Yeni Üyelik
39.
Bölüm

27. Bölüm- Beni Sana Getiren O Karar

@yasminiesa

"Yaa Ege uzaklaş."


Direktifine rağmen dibindeki adamda herhangi bir hareketlenme olmadığında nafile bir çabayla onu itmeye çalışan kadın başarılı olamamıştı.


20 dakika önce, evlerine girdikten 5 dakika sonra, kapı çalındığında Melek büyük bir şaşkınlıkla kocasına bakmıştı. Ege ise bunu beklediğini belirten bir hareketle kapıyı açmış ve gelen malzemeleri -bir paket çay, demlik, yarım litrelik ve 5 litrelik su şişeleri, kahvaltılık, tabak, çatal, kaşık, 2 adet battaniye ve iki tane elektrikli soba- içeri almıştı.


Melek'in şaşkınlığı devam ederken Ege çift kişilik battaniyeyi oturma odasındaki kanepenin üzerine bıraktıktan sonra sobalardan birini odaya diğerini mutfağa kurmuş, tek kişilik battaniyeyi de pideler soğumasın diye üstüne sarmıştı.


Adamın pide düşkünlüğünü hatırladığında gülen Melek mutfaktaki elektrikli soba sayesinde ısındığını hissederken yanağına batan dikenlerle iç geçirdi.


"Ege uzaklaş diyorum, sakalların batıyor." diye söylenen Melek kavanozdaki yeşil zeytini tabağa boşaltırken arkasındaki Ege'den onaylamaz bir homurtu yükseldi.


Ona arkadan sarılan adamın boynundan çekmediği dudaklarından çıkan homurtu Melek'in gülümseyerek gözlerini kapatmasına neden olmuştu.


Sanırım bu saatten sonra 25 yılı ayrı geçirdiklerine kimse inandıramazdı onu. İkili anlaşmış gibi mutfağa girdiklerinde öylesine doğal hareketlerle kahvaltı hazırlamaya başlamışlardı ki... Araya giren zaman, acı, ayrılık yok gibi hissetmişti Melek. Elindeki işi bitirerek dibinde beliren adamın saçlarını koklayarak boynuna minik öpücükler bırakması ise kadın için son olmuştu.


Bu çok... Eskisi gibiydi.


"Biliyor musun?"


Melek'in kısık sesli sorusu mutfağı doldururken tiryakisi olduğu Gül Kokusunun sarhoşluğundaki Ege aynı kısık sesle karşılık verdi.


"Neyi biliyor muyum?"


Gözlerini açan kadın hasret kaldığının gözlerini görme isteğiyle arkasını döndüğünde adamın meraklı elalarıyla karşılaşmıştı.


"Çok da bir şeye gerek yokmuş. Hatta hiçbir şeye gerek yokmuş."


Karısının cümlesindeki kastı anlamayan Ege kaşlarını çattı.


"Ne demek istiyorsun Meleğim? Neye, niçin gerek yokmuş?"


"Beni hayatla ve kendimle barıştırmak için çok bir şey yapmana, renklerimi tekrar bulmak için öyle çok çabalamana gerek yokmuş. Şu birlikte geçirdiğimiz an, sen yeterliymişsin. Varlığınmış zaten beni rengarenk yapan. Yanımda olmanmış acılarıma merhem olan. Beni sevip bana geçmişteki gibi davranmanmış sensiz geçen 25 yılımın merhemi. Sen de hissetmiyor musun? Sanki hiç ayrılmamış gibiyiz. İkimiz de birbirimizin neyi nasıl sevdiğini unutmamış. Sen ben seviyorum diye yeşil zeytin ve kuşburnu da istemişsin marketten. Ben ise sen öyle seviyorsun diye salatanın kabuğunu çizgili soyup siyah zeytine sos yaptım. Çayın içine attığın tomurcuğu gördüm. Hep koyduğum gibi bir çay kaşığından biraz az koydun. Öyle sevdiğimi biliyorsun çünkü."


Ege'nin dudaklarında hafif bir tebessüm belirirken Melek hissettiği aşkla kocasına baktı.


"Bunlar alışkanlık değil Ege'm, tanıma. Tanımak. Yollarımız ne kadar ayrılırsa ayrılsın, aradan kaç yıl geçerse geçsin biz birbirimizin ruhunu tanıyoruz. Sevdiğimiz, sevmediğimiz büyük küçük her şeyi biliyoruz. Sen benim alışkanlıklarımı, takıntılarımı en az benim kadar hatta bazı durumlarda bizzat benim kendimden bile daha iyi biliyorsun. Aynı şey benim için de geçerli. Böyle olunca da ayrı geçen yılları olmamış gibi hissetmek aşırı doğal oluyor. Sana da o kötü günler büyük bir kabusmuş gibi gelmiyor mu?"


Kadının sorusuyla tebessümü gülümsemeye evrilen adam parmaklarını kadının saçlarının arasında gezdirerek nefeslerine gül kokusunun karışmasını sağladı.


"O hastane koridorunda aşık olduğum kahvelerinle buluştuğumdan beri hem de. Bir daha asla duyumsamayacağımdan emin olduğum kokunu ciğerlerime çektiğim şu an, araya giren 25 yılımın kötülüklerini sildi." diyen Ege ekleme ihtiyacıyla fısıldadı.


"En azından seninle ilgili olanları."


Bu fısıltıdaki kahır dolu acı Melek'in yutkunmasına sebep olurken cevap bulmak istercesine ela gözleri incelemeye başladı.


Bu gece hangi gerçekleri öğrenecekti?


Neydi şimdi bile elalardaki tereddüte, korkuya neden olan o olay? 25 yıl ayrı kalmalarının nedeni neydi?


Kahvelerindeki merakı gören Ege'nin gerildiğini fark ettiğinde adamın elini tutarak sıkan Melek başıyla ocağı işaret etti.


"Çay olmuştur. Oturalım mı?"


Kocasının dudaklarındaki tebessümle kendisini izlemeye devam etmesi üzerine gülerek ona baktı.


"Ne oldu?"


"Bakıyorum."


"Neye?" diye soran Melek alacağı cevapları tahmin edebiliyordu.


Fakat Ege beklemediği bir cevap verdi.


"Hilal ile olan benzerliğine."


"Ne?"


"Hilal ile ilk tanıştığım andan beri onda seni görüyorum biliyor musun?"


Adamın gözlerindeki ciddiyet bu cümlenin laf olsun diye söylenmediğinin kanıtıydı.


Boğazında bir yumru beliren Melek dudaklarının arasına titrek bir nefes çekti.


"Gerçekten mi?" diye sorarken sesi çalkantılı çıkmıştı.


"Gerçekten. Bir şey itiraf edeyim mi? Sakarya'daki o gün Hilal'e hikayemi anlatmamın en büyük nedeni buydu. O ela gözlerindeki parıltılar, her daim sevdiklerinin yanında oluşu, kıyamayıp affedişi, sonsuz anlayışı... Sendin işte. Seni fırtınamla darmadağın etmeden önceki o Melek Kız'dı. Çay sevginiz bile öylesine benzerdi ki. Sanırım olay gerçeği bilmeyi ya da hissetmeyi geçerek hayal kurmaya evrilmişti. Yani... Huyları senden ibaret olan o rengarenk kızın ikimizin kızı olduğunun hayalini kurmak o kadar kolaydı ki."


Gözlerinde yarı buruk bir ifade olan adam içten bir şekilde gülümsedi.


"Bu yüzdendi Hilal kızım çıktığında 'Nasıl? Olamaz. Ama öyle olsa anlardım, hissederdim.' inkarını yaşamayışım. Gayet de olabilirdi çünkü zaten en başından beri onda seni görüyordum ben. En başından beri yanında huzurlu hissediyordum, gülüyordum, eski Ege gibi hissediyordum."


Karısının gül kokulu saçlarını yumuşak hareketlerle geriye çeken Ege hafifçe omuz silkti.


"İster hissetme de ister istek. Hilal bir şekilde bağladı beni kendine. Mesela Burak'a salıncağa binmeyi hiç teklif etmemişken Hilal'le sallandım ben. Berceste'nin yerini alır diye korkmadan. Çok doğal gelmişti o an Hilal'in kahkahalarıyla sallanmak. Asla itiraf edemesem de bu salıncak sevgimde senin payın da çok büyüktü. Her salıncağa bindiğimde seni Urfa'da salladığım, neşeli gülüşlerinin ruhumda yankılandığı o günlere gidiyordum. O gün Sakarya'da ise çok daha farklı bir şey oldu. Hilal'e seni anlattığım, yaşadıklarımdan bahsettiğim o gün kaçtığım salıncakta ne sen vardın ne de Berceste'm. Hilal'in 'Uçur beni aya.' diye şakıyışı vardı. Ailemi kaybettiğimi duyduğunda teselli için 'Salih baba.' diye hitap edişi vardı. Bundan dolayıydı ya onun yaralandığını duyduğumda bir salise bile duraksamadan korkuyla İstanbul'a koşuşum."


Meslek gözlerinden akan yaşlarla kendisini dinlerken Ege tüm o kötü günleri geride bırakmanın huzuruyla sevdiğinin gözyaşlarını silmeye başladı.


"Seni gördüğüm an ise her şey en sertiyle yerine oturdu. Hüsnü kuruntu dediğim tüm o anlar, hisler salt gerçekti. O güzel kızın sana benzemesinden doğalı olamazdı çünkü zaten senin kızındı. O parıldayan ela gözlerin ruhuma dokunmasından daha normali olamazdı çünkü benim kızımdı. Benim Berceste'm."


Adamın sesindeki sevgiyle başını önüne eğen Melek hissettiği vicdan azabıyla gözlerini kapattı. Onun bu halinden hoşlanmayan Ege kaşlarını çatarak kadının çenesini yukarıya kaldırsa da göz temasından kaçınmak isteyen Melek kapalı olan gözlerini daha da sıkı yummuştu.


"Gül Kokulum?" diye seslenirken adamın sesinde bariz bir sitem vardı.


"Ben ne yapacağım?" diye fısıldayan Melek gözlerini açmamıştı.


"Her ne yapacaksan işe önce bana bakmakla başlayabilirsin."


Ege'nin memnuniyetsiz serzenişine teslim olan Melek gözlerini açarak adama baktı.


"Bana az önce ne düşündüğünü söyle." diyen adam farkında olmadan asker ses tonuyla konuşmuştu.


Onun bu tavrı, Melek'in kızarık gözlerine rağmen tebessüm etmesine neden oldu.


Verilen direktif bu savaşı artık yalnız vermediğinin en güzel kanıtıydı. Sorunları artık konuşularak, paylaşılarak beraberce çözülecekti.


Bu yüzden de korkmadan düşüncesini dile getirdi.


"Benim de değiştiremeyeceğim şey bu işte."


Arabadayken Kadir konusunda 'Bana bu konuyla gelme çünkü bunu değiştiremem.' deyişini hatırlayan Ege kadına baktı.


"Değiştiremeyeceğin şey ne?" diye sorarken sesi temkinliydi.


"Hilal'imizin 25 yılı."


Melek'in kısık sesli cümlesi kalbime dokunan adam savunma yapmak için dudaklarını aralamıştı ki Melek onun konuşmasına izin vermeden devam etti.


"Senin Kadir konusunu değiştirebilme şansın var. Bana yaptırdığın empati gerçekleri görmemi sağladı. Az önceki bahsettiğim aşinalık olsun, bana bakışların sözlerin olsun bir şekilde bana bu konuyu unutturacağına inandırdın. Sen benim sensiz geçen 25 yılımı telafi edebilirsin ama ben senin kızınsız geçen o 25 yılı telafi edemem, o yılları sana geri veremem."


Dudaklarında acı bir gülümseme beliren adam 'Kendi düşen ağlamaz.' diye düşündü. O DNA testine inanmayı seçerek kendine bu sonu mübah gören yine kendisi olmuştu. Melek'in dikkatlice kendisine baktığını gördüğünde düşüncelerini susturarak karısına gülümsedi.


"Videoların yok mu? Kızımızı bana anlattığın."


"Evet ama... Hatırlamıyorum bile Ege. O kamera karşısına geçtiğimde kendimi kaybediyordum ben. Kızıyordum, ağlıyordum, bağırıp çağırıp laf sokuyordum. Tamam resim alıp da anlatıyordum ama... Belki onda bile Kadir'i ön plana atarak canını yakıyorumdur. Cidden hatırlamıyorum. Bir çektiğimi bir daha da asla izlemedim."


Kadının suçlu sesini duyduğunda belinden tutarak onu kendine yaklaştıran Ege başını iki yana sallayarak itiraz etti.


"Bence o videolar düşündüğün gibi çıkmayacak Meleğim. Ben de kağıt başına geçtiğimde aynıydım. İlk başlarda ben de okumuyordum ancak bir gün merak ettim geçmişte yazdıklarımdan bir tanesini aldım. Safi öfkeyle dolu olduğunu düşündüğüm mektup hiç beklemediğim bir şekilde sonlanmıştı. Kelimelerimin sitemi sonlara doğru hissettiğim aşka dönüşmüştü. Önce kızmıştım sonrasında ne kadar özlediğimi, sevdiğimi anlatmıştım. Anılarımızdan, hayallerimden bahsetmiştim. Bence sende de öyle oldu. Öfkenin hiç durulduğu bir an yok mudur? Onca video arasında tek bir an bile?"


Ege'sinin yumuşak bir sesle sorduğu soru Melek'in düşünceli bir şekilde elalara bakmasına neden olmuştu.


"Öfkenin yok olduğu an..." diye mırıldanan kadın aklına gelen anıyla heyecanla kocasına döndü.


"Var sanırım. Hilal ilk adımlarını attığında ilk işim onu çekmek olmuştu. Sadece ikimiz vardık ve ben anında kameraya sarılmıştım. 'Kızımız yürüyor.' dediğimi hatırlıyorum. O kadar mutlu ve gururluydum ki tüm o olumsuzlukları kenara bırakıp seninle güzel bir şekilde konuşmuştum. Sonra... Hilal 18'ine girdiğinde de önce onun doğum gününden videoları izletmiştim kameraya sonra sana sitem edip gerçekten içten bir şekilde hislerimi seninle paylaşmıştım. O günü çok net hatırlıyorum çünkü ilk kez yatağa girdiğimde huzursuz değildim. Seninle konuştuğum için mutlu hissediyordum."


Meleğinin hevesli bir sesle kurduğu cümleler Ege'nin sevgiyle gülmesine neden olmuştu.


"Gerçekten de kızımızın her ânını bana anlattın değil mi?"


Ela gözlerdeki minnet, çektiği videolar için şükretmesine neden olurken başını aşağı yukarı sallaya sallayan Melek adamı onayladı.


"Anlattım. İhtiyacım vardı. Seninle konuşmaya, yanımdaymışsın gibi hissetmeye... Çok ihtiyacım vardı. Bunu o zamanlar asla itiraf edemezdim ancak şimdi çok daha iyi fark ediyorum. Ne zaman düştüğümü hissetsem ilk sana sığındım ben. Ne zaman mutlu olsam ilk sana koştum. Belki de o videolar sayesinde bir zamanlar hayatımda olduğunu hissettiğimdendi bu alışkanlık. Hilal hariç hayatımda olduğunu kanıtlayan, seni ve anılarımızı unutmamamı sağlayan tek şey videolarımdı. Bu videolar için çok kızıyordum kendime ancak vazgeçemedim. Sanırım sırf kendime kızmayayım diye özellikle ilk videoları çekerken seni yerdim, canını yaktım. Sonrasında... Sonrasında ise hayatımın en büyük alışkanlığı haline geldin. Çok kez 'Sen olsan böyle yapardın di'mi?' diyerek hareket ettiğimi hatırlıyorum. Hilal'in hiç tanımadığı halde sana benzemesi de bundan ya zaten. Sen yoktun ama sana kızımızı, hayatımı anlattığım videolarda yaşattım ben seni. Her ânımı seninle paylaşıyordum. Hatta..."


Dudaklarını ısırarak susan Melek cümlesini havada bıraktı. Anlatmaya kaptırmış fark etmeden tehlikeli sulara girmişti.


"Hatta?" diyerek kendisini izleyen kocasına başını iki yana sallayarak karşılık verdi. Devam etmeyecekti.


Melek konuşmasa bile konunun ne olduğunu çok iyi anlayan Ege, kadını yanlarındaki sandalyeye oturttuktan sonra diz çökerek aynı hizaya gelmelerini sağladı. Bu pozisyon ikisine de o günü hatırlatmıştı.


Ölüm günlerinde o adamların yanına gitmeden önce de bu şekilde konuşmuşlar, dertleşmişlerdi.


Son olduğunu bilmeden...


Havada kalan cümleyi "Kadir konusunu da." diye tamamlayan Ege'nin sesi kısık çıkmıştı.


Titrek bir nefes alan Melek gözlerini kaçırdı. Aralarında bomba misali duran bu konuyu açıp durmaktan nefret ediyordu.


Kadının düşen enerjisine hisseden Ege hissettiği pişmanlıkla sevdiğinin güzel yüzünü incelerken acıyla gülümsemişti.


"Benim yaptığım seninkinden daha affedilemez."


Saf hüzün dolu fısıltıyı duyan Melek soru dolu gözlerle kocasına baktı.


"Bu ne demek?"


"Benim sana karşı olan kusurum, senin bana karşı olan kusurundan daha ağır demek."


Seninkinde en azından kimse toprak altına girmedi...


Bu gizemli cümlelerden hiçbir şey anlamayan Melek adamın kendisini boşamasını kastettiğini zannederek itiraz etti.


"Patlamalar olacak dedin ya Ege. Yüzlerce insanın canı bizim yüzümüzden yitseydi biz de yitip giderdik."


Kadının içten bir şekilde hissederek kurduğu cümle Ege'nin sevgiyle karısının yüzünü okşamasına sebep olmuştu.


"Sen tam bir vatan sevdalısının sevdası olmuşsun. Herkes bunu bu şekilde kabullenip sindiremez."


"Kim yüzlerce insanın ölmesine razı gelebilir ki?" diye mırıldanan Melek, geçmişteki genç Melek'in de aynı şekilde düşünüp düşünmeyeceğini merak etti.


O zamanki genç kadın bencillik ederek kocasını yanında isteyebilirdi...


Elalarındaki sevgiyle birkaç saniye karısına bakan Ege yumuşak bir şekilde konuştu.


"Peki sana bir şey soracağım."


"Ne soracaksın?"


"Benden anlatmamı istiyorsun ama sen niye anlatmamak için kaçıyorsun?"


Dudaklarının arasına kesik bir nefes alan Melek gülümsemeye çalışarak yanındaki sofraya baktı.


"Hani kahvaltı yapacaktık. Pideler soğuyacak."


Onun bu kaçışına izin vermeyen Ege sitemli bir şekilde kadını ikaz etti.


"Meleğim..."


"Ama bu çok erken. Bu konuyu bu kadar erken konuşmak istemiyorum." diye itiraz eden kadın 'Anla beni.' dercesine kocasına bakıyordu.


"Bunun bir sonrası 'En azından o videoları izleme.' olacak değil mi?"


Adamın mükemmel bir noktaya parmak basması karşısında yutkunan Melek sessizce konuştu.


"Yüzüm yok... Bir şekilde ben anlatırım ama izleme."


"Neler dediğini bilmediğinden mi yoksa hislerini en yalınıyla söylediğin için mi?"


Dürüst olmazsa kocasının sitemiyle karşılaşacağını bilen Melek gönülsüzce ekleme yaptı.


"Artı olarak çok ağladığım için."


"Ve bu videolar varken onları izlemeyip yalnızca senden dinleyeceğimi düşünüyorsun öyle mi? Kelimelerini bilinçli bir şekilde sansürleyeceğini, hislerini beni üzmemek için hafifletmiş bir şekilde anlatacağını bilirken hem de."


"Sadece bu konuda benim istediğim şekilde ols..."


"Hayır!" diye araya giren Ege'nin sesi kesindi.


Eli kolu bağlanmış gibi hisseden Melek yalvarırcasına adama baktı.


"Ege lütfen. Daha fazla canının yanmasını istemiyorum. Lütfen..."


"İstiyorsan o videoları tek izlerim ama izlememek seçeneklerim arasında değil."


Kocasının kararlılığını gören Melek dolan gözlerini kırpıştırarak ona baktı.


"Neden kendine bunu yapıyorsun? Neden bana bunu yapıyorsun? Yüzüm yok diyorum. Sana karşı bu konuda yüzüm yok. Nedeni ne olursa olsun bu konuda kendimi affedemiyorum işte. Anlatmayı kabul ettim ancak o kadar yalın olmasın. Sıcağı sıcağına kamera karşısında söylediklerimle olmasın. Lütfen. İzin ver bilinçli bir şekilde anlatayım. O videolarda safi çaresizlik ve acı var Ege'm. Beni bu çaresizliğe sürüklediğin için kendini yiyip bitirmeni istemiyorum. Seni suçladıysam, ki bunu kesin yaptım, bunu duymanı istemiyorum. O halimi görmeni istemiyorum. Olmaz mı? Benden öğren, o yaralı küçük kadından değil."


Melek'in gözlerinden düşen yaşları sağ eliyle silen Ege buruk bir tebessümle fısıldadı.


"Yaralarımız bambaşka ama sonuçları nasıl bu kadar aynı olabilir?"


Yüzündeki yaşları silen eli tutarak indiren Melek sakinleşmek istercesine adamın elini sıkarken Ege de önce birleşmiş ellerine sonra da kadının kahverengi gözlerine baktı.


"Benim de yüzüm yok. Yüzüne bakmaya yüzüm yok. Elini tutmaya yüzüm yok. Olanları anlatırken ajitasyon yaparak kendimi acındırmaya, nedeni ne olursa olsun yaptıklarımı haklı çıkartmaya... Yüzüm yok. Vereceğin tepkiyi bilmediğim için kendi kendimi yiyorum. Şimdi bile kaçmak istiyorum biliyor musun? Seni bu kadar sevmesem kaçardım da. Çünkü geçen yıllara rağmen hâlâ bu yükü kaldıramıyorum. Çok ağır geliyor, ezip geçiyor beni."


Melek yorgunluk dolu elalara bakarken Ege çatlak bir sesle devam etti.


"Ben de beni duymanı istemiyorum Meleğim. Anlatacağım şeyi duymanı istemiyorum. Gözlerinde belirecek o ifadeyi görmek istemiyorum. Kelimelerimi özenle seçerek yaşananları sansürlemek istiyorum. Ancak hiçbir sansür sonucu değiştirmeyecek. Kelimelerimi ne kadar hafifletmeye çalışsam da sonucun ağırlığı asla değişmeyecek. Bir an diyorum ki gidişatı es geçeyim direkt sonucu anlatayım çünkü o gidişatın seni ne hale getireceğini neler düşünmene neden olacağını çok iyi biliyorum ama..."


Başını iki yana sallayan adam üzgün gözlerle karısına tebessüm etti.


"Bunu yapamam. Bir kez daha olmaz. Bir kez daha senden yaralarımı gizlemeyeceğim ya da onları değiştirerek anlatmayacağım. Canımın canı yanmasın diye yalan söyleyemeyeceğim, canımın yanan canını sevgimle-ilgimle iyileştireceğim. Kolay olmayacak biliyorum ama karşında dimdik durarak gözlerinin içine bakabilmem ve elini tereddütsüz tutabilmem için bu gerekli. Geçmiş hatalarımdan aldığım dersin sonucu bu. İnsan sevdiğine karşı safi yalın olmalı."


Aralarında yalınlık olmadığı için bu hale geldiklerini çok iyi bilen Melek bu konuda itiraz edemedi. Sakladıkları, sustukları, yok saydıkları her şey tarihi tekerrür ettirebilirdi. Özellikle de bu kadar çok yaralılarken...


Karısının elini sıkan Ege kadının ruhuna bakarak konuşmaya devam etti.


"Bilmek istiyorum. Saracağım yaraların derinliğini bilmek istiyorum. Ben de senin gibi hissediyorum. Sen nasıl ki tek karşındaki adamı değil geçmişimdeki o genci de sarıp sarmalamak istiyorsan ben de bunu istiyorum. Benden bunu alma. Lütfen. Senin her yaranı tek tek görerek iyileştirebileceğim videoların varken benden onları saklama. Elime böylesine büyük bir şans geçmişken bunu elimden alma. Kefaretimi ödememe izin ver Meleğim." diyen adam kadının gözünden düşen bir damla yaşı sildikten sonra hissettiği çaresizlikle ekleme yaptı.


"Öldürdüğüm Gülümü yaşatabilmeme izin ver Gül Kokulum."


Gözyaşları içindeki Melek başını aşağı yukarı sallarken elini karısının saçlarının arasından geçirerek boynunda durduran adam ruhunda yankı bulan gül kokusunu doyasıya içine çekti.


Bu an ikisini de başka bir mutfağa götürmüştü.


O güne...


Mutfağa, ocaktaki çaya ve yanlarındaki sofraya bakan Melek titreyen ellerini kaldırarak kocasının yanaklarının üstüne yerleştirdi.


"Geldiğinde..." diyen kadın dudaklarının arasından kaçan hıçkırık yüzünden devam edemeyip duraksarken onun ne diyeceğini anlayan Ege elalarının dolduğunu hissetti.


"Geldiğinde, kaldığımız kahvaltı sofrasından devam edecektik."


Sol gözünden bir damla yaş süzülen Ege sağ elini yanağındaki elin üzerine koydu.


"Bu kadar geç geldiğim için özür dilerim karıcığım." derken sesi pişmanlıkla doluydu.


"Bir daha sakın bu kadar geç gelme kocacığım." diyen Melek'in sesi çatallı çıkmıştı.


"Gelmeyeceğim." diye yemin eden adam bu tanıdık âna canlarından can alan bir parçayı daha ekledi.


"İnan bana Meleğim."


Aşık olduğu elalara bakan Melek dudakları iki yana kıvrılırken başını aşağı yukarı salladı.


"İnanıyorum sana Ege'm."


🌹


"Aç bakayım ağzını." diyen adam elindeki pideyi kadının ağzına doğru götürdü.


Biraz önceki duygusal andan Melek'in karnının guruldamasıyla birlikte kahkahalarla sıyrılan ikili sonunda kahvaltılarına başlayabilmişlerdi. Fakat ortada Melek'e göre oldukça büyük bir sorun vardı.


Ege bir yese üç Melek'e yediriyordu.


Önce kocasına sonra elindeki pideye sonra tekrardan kocasına bakan Melek onu kırmamak için ağzını açtı.


Bir önceki 5 seferde de olduğu gibi.


Ağzındaki lokmayı çiğnemeye başlayan kadın, adamın yeni pideyi aldığını görmesiyle telaşla elini kaldırdı.


"Yeter. Valla yeter Ege'm. Doydum."


"Nasıl yeter? Bu pideler bitecek." diyen Ege elindeki pideyi kendi ağzına götürmüştü.


"Senin tüm askeriyeyi buraya getirsek bile o pideyi bitiremeyiz Binbaşı." diyen Melek'in sesi serzeniş doluydu.


"Abartma Meleğim. Bizimkiler bu kadarıyla asla doymuyor. 10x+5 katını söylüyorum onlara."


"O x kaç oluyor?"


"Yani kişisine göre değişiyor. 15, 25 hatta 35..."


Sonucun her türlü 55'e çıktığını fark eden Melek tezgahın üstünde battaniyeye sarılı bir şekilde duran ikinci poşete şüpheli gözlerle baktı.


"Sen kaç tane pide yaptırdın Ege?" diye sorarken hissettiği kuşkuyla tek kaşını kaldırmıştı.


"55." dedi Ege olağan bir sesle.


"55?" diye tekrarlayan kadının sesi hayret dolu çıkmıştı.


"55 tabii. Kıymalı pide dediğin 55 tane olur. Yalnızca kendime bile sipariş versem 55 tane isterim. Sonra 5 gün 5 öğün onu yerim."


"Ciddi olamazsın!"


"Tamam tamam abarttım. 3 gün 3 öğün yerim." dedi adam dudaklarındaki sırıtmayla.


"Ege benimle dalga geçme." diye söylenen Melek adamın ciddi bakışlarını gördüğünde duraksadı.


"Dalga geçmiyorum Meleğim. Gerçekten de 55 tane söylerim hep."


Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştıran kadın kocasına dünya dışı bir varlıkmış gibi baktığının farkında bile değildi.


Onun bakışlarını gören Ege neşeyle kahkaha atarken adamın kahkahasını duyan Melek de ister istemez gülümsemişti.


"Memleketçiliğin de apayrı düzeyde. Bir kalpte kaç aşk taşıyorsun acaba Salih Ege Aslan?"


"Cevabı bile bile sorulan sorularda bugün." diyerek sırıtan adam kadının kaşlarını kaldırdığını gördüğünde istenilen cevabı vardı.


"4 odacağım da dolu Gül Kokulu Hanımefendi. Vatanım, memleketim, Berceste'm sonra... Hmmm biri daha vardı ama kimdi tam hatırlayamadım."


Adamın oyunbaz bir sesle kurduğu cümle Melek'in aynı oyunbazlıkla karşılık vermesine neden olmuştu. Elini adamın bacağının üzerine koyan kadın kocasının kulağına yaklaşarak işveli bir sesle fısıldadı.


"Ben hatırlatayım mı?"


Karısına yandan bir bakış atarak gülen Ege kadının elini tutup bacağından çektikten sonra onaylamazca ona baktı.


"Uslu dur Yaramaz Kız."


"Hem oyuna davet et hem uslu dur de." diye söylenen Melek gülmemeye çalışarak önüne dönerken Ege aşk dolu gözlerle çayından bir yudum alan karısına baktı.


"Sonuncusu, ilki, başı, sonu... Tüm kalbim sensin Meleğim. Hayatta kalmamın en büyük nedeni bu karşımdaki manzarayı bir kez daha, bin kez daha doyasıya izleme isteğimdi." diyen Ege kendisini şair kılan şiirine tebessüm etti.


"Sal dudaklarında saklı kıldığın gülüşü kadın. Bu karşındaki garip adam yıllardır o gülüşe hasret, o gülüşe mecnun, o gülüşe aşık."


Elindeki çay bardağını bırakmadan gülümseyen Melek kahvelerini ela gözlere çevirdi.


"Yıllarımın eksikliğini tek bir gecede tamamladın be Ege'm. Elimde çay bardağı, yanımda sen..."


Tüm hayatlarının özeti olan bu kısacık cümleyle huzur dolu bir nefes alan Ege sağ eliyle karısının elini tuttuktan sonra sol eliyle kendi çay bardağını kaldırdı.


"Elimde çay bardağı, yanımda sen..."


Adam çay bardağını dudaklarına götürerek çayını içerken onu izleyen Melek kırık bir burukluk hissetti.


Aylarca çay içsin diye çabaladığı adam yıllarca onun için çay içmişti... Onsuz.


Bu düşünceler içindeki kadın "Sözünü tutmuşsun." derken buldu kendini.


Çay bardağını masaya bırakan Ege bardağını düşünceli bir şekilde çevirmeye başladı.


"Sensiz tutmak zordu. Bu sözü, rüşveti, niye verdiğimi hatırlarken kahkahanı duymayı delicesine isterken yanımda olmaman çok zordu. 'Senin içtiğin kadar ben de içeceğim. Kaç bardak olursa olsun.' diye söz verirken bunun sensiz olacağını hiç düşünmemiştim. Hep gözüm seni aradı. Ben..."


Elaları kızaran adam varlığından emin olmak istercesine kadının elini sıktı.


"Çok uzun bir süre sadece çay içerken kendime ağlama hakkı tanıdım. Çay sendin benim için. Yıllarca tek başıma çay bahçesine gidip 2 çay istedim. Gelecekmişsin gibi. Her an çıkacakmışsın ve gülerek karşımdaki sandalyeye oturacakmışsın gibi. Seni beklediğimi düşünmek, karşımda olma ihtimalini düşünmek garip bir şekilde iyi hissettiriyordu. Burak hayatıma girene kadar hep ölme niyetinde olduğumdan 7-24 seninle dolu olmak sorun değildi. Olmayan varlığın nefesimi kesiyordu ve ben zaten işimi bitirme niyetinde olduğumdan bunu çok da sorun etmiyordum. Ne zaman ki Burak geldi işler değişti. Beni de kaybetmesin diye yaşamam gerekti. İşte o zaman bu his ağır gelmeye başladı. Sana koşamıyordum ama senden kopamıyordum da. Sevdanı göğsümden koparamıyordum ancak onunla yaşayamıyordum da. Ben de baş edebilmek için bazı nesneleri seninle bağlamaya, kalanını ise silmeye karar verdim. Yıldızım bunun başını çekiyordu. Önce onu kabullendim. Yokluğunu önce ona anlattım. Hep benimle olacağını ama benimle olamayacağını ilk ona kabullendirdim. Onu görmenin acı vermeyeceği güne kadar tüm bunları tekrarladım. Sonraki nesneyse.."


Hüzünle gülümseyen adam parmaklarını ezberlemek istercesine kadının yüzünde gezdirdi.


"Resmindi. Bendeki resmini ayrılık ve acı aşk şiirleriyle dolu bir şiir kitabına koydum, bir kırmızı gül ile beraber. Sonrasında da kitabı göremeyeceğim bir yere kaldırdım. Bazen yalnızken bir demlik çay demler şiir kitabını açar saatlerce öyle otururdum. Çayın buz gibi olduğunu hava karardığı için resmini göremediğimde ancak fark ederdim. Bazen ise kitabımla tenha bir çay bahçesine gidip iki çay ister yine resmine bakarak saatlerce seni düşünürdüm. Ara sıra cesaret edip de bir demet gül alarak o masaya koyduğum anlar da oldu hatta. Gül kokusu genzime doldukça ağlamamak için üstün bir çaba harcar çoğunun sonunda da savaşı kaybederek sessiz gözyaşlarına boğulurdum. Sana ayırdığım zamanlardı bu anlar. Seni kendime ayırdığım anlardı. Her an seni hatırlamamak için verdiğim çabanın bir dışa dönüşüydü. Seni özgürce düşünme, yaşama hakkı..."


Titrek bir nefes alan Melek çayından bir yudum aldıktan sonra hüzünle tebessüm etti.


"Benim için de bu anlar sahildeki banktı. Şey diye düşünürdüm. Bir tarafta karadenizden gelen dalgalar diğer taraftaysa marmara denizi vasıtasıyla ismini alan ege suları vardı. Karadenizli Ege olan sen... İkisinin kesiştiği yerde bekledim seni bu yüzden hep. O deniz de benim için sendin. Asla bankın ortasına oturmadım mesela. Gelirsen eğer her şeye rağmen yanımın boş olduğunu bil, hep seni beklediğim fark et diye."


Hallerine istemsizce gülen Ege başını önüne eğerek gülümsemesini gizledi. Adamın her hareketini dikkatle takip eden Melek bu gülüşü kaçırmayarak istemsizce gülümsedi.


"Ne oldu?"


Kadının gülen sesiyle sorduğu sorusunu duyan adam ela gözlerindeki sevgiyle ona baktı.


"Onca resim arasından sadece o bankın oradaki resmini almam ve yıllarca o resmine bakmam, yıllar boyu beni orada beklemen... Farklı şekillerde hep birbirimize çıkmışız gibi hissettirdi."


"Dedim sana. Bizimkisi alışkanlık değil, tanıma. Senin o resme vurulman, o resmi alman tesadüf değildi. Sen benim neden oraya gittiğimi çok iyi biliyordun aslında."


"O resimde beni düşündüğünü de biliyordum. Değildir diye inkar etsem de biliyordum işte. İçinden kızımıza babasını anlatıyordun değil mi?"


"Hayır anlatmıyordum." diyen Melek gözlerini sitemle kısarak devam etti.


"Anlatmıyordum, şikayet ediyordum. Bir de... Kızımıza seni ne kadar özlediğimi söylemiş olabilirim."


Çayını bitiren adam ortamdaki kasveti dağıtma isteğiyle çapkınca göz kırptı..


"Bana da ne kadar özlediğini söyler misin peki?"


Kocası gibi çayının sonunu dikleyen kadın düşünceli bir şekilde dudaklarını büzdü.


"Bilemiyorum. Uslu durmam söylendi."


Kadının ciddi çıkan cümlesiyle Ege'den yüksek sesli bir kahkaha yükseldi.


"Sanki çok dinlermişsin gibi."


Sırıtan Melek uslu bir çocuk gibi başını aşağı yukarı salladı.


"Dinlerim tabii. Ben çok uslu bir öğrenciyim Uzmanım."


"İşine gelince. Kapıdaki numaranı unutmadım Melek Hanım. Hiç uslu ayaklarına yatma şimdi." diye söylenen Ege masanın üstündeki demliği alarak karısına baktı.


"Uzat bardağını Meleğim."


Cümleyle birlikte dudakları anında iki yana kıvrılan Melek bardağını adama doğru uzattı.


"Uzattım bardağımı kocacığım."


Kadının imalı ses tonu karşısında tek kaşını kaldıran Ege çayı dökerken iç geçirmişti.


"Hani uslu duracaktın?"


"Ama uslu duruyorum laf sokuyorsun, uslu durmuyorum yine laf ediyorsun. Ne istiyorsun sen Salih Ege Aslan?"


Çaylarını döktükten sonra çaydanlığı masaya bırakan adam beyaz elbisesi içindeki kadını baştan aşağı süzdükten sonra kahverengi gözlerde durdu.


"Seni." derken sesi oldukça yalın çıkmıştı.


Kollarını hafifçe kaldıran Melek ellerini iki yana açarak teslimiyetini belli ederken ela gözlerden ayrılmamıştı.


"Ben zaten seninim biliyorsun."


Cümleyi kurarken sesinde ufak bir titreme olan Melek'in gözleri kendinden emin bakıyordu. Ege'sinin istediğini yapacak, adamın öldürdüğü gülü yaşatabilmesine izin verecekti.


Bunun kendi açısından ilk, hatta belki de tek, maddesi de Kadir ile olan geçmişine sünger çekerek yalın bir şekilde sevdiğinin karşısında durmaktı.


Onun kendi içinde verdiği savaşı ve bu savaştan galibiyetle ayrılmasını huzurlu bir tebessümle takip eden Ege yumuşak bir sesle konuştu.


"Biliyorum karıcığım."


Kurduğu cümleye rağmen yerinden hareket etmeyen adama bakan kadın yolda konuştuklarını hatırladı.


"Bence bu özel bir an konumuna girer. Yıllar sonra tamamladığımız, yarım kalan kahvaltımız."


Açık açık kendisini öpmesini isteyen karısına bakan Ege, Emmi olayını anlatmadan onu öpmeyi doğru bulmayarak başını iki yana salladı.


"Sen benimsin doğru ama beni biraz daha senin kılmamız gerekiyor sanırım Meleğim. Hakkımda öğrenmen gereken çok şey var."


Ege'sinin nazik reddedişi karşısında alınmayan Melek 'Kendimi sana tanıtana kadar seni öpmeyeceğim.' diyen bu adama bir kez daha aşık olduğunu hissetti.


Bu sefer her şeyi olması gerektiği gibi, en doğrusuyla, yapacaklardı.


"O zaman çaylarımızı bitirelim de anlatmaya başla. Olur mu kocacığım?"


"Elbette olur karıcığım. Sen iste yeter."


🌹


Elbirliğiyle kahvaltıları kaldırdıktan sonra Salih'in marketten istediği sünger ve deterjanla hızlıca tabaklarını yıkayan ikili elektrikli sobanın ısıttığı oturma odasına geçtiler.


"Hâlâ o kadar şeyi ne ara istedin de ne ara getirdiler onu sorguluyorum Ege."


Melek'in şaşkın söylenmesi karşısında gülen adam ona bir bakış attı.


"Hâlâ mı? 7-24 açık marketten istedim getirdiler işte Meleğim."


"Hayır mesele getirmeleri değil zaten, senin tüm her şeyi eksiksiz istemen. Ben isteseydim kesin bir şeyi unuturdum. Sen deterjanından süngerine kadar her şeyi akıl etmişsin."


"Benimki mesleki deformasyon. Böyle çok boş evlerde yatıp kalktık. Artık bir yerden sonra insan temel ihtiyaçların ne olduğunu, neyin seni zora sokacağını, neyi alman gerektiğini tecrübe ediyor. Bak mesela sobaya güvenip battaniye istemesem gece donarsın burada. Yine aynı şekilde hazır su istemesem uzun süredir kullanılmayan musluk yüzünden zehir gibi su içmek zorunda kalırsın."


Cümlesini bitiren Ege karısının kendisine hayran hayran baktığını fark ettiğinde gülerek sordu.


"Ne oldu, ne o bakışlar?"


"Siz askerlerin genel huyu bu sanırım. Her konuda mutlaka bir bilginiz var."


"Bilmiyorsan da öğreneceksin.' Mottomuz budur. Korumamız gereken canlar var sonuçta. Hele de emrin altında askerlerin varsa mutlaka bilmen gerekiyor. Anaları, eşleri, çocukları bize emanet ediyor onları. Herhangi bir tehlike anında ya da olağanüstü halde 'Bilmiyorum.' diyerek işin içinden sıyrılma lüksün olamaz. Öyle ya da böyle bileceksin. Sen bileceksin ki berindekiler korkmasın, sen bileceksin ki sana güvenenler sırtlarını sana yaslayarak endişesiz savaşsınlar."


Adamın her kelimesiyle dudaklarında daha da büyük bir gülümseme beliren Melek aralarındaki birkaç adımı aşarak kocasına sıkıca sarıldı. Bu ani sarılışı beklemeyen Ege birkaç saniye öylece kalsa da sonrasında Meleğinin beline sarılarak başını gül kokulu saçlara gömmüştü.


"Asker yüzünle tanıştığım her an beni kendine daha da çok hayran bırakıyorsun Binbaşı'm."


Karısının cümlesiyle dudaklarında gururlu bir gülümseme beliren Ege içten bir şekilde karşılık verdi.


"Bana hayran kaldığın her an, sana hayran kalmama sebep oluyorsun Gül Kokulum. Asker Salih Ege'yi kabullenmen, benimsemen, hayran kalman, gurur duyman beni o kadar çok mutlu ediyor ki. Bu sahiplenişin geçmişte sana bu gerçeği söyleyemediğim için yaşadığım suçluluğu alıp götürüyor."


Ege'sinin sesindeki bir tını Melek'in geri çekilerek ela gözlerle buluşmasına neden olmuştu.


"Sadece suçluluğu mu?" diye sorarken adamı dikkatlice inceliyordu.


"Nasıl yani?" diye soran Ege kastedileni anlama isteğiyle kaşlarını çatmıştı.


"Burak'la resmi olarak tanıştığımız gün Hilal'e bir soru sormuştum. 'En başında Burak'ın asker olduğunu bilseydin yine de onu sever miydin?' diye."


Soruyu duyan Ege'nin nefes alış-verişleri sekteye uğrarken Melek anlayışlı gözlerle kocasına bakmaya başladı.


"Bundan korkuyordun değil mi? Bir gün gerçeği öğrendiğimde beni her şeyden habersiz bu hayata sürüklediğin için sana kızacağımı, seni anlamayacağımı ve hatta belki de 'Asker olduğunu bilseydim seninle asla evlenmezdim.' gibisinden ağır cümleler kuracağımdan korkuyordun."


Gözlerini kapatan Ege alnını sevdiğinin alnına yasladıktan sonra titrek bir nefes aldı.


"Çok..."


Kocasının iç yakan fısıltısı kalbinde yankılanırken gözlerini kapatan Melek elini adamın yüzüne götürdü. Parmakları sakinleştirmek istercesine adamın sakallarında gezinirken Ege'nin gergin olan bedeni gevşemeye başlamıştı.


"Öyle düşünmüyorum."


"Bunu biliyorum." diyen adamın sesinde ufak bir ama vardı.


Onun endişesini fark eden kadın kısık bir sesle devam etmişti.


"O küçük kadın da ilk başlarda sitem etse de sonrasında seni anlardı. Diğer konularda söz veremem belki ama bundan eminim bak... Ben senin kötü adamlarla bir arada olduğunu düşündüğümde bile seni sevmekten vazgeçmedim Ege'm. O kötü adamları yakalamak için çabalayan bir kahraman olduğunu öğrendiğimde nasıl sevmeyeyim?" diye soran Melek gözlerini açarak adamın tepkisini izlemeye başladı.


Bu teselli işe yaramış, sözleri Ege'sinin dudaklarında büyük bir gülümsemeye neden olmuştu. Onun gülümsemesini gören Melek kendine engel olamayarak dudaklarını adamın dudaklarına dokundurduktan sonra hızla geri çekildi.


Beklemediği bu temasla gözlerini açan Ege hiçbir şey yapmamış gibi etrafına bakınan karısını gördüğünde gülerek söylendi.


"Kaçak oynuyorsun ama."


"Öpmedim ki." diye kendini savunan Melek aynı zamanda tek omzunu da silkmişti.


"Haksızsın da diyemiyorum. Öpseydin anlardım." diyen Ege imalı bir şekilde sırıtırken kadın da bilmiş bir şekilde başını aşağı yukarı salladı.


"Kesinlikle Ege'm."


Gözlerini kısarak ona bakan Ege sırf cevabını merak ettiği için sordu.


"Hadi öpmedin diyelim. Az önce olan neydi?"


Melek hiç teklemeden bu soruya cevap vermişti.


"Dudaklarımın yanlışlıkla dudaklarına değmesiydi."


Kısık sesle gülen adam tek kaşını havaya kaldırarak karısına baktı.


"Yanlışlıkla olduğuna emin miyiz peki?"


"Gerçekten olsaydı anlardın dedik ya Ege'm."


Melek'in dokundurmalı cümlesi adamın dudaklarından sesli bir kahkaha dökülmesine neden olmuştu. Kocasının neşeli kahkahasından nasiplenen Melek de gülmeye başlarken hissettiği şükranla adama sarıldı.


"Ahahah. Bir yere kaçmıyorum Meleğim. Sakin."


"Kaçacağından değil de 25 yıllık bir sarılma kotam var. Onu doldurmam lazım."


"Koala olma niyetindesin yani. Bu durumda ben de ağaç mı oluyorum?"


Ege'sinin sahte homurtusunu duyan Melek gülerek geri çekildi.


"Bazı zamanlarda oduna evrildiğini inkar edemeyiz."


"Ben mi? Şair gibi adamım ben. Hadi arada Fırtına'm da tutuyor doğru ne zaman odun oldum?"


Aklına anında bir örnek gelen Melek bunu söylememesi gerektiğini hissederek dudaklarını birbirine bastırdı. Onun düşüncelerinden habersiz olan Ege olayı yanlış anlayarak küçük bir çocuk gibi savunmaya geçti.


"Bak bulamadın işte."


"Yok buldum da sonra söylerim."


"Düşünmen için zaman lazım tabii." diye laf soktu adam.


Geçiştirerek işin içinden sıyrılmaya çalışan Melek adamın inanmayan bakışlarının sözlerine yansımasıyla aklına gelen şeyi daha fazla tutamamıştı.


"Tır değil ben geçtim.' demek odunluk olmuyor mu?"


Hiç tahmin etmediği bu cümleyle birkaç saniye kal gelen Ege aklına dolan anılarla bakışlarının karardığını hissederken karısına baktı. Akıllarına yaşadıkları gece gelirken Ege'nin dudaklarında kendini beğenmiş bir gülümseme belirmişti.


"Hatırladığım kadarıyla bu odunluk değil de gerçeğin ta kendisiydi."


Dibindeki adamdan yükselen arzu karşısında kalp atışları hızlanan Melek bedeninin kendisinden izinsiz adama gitmek istediğini fark ettiğinde inanamayarak güldü.


"Şu an tüm inkarlarım lafta kalacak gibi bu yüzden akıllılık edip susuyorum."


"Akıllı karım benim." diyen Ege dudaklarını karısının dudaklarına değdirdikten sonra geriye çekilerek yerdeki battaniyeye yöneldi.


Kollarını göğsünde kavuşturan kadın dudaklarından öpücük çalan adama gözlerindeki sitemle bakarken onun bakışlarını yok sayan Ege battaniyeyi poşetinden sıyırarak çekyatı açmaya girişmişti. İsyanını daha fazla içinde tutamayan Melek sitemli bir sesle konuştu.


"Öpmeyeceksen neden öpüyorsun?"


Gülmemeye çalışan Ege karısına bir bakış attı.


"O nasıl bir cümle Meleğim?"


"Nasıl bir cümle olduğunu çok iyi biliyorsun sen Salih Ege Aslan." diye tıslayan Melek gözlerini adama dikmişti.


Çıkardığı battaniyeyi koltuğun üzerine serdikten sonra yastıkları da koltuk kolunun arkasındaki duvara yaslayan Ege umursamazca omzunu silkti.


"Önce sen başlattın."


"Çocuk gibi resmen." diyerek trip atan Melek adamın koltuğu göstermesiyle kaşlarını çattı.


"Önce sen geç."


Geçen yılların hiçbir şeyi değiştirmediğini bir kez daha fark eden Ege dudaklarında beliren gülümsemeyle Melek'in yıllar önceki cümlelerini tekrar etti.


"Çünkü düşersem sen beni tutamazsın ama ben seni düşmeden tutarım değil mi?"


Adamın kendisi hakkındaki her şeyi cümlelerine ve hissettiklerine varana kadar hatırlaması karşısında mest olan Melek sarılma ve öpme dürtüsüne zorlukla sahip çıkarak başını aşağı yukarı salladı.


"Hadi bakalım istediğin gibi olsun." diyen Ege alışkanlıkla elektrikli sobanın herhangi bir tehdit oluşturup oluşturmadığını kontrol ettikten sonra duvar dibine geçti. Sol kolunu kadına doğru açtığında karısı ikiletmeden kolları arasında yerini almıştı.


Odadaki muzip hava, anlatma vaktinin geldiğini hissetmiş gibi ağırlaşırken titrek bir nefes alan adam kollarındaki karısının gül kokusunu içine çekti.


"Nereden başlamalıyım?"


Kocasının çatallı sorusunu duyan Melek boğazı düğümlenirken kısık bir sesle karşılık verdi.


"Aileni anlatacaktın."


"Ailem..." diye tekrarlayan Salih Ege bir anda o güne giriş yapamayacağını hissederek gerçekten de baştan başladı.


"Adlarını biliyorsun. Babam Mahir, annem Nazan, abim Yunus. Benim ailem bu kadar. Kendimi bildim bileli aile kavramım bundan ibaret. Büyükleri erken kaybetmişiz. Vakit geçirebildiğim, tanıdığım tek kişi dedem. Bana Salih adını veren kişi. O vefat ettiğinde 6-7 yaşlarındaydım. Evdeki matem havasını dün gibi hatırlıyorum. Garip bir şekilde dedemle anılarım çok net. Üşümeyeyim diye beni kat kat giydirip yaşına rağmen benimle kardan adam yapışı, her oyunumda bana eşlik edişi, köye yaylaya her çıkışımızda sırf seviyorum diye soba üstünde kestane tüttürüşü, bana bulmacalar sorup tekerlemeler öğretişi, hiç tükenmeyen anılarından hikayeler anlatışı... Hepsi oldukça net."


Salih Ege kalbinin üzerinde yeşeren özlemle çocukluğunda büyük öneme sahip olan adamı anlatmaya devam etti.


"Dedem eskiden karadeniz gibiymiş. Bazen ters yapar bir anda patlarmış, bazen de ezer geçermiş. Babaannem vefat ettiğinde ise işler değilmiş. Yaşadığı kayıpla mülayim birine evrilmiş. İlk başlarda tek yaşasa da sonrasında bizimle yaşamaya başlamış. Ben o sıralar 1 yaşına yeni girmişim. Anlayacağın ben kendimi bildim bileli dedemleydim. O eşinin acısıyla beni bağrına başmış, ben ise onun ilgisiyle gülüşlerimi neşemi ona sunmuşum. Benim sevgim onda hayat bulduğundan dedem beni ayrı şımartırdı. 'İsmini verdiğim Salih torunum.' diyerek sever, her isteğimi yerine getirirdi."


"Hayatında gerçekten de çok önemli bir yeri olmalı. Şimdi bile sevgin, saygın buram buram hissediliyor." dedi Melek hüzünlü bir tebessümle.


"Öyle. Abim dedem bize geldiğinde okul çağındaydı bu yüzden dedemle öyle çok vakit geçiremiyordu. Babam işteydi, annem ise ben 3-4 yaşına geldiğimde kadınlara nakış kursu vermeye başlamıştı. Böyle olunca evde bir ben kalırdım bir de dedem. İkimiz de birbirimize arkadaş oluyorduk işte. Oyun arkadaşımdı o benim. Yaptığım yaramazlıkları gizler, evde bir şey kırsam suçu üstüne alırdı. Onun varlığına çok alışmıştım. Hiç gitmeyecekmiş gibi gelirdi. Gitmek neydi onu bile bilmezdim ki ben. Benden hiç birileri gitmemişti. Sonsuz ayrılığın ne olduğundan bihaber, vedaların yakan acısını bilmeyen masum küçük bir çocuktum işte. Sonra bir gün, dedem kalp krizi geçirdi. Abim yanında ders çalışıyordu ben ise içeride kendi kendime oyun oynuyordum. Abimin korku dolu bağırışını, annemle babamın koşuşunu duyup odaya yöneldim ama içeri girmeme izin vermediler. Apar topar hastaneye götürdükleri dedem iki gün sonra eve tabutla geldi. Ölüm ile ilk tanışmam da böyle oldu."


Son cümlesini neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir sesle söyleyen Salih Ege'nin sesi acı doluydu.


"Toparlanamamışım be Meleğim. O gün dedemin yanında olan abimdi, fenalaştığını gören de abimdi ama gecelerce uykusundan ağlayarak uyanan ben olmuşum. Belki ölümle tanışmam bir tanışı kaybetmekle ya da sevdiğim bir hayvanımı kaybetmemle olsaydı böylesine sarsılmazdım ancak oyun arkadaşımı kaybettiğim için bayâ bir yaralanmışım. Meğer benden bir parça olan sessizliğimin yapı taşı da buymuş ancak hiçbirimiz anlamamışız. Lise zamanlarında hocam ile ailemin konuşmasına şahit olduğum gün, bu gerçeği fark ettiğim gün oldu. Arkadaş edinmediğimi çünkü bunun için hiç çabalamadığımı söylüyordu hocam. Ailem ise küçüklüğümden beri böyle olduğumu açıkladı. Hocam 'Salih aslında sosyal birisi. Kendine güveni de hayli fazla. Bu şekilde geride durmasının bir nedeni olmalı. Küçükken bir arkadaşı ile bir tartışma, ayrılık falan mı yaşadı? Bir şeye içerledi de arkadaşlığa mı küstü?' diye sorduğunda annem hiç arkadaşım olmadığını, hep tek oynadığımı söylemişti. Annemin cümlesiyle kalbimde bir acı hissetmiştim. Ben hep tek oynamamıştım ki. Ben hep dedemle oynamıştım. Oyun kavramını da arkadaş kavramını da onunla öğrenmiştim. Bu konuşmadan sonra sürekli benimle olan sessizliğimin aslında en başından beri olmadığını, gürültücü çenebaz halimi bir ölümle kaybettiğimi anlamıştım."


Dudaklarında acı bir gülümse beliren Ege boğazındaki yumruyu geçirmek istercesine yutkundu.


"Ne acı ama. Hayat bana döngüler halinde aynı sonu mübah görüp durdu. Ve ben her seferinde daha ağır bir darbeyle çok daha derin bir suskunluğa gömüldüm."


Kocasının sesindeki kahır karşısında kahverengi gözleri kıpkırmızı kesilen Melek parmaklarını adamın eline geçirerek kilitledi.


Ondan aldığı destekle hafifçe tebessüm eden Ege buruk bir şekilde asıl hikayesine girmeye çalıştı.


"Canımdan canlarımı alan diğer gün ise... O gün... Askeriyeye gireli 6-7 ay falan olmuştu. O gün... Ben..."


"Bir şey sorabilir miyim Ege'm?" diyerek araya girdi Melek.


Bu araya girişin nedenlerinden biri Ege'nin kaybını anlatırken zorlanması diğeriyse sorunun cevabını gerçekten de çok merak etmesiydi.


"Elbette Gül Kokulum."


"Asker olmaya nasıl karar verdin?"


Soruyu duyan Ege'nin dudaklarında içten bir gülümseme belirdi.


"O zamanlar bunu sana anlatmayı çok istemiştim." diyen adam hevesle anlatmaya başladı.


"Lise sondaydım. İlk dönemin ortasındaydık ve ben hâlâ daha 'Büyüyünce ne olacaksın?' sorusunu geçiştiriyordum. Ciddi anlamda hiçbir fikrim yoktu. Ne olmak istediğimi de bilmiyordum, neyi iyi yapabileceğimi de... Sana şiirlere olan ilgimi söylemiştim. Sürekli kağıt defter kenarına şiirler karalayıp dururdum. Özellikle derslerin ilgimi çekmediği zamanlar kalemim benden izinsiz hareket eder, farkına bile varmadan bulduğum ilk yere ezberlediğim bir şiiri yazardım. O sıralar ise ruhumda yankı bulan bir şiire takmıştım. Hani ciddi anlamda bir takma. Her an aklımda o, her an onu mırıldanıyorum. Her gördüğüm nesneyle aklıma bir satırı, bir kıtası geliyor. Anlamına dalıp öylece uzaklara dalıyorum."


Kocasının sesindeki hayranlığı duyan Melek merakla ona baktı.


"Hangi şiir?"


"Vatanımızı anlatan en güzel şiir. Bizi biz yapan, kim olduğumuzu hatırlatan, bir gün adımı dahi unutsam her harfini hatırlayacağım bir şiir. Öylesine içimize işlemiş ki şiir demek bile hakaret gibi hissettiriyor." diye mırıldanan adam aşık olduğu kadının kahverengi gözlerine bakarak bahsettiği şiiri okumaya başladı.


"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;


Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.


O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;


O benimdir, o benim milletimindir ancak."


Ege'sinin gözlerindeki aşkla tüyleri diken diken olan Melek, adamın sesindeki inancı ve adanmışlığı duyduğunda ona bir kez daha aşık olduğunu hissetti.


Salih Ege Aslan ikinci kıtaya başlarken Melek de ona eşlik etmişti.


"Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!"


'Ey nazlı Hilal.' kısmında dudaklarını aynı buruk tebessüm süsleyen çiftin gözlerinde de aynı gurur belirmişti. Melek dolan gözlerini kırpıştırırken Ege sesindeki sevgiyle fısıldadı.


"Kahraman ırkıma bir gül..."


Duraksayan adam gülünün yanağını şefkatle okşadıktan sonra devam etti.


"... ne bu şiddet bu celâl?


Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,


Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl."


Sol gözünden bir damla yaş süzülen Melek 25 yılını onsuz geçirdiği adama bakarken kalbinde yankılanan dizeyi fısıldadı.


"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?"


Ela gözlerine büyük bir acı yerleşen Ege özür dilercesine mırıldandı.


"Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!


Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,"


Yıllar önceki tehdit edilişini, karısını boşayışını, canı olan insanları öldürüşünü hatırlayan Ege yorgun fakat inançlı bir sesle devam etti.


"Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda."


"Etmedi..." diye mırıldanan Melek adamın yanağından süzülen gözyaşını usulca sildi.


Sevdiğinin parmaklarını yüzünde hisseden Ege gözlerini kapatarak titrek bir nefes almıştı.


"Seni tek vatanımın içine dahil etsem, bir daha kaybetmem değil mi Meleğim?"


Ege'sinin sesindeki acı o kadar büyüktü ki Melek'in gözyaşları istemsizce düşmeye başlamıştı.


"Bir daha beni kaybetmeyeceksin, bir daha seni kaybetmeyeceğim."


Karısının inançlı sesiyle gözlerini açan Ege elalarındaki ıstırapla kadına baktı.


"Öğrendiklerinden sonra beni bırakıp gitme tamam mı?" derken sesinde çaresiz bir yalvarış vardı.


Böyle bir cümleyi beklemeyen Melek şaşkınlıkla kocasına baktı.


"Gerçekten mi? Birkaç saat önce 'Evlenelim.' diyerek imama gidip seninle nikah kıydırdım ben. Farkındasın değil mi?"


Sessiz kalan Ege elalarını birleşmiş ellerine çevirdi.


Meleği yine sağ elini tutmuştu.


"Bana 'Senin ellerinde kan var Asker. Elindeki kanların bedenimde yer almasını istemiyorum.' demiştin."


"Ne?"


Karısının şok içindeki sesini duyduğunda düşüncesini sesli söylediğini fark eden Ege hüsranla iç geçirirken kocasının çenesini yukarıya kaldıran kadın göz göze gelmelerini sağladı.


"Böyle düşünmüyorum. O zamanlar çok kızgındım sana. Sırf canını yakmak için söylemiştim."


Gözlerini sevdiğinin gözlerinden kaçıran Ege'nin dudaklarında acı bir gülümseme belirmişti. Onun bu tepkisi Melek'in suçlulukla mırıldanmasına neden oldu.


"Yakmışım..."


Adam buna itiraz edemezken kadın da kendini açıklama ihtiyacıyla konuşmaya başladı.


"25 yıl sonra karşıma çıkan kocamın asker olduğunu öğrenmiştim. Ciddi anlamda kandırılmış hissediyordum. Baştan sona yalanmışsın, yalanmışız gibi gelmişti. Hatta belki de senin için görevin sırasındaki bir paravandım ben kim bilir?"


Gözlerini hüsranla kapayan Salih Ege başını iki yana salladı.


Boğazındaki yumruyla titrek bir nefes alan Melek kocasının elini sıktı.


"O an bu düşünceler yüzünden canını yakmak istiyordum. Beni kandırdığın için senden intikam almak istiyordum. Hayatımı mahvettiğin için, beni sensiz bıraktığın için, tüm bunlara rağmen seni hâlâ sevdiğim için aklıma gelen can acıtı ne varsa söylüyordum. Ciddi değildim. Asla öyle düşünmedim, düşünmem. Dilimle söyledim tamam ama gerçekte öyle hissetmiyordum. Asker olan birine elinde kan var denmez ki. Vatanı için kendinden geçen birine böyle bir şey denmez... Ki sen sadece kendinden vazgeçmemiştin."


Kadının son cümlesindeki sitemi duyan adam dudaklarında beliren acıyla gözlerini açtı.


"Bana hâlâ kızgınsın."


Bu yalın cümle sessizlikte yankılanırken gözlerini kaçırma sırası Melek'e geçmişti.


"Hem çok sevip hem de çok kızmak zor bir şey." diye devam eden Ege'nin sesinden yaşanmışlık akıyordu.


Bunu fark eden Melek kollarının arasında durduğu adama biraz daha sokularak kokusunu içine çekti.


"Bana yaşattığın acının bedelini Kadir'le evlenerek ödettim değil mi?"


Karısının kısık sesiyle kurduğu cümleyi beklemeyen Ege, kadını kendinden uzaklaştırarak gözlerine baktı. Ela gözlerdeki endişeyi gören Melek sevgiyle kocasının yanağını okşamıştı.


"Bakma öyle korkuyla. Suçlama değil, bariz olan durumun bildirimini yaptım sadece. Bazı şeyleri özellikle senin için geride bırakmam gerektiğinin farkındayım. Farkındayım da genel olarak yaşananlar çok fazla ve ben birini geride bıraksam bile bir diğeri önümde beliriyor. Sabahtan beri yaşananlar düşünülünce... Üst üste çok fazla geldiler."


Kadının sesindeki çaresizlikten hoşlanmayan Ege içindeki genç adamı ortaya çıkarmaya karar vererek haylazca sordu.


"Sarılsam geçer mi?"


Ege'sinin tavrına istemsizce gülen Melek adamın dudaklarında yeşeren gülümsemeyi gördüğünde kocasının çabasını geri çevirmeyerek büyük bir cilveyle karşılık verdi.


"Hmm. Dene bakalım geçiyor muymuş?"


Meleğini güldürmenin huzurundaki Ege yanındaki kadına sarılmaya çalışsa da bulundukları pozisyon bu sarılmaya bariz engel teşkil etmişti. İstediğinin gerçekleşmemesiyle homurdanan adam ellerini karısının beline koyarak onu havaya kaldırdı.


Bir anda kendini boşlukta hisseden Melek şaşkın bir çığlıkla adamın koluna tutunurken Ege gayet rahat hareketlerle karısını kucağına oturtmuştu.


Kadın üstündeki şaşkınlığı atmaya çalışırken ona sıkıca sarılan adam keyifle mırıldandı.


"Böyle daha iyi."


Kalp atışları kulaklarında atmaya devam eden Melek korkusunu geçirmek için adama sokularken bir yandan da serzenişte bulunuyordu.


"Bak ben yaşlı bir kadınım. Yapma kalbim dayanmaz sonra."


"Sen mi yaşlısın? Evlenelim diye üstüme atlayan sen?"


"Üstüne atlamadım bir kere."


"Beni nasıl kışkırttığını unutmadım Gül Kokulum."


Adamın haklı isyanını duyan Melek umursamazca sol omzunu silkerken derin bakan elalarıyla sevdiğini inceleyen Ege usulca sordu.


"Az önce tam olarak neye kızdın? Bu sefer hangi kötü düşünce sızdı ruhuna?"


Duyduğu cümlelerle dudaklarındaki gülümseme solan Melek geri çekilerek kocasına baktı. Ela gözlerdeki ilgi sessizce mırıldanmasına neden olmuştu.


"Aynı şeyler aslında."


Kadının kaçamak cevabı karşısında kaşları çatılan Ege anında karşılık verdi.


"Hangi aynı şeyler?"


Birkaç saniye duraksayan Melek başınını öne eğerek mırıldandı.


"Biraz önce geçmişteki o küçük kadın asker olduğunu öğrenseydi de seni sevmeye devam ederdi dedim ya..."


"Evet?"


"Ben... Yine bana geldiler işte. 'Neden bana asker olduğunu söylemedi ki? Bana güvenmedi mi? Çenemi tutmayıp onu ifşalayacağımdan mı korktu?..' Bu ve bunun gibi düşünceler gelip ruhuma sızdı. Bana asker olduğunu söylemediğin için sana çok kızgınım Ege. Bunu kaldıramıyorum. Böyle önemli bir gerçeği bana söylemediğin için kızgınım, sürekli yalanlarla beni oyalamış olduğun için kızgınım, bana güvenmediğini düşündürdüğün için kızgınım." diyerek başını kaldıran Melek pişmanlık dolu elalarla karşılaşmıştı.


"Bilmiyorum belki asker olduğunu bilseydim ben... Ben eğer gerçeği bilseydim her şeyin farklı olabileceği ihtimalini aklımdan çıkaramıyorum Ege'm. Seni üniformanla gördüğümden beri aklımda sadece bu var. Belki o zaman daha öncesinde İstanbul'a gelirdik annemle. Boşama olayı hiç olmazdı. Yıllarca ayrı kalmamış olurduk. Hilal ile sen..."


"Melek!"


Araya giren Ege'nin sesi ciddi çıkmıştı.


Adamın sesini duyan kadın kendini kaptırdığı hayallerden çıkarken Ege yumuşak bir şekilde konuşmaya devam etti.


"Meleğim... Yine şu anki sen olarak düşünüyorsun. Yine 25 yıl bana hasretle yaşayan o kadın olarak çözüm arıyorsun. Bunu yaparsan baş edemeyiz, edemezsin. Bunu yapma lütfen. Eğer hayaller kuracaksak, diğer ihtimallerden bahsedecek o zaman o anki biz olarak düşünmeliyiz. Sonumuzun böyle olacağını bilmediğimiz zamana geri dönelim, evliliğimizin ilk aylarındaki bize. Hadi asker olduğumu anlayıp anlayamayacağın gerçeğini bir kenara bırakalım. Gerçekten İstanbul'a gelir miydin sen Meleğim? Beni, kocanı tehlikenin göbeğinde bırakıp İstanbul'a ya da başka bir yere gider miydin? Benden tek bir haber dahi almamaya razı olup, yaşayıp yaşamayacağımı bile bilmeden beni teröristlerin arasında bırakarak gitmeyi kabul eder miydin?"


Adamın empatisi tüm tüylerini diken diken ederken nefes alamadığını hisseden kadın elini böğrüne götürdü. Dudaklarını hüzün bürüyen adam başını iki yana salladı.


"Şimdi bunun düşüncesiyle bile nefesin kesilirken o zaman gider miydin Gül Kokulum? Gitmezdin! Nasıl gidesin ki, sevdiğini cehennemde bırakıp nasıl sırt dönesin? Bunu sadece korumak için başka çaren olmadığı bir anda yapabilirsin. Gerçekten çok çok çaresiz kaldığında. O gün o odada sana sırtımı dönüp gittiğim zamanki gibi anlarda..."


Ela gözlerdeki ıstırap ve geçmiş yaşanmışlıklar yüzünden gözleri dolan Melek sol gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü hissetti. Düşen gözyaşını şefkatle silen Ege özür dilercesine sevdiğine baktı.


"Bu yüzden seni boşarken o sözleri söylemek zorunda kaldım. Yoksa gitmezdin. Seni Urfa'dan benden ayıracak tek şey benden nefret etmendi. Seni, bizi öldürme pahasına o cümleleri kurma nedenim buydu." diyen Ege karısının kırgın gözlerine baktı.


"Beni gerçek anlamda asla anlayamayacaksın. İçinde bir yer hep farklı ihtimalleri düşünecek farkındayım. Gerçeği bilseydin seni bu şekilde boşamamış olma ihtimalini düşündüğün gibi başka şeyleri de düşüneceksin. Ama sonuç değişmeyecekti Meleğim. O sabahtan önce harekete geçmem gerekiyordu benim. O andan önce, o tehditten önce... Bunu yapmadığım için sonumuz ayrılık oldu. O tehdidi aldığım an, hayaller aleminden çıktım ben. Nerede olduğumu, nasıl bir pozisyonda olduğumu hatırladım. Karşımdakinin sınırsızlığını hatırladım. Ne kadar ileri gideceğini hatırladım. Bu yüzden de yine olsa yine, binlerce kez, seni bırakırdım ben. O itler sana zarar vermesin, sana dokunmasın diye sensiz bir 26 yılı daha hatta tüm ömrü defalarca kez kabul ederdim."


Ege'sinin kesin cümlelerini duyan Melek ağlamamak için gözlerini kırpıştırırken dudaklarında hüzünlü bir tebessüm beliren Ege kadının yanağını okşadı.


"Senden ayrı da olsam, başkasıyla evlenmiş de olsan, kızımı yaşayamamış da olsam 26 yılın her gününe şükürle başlıyorum ben Meleğim. Sonrası da aynı şükürle devam edecek. Seni kendimden koruyamadım ama o p*çten korudum çünkü. Seni de kızımızı da korudum. Bu uğurda kendimi de, sevdamı da, kızımın tüm hayatını da kaybettim belki ama yine de korudum."


Daha fazla kendini tutamayan kadının gözlerinden yaşlar düşerken narin hareketle gözyaşlarını silmeye başlayan Ege, kendine bile sesli itiraf etmeye utandığı gerçeği sevdiğine fısıldadı.


"Hani dışarıdan bakıldığında Vatanım için, Vatanımı korumak için seni bıraktım gibi gözüküyor ya... Bu durum aslında tam olarak da öyle değil. Çok büyük bir eksiği var. Ülkemizi, masumları korumak istediğim kadar hatta belki de daha fazla seni, bizi korumak istedim ben Gül Kokulum. Senin elinden tutup her şeyden herkesten kaçmış olmayı diledim. Gerçekten diledim ama bunu yapsaydım bulurlardı bizi, bunu yapsaydım zarar görürdün. Bunu yapsaydım ve o patlamalar gerçekleşmiş olsaydı ikimiz de bir daha birbirimizin gözlerine asla bu şekilde bakamazdık. Birbirimize baktığımız her seferinde, kızımıza baktığımız her seferinde vicdanımız suçluluğun en koyusuyla kavrulurdu. Yüzlerce insanı öldüren iki katil olmayı ne sen ne de ben kaldırabilirdik Meleğim. Bunu sen de farkındasın. O senaryoda günden güne tüketirdik birbirimizi, yavaş yavaş öldürürdük. Şu an yaşadığımız bu ânı yaşama ihtimalimiz sıfıra inerdi çünkü hissettiğimiz suçlulukla kopardık birbirimizden de hayattan da. Yani ben aslında bizi korumak için bıraktım seni."


Dudaklarının arasından bir hıçkırık kaçan Melek kucağında oturduğu kocasının boynuna sarılarak ağlamaya başladı. Hüsranla gözlerini kapatan Ege tamir edilmesi gereken, çözülmesi gereken yüzlerce acıları-anıları olduğunun bilinciyle karısının gül kokulu saçlarını okşamaya başlamıştı.


Daha hiçbir şey anlatmaya başlamadan bu haldelerse... Bu gece bitmeyecekti.


Onun düşüncelerini hissetmiş gibi geri çekilen Melek titreyen elleriyle gözlerini silerek sevdiğine baktı.


"Haklısın. Yitip giden canları umursamadan her şeyi geride bırakıp seninle kaçamazdım. Hele de bile isteye seni o teröristlerin yanına göndermem ya da seni bırakıp gitmem söz konusu bile olamazdı." diye mırıldanan Melek hüzünlü bir teslim oluşla kocasına baktı.


"Gerçekten de yaşanması gerekenler kusursuz bir sıralamayla yaşanmış gibi hissediyorum. Kadir'in varlığı için hissettiğim suçluluk duygusu her yeni aydınlanmayla daha da azalıyor. Yalnızca Hilal'den dolayı değil hulle için de, o teröristlerin uzak durması için de bu durum gerekliydi. Tüm bunları görüp kabullenirsem kendime işkence etmeyi bırakabilirim sanırım."


"Sanma, bırak. Senin benim Gül Kokulum'un canını yakmaya ne hakkın var?"


Ege'nin ciddi gözlerle söylediği cümle Melek'in hafifçe gülmesine neden olmuştu. Elalarındaki yoğun sevgiyle ona bakan Ege tebessüm etti.


"Gerçekten beni hayatta tutan tek şey buymuş. Tekrar güldüğünü görmek için yaşamışım onca sene."


Bunu duyan Melek kaşlarını havaya kaldırarak kocasına baktı.


"Burak duymasın."


"Şimdi de mi Burak? Senin oğlumla ne alıp veremediğin var Meleğim?" diyen Ege'nin sesi gerçekten merak dolu çıkmıştı.


"Almam gereken değil ama vermem gereken bir teşekkür var. Hatta iki. En değerlilerimin, ela gözlülerimin hayatında yer aldığı için..."


Melek'in sevgi dolu sesi Ege'nin tebessümün gülümsemeye evirirken sevgiyle karısının yanağını okşadı.


"Hmm kötü üvey anne olmayacağına sevindim."


Ege'sinin bilinçli kelime seçimini duyan Melek sahte bir hüsranla iç geçirdi.


"Üvey anne mi? Kaynanaya ne oldu?"


"Evlenmeyeceklerine göre yok kaynana. Benim karım olmandan dolayı bir bağınız olabilir sadece."


"Bunu kızımızın yüzüne söyle Salih Ege Aslan. En güzel cevabı o verecektir sana."


"Canımı seviyorum Karıcığım. Asena şimdilik bu planlarımı bilmese de olur."


Adamın hafif korku dolu sesi karşısında saf bir neşeyle gülen Melek aşık olduğu elalara dönerek ciddileşti.


"Yine araya bir şeyler girecektir ama... Hikayenin devamını anlatabilir misin Ege'm? Önce askerliğe girişini sonra da aileni."


Dudaklarındaki gülümsemeye acı ve hüzün bulanan Ege derin bir nefes aldı.


"Anlatmam gereken o kadar çok şey var ki..."


"Hepsini bugün anlatmak zorunda değilsin." diye mırıldanan Melek sesini normal çıkarmaya çalışmıştı.


İçten içe bugün her şeyi öğrenmek istese de adamın tüm hayatını bir gecede öğrenemeyeceğinin farkındaydı.


Birkaç saniye bir şey söylemeden karısının kahvelerini izleyen Ege yavaşça başını iki yana salladı.


"Asıl anlatmam gereken yeri bugün anlatmam gerekiyor. Yoksa aramızdaki ilişkinin güzelliğine kendimi kaptırıp, bunu bozmamak için anlatmaktan kaçabilirim. Bu riski göze alamam."


Adamın dürüst cümlesiyle dudaklarında bir tebessüm beliren Melek çözüm bulmak istercesine konuştu.


"O zaman kalanını sonraya bırakalım. Asıl anlatman gerekenleri anlat. Olma mı?"


Kadının neşeli cümlesiyle gözlerinde büyük bir vicdan yorgunluğu beliren adam titrek bir nefes aldı.


"Ahh be Meleğim..."


Kocasının ela gözlerindeki kederi gören Melek kalbinin üzerinde büyük bir korku hissederken boğazında beliren yumruyla yutkundu.


Bir kez daha anlatılamayanların tahmininin çok çok ötesinde olduğu gerçeğiyle yüzleşmişti.


Ela gözlerinin kızardığını hisseden Ege anla beni dercesine sevdasına baktı.


"Yaşanan o olayı bir anda anlatmam imkansız. Önce beni, gerçek beni, tanımanı istiyorum. Neler yaşadığımı bilmeni, acılarımı görmeni, mecburiyetlerimi anlamanı... Ancak o zaman her gece kabuslarımı süsleyen o anları anlatabilirim sana. Başka türlüsünü yapamam. Bunu ikimiz de kaldıramayız."


Sessiz bakışlarını elalarda gezdiren Melek bilmediği olayın acısını böylesine hissederken bildiğinde neler olacağını düşünmeye başladı.


Neydi? Ne olabilirdi? Bu yaşanan olay nasıl bir şeydi de Ege 'O adam kızına baba, sana sevgili olamazdı.' diyerek kesin kesin konuşabiliyordu.


Kadının kafa karışıklığının farkında olan adam karısının elini tutarak çatallı bir sesle konuştu.


"Boşuna uğraşma. Tahmin edemezsin."


Ağlamamak için dudaklarını birbirine bastıran Melek üzgün bakan kahvelerini kızarık elalarda dolaştırdı.


"Peki... Şimdi bile bu hale gelmene neden olan o yarayı kapatabilir miyim?"


İçten bir endişeyle sorulan bu sessiz soru Ege'nin vicdan azabını daha da çok arttırdı. Karşısındaki kadına çok büyük bir oyun oynuyormuş gibi hissediyordu. Melek'in sevgisini kullanıp üstüne bir de hikayesini anlatarak, kendini acındırarak, asıl gerçeği öğrendiğinde gitmesin diye çabalıyordu sanki.


"Ege'm?"


Kadının acı dolu fısıltısı düştüğü kör uçurumdan çıkmasına sebep olurken yüzünde dolaşan parmaklarla ağladığını fark etti.


"Kapatamaz mıyım?" diye soran Melek'in de gözlerinden yaşlar düşmeye başlamıştı.


'Sanırım yalnızca beni gerçekten affedersen diner bu azap Gül Kokulum. Gözlerinde o affedişi en yalınıyla görürsem...'


Düşüncelerini sesli bir şekilde dile getirmeye cesareti, yüzü, olmayan Ege acıyla gülümsedi.


"Gerçekleri öğrendiğinde buna sen karar ver Meleğim. Bu yara o kadar uzun süredir benimle ki kapanır mı, nasıl kapanır ya da sızısı bir gün diner mi bilemiyorum."


Gözyaşları içindeki Melek kahvelerine yerleşen kararlılıkla sevdiği adama baktı.


"Olay ne bilmiyorum. Bendeki etkisi ne olacak, nasıl bir tepki vereceğim onu da bilmiyorum. Sadece... Şunu bil Ege'm. Bu gözlerindeki acı dolu ıstırabı, elalarından düşen yaşları asla unutmayacağım. Olayın şiddeti ne olursa olsun, bendeki yeri ne olursa olsun bu gözlerindeki ifadeyi unutmadan tepkimi vereceğim. Söz veriyorum."


Kadının büyük bir inançla kurduğu cümle Ege'nin ruhuna dokunurken hissettiği korkunun birazının yok olduğunu hissetti. Karşısındaki kadın, Urfa'da yakınlaştıkları ilk gün acısını acısı yapmış onunla gözyaşları dökmüş kadındı.


Nedenlerini anlayıp kızmak yerine teselli edebilirdi.


Gözlerini kırpıştıran adam bu söze tutunarak yıllardır nefes almasını engelleyen vicdan yorgunluğunu susturdu. Şimdi Genç Ege'nin hikayesini anlatma zamanıydı, sevdiği kadına kendisini tanıtma zamanı... O günün vicdan azabı biraz bekleyebilirdi.


"Bu sözünün huzuruyla geçmişteki suskun delikanlının hayatını değiştiren o kararı nasıl verdiğini anlatabilirim."


Ege'sinin ne kadar zorlandığının bilincinde olan Melek gözlerindeki aşkla kocasının yanağını okşadı.


"Seni bana getiren o karar..."


Meleğinin yalın bir şekilde kurduğu cümle Ege'nin ruhunda yankılanmıştı.


"Beni sana getiren o karar..."


Yaşanmışlıkların yoğunluğundaki elalar bir kez daha kızarmış olsa da o gözlerde hiçbir pişmanlık yoktu. Bu durum Melek'in içten bir şekilde gülümsemesine neden oldu.


Kabulleniş, hikayelerinin başlıca ağrı kesicisi olacaktı.


Kıpırdanan karısının tekrardan yanına geçmek için hareketlendiğini gören Ege kaşlarını çatarak başını iki yana salladı.


"Ben yerinden memnunum." derken sesinde huysuz bir çocuk vardı.


Onun bu haline gülen Melek büyük bir memnuniyetle adamın kucağına yerleşirken Ege de yanındaki yastığa alarak karısının sırtıyla duvar arasına yerleştirmişti. Battaniyeyi de kadının üstüne doğru çeken adam karısının rahatlığından emin olduğunda anlatmaya başladı.


"Bir fizik hocamız vardı. Adı Erkan. Benim son yılımda okulun müdür yardımcısı oldu. Çok otoriter, kuralcı, disiplinli biriydi bu yüzden zaten herkes ondan çekinirdi. Müdür yardımcısı olması da üstüne tuzu biberi olmuştu. Onun dersinde kimse çıtını çıkarmadan sessizce hocayı dinlerdi. Okulun en yaramazı bile işin sonu disipline gitmek olur diye el pençe divan olurdu karşısında. Heybetli de bir adamdı ha. Hani koridorda yürürken falan onu görünce istemsizce dikelirdin, önünü iliklerdin. Erkan Hocaya saygım sonsuzdu tüm hocalara saygım sonsuzdu da işte... Fizik dersi hiç benlik değildi. İlgimi hiç çekmez geçer not alsam şükrederdim. Hal böyle olunca da derslerde dalıp gitmem kaçınılmaz oluyordu. Bir gün yine elimde kalemim önümde fizik defterim çenemi elime yaslamış dalgın dalgın bir şeyler yazarken üstüme bir gölge düştü. Usulca yutkunarak başımı kaldırdım. Sert gözleriyle bana bakarken kalp atışlarım korkudan kulaklarımda atıyordu. 'Kaçtır sana sesleniyorum Salih Aslan.' derken ses oktavı düşük çıkmıştı ama bağırsa o kadar etkili olmazdı. 'Dersi dinlemeyip ne ile uğraşıyorsun?' diye sorarken elimin altındaki defteri çekti. İtiraz etmek için ayağa kalkarken yüzüm kıpkırmızı kesilmişti. Tüm sınıfın beni izlediğinin bilinciyle duygularıma hakim olmaya çalışıyordum ama bu oldukça zordu. Çünkü ne yazdığımı bilmiyordum. Kesin yine bir şiirden alıntı yapmıştım ama hangi şiirin hangi mısrasıydı, saçma bir şey miydi, aşk üzerine miydi... Hayır bir de tutup sesli okursa ya da ceza niyetine okutursa o zaman mahvolmuştum."


Genç Ege'nin o toy korkusuna gülen adam omuzlarını silkerek devam etti.


"O zamanların dertleri de başka işte... Çok fena utanmıştım. Tüm sınıfın önüme çıkan her yere şiir dizesi karaladığımı bilmesinden, bu durumun okula yayılmasından korkmuştum. Bu hislerle pür dikkat hocanın mimiklerini incelerken hocanın çatık kaşlarının gevşediğini fark ettim. Okudukları karşısında şaşkın bir mimik yapan hocam siyaha çalan dipsiz kahve gözleriyle bana döndüğünde bedenimden bir titreme geçti. Ben anlamsız gözlerle ona bakarken tekrardan defterime çevirdi bakışlarını. Birkaç saniye sonra aynı derin gözlerle bana baktı. Kesinlikle yazmamam gereken bir şey yazdığımdan emin olmuştum o an. Beyhude bir açıklama için dudaklarımı araladığım esnada zil çaldı. Kapattı defterimi '5 dakikaya odamda ol!' emriyle çıktı sınıftan. Defterimi yanında götürmeseydi açıklamamı hazırlayıp bilinçli bir şekilde gidecektim odasına ama defterimi de almıştı. Elimde koca bir sıfır, titreyen bacaklarımla çıktım sınıftan. Tüm sınıf defterdeki şey hakkında tahmin yürüterek arkamdan atıp tutuyordu." diyen Ege o anı tekrardan yaşıyormuşçasına derin bir nefes aldı.


"Valla o koridor geçmedi be Gülüm. Müdürden bile daha korkutucu olan müdür yardımcısının odasına giren sağlam çıkamazdı. Okulda herkesin ortaklaşa olarak uzak durduğu alana kendi bacaklarımla yürürken herkesin bana baktığını hissediyordum. Kapının önünde biraz oyalandıktan sonra başka çarem olmadığının bilinciyle kapıyı çalarak girdim içeri. Erkan Hoca koltuğuna oturmuş beni bekliyordu. Cezamı bir an önce öğreneyim bitsin bu işkence düşüncesiyle hızla odanın ortasına ilerledikten sonra gözlerimi masanın üzerindeki defterime dikerek beklemeye başladı. Erkan hoca bir süre bana baktıktan sonra 'Dersi dinlemen gerekirken niye böyle bir şey yazdın?' diye sordu. Sesinde anlayamadığım gizemli bir tını vardı. Ne yazdığımı bilmediğim için ne söyleyeceğimi de bilemediğimden dürüst olmaya karar verdim. Sonuçta sessiz sakin kendi halinde takılan bir öğrenciydim. Tek bir hatamda afaroz edilip disipline yollanamazdım. Yine de 'Bilmiyorum.' derken sesim kısık çıkmıştı. Kaşlarını kaldırarak 'Nasıl bilmiyorsun?' diye sordu. 'Bilmiyorum hocam. Oraya ne yazdığımı bilmiyorum.' diye itiraf ettiğimde bakışlarındaki derinlik artmıştı. Hızlıca savunmama devam ettim. 'Ben... Ben bir şeyler karalamayı severim hocam. Hoşuma giden şiirleri yazarım sürekli. Artık alışkanlık olmuş, görene kadar o mısrayı yazdığımı bile anlamıyorum.'. Hiçbir şey söylemeden bir süre sadece bana baktı. Erkan hoca ile daha önce hiç o kadar uzun süre göz teması kurmamıştım. Gözlerimi kaçırsam olmaz, kaçırmasam kalp krizinden gideceğim... Sonunda defterimi uzatarak 'Al bak ne yazmışsın.' dedi. Defterimi açtığımda beni ne karşıladı dersin?"


Az önceki muhabbetten sonucu tahmin eden Melek dudaklarında kocaman bir gülümseme belirirken hiç duraksamadan yanıtladı.


"İstiklal Marşımız."


"Doğru. Peki hangi satırlarıydı biliyor musun?" diyen adamın dudaklarında gururlu bir tebessüm belirmişti.


"Hangi?" diyen soran kadının sesi meraklı çıkmıştı.


"Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!


Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.


Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:


Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;


Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!"


Ege gür bir sesle İstiklal Marşı'nın son kıtasını okurken adamın gözlerindeki gurur ve sevgiyi gören Melek bir kez daha hayranlıkla dolmuştu.


"Sana söylemem gereken bir şey var." derken kelimeler dudaklarından kendinden izinsiz fırlamıştı.


"Nedir?"


"Kızımıza bu kadar değerli bir isim koyduğun için çok teşekkür ederim Kocacığım."


Duyduğu cümleyle aşık olduğu kahvelere kilitlenen Ege dolan gözleriyle titrek bir nefes aldı.


"Asıl ben bu değerli ismi kızımızda yaşattığın için çok teşekkür ederim Karıcığım."


Sesi duyulmayacak kadar kısık çıkan adam gözlerinden düşen yaşa engel olamazken Melek narin hareketlerle adamın yüzündeki gözyaşını sildi.


"25 yılını kaçırmış olsan da kızına hayatının en değerli hediyesini verdin Ege'm. Ömrünün sonuna kadar onunla yaşayacak ismi senden. Kızın hep seninle..."


Yüzündeki eli tutarak dudaklarına götüren Ege minnetle karısının parmaklarını öptü.


"Senin sayende... Senin sayende Meleğim. Bana olan öfkeni ön planda tutmadığın için, bunu kızımıza yansıtmadığın için ayaktayım ben şu an. Mükemmel bir kadına aşık olduğumu zaten biliyordum ama olanlara rağmen Hilal için yaptıkların bunu perçinleştirdi. Çocuğum için harika bir anne seçmişim. Tek bir kusurun yok."


Son cümleyle boğazında bir yumru beliren Melek başını hafifçe iki yana salladı.


"Var..." derken sesi çatallı çıkmıştı.


Kızına her zaman mükemmel bir anne olamamıştı...


"Yok!" diyen Ege kesin bir sesle devam etti.


"Onca acı anıya rağmen kızım benden bir parça taşısın diye hem ismini hem de kolyeni vermişsin. Onu doğurmaya karar vermeni saymıyorum bile."


"Karar vermek mi? Başka bir ihtimal asla olmadı ki Ege'm." dedi Melek şaşkın bir şekilde.


"Bak işte diyorum sana. Tek bir kusurun bile yok. İnan bana herkes aynı cesur kararı veremezdi Gül Kokulum. Yaşadıklarını yaşayan bir kadın farklı ihtimalleri değerlendirebilirdi. Senin aklının ucundan bile geçmemiş olabilir ancak herkes bir sen değil Melek Gökmen."


Söylediği Gökmen soyadıyla yüzünü buruşturan Ege memnuniyetsiz bir şekilde karısına baktı.


"Resmi işlemleri tam şu an halledip seni Melek Aslan yapmak istediğimi fark ettim."


Onun söylenmesi karşısında gülen Melek başını iki yana salladı.


"Bu pideci açtırtmaya benzemez Salih Ege Aslan. Resmi bir kurumdan bahsediyoruz. Şu saatte bunu yapmak senin için bile imkansız."


"Sistem çalışsa adam bulurum da sistem sıkıntı sistem."


Onun cümlesi üzerine gülen Melek parlayan kahveleriyle kocasına bakarken Ege dudaklarındaki gülümsemeyle hikayesine devam etti.


"Tahmin edebileceğin üzere yazdığım satırları gördüğümde dudaklarımda istemsiz bir tebessüm belirmişti. Farklı bir şiir yazmadığımdan süregelen rahatlamanın tebessümü değildi bu. Her satırına aşık olduğum İstiklal Marşımızı görmenin getirdiği mutluluktu. Erkan hocanın '10 kıtasını da biliyor musun?' sorusunu duyduğumda hakarete uğramışçasına ona baktım. 'Elbette.' derken sesim sitemli çıkmıştı. Dudakları hafifçe iki yana kıvrılırken eliyle beni gösterdi. 'Başla o zaman Salih Aslan. Korkma...' Onun yönlendirmesiyle bunu bekliyormuşçasına başladım okumaya. Her kelimemle sesimin daha güçlü çıktığını fark etmiştim. İçimde fokur fokur kaynayan bir ateş vardı, hissediyordum. Kalbimin güçlü çarpışını, her dizenin ruhumda yankılaşını, bedenimdeki tüm tüylerin diken diken olduğunu..."


Gözleri dolan adam derin bir nefes alarak aşık olduğu kadına baktı.


"Ben daha önce hiç böyle hissetmemiştim Meleğim. İçimde sonsuz bir arzu belirmişti. Okuduğum o dizeleri yaşamak istiyordum ben. Sonuna kadar, sonsuza kadar. Yakalanmama neden olan son satırları okurken gözümden birkaç damlanın düştüğünü hissettim. 'Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.' derken içim titriyordu. Duygularıma bir anlam koyamıyordum, bu hissin tam olarak ne olduğunu algılayamıyordum. Tek bildiğim güzel hissettirdiğiydi. Çok güzel hissettirdiği... Erkan hoca dudaklarındaki gururlu tebessümle defterimi geri uzattı. 'Ailenden izin al yarın okul çıkışı bir yere gideceğiz.' dedi. O an o kadar karmaşık hisler içerisindeydim ki 'Nereye?' diye bile sormadım. Tüm gün hatta tüm gece içimde adlandıramadığım o enerjiyle dolaştım. İçim içime, bedenim ise bulunduğu yere sığmıyordu. O gece önüme aldığım defterime İstiklal Marşını yazmakla geçti. Gözlerimde yaşlı parıltılar, kalbimde büyük bir sevda, ruhumda kocaman bir istekle defalarca kez yazdım o dizeleri. Hayatımın dönüm noktasında olduğumu hissetmiştim." diye mırıldanan asker aşık olduğu kadının yanağını hafifçe okşadı.


Anlatırken o günlere dönen kocasının gözlerindeki ışık, Melek'in mutlulukla gülümsemesine neden olmuştu.


"Elalarındaki bu parıltıyı sevdim. Eskiden de bakışlarına bu parıltının benzerinden yerleşirdi. O zamanlar korkardım bu ışıktan. O adamların iyi olmadığını hissettiğim için yanlış bir davaya inandığını ve zamanla da bu uğurda seni yitireceğimi zannederdim. Bu yüzden de hiç sevmezdim bu parıltıları. Fakat gerçekleri bildiğim şu anda, aşık oldum sanırım. Vatanına olan sevdana aşık oldum, sevdanın büyüklüğüne hayran kaldım Ege Aslan."


Arkasındaki mindere yaslanan adam buruk bir sesle mırıldandı.


"Sevdam için yaptıklarımı duyduğunda bu hayranlığının kaybolmaması dileğiyle...".


Bir süre sessiz bakışlarla ela gözlüsünü izleyen Melek kocasının elini tutarak sıktı.


"Sevdan bizden 26 yılımızı aldı. Yaşarken öldürdü inkar edemem ancak bu gözlerindeki parıltılı aşkı gördükçe, hissettikçe, yaşadıkça içim titriyor benim Ege'm. Sevdayı iliklerine kadar yaşayan bir adamın sevdası olduğumu fark ettiğimde kalbimde büyük bir gurur hissediyorum. Dediğim gibi yaşarken her ânı çok zordu ancak şu an o zorluğu hissetmiyorum. Şu an sana baktığımda gördüğüm tek şey elalarındaki aşk. Bana ve vatanına duyduğun aşk, elalarında alev olup parıldıyor. Ve ben fark ettim ki sana aşık olma sebeplerimden birisi de bu gözlerindeki alevlermiş. Adını koyamasam da bu inancın, bu sevdan çekmiş beni sana. Vatanına olan sevdanı hissedip beni de öyle sevmeni istemişim, o gözlerinde yer alan alevlerin sahibi olmayı dilemişim. O zamanlar kendi küçük dünyamda yaşadığımdan bu sevdanı anlayamazdım ancak şu an anlıyorum da yaşıyorum da. Bu yüzden ne yapmış olursan ol, kabulüm. Biraz ağır kaçacak belki ama ben bana yapılanı kabul etmişim, bana saydıklarını yutmuşum gömmüşüm. Sevdan uğruna yapmak zorunda olduklarını mı kabul etmeyeceğim?"


Meleğinin tuttuğu sağ eline bir bakış atan Ege boğazındaki yumruyla derin bir nefes alırken sol gözünden düşen yaşa engel olamamıştı. Onun bu hali karşısında canı yanan kadın keskin bir sesle konuştu.


"Ya korktuklarını tam şu an anlat ve bu işkenceni bitir ya da korkularını bir kenara bırakıp gençlik hikayeni anlat Ege'm. Seni bu şekilde görmeye dayanamıyorum. Bir an tebessüm ediyorken diğer an karamsarlığa düşmene katlanamıyorum. Ya neden bu halde olduğunu bileyim ve ona göre gerçekten inanarak az önceki cümleleri kurarak seni ikna edeyim ya da önce o genç Ege'yi tanıyıp onu teselli edeyim. İkisine de varım." diyen Melek sevgiyle tebessüm ettikten sonra adamın elini okşadı.


"İkisi de sevdiğim adam çünkü. Farklı zamanlardaki acıları, yaraları. Seni şu anki sen yapan parçalar hepsi. Hangisini istersen ona uyarım ama hikayenin hepsini karman çorman yapıp karşımda böyle durma. Gençlik anılarını anlatırken sonrasında yaptıklarının pişmanlığıyla konuşma. Yetişemiyorum o zaman sana, yetersiz hissediyorum kendimi. Asla 26 yıl öncesindeki gibi olamayacağımızı düşünüyorum. Bu canımı acıtıyor. O yüzden lütfen..."


Sevdiği kadının isyan dolu yakarışı Salih Ege'nin büyük bir acıyla hatırlamasına neden olmuştu.


Karşısında 26 yıl önceki o rengarenk kız yoktu.


Melek de onun gibi acının karasında kavrulmuş, korkuyu en derininde tatmış biriydi. Bu yüzden de Ege'nin artık teselli edilen olduğu kadar teselli eden de olması gerekiyordu.


Bir bütün olarak korkutan hikayesini parçalara bölerek hafifletmeye kararlı olan başını aşağı yukarı salladı.


"Haklısın Meleğim. Kademe kademe gitmek isteyen benim ancak her şeyi birbirine karıştırdım. Az önce sana dediğimi yapacağım ve o anki ben olarak anlatacağım hikayemi. Sonrasında yaşananları genç Salih'in üstüne yıkmayacağım." diyen adam cümlelerini toparlayarak anlatmaya devam etti.


"Ertesi gün bu heyecanlı halimle okula gittim. Derslerde bedenen orada gözüksem da ruhen orada değildim. İsim koyamadığım bu ateşe kapılıp gitmiştim. Çıkış zili çaldığında soluğu Erkan hocanın yanında aldım. Müdür yardımcısına nereye gidiyoruz diye sormaktan çekindiğim için arabasına bindiğimde sesimi çıkaramasam da elalarım sürekli ona dönüyordu. Gözlerimdeki meraklı parıltılar hoşuna gitmiş olacak ki 'Asıl sakin olandan korkacaksın diye boşa dememişler.' diyerek benimle dalga geçti. Yine de beklentime rağmen söylemedi nereye gittiğimizi. Şehrin üst kesimlerine çıktıkça merakım artarken varış noktamıza ulaştık. Askeriyeye getirmişti beni."


Kocasının dudaklarındaki mutlu tebessüm Melek'in de gülümsemesine neden olurken Ege ela parıltılarındaki heyecanla karısına baktı.


"O üniformalar, askeri araçlar, tanklar, antrenman yapan askerler, komutanlar, hissedilen hava/atmosfer... O kadar büyüleyiciydi ki. Hayranlığın en yoğunuyla çevremi incelerken içimdeki sonsuz heyecanı hissediyordum. O zamana kadar kalbimi hızla çarptıran şey yalnızca şiirler olmuştu. Yaşadığımı hissettiren, heveslendiren, gülümseten, beni yaşadığım yalnızlığımla dünyadan soyutlayan şiirler... O anda ise bir şiir dizesinden aldığım hazdan çok daha büyüğüyle karşılaşmıştım. Erkan hocanın yönlendirmesiyle askeriye binasına doğru yürürken kapının önünde tüm ihtişamıyla dalgalanan Türk Bayrağımızı gördüm. Adımlarım yavaşladı, bayrağa bakakaldım. O güne kadar yüzlerce, binlerce kez gördüğüm o al bayrak o gün çok daha farklı dalgalanıyordu. Hikayesini duyuyordum resmen. Sesini, gururunu, huzurunu... Delice gelecek ama gerçekten anlattıklarını duyuyordum Meleğim. O dalgalansın diye canını verenlerin tekbirlerini duyuyordum. Yine ruhum titremeye başlamıştı. Gözlerim bayraktayken dudaklarımın arasından yalnızca bir cümle döküldü. 'Ben asker olacağım."


Ela gözlü adamın yürekten çıkan yeminiyle gülümseyen kadın istemsizce takıldı.


"Seninkisi ilk görüşte aşkmış desene."


Gül Kokulusunun muzip cümlesiyle gülen Ege sevgiyle kadına baktı.


"Evet öyle kötü bir huyum var maalesef. Sana da ilk görüşte vurulmuştum... Berceste'me de."


Kocasının sahte bir hüzünle kurduğu cümle Melek'in sırıtmasına neden olmuştu.


"Ben de sana ilk görüşte vurulmuştum. O kapıyı açıp da ela gözlerini gördüğüm o ilk anda."


"Biliyorum. O beğeni dolu bakışlarını ve süzüşünü unutmak kolay mı?"


"Ukala bir 50 yaş hiç çekilmiyor." diyerek söylenen Melek adamın kendisine laf atacağını fark ettiğinde hızla konularına geri döndü.


"O gün verdiğin sözü tuttun ve asker oldun. Peki... Ailen herhangi bir itirazda bulunmuş muydu?"


Melek'in sonlara doğru kısılan sesi Ege'nin buruk bir nefes almasına neden oldu. Kadının asker olmak istediğinde Hilal'e karşı çıkışını ve yaşadıkları kavgaları hatırladığından emindi. Bu konuya girerse konunun iç içe geçmiş zincir misali başka yerlere kayacağını bildiğinden şimdilik bu durumu görmezlikten gelerek cevap verdi.


"İtiraz etmediler ama şaşırmadılar dersem yalan olur. Özellikle babam bu isteğime ve talebimle çok şaşırmıştı. Etliye sütlüye karışmayan biri olarak ya öylesine bir meslek seçeceğimi düşünmüştü ya da onun yanında marketimizde çalışacağımı. Bu yüzden sıfır tereddüt karşılarına çıkıp 'Ben asker olacağım.' dediğimde afalladılar. Çevremde polis ya da asker bir tanış yoktu bu yüzden de bu isteğimin altyapısını merak etmişlerdi. Abimin şaşkın gözlerle 'Bu da nereden çıktı şimdi?' diye sorduğunu hatırlıyorum. 'İstiyorum.' demiştim kararlı gözlerle. 'İçimde sönmeyen bir alev var ve ben o alevlere teslim olmak istiyorum."


Dudaklarında buruk bir gülümseme beliren Salih Ege kızarık gözleriyle karısına baktı.


"Geçmişte zaman zaman çok düşündüm. 'İçimdeki o alevi yok sayıp markete babamın yanına çalışmaya girseydim aynı gün içinde ailemi kaybetmez miydim?' diye. Ne de olsa beni ziyaretten döndükleri için o gün o yoldalardı. Ben okul için Ankara'ya gelmeseydim onların da o yolda olmasına gerek olmayacaktı. Kazadan sonra sürekli olarak bunu düşüyordum. Bunu fark eden Sinan beni Ferdi babayla tanıştırdı. Ferdi Kor ile muhabbet döner dolaşır dini bir sohbete döner. Senin kelimelerini cımbızla seçer derdini anlayıp bir malumat patlatır. Asla şaşmaz bu. O kadar farklı şekilde bunu anlattı ki bir süre sonra kabullendim. Kaderde bu olduğunu ve o gün onları her türlü kaybedeceğimi kabullendim. Ama sonra... Hayatımın diğer aşamaları geldi. Tökezlediğim her seferinde o güne bir kez daha gittim. Ben o gün o derste o dizeyi yazmasaydım, o alevlerle hiç tanışmayıp asker olmayı seçmeseydim..."


Duraksayan adam aşık olduğu gözlerde kaybolurken kısık bir sesle devam etti.


"Mutlu olur muydun? Renklerin parıldamaya devam eder miydi? Hayatına hiç girmeseydim eğer ömrünün yarısını yine de böyle acılar içinde geçirir miydin?.. Geçirmezdin değil mi?"


Gözleri kıpkırmızı kesilen Melek elini adamın yüzüne götürerek sakallarını okşamaya başladı.


"Sen yaşadığın onca acının arasında, mecburiyetlerinin görevlerinin arasında gerçekten hep beni mi düşündün?"


"Sen her zaman kendi hislerimden daha önce geliyordun ki Gül Kokulum. Sen iyi ol, sen mutlu ol diye o kadar çok dua ettim ki... Burak, Hilal için 'Annemin Duası' diyor biliyor musun?"


Ege'sinin bir anda başka bir konuya geçmesine anlam veremeyen Melek başını aşağı yukarı salladı.


"Hilal tek Dilek'in duası değil Meleğim. Seni hayatta tutacak bir neden için o kadar çok dua ettim ki ben. Düşündüğüm tek şey buydu, istediğim tek şey buydu. Ben Vatanım için, kurtarılmayı bekleyen arkadaşlarım için bir şekilde yaşamak zorundaydım ancak senin elinden en büyük yaşam sebebini almışken yanlış bir şey yapmandan çok korktum. Kendine zarar verirsin diye çok korktum. Yanılmamışım da bak. Arabada bahsettiğin anlar senin de sınıra geldiğin anlarda kontrolü kaybettiğinin ispatıydı. Hilal hayatında olmasaydı, şu an yanımda olamazdın."


Gözünden birkaç damla yaş düşen Melek boğazındaki yumruyla kocasına baktı.


"Hilal hayatında olmasaydı şu an sen de benim yanımda olmazdın değil mi?"


Sevdiği kadına yalan söylememeye yeminli adam dürüst davrandı.


"Berceste'm olmasaydı eğer 26 yıl önce Urfa'daki bir tepenin üzerinde cesedimi bulmuşlardı."


🌙


Ben geldiiim. Hatırlıyor musunuz beni? 🫣


Öncelikle şunu söylemem lazım ki ben yazarlık hayatımda böyle bölük pörçük, yarım yamalak bir bölüm yazmadım valla 😔😢


Ne kadar zor oldu bu bölümü yazmak. Ne çektiğimi bir bana sorun bir de EgMel'e 😭😭


Panomda duyurularımı yaptım ancak takip etmeyenlere gecikme nedenimi 3 kelimeyle özetliyorum.


Salgın, Salgın, Salgın!


Okuldaki tüm çocuklar hasta resmen, tüm personel gibi... Bu satırları yazarken bile aktif olarak kullandığım ilaçlarım var. Hafta başı 3 gün raporlu olduğum için işe gidemedim gerisini siz düşünün 💔


Bu haldeyken maalesef bölüm yazamadım, yazdığımı da çok parça parça yazdım. Bu yüzden bölümü düzenlerken parçaları birleştirmek apayrı zorladı beni.


Nasıl bir bölüm bekliyordunuz bilmiyorum ancak duyuruda da söylediğim gibi ben önce Ege'yi tanıyarak olaya girmeyi istiyorum. Melek'in önce Ege'yi tanıması gerek ki Emmi olayında ona göre tepki versin. Damdan düşer gibi olaya gidildiğinde hislerin gerçekliği yavan hissettirdi. Bunu istemiyorum. Bu yüzden önce Ege'yi tanıyalım istedim.


Ege'nin yalnızlığının altyapısını hazırlayarak Asker oluşunun hikayesini anlatmak benim için çok anlamlıydı. Gelecek bölüm hikayesinin devamını ve o itirafı göreceğiz 🌹


❗ Fakat panomda söz verdiğim gibi Emmi olayını öğrenen Melek'in hikayesini 'Alıntı' şeklinde size atacağım. ❗


Bu sahne büyük ihtimal birkaç gün içinde gelecektir. Sahnenin ne kadarını veririm bilmiyorum ancak Alıntı'da Melek'in Emmi gerçeğini öğrendiğinde vereceği tepkiyi mutlaka göstereceğim.


Haricinde bölümü yazmaya girdiğimde bu alıntı sahnesine eklemeler yapabilirim. Bölüm gelince 'Alıntı farklıydı' demeyin diye bunun uyarısını da yapayım 💙


Bölümü klasik sorularımla bitireyim.


En sevdiğiniz sahne neydi?


Neyi beklemiyordunuz?


Duygulandığınız yerler?


Güldüğünüz yerler?


Gururlandığınız yerler?


(İstiklal Marşı sahnesinin her ânına kalbimi bıraktım ben 😍 Artı olarak o Türk Bayrağı ve söz 🇹🇷 Abi çok seviyorum bee 💙💙)


Ve son olarak o ok geliyor.


Sizce Melek gerçeği öğrendiğinde nasıl tepki verecek? Aklınızda net bir şey var mı? Söz verdiği gibi Ege'sinin gözlerindeki acıyı hatırlayarak mı tepki verir yoksa sonradan pişman olacağı şeyler mi söyler? 🥲


Hepsi ve daha fazlası bir sonraki bölümde


Bölümün ne zamana geleceğini ise yalnızca Allah bilir 🙈


En kısa zamanda yazarak atmaya çalışacağım ancak bu bitmeyen, geçmeyen hastalıklar mahvetti bizi. İyileşmeden tekrar hasta oluyoruz. Bu hafta kaç tane çocuğu ateşler içinde eve gönderdik hatırlamıyorum bile 😔


Tutamayacağım sözler vermek istemediğimden bölüm tarihini bu seferlik meçhul bırakıyorum. Anlayışla karşılayacağınızı umuyorum.


Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Sizin gibi bir kitleye sahip olduğum için çok şanslı hissediyorum.


Hepinizi çok seviyorum 🦋


Allah'a emanet olun 💙


B.K.S.


11.606


Loading...
0%