Yeni Üyelik
32.
Bölüm

24. Bölüm- Sil Baştan | Part 1

@yasminiesa

🥀


5 dakikadır yerinde sayan taksinin içindeki kadın, umutsuz gözlerle İstanbul trafiğine baktı. Son zamanlarda o kadar dalgındı ki metro yerine taksiye binmek gibi büyük bir hata yapmıştı. Metro hattından oldukça uzaklaştığı için hatasından dönemeyen Melek, bakışlarını mavi gökyüzüne çevirdi.


Butiğe gidip geri dönüşü, tahmininden çok daha uzun sürecekti. Kızının taburcu gününde neden böyle bir şeye kalkıştıysa?


'Ege ile yüzleşmemek için kaçtın. Bir tepkisizliğe daha gücün kalmadığından...'


Kalbindeki kırıklığı hisseden kadın titrek bir nefes aldı.


Ege'nin ona sıradan biri gibi davranması canını çok yakıyordu.


'Sıradan biri gibi mi? Keşke öyle davransa. O zaman en azından yüz yüze geldiğinizde birkaç kelam konuşmuş olurdunuz. Sıradan biri gibi değil, tanımadığı biri gibi davranıyor.'


Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Melek başını arka koltuğa yasladı.


İnsanın tanımadığı birinden çocuğu olmazdı ki...


"Abla?"


Taksicinin seslendiğini duyan Melek düşünceler dünyasından çıkarak adama baktı.


"Radyonun sesini açabilir miyim? Yıldız ablamı çok severim. Zaten tıkılıp kaldık trafikte, bari onda dertlenelim."


Taksicinin cümlesini duyan Melek nostaljik şarkılar çalan kanaldan yükselen müziğe kulak kesildi.


🎶 Çabuk olalım aşkım


Her şeyi paylaşalım


Ben kendimi sana adadım


Sevgilim sensiz anlamsızım🎶


Sesinin çıkamayacağını düşünerek başıyla taksiciyi onaylarken bakışlarını dışarıya çevirdi.


🎶


Mahşere kadar benim aşkım


Her alemde senindir canım


Nereye istersen sür köle diye


Sensiz ölürüm cennette


Seni seven kalbim


Sana deli oluyor anlasana


Sana dayanamıyorum, inan ki


Sensiz mutlu olamıyorum (×2)


🎶


Boğazında kocaman bir düğüm beliren kadın yalnızca dudaklarını oynatarak şarkıya eşlik etmeye başladı.


🎶Bin ömrüm daha olsa


Kollarında son bulsa


Eğer sana kavuşmak varsa


Ölmek düğün gibidir bana


Sensizlikten çok korkuyorum


İnan kendimi bilmiyorum


Önce Allah, sonra sen benim için


O bilir nasıl sevdim 🎶


'Sensizlikten çok korkuyorum.' kısmında gözünden düşen yaşa engel olamamıştı kadın.


İnsanın başına hep en korktukları gelirdi değil mi?


Şarkıya ç anılar da eşlik etmeye başladığında sessiz gözyaşları dökmeye başlayan Melek sıradaki şarkının sözlerini duyduğunda acıyla gözlerini kapattı.


Ahmet Selçuk İlkan'ın şiirinden bestelenen Ebru Gündeş şarkısı son günlerdeki hislerini anlatıyordu.


🎶


İstemem sevgilim yüzüme gülme


Eğer ki sonunda ağlatacaksan


İstemem sevgilim ümitler verme


Sonunda dünyamı karartacaksan


Ben aşkı ölümsüz bilenlerdenim


Bir ömür boyu sevenlerdenim


Ellerin elime değmesin derim


Eğer ki sonunda ayrılacaksan


Gönüle vurulmaz asla bir kilit


Seveni öldürür kırılan ümit


Sevgilim yanıma yaklaşmadan git


Eğer ki sonunda ayrılacaksan


Ben aşkı ölümsüz bilenlerdenim


Bir ömür boyu sevenlerdenim


Ellerin elime değmesin derim


Eğer ki sonunda ayrılacaksan


🎶


Gözyaşları hızlanan kadının hıçkırıklara boğulmasına çok az kalmıştı.


Ege'den nefret ediyordu!


Bu cümleden hiç hoşlanmayan kalbi, beynini azarlarken gözlerini açan Melek dikiz aynasından kendisine bakan taksiciyle göz göze geldi. Endişeli bakan adam, kadına herhangi bir yorumda bulunmayarak kısmen açılan trafikte arabayı sürmeye başlarken Melek gözlerini camdan dışarıya çevirdi.


Radyodaki reklam arasının ardından çalmaya başlayan şarkı, Melek'in büyük bir isyanla 'Yeter.' diye düşünmesine neden olmuştu. Tam adama radyoyu kapatmasını söyleyecekti ki takside telefonunun sesi yankılandı.


Titreyen eliyle yüzündeki gözyaşlarını silen Melek, birkaç uğraştan sonra telefonunu çantasında çıkarmayı başarmıştı. Arayanın Burak olduğunu görünce önemli bir şey olabilir düşüncesiyle telefonu açtı.


"Efendim?"


Çatlak çıkan sesini duyan karşı taraftan ses gelmemişti.


"Bir şey mi oldu Burak?"


"Daha ne olsun abla? Siz gözlerimizin önünde acılar içinde kıvranırken elimizden hiçbir şey gelmiyor."


"Bunu bana değil babana söylemen gerekiyor. Bu halimin tek sorumlusu o." diyen Melek bakışlarını radyoya çevirdi.


Sezen Aksu, her duyduğunda Melek'i öldüren, 'Unut' şarkısının nakaratına giriş yapmıştı.


🎶


Seni sevdiğimi unut, sevişmelerimiz yalan


Unut beni de her yalan gibi unut


O sevgiler ki yoktular, onlar ümitlerimizdi


Ne ümitler yaşlandı gel zaman git zaman


Ayrıldığımızı unut, yalnızlıklar zaten yalan


Unut beni de her yalan gibi unut


🎶


Gözünden bir damla daha yaş düşen Melek titrek bir nefes aldı.


"Neden aradın? Bir şey mi oldu?"


"Oldu." dedi Burak kısık bir sesle.


"Ne oldu?.. Kadir mi? İstemedi di'mi seni yanında? Neyse artık yapacak bir şey yok. Konuşmak istemiyorsa zorlama. Hilal ile görüşüp geri dönebilir. Ben trafiğe takılı kaldım. Bu gidişle Hilal'in çıkışına bile yetişemeyeceğim."


Nefes dahi almayarak peş peşe cümlelerini sıralayan kadını duyan Burak'tan bir iç geçirme sesi yükseldi.


"Melek abla?"


"Onun hakkında aradıysan hiçbir şey duymak istemiyorum. Beni görmezden gelip durmasından çok yoruldum."


Burak'ın sessiz kalması üzerine konunun Ege olduğunu anlayan Melek konuşmayı daha fazla uzatmak istemedi.


"Önemli bir şey yoksa kapatı..."


"Babam, Kadir abiyle konuşacak."


Melek, duyduğu cümleyi anlamlandıramamıştı.


"Ne?"


"Sen aradığında o da yanımızdaydı. 'Ben giderim.' dedi."


"Kadir'in yanına gidip de ne yapacakmış acaba?" diye soran Melek öfkelendiğini hissetmişti.


"Konuşacaklarını düşünüyorum."


"O ikisinin konuşacak bir şeyi mi varmış?" dedi Melek sesindeki alaya engel olamayarak.


"Yapma ama abla." dedi Burak yumuşak bir sesle.


"Kadir, söylememesi gereken bir şeyi söylerse onu öldüreceğimi bilir." diyen kadının sesinde tereddüt vardı.


Bu sabah Sedef'i getiren kendisiyken bundan çok da emin olamamıştı Melek.


Bu sırada Burak bombayı patlattı.


"Kadir abi benden ses kayıt cihazı istedi."


"NE YAPTI, NE YAPTI?" diyen Melek resmen bağırmıştı.


"Ahh kulağım..." diye isyan eden Burak, Melek'in öfkesiyle karşılaşmıştı.


"Bırak şimdi kulağını. İstediğini yaptığını söylemeyeceksin değil mi?"


"Asena'm bu ses tonuyla bu tarz bir soru sorduğunda her ne yaptıysam inkar ediyorum. Annesinde de aynı taktiği uygulamam can güvenliğim açısından iyi olacak sanırım."


"Burak beni delirtme çocuğum. Şu işi doğru düzgün anlat. Ve Ege'nin Kadir'in yanına gitmesine engel ol."


"Anlatacak bir şey yok abla. Sen nasıl ki Kadir abi için Sedef ablayı buraya getirdiysen o da senin için babamla konuşmayı planlıyordu. Kayıt cihazını, hastaneye geldiği ilk gün istemişti. Diğer gelişlerinde uygun ortam bulamadığı için çıkışta cihazı kantine geri bıraksa da bugün o cihazı kullanacağından eminim."


Başına bir ağrı saplanan Melek delirecek gibi hissediyordu.


"Niyeti Ege'nin yaşadıklarını kaydedip bana dinletmek mi? Ege ona anlatır mı ki?"


"Bilmiyorum ancak şu an çatının kamera kayıtları karşımda duruyor. Babam yanına yeni çıktı ve ilk iş Kadir abiye sigara ikram etti."


"Ahh delireceğim. Cidden delireceğim. Bir de karışıklı sigara mı içecekler? Yok artık!"


Melek'in ters tepkisini duyan Burak hüzünle gülümsedi.


"Şu an bile kızgınlığın babama. Onun yaşadıklarını Kadir abiye anlatmasını istemiyorsun. Sana anlatamadığı hikayesini başkasına anlatırsa diye öfkelisin."


"Beni tahlil etmeyi bırakıp o ikisinin konuşmasına engel oluyorsun Burak."


"Olmayacağımı biliyorsun."


"Beni niye aradın o zaman? Gelip engel olayım diye mi?"


"Hayır... Gelip dinle diye." diye mırıldandı Burak sesindeki kararsızlıkla.


Genç adam yaptığı şeyin doğru olup olmadığından emin değildi.


Acı bir şekilde gülen Melek başını iki yana salladı.


"Dinlemeyeceğim. O Ege... Ege eğer bana anlatmadığı hikayeyi eski kocama anlatırsa..."


Hissettiği öfke ve hayal kırıklığıyla titreyen Melek isyan içinde konuştu.


"Ya ben yoruldum Burak. Bu adamın bana gram saygı duymamasından yoruldum. Beni aradıysan bu işin sonunda babanın o hikayeyi anlatacağını düşünüyorsun. Gerçi Kadir ne yapıp edip o hikayeyi anlattırır. Aksi durumda ne kızını ne de beni Ege'nin yanında gönül rahatlığıyla bırakabilir çünkü... Ama ben bunu kaldıramam. Yeter. Gerçekten yeter. Ortada neredeyse herkesin bildiği bir hikaye var ama ben bihaberim. Bilmediğim hikayenin acısını çekiyorum. Senin o baban olacak adam günlerdir ben yokmuşum gibi davranıyor. Davranmaya devam etsin. Bir gün gerçekten yok olduğumda mal gibi kalır ortada."


"25 yılı bir anda değiştireme..."


"Yanlış insana, yanlış cümle. Ben 25 yıl önce iğrenç ithamlarda bulunarak beni terk eden adamı anlamaya çalışan kadınım Burak. Ben 25 yılın acısını hiçe sayıp onu affetmeye çabalıyorsam, o da 25 yıllık suskunluğunu bozup kendini affettirmeye çalışmalı. Ne bekliyor bilmiyorum ama ben bir 25 yıl daha kızımın karşısında iyi rolü yapıp onun yanından ayrıldığım anda o rolü bozmayacağım. Olmaz. Ege ile bu rolü yapamam ben... Onun beni takmadığı her an benden bir parça daha gidiyor. Yalan olsa bile o gün bana söylediklerini telafi etmesi gerekirken beni görmezden gelmesi, o sözler doğruymuş gibi hissettiriyor."


Melek'in ızdırap dolu cümleleriyle yutkunan Burak çaresiz bir nefes aldı.


"İnan bana ne yapacağımı bilmiyorum abla. Sana şu an nedenini söylesem... Ona gideceksin. Bundan eminim. Ben eminim ama babam seni sonsuza dek kaybetmekten korkuyor."


"Burak mesele öğrenmem değil biliyorsun değil mi? Oraya gelip başkasına anlattıklarını dinlediğimde yine ben kendimden feda etmiş olacağım. O yine susacak, ben yine alttan alacağım. Ben kalan ömrümü böyle geçirmek istemiyorum. Bu yüzden... Niyetinin iyi olduğunu bilsem de gelmeyeceğim. Kadir o ses kaydını getirdiğinde onu da dinlemeyeceğim. Dinleyeceğim tek kişi Ege'nin bizzat kendisi."


"Umarım anlatır Melek abla." diyen Burak'ın sesi ultra olumsuz çıkmıştı. Bunu duyan Melek kalbinde kocaman bir korkunun yeşermeye başladığını hissetti.


"Sen işini hallet, taburcu zamanı haberleşiriz." diyen Burak, kadına veda ederek telefonu kapattığında Melek bir süre elinde telefon öylece kaldı.


Burak, tüm yaşananlara rağmen Ege'nin anlatacağını düşünmüyordu.


Yanında büyüyen çocuk buna ihtimal vermiyorsa...


Gözlerini kapatan Melek hissettiği çaresizlikle arkasına yaslandı. Taksici telefonla konuştuğu için kıstığı radyoyu açarken Melek tüm öfkesini ondan çıkarmak istese de sesinin çıkmayacağının bilinciyle sustu.


Aklındaki düşünceler çalan şarkılardan yüksek seyretmeye başladığında dalgın bakışlarla dışarıyı izlemeye başlayan Melek verdiği karardan şüpheye düşmeye başlamıştı.


Gerçekten de anlatmaz mı?


Hiç mi...


Kadının gözyaşları kendisinden izinsiz dökülmeye başlarken 90'lardan başka bir şarkı daha son bulmuş, arabada Aşkın Nur Yengi'nin sesi yankılanmaya başlamıştı.


🎶Yazık şu geçen zamana yazık


Yalan mıydı biz mi aldandık


Yazık gençliğimize yazık


Nasıl böyle erken yıprandık 🎶


Yazık gençliğimize yazık...


Melek bu sefer dudaklarından kaçan hıçkırığa engel olamamıştı.


🎶Böyle mi sona erecekti


Böyle parça parça mı olacaktı


Bu kadar yalan mı yaşandı her şey


Hem sana hem bana yazık (×2) 🎶


Böyle mi sona erecekti?


Gerçekten böyle mi sona erecekti?


İkisi de paramparça ancak ayrı ayrı mı yürüyeceklerdi?


Melek'in aklına ilişkilerinin ilk başladığı zaman geldi. Karanlıkta oturan adama dayanamayıp yanına gittiği o günler...


Sessizliğine dayanamayarak soru sorduğu o gün, her şeyin başlangıcı olmuştu.


Burak'ın umutsuz bir sesle 'Umarım anlatır Melek abla.' cümlesi yeniden ruhunda ses buldu kadının.


Ege anlatmayacaktı.


Savaşan kişi yine Melek olacaktı.


🎶


Ne olursun yalan de


Bu bir rüya sadece


Ne olursun konuşma


Sana ihtiyacım var dinle


İkimize de yazık gençliğimize yazık


Bu kadar yalan mı yaşandı her şey söyle


🎶


Şarkı devam ederken kararını veren Melek titrek bir nefes alarak Burak'ı aradı.


🐺


"Hadi ama Kelebeğim. Bakar mısın bana?"


"O elaların yine mi kızardı senin?' diye başlayacaksın ama." diye mırıldanan Hilal bakışlarını oku(ya)madığı kitabından çekmemişti.


Sol eliyle sevgilisinin parmaklarının arasındaki kitabı çekerek yatağın üstüne koyan Burak, sağ elini Hilal'in çenesine götürerek göz göze gelmelerini sağladı.


Elalar, bal rengine dönmüştü.


"O elaların yine mi kızardı senin?" diye fısıldayan adamın gözlerindeki saf sevgi sesinde hayat bulmuştu.


Boğazı düğüm düğüm olan genç kız, erkek arkadaşının şefkatle bakan yeşillerini gördüğünde sol gözünden bir gözyaşının düştüğünü hissetti.


Düşen gözyaşını yarı yolda karşılayarak silen adam, kızın yanağını hafifçe okşamıştı.


"Aklındakini benimle paylaşır mısın?"


"Bilmiyor musun?" diye karşılık veren Hilal küçük bir çocukmuşçasına burnunu çekmişti.


"Duymak istiyorum. Senden duymak istiyorum." dedi Burak ciddi gözlerle sevdiğine bakarken.


Adamın bakışları karşısında bülbül gibi şakımaktan korkan Hilal gözlerini kaçırdı. Göz temaslarını kesilmesiyle birlikte Burak kaşlarını çatmıştı.


"Hey hey heey! Kaçırma gözlerini benden."


Ellerine bakan Hilal'in tepkisiz kalması üzerine bütün vücudunu sevgilisine doğru döndüren adam seslendi.


"Kelebeğim?"


"Şu an konuşmasak?" diyen Hilal başını biraz daha önüne eğmişti.


Onun bu halinden gram hoşlanmayan Burak tek kaşını kaldırdı.


"Burası 'Tamam olur nasıl istersen.' demem gereken yer oluyor sanırım?"


Sevgilisinin sesindeki hafif alayı duyan Hilal yorgun bir nefes aldı.


"Desen?"


"Sen demiş miydin?"


Burak'ın sesindeki gülümseme, kızın da istemsizce tebessüm etmesine neden olmuştu.


"Aynı şey değil. Ben..."


"Birebir aynı şey Kelebeğim. Konu yine aile. Başrol yine bir kaçış... Ve bu sefer bu kaçışa engel olan kahraman ben olacağım. Kendinle yüzleşmek istemiyorsun, korkularının kendi dudaklarından dökülmesini istemiyorsun farkındayım. Ama bencillik ederek benimle bu konuda konuşmanı istiyorum. Sadece sarılarak yanında olmak yetmiyor, sözlerimle teselli ederek sımsıkı sarılmak istiyorum. Benden bunu esirgeme. Şimdi... Söyle bakalım. O aşık olduğum aklından neler geçiyor?"


Sevgilisinin içten cümlelerini geri çevirmek istemeyen Hilal, boğazındaki kuruluğu geçirme isteğiyle yutkunduktan sonra güçsüz bir şekilde cümleye başladı.


"Annemin bu kadar..."


"Önce gözler." diyerek araya girdi Burak.


Bal rengine bürünmüş elalardan mahrum kalmak istemiyordu adam.


Bakışlarını ellerinden çeken Hilal aşık olduğu yeşil gözlere kilitlendi. Kızarık olmasına rağmen elalarını gören adamın gözlerinde mutlu bir tebessüm belirmişti. Bunu fark eden Hilal kalbindeki sızının hafiflediğini hissetti. Burak ona böyle bakarken tüm her şey çözülecekmiş gibi hissediyordu. Dudaklarında cılız bir tebessüm beliren genç kız adamın ellerine uzandı.


"Sonra da eller."


"Hoş geldin Kelebeğim." diyerek gülümseyen Burak, kızın ellerini sıktıktan sonra "Seni dinliyorum." diyerek sevgilisini cesaretlendirdi.


"Annemin bu kadar... Bu kadar keskin bir şekilde redde-reddedeceğini düşünmemiştim. Gelip dinleme olayını geçtim, babamın -Kadir babamın- ses kaydı olayını da reddet..."


Dudaklarını birbirine bastıran Hilal hıçkırıklarla ağlamamak için kendini sıkarken isyanla konuştu.


"Benim tek umudum o ses kaydıydı. Burak biz ne yapacağız? Annem babamdan duyacağını başka hiçbir ihtimali kabul etmediğini söylüyor. Haklı olduğunu biliyorum. Benzer durumu yaşarken ben de aynısını yaptım. Hikayenin içinde yer almadığım halde geçmişini sadece senden dinlemekte direttim. Annemin bunu neden istediğini çok iyi biliyorum ama...."


Gözyaşları peşi sıra dökülmeye başlayan Hilal dudaklarının arasından kaçan hıçkırığa engel olamazken devam etti.


"Ama babam anlatmaz. Anlatamaz. Nasıl anlatsın adam? Beni 40 kat yabancı sanarken, küçük kelimelerle üstten anlatırken bile yandı kül oldu. Şimdi sevdiği kadının karşısına geçip nasıl..."


Hıçkırıklarını daha fazla tutamayan Hilal ellerini sevgilisinin elinden çekerek yüzüne götürdü. Hilal'in ellerini yüzünden çekme isteğinin önüne zorlukla geçen Burak sağ elini yumruk yaparken kıza sarıldı. Bu şefkatli yaklaşım Hilal'in ağlayışını şiddetlendirmişti. Sol eliyle kızın saçını okşayarak onu sakinleştirmeye çalışan adam ciddi anlamda arada kaldığını hissediyordu.


Sevdiğini bu kadar çaresiz bıraktığı için babasına kızmaya kalksa... Kızamıyordu.


Sevdiğine 'Ağlama, her şey düzelecek.' demeye kalksa... Yalan söyleyemiyordu.


"Benim yüzümden geldikleri hâle bak."


Hilal'in fısıltısını duyan Burak kaşlarını çatarak geriye çekildi. Kızın ellerini çekiştirerek yüzünden ayıran adam yaydığı olumsuz auranın bilinciyle kız arkadaşına baktı.


"Bir daha söyle." derken sesinde tehditkar bir tını vardı.


Yüzbaşı Alfa'yla karşı karşıya olduğunu fark eden Hilal yalvarırcasına sevgilisine baktı.


"Kızma ama..."


"Nasıl kızmayayım Hilal? Sen ne dediğinin farkında mısın? Bu olayda tek bir suçun yok."


Dudaklarında acı dolu bir gülümseme beliren Hilal istemsiz bir alayla mırıldandı.


"Kesinlikle öyle."


Sakin kalmak için derin bir nefes alan Burak tepki dolu zümrütlerini elalara dikti.


"Sana ben olmak yakışmıyor. Düzelteyim. Eski ben olmak yakışmıyor. Kelebeksin sen kendine gel." diyen adam son cümlesinin verdiği vibe ile duraksayıp muzip bir sesle alıntı uyarladı.


"Bu sen değilsin. Toparlan artık. Toparlan kendine gel. Kolay olmadığını biliyorum ama sen Kelebeksin. Bunu aşacak gücün var sevgilim."


Aşk-ı Memnu'daki Firdevs Hanım'ın vurgularıyla söylenen cümle gözyaşları içindeki Hilal'in gülmesini sağlamıştı.


"Sana gülmek çook yakışıyor." diye devam eden adam bu cümlesini de 'Sana kırmızı çok yakışıyor.' tonlamasıyla söylemişti.


Burak'ın bu hallerine dayanamayan Hilal ağlamayı bir kenara bırakmış, kendisine yönelen topu boş geçmemişti.


"Dur tahmin edeyim sıradaki cümlen 'Sen Hilal Aslan'sın aptallık etme!' olacak."


"Cık! O yemez." dedi Burak, sevdiğinin ruh halini değiştirebildiğinin şükrüyle kızın gözlerindeki son yaşları silerken.


Artık ağlarken gülmeye geçiş olayını oldukça normalleştirdiklerinden, yanaklarını silen adamı garipsemeyen Hilal soru dolu gözlerle sevgilisine baktı.


"Öyle mi?"


"Kesinlikle."


"Neden?" diye soran kızın sesi safi merakla doluydu.


"Neden olacak? Bu cümle, içindeki Asena'yo uyandıracak. Sen benim silahıma yelteneceksin ben seni sakinleştitmek için şebeklik yapacağım fal..."


Duraksayan Burak hüzünle iç geçirdi.


"Anlatmaya başlamadan önce yaşanan duygusal ânın bu kadar atraksiyonu kaldıramayacağını söyleyerek cümleyi bitirecektim ama anlatırken çok pis canım çekti. Ne dersin sil baştan alalım mı?"


"Hmm düşünmem lazım." diyen Hilal tam sevgilisini onaylayacaktı ki odada Burak'ın telefonunun sesi yankılanmaya başladı.


Komidinin üzerine uzanarak telefonunu alan adam ekrandaki ismi gördüğünde hızla sevgilisine dönmüştü.


Onun bu tepkisi karşısında yutkunan Hilal çatlayan sesiyle sordu.


"Kim?"


"Annen." diye mırıldanan Burak yatağa yerleşerek sırtını başlığa yasladı.


Adam telefonu açarken Hilal de az önceki görüşmede yaptığı gibi sol eliyle sevgilisinin elini tutmuş, başını onun omzuna koyarak telefonun diyafonuna yaklaşmıştı.


Kıza yandan bir bakış atan adam bu görüşmenin sonunun da diğeri gibi bitmemesi için aklına gelen tüm duaları sıralamaya başlamıştı ki Melek'in sesi duyuldu.


"Geleceğim!"


Annesinin cümlesini duyan Hilal nefesini tutarak Burak'a bakarken sevgilisine tebessüm eden genç adam avucunun içindeki eli sıkmıştı.


"Ama trafikte sıkıştım kaldım Burak. Karşı şerit de aynı durumda. Yarım saatten önce gelemem. Ne olacak?"


"Hmm..."


Kısa süre durum değerlendirmesi yapan Burak aklına gelen çözümle düşünceli bir şekilde sordu.


"Daha önce hiç motora binmiş miydin Melek abla?"


"Hayır." diye yanıtlayan kadının sesi tereddütlü çıkmıştı.


"Ehh her şeyin bir ilki vardır. Birazdan orada olurum. Sen müsait bir yerde taksiden in, bana konum at. Hemen geliyorum ben de." diyen Burak farkına varmadan yüzbaşı moduna girmiş gerekli emirleri verdikten sonra telefonu kapatmıştı.


Adam telefonu kapatır kapatmaz Hilal onun üstüne atladı.


"N'olu..."


"Kabul etti. Kabul etti, kabul etti." diye neşeyle şakıyan Hilal adamın boynundaki kollarını biraz daha sardı. Kahkaha atan adam gülerek konuştu.


"Sen beni böyle boğup nefesimi kesersen bizim çöpçatanlık işi başlamadan bitecek yalnız Kelebeğim."


Mutlu kıkırtılar çıkartan Hilal'in yüzüne öpücükler kondurmaya başlamasıyla rahatça arkasına yaslanan Burak sevgilisini belinden tutarak biraz daha kendine doğru çekti.


"Bence biz boşverelim çöpçatanlığı." derken halinden memnun bir şekilde gülüyordu adam.


Onu duyan Hilal geri çekilerek resmen tısladı.


"Öldürürüm seni Burak."


"Öldürüyorsun ya zaten." diyerek kıza takılan Burak eliyle sevgilisinin burnunu sıkmıştı.


"Şu tatlılığa bak. Yerim seni."


Adam cümle dudaklarından çıktığı anda kendine sövmüştü.


"Bence bundan sonra çağrışım yaptıracak genel terimleri arsızlığınla sulama Alfa'm. Sen her seferinde bu afallamışlıkla kalırsan yanarız biz."


Kızın 32 diş sırıtarak kurduğu cümleyle gözlerini kısarak sevgilisine bakan Burak, parmağını havaya kaldırarak kıza doğru salladı.


"Dua et aşki bir görevim var. Anneni babamızın yanına götürdükten sonra ifadeni alacağım senin."


Hissettiği mutlulukla gülen Hilal olur dercesine başını salladı.


"Hadi git, annem bekliyor. Allah yardımcımız olsun. Umarım... Her şey güzel olur."


Sevgilisini kendine çekerek alnına bir öpücük bırakan Burak hafifçe tebessüm etti.


"Olacak, hissediyorum. Belki biraz sarsıntılı ilerleyecek ama her şey güzel olacak İhtilal'im."


🥀


"Bana motora bindin mi diye sorarken eksik sormuşsun. 'Benim kullandığım motora bindin mi?' diye sormalıydın." diye söylenen Melek titreyen eliyle kaskı Burak'a uzattı.


"Öyle motor mu kullanılır Burak?"


Umursamaz bir şekilde omzunu silken adam savunmacı bir sesle konuştu.


"Hiçbir kural çiğnemedim."


"Emin misin?"


"Tabii ki. Hız 80 ise 80'de gittim. 81'i göremezsin Melek abla."


İsyanla iç geçiren Melek hastane kapısından içeri girerlerken yanındaki adama baktı.


"O levhadakiler azami hız biliyorsun değil mi?"


"Acelemiz vardı. Sınırların ucundaydım ama kuralları da çiğnemedim. O zaman problem?"


Asansöre bindiklerinde Melek adama onaylamaz bir bakış attı.


"Hayatını bu motto ile yaşıyorsun değil mi?"


"Nereden bildin?" diyen Burak ukala bir şekilde gülmüştü.


Bakışlarını onun üzerinde dolaştıran Melek düşünceli bir şekilde mırıldandı.


"Garip birisin Burak Kılıç."


"Bunu sık duyuyorum. Senin deme nedenin ne?" diye soran Burak saygı duyduğu kadına saf bir merakla baktı.


"Konuştuğumuz her seferinde farklı bir Burak'la konuşuyormuşum gibi hissediyorum. Birçok farklı yüzün var. Ege'ye benzetiyorum bazı hareketlerini ama daha da farklı. Çözemedim."


"Çözmüşsün ya Melek abla. Birçok farklı yüzüm var. Matruşkaya benzetmişti Seher Ninem. Âna göre, kişiye göre, konuya göre herhangi bir yüzümü gösteririm insanlara."


"Peki kızıma? O, matruşka'nın en küçüğü dahil tüm yüzlerini biliyor değil mi?"


Konuşulmayanlar yüzünden tüm hayatını eksik geçiren kadına baktı Burak. Kızı da aynı şeyi yaşamasın diye çabalıyordu.


"O benim tepkilerimi bile benden önce bilecek kadar iyi tanıyor beni. İlk başlarda zordu kabul. Onu da kendimi de çok yıprattım. Babamlık yaptım kaçtım, beni büyüten babam gibi sustum ama sonunda akıllandım. Hilal geçmişimi de biliyor, şimdimi de. Allah'ın izniyle geleceğimi de bilecek."


Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Melek adamın samimiyet dolu açıklamasını sevmişti.


"Kızımı hakkıyla seviyorsun Burak Kılıç."


"Ben aşkı ailemden gördüm Melek abla. Aşkı ailemden, sevdayı ise Salih Aslan'dan... Yanında olmayanı bile sevmeyi, zaman mekan kavramı olmadan sevmenin büyüklüğünü bana Salih babam öğretti. Sakarya'ya gidemediğim için yıllarımızın hepsini dip dibe geçiremedik belki, ben görevden göreve gittim o görevden göreve gitti günlerimiz aylarımız böyle geçti belki ama hep birbirimizleydik biz. Aylarca konuşamasak bile 2 gün görüşsek yeterdi bize. Tek bir bakışımla elalarından ne geçtiğini okurum ben onun. Söyleyemediklerini de, korktuklarını da, istediklerini de..."


Asansör terasın bir altındaki kata ulaştığında ikili asansörden indi.


"Babam çok zor şeyler yaşadı Melek abla. Bakışlarındaki acı senin de aynı acılarda yandığını gösteriyor. Buna bir dur dememizin vakti gelmedi mi? Artık mutlu olun Melek abla. Mutlu olun."


"Eğer izin verirse..." diye fısıldadı kadın sesindeki acıyla.


"Kolay olmayacak ama verecek. Ben buna inanıyorum." diyen Burak kadına birkaç saniye beklemesini söyledikten sonra çatı katının merdivenlerini çıkmaya başladı.


Tahmin ettiği gibi kapalı olan kapıyı sessizce açarak bakan gözün anlamayacağı bir aralıkta bıraktıktan sonra Melek'in yanına geri döndü.


"Ben buralardayım."


Başını sallayarak onu sallayan Melek içindeki heyecan ve korkuyla merdivenlerin başına geldi. Birkaç saniye oyalandıktan sonra merdivenleri çıkmaya başlayan kadın Kadir'in sesini duydu.


'... Zengin kocacılar da çevremi sarmıştı iyice. Hal böyle olunca benim bu hovardalığım artık şirketten daha fazla konuşulmaya başlanmıştı...'


Merdivenleri çıkarak son basamağa oturan Melek duyacaklarından habersiz anlatılanları dinlemeye başladı.


🥀


Hastane koridorunun köşesine düşercesine oturan Melek hıçkırıklarla ağlamaya başladı.


Ege'sinin 'O gün o kadar çok o uçurumdan aşağı atlamak istedim ki...' dileğinden sonrasını duymamıştı kadın.


Sarılamıyordu, gözlerine bakamıyordu, ben buradayım diyemiyordu, sesindeki gözyaşlarının gerçeğe dönüşmesini sağlayamıyordu.


O zaman neden vardı?


Sevdiği adamın en acı günlerini el gibi gizlice kapı köşelerinden öğrenecekse neden yaşıyordu ki Melek?


Bacaklarını kendisine çekerek kollarını dizlerine saran kadın alnını koluna yaslayarak şiddetli ağlamasına devam etti.


Adam cümleye başladığı an anlamıştı Melek. Ege şu an Kadir'e anlatmak için anlatıyordu. Bildirmek için, söylemek için... Neredeyse sıfır duyguyla yaşananların belki de %1'ini söyleyerek.


Anlatmak mı oluyordu bu peki? Melek için değil.


Melek'in istediği bu değildi. Bundan emin olduğu an, eski kocasının cehenneme çevrilen o güzel günü anlatırken 'Mutlu bir şekilde güne başlamıştık o gün. Sonra o it herif çağırdı beni...' diye cümleye başlamasıydı.


Mutlu bir şekilde güne başlamak mı? Sadece bu muydu? O sabah sadece bu 5 kelimeyle anlatılacak kadar basit miydi gerçekten?


Değildi. Biliyordu Melek. Tek kendisi için değil Ege için de o sabahı anlatması, hissetiklerini söylemesi dakikalarca sürerdi.


Biliyordu ancak kırılmıştı Melek. Hikaye kendisine anlatılmasa da kırılmıştı.


Birlikte oldukları gecenin sabahına kendisini aşkla izleyen kocasıyla başlaması, sağlıklı bir çift olacağız diyerek onu baştan çıkartması, 'Çay içerim seninle.' diyerek rüşvet teklif etmesi, birlikte aldıkları duş, kahvaltı hazırlarken sürekli ondan öpücük çalmaya çalışan adam, Ege'nin kendisine verdiği 'Günün birinde her isteğini yapacağımv sözü, kavga anında bile yasaklı kelime diyerek öpmesi ve 'İnan bana Meleğim.' deyişi...


Tüm bunlar yalnızca 'Mutlu bir şekilde güne başlamak.' mıydı?


Sonraki dakikalarda birçok kez kalkmaya yeltenen Melek en sonunda adamın 'O tepede gardımı indirdim, Meleğimi sonsuza kadar kaybetmeme yandım.' dediğini duyduğunda bir anda ayağa kalkmıştı.


Büyük ihtimal kendisinden farksız bir ağlamayla ağlayan adamın kelimelerini bu kadar kaçırması, ağladım bile dememesi kadın için son olmuştu.


Melek yaşananları ya Ege'sinden öğrenecekti ya da hiç öğrenmeyecekti.


Titreyen adımlarla merdivenlerden inen kadın endişeyle kendisine bakan Burak'ı gördüğünde ona bir şeyler demiş ve kendisini bu boş koridora atmıştı.


"Yoruldum. Yoruldum, yoruldum, yoruldum, yoruldum..."


Büyük bir isyanla aynı cümleleri tekrar eden Melek ağlamaktan nefessiz kaldığı için gözleri kararırken sadece durdu. Bayılıp kalması falan gram umrunda değildi.


Çok yorulmuştu. Çok... Çok... Çok...


Ellerinin buz kestiğini hisseden Melek başının dönmeye başladığını hissettiğinde 'Tamam.' diye düşündü. Sonunda kısa da olsa dünyadan kopacaktı.


O günkü gibi...


Bu düşünce kadının ruhunun buz kesmesine neden olurken bedeninden bir ürperti geçen Melek gözyaşlarının donduğunu hissetti. Ruhu yine bomboş kalmıştı.


Ege'sinin onu boşadığı günkü gibi.


İntihara kalkıştığı günkü gibi.


"Bilmiyordum..." diye fısıldadı Melek hayatının en büyük pişmanlığını geri göndermeye çalışırken.


"Hamile olduğumu bilmiyordum."


Kollarının üzerindeki başını güçsüz bir şekilde kaldıran kadın arkasına yaslanarak gözlerini sol kolundaki bilekliğe çevirdi.


Yıllardır çıkartmadığı bu bilekliği ona veren kişi amcasıydı. Yara izini gizlesin diye vermişti adam. O günden sonra Melek Urfa'dan ayrıldığı için zaten pek konuşamasalar da bir daha ikisi için de açılmamıştı bu konu. Anlaşmışlar gibi Seher'e bahsetmemişlerdi.


Tek kızının, bu hayattaki tek varlığının bileğini keserek kendini öldürmeye kalkıştığını öğrenmesin diye... Bahsetmemişlerdi.


Aslında başlarda kendini öldürmek gibi bir niyeti yoktu Melek'in. Canı delicesine yanarken tek istediği annesine koşup ona sığınmak olmuştu. Bu düşünce dizlerinin üzerinden kalkmasına yardımcı olmuş ve sarsak adımlarıyla dış kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Sonra onları görmüştü.


Masanın üzerindeki 2 boş çay bardağını.


Gerisini hatırlamıyordu kadın. Nasıl içeri girip de masanın üzerindeki çay bardaklarını kırdı, mutfaktaki tüm dolapların içindekileri yere yıktı... Hiçbirini hatırlamıyordu. Hatırladığı tek şey kendinden geçmiş bir şekilde cam kırıkları arasında yerde oturduğuydu.


Bacakları küçük cam parçaları yüzünden kesilmişken korku dolu gözlerle ne olduğunu hatırlama isteğiyle etrafına bakınan Melek, az ilerisindeki büyük cam kırığını fark etmişti.


Bir çay bardağına ait olduğu belli olan parçaya sağ eliyle uzanırken çoktan kararını vermişti Melek.


Cam parçası parmaklarının arasında yerini aldığında bileğine götüren kadın, tek bir hareketle bileğini kesmişti. Bileğinin acısı canının acısının yanında bir hiç gibi gelirken akan kanlara boş gözlerle bakan Melek camı sol eline almıştı. Bu sefer daha büyük bir kararlılıkla camı bileğine götürürken 'Hayır!' diyen amcasının sesini duymuş, sonrasında da elindeki camın alındığını hissetmişti.


Amcası mutfakta bulduğu bezi hızla bileğine sararken Melek acı içinde fısıldamıştı.


'Gitti amca. Bıraktı beni. Boş Ol dedi, üç kez dedi hem de. Boşadı beni. Beni hiç mi sevmedi? Biraz bile mi? Ama... Ama ben onu kendimden bile çok sevmiştim. Ben şimdi ne yapacağım amca? Bundan sonra nasıl yaşayacağım?'


Amcası kızarmış gözlerinden düşen yaşlarla kendisine bakarken babasına benzeyen adama bakarak hıçkırdı Melek.


'Baba benim canım çok yanıyor.'


Bu cümleden sonra gözleri kararan Melek bilincini kaybederken kollarında durduğu amcasından yükselen özürleri hayal meyal hatırlıyordu.


Melek o günü hatırladığı her seferinde amcasının Ege'yi evlerine getiren kişi olduğu için hissettiği vicdan azabıyla o özürleri dilediğini düşünmüştü. Az önce Ege'nin amcasına gittiğini duyduğunda ise anlamıştı o özürlerin sebebini.


Amcası her şeyi bildiği halde susmak zorunda olduğu için özür dilemişti.


Kaderlerinin bu kadar acı olmasına üzüldüğü için...


Bilekliği çekiştirerek bileğini açığa çıkartan Melek öylesine bakan bir gözün anlayamayacağı yara izini ortaya çıkarttı. Geçen yıllarda bilekliği yarasıyla bütünleşmiş de kaybolmasını sağlamış gibi sadece soluk bir iz olarak kalmıştı bileğinde.


O gün Melek'in hayatını kurtaran ,kızı ile hayatlarını kurtaran, ilk neden amcasıysa; ikinci neden de genç kadının ağlamaktan güçsüz düşmüş olmasıydı.


Melek düşünemez bir halde o ilk çekingen kesiği attığında, farkında olmadan hafif kesmişti bileğini. Amcası hiç gelmeseydi daha derinden diğer bileğini kesip bitirecekti işini ancak amcası bir anda çıkagelmişti.


Amcası, Hilal'ini kurtarmıştı.


Kızı ve kendisi yaşıyorsa, bu amcası sayesindeydi.


Bu olaydan birkaç hafta sonra hamile olduğunu öğrenen Melek, kendi elleriyle çocuğunu öldürmek üzere olduğunu anladığında acının en koyu tonunda kavrulmuş, kendisini boşayan o adamdan bir kez de buna sebep olduğu için nefret etmişti.


Şimdi öğreniyordu ki onu kurtaran kahramanını gönderen de yine oymuş.


Ege'sinin öyle bir anda bile önce onu düşünmüş olması kadını darmadağın ederken Melek sarsak bir şekilde yerinden kalktı.


Bu böyle devam edemezdi.


Bugün tüm her şeye bir son vermesi gerekiyordu.


İyi ya da kötü fark etmez... Bu uzun metrajlı acı hikayeye artık bir son lazımdı.


🥀


Elindeki makasla dosya zarfını kesen Melek yapıştırıcıya uzanıp kestiği yerden zarfı yapıştırırken sinirleri bozulmuş bir şekilde haline güldü.


Kıpkırmızı bir burun ve ağlamaktan şişmiş gözler ile ultra bitap haldeyken dosya zarfını mektup zarfına çevirmek kesinlikle 10/10 aktiviteydi.


Zarfı kuruması için kenara koyan Melek hemşireden rica ettiği diğer malzeme olan boş kağıtlara baktı.


Ege'nin karşısına çıkıp hislerini söylemek zor gelmişti kadına. Kavga etmekten, yanlış bir şey söyleyip onu kırmaktan, duyacağı bir cümleyle kırılmaktan korkmuştu kadın. Bu yüzden de en iyi seçeneğin yazmak olduğuna karar vererek kağıt başına geçmişti. Belki başka zaman olsaydı yazıyı değil de videoyu tercih ederdi ancak videoları hakkındaki gerçeği öğrendikten sonra buna cesareti yoktu.


Kadir videolarının silinmesine izin vermemişti.


Titrek bir nefes alan Melek bunun iyi bir şey mi kötü bir şey mi olduğunu bilmiyordu. Şu an pek de düşünebildiği söylenemezdi.


'Düşünemesem bile yazacağım.' diyerek kendini cesaretlendiren kadın titreyen eliyle kalemi aldıktan sonra ne yazacağını bilmeyerek cümleye başladı.


'Sana çok kızgınım. O kadar kızgınım ki bu kızg...'


Yazdığı başlangıcı beğenmeyen Melek kağıdı buruşturarak attıktan sonra tekrar denedi.


'Bugün çatıya gelmeyecektim aslında. Senden duymak istiyordum çünkü. Bana anlatmanı. Buna rağmen geldim. Merakımdan gelmedim yanlış anlama. Korkumd...'


Yazdıklarının üzerini karalayan Melek onu da buruşturup yere atarken hissettiği öfkeyle yeni kağıda geçti.


'Hayatındaki en büyük düşmanına sevdiğin kadınla ilişkisini kastederek 'Nasıl başladı?' diye sorabiliyorsun ancak bana nasıl hiçbir şey anlatamıyorsun? Anlamıyorum Ege yaa. Günlerdir beni görmezden gelip Kadir ile mi konuşuyorsun gerçekten? Ona anlatabiliyorsun ama sevdiğini söylediğin bana anlatamıyor musun? Her neyse anlamam diye mi susuyorsun? Seven sevdiğini anlamak için çaba harcamayaksa nasıl seviyorum diyebilir? Benim adıma kararlar verip durmandan yoruldum artık!!! Benden habersiz, izinsiz beni bırakıp gittin sen. Ben buna rağmen hâlâ peşinde koşuyorum. Hiç düşündün mü beni bırakıp giderken bana ne olur diye? Hiç düşündün mü bu kadın beni bu kadar severken kendine bir şey yapar mı diye? Ben ne yaptım haberin var mı? Ben az daha kızımızı öldürüyordum Ege. O gün o kadar çok kendimden geçmiştim ki elime aldığım cam parçasını bile isteye bileğime götürdüm. Ama bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum. Bilseydim... Hamile olduğumu bilseydim, kızıma zarar veriyor olduğumu bilseydim asla böyle bir şeye kalkışmazd...'


Hıçkırıklarla ağlamaya başlayan Melek elindeki kağıdı yırtarak yere attı.


Kadir'in ağzından geçmişini dinlemesi, yaşadıklarını hatırlaması; gömmeye çalıştığı o günü, hayatının en büyük vicdan yorgunluğunu açığa çıkarmıştı.


Ellerini yüzüne kapatarak sakinleşmeye çalışan kadın hayatının neresinden tutsa elinde kalmasından bıktığını hissetti.


Bir acıda kavrulurken diğeri acımadan araya girip bambaşka yakıyordu.


Herhangi birine yakalanmadan hastaneden çıkmak isteyen Melek, titreyen bacaklarıyla kalkarak eline yüzünü yıkamaya banyoya gitti.


Yüzüne su çarparken aklından onlarca düşünce geçen genç kadın elleriyle tezgahın kenarına tutunarak başını kaldırdı. Aynadaki yansımasından kendisine bakan kıpkırmızı gözler ciddi anlamda bitmiş görünüyordu. Kahvelerindeki acıyı gördüğünde bir kez daha gözleri dolarken kendisinden kaçmak için bakışlarını yüzünden çekti Melek. Bu sırada bakışları omzunun üzerinden banyo kabinindeki şampuanlara takılmıştı.


Birkaç saniye duraksayan kadın aklına gelen delice düşünceyle titrek bir nefes aldı.


"Bunu yapmayacaksın Melek. Saçmalama!"


Aklından geçene karşılık dudaklarından bu cümleler fırlayan Melek olanca şiddetiyle düşüncesine karşı çıkarken sol gözünden bir damla yaş düşmüştü.


'Yapsam ne olur?'


İç sesinin usulca fısıldadı istek karşısında gözünden bir damla yaş daha düşen Melek titrek bir nefes alarak asıl hislerini sesli bir şekilde söyledi.


"Bunu yapmak istiyorum. Büyük delilik de olsa bunu yapmak istiyorum."


Kendi itirafını kendi sesinden duyan Melek yıllar sonra ilk kez istediği gibi davranmaya karar vererek arkasını döndü. Genç kadın kabinin içine girip çiçek kokulu küçük şampuan koleksiyonundan gül kokulu şampuanı alırken oldukça kararlı hareket ediyordu.


"Bugün ya bir başlangıç ya da bir bitiş olacak." diye mırıldanan Melek ruhunda hissettiği heyecanla gül kokulu şampuana baktı.


'Şimdiki sen ona güvenmekte sorun yaşıyor olabilir ama ben Ege'me güveniyorum Melek. O asla seni bırakmaz. Gelecek. Ne olursa olsun, gelecek.'


İçindeki Melek Kız'a inanmak isteyen kadın musluğun sıcak tarafını açarak suyu ılıklaştırdıktan sonra başını suyun altına soktu. Gül kokulu şampuanı eline dökerken ciğerlerine aldığı kokuyla dudaklarının arasından küçük bir inilti dökülmüştü.


Bu kokuyu o kadar çok özlemişti ki...


Ama en çok da Ege'sinin Gül Kokulusu olmayı.


Saçlarını gül kokusuna bulayan kadın bir yandan da kendisiyle kavga ediyordu kadın.


*Ya gelmezse, anlatmazsa...'


'Peki ya gelirse? Onun gül kokulusu olmadan mı anlattıklarını dinleyeceksin?'


*Gelmezse bir daha asla toparlanamam.'


'Gelecek. Seviyor seni. Gelecek.'


*Davranışları seviyor gibi değil. Hem... Ya gelip de anlatmazsa?'


'Güven ona. Sana olan sevgisi her şeyin üstünde. Güven ona. İnan ona.'


Yıkamayı bitirdiğinde eline aldığı baş havlusuyla kısa saçlarındaki ıslaklığı alan kadın ciğerlerini dolduran gül kokusuyla sessiz gözyaşları dökmeye başlamıştı.


O kadar çok ötelemişti ki kendini, sevdiklerini, alışkanlıklarını. Bir kez daha sevdiği bir şeye kavuşmak onu gerçekten mutlu etmişti.


Yıllar sonra ilk defa kendi gibi hissetti Melek. Bu durum güçlü hissetmesine neden olurken bu sefer korkmadan boş kağıdın başına geçti. Gül kokusu muydu yardımcı olan yoksa hissettiği kararlılık mıydı bilmiyordu ancak bu sefer istediği gibi bir mektup yazabilmişti kadın.


Son cümleyi de yazdıktan sonra yazmayı bitiren kadın titreyen elleriyle kağıdı havaya kaldırdı ve gözyaşları içinde mektubu okumaya başladı.


-Bilirsin hiçbir zaman kalem kağıt insanı olmadım ben. Bugün bir ilk ve son günü olacak sanırım...


İlk kez, kelimelerimle konuşmaya çalışacağım.


Son kez, beni sana anlatacağım.


Unutmak için çok çalıştığım ancak unutmayı geçtim her zerresini hatırladığım bir gün var. Paramparça olduğum, dünya üzerinde tek bir tanemin bile kalmadığı, hayatımın açık ara farkla en kötü günü.


Bir evlat olarak o en kötü başka, bir anne olarak başka.


Bir kadın olaraksa en kötü o.


Hep o, hep o olacak.


Mükemmel başlayan, mutluluğun en doruğundayken en sertinden yere çakıldığım günden bahsediyorum.


Evet doğru bildin!


Beni öldürdüğün günden...


O günü hep sonrasıyla hatırlamaya çalıştım ben. Bana söylediğin o kötü sözlerle, canımı yaktığın o cümlelerle...


Öncesini hatırlamak daha çok yakıyordu biliyor musun? Bana aşkla bakışının yalan olduğunu düşünmek beni o kadar çaresiz hissettiriyordu ki. Kendime güvenimi yerle bir ediyor, kullanılmış hissetmeme nefen oluyordu.


O gün 'İnan bana Meleğim.' dediğinde tüm ruhumla verdiğim 'İnanıyorum sana Ege'm.' cevabının son olduğunu nereden bilebilirdim ki?


Son kez birine inandığımı söylediğim an.


'Bana inanmamalıydın.' dediğinde tüm insanlara inanmaktan vazgeçtim ben. En çok da kendime...


O gün hakkında yazmaya kalksam duramam sanırım. Halbuki ben yazı insanı değilim.


Beni bile yazar yapıyorsa o gün, gerçekten acının en koyu tonunu yaşatmış olmalı ha?


O gün bana bir cümle söylemiştin. Hayatımın hâlâ pembe olduğu kesimde söylediğin bir cümle. Bizi bir edenin ben olduğumu, bu ilişkinin cesurunun da, fedakarının da ben olduğumu söylemiştin. Birçok açıdan doğru ancak birçok açıdan eksik bir cümleymiş. Bunu üzerinde üniformanla seni gördüğüm an anladım. Bu doğruymuş, şu yanlışmış, şurada eksiklik varmışa girmeyeceğim. Sadece, günlerdir aklımda dönüp duruyor. O cümlenin devamında verdiğin söz...


'Gelecekte bir gün, her şeyin elimde olduğu bir gün, bu denklemi eşitleyeceğim. Bizim için tek başına fedakarlıklar yapmak zorunda kalmayacaksın. Bizim için tek başına savaşmayacaksın. El ele yürüyeceğiz bu yolu. Söz veriyorum.'


Garip ama kelimesi kelimesine hatırlıyorum. Belki de yıllardır her gece güzel bir rüya olarak başlayıp kabusa dönen o günü tekrar tekrar yaşadığım için, belki de o gün o kadar güzeldi ki tek bir sözünü bile kaçırmak istemediğimden. Bilmiyorum. Sonuç olarak o sözünü asla unutamıyorum. Gerçekten içten verilen bir söz gibi gelmişti.


Gerçekten de içten verilen bir söz müydü peki Salih Ege Aslan?


Eğer öyleyse... O gün gelmedi mi? O gün gelse mi artık?


Ben yine tek başıma savaşıyormuş gibi hissediyorum.


Ben yine tek başıma fedakarlık yapıyormuşum gibi hissediyorum.


Ben yine kırmamak için parçalara ayrılmış gibi hissediyorum.


Yıllarca asla alttan almayan biri olarak nam saldığımı biliyor musun? Kadir'i, annemi geçtim öz kızıma karşı bile alttan alan biri olmadım. Olmadı, yapamadım. Zamanında seni o kadar çok alttan almıştım ki senden yediğim darbeyle bir daha birinin yaptıklarını sineye çekecek kadar sessiz kalamadım. Peki neden şimdi yine tarih tekerrür ediyor gibi hissediyorum? Neden yine o aciz, her şeyi alttan alan, kendinden tavizler veren küçük kadın oldum?


Ben bir daha o kadın olmak istemiyorum.


Olmayacağım da!


Son günlerde bazı şeyleri daha net fark etmeye başladım. Sen yüzüme bakmadıkça, benden uzak durdukça, bana senin için bir yabancıymışım gibi davrandıkça netleşmeye başladı her şey.


Dualarım sonunda kabul oluyordu...


Geçmişte seni sevmemek için çabalayıp da başaramadığım tüm o zamanlardaki dualarım, gözlerime bakmana rağmen sustuğunu gördüğümde kabul olmaya başladı.


Artık seni her gördüğümde ruhum üşüyor. Bu böyle devam ederse bir gün gerçekten de hep istediğin gibi yalnızca Hilal'in anne ve babası olarak kalacağız. Yani Salih Ege Aslan... Sevinebilirsin. Yaptığın gasligthing işe yarıyor. Artık kendimden de, hislerimden de, gözlerinde gördüğümü düşündüğüm sevgiden de şüpheye düşmeye başladım. Gün geçtikçe, içimdeki yangın canımı yaksa da seni gördüğümde soğumaya başladığını fark ettim. Çünkü artık bizzat senden soğumaya başladım. Hissediyorum. Bir zaman gelecek ki ne sen, ne ben ne başkası ne de geçmişte yaşadıkların senin beni seviyor olduğunu bana inandıramayacak. Senin de duaların kabul oluyor yani. Hep istediğin gibi uzaklaşıyorum senden.


Fark ettin mi bilmiyorum?


Son günlerde daha sık susuyorum. Kadınlar Susarak Gider' demiştim ya... Ben gitmek için gereken tüm hazırlığı yapmışım, geriye bir tek o kapıyı açmak kalmış. Bugün, sonunda o kapıyı açma cesaretini kendimde buldum. Herkesin bildiği, benim bilmediğim hikayeni(mizi) eski kocama anlatabildiğini ama bana anlatamadığını öğrendiğimde senden gitmemek için daha fazla bahane bulamadım.


Orada kalsam her şeyi öğreneceğimi biliyordum. Sesindeki kabullenişi duymuştum. Kadir'e tüm yaşadıklarını üstten bir şekilde anlatacaktın. Ama sonra durdum. Sen kahır dolu sesinle kurduğun cümlelerle gözyaşları dökerken durdum.


'Susacaksa sussun ama başkasına kurduğu cümlelerle yaralarını öğrenmeyeceğim ben.' dedim. Yaralarını bana açmamak için her şeyi yapan adama 'Bu kez ben gelmeyeceğim.' dediğim günler geldi aklıma.


'Bu ilişkide bu kez cesurluk sırası onda.' düşüncesiyle o kapı dibinden kalktığımda, yıllar sonra ilk kez içimdeki kararlılığı hissettim.


Korkakça davranırsan eğer, bu işin sonunda seni kaybetmek olsa dahi ben kendimi bulurdum.


Bu arada ben kendimi bulmayı da çok özledim biliyor musun? O kadar uzun zamandır kayıbım ki... Artık bulunmak istiyorum. Bu kişi sen olursun diye ummuştum ancak buna gerek olmadığına karar verdim.


Ben artık bir köşede bulunmayı beklemeyeceğim!


Eğer gelmezsen yeni bir Melek olarak hayatıma yeniden başlayacağım. Sensiz! Bunu yazarken bile canım yanıyor ancak seninleyken sensiz olmaktan çok yoruldum.


'Buradasın, dokunamıyorum. Çok saçma!'


Bu odada bana bunu söylemiştin. Burada uyuduğumuz geceden sonra bu odayı bile tabu yaptım kendime. Senden sonra odaya bile giremez oldum. Ne acı...


Sana veda (belki de başlangıç) mektubunu yazmak için güzel bir yer ha?


Şu an gözlerim yataktayken bir kez daha fark ettim ki... Ben bu saçmalığa daha fazla katlanamayacağım.


Elini tutamayacaksam, gözlerine bakamayacaksam, sana sarılıp uyuyamayacaksam, gelecekte bir gün... dudaklarında nefes alamayacaksam neden buradasın ki sen?


Doğru soru 'Gerçekten burada mı oluyorsun o zaman?' olmalıydı sanırım.


Senin aşkın bensizlikle yoğrulmuş olabilir Ege. Bensizlikle yaşamaya, beni uzaktan izlemeye, beni içinde yaşatmaya alışmış olabilirsin.


Ama. Ben. Bunu. Yapmayacağım!


Senin için aşk, sevdanın peşinden acı çekmek anlamına gelebilir. Ama benim için aşk, sevdiğimle birlikte mutlu kahkahalar atmak demek.


O günün sabahındaki gibi...


Garip değil mi? O gün, son olduğunu bilmeden birbirimize güzel bir veda sunmuşuz. Benim için o anları hatırlamak cehennemdi ancak senin için acı verici olsa da güzel bir veda olarak kalmış olmalı.


İlişkimizi o vedayla sınırlı bırakmaya kararlı gibisin. Kararın buysa... Elimden hiçbir şey gelmez.


Benden bu kadar Ege... Ege'm.


Ben artık kendime saygı göstermek istiyorum.


Gelişinle, götürdüğün parçalarımı da geri getirdin. Bu sayede her şeyin başlangıcında kim olduğumu hatırladım.


Ben o cesur Melek Kız'ım.


Gözü kara, hayatını değiştirecek kararları korkusuzca alan, aldığı zor kararları da cesurca göğüsleyen...


Ve biliyor musun... Kalbimi elinde tutan adam?


Cesaret bazen bitirebilmeyi de içerir.


Bazen savaşmayı bırakmak da bir cesaret göstergesidir.


Bitmesine, gitmesine izin vermek, yeni başlangıçlara adım atmak da cesaret gerektirir.


Hatta belki savaşmaktan bile çok...


Ben arafta kalkmaktansa kendini ateşe atmayı seçecek birisiyim. 'Elbet bir gün o ateşe de alışırım.' diye düşünürüm.


Belki de bundandı evimizde kalan gizemli adamın yanında gecelerce oturmam.


Belki de bundandı ona 'Bir şey mi oldu?' diye soracak kadar cesur davranmam.


Belki de bundandı onun acısı için gözyaşı dökerek ona koşulsuz ruhumu teslim etmem...


Aslında o gece sessiz kalışında, sonrasında nedenini hiç anlatmadığında anlamalıydım değil mi?


'Bu ilişkinin cesurunun ben, korkağının sen oluşunu.'


Bunu hep görmezden geldim ancak daha fazla görmezden gelmeyeceğim. Tarih tekerrür ediyorsa eğer hakkını vermek gerek.


Ben bugün cesur olmaya karar verdim Ege.


Başlattığı gibi, bitirecek kadar cesur...


Bu yüzden bu beni sana son anlatışım. Eğer bugün konuşmayacaksan, sonsuza kadar susuyorum. O kapıyı açıp, o eşiği geçiyorum. Sonrasında istediğin kadar bana yalvar-yakar-anlat, kulaklarım da kalbim de ruhum da sana kapalı kalacak.


Kolay mı olacak? Hayır.


Ama ben; beni sevmeyen, beni aldatıp bana hakaretler eden adamı yıllarca çok seven kadınım.


Beni seven, benden başkasına bakmayıp bana sadık kalan ama gözlerini ve sözlerini benden esirgeyen adamı da bir şekilde sevmeyi bırakabilirim değil mi?


Bu saatten sonra, bu mektubu aldığında, söz verdiğin gibi cesur mu olursun yoksa hep yaptığını yapıp korkaklığa devam mı edersin bilmiyorum.


Bildiğim tek bir şey var.


Bugün, benim son suskunluğum Salih Ege Aslan.


Son suskunluğum... -


Titrek bir nefes alan Melek kendinden emin bir şekilde kağıdı mektup zarfının içine koydu.


Melek bu ilişki için haddinden fazla çabalamıştı. Bundan sonrası Salih Ege Aslan'daydı.


🌪


Burak'ın arabasını vapurun tenha bir yerine park ettikten sonra arabadan inen Ege, park halindeki diğer arabaların yanından geçerek vapurun en ucuna ulaştı.


Ocak ayının keskin soğukluğundan olsa gerek arabalı vapurda pek fazla araba yoktu, olanlar da klima sıcaklığında arabada oturmayı tercih etmişlerdi. Vapurun diğer kısmında denizi izleyen tek tük birkaç kişi olduğunu fark eden Ege onları umursamayarak gözlerini denize çevirirken cebindeki sigara paketini çıkartmıştı bile. Çakmağını da çıkartan adam paketi açtığında yarısından fazlasının içilmiş olduğunu görerek iç geçirdi.


"İt herif bitirmiş hepsini."


Ege bu cümleyi kurarken sesinde beliren sempatiyi görmezden gelmeyi tercih etmişti.


Hızlı hareketlerle sigarayı yakarak derin bir nefes çeken adam gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalıştı.


Tüm bedeni titriyordu...


Berceste'sinin 'Eğer bugün yanlış seçimi yaparsan bir daha bana öyle seslenme. Çünkü Şiir gittiğinde, Berceste de yok olur.' dediği an başlayan titremesi, Meleğinin mektubunu okuduğunda artmıştı.


'Evet baba. Bir seçim yapman gerekiyor.'


"Seçim..." diye fısıldayan Ege sessizce inledi.


Geçmiştekini seçimini ve bedelini anlatarak sil baştan yeni bir hayata başlayabilir miydi gerçekten?


İskeleden ayrılarak harekete geçtiklerinde denizin dalgalarının vapuru döverken çıkardığı sesi gözleri kapalı bir şekilde dinleyen adam adam sigarasından bir nefes daha çekti.


Art arda o kadar şey öğrenmişti ki hangisini düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Sigarasından bir nefes daha alırken vapurda bir melodi yankılanmaya başladı. Önceleri bunu umursamayan Ege şarkısının sözlerini duyduğunda istemsizce gözlerini açtı.


🎶


Yıkıla yıkıla


Senden vazgeçmek uğruna


Sarıla sarıla


Neden söyle zor bu veda?


Bağıra çağıra susarken ben


Lütfen sus konuşma uzaktan


Yakına yakına giderken


Dur lütfen bana dokunma


Yalnızlık senden kolay, hiç yorma kendini


Kaldırdım duvardaki en güzel resmini


Yakında kalbimden de silerim ismini


Boş ver, senin yanın mahşer yeri


🎶


"Yalnızlık senden kolay değil. Hiç değil hem de..." diye fısıldayan Ege sol gözünden bir damla yaş düşerken aklındaki düşüncelerle denizi izlemeye başladı.


Kadir'in anlattıklarını her geçen saniye daha da çok idrak eden adam, Melek'inin yaşadığı zorluklarda boğulduğunu hissediyordu.


Elindeki sigarası bitirdiğinde yenisini yakmayı unutacak kadar düşünceler dünyasında kalan adam boş gözleriyle sonsuz maviliği izlemeye devam etti


Mutluluğuyla mutlu olduğu kadın, acının en koyularında yüzmüş; kızları mutlu olsun diye de kendinden vazgeçmişti.


Çatıdan ayrılmadan hemen önce kolundan tutarak onu durduran Kadir'in kararlı mavileriyle söylediklerini hatırladı.


'Anlat Ege. Melek tahmininden de ötede anlayacaktır seni. Anlat! Bitir ayrı geçen yıllarınızın ızdırabını. Mutlu olun artık. O da, sen de sonuna kadar mutluluğu hak ediyorsunuz.'


Şu son günlerde yaşadıkları olmasa 'Ben mutluluğu hak etmiyorum.' diyerek adamı terslerdi Ege. Ancak sonunda Kadir'in içten bir şekilde söylediği cümledeki haklılığı görmeye başlamıştı adam.


Hayatın, Salih Ege Aslan'a bir mutluluk borcu vardı. Sevdiğiyle yaşayacağı sonsuz bir mutluluk.


Nasılı, ne zamanı hakkında bir bilgisi olmasa da artık mutlu olmaları lazımdı. Zordu belki, çok zordu hem de. Bu mutluluk öncesi büyük kavgalar yaşayıp, yüzleşmelerin en ağırını tadacaklardı. Fakat gidişatı ne olursa olsun sonucun aynı olmasını istedi Ege.


Sonunda mutlu olmalarını...


Düşüncelerinde kaybolan adam yanındaki kişinin varlığını hissettiğinde istemsizce dikleşmiş o bedenin koluna dokunmasıyla da bilinçsizce saldırıya geçmişti.


Bedeni bilincinden önce hareket eden asker, kolundaki bileği sol eliyle tuttuğu gibi ters kelepçe pozisyonuna getirirken adamın göğsünü de küpeşteye doğru yaslamıştı.


Sağ elini silahına götüren Salih Ege Aslan karşılaşmayı beklediği silahının yerinde olmadığını fark ettiğinde sivilde olduğunu hatırlayarak ani bir hareketle karşısındaki kişiyi bıraktı. Ellerini hafifçe iki yana kaldırarak geriye doğru giderken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.


Biraz önce yaptığı düşünüldüğünde 'Saldırgan değilim, sakin ol.' pozisyonu alan Salih'in bu hareketine güvenmeyen genç, Salih'ten birkaç adım öteye kaçtı.


"Kimsin?" diye soran Ege sesindeki tersliği hissetmişti.


"Fuat. Vapur personeliyim." diyen adam biraz önce bükülen bileğini ovalarken karşısındaki garip adama gözlerindeki korkuyla bakıyordu.


"Ne oluyor?"


Yanlarına gelen güvenlik üniforması içindeki adamı gören Ege iç geçirdi.


Onca derdi yokmuş gibi...


"Vapur durdu, arabalar da çıkmaya başladı ancak Beyefendi aracına geçmedi Selman abi. Bu yüzden uyarmaya gelmiştim ama..."


"Vapur durdu mu? Karşıya geçtik mi?" diyen Ege Üsküdar vapur iskelesinde durduklarını gördüğünde şaşkın bir nefes aldı.


20 dakika olmuş muydu?


"Beyefendi iyi misiniz siz? Az önce arkadaşa saldırdınız şimdi değişik sorular soruyorsunuz. Konuşmamıza herhangi bir karakolda devam etmemize gerek var mı?"


"Parmaklar ardının güzel düşünme yeri olduğunu kabul ediyorum ancak şu an ihtiyacım olan o değil." diye mırıldanan Ege sitem dolu gözlerle genç personele döndü.


"Sen ne diye habersizce bana yaklaşıp üstüne bir de kolumu tutuyorsun oğlum."


"Abi ne habersizi yaa? Kaç kez seslendim sende tık yok. Boğazın sularına ciddi anlamda dalmış gitmiştin. En son mecbur geldim yanıma. Böyle olacağını bilir miydim?" diyen genç tekrardan kolunu ovuşturdu.


"Özür dilerim duymamışım... İyi misin? Buz tutmaya gerek var mı?"


"Yok gibi de... Valla bir an silahını çıkarıp beni vuracaksın sandım. Elini bir beline attın şöyle, iki saniyede Allah'ıma kavuştum sayende."


"Kim olduğunu öğrenmeden vurmazdım endişelenme. Şansına silahımı almamışım." diyerek tebessüm eden Salih'in sesi ciddi çıkmıştı.


Bunu gören güvenlik görevlisi temkinli gözlerle Salih'e baktı.


"Güvenlik gereği kimliğinizi rica ediyorum."


Adamın isteğini sorgusuz kabul ederek cüzdanını çıkartan Binbaşı, askeri kimliğini uzattı.


"Normali vermeyeyim, boşuna gbt ile uğraşma."


Askeri kimliği gören güvenlik aynı anda hem rahatlayıp hem dik duruma gelirken Binbaşı rütbesi ile istemsizce gözlerini büyütmüştü.


"Komutanım kusura bakmayın."


Güvenliğin cümlesiyle kimliğe doğru yaklaşan genç personel, adamın binbaşı olduğunu görünce hafif bir ıslık çalarak mırıldandı.


"Sert kayaya toslamışım. İyi hâlâ sağ durumdayım"


Güvenlik "Fuat." diyerek delikanlıyı uyarırken kimliğini binbaşına geri uzattı.


"Haklı çocuk. Öyle fena bir haldeyken yanaştı ki bana silahımın yokluğunu fark etmesem sivilde olduğumu hatırlayana kadar iyi çektirirdim."


"Bana bu yetti Komutanım. Sayenizde bir daha birine dokunmadan önce bin kere düşüneceğim. Artık yeni bir travmam var."


Bu samimi gence hafifçe tebessüm eden Salih delikanlının elini işaret ederek tekrardan sordu.


"Gerçekten iyisin değil mi?


"İyiyim iyiyim de... Siz iyi misiniz?"


Soru üzerine Salih Ege'nin dudaklarında hüzünlü bir tebessüm belirirken başını belirsizce iki yana sallayan adam görevlileri orada bırakarak oğlundan aldığı arabaya doğru yöneldi.


Kısa süre sonra vapurdan inerek iskele bölgesinden çıkan adam, Meleğinin her zaman gittiği Üsküdar sahilindeki banka gitmek için sağa sinyal vermişti ki duraksadı.


Şu an o kadar karmakarışıktı ki...


Korkularını kendi içinde çözüp olumsuz da olsa bir karar vermesi gerektiğini bilen Salih Ege sağ sinyali kapatıp sol sinyali yaktı.


Geçen her saniye Üsküdar sahilinden, Meleğinden, uzaklaşırken nereye gittiğini bilmiyordu adam.


Birkaç kilometre sonra gördüğü yol tabelasıyla gitmesi gereken yerin neresi olduğunu bulan adam arabayı levhadaki koruya doğru çevirdi.


Salih Ege Aslan dakikalar sonra kızları 5 yaşındayken Meleğinin kaçarcasına gelerek hayatının en büyük gerçeğiyle yüzleştiği, kızı için ne kadar ileri gidebileceğini fark ettiği koruya giriş yapmıştı.


🥀


Gelmemişti, gelmeyecekti.


'Gelecek...' diye mırıldanan iç sesi bu kez tereddütlü çıkmıştı.


Gelmeyen adamı beklerken içindeki Melek Kız bile solmaya yüz tutmuştu.


Bu banka ilk oturduğunda kadının içinde gözle görülmeyen bir enerji vardı aslında. Gözlerindeki heyecan denizi izleyerek geçen saatlerin sonunda kedere evrilmişti.


İlk saatin sonunda 'Daha konuşuyorlardır. Mektup eline yeni ulaşmıştır' diyerek bariz bir gerçeği göz önüne almıştı.


İkinci saatin sonunda 'Mektubu biraz sindirmesi, anlatıp anlatmamaya karar vermesi gerekiyor. Bu yüzden gecikti.' diyerek bahaneler sıralamıştı.


Üçüncü saatin sonunda 'Avrupa'dan buraya koskoca bir köprü var. Yoldadır şu an. Benim gibi Marmarayla değil arabayla geliyordu. İstanbul trafiği malum.' diyerek kendini kandırmıştı.


Dördüncü saatin sonundaysa...


Batmakta olan güneşe bakan Melek titredi. Dördüncü saatte ise tüm umudunu yitirmişti.


Gelmeyecekti işte, gelmeyecekti.


Bu umutsuzluğunu fırsat bilen kötü iç sesi acımadan saldırdı.


'Bugün öğrendiklerinden dolayı gelmiyor. Sonunda Kadir ile aranızda yaşananlar dank etti. Seni bu şekilde istemediğine karar vermiştir.'


Sol gözünden bir damla yaş düşen Melek eldivenli ellerini sıkıca birbirine bastırdı. İkinci damla da süzülürken gözleri eldivenlerine çevrildi.


Kızından aldığı eldivenlere...


~


Melek mektubu vermek için bitap bir şekilde odaya girdiğinde onu gören Hilal hızla ayağa kalkarak annesine sarılmıştı. Bu temasla tekrardan gözyaşlarına boğulan Melek, kızının da sessizce ağlamaya başladığını hissetti.


'Dinleyemedin değil mi?' diyen Hilal'in sorusu bir gözlem cümlesiydi.


'Teselli veremeden bir yabancı gibi gizlice dinleyemedim.' diyerek açıklama yapan Melek'in sesinde hafif bir özür vardı.


'Anlıyorum seni, ben olsam ben de böyle hissederdim. Seni buna mecbur ettiğimiz için özür dilerim annem. Ben, biz sadece ne yapacağımızı bilemiyoruz. Çaresiz kaldık.'


Geriye çekilen Melek, kızının gözünden akan gözyaşlarını sildikten sonra gülümsemeye çalıştı.


'Biliyorum kızım. Siz yapmanız gerekeni yaptınız, ben de yaptım. Bundan sonrası onda. Ben buna daha fazla devam edemeyecek kadar yoruldum. Bir karar versin artık.' diyen Melek kabanının cebindeki mektubu çıkartıp kızına uzattı.


'Bunu babana verir misin?'


Dudaklarını birbirine bastırarak hıçkırığının önüne geçmeye çalışan Hilal elini uzatıp mektubu alırken kızarık bal gözleriyle annesine baktı.


'Nereye gidiyorsun peki? Ne diyeyim?'


'O bilir nereye gittiğimi. Bir şey demene gerek yok.'


'Hava soğuk, dışarıda mı olacaksın?' diye sordu Hilal endişeli bir şekilde.


Annesinin duraksamasıyla elindeki zarfı yatağının üzerine bırakan Hilal, dolabın yanına giderek çantasını açtı. Birkaç saniye sonra aradığı takımı bulan genç kız annesinin yanına geri geldi.


Hilal'in elindeki atkı-eldiven-bere üçlüsünü gören Melek titrek bir nefes aldı. Sakarya'dan geldiğinde sırıtarak 'Salih babama aldırttım.' dediği takıma...


Kızlarına aldığı hediyesiyle Ege'sini bekleme fikri hoşuna giderken bereyi alıp başına taktı kadın. Bunu yaparken bilinçli bir şekilde tüm saçlarını berenin için sıkıştırmıştı. Tekrardan gül koktuğunun tesadüfen öğrenilmesini istemiyordu kadın.


Doğru zamanda Ege'sine kendisi söyleyecekti.


Atkıyı alarak boynuna saran kadın eldivenleri de giydikten sonra canından çok sevdiği Hilal'ine baktı. Kızına 'Ağlama, geçecek.' diyemiyor olmak onu kahrederken çatlak bir şekilde konuştu.


'Bugün de böyle oldu ama... Sen hastaneden çıkınca ninene geçersin olur mu kızım?'


'Hayır. Ben bu gece de burada kalacağım.' diyen Hilal'in sesi kararlı çıkmıştı.


Ortadaki belirsizlikten dolayı kızının sevgilisinden ayrılmak istememesini anlayışla karşılayan Melek hafifçe başını aşağı yukarı salladı.


'Burak'a söyle çok ağlamana izin vermesin. Biz... Biz bir şekilde bu durumu çözeceğiz.'


Olumlu ya da olumsuz...


Kapıya doğru yönelen Melek, kızının "Annem?" diye seslenmesiyle duraksayarak ona döndü.


"Gül kokmak yakışmış."


Gül kokusunun kızının dikkatinden kaçmadığını anlayan Melek dudaklarında yarı hüzünlü bir tebessüm belirirken fısıldadı.


"Teşekkür ederim.'


~


Omuzlarında hissettiği ağırlıkla düşünceler dünyasından sıyrılan Melek burnuna onun kokusu dolarken inlememek için alt dudağını ısırdı.


Gelmişti. Ama galiba biraz geç gelmişti.


"Gerek yoktu." diyen kadın adamın montunu geri vermek için hareketlenirken yanına oturan Salih Ege başını iki yana salladı.


"Titriyorsun."


"Üşüdüğümden değil o. Üşüyorum doğru ama soğuk havadan değil."


Melek'in sesindeki sitemi ve uzaklığı duyan Ege pişmanlıkla kadına baktı.


"Geç geldiğim için özür dilerim. Düşünmem gerekiyordu. Bu sırada da zamanın ucunu kaçırmışım. Seni bu kadar bekletmek istememiştim."


"Sorun yok. Ben de düşündüm." diyen Melek'in sesi soğuk çıkmıştı.


Sorun vardı.


Ege'nin düşündükleri kadına yaklaştırırken, Melek'in düşündükleri adamdan uzaklaştırmıştı.


Dudaklarını aralayan Ege tekrardan özür dileyecekti ki kendisine bakmayan kadının başını iki yana sallamasıyla sessizleşti. Meleğinden yayılan aura adamın hiç hoşuna gitmemişti.


İkili bir süre kızıla boyanan gökyüzünü izlerken Ege dudaklarında beliren buruk tebessümle fısıldadı.


"Hamile olduğunu burada öğrenmiştim."


Beklemediği bu itirafla adama dönen Melek sormaktan kendini alamadı.


"Beni mi görmüştün?"


"Hayır öyle değil. Ben... Burada bir resmin var. Elin şiş karnının üzerinde, gözlerin denizde. Tam bu saatlerde çekildiğinden hava turuncumsu kırmızılığa bürünmüş. Gökyüzü ayrı, sen -daha doğru Berceste'm ile ikiniz-apayrı bir seyirlik sunuyordunuz."


"Sende fotoğrafım mı var?" diyen Melek şaşkın gözlerle adama bakmıştı.


"Sadece o." diye mırıldanan Ege sonunda kadının kahveleriyle buluşmuştu.


"Bende o da yok."


Meleğinin kırık cümlesi karşısında canı yanan adam gözlerindeki hüzünle mırıldandı.


"Bundan sonra istemeyeceğin kadar olur, olacak."


Bunu duyan Melek'in dudaklarında hafif alaylı bir gülümseme belirirken "Olacak mı dersin?" diye sordu kadın.


Eski karısının gözlerindeki acı dolu ümitsizliği fark eden Salih Ege kelime oyunlarını bir kenara bırakıp bodoslama sordu.


"Geç geldiğim için mi böylesin, başka bir şey mi oldu?"


"Nasılım?"


"Yapma Melek. Bir şey olmuş. O mektubu yazan kadını göremiyorum şu an karşımda."


"Göremiyor musun? Son suskunluğum demiştim. Gelmezsen biter demiştim."


"Ama geldim." dedi Ege tüm bedeniyle kadına doğru dönerken.


Birkaç saniye sessiz kalan Melek gözlerine yaşların dolduğunu hissettiğinde titrek bir nefes aldı.


"Keşke biraz daha erken gelseydin. O zaman yılların zehri, geçmişteki Melek Kız'ın dahi çenesini kapatacak kadar çok yayılmamış olurdu."


"Meleğim..."


"Bugün o kadar çok şey oldu ki. Sen gelmedikçe, bu banka gelip özleminle kavrulduğum diğer günleri hatırladım. Bu hiç iyi gelmedi Ege. Hiç iyi gelmedi. Gelip o kötü sese bir dur demeliydin!"


Melek'in son cümlesi biraz yüksek çıkarken çevrelerindeki birkaç kişi onlara doğru kaçak bakışlar atmıştı.


"Daha sakin bir yere gidebilir miyiz?" diyerek kadını alttan alan Ege, Melek'in soğuk bakışlarından hiç hoşlanmamıştı.


'Tabii geldiğinden beri sürekli peşinden koşuyordu şimdi kendini geri çekince değere bindi değil mi Salih Ege Aslan?'


İç sesinin alayındaki haklılığı yok sayan Ege, Melek'in ters sesiyle ona odaklandı.


"Neden?"


"Konuşmak için Melek."


"Sen konuşmayı bilir misin ki?' diyerek laf sokan Melek derin bir nefes aldı.


Bunu yapmak istemiyordu. Ela gözlerinde kaybolduğu adamla kavga etmek istemiyordu. Ancak iş onun isteklerinden de kontrolünden de çıkmıştı. Kontrol edemiyordu kendisini Melek. Kendiyle fazla yalnız kalmıştı, kendini fazla yakmıştı. Kendisine empoze ettiği olumsuz düşüncelerden dolayı hissettiklerini nasıl geçirecekti hiçbir fikri yoktu.


"Öğrenmek istiyorum. Seninle konuşmak istiyorum."


Ege'nin yumuşak cümlesi karşısında sol gözünden bir damla yaş düşen Melek çatallı bir sesle sordu.


"Anlatacak mısın yani?"


"Anlatacağım." dedi Ege kararlı bir sesle.


"Gerçekten mi?" diye soran Melek'in sesi inanmak istercesine çıkmıştı.


Ayağa kalkan adam, kadının önüne geçerek sağ elini ona uzattı.


"İnan bana Meleğim."


Bilinçli kurulan bu cümle, hem Melek'in hem de Ege'nin gözlerinin kıpkırmızı kesilmesine neden olmuştu.


Aşık olduğu elalardaki koşulsuz sevgiyle sol gözünden bir damla gözyaşı düşen Melek, adamın tenine dokunma isteğiyle sağ elindeki eldiveni çıkartarak sol avucunun içine aldı.


Ege'sine elini uzatırken bu adama karşı geçmişteki aşkından çok da büyük duygular beslediğinden emindi Melek.


Avucu adamın sıcak teninin içinde kaybolurken yalvarırcasına fısıldadı kadın.


"İnandır beni Ege'm."



🥀


İkili sessizlik içinde yolculuk ederlerken bu sessizliğe daha fazla dayanamayacağını hisseden Melek radyoya doğru doğru uzandı. Radyoyu açan kadın reklamdaki radyo kanalını değiştirmek için yeltenmeyerek dirseğini cam kenarına yaslayıp başını da eliyle destekledi. Gözlerini kararmaya yüz tutmuş gökyüzüe çevirirken susmayan düşünceler dünyasına giriş yapmak üzereydi ki arabanın içinde Marsis 'Sevduğum' şarkısı çalmaya başladı.


🎶


Sevduğum bak gözume, bir şey söyle yüzüme


Ben severum uzaktan, üzülma sen hiç bize


Yine düştüm yollara, yolun sonu gelmedi


Kaldi senden geriye, iki damla göz yaşi


Ağlama dayanamam, gözlerunun yaşina


Biter bu dertler geçer, sen kal o bana yeter


Oy sevduğum gel yeter, bu yağmurlar da geçer


Oy sevduğum gel yeter, bu yağmurlar da geçer


Yazduğum yazilar hiç, sayfalara sığmadi


Bu karanluk gecede, sensuz sabah olmadi


Gözlerun gözlerume, bakmayali çok oldi


Her şey olurdi ama, bu ayrilik olmadi


Sevduğum dayanamam, alsun beni bu duman


Ben olmasam da olur, sende gittiğun zaman


Oy sevduğum gel yeter, bu yağmurlar da geçer


Oy sevduğum gel yeter, bu yağmurlar da geçer


🎶


Şarkının sözlerini duyan Melek mırıldanmaktan kendini alamamıştı.


"Bugün de bütün şarkılarda biz varız."


"Yıllardır bütün şarkılarda biz varız."


Adamın cümlesiyle birlikte bakışlarını ona çeviren kadın acıyla gülümsedi.


"Bir uçurumun farklı uçlarında durduğumuz için aynı şarkılarda buluşamamışızdır."


"Neden? Anahtar kelimeler aynı. Aşk, yitiriş, acı, ızdırap, özlem." diyen Ege fısıltıyla ekleme yaptı.


"En çok da özlem..."


Başını eline yaslayan kadın bu sefer yanındaki adamı izlemeye başlarken kendisine işkence eden düşünceleri daha fazla içinde tutamayacağının bilinciyle kolunu camın kenarından çekerek ciddi bir sesle konuşmaya başladı.


"Her şeye rağmen, ayrı uçlarında durduğumuz bir şarkı var. Benim her duyduğumda senden nefret ettiğim, senin ise... Acın mı daha yoğundu yoksa öfke dolu nefretin mi bilemiyorum."


Kadının hangi şarkıdan bahsettiğini içten içe bilen Ege direksiyonu sıkarken sessiz kalmıştı. Kadının devam etmesini pek istemese de Melek durmamıştı.


"Seni kimler aldı." diye mırıldanan çatlak sesi duyduğunda hüsran dolu bir nefes aldı adam.


"Melek..."


"Kadir'in anlattıklarını dinlerken tüm hayatımı bir daha yaşadım biliyor musun? Birçok kez o kapının yanından kalkıp gitmeye yeltensem de zorlukla kendimi durdurdum. Cidden canım yandı bugün. Çok yandı hem de. Ama en acısı da ne biliyor musun? Canımı asıl yakan senin yüzünden yaşamak zorunda olduklarım değil de senin benim hakkımda ne düşündüğündü. Senin ne hissettiğini bilememek, senin ne kadar yandığını öğrenememek, benim hakkımda verdiğin hükmü..."


Sevdiği kadının sözlerine daha fazla tepkisiz kalamayan Ege arabayı bulduğu ilk ıssız ara sokağa çevirip bulduğu boş yere üstünkörü park etti.


Bu ani hamleyi beklemeyen Melek direksiyonu sıkarak hızlı hızlı nefesler alan Salih'e bakarken, adamın gerçekten de öfkelendiğini anlamıştı.


Sakinleşmeye çalışan Salih Ege hiçbir şekilde bunu başaramayacağını anladığında kızarık elalarını kırmızı kahvelere çevirdi.


"Hüküm? Hangi hüküm?" diyen adamın sesi öfkeden titremişti.


Ne olduğunu anlamayan Melek adamı yatıştırmak istercesine konuşmaya başladı.


"Niye kızdın bilmiyorum ama..."


"NİYE Mİ KIZDIM? NİYE..."


Gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalışan binbaşı boğazında hissettiği yumruyla yutkunmaya çalıştı.


"Ege?"


"Yıllar boyu sana kendimi affettirmem gereken konunun o konu olduğunu düşünmüştüm. Buna hazırlıklı değildim." diye mırıldandı adam gözlerini açmayarak.


"Neden bahsettiğini anlamıyorum."


Melek'in isyanını duyan Ege gözlerini açarak acı dolu bakışlarla sevdiği kadına baktı.


"Bizi dinlediğin halde hâlâ bu konudasın. Ben senin eski kocana 'Nasıl başladı?' diye sorabilecek kadar geride bıraktım ama sen hâlâ bu konudasın."


Sol gözünden düşen gözyaşının peşine sağ gözünden de bir gözyaşı düşen Melek başını iki yana salladı.


"Gerçekten nasıl geride bırakabildin? Yoksa sadece bırakmış gibi mi yapıyorsun? Ben... Ben bunu geride bıraktığına inanmıyorum Ege. Gelecekte se-senin bu konuda en ufak bir tep-tepkini bir bakışını, bir mimiğini... Herhangi birini görürsem öldürürüm kendimi."


Sevdiği kadının ağlayarak kurduğu cümleyi duyan Ege sol gözünden bir damla yaş düşerken başını iki yana salladı.


"Kızgındım sana evet. Gerçekten çok kızgındım hem de. Her şeyi bitiren ben olduğum için buna gram hakkım olmasa da kızgındım."


Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Melek sesinde beliren istemsiz alayla konuştu.


"Ama şimdi Hilal için olduğunu öğrendin, geçti kızgınlığın. Sanki bu bir şeyi değiştiriyormuş gibi..."


"Bu bir şeyi değiştirmez mi? Gerçekten mi?" diye soran adamın sesi hayret dolu çıkmıştı.


"Ne olursa olsun senden başka birinin bana dokunmasına izin verdim mi, verdim..."


Kadının sesindeki suçlamayı duyan Ege hıçkıra hıçkıra ağlamak istedi. Allah'ın her günü vicdan mahkemesinde infazına karar veren adam, sevdiği kadının da yıllardır aynı cehennemde yandığını öğrenmişti. Bu çok koymuştu.


"Ben sen zarar görme diye senden vazgeçtim. Şimdi nasıl bu kadar yaralı çıkabilirsin karşıma?" derken sesi çatlak çıkmıştı adamın.


Gözyaşları peşi sıra düşen Melek nefes alamadığını hissederek titreyen elleriyle kemerini açarak arabadan dışarı çıktı. Bir saniye bile beklemeden peşinden fırlayan Ege karşılaştığı manzarayı hayatı boyunca unutmayacağını biliyordu.


Sol elini kaputa dayayarak ayakta durmaya çalışan Melek, nefessiz kalacak kadar içli hıçkırıklarla katıla katıla ağlıyordu.


Hissettiği çaresizlikle birkaç saniye öylece kalan Ege, gözünden bir damla yaş daha firar ederken aralarındaki mesafeyi kapattı ve sağ kolundan tutarak kadını kendisine doğru çekti.


Kendini bir anda sevdiğinin göğsünde bulan Melek'in hıçkırıkları Ege'sinin kokusunu almasıyla mümkünmüşçesine artarken, elini kadının ensesine koyan adam boğuk bir sesle fısıldamaya başlamıştı.


"Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim..."


Havanın kararmasıyla karanlığa bürünen sokakta acı dolu hıçkırıkları yankılanan ikili, günün birinde geçmişlerinin acısına merhem olup olamayacaklarını merak etmeye başlamışlardı.


🥀


Sokak lambası tarafından aydınlanan arabanın içinde az öncekinden daha acı bir sessizlik hüküm sürerken başını arkasındaki koltuğa yaslayan Melek ruhsuz bir sesle mırıldandı.


"Hadi gidelim."


Genç kadın o kadar çok ağlamıştı ki bu cümleyi kurarken sesi neredeyse çıkmamıştı.


"Hayır. Bu konuyu çözmeden olmaz." diyen adamın sesi kadınınkinin aksine oldukça güçlü çıkmıştı.


Dudağının sol tarafı acı dolu bir alayla yukarıya kıvrılan Melek çok hafifçe başını iki yana salladı.


"Çözülecek bir konu yok."


Hüsran dolu bir nefes alan Ege, elleriyle direksiyonu kavradıktan sonra başını ellerine yasladı.


"Keşke şu an günlerdir sana çektirdiklerimin intikamını alıyor olsan."


Melek berbat gözüken adamın aciz fısıltısını duyduğunda titrek bir nefes aldı.


"Öyle farz edelim. Hadi! Nereye gideceksek gidelim. Arabanın içinde mi oturacağız böyle?"


"Melek..." diye cümleye başlayan adam başını kaldırarak kadına baktı.


Genç kadın göz göze geldikleri an gözlerini kaçırmıştı.


"Çok saçma." diye isyan etti Ege. İçinde bulunduğu bu durum gerçekten de çok saçmaydı.


Yorgun bir nefes alan Melek kıpkırmızı olan kahvelerinin elalarla buluşmasına izin verdi.


"Bu sefer de anlatmamak için benim dağılmışlığımı mı kullanacaksın? Hayırlı olsun yeni bahaneni buldun." diyen kadının sesi istemsizce alay dolu çıkmıştı.


Kaçan bir Melek...


Salih Ege buna alışkın değildi. Hiç değildi hem de.


"Bahanem mi? Melek sen az önce aramıza öyle bir set çektin ki sana biraz daha yaklaşabilmek için 25 yıldır kaçtığım kabusu tam şu an anlatabilirim."


"Anlat o zaman." diyen Melek sesinin titremesine engel olamamıştı.


'Melek sen az önce aramıza öyle bir set çektin ki.' cümlesindeki çaresizliği tek adamın sözlerinde değil gözlerinde de görmüştü kadın.


"Bir arabanın içinde; senden bedenen birkaç metre, ruhen kilometrelerce uzaktayken o günü anlatmayacağım." dedi adam kesin bir şekilde.


"İyi o zaman nereye gideceksek gidelim." diyen kadın konuşmanın bittiğini belirtircesine emniyet kemerine uzanmıştı ki elini tutarak onu durduran Ege tarafından engellendi.


Tüm bedenini kadına çeviren adam kadının elini iki elinin arasına aldıktan sonra ciddi bakışlarla ona baktı.


"Bunu kendine yapmana izin vermeyeceğim."


Anında gözleri dolan Melek başını iki yana salladı.


"Bugün sarstı sadece. Önemli bir şey değil. Geçer..." derken son kelimesi çatallı çıkmıştı.


"Evet geçecek. Bu sefer ben yanındayım çünkü. Saramadığım, bizzat ya da dolaylı yoldan sebep olduğum bütün yaralarını saracağım." dedi Ege ant içercesine.


"Bunu saramazsın." diye fısıldayan Melek bakışlarını önüne çevirerek elini çekmeye çalışsa da adam buna izin vermedi.


"Meleğim..."


"Artık Meleğin yok. Bırak." diyen kadının sesi gibi bedeni de titremişti.


"Lütfen bana bunu yapma. Bak her şeyi kaldırırım ama senin şu halini kaldıramıyorum. Lütfen..."


Melek eski kocasının çaresiz çıkan sesindeki ıstırabı duyduğunda ona bir bakış attı.


"Her şeyi kaldırdığını düşünüyorsun sadece. Ama bir şeyi kaldırdığın yok. Kadir ile birlikte olmamızın sebebinin Hilal olduğunu öğrendin, o yüzden geldin. Yoksa susmaya devam edecektin."


Melek'in inanç dolu cümlesi, Ege'nin günlerdir kadına neler yaşatmış olduğunu gözler önüne sermişti. Gözlerini kırpıştıran adam başını iki yana salladı.


"Alakası yok. Her şeyden önce mektubun..."


"Ben günlerdir sana aynı şeyleri anlatıyorum, yüzüne karşı bas bas bağırıyorum. Ve seni harekete geçiren şey kollarının arasında isyan içinde çırpınışlarım değil de bir kağıt parçası mı yani? Tehdit ettim diye mi susmayı bıraktın? Hayır. Öyle olsa hemen yanıma gelirdin ama sen düşündüğün için geç geldin Ege. Sen düşünürken, ben de düşünüyordum işte."


Banka ilk gittiğinde kadının neden öylesine durgun olduğunu şimdi anlayan Ege kadının elini sıktı.


"Susmamın nedeninin yaşadıklarımın ağırlığı olduğu biliyorsun. Biliyorsun! Senin yaşadıklarının, Kadir'in varlığının etkisi yok bunda. Neden inanmıyorsun bana?"


"İyi. Tek bir şey soracağım. Kadir'in anlattıklarından habersiz olsaydın ve ben seni o mektupla tehdit etmiş olsaydım yine de anlatmak için gelir miydin yanıma?"


Soruyu duyan Ege duraksadı. Melek'e anlatamamasının sebebi kadının kendini anlamayacağından korkmasıydı. Melek'in Hilal için yaptığı fedakarlıkları öğrendiğindeyse bu korkusu minimum seviyeye inmiş 'Beni anlayacaktır.' diyerek sevdiğine koşmuştu.


Adamın sessiz kaldığını gören Melek yaşadığı hayal kırıklığını tüm ruhunda hissederken acıyla güldü.


"Burak ve Hilal senin anlatacağına hiçbir şekilde ihtimal vermiyorlardı. Şimdiyse gelmişsin anlatacağım diyorsun. Gelmende öğrendiğin bu gerçeğin etkisi var mıydı, yok muydu?"


"Melek..."


"Gelmende Kadir ile ilişkimizin başlama sebebinin Hilal olduğunu öğrenmenin etkisi var mıydı, yok muydu?" diye tekrar sordu kadın cevap almak istercesine.


Kadının gözlerinin içine bakarak sorduğu soruya 'Yok.' diye yalan cevap veremeyecek olan Ege mutsuz bir nefes aldı.


"Var... Ama sandığın şekilde değil."


Cümlesini bitirdiği an, Melek açısından yanlış cümleyi kurduğunu biliyordu Ege. Tahmin ettiği gibi de oldu. Kadın bir hışımla elini adamın elinden çekerken, yıllardır kendisini suçladığı bu konuda kendine büyük bir darbe vurmuştu.


"Var işte."


"Bana bu konuyla gelme..." diye fısıldayan Ege yalvarıcasına kadına bakmıştı.


"Neden? Aramıza kocaman bir duvar ören bir mesele değil mi bu?"


"Değil. O duvarı sen örüyorsun." diyen Ege günlerdir korkularından dolayı aralarına böyle bir duvarı örenin kendisi olduğunun bilincine ciddi anlamda yeni varıyordu.


Melek, Kadir konusunu o kadar kafasına takıyordu ki Ege'ye 'Sen de aynısını yaptın.' diye misilleme bile yapmadı. Bu durum Ege'nin çaresizliğini biraz daha arttırmıştı.


Keşke Melek gerçekten de intikam uğruna bu konuyu gün yüzüne çıkarmış olsaydı.


Tekrardan gözyaşlarına boğulmak üzere olan sevdiğini bakan Ege kadının sol gözünden düşen bir yaşı sildi.


"Bana bu konuyla gelme çünkü bunu değiştiremem."


Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Melek başını aşağı yukarı salladı.


"Kesinlikle. Bu yüzden kabullenmekten başka çaren yok ya. Şimdi Hilal için olduğunu da öğrend..."


"Yeter! Yeter Meleğim yeter. Susarak günlerdir seni yavaş yavaş öldürüyorum doğru. Ama cevabını verdiklerim de vardı. Beraber uyuduğumuz gece 'Neden limon?' diye sorduğumda bu konu hakkında ne düşündüğümü söylemedim mi sana?"


"Bilmem söyledin mi? Konuyu değiştirdin sen Ege. 'Önce kabullendim, kaldıramadım ama kabullendim.' dedin, diğer seçeneğin seçenek bile olmadığını söyledin. Ben de sana o DNA testine nasıl inandığını sorduğum, sen konuyu değiştirdin. Söylediklerine nasıl inandığımı sorup sanki bana onca şeyi sayıp beni boşayan sen değilmişçesine bana sitem ettin. Tekrardan konuyu açtığımda da bu sefer 'O adam kızına baba olamazdı.' dedin yine konuyu başka tarafa çektin."


Kaçtıklarının Melek tarafından bu denli yanlış anlaşılacağını düşünmeyen Ege zorlukla yutkundu.


"Konuyu ondan dolayı değiştirmemiştim. Sorun asla bu olmadı. Benim yaşadıklarımdı sorun. Yanlış anlamışsın."


"Peki sen kendini yanlış anlamadığına emin misin? Belki de 'Yaşadıklarım.' bahanesi altında aşamadığın tek şey benim başkasıyla birlikte olmamdır."


Başındaki keskin ağrıyı hisseden Salih Ege elini başına götürürken Melek onun sessizliğini yine yanlış yorumlamıştı.


"İnkar etmediğine göre olay gerçekten de böy... "


"Ayrıldığımız, seni boşamak zorunda kaldığım o günden 2 yıl sonraydı. O günler pek konuşmuyordum..."


"Öncesinde de pek konuşmuyordun." diyerek araya giren Melek'in sesinde yargılama değil de durum bildirimi vardı.


"Senin yanında hayatımın en geveze halindeydim. Sinan beni o halde görse ciddi bir şok yaşardı." diyen Salih hafifçe gülmüştü.


Oturduğu koltuktan adama doğru dönen Melek gözlerine yerleşen ilgiyle sordu.


"Ne oldu peki? Konuşacak bir olay mı oldu?"


Ela gözlerini sevdiğinin güzel yüzünde gezdiren adam hüsranla iç geçirdi.


"Maalesef. Biz... Bir köyün çevresinde gerçekleştirdiğimiz bir operasyondan yeni çıkmıştık. Karargaha dönecekken oldukça yakın bir yerden atılan silah sesini duyduk. Adamlardan birinin kaçmış olma ihtimaline karşı acil olay yerine gittik. Her şeyi beklerdim ama karşılaştığım manzarayı beklemezdim. "


Ege'nin öfkeyle sıktığı yumruğa bir bakış atan Melek soru dolu gözlerini adama çevirdi. Kadının merakını gören adam bekletmeden anlatmaya devam etti.


"Yerde, dizleri üzerine düşmüş kanlar içerisindeki kolunu tutan bir kadın; başındaysa elindeki silahı ona doğrultmuş bir adam duruyordu. Adam etrafında ağır silahlı bir sürü asker gördüğünde onu vurmayalım diye ellerini havaya kaldırdı açıklama yapmaya çalışıyor, kadın ise 'Engel olmayın bırakın öldürsün.' diye çığlıklar atıyor. Birkaç kişi kadını uzaklaştırırken biz de adamı en yakındaki eve soktuk, olayın aslını öğrenmeye çalışıyoruz. Sonra o it herifin namus..."


Sinirle dişlerini gıcırdatan Ege bakışlarını ön camdan dışarıya çevirdi. Şimdi bile hissedilen öfkesinin kadın tarafından anlaşılmasını istemiyordu.


Şimdi bile hissedilen korkusunun...


"Namusunu temizleme(!) adı altında karısını öldürmeye kalkıştığını öğrendik. O*ospu çocuğu saldırıya uğrayan karısının yanında olmak yerine onun canını alan kişi olmayı tercih etmiş. Bunu duyduğumda..."


"O geceki halin aklımdan çıkmıyor." diye fısıldadı Melek elalarla tekrardan buluşmaya çalışırken.


Yakalandığını anlayan Ege, ondan hislerini saklayabileceğini düşündüğü için kendine güldü. Sokak lambasının ışığıyla aydınlanan loş arabanın içinde, kendisini izleyen kahvelere dönmesi çok uzun sürmemişti.


"O geceki halin aklımdan çıkmıyor." diye tekrarlayan adamın sesi kadınınkinden çok daha berbat çıkmıştı.


"Çok korkmuştum. Nasıl korktuğumu tahmin dahi edemezsin."


Adamın korku dolu elalarına bakan Melek buruk bir nefes aldı.


"Tahmin etmeme gerek yok. Her bakışında, her sözünde, her... Her dokunuşunda anlatmıştın zaten. O zamanlar anlamamıştım, bilmiyordum. Ama şimdi düşününce o geceki teselli arar halin de, acın da, hoyratça sahiplenişin de hiç senlik değildi. Benimle birlikte olurken sesinde ilk defa sevgiden daha yoğun bir duygu vardı Ege. Deliler gibi korkuyordun sen. Ben de çok korkmuştum bu yüzden o anları tam algılayamadım ama... Gözyaşlarıma karışan gözyaşlarının nedenini bugün çok daha iyi anlıyorum. O günden sonra geliş saatlerine daha çok dikkat etmeye başlamıştın. Bir gün, o geceki kabusunun gerçekten yaşanmasından çok korkuyordun."


Dudaklarında acıyla harmanlanmış hüzünlü bir tebessüm beliren Melek gözlerini kaçırarak sessizce mırıldandı.


"Baksana şu halimize. İnsanın başına hep en korktukları gelirmiş."


Duyduğu cümleyle bedenindeki tüm kanın çekildiğini hisseden adam, kadını olanca hıncıyla sarsarak 'Kastettiğim o mu? Bahsettiğim korku bu mu? Kendine gel!' demek istediğini fark ettiğinde sakinleşme dileğiyle kapıyı açtı.


Kalırsa, sonradan pişman olacağı şeyler söyleyebilirdi.


Arabadan çıkmak üzereyken önce kolundaki güçsüz tutuşu hissetti sonra da "Gitme..." diye mırıldanan çatlak sesi duydu.


"Bir sigara içip geleceğim." derken başını kadından tarafa çevirmemişti.


"İçme..."


Meleğinin buruk çıkan sesi Ege'nin koltuğa yerleşip kapıyı kapatmasına neden olmuştu.


Arabaya ilk bindiklerinde de duyumsadığı gül kokusunu tekrardan hissettiğinde aklının bugün ciddi anlamda onunla oyun oynadığından emin hüsran dolu bir nefes aldı.


Garipti belki ama aslında gerçek olmayan bu gül kokusu, adamın öfkesini biraz dindirmişti.


Sağ bacağını sallayarak sakinleşmeye çalışan Ege, dizindeki elinin üstüne konan el ile bacağını sallamayı bıraktı. Avucunu yukarı gelecek şekilde çeviren adam, kadının elini tuttuğunda derin bir nefes daha almıştı.


"Özür dilerim." diye fısıldadı Melek yorgun bir sesle.


"Dilemelisin." diye karşılık veren Ege bakışlarını hâlâ kadına çevirmemişti.


Az önceki cümleyi kurabilecek kadar berbat bir ruh halinde olan Meleğiyle nasıl baş edeceğini bilemiyordu adam.


"Öyle olmadığını biliyorum. Seni korkutanın ne olduğunu da biliyorum. Ben sadece... İyi hissetmiyorum şu an."


Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Ege başını aşağı yukarı salladı.


"Ona anladım. Ne dersem diyeyim beni duymuyorsun. Kitlenmişsin bir şeye tüm sözlerimin sonu ona çıkıyor. Ben sana ne desem boş." diye mırıldanan Ege yaşadığı çaresizliği iliklerine kadar hissetti.


Meleğine her yaklaşmaya çalıştığında, kendini her açıklamak isteğinde kadının kurduğu sete daha sert bir şekilde çarpıyordu.


Bu durum oldukça tanıdık gelirken büyük bir aydınlanma yaşayan adam aniden kadına döndü. Melek'in hüzünlü gözlerinde kendi gözlerinde bulunan çaresizlikten vardı.


"Günlerdir böyle mi hissediyorsun?"


Aklında beliren düşünceyi soran adam sesini duyana kadar konuştuğunun farkına varmamıştı.


"Hayır. Sadece bugün, duyduğum konuşmadan sonra sahilde beklerken çok... Ben... Niye böyle oldu bilmiyorum. Ben galiba... Seni gördüğüm andan beri, hayır... O gü- Hilal'in 5 yaşından beri, bu konuyu düşünüyorum. Ama farkında değildim. Bu yüzden sadece birkaç saattir böyle hissediyorum."


Dudaklarını istemsizce iki yana kıvrılan Ege sonunda Meleğiyle konuşabiliyor olmanın mutluluğuyla kadının elini sıktı.


"Bunu kastetmiyorum."


"Neyi kastediyorsun?" diye soran kadın kaşlarını çatmıştı.


"Bana laf anlatmaya çalıştığın, korkularımı aşmak istediğin, bana olan sevginin sonsuzluğunu ifade ettiğin her seferinde; kendi kendime oluşturduğum kalın duvarlarımla yüzleşip durduğunda böyle mi hissettin? Bu kadar çaresiz, acı dolu, o duvarı asla geçemeyecekmiş gibi..."


Ege'nin sözlerini duyan Melek, onu ilk defa görüyormuş gibi adama baktı.


"Böyle mi hissediyorsun?" diye sorarken sesi titremişti.


'Şu an günlerdir korkularından dolayı kaçan, sözleriyle/davranışlarıyla canını yakıp duran, onu yıpratan adamdan farksız mı davranıyordu gerçekten?'


"Bu hissettiklerimin en hafifiydi. Sana diyorum ki 'Tam şu an aramızdaki bu engeli yıkabilmek için kabuslarımın başını çeken, sana gelmeme engel olan o günü anlatabilirim.'. Aramızdaki bu görünmez uzaklığı aşabilmek için 25 yıldır düşünmek bile istemediğim o günü en detayıyla anlatabilirim. Yeter ki senin imkansızınmışım gibi durma karşımda."


"Ben... Ben böyle hissettirmek istememiştim." dedi Melek masum bir sesle.


'Şu an bile hissettiklerini yok sayıp hissettirdiklerin için üzülüyorsun be Meleğim. Bu kendini yok sayışlarına bir çözüm bulmam lazım.' diye düşünen adam dudaklarında beliren samimi gülümsemeyle kadının yanağından düşmekte olan gözyaşını sildi.


"Sen sadece hissettiklerini söyledin. Elinde olan bir şey değildi." diyerek kadını telkin ederken sesi yumuşacık çıkmıştı.


"O zaman... Sen de günlerce hatta yıllarca şu an benim hissettiğim gibi hissettin." dedi Melek hüzünlü gözlerle sevdiği adama bakarken.


"Nasıl?" diye sordu Ege sevgiyle.


Birbirlerini gerçekten de anladıkları bu an, çok değerli görünmüştü gözüne.


"İçinde susmayan, sürekli seni yaralayan bir ses var ve bir yerden sonra onu dinlemekten başka çaren kalmıyor, farkına bile varmadan ona teslim oluyorsun. O ses seni o kadar karanlıkta bırakıyor ki gerçeği göremiyorsun, aydınlığa hiç ulaşamayacakmış gibi hissediyorsun. Korkuların seni gittikçe daha çok karanlığa çekiyor ve karanlıkta kaldıkça her şey daha da çok imkansızmış gibi geliyor... Böyle hissettiğin için mi sustun?"


Başını aşağı yukarı sallayarak kadını onaylayan adam sözlü bir dönüt de verdi.


"Evet. Bugün Kadir'in anlattıkları, o sese susması için bir neden verdi. Ama bu düşündüğün gibi bir neden değil. Ben artık beni anlayacağını biliyorum Meleğim. Eminim bundan. Çevremdeki herkes, Kadir dahil, bunu bana söyleyip dursa da onların cümleleri içimdeki sesi susturmaya yetmiyordu. Sen sürekli Eski Melek değilim. O toy kızım değilim, toz pembe hayatımı Hilal doğduğu gün bıraktım desen de... Susmuyordu işte." diyerek sağ omzunu silken adam dudaklarında beliren gülümsemeyle sevdiği kadına baktı.


"Ama bugün sustu. Senin yanına 'Anlatacağım.' diyerek gelmiştim zaten ama şu an anlatmaktan korkmuyorum da. Vereceğin tepkiden korkmuyorum. Ha... Anlatana kadar, seninle yüzleşene kadar yine içimdeki o ses konuşmaya devam edecek ama artık onu susturabiliyorum."


Gözlerinden birkaç damla yaş daha düşen Melek, bir yandan rahatlarken diğer yandan da kendisinin ne yapacağını düşünüyordu.


"Ne garip ama... Sen hep istediğimi yaparak 'Anlatmaktan korkmuyorum, aramıza ördüğüm duvarı yıktım.' diyorsun ama ben... Bu sefer de o seti ben mi çektim Ege? Öyle yapmışım gibi hissediyorum."


Sevdiği kadının sorusunda yıllar önceki toy genç kızı duyan Ege elindeki eli dudaklarına götürerek bir öpücük bıraktı.


"Ben o seti yıkacağım. Merak etme sen."


"Nasıl olacak o?"


"Yaralarını tek tek saracağım. Sen de o sesi susturacaksın." dedi Ege kararlı bir şekilde.


Bir süre cümledeki anlamı düşünen Melek, vardığı sonuçtan hoşlanmayarak kaşlarını çattı.


"Yaralarımı nasıl saracaksın?" diye sorarken sesi şüpheli çıkıyordu.


Günlerdir 'Anlat. Anlat ki beraber üstesinden gelelim.' diyerek peşinden koştuğu adam aynı çözümle karşısına gelmiyordu değil mi?


"Çatma kaşlarını, tam da düşündüğün şey. Bana yaşadıklarını anlatmanı istiyorum Meleğim."


Ege'nin cümlesindeki söylenmeyen kastı duyan Melek'ten salt alay dolu bir kahkaha yükseldi.


'Bana Kadir ile yaşadıklarını anlatmanı istiyorum.'


Alaylı kahkahası acıyla sonlanan kadın bir türlü dinmeyen gözyaşları yüzünden baş ağrısı çekerken yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı.


"Sen ne istediğini bilmiyorsun." derken sesi oldukça sert çıkmıştı.


"Yoo biliyorum. Gayet de iyi biliyorum."


"İyi değilim diyorum Ege. Bu saçmalığı kapatabilir miyiz?"


"Kapatmayacağım. Yokluğumda neler yaşadığını öğrenmek istiyorum."


Titrek bir nefes alan Melek, başını iki yana sallarken elini adamın elinden çekme isteğinin önüne zorlukla geçti.


"Saçmalamayı bırakır mısın? Gerçekten... Kapatalım şu konuyu. Bugün her şey üst üste geldiği için böyleyim, yarın bu konu yokmuş gibi devam ederim." diye mırıldanan kadın büyük bir alayla devam etti.


"Zaten yokmuş gibi davranmaktan başka çaremiz mi var?"


Hissettiği yorgunlukla sesli bir şekilde iç geçiren Ege ne yapması gerektiğini bilemeyerek sessizce oturdu. Onun sessizliği, kadının yine kendi kafasında kurmaya başlamasına neden olmuştu. Birkaç dakika geçmesine rağmen Ege'nin yüzündeki düşünceli ifadenin devam ettiğini gören Melek ona bakmayı keserek bakışlarını önüne dikti.


"Eğer... Artık anlatmak istemiyorsan önemli değil. Mecburmuşsun gibi hissetme." derken sesi donuk çıkmıştı.


Başına yeni bir ağrı saplanan adam hava alma ihtiyacıyla elini kapıya götürdü. Bu hareketi üzerine gideceğini zanneden Melek'in kaskatı kesildiğini hissettiğinde ani bir hareketle arabayı çalıştırarak camının yarısını aşağı indirmişti.


Aralarındaki sessizlik uzayıp giderken kendisine bakmamak için direnen Melek'e bakan Ege hüsranla başını iki yana salladı.


"Bizim ilişkimizde sorun çözücü sendin. Sen her zaman ne yapmamız gerektiğini bilirdin. Nasıl düzelteceğimizi, nasıl barışacağımızı... Ben bilmiyorum. Ben ne yapmam gerektiğini, ne söylemem gerektiğini bilmiyorum Meleğim."


Kadın, adamın kırık sözleri karşısında ona bakmaktan kendini alamamıştı. Gözleri birleşmiş ellerinde olan Ege dalgın bir şekilde konuşmaya devam etti.


"Geçen 25-26 yıla rağmen ikili insan ilişkilerinde hâlâ A1 düzeyindeyim. Ailemi kaybedene kadar sadece ihtiyaç dahilinde insanlarla konuştum sonrasında 'Ailesinin acısında' diye alttan alındım. Sinan o kişilerin başını çekerdi. Aramızdaki yaş farkının da etkisiyle hep bana anlayışla yaklaştı, aramızda hiç anlaşmazlık yaşamadık. Bir de Fetih vardı. Ona da ben minnet duyardım, kırmamaya çalışırdım. Ailesini ailem yapmıştı, hakkını vermek için fikir anlaşmazlıklarımızda sessiz kalır olayı büyütmezdim."


Bakışlarını kaldıran Ege kendisini izleyen kahvelerin büyük bir ilgiyle dinlediğini gördüğünde gülümsedi.


"Sonra sen girdin hayatıma. Ben ne yapacağımı şaşırdım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sana söylemiştim, ben bizim ailenin sessiz çocuğuydum. 'O böyle.' diye kabul görmüştüm. Aynı evde yaşadığım ailem anlatmadıklarımı içimde yaşamamı sorun etmemişti, bu sefer de aynısı olur diye büyük bir yanılgıya düşmüştüm ben de o yüzden. Aynı evde yaşadığım kişi karım olduğunda susmamam gerektiğini çok geç anladım. Hatta bak şu an sana bakarken bile bu anlama durumunu yaşamaya devam ediyorum. Senden kendimi saklayarak, senden düşüncelerimi saklayarak, senden yaşadıklarımı saklayarak şu anki Melek'in temelini atan kişi bizzat ben olmuşum. Geçmişte yaptığım hatalar sessizliğimi hiç olmadık yerlere çekmene neden oluyor. Halbuki ben sadece 'Bu sorunu nasıl çözeceğiz? Nasıl tekrardan biz olabileceğiz?' diye düşünüyordum."


Dile dökmese de kadının gözlerindeki 'Gerçekten mi?' sorusunu gören Ege, kendisi yüzünden Melek'te oluşan güvensizliğin acısıyla titrek bir nefes aldı.


Her an, kadını yıktığı başka bir gerçekle yüzleşiyordu.


'Karşısınızdaki kişi sevdiğinden aldığı darbeyle daha çok yıkılıyor ama bu kimin umurunda ki?'


Aklında Melek'in ameliyathane önünde söylediği cümle yankılanırken kendi cevabı geldi aklına.


'Sen darbe görmemişsin.'


Gerçekten de bunu söylemişti değil mi bu kadına?.. Gerçekten söylemişti.


'Seninki tüm hayatımın içine etti. Başkasına gerek kaldı mı ki?'


Kalmamıştı... Sahiden kalmamıştı. Korumak isterken kendi elleriyle uçurumun tepesinden aşağı itmişti sevdiğini. Üstüne sözlerinin ve gidişinin kadının üzerindeki etkiyi düşünemeyerek onun mutlu yaşadığı yanılgısına düşmüştü üstelik.


'Ben seni bu kadar çok sevmek istemiyorum. Çok kırıyorsun beni.' diyen kadına sözlerinin vereceği zararı nasıl düşünememişti gerçekten? Hadi o zamanlar korkuyordu, toydu, aptaldı diyelim peki ya şimdi?


Karşılaştıkları günden beri neler neler söylemişti ona. Her yakınlaştıklarında bir kez daha gitmiş, bir kez daha bırakmıştı onu.


Korkularıymış(!).


S*ksinler korkularını.


Sevdiği kadına yıllardır hakkı olan dürüstlüğü vermek yerine hep kaçmıştı adam. Şu an bu ânı yaşıyorlarsa, tek sorumlusu Ege'ydi.


"Duyamıyorum." diye fısıldayan Melek ile düşüncelerinden sıyrılan adam, aşkıyla yandığı gözlere baktı.


"Ne?"


"Duyamıyorum. Ne söylediğini duyamıyorum."


Ağlamamak için gözlerini kırpıştıran genç kadın dudaklarındaki acıyla konuşmaya başladı.


"Gözlerime bakıyorsun ama benimle değilsin. Bu histen hoşlanmıyorum. Geçmişte de sevmiyordum, şimdiyse nefret ediyorum. Geçmişteki o kız toz pembeliğini kullanıp bunu yok sayardı, 'Seviyor ya gerisi önemli değil.' derdi ama ben... Bu durum birbirimize 25 yıllık uzaklıkta olduğumun salt göstergesi gibi geliyor. Aramızdaki mesafenin ne kadar aşılamaz olduğunun kanıtıymış gibi hissettiriyor. Dedin ya anlatana kadar, tepkini görene kadar içimde hep o korku olacak diye... Bu konuda da yalnız değilsin. Ben de çok korkuyorum. Anlatamayacaksın, vazgeçeceksin diye korkuyorum. Bana o kadar çok anlatmadın ki, anlatacağım dediğin bu anda sana inanmıyorum ben Ege. İstiyorum ama istemem bir şey fark etmiyor, inanmıyorum. Bana anlatana kadar hep anlatmamandan korkacağım ben de. Belki de... Sana gerçekten de bir bahane vermek istiyorumdur. Durduk yere anlatmadan gidersen bir daha asla ayağa kalkamam diye Kadir ile aramızdakileri öne sürüyorumdur. Onu kullanıp vazgeçmen, 'Ben anlatamayacağım.' diyerek susmandan daha az canımı yakacaktır... Hem zaten Kadir konusunda da ne desen hakkın."


Melek'in her cümlesiyle daha da aciz hisseden Ege ciddi anlamda elinin kolunun bağlandığını hissediyordu.


"Söylediklerinin neresini tutsam elimde kalacak. Hepsinde farklı bir yanlışım, farklı bir korkun var. Sana verdiğim zararın bu derece büyük olduğunu nasıl fark edemedim ben?" diye fısıldayan adam ela gözlerinin kızardığını hissetmişti.


Adamın sesindeki suçlamayı duyduğunda acıyla gülen Melek aklındakini söylemekten kendini alamamıştı.


"Kendini suçlamana neden olduğum için de kendimi suçluyorum. Üzerimdeki etkin hâlâ aynı. Ne güzel(!)."


"Ne de sağlıklı bir ilişkiye sahibiz ama(!)." diyen Ege'nin sesi esefle doluydu.


"Ne yapacağız?" diye soran Melek'in sesindeki çaresizlik ise ayan beyan hissediliyordu.


"Ben anlatmayı öğreneceğim, sen kendine değer vermeyi."


Ege'nin bir saniye bile duraksamadan kurduğu cümle karşısında "Hangimizinki daha imkansız bilemedim şimdi." diyen Melek ruhen çok yaşlı hissetmişti.


Yıllardır kendini oradan oraya fırlatan birisi olarak 'Kendine değer verme.' kavramı çok yabancı geliyordu.


Ağlamaktan gözleri şişmiş sevdiğine bakan Ege o gözlerdeki yorgunluğu geçirme isteğiyle konuştu.


"Sana verdiğim değerin binde birini kendine gösterirsen, çok sağlıklı bir çift olabiliriz."


Bu cümle ikisine de aynı çağrışımı yapmıştı.


'Doktorlar sağlık için az uyku, çok spor diyor bilmiyor musun? Bak böyle giderse çok sağlıklı bir çift olacağız. Ben hep bizi düşünüyorum.'


Adamın bilinçli yaptığına emin olduğu kelime seçimleri kadını geçmişe götürürken, bunu geri çevirmek istemeyen Melek içinden geldiği gibi karşılık verdi.


"Kriterlerin değişmiş bakıyorum."


Dudaklarında imalı bir sırıtış beliren adam, dilini damağına vurarak hayır dercesine bir ses çıkarttı.


"Şimdilik... Şartlar öyle gerektirdiğinden."


Adamın bu tavrı Melek'in güldürmek yerine bakışlarını kaçırmasına neden olmuştu. Onun durgunlaşan hali karşısında Ege isyanla bir nefes aldı.


"Ne yapmamı istiyorsun? Ne dersem inanacaksın bana Melek?"


Bu sorunun cevabını bilmeyen kadın sessiz kaldı. Soruya bir cevap almayı beklemeyen adam ise aynı isyanla devam etmişti.


"Farkındasın değil mi 25 yıl haddinden fazla uzun bir süre ve ikimiz de bu süreçte hayatlarımızı ayrı yaşadık. Anlatmak istemediği şeyler yaşayan tek kişi sen misin? Ben de berbat zamanlardan geçmedim mi?"


Adamın cümleleri arabanın içindeki tansiyonu yükseltirken kadın elini adamın elinde çekerek ciddi gözlerle ona baktı.


"Aynı şey değil. Bu konu tek beni bağlamıyor. Bu yüzd..."


"Benim yaptıklarım sadece beni bağlıyor yani öyle mi? Bedenimi gördüğünde bunu diyebilecek misin gerçekten? Eğer bunu diyeceksen günlerdir boşuna korktuğum için sevinmeye başlayacağım."


"Ne?" diye mırıldanan Melek gözlerinde filizlenmeye başlayan korkuyla adama baktı.


"Ne ne? Yıllardır uslu durduğumu düşünmüyorsun değil mi? Burak'tan sonra evet ama öncesi... Öncesi çok şiddetli be Meleğim. Aklına hayaline gelemeyecek kadar çok kendime zarar verdim, verdirdim. Birlikte uyuduğumuz gün, askerde aldığım yaralarım hakkında yalan söylediğim için bana sitem ederken bile içim titredi benim. O yaraların bir hiç olduğunu, kendime çok daha fazlasını çektirdiğimi öğreneceksin diye ödüm koptu. Üzerime yanlışlıkla kahve döktüğün gün mesela. Hani öylece kalakaldın ya..." diyen Ege gözlerinde acı, dudaklarında alay belirirken kendi kendine güldü.


"Bedenimdeki yaralardan birini gördün diye aklım çıktı. O yıldızı görmen bile bu durumdan daha iyi bir seçenekti çünkü. Sürekli o Eski Melek değilim diyorsun ya hani... Bugünkü söylediklerinden sonra tek kastının karakter olmadığını anladım. Teselli olacaksa eğer ben de o Eski Ege değilim. Artık tanıdığın o vücuda sahip insan değilim. Gözyaşlarıyla okşaman, parmaklarınla dokunarak iyileştirmen gereken yaralar haddinden fazla çoğaldı. Hele hikayeleri..." duraksayarak bir ıslık çalan Ege gözlerinden yaşlar düşen sevdiğine bakarken sesindeki alayı gömüp acıyla devam etti.


"Bu sefer tüm hikayelerin başrolünü sen süslüyorsun. Hepsinde bazen sessiz, bazen sesli adını zikrettim çünkü. Ölümün kıyısında yürüdüğüm her an seni bir kez olsun görebilmek için hayata geri döndüm ben. Aldığım her bıçak darbesine o gün sana söylediğim sözleri, her kurşuna o lanetli 'Boş Ol.' kelimesini, her işkenceye sana hissettiğim özlemi sığdırdım. Anlayacağın... Ne değişen tek kişi, ne de bedeninde farklı izler taşıyan tek kişi sensin Meleğim."


Dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçan Melek bakışlarını yaralarını görmek istercesine adamın vücudunda dolaşırdıktan sonra elalarla buluşturdu.


"Ege'm..." diye fısıldarken sesinin her zerresinde acı vardı.


Dudaklarında hüzünlü bir tebessüm beliren adam başını özür dilercesine sağa doğru yatırdı.


"Senin anlatamayacakların kadar benim de anlatamayacaklarım olduğunu hatırladın sanırım. Geçmişlerimizi kapıştırmak istiyorsan kapıştıralım. İkimizin de cayır cayır yandığı anlar birbiriyle eş gidecektir büyük ihtimal. Yalnız bundan önce sorularım var. Bu sorularıma cevap alayım sonra da konuşabileceğimiz bir yere gidelim. Kabul mu?"


Sesinin çıkmayacağını hisseden Melek soruyu başını aşağı yukarı sallayarak onaylamıştı. Sevdiğinin kıpkırmızı olmuş kahverengi gözlerine bakan Ege dudağındaki tebessüm içten bir gülümsemeye evrilirken cevabını çok iyi bildiği soruyu sordu.


"Hilal şu an mutlu mu? Yani bizim olayları falan es geçelim. Güzelce büyüdü mü?"


"Büyüdü." diye mırıldandı Melek çatallı çıkan sesiyle.


"Mutlu muydu büyürken? Kahkahaları fazla mıydı?" diye soran Ege bu soruya da olumlu bir cevap alacağını biliyordu.


Melek ve Kadir bunun olması için her şeyi yapmıştı.


"Mutluydu. Ağlamayı sevdiği için gözyaşları da vardı hayatında ama kahkahaları hep daha ağır bastı." diye cevap veren Melek cümlesinin sonlarına doğru gülümsemişti.


Onun gülümsemesiyle gözleri gülen adam bu sefer sorudan önce kendi düşüncesini belirtmişti.


"O zaman değerdi çektiğimiz acıya. Değer miydi?"


Yaklaşık 26 yıl önce ayrılmak zorunda olduğu eski kocasına baktı Melek. İkisi de ayrı ayrı acılarda yanmış olsa da kadının cevabı adamınkinden farksızdı.


Değer miydi?


"Her şeyden çok."


Uzanarak kadının önce sol elini sonra da sağ elini tutan adam gözlerindeki kesinlikle sordu.


"Geçmişe gitsek bile aynı kararları vermeyecek miydik peki?"


Geceleri yorgan altında ağlayan Hilal, yüzüne bile bakmayan Hilal, kendini banyoya kilitleyen Hilal, gülmeyi unutan Hilal, hissettiği stresten okul köşelerinde bayılan Hilal, mutsuzluğu gözlerinden okunan Hilal...


Ve tüm bunları değiştirmek için kendinden vazgeçen Melek.


"Verecektik." derken sesinde kesinlik olsa da titrek bir nefes almıştı kadın.


"Peki... Şu an pişman mısın kararlarından?" diye sordu Ege sevdiği kadına gözlerindeki yalınlıkla bakarken.


"Belki daha farklı..."


Melek'in itiraz cümlesini ellerindeki elleri sıkarak susturan adam, kadının gözlerinin içine baktı.


"Benim de aynı kararları alacağımı unutmayarak... Bir kez daha soruyorum. Pişman mısın kararlarından?"


Başını iki yana sallayan Melek hayatının gerçeğini itiraf etti.


"Değilim."


Yine olsa yine aynı kararları alırdı. Bir kez değil binlerce kez hem de.


Kızının kahkahaları sönmesin diye yapamayacağı şey yoktu.


Onunla aynı hisleri paylaşan adam, kadının elindeki sağ elini geri çekerek Meleğinin sol gözünden düşen bir gözyaşını yanağına bile düşmeden yakalarken sesindeki sonsuz sevgiyle fısıldadı.


"Çünkü kızımız mutlu."


Bunu söylerken adamın dudaklarında kocaman bir gülümseme vardı.


Ege'sinin hiçbir pişmanlık duymadan, gerçek bir huzurla kurduğu cümleyi duyan Melek'in dudaklarında da aynı gülümseme belirdi. Sol elini yanağında duran elin üstüne koyan kadın aynı huzurla fısıldadı.


"Çünkü kızımız mutlu."


İkili, bu hayattan çok ağır darbeler alsalar da kızlarının bu darbelerle karşılaşmaması için çok çaba sarf etmişlerdi.


Hilal'in her daim gülen ela gözlerine, etrafa yaydığı mutlu auraya ve birçok konuya pozitif yaklaşmasına bakıldığında bunu layığıyla başardıklarını görüyorlardı.


O küçük, mutlu büyümüştü.


O küçüğün kahkahaları hep daha fazlaydı.


O küçük, bir yabancı tarafından büyütüldüğünü bile anlayamayacak kadar çok sevilmişti.


Hilal, eksik büyüdüğünü hiçbir zaman öğrenmemişti. Çünkü Kadir onu öz kızı saymış, eksik kalmasına izin vermemişti.


Hilal, aile kavramından uzakta büyümemişti.


Çünkü Melek onu kendi hayatından daha öteye koymuş, bir ailesi olmasını sağlamıştı.


Ve her şeyden öte... Hilal, her bebeğin en doğal hakkı olan doğma hakkından mahrum kalmamıştı.


Çünkü Ege onu tüm ruhunun önünde tutmuş, ruhunu öldürme pahasına o küçüğün dünyaya gelmesini sağlamıştı.


Loading...
0%