı aynı davranışlarda bulunmaya başladı yoksa?" Soruyu sorarken istemeden sesi titremişti. Gülsüm Hanım hemen olaya müdahale etti. "Yok endişelenmeyin Melek Hanım. O şekilde bir olumsuzluk yaşamadık. Arkadaşlarıyla aktif bir şekilde oynuyor, derslerimize güzelce katılıyor ve en önemlisi bolca gülüyor." Derin bir nefes alan Melek teşekkür edercesine gülümsedi. "Yalnız... Hilal bu sıralar biraz değişik sorular sormaya başladı. Ben de bu durumu Berna Hocam'a danıştım. Dün sabah Hilal'le görüştü. Bugün de sizinle konuşmaya karar verdik." "Nasıl değişik sorular?" diye sordu Melek kaşlarını çatarak. Sözü, rehber öğretmeni almıştı. "Evde bir sorun mu var Melek Hanım? Eşinizle aranızda herhangi bir anlaşmazlık mı var?" Dan diye sorulan bu soruyla Melek'in yüzü nasıl bir şekil aldıysa Berna Hanım açıklama yapma ihtiyacıyla devam etti. "Gülsüm Hocam yanıma gelip Hilal'in sorduğu soruları söylediğinde sorularının öylesine olduğunu ve bizim de durumu yanlış anladığımızı düşünmüştüm. Bu yüzden de onunla konuşmak istedim. Dün Hilal'le konuşmaya çalıştığımdaysa ağladı. Gerçekten içli içli ağladı, zor sakinleştirdim. Ve ağlaması durduğunda maalesef ne söylersem söyleyeyim hisleri hakkında ya da o küçük dünyasında ne yaşadığı hakkında herhangi bir dönüt alamadım, yalnızca sustu. Hilal 2 yıldır okulumuzda Melek Hanım. Şu ana kadar onun sustuğu bir zamanı görmemiştim hiç. Her şeye bir cevabı olmakla kalmaz, küçük yaşına rağmen hissettiği duyguyu da sözlü olarak dile getirmeye çalışırdı. Dün onu ilk defa öyle gördüm ve şu an durumun basit bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu düşünmüyorum. Bir anda pat diye böyle bir soru sormam da bu yüzden." 'Gerçekten içli içli ağladı zor sakinleştirdim.' cümlesinde takılı kalan Melek de hüngür hüngür ağlamak istedi. Neler oluyordu? "Ne sorduğunu öğrenebilir miyim?" diye sordu kadın güçsüz bir sesle. Birkaç saniye Berna Hocasıyla bakışan Gülsüm karşısındaki veliye döndü. "Soruları söylemeden önce sınıfımızdaki bir durumdan sizi bilgilendirmeliyim. Sınıfımızdaki öğrencilerimizden birisi kısa süre önce okulumuzdan kaydını aldırmak zorunda kaldı. Gitme nedeni de annesi ve babasının boşanmış olması. Öğrencimiz boşanma süreci boyunca bizimle birlikteydi ve bu durum ruh halinde birkaç olumsuzluğa neden oldu. Bu süreçte birçok kez Berna Hocam'la bu konuyu konuştular, yine ara ara agresif davranışları ya da ağlama krizleri oldu. Aslında çok sakin sessiz bir kız çocuğuydu ve özellikle Hilal ondaki bu davranışın nedenini çok merak etti. Yanıma gidip gelip 'Öğretmenim ne oldu? Neden ağlıyor?' gibi sorular soruyordu. Bir gün bahçe saatinde ikisini yan yana gördüm. Arkadaşı sessiz gözyaşlarıyla bir şeyler anlatıyor, Hilal de onu teselli ediyordu. Bu durum arkadaşı gidene kadar devam etti. Arkadaşı okuldan ayrıldıktan 2 gün sonra Hilal yanıma gelerek 'Öğretmenim boşanma ne demek?' diye sordu." diyen öğretmen burada duraksayarak mahcup bir şekilde Melek'e baktı. "Toplantılarda, Hilal'in canlandırma oyunlarında ya da anlattıklarından gözlemlediğim kadarıyla eşiniz ile aranız iyiydi. Bundan dolayı sorduğu soruyu anlayacağı bir şekilde açıklamakta sakınca görmemiştim. Çünkü arkadaşı ona 'Bir daha hiç babamı göremeyeceğim, beni sevmiyor mu?.' gibisinden cümleler söylemiş. Öyle ki Hilal arkadaşının okuldan gitmesini bile bu boşanma kavramıyla bağdaştırmıştı. Ben de durumun aslını anlatmamın uygun olacağını düşündüm. Hilal söylediklerimi sessizce dinledi teşekkür etti ve gitti. Ertesi gün biraz durgun gibiydi. Evde size karşı tepkisini bildiğim için son zamanlarda ayrı bir gözlemliyordum onu. Yine birkaç sorudan sonra bana 'Anne babalar hep aynı yatakta yatar di'mi?' diye sordu. Doğal olarak 'Evet.' cevabını verdim. Bu sefer 'Peki ya çocukları varsa yine mi öyle?' diye sordu. Çocukları küçükse çocukların da yanlarında yattığını büyükse de herkesin kendi odasında yattığını söyledim. 'Peki ya herkes başka odalarda yatarsa?' diye sordu. Ben sorularının amacını anlamadığımdan birkaç saniye duraksadım. Ne cevap vermem gerektiğini düşünüyordum. Ben düşünürken Hilal sanki soruyu cevaplamışım gibi kalktı ve az önceki üzgün kız kendisi değilmiş gibi 'Teşekkür ederim öğretmenim.' diyerek arkadaşlarıyla oynamaya gitti. Açıkçası şaşırmıştım. Size söylemeden önce gözlemlemek istedim. Malum arkadaşı daha yeni gitmişti ve onun etkisi de olabilirdi." "Bu arkadaşının ailesinin olayı... Ne zaman oldu? Size okulda bir sorun mu var diye sormamdan önce mi sonra mı?" diye sordu Melek başına büyük bir ağrı saplanırken. 'Her şey olabilir ama lütfen bu konu olmasın.' diye düşünmeye başlamıştı kadın. Hilal'in kendilerine davranışlarının nedeni buysa... Ağlama isteğini zorlukla bastıran Melek öğretmeni dinlemeye başladı. "Önceydi Melek Hanım. Arkadaşı gideli 2 hafta oluyor. Arkadaşıyla konuşmaya başladığı zaman da yaklaşık 1,5-2 ay önceydi." "Hilal'in sizinle arasının limonileştiği zamanlarla aynı tarihe mi denk geliyor Melek Hanım?" diye sordu onun beyazlaşmaya çalan yüzünü gören Berna Hoca. Cevap veremeyeceğini hisseden Melek başını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Peki en başında sorduğum soru... Eşinizle aranız nasıl? Eğer bunu cevabınız olumsuz ise Hilal'in derdini bulmuşuz demektir. Aranızdaki durumu sizin de boşanacağınıza, babayı/anneyi bir daha göremeyeceğine hatta okuldan bile gitmek zorunda kalacağına yorabilir. Bu durum Hilal'de çok büyük travmalara neden olabilir. Bu yüzden dikkat etmeliyiz." Başından aşağı kaynar suların döküldüğünü hisseden Melek titreyen ellerini birbirine kavuşturdu. Sakin olmalıydı. "Bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim Hocam. Eşimle bir süredir bir konuda fikir ayrılığı yaşıyoruz. Hilal'e bunu yansıtmadığımızı düşünmüştüm ancak yanılmışım." "Çocuklar hisseder Melek Hanım. Bu bir gerçek. Onlar dünyaya şu an mantık çerçevesinden değil de duygu çerçevesinden bakıyorlar. Özellikle Hilal empati yeteneği ve gözlem gücü çok yüksek, algıları çok kuvvetli bir çocuk. Sizin ufak gördüğünüz bir kavga onda 'Boşanacaklar.' gibi bir algıya neden olabilir. Bu yüzden daha hassas olmanızı öneririm. Siz eşinize de iletin durumu. Ben her zaman buradayım, gerektiği zaman Hilal'le de konuşacağım. Şu önümüzdeki birkaç hafta Hilal'i daha dikkatli gözlemleyeceğim benzer olumsuzluklara şahit olursam sizinle yine görüşeceğim. Umarım bu süreç hepimiz açısından kolay bir şekilde sonlanır. "diyen Berna tebessüm etti. Çantasını sıkıca tutarak ayağa kalkan Melek iki öğretmenle vedalaştıktan sonra kendini taksiye zor atmıştı. Titreyen bedenini daha fazla kontrol edemeyen kadın tir tir titremeye başlarken taksiciye her zaman gittiği sahilin adresini verdi. Tam o an kalbinde koca bir acı hissetti kadın. Yıllar sonra ilk defa denizin karşısına çıkmak istemiyordu Melek. Aklındaki karmaşık düşünceler öylesine berbattı ki bu şekilde denize gitmeye utandı. Adresi yakınlardaki mesire alanı olarak değiştiren Melek'in gözlerinden usul usul yaşlar düşmeye başlamıştı. ➿ Öğretmenin söylediklerini Ege'ye özet geçen Kadir biten sigarasını yere atarak buruk bir şekilde tebessüm etti. "Öğretmenin anlattıkları fazla sert çarpmıştı. Hilal'in bize küsme sebebi ne olursa olsun onu telafi edip düzeltebilirdim ancak bu... Bu olmazdı. Melek'in neden o halde olduğunu anlamıştım. Neden deniz kenarına değil de bir ormana gittiğini..." Bu cümleyle bakışlarını denize çeviren Ege titrek bir nefes aldı. Bizzat duymasaydı bu hikayenin bu şekilde gerçekleştiğine ihtimal bile vermezdi. Melek ile yıllar sonra karşılaştığında onun Kadir ile evliliğini gerçeğe dönüştürme sebebinin Hilal olduğunu, Hilal'in babasız kalmaması için olduğunu, düşünmüştü elbet ancak Kadir'in anlattığı şekilde değil. Emmi'yi vurmasına sebep olan seçimle, Melek'in yaptığı seçim arasında ne fark vardı? İkisi de kızları için hayatlarının en zor kararını vermişlerdi. Ege, Melek'in o zamanlarda hissettiklerini düşündüğünde nefes alamadı. Sevdiği kadın kaç gece verdiği kararın ağırlığı altında ezilmişti, kaç gece 'Başka bir çare var mıydı?' diye düşünmüştü acaba? Ellerinin kollarının bağlı olduğunu bilse de verdiği karar için kendini ne kadar suçlamıştı? Hele de Ege'nin aslında her şeyi onu korumak için yaptığını öğrendiğinde... Yıllar içindeki Melek'e kızışlarını düşündü Ege. Önceleri sırf inadına Kadir ile evlendiğini düşünmüş, sonrasındaysa kendi açtığı yaraları sarmak için olduğuna ihtimal vermişti. Dışarıdan mutlu aile tablosunu izlediği her seferinde hem kızmış hem de 'En azından birimiz mutlu.' diye sevindiğini hissetmişti. Şimdiyse o mutluluğun ciddi bir yanılsama olduğunu öğreniyordu. 'Bu kararı vermek zorunda kaldığında nasıl hissettin Meleğim?' diye düşünen sol gözünden bir damla yaş süzülürken gözlerini kapattı. İkisi de seçimlerinin bedelini çok ağır ödemişlerdi. Ama ikisi de pişman değildi. Öyle bir lüksleri yoktu çünkü. Kızlarının ela gözlerinin parıl parıl parlaması uğruna her şeylerini feda edebilirlerdi onlar. Etmişlerdi de... Gözlerini açan adam titreyen eliyle yeni bir sigara çıkarttı fakat düşüncelerinin karmaşasıyla çakmağı bir türlü yakamadı. Elinden çakmağın çekildiğini hissettiğinde herhangi bir tepki vermeyen Ege Kadir sigarasını yaktığında "Teşekkür ederim." diye bile mırıldanmıştı. Artık yanındaki adama karşı herhangi bir öfke duymuyordu. Meleği ise... Ondan dilemesi gereken özürlerinin arasına bir yenisi daha eklenmişti. Hatta belki de en büyüğü bu olacaktı. Sigarasından derin bir nefes alan Ege 25 yıldır kendisinin bir parçası olan kızgınlık ve kırgınlık hissin yok olduğunu hissetmişti. Ege, Meleğini affetmişti. Başkasıyla evlendiği için artık ona kız(a)mıyordu. Onun yüzündeki ifadeden düşündüklerini tahmin eden Kadir başını iki yana salladı. "Dur daha değil. Bu sadece bir başlangıçtı. Hilal'in yıpranışının, onu o halde gördükçe bizim ölüşümüzün başlangıcı. Melek için bu kararı vermek sandığından çok daha zordu Ege. Ben... Benim için daha farklıydı her şey. Melek ile bir hayat kurmak demek Sedef'i gerçekten geride bırakmak anlamına gelirdi. Evli ve çocuklu bir kadına karşı hissettiğim duygulardan kurtulma düşüncesi bile benim Melek ile bir ilişkiye başlamama yetebilirdi. Keşke durum sadece bu olsaydı da Hilal o kadar yıpranmamış olsaydı diyorum bazen. Keşke biz kalbimizdekileri unutmak için yeni bir hayat kurma umuduyla bu evliliği gerçekleştirseydik de kızımız o kadar gözyaşı dökmeseydi... Hilal o günleri hatırlamıyor. İyi ki de hatırlamıyor. Bugün Melek'le konuşurken bana Burak'ın soygunundan sonra, benim yaptıklarım ve baba gerçeğini öğrenmesinin etkisiyle, Hilal'in o günlerdeki gibi olduğunu söyledi. Burak yurt dışına gittiğinde de benzermiş. 'Ama sadece yarısıdır. Hiçbir şey o günlerdeki gibi olamaz Kadir. Olmamalı da.' dedi. Hilal'in hayatında ne yaşanırsa yaşansın Hilal o zamanlardaki gibi olamaz. Bunu kesin söyleyebilirim. Çünkü o zamanlar çok küçüktü Ege. Düştüğünde kalkamayacak kadar küçüktü. Kafası çok karışıktı, çok korkuyordu. Bizi kaybedeceğini zannediyordu. Aramızda seçim yapmak zorunda kalacak diye ödü kopuyordu." diyen Kadir kıpkırmızı gözleriyle Ege'ye baktı. "Gördüğü kabuslardan bağıra çağıra uyanıp ağlama krizlerine giren; gülüşleri solmuş, gözleri hüzünle bakan 5 yaşında küçük bir kız çocuğu düşün. Yemeden içmeden kesildiği için etrafta bembeyaz bir yüzle dolaşan, 1 ayda 3 kilo veren bir çocuk. 18 kilodan 15'e düşmüştü resmen. Bir gün okulda bayılmış, hastaneye kaldırmışlardı. Doktor acilen kilo alması gerektiğini, bu kilo kaybının hayatı için tehlikeli olduğunu ve böyle devam ederse hastaneye yatırılacağını söylemişti. Dedim ya ben hayatımda hiç o zamanki kadar çaresiz hissetmemiştim. Kızımı o halden çıkarmak için bırak bir ilişkiye başlamayı, birini bile öldürebilirdim." Kadir'in son cümlesiyle bakışları hızla ona dönen Ege'nin dudaklarından istemsizce şu soru dökülmüştü. "Öldürür müydün gerçekten?" Kadir bir an bile duraksamadan kesin bir şekilde yanıt verdi. "Öldürürdüm. Belki asker olan, insanları koruyan sana bunu demem doğru değil ama gerçek bu. Benim iki seçeneğimden biri Hilal'se, diğeri kim olursa olsun onu harcarım. Sedef zamanında 'Kızımız olursa annenin adını koyalım mı Kadir? Defne olsun ismi.' demişti. İlk aşkım, tek aşkım, başkasından olan kızına Defne ismini koyduğunda 'Neden?' diye sormaya bile gitmedim ben Ege. Gerek yoktu çünkü. Nedenini bilmem hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Ben Sedef'i değil, Hilal'i seçecektim. Yıllar önce onun da çocuğunu seçtiği gibi. Ebeveyn olmak dünya bir yana, çocuğun bir yana demek. Onun saçının teline zarar gelmemesi için her şeyi yapmak demek. Bu her şeyin içine, her şey giriyor. Başka bir çarem yoksa eğer birini öldürecek kadar ileri gider, sonrasında da paşa paşa cezamı çekerim. Söz konusu kızımsa, bende bir sınır bulamazsın. Ben o soygun günü Hilal'in yaşayabilmesi için Hilal'in kendisinden bile vazgeçmiş insanım. Etik veya değil fark etmez, kızım için elime silah alıp adam öldürürüm." Dolan elalarını denize çeviren Ege, boğazındaki düğümü geçirmeye çalışarak yutkundu. Kadir'in sesindeki kararlılık ve gözlerindeki ciddiyet sözlerinin laf olsun diye söylenmediğinin ispatıydı. Kadir, kızı için birini öldürebilirdi. Ege, kızı için birini öldürmüştü. Ege'nin yaşadıklarını bilmeyen Kadir, varsayımının adam üzerindeki etkisinden bihaber anlatmaya devam etti. "O gün mesire alanında Melek ile birkaç küçük karar aldık. Misafir odası yatak odasının bulunduğu koridorun başındaydı ve orada uyuduğumu Hilal'den gizleyebildiğimizi düşünmüştüm ancak görüldüğü üzere oldukça yanılmışım. Hilal'i fazla hafife almıştık biz. Öncelikle koltuk günlerime geri dönmemin kararını verdik. Ayrı odalarda yatma olayı Hilal'i ayrı sarsmıştı. Kendi ellerimizle kızımıza hssettiklerini, daha doğrusu hissedemediklerini, kanıtlayacak somut delili vermiştik. Bazı günler Hilal'i anneme bırakıp baş başa vakit geçirmeye karar verdik. İlk birkaç sefer sinemaya gittiğimizde farklı salonlarda farklı filmlere girip öyle geri dönmüştük. Sonra film nasıldı diye soran, bizi ayrı ayrı sorguya çeken Hilal'i görünce dedik bari bir orta yolda buluşalım, beraber film izlemekten bir şey kaybetmeyiz. Neyse işte hayatımızda böyle belli başlı, Hilal'i tatmin edecek birkaç düzenleme yapmaya karar verdik ve derdinin ne olduğunun bilinciyle anneme geri döndük. Konuşurken fark etmeden saati epey geçirmişiz. Hilal uyuyordur diye anahtarla içeri girmiştik. Uyumuyordu. Kahkahalarla bir şeyler anlatıyordu. Hilal'in bu neşeli haline o kadar hasret kalmıştık ki tek ses etmeden kapıdan onu izledik. Kısa sürede varlığımızı hissetti, bize döndü. Önce dudaklarındaki gülümseme soldu sonra da bakışlarındaki neşe..." Son cümlesinde sesinde titreme beliren adam üzgün bakan mavi gözlerini ufuk çizgisinde dolaştırdı. "Çok koydu. Gerçekten çok koydu. Oturup oraya hüngür hüngür ağlayabilirdim. Melek'in titrek bir nefes aldığını duyduğumda onun durumunun benden de beter olduğunun bilinciyle bileğini tuttum. Ağlarsa her şey daha da sarpa saracaktı. Güçlü olmalıydı. Bir şekilde bu durumu çözecektik. Tam Melek'e dönüp bakışlarımla güçlü olması gerektiğinin desteğini verecekken Hilal'in şaşkın bakışlarının benim ve annesinin bileği arasında gidip geldiğini gördüm. O demeden, ortada herhangi bir neden yokken gönüllü bir şekilde Melek ile bir temasta bulunmuştum. Gözlerindeki ve mimiklerinde o değişimi ömrümün sonuna kadar unutmayacağım. Kızım günler sonra ilk kez benimle göz göze gelmekten kaçınmadı, sonunda özlemiyle kavrulduğum o parlaklığı görmüştüm gözlerinde. Sadece tek bir temasımla günlerin işkencesinin sonlanacağına ihtimal vermesem de gözlerimi Hilal'in gözlerinden ayırmadan Melek'in bileğindeki elimi aşağı kaydırdım ve elini tuttum. Kızımın tepkisini gerçekten de merak ediyordum. Melek hiç beklemediği bu hamleyle şaşkın bakışlarını bana çevirirken ben birleşmiş ellerimize kitlenen kızımıza bakıyordum. Sonra Hilal gülümsedi, kocaman gülümsedi. Hıçkırıklara boğulmamak için dişlerimi delicesine sıktığımı hatırlıyorum. O an, kızımın o muhteşem gülümsemesini görmek için sonuna kadar gidebileceğimi anladığım andı. Bakışlarımı takip eden Melek, Hilal'in gülümsemesini görünce elimi sıkmaya başladı. Şaşırtıcı ama ağlamamayı başardı. Gözlerimdeki mutlulukla ona döndüğümde çaresiz bakışlarıyla karşılaştım. Biliyordu. Bu işin sonunda bir seçim yapmak zorunda kalacağını anlamıştı Melek. Onun gözlerindeki çaresiz acı hissettiğim sevinci yok ederken Hilal saf bir neşeyle 'Anneciğim, babacığım eve gitmeden önce profiterol yemeye gidebilir miyiz?' diye sordu. Bizi affetmişti. Tek bir hareketim, haftalardır astığı yüzünün düzelmesine neden olmuştu... Bazen merak ediyorum. Ben o an Hilal'e rol kasmak niyetiyle kasıtlı bir şekilde Melek'in bileğini/elini tutsam o yine aynı tepkiyi verir miydi?" Kadir'in kendi kendine sorduğu soruya Ege başını iki yana sallayarak cevap verdi. Zannetmiyordu. Hilal'in ruh halini düzelten Kadir'in o an Melek için hissettiği samimiyet olmuştu. Ege'nin şu an yanındaki adama karşı ılımlı duygular hissetmesine neden olan bu samimiyet... "Sonraki süreç huzurluydu. Her şey yoluna girmişti. Eskiden nefret ettiğim koltukta büyük bir mutlulukla uyuyordum. Artık yeni alışkanlıklarımız vardı. En basitinden Hilal aniden odaya girip de beni koltukta görmesin diye kapımız hep kitliydi. Birkaç kez boşluğumuza gelmiş, kapıyı kitlememişiz. Sabah bunu fark edince deliler gibi korkmuştuk. Bir gün patlamaktan ciddi anlamda korkuyorduk. Hilal, birçok kez kilitli kapıyla yüz yüze geldi. Kapı sesini duyar duymaz gözlerimi açmadan yataktaki yastığı yorganı giysi dolabına fırlatır, kapıyı açardım. Bir süre sonra bunun hafif serzenişini yaşamaya başladık. 'Neden kapımız sürekli kilitliydi ki?' Bazen üstümüzü değiştirdiğimizi, bizim de bir özel hayatımız olduğunu falan söyledik ama tatmin olmadı. En sonunda Melek'le bilinçli bir oyun oynamaya karar verdik. Ben üstümü değiştirirken Melek bilerek Hilal'i beni çağırmaya gönderdi. Odaya dan diye dalan Hilal üstümü değiştirdiğimi gördüğünde 'Ups. Özür dilerim babacığım.' dedi ve kaçtı. Ben de üstümü giyip onunla ciddi bir konuşma yapmaya gittim. Ne kadar ciddi olduğu ultra tartışılsa da Hilal çabuk ders çıkaran birisiydi, bu yüzden de o günden sonra her daim kapıyı çaldı, bizden cevap beklemeden de odaya girmedi... Biz de büyük bir hata yaparak bunun rehavetine kapıldık. 2 aydan uzun bir süredir hayatımız tıkırında ilerliyordu. O kötü günler geride kalmıştı. Artık kapımızı kilitlemesek bile sorun olmuyordu çünkü Hilal mahremiyetimize(!) saygı gösteriyordu. Tüm bunlar yaşanırken çok büyük bir gerçeği unutmuştuk. Ne kadar aklı başında olursa olsun Hilal bir çocuktu." diye mırıldanan Kadir o günü hatırlayınca yumruğunu sıktı. "Yakalandınız." dedi Ege. Bu bir soru değildi. Hüzünle iç geçiren Kadir başını aşağı yukarı salladı. "Hem de ne yakalanma. Hilal'in günlerdir hevesle beklediği bir pazar günüydü. Uzun zamandır gitmediğimiz at çiftliğine gidip kahvaltı yapacak, sonra da ben ata Hilal de midilliye binecekti. Gençliğimden geriye kalan tek hobim ata binmekti. Diğerlerini Sedef ile birlikte gömmüştüm. Bu olayla bunu da gömdüm." diye mırıldanan Kadir elini uzattı. "Başka var mı?" Kadir'e bir dal sigara veren Ege kendini de boş geçmemişti. Sigarasını ciğerlerine çekerek anlatacaklarını toparlayan Kadir sesindeki esefle anlatmaya devam etti. "Kapı açıldığı an uyanmıştım. Sıçramıştım desem daha doğru olur sanırım. Neşeyle odaya giren Hilal 'Günay...' dedi devamını getiremedi. Beyni gördüklerini algılamaya çalışıyordu, farkındaydım. Yüzündeki ifadenin an be an değişine şahit oldum. Bu sırada Melek de uyanmış dehşetle karışık korkuyla Hilal'e bakıyordu. Ne yapacağımı bilemez halde 'Küçük aşkım...' diye mırıldandığımda gözlerindeki yaşlarla bana bir bakış attı, koşarak çıktı odadan. Peşinden gitsem de geç kalmıştım. Banyoya kitlemişti kendini. Acı hıçkırıkları banyo fayanslarına çarpıp kalbimizde yankılanıyordu. Melek koridorda yere çöktü kaldı öylece. Bense kapının önünde dakikalarca dil döktüm, yalvardım ama nafile. Bir ara gözyaşlarının arasında bas bas bağırdı. 'Yalancısınız siz. Yalan yaptınız bana. İnanmayacağım artık size. Gidin, istemiyorum sizi. Yalancısınız.'. Ses tonunun yükselmesinden nefret eden, incitici sözler söyleyerek insanları kırmaktan nefret eden nahif kızım, boğazı yırtılıncaya kadar defalarca kez aynı cümleleri tekrar etti." Tekrardan o kapının önündeymiş gibi hisseden Kadir, sigarasından bir nefes çektikten sonra gömleğinin bir düğmesini açarak başını iki yana salladı salladı. "Mahvetmiştik kızımızı. Belki de geri dönüşü olmayacak kadar kötü bir şekilde hem de. Melek gibi çöküp kalacağımı hissettiğimde düşünmeye başladım. Kapıyı zorla açıp içeri girsem daha da ters tepecekti her şey. Hilal'i banyoda bırakıp kapının önünden ayrılmak zaten imkansızdı. En son annem geldi aklıma. Daha erken düşünmediğim için kendime söverken annemi aradım. Sadece 'Hilal Melek'le ayrı yattığımızı öğrendi, kendini banyoya kilitledi.' dedim. 'Hemen geliyorum.' dedi. Dediğini de yaptı çok kısa sürede geldi. Ninesinin sesini duyan Hilal kapıyı açtığı gibi aşağı indi. Yüzümüze bile bakmamıştı. Dış kapının kapanma sesini duyduğumda koridorun karşı duvarına çöktüm ben de. Kızımı paramparça olmuştu. Mutlak sona yaklaşıyorduk. Melek bana 'Bitirelim.' derse biterdim ben. Zerremi bulamazlardı. En son boğulduğumu hissederek ayağa kalktım. Melek'i yerden kaldırıp odaya götürmeyi teklif edecektim ancak onu bile yapamadan kendimi evden dışarı attım. Bugünküne benzer bir sigara stoğu tüketmiştim o gün de. Aklım Melek'teydi. Konuşacağı kimsesi yoktu. Normalde benle konuşurdu ama bu konuda... O gün hava kararana kadar tüm artısı ve eksisiyle düşündüm. Ben kendi içimdeki kararımı o an kesinleştirmiştim. Hilal'in yanında olmak için her şeyi yapardım. Gidişat hiç iyi görünmüyordu ve bu işin sonunda Melek ya 'Deneyelim.' diyecekti ya da 'Boşanalım.'. Her güne kızımla başlayıp her akşamı onunla kapatmadığım, sessiz bir hayat... Düşüncesi bile üzerime toprak attırıyordu." Ege'nin dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirdi. Burak'a kadar acısını unutmak için sürekli operasyonlara çıkıyordu, Burak İstanbul'a gittikten sonraysa boş bir evle karşılaşmamak için. Bu yüzden Kadir'in o anki ruh halini tahmin etmek hiç de zor değildi. "Sanırım burada bir şeyi itiraf etmem lazım. Bu evliliği gerçeğe dönüştürme isteklerimden biri de Melek'in elindeki kozdu. Bir söz var bilir misin? 'Bir ilişkiyi az seven yönetir. Çünkü çok seven kaybetme korkusundan her şeye 'Olur' der.'. Bizim Melek ile ilişkimizin özeti bu. İlk 5 yıl kesinlikle buydu sonrasında biraz daha hafiflese de bu şekilde devam etti. Bizim ilişkimizi hep Melek yönetti çünkü ben hep kızımı kaybetmekten delicesine korktum. Melek bir sabah kalktığında bu oyunu bitirmek isteyebilirdi. Ona karşı çıkarsam, düşüncelerini onaylamazsam, istemediği bir şeyi yaparsam bunu öne sürüp kızımı da alıp gidebilirdi. Hiçbir şey olmasa bile 'Bu kadar yeter Kadir. Özgürlüğümü istiyorum ben. Bitirelim şu kağıt üzerindeki evliliği.' diyebilirdi. Ama... Ama eğer bu evlilik yalnızca kağıt üzerinde olmazsa, Melek beni o kadar da kolay harcayamazdı. Evet yine batan gemiden ilk atılacak eşya olurdum ama bu sefer atmadan önce düşünürdü. Çünkü o da bir fedakarlıkta bulunmuş olacaktı ve bu fedakarlığı boşa gitmesin diye çabalama ihtiyacı hissedecekti. Hal böyle olunca bu durumda benim artılarım her yönden daha fazlaydı." diyen adam sessizce ekleme yaptı. "Benim artılarım kadar, Melek'in eksileri vardı." Sigarasını bitiren Ege yenisini yakarken sessizliğini muhafaza etti. Meleğinin yaşadıklarının empatisini yapmaktan kaçınsa da Kadir'in her cümlesi ruhuna bir bıçak darbesi daha atıyordu. Bir de Meleği tüm bunları yaşamamış gibi kadının karşısına geçmiş, Hilal'in postmatüre olmasını kast ederek DNA raporunun doğru olma ihtimali üzerinde imalarda bulunmuştu. O kadına yaşattıkları düşünüldüğünde, kesinlikle şerefsizin tekiydi... Ege'nin karmaşasının bilincinde olan Kadir, toparlanması için ona biraz zaman tanıdıktan sonra anlatmaya devam etti. "Sonraki süreçte her şey pik noktaya çıktı, gerçekten berbattı. Huzur falan yalan olmuştu. Hilal artık tek bizden değil herkesten gülüşünü saklıyordu. Somurtkan, mutsuz, suskun hatta agresifti. Eski halinden eser yoktu. Okulda arkadaşlarıyla oyun oynamıyor, derslerine katılmıyordu. Dediğim gibi yemeden içmeden kesilmişti, akşamları erkenden odasına kapanıyordu. Bizi odasına almadığı için, kapı önünden yorgan altı ağlamalarını dinlemekten başka bir çaremiz kalmıyordu. Düşün ilk başlarda ninesinden eve bile gelmek istemedi. Bize çok kızgındı. Hiçbir şekilde konuşmamıza izin vermiyordu. Bahane dinlemekten yorulmuştu. Haksız da sayılmaz... Tek o gün hakkında değil bizimle ciddi anlamda konuşmuyordu. Baktık böyle olmuyor anneme söyledik o günlerde Hilal'in yatma vaktine kadar bizde kalmaya başladı. En azından onunla birkaç kelam konuşuyor, ninesine kıyamayıp fazladan birkaç lokma yiyordu... Daha kötüsü olamaz diye düşünürken olaydan bir hafta sonra falan bir gece Hilal'in bağırışına uyandım. Apar topar odasına gittiğimde kabus gördüğünü anlayarak uyandırmaya çalıştım. Uyandığında boynuma atılıp ağlamaya başladı. Odaya gelen Melek kızını o halde gördüğünde ağlamaya başlayarak kaçarcasına gitti. Hilal'in hüznünün yanında, Melek'in bir de vicdan yaptığını anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Ben bile kendimi suçluyorken onun neler hissettiğini düşünmek bile istemiyordum. Bu yüzden tüm bu süreçte tek kelime etmedim ona. Hilal için her şeyi yapabileceğimin imasında bulunmadım. Herhangi bir sözüm baskı gibi gelebilirdi. Ya da benim açımdan daha kötüsü 'Böyle bir şeyi nasıl düşünebilirsin Kadir?' deyip kapı önü..." Anlattığı konunun ağırlığından başına yeniden bir ağrı saplanan Kadir, Ege'nin sessiz dinleyişinden cesaret alarak hikayesini bitirmeye odaklandı. "Kabusları her geçen gün şiddetini arttırarak devam etti. Genelde Melek'ten önce koşuyordum, bazen de ona fırsat tanıyarak uyanmamış gibi yapıyordum. Hilal gibi Melek'in gözyaşlarının da dinmediği bir dönemdi. Saklamaya gerek yok. Ben de o zamanlar çok çaresizlik gözyaşları döktüm. Canımın canı yanıyordu, hem de benim/bizim yüzümüzden. Buna rağmen elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Bir gün Hilal'i bizim odamızı gözetlerken gördüm. Koltuğun üzerindeki yorgan ve yastığı gördüğünde yine ağlamaklı bir şekilde odasına kapandı. Melek'e bu durumu anlattıktan 2 gün sonra yorganım ve yastığım ortadan yok olmuştu. Ne olduğunu anlamaya çalışarak Melek'e döndüğümde zoraki bir şekilde 'Ayrı yatman her şeyi daha çok zorlaştırıyor. Hilal'i bu şekilde her şeyin yolunda olduğunu iddia edemeyiz.' dedi. Dedi dedi de... Aynı odada yatmanın bile onun için zor olduğunu bilirken aynı yatakta yatmaya gönüllü olduğum söylenemezdi. Yine de başka çarem yoktu. O gece Hilal 'Baba gitme.' sayıklamalarıyla ağlayarak uyandı. Saçlarını okşayıp sakinleştirirken 'Gitmeyeceğim.' dedim. Gitmeyecektim. Ne olursa olsun, gitmeyecektim. Her şey benim için de zordu bu yüzden de Melek'in verdiği kararların pişmanlığını yaşamadan uyum sağlamaya karar verdim. Hilal aynı yatakta uyumaya başladığımızı fark etse de durumunda pek düzelme olmadı. O, göremediğini görmek istiyordu. Neyi görmek istediğini bile bilmiyordu ancak görmek istiyordu. Hisleri, yanlış giden bir şeyler olduğunu fısıldıyordu ona. Mesela Melek'in anlattığı masalda, sizin masalınızda, annesinin sesinde duyduğu aşkı görmek istiyordu. Benim Hilal'e olan ilgimin onda birini bile olsa annesine göstermemi istiyordu. Başka bir çocuk olsa anlamazdı ama Hilal aramızdaki mesafeyi anlıyordu. Melek'le temasta bulunmamak için gösterdiğim özel çabayı da, o teması gösterdiğim anlardaki çekingenliğimi de, annesinin gerginliğini de... Yanlış bir şeyler olduğunu hissediyordu ancak çözümleyemiyordu. Huzursuzluğunu bir şekilde göstermeliydi, verebileceği tek tepkiyse bu suskunluğuydu. Çocuğun elinden gelen bir şey de yoktu yani. Bu süreçte Melek de bir hayli kilo vermişti. Onun o hali, bizim bu halimiz Hilal'i daha çok üzüyordu. Melek, Hilal bir gün bu ruh halinden kurtulur, her şey düzelir diye umut ediyordu ama o da bunun boş bir umut olduğunun farkındaydı. Hilal çok inatçı birisiydi. Huzursuzluğu geçene kadar, istediği olana kadar asla inadından vazgeçmezdi. Yine de Melek vermek zorunda kalacağı seçimi ertelemek için her şeyi yaptı. O yolun geri dönüşü yoktu çünkü. Sonunda... Bir gün bana bir telefon geldi." diyen Kadir dalgın gözlerle hastanenin bahçesindeki insanlara baktı. Yarısı koşturuyor yarısı da, büyük ihtimal hissettiği telaşı gizlemeye çalışarak, oturuyordu. Yıllar önceki o gün koşuşturan insanların başını kendisi çekmişti. "Okuldan arıyorlardı. Hilal'in derste bayıldığını ve ambulans çağırdıklarını söylediler. Öğretmen, Melek'e haber verip vermeme arasında kararsız kalıp beni aradıklarını söylemişti. Anneme kısaca durumu bildirip Melek'e söylemesini istedikten sonra odamdan hızla dışarı fırladım. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama sekreterim peşimi bırakmadı. Ne olduğunu sordu, her nereye gideceksem bu halde araba kullanmamamı söyledi. Çıkışa kadar beni takip etti. Onu pek de duyduğum söylenemezdi. En son arabamın anahtarını güvenlikten birine verdirip hastaneye öyle gitmemi sağladı. Hatice böyle bir şeyi yapmasaydı, büyük ihtimal kaza yapıp ben de bir ambulans ile hastaneye kaldırılacaktım. Öylesine korkulu, öylesine telaşlı, öylesine delirmiştim ki... 5 yaşındaki kızım bayılmıştı. Neden? Biz yetişkinlerin ondan izinsiz aldığı kararlar yüzünden. Zamanında babasız büyümesin diye ona sahte baba olmuştum ancak artık sadece bir babası olması ona yetmiyordu. Hilal, mutlu bir aile istiyordu ve bunu da haftalardır bize söylüyordu. Bizse onun sessiz çığlıklarını duymazlıktan gele gele bir köşede stresten bayılmasına neden olmuştuk. Ona kaldıramayacağı kadar büyük bir dert vermiştik." Başını iki yana sallayan Kadir pişmanlık dolu bir nefes alarak elini Ege'ye uzattı. Onun verdiği sigarayı ve çakmağı alıp sigarasını yakması saniyelerini almamıştı. Yaklaşık 20 yıl geçmesine rağmen o berbat günleri hatırladığında acı, ızdırap ve büyük bir vicdan azabı hissediyordu. "Doktor, Hilal'in bayılmasını açlığa ve strese bağlayıp soru dolu bakışlarla bizi süzdü. Halimizden kızımızı çok sevdiğimiz anlaşılıyordu ancak aklından sürüyle şey geçtiğine eminim. Bunu Melek'e söylemedim ama doktor o gün herhangi bir şiddet bulgusu var mı diye Hilal'i muayene etmiş. Fiziksel şiddetten şüphelenen kadın duygusal istismar var mı diye bizi inceliyordu o an. En sonunda kızımıza bilerek zarar vermeyeceğimizden emin bizi bir pedagoğa yönlendirdi. Melek arabayı bindiğimizde berbat bir sesle 'Sen bir randevu ayarlar mısın Kadir?' diye sordu. Bunu çok daha önce yapmamız gerektiğini ikimiz de biliyorduk. Mutlak sondan önceki son virajda olduğumuzu da bildiğimiz gibi... Melek'ten onay çıkınca fazla vakit kaybetmeden hemen o hafta sonuna bir randevu aldım. Artık bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Daha fazla kenarda durup kızımın çöküşüne şahit olamazdım. Bilerek aile üzerinde uzmanlaşmış kadın bir pedagog seçtim. Meselenin sadece Hilal ile sınırlı olmayacağını, bizimle de konuşacağını ve olanları anlatmak zorunda kalacağımızı biliyordum. Hilal ile görüşmeden önce şikayetlerimizi dinledi. Sonrasında bu şikayetlerin nedeni hakkında tahminimiz olup olmadığını sorduğunda sessiz kaldık. Ravza Hanım pek üstlemeden Hilal ile görüşmeye geçti. Görüşme sırasında Hilal hiçbir şekilde konuşmayınca oyun odasına yönlendirmiş onu. Küçük maket evlerle ve oyuncaklarla oynamasını istemiş. Hilal'in oyununu anlatan Pedagog'un söylediklerini unutmam mümkün değil." diyen adam aklına kazıdığı cümleleri mırıldandı. "Hilal oyuna başladığımız ilk andan itibaren onun bir oyun olmadığını biliyordu. Önce küçük bir kız figürü sonra da bir kadın ve erkek figürünü aldı. Anneyle babayı turuncu oturma odasında birbirlerinden en uzak köşelere koyup kız çocuğunu da evin dışına, camın yanına koydu. Sonrasında yeni bir kadın ve erkek figürü aldı. Parmakları kız çocuğuna gidecekken bakışlarını bana çevirdi, birkaç saniye duraksayıp erkek çocuğunu aldı. Yeni aldığı kadın ve erkeği de evdeki mavi oturma odasına, aynı koltukta dip dibe olacak şekilde, oturttu. Erkek çocuğu da eline aldığı oyuncakla anne ve babasının yanındaki koltukta oturuyordu. İkinci aileyi hazırladıktan sonra turuncu odanın camındaki küçük kızı alıp mavi odanın camına getirerek bu sefer onları izlemesini sağlayarak oyun oynamayı bıraktı.' dediğinde bakışları sessizce ağlamaya başlayan Melek ve benim aramda dolaştı. Sonrasında sessizce devam etti. 'İlk bakışta aranızda bir sorun yok gibi gözüküyor ancak Hilal'in gayet de bilinçli oyununa bakarsam bana anlatmanız gerekenler olduğunu düşünüyorum. Buraya gelen çocuklardan çok azı az önceki bilinçle oyun oynar. Çoğu buraya neden geldiğini bile anlamaz ancak Hilal böyle değil. İkinci aile canlandırmasında kız çocuğunu alacakken bana dönüp erkek çocuğunu aldığı an bundan emin oldum. Aileleri karıştırmamı istemiyordu. O mutlu ailenin kendisi olmadığını, dağılmış ailenin kendi ailesi olduğunu söylüyordu, bunu mutlaka anlamamı istiyordu. Benden sorun her neyse çözmemi istiyordu. Kızınızın istediği gibi bunu çözebilmem için bana yardımcı olmanız gerekiyor. Sizce Hilal neden böyle bir canlandırma yaptı?'. Sorusu üzerine Melek'e baktım. Konuşamayacak durumdaydı. Bakışlarımı gördüğünde başını aşağı sallayıp kısık bir sesle 'Anlat.' dedi. Ben de anlattım. Hilal'in hayatıma nasıl girdiğini, Melek ile hikayemizin nasıl başladığını, son zamanlarda yaşadığımız cehennemi... Melek ben anlatırken sessiz kaldı. Bazen Ravza Hanım'ın sorularına cevap verdi, haricinde dinleyiciydi. Ben anlatırken birkaç kez şaşkınlıkla bana baktığını hatırlıyorum. Melek ona karşı ya da Hilal ve anneme katil hissettiklerimi anlattıkça daha net öğrenmişti. Tüm her şeyi beraber yaşadığımızdan yaşananları biliyorduk ancak birbirimizin hisleri ikimiz için de saklıydı. Sonraki görüşmelerde pedagog ikimizin birbiri hakkında düşünceleri üzerinden gitti. Anlattıklarım Melek'e gerçek beni gösteren bir etken olmuştu. Her şeyden önce Hilal'i kaybetmekten ne kadar korktuğumu, Hilal'i ne kadar sevdiğimi bizzat duymuştu. Melek'e saygı duyduğumu hep hissettirmiştim. Bunu söyleyince hoşuna gitti ama hayran olduğumu söylediğimde bayâ bir afallamıştı. Ne denli güçlü olduğunun farkında değildi. O genç yaşta onun yaşadıklarını yaşayan birisi ayağa kalkamayacakken Melek kendi kalkmakla kalkmamış bir de kızını kaldırmıştı/büyütmüştü. Kendisine ihanet eden adama benzeyen kızını..." Son cümleyi Ege'ye bakarak kuran Kadir'in dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirdi. "Şimdi neden ne yaparsam yapayım, Melek'in duvarlarında bir çatlağa bile neden olamadığımı anladım. Her gün kızına bakarken seni unutması mümkün değildi. Gerçekten de Hilal ile birbirinize çok benziyorsunuz. Baktıkça daha fazla benzerlik buluyorum. Tek göz rengi de değil mesele, yaptığın bir mimik ya da bir düşüncen... Çok garip, ancak bir o kadar da doğal bir durum." "Nasıl doğal? Beni tanımadan nasıl bana göre şekillenebilir?" diye sordu Ege saf bir acıyla. "Seni tanımıyor mu? Hilal, seni Melek'in tanıdığı kadar tanıyor Ege. Melek ona hep seni anlattı. Kemal Alacalı öldükten sonra bizim önümüzde hiçbir engel kalmamıştı. Melek de sizin anılarınızı kızına anlattı. 'Hayır Kadir ile bunu yaşamamıştınız.' diyecek birisi olmadığı için de Hilal hep o anılardaki adamın ben olduğumu düşündü. Bazen Melek bilinçsizce 'Baban da böyle yapardı.' diye mırıldanırdı. Hilal hemen bana dönerdi. Ben de anında ayak uydurup üstlenirdim o durumu... Melek'in bu konuda hakkını kesinlikle yiyemem. Esaslı kadındı. İkiniz arasında yaşananlara rağmen bunun acısını Hilal'den çıkarmaya kalkmadı. Canını yakmasına rağmen Hilal öz babasından eksik kalmasın diye kızına sürekli seni anlattı. Seni bulabilseydi, her şeye rağmen sana Hilal'i söylerdi. Seni bulabilseydi Hilal'e de gerçeği söylerdi... Ancak sen hiçbir yerde yoktun, biz de Hilal daha çok yıpranmasın, asla gelmeyecek birini beklemesin diye ona gerçeği söyleyemedik. Buna rağmen şahsi vicdanımız bu durum karşısında rahat değildi bu yüzden Melek ona seni anlattı, ben de seve seve onun anlattıklarını üstlendim. Bu da hayatını çaldığım adama ödediğim bir diğer kefaretti." Kadir'in delikanlı bir adam olduğunu bir kez daha fark eden Ege iç geçirerek yakındı. "Sen yıllardır nefret ettiğim adamsın biliyorsun değil mi?" Bu cümleyi duyan Kadir samimiyetle güldü. "Kendimi güzelleyerek anlatıyorum ki nefretin sönsün. Şaka bir yana, benden gerçekten de nefret etmeni istemiyorum. Kızımın hayatından çıkmaya hiç niyetim yok ve her yüz yüze geldiğimizde birbimizin yakasına yapışıp öldürmek ister gibi bakarsak bu işin sonu gelmez. Ben artık yaşlı bir adamım. Kalmış şunun şurasında yaşayacağım kaç yıl, bu saatten sonra bu tarz bir aksiyonla ya da nefretle uğraşamam. Gerçi bu hikayede benim tuzum kuru. Ben senin sigaranın ateşini yakabilirim de sen aynısını yapabilir misin orası meçhul." Kadir'in son cümlesini tek kaşını havaya kaldırarak muzip bir sesle kurması üzerine dudaklarının iki yana kıvrılmasını zorlukla engelleyen Ege bilmem kaçıncısını yaktığı sigarasından bir nefes alarak mırıldandı. "Seninle dost olmayacağım Alacalı." "Vaaay. Sen büyük düşünüyorsun Binbaşı. Ben düşman olmasak yeter diyordum. Sen düşmanlığı bitirdin de dosta bile vurdun ha?" "Dikkat et de sana da bir tane vurmayayım. Mazallah aşağı falan düşersin sonra." diyerek söylenen Ege ile Kadir neşeli bir kahkaha attı. "İlişkimizde ilerleme olduğunu düşünmüştüm. Duygularımla oynadın ama." "Bir ilerleme olacağı varsa bile senin bu alaycılığınla oluru yok." dedi Ege elindeki sigarasını da bitirirken. "Niye? Nesi varmış alaycılığımın?" "Soruyor musun bir de? Aşırı sinir bozucusun Kadir." "Ama işe yarıyor. Bak az önceki berbat adamdan eser kalmadı." Kadir'in yumuşak cümlesi karşısında ona bir bakış atan Ege, adamın bir anda anlattıklarını bırakıp işi başka yere çekmesinin nedenini anlamıştı. Kadir hissettiği acıyı fark etmişti. Ege'nin gözlerine yerleşen soruyla Kadir başını aşağı yukarı salladı. "Bilinçli bir odak değişimi yaptığımı kabul ediyorum. Bence benim anlatma işim buraya kadar. Buradan sonrası Melek'in. Pedagog'un tüm artı-eksisiyle olayı inceleyip bir çözüm olarak 'Gerçek bir aile olmaya ne dersiniz?' sorusuna nasıl evet cevabını verdiğini Melek'ten dinlemelisin. Nasılını ben de bilmiyorum zaten... Ben, benim kabul etme nedenlerimi sundum sana. Pedagog'un sorusundan birkaç gün sonra daha fazla sessiz kalamayarak Melek'e bu durumu kabul edebileceğimi, Hilal'in gülüşlerini kazanmak için her şeyi yapacağımı söyledim 'Karar senin.' diyerek kararı ona bıraktım. Sonrası malum... İlk başlarda Hilal yine bize soğuk yapsa da sonrasında yavaş yavaş o davranışlarını bıraktı. Hiç unutmam bir gün Melek ile meyve yiyerek bir olay hakkında konuşuyorduk, Hilal'in normalde uyuması gerekiyordu ama uyumayıp aşağı inmiş. İkimiz de olaya farklı taraftan baktığımızdan tatlı bir sürtüşme yaşıyorduk. Hilal'in orada olduğunu fark edince ona döndük. Bir süre bana, bir süre annesine baktıktan sonra çapraz koltuğumuza oturarak bize bakmaya devam etti. En sonunda Melek dayanamadı 'Bir şey mi oldu kızım? Niye öyle bakıyorsun?' diye sordu. Hilal durdu durdu sonra kaşlarını hafifçe çatarak 'Siz yalan yapmıyorsunuz.' dedi. Kaldık öylece, ciddi anlamda afallamıştık. Hilal, birkaç dakika sonra ikimizi de öpüp odasına çıktığında bile tek kelime edemeden öylece kaldık. Bir süre sonra istemsizce 'Ya bir gün babası olmadığımı anlarsa.' diye fısıldamıştım. 5 yaşında her şeyi böylesine algılayan, hisseden bir çocuk büyüdükçe fazlasını da anlayabilirdi. Melek bir saniye bile duraksamadan 'Saçmalıyorsun.' demişti."diyen Kadir yine Hilal'e ve ona yaptığı babalığa girdiğini fark etmesiyle sessizleşti. Sanki bile isteye adamın yarasına basıp nispet yapıyor gibi hissetmişti. Ege, konuşmanın başından itibaren sözünü sakınmadan kimseye açmadığı yaralarını kendisine açan Kadir'e baktı. Adamın yıllarca neler yaşadığını, hangi korkulardan geçtiğini öğrenmek, istemsizce ona yakın hissetmesine neden olmuştu. Melek konusunda saf dürüstlükle konuşan adamın Hilal söz konusu olduğunda tereddüte düşmesini anlayabiliyordu Ege. Kadir de Ege gibi sevdiği kadından yıllarca ayrı kaldığı için bu konuda konuşmakta sakınca görmüyordu. Bu konuda empati yapmıyor, bizzat yaşadığı için gerçekten onu anlıyor ve ona göre davranıyordu. Fakat Hilal konusu başkaydı. Büyük ihtimal içinde bir yerler sürekli 'Hilal senin çocuğun değil.' dediği için bu konuda kendini eksik hissediyor, yanlış bir şey yaparak/söyleyerek Ege'nin acısını kanatmaktan çekiniyordu. Ege, Kadir ile tanıştığından beri ilk defa ona karşı hiçbir olumsuz duygu hissetmeden gerçek anlamda gülümsedi. "Anlatırken bir ara 'Bunu sana söylediğim için hayattaki en acımasız insan yaftasını yiyebilirim ama.' dedin ya. Ben de bunu sana söylediğim için hayattaki en garip insan yaftasını yiyebilirim ama..." diyen Ege duraksadı. Onun söyleyeceği şeyi merak eden Kadir tüm bedenini adama doğru döndürmüştü. "Sen Hilal'in babasısın Kadir. Ona duyduğun sevgi, yanında olabilseydim eğer kızıma duyacağım sevgiden daha az olamaz. Bu yüzden Melek haklı. Saçmalamışsın. Hilal'in bu gerçeği anlaması imkansızdı çünkü o baba sevgisini en yoğunuyla hissetmişti, hissediyor. İkinizin ilişkisinde kan bağı biraz formalite kaçıyor. Hilal'in yaralandığını söylemek için seni aradığım an emin olmuştum bundan. Başka bir hayatım olsaydı bu cümleyi asla kurmazdım büyük ihtimal ancak yaşadığım bu hayatta benim de can bağıyla hatta ruh bağıyla bağlı olduğum küçük bir çocuğum varken söyleyebiliyorum. Burak'a olan sevgimin büyüklüğünü bir ben bilirim bir de o. Bana her baba deyişinde bunu en içten bir şekilde, tüm kalbiyle söyler; ona her oğlum deyişimde kendi yaralarımın üstünü örtüp onun yaralarını sardığım bilir. Bizim ilişkimizde de kan bağı sadece bir formalite. Bu yüzden içindeki o kötü ses her ne diyorsa sustur onu. Ben geldim diye babalığın elinden alınacak diye bir şey yok. Asla istemem ama diyelim ki istedim, Hilal kesinlikle karşı çıkar. 24 yılını elinin tersiyle itecek birisi değil. Bunu en iyi sen biliyorsun." Adamın teselli sözleri Kadir'in dudaklarında samimi bir tebessüme neden olurken Ege buruk bir şekilde devam etti. "Tamam itiraf ediyorum. Bu durumu hâlâ kaldıramıyorum. 25 yılda Melek ile senin durumunu bir şekilde sindirmek zorunda kaldım ancak Hilal'e yapamadığım babalık daha çok yeni. Her şeyi öğreneli 1 ay bile olmadı. Ben babalığımı sindiremeden önce kızımı kaybetme korkusuyla kavruldum, sonra da sevdalığımın savaşını vermeye başladım. Dedim ya... Hayat bana duygularımı yaşamam konusunda asla yeterli zamanı vermedi. Bu konuda ne yapmam gerektiğini, ne düşünmem gerektiğini hâlâ daha çözümleyemedim. Şahsen günün birinde bu durumu atlatabilir miyim, içim acımadan bu durumu konuşabilir miyim onu bile bilmiyorum. Yine de tüm bunlara rağmen ben içsel çatışmamı dindirsem de dindirmesem de ortada kocaman bir gerçek var. Yaşananların hiçbir şekilde seninle bir bağlantısı yoktu. O DNA raporuna inanmayı seçen eden de bendim, Melek'in başka biriyle evleneceğine inanmayı seçen de. Tımarhaneye düşmelik bir ruh haline sahipken mantıklı seçimler yapmak pek de düşünülemezdi zaten. Yani... Eğer bu hikayede sen olmasaydın işte o zaman ben kendimi şuradan aşağı atardım. Senin olmadığın bir hikaye baba sevgisinden yoksun mutsuz bir çocuk demekti ve düşüncesi bile öldürüyor. İşte o zaman benim kendimi suçlamama kimse engel olamazdı. Şimdiyse yanan kişi benim diye seviniyorum. Melek onu, kızımızı, koruyabilmiş. Kendinden geçme pahasına korumuş." diyen Ege son cümleyi kısık bir sesle söylemişti. Salih Ege Aslan tam o an ilk defa düşündü. Hilal'i üzgün görmeye dayanamadığı için, kahkahaları sönmesin diye sevdiği adamdan başkasının bedenine dokunmasını kabul eden kadın; doğmamış kızını kurtarmak için babası saydığı adamı öldürmesine gerçekten de aşırı kötü bir tepki mi verirdi? Kendisi de hayatının en zor fedakarlığını, en zor seçimini yapmışken Ege'nin bu seçimini anlamaz mıydı? Sol gözünden bir damla yaş düştüğünü hisseden Ege titrek bir nefes aldı. Yıllar sonra ilk defa anlaşılabileceğini düşünmüştü. Yıllar sonra ilk defa affının kabul olabileceğinin umudu yeşermişti içinde. Melek haklıydı. Karşısındaki kişi bıraktığı genç kadın olsaydı eğer Ege'nin affedilme şansı sıfırdı ancak şimdi... Meleği belki de onu affedebilirdi. "Hey! Nerelere daldın?" Kadir'in sesiyle düşüncelerinden sıyrılan Ege gözlerindeki gözyaşı izlerini hissettiğinde başını iki yana salladı. Kendince hayaller kurarak gözü kapalı Meleğine gidebilir miydi? Bu soru da cevapsızlarından biriydi. Kadir'in bir şey soracağını anladığında ondan önce davrandı. "Peki n'oldu da şu terör işine bulaştın?" Daha sormadan soracağı soruyu reddeden Ege'ye onaylamaz bir bakış atan Kadir, er ya da geç kendi sorularının cevabını alacağının bilinciyle anlatmaya başladı. "Sana demiştim ya bizim ilişkinin kontrolü hep Melek'in elindeydi bu yüzden de onun bir dediğini iki etmedim, asla ona karşı çıkmadım, asla ona hayır demedim.' diye. Sadece bir kez, yaklaşık 3 yıl önce, ona bir konuda karşı geldim. Bunun sonrasında da kıyametler koptu. Bu kıyametlerin sonu da benim terör olduğunu anlamadığım şirketle anlaşma yapmamla bitti. Ailem ile tehdit edildim derken... İşte hapisteyim şu an." "Hangi konuda?" diye sordu Ege kaşlarını çatarak. "Hilal'in yurtdışındaki yüksek lisansı... Melek, Hilal'in yurtdışına gitmesini hiçbir şekilde istemedi fakat ben izin verdim. Kızımın bu hayalinin de Melek'in korkularına kurban gitmesini istemedim. Hilal de benzer hislerde olacak ki benim onayımı ve desteğimi aldıktan sonra gerekli işlemleri hallederek her şeyi hazırladığında Melek'e gideceğini söyledi. Daha öncesinde de defalarca kez söylemişti aslında ama Melek hep geçiştirdi. Benim reddedeceğime güvendiğinin farkındaydım. Ben finansal destek vermezsem Hilal'in önüne set koymuş olacaktım. Melek'in bilmediği, Hilal'in benim finansal desteğime ihtiyacı yoktu. Daha üniversitenin ilk yılı New York'a yüksek lisansa gitmeyi kafasına koymuş 3 yıldan fazladır para biriktiriyormuş. Bu duruma rağmen Melek öğrendiğinde bana sürüyle şey söyledi. Hilal benden yüz bulmuş yoksa böyle bir şey yapamazmış. Hep onu ben şımartmışım, her istediğini yaptığım için olmuş tüm bunlar..." Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme beliren Kadir başını iki yana salladı. "Melek ile 25 yıl içerisinde sürüyle tartışma yaşadık, sürüyle kavga ettik. Hiçbiri o gün söyledikleri kadar kırmadı beni. 'Sen kendini ne zannediyorsun da kabul etmeyeceğimi bildiğin bir karara evet deyip, benim arkamdan iş çeviriyorsun. Nasıl onu öz annesine karşı cephe aldırırsın? Kim olduğunu zannediyorsun sen? Hilal senin kızın değil. Unuttun mu bunu?'... Acısı olan bir Melek, kelimenin tam anlamıyla acımasız bir Melek'tir. Senin onu o şekilde terk etmen onda travmaya neden olmuştu. Peşine bir de amcasından haber alamadığında bu durum pekişti. Terk edilme korkusu yaşıyordu, bu yüzden de Hilal hep dizinin dibinde otursun istiyordu. Ama buna izin veremezdim. Onun deyimiyle Hilal benim kızım olmasa bile izin veremezdim. Melek'in korkularını kızına dayatmasını sessizce izlemeyecektim. Bir kez daha değil. Kızım asker olma konusunda zaten yara almıştı bu da olmazdı. O gün Melek bana o cümleleri kurduğu an pişman olmuştu. Gözlerinde gördüm bunu. Onu da sineye çektim. Özür dilemeyecek kadar gururlu dedim, korkudan yapıyor dedim üzerini örttüm. Birkaç gün sonra Hilal'e karşı gelirse kızının yüzüne bir daha bakmayacağını tek tek anlattım. Onun artık bir yetişkin olduğunu hatırlattım. Sonunda Melek hiç istemese de New York işini kabul etti. Etti etti de... Hilal gidince bana sardı. Kızını özledikçe beni suçladı. Dönüşümlü olarak 'Ben izin vermemiştim senden cesaret aldı, gitti kızım.' gibi cümleler kurdu. Özlemi arttıkça sözleri de arttı. En sonunda bir kavgada 'Sen bencil çıkarcı pisliğin tekisin. Belki de o çok sevdiğin ilk aşkın bu yüzden seni değil de Aykut'u seçmiştir.' dedi." Duyduğu cümleyle gözleri büyüyen Ege, hızla Kadir'e döndü. Başını önüne eğen Kadir sessiz bir şekilde sordu. "Sence bu cümleden sonra ona ne demişimdir?" "Hayır." diyerek başını iki yana sallayan Ege düşündüğü şeyin olmaması için her şeyi yapabilirdi. "Evet. Bu sefer susamayacak kadar dolmuştum. Biliyor musun ben de öfkelenebiliyorum Ege. Sen burnuna yediğin yumruktan dolayı bunu biliyorsun ama Melek bilmiyordu. Çünkü karşısında hep her şeyi alttan alan bir Kadir Alacalı vardı. Ama beni Sedef'ten vurmayacaktı. En hasas karnımdan biriydi o. Bu yüzden daha söylediğim an geri almayı istediğim o cümleyi kurdum. 'Sen de soğuk nevalenin tekisin. Belki de kocanın başka çiçeklere gitmesinin nedeni budur.'. Cümlemin peşine hak ettiğim tokatı en sertiyle yedim. Melek'in gözlerindeki acının nedeni ben değildim, sendin." Ege'nin dağıldığını gören Kadir geri çekilmek yerine üzerine gitti. "Ben, aşık olmadığım kadına kendi söylemediğim sözlerin kısa bir imasında bulunduğumda bile vicdan azabından geberip, pişman oldum. Sen nasıl aşığım dediğin kadına o iğrenç sözleri söyleyebildin Ege?" "Başka türlü gitmezdi ve kesinlikle gitmesi gerekiyordu. Korkudan ne yaptığımı bilmiyordum." diye mırıldandı Ege çaresiz bir şekilde. "Neden gitmesi gerekiyordu?" "Yapma Kadir." "Yoo yapacağım. Ben anlattım sen de anlatacaksın durumundan değil, kızımı kime emanet ettiğimi öğrenmek için yapacağım. En yakın arkadaşımı, Melek'i, kimin insafına bıraktığımı görmek için yapacağım. Buna hakkım olduğunu düşünüyorum. Yok mu?" Bir süre memnuniyetsizce duran Ege tatsız bir sesle cevap verdi. "Var." "O zaman... Söz sende Binbaşı." Kadir'in mavi gözlerine isteksiz bir bakış atan adam mırıldandı. "Ne bilmek istiyorsun?" "O gün tam olarak neler oldu da kör kütük aşık olduğun karına onca hakareti saymak zorunda kaldın? Bu iyi bir başlangıç bence." Kadir'in duruşuna bakılırsa sorularını cevaplamadığı sürece hayatı ona zindan edecekti. İçindeki karmaşayı çözmek için kendi hayatını bile anlatan bu adama, 25 yıldır kızını, annesini hatta karısını yalnız bırakmadığı için Ege'nin de bir borcu vardı. Bu yüzden sigarasından bir dal daha yakan Ege o can yakan günü anlatmaya karar verdi. Konuşmaya başladığında Kadir'in cebindeki ses kayıt cihazından habersizdi... 🌙 Bölümü nasıl buldunuz? Böyle bir olaylar zinciri bekliyor muydunuz? 😉 Kadir'in hikayesi hakkında düşünceleriniz neler? Hep diyorum, hep diyeceğim. Kadir kitaptaki en trol karakterim. Adam kendi hikayesini kendi yazdırdı. Beni ve çizgilerimi biliyorsunuz. Kadir'in geçmişi gibi geçmişe sahip tek bir karakterim yok, olmaz da. Ama Kadir... Ula bu adam bana n'aptı yaa? Ben en son bunu terörist yandaşçısı yazacaktım. Şimdi +50'lerimde Ege ile eş derecede bir sevgiye ilerliyor 🤭🤣 Bölümdeki favori sahneniz hangisiydi? 😎 Ben tüm ikilileri yazarken çok keyif aldım ama bir diyalog var ki onu, komedi bakımından, bölümü özetleyen pik cümle kabul ediyorum. Evet evet tahmin ettiğiniz o cümle. 'Ben, ilk eski kocam, ikinci eski kocam ve ikinci eski kocamın ilk aşkı. Biz kocaman bir aileyiz.' Ahahahahaha. Bu diyalog beni en az Müjgan sahnesi, Tuncik muhabbeti, Sürmeli Burak resmi kadar güldürdü 🤣 Hayır KİT harici birisi bu Etik Dışı Dörtlü'müzü okusa 'Siz hangi kafadasınız gardaş? Bu ne? Ne yaşıyonuz?' diyecek. Ama ne yapayım bunları yazmaktan kendimi alamıyorum, beni affedin 🥲🙈 Yalnız bir yerde aklımın kesinlikle başına gelmesi lazım. Bu işin sonu çifte randevuya falan gider Allah korusun 😱🤣 Bu arada söylemeden geçemeyeceğim bu bölümü çokça karışık duygularla yazdım. Bunun nedenlerinden biri de çok uzun zamandır bu sahneleri beklemem. Düşünün Kadir-Ege konuşmasının başlarındaki 5k'yı tam tamına 6 ay önce yazmışım. 6 aydır kenarda sahnesini bekliyordu 🥲. Bu yüzden de bölümü 'Vay canına! Gerçekten de geldim bu sahnelere. Yazıyorum buraları.' düşünceleriyle yazdım. Güzel bir his 😍 Hadi son sorular. Gerçekten uzun süredir beklediğim yerler ve ben yine yazıyorum da yazıyorum 🙈😅 Gelecek bölüm için herhangi bir tarih vermiyorum. 1 ay içinde gelecektir olur da gelmezse bildiririm. Sizi çok seviyorum şimdiden Hayırlı Bayramlar. Allah'a emanet olun 💙 B.K.S. |
0% |