Yeni Üyelik
40.
Bölüm

28. Bölüm- Süvari | Part 1

@yasminiesa

"Ailemi kaybettiğim o gün Sinan beni çatıdan toplandığında gerçekten çok kötü bir haldeydim."


Ailesinin kaza haberini öğrendikten sonra hastaneye gelişini ve sonrasında yaşananları hiçbir kaçınmada bulunmadan anlatan Ege o günleri tekrardan hatırlayarak derin bir nefes aldı.


"Cenazeden sonraki birkaç gün okuldan izin alan Sinan, Samsun'da yanımda kaldı ancak çok vakti yoktu. Akademide son sınıfıydı ve devamsızlık yapma lüksü yoktu. Beni yalnız bırakırsa işimi bitireceğimi bildiği için yalnız da koyamıyordu. Başkasına emanet etse kime edecekti? Herkesin kendi meşgalesi vardı. Ayrıca benimle baş edemezlerdi. Kara kara ne yapacağını düşünürken bir akşam üzeri 'Kalk gidiyoruz.' diyerek tuttu kolumdan çıkarttı beni dışarı. Elinde bir valiz, ne ara topladığını bile bilmediğim. Daha birkaç gündür tanıdığım adama 'Sinan nereye?' diye sordum. 'Gidince görürsün.' diyerek bindirdi beni kiraladığı arabaya. İtiraz dahi edemeyecek bir haldeydim. Yola çıktığımızda bir kaza geçirip ölmeyi istedim. Sonra bir bakmışım hiç tanımadığı halde benim için çırpınan Sinan bir zarar görmesin diye kaza yapmayalım duasında bulunuyorum... Yol uzundu. Bir yerden sonra levhaları takip etmeyi de bırakmıştım. Garip ama bir ara uyuyakalmışım da. Gerçekten deliksiz birkaç saat uyumuştum. Uyandığımda Sinan arabada yoktu, çift katlı bir evin bahçesindeydik. Beni nereye getirdiğini düşünürken ilk kez ne yapmaya çalıştığı dank etti aklıma. 'Beni ailene getirmiş olamazsın.' diye söylenerek çıktım arabadan. Daha adam akıllı 2 haftadır tanıdığı birini ailesinin evine getirecek kadar aptal olamazdı."


"Seni hayatta tutmak için her şeyi yapmış." diye mırıldandı Melek hissettiği minnetle.


"Kesinlikle. Ama o zamanlar onun bu çabasından bunalmıştım, beni yalnız bıraksın istiyordum. Sadece eşlikçi olarak gönderildiği görevini fazla ciddiye almıştı. Hastanede işim bittiğinde diğerleri gibi gitmeliydi ama cenaze işlemlerini halleden de o olmuştu, evime taziye için gelenleri ilk karşılayan da. 3. gün konu komşu dağıldı ama o gitmedi. Kaç gece bağırarak uyandığımda yanımda olup beni sakinleştirdi, kaç gece kabuslarımdan uyandırdı bilmiyorum bile. Üşümeyeyim diye sobayı yaktı, aç kalmayayım diye erzak aldı, zorla yemek yedirdi... Tüm bunlar yetmezmiş gibi şimdi de ailesinin yanına getirmişti. Bu deliceydi. İnsan hiç tanımadığı birine tüm bunları niye yapardı ki? Cenazede ve sonrasında Sinan için 'Dostu her şeyle ilgilendi. Vefalı arkadaş seçmiş Mahir'in oğlu.' demişlerdi. Tanışmıyorduk ki biz. Çok saçmaydı." diyen Ege kendi kendine başını iki yana sallayarak devam etti.


"Hızla bahçe kapısını aşıp sokağa çıktım. Saatim yoktu ama gece ya da sabaha karşı bir vakitte olduğumuz belliydi. Sokakta in cin top oynuyordu. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemez bir şekilde yürümeye başladım. Bir süre yürütmüştüm ki arkadan birisinin 'Yanlış yöne gidiyorsun evlat.' dediğini duydum. Kaşlarımı çatarak arkamı döndüm. 40'larının sonunda bir adam bana bakıyordu. O anki boşlukla 'Bana mı dediniz?' diye sordum. Eliyle bomboş sokağı işaret ederek 'Sence?' diye sordu. 'Nereye gittiğimi biliyor musunuz da yanlış gittiğimi söylüyorsunuz?' derken adamın derdini çözmeye çalışıyordum. 'Camiye gitmiyor muydun? Namaz vaktinde başka nereye gideceksin?' diye sordu azarlarcasına. Mahallenin delisine çattım diye düşünürken 'Ezanı okumaya gidiyorum. Cemaat toplanır birazdan. Hadi acele edelim.' dediğinde delisine değil de imamına çattığımı fark ettim. Hareket etmediğimi görünce 'Bu yaşına gelmişsin namazdan mı kaytarıyorsun yoksa?' diyerek çıkıştı. Hava soğuktu ve benim ne yapacağımı düşünmem gerekiyordu. Camiide düşünmeye karar vererek imamın peşine takıldım."


"Burak'ın dedesi imam." diyen Melek olayı anlamıştı.


Gülümseyen Ege başını aşağı yukarı salladı.


"Öyle. Sinan ben uyuyorum diye bana dokunmadan içeri girmiş, yaşadıklarımı anlatmış ailesine. Bu sırada gözü de bende tabii. Arabadan çıkıp gitmeye kalktığımı görünce peşimden gelecekmiş ki Ferdi babam durdurmuş onu. 'Camiiye gidecektim zaten. Ben hallederim.' demiş çıkmış peşimden. Camii avlusuna girdiğimizde abdestim olup olmadığını sordu yok dediğimde de 'Sen şadırvana geç güzelce abdestini al. Ben de minareye çıkıyorum. İndiğimde seni ilk safta göreceğim. Allah'ın evine kadar gelip geri kaçmak olmaz. Buralarda beni yakaladığını bırakmayan imam olarak tanırlar. Cemaatimi peşinde az evlerine, dükkanlarına gitmedim. Gelir bulurum seni ha.' diyerek gitti. Ben buralı bile değildim bulması imkansızdı ama yine de adamın samimiyetini kırmak istemediğim için onu dinleyip şadırvanın başına oturdum. Ben hazırlanıp abdest almaya başladığımda ezan sesi yankılandı avluda."


Tüyleri diken diken olan Ege karısına baktı.


"Yıllarca oradan oraya gittim, birçok farklı şehirde hatta ülkede birçok müezzinden ezan dinledim. Hiçbiri o gün, o avluda duyduğum ezan gibi hissettirmedi bana. 'Allahu Ekber, Allahu Ekber.' Allah büyüktür, Allah büyüktür. Ne yapacağımı bilemediğim o tükenmişlik anında yanık bir içtenlikle okunan o ezan ruhumda hayat buldu. Abdestimi bitirip soğuk havada içimi ısıtan ezanı dinlerken müdür yardımcısının odasında İstiklal Marşı'nı okuyan o çocuk gelmişti aklıma. 'Ezan dinmez, bayrak inmez.' diye inançla haykırdığım akademi günlerimi hatırlamıştım. Kalbim acımıştı. Ezan bittiğinde gözlerimden akan yaşları silip içeri girdim. Eskiden çok çok daha dolu olurdu camiler zaten ama ben daha önce sabah namazında o kadar dolu olan bir camii gördüğümü hatırlamıyorum Meleğim. Bir an bayram mı da namaza geldi insanlar diye bile düşündüm o derece. Camiye girip öne doğru yürüdüğüm en ön safta yer olmadığını görerek geriye geçecekken cübbesi içindeki adam belirdi. 'Ekrem oğlum yer ver genç arkadaşımıza. En ön safta kılacaksın dedik o kadar, yalan olmasın.' diyerek arkasına geçmemi sağladı. Namazı kılarken gariptim. Bir yandan 'Ben nereden düştüm buraya? Ne oluyor?' diye düşünürken diğer yandan her gün o camide o imam ve o cemaatle namaz kılıyormuşum gibi hissediyordum. Namaz bitti ben cemaatin dağılımasını beklerken imam bize döndü ve 'Bugünkü sohbetimiz biraz uzun sürebilir. İşi olanlar arkalara geçsin istediği zaman çıkabilir.' dedi. Ben bu saatte ne sohbeti diye düşünürken yaşlıdan bir amca elini havada sallayarak 'Amaaan. Bu saatte ne işimiz olacak be oğlum? Eve gitsek yatacağız zaten. Yatıp zıbarmak yerine senin sayede bu mübarek saatte Hazreti Allah'ın feyzinden yararlanıyoruz işte. Allah razı olsun senden. Devam et anlat sohbetini.' dedi. Meğer Ferdi Kor her sabah namazı sonrası cemaatine küçük bir sohbet, malumat anlatıyormuş. O günün konusu ise 'Kayıp ve Kayıpla Başa Çıkmak' idi."


Melek'in dudakları iki yana kıvrıldı.


"Senin için."


"Evet benim için. Tabii ben o an o kadar şaşkındım ki ayamadım olaya. Bir de Ferdi babanın anlattıkları aniden gelişen bir vaaz olamayacak kadar mükemmeldi. Sözleri, Ayet-Hadisleri, malumatları öylesine dokundu ki ruhumuza o gün o camiide gözleri kuru kalan kimse olmadı. Başta kendisi... Sakalları ıslanmış tamamen kalpten ve inanarak anlatmıştı her şeyi. Yaktı, tedavi etti, yıktı onardı. Cenazede dökemediğim yaşları o an orada döktüm. İhtiyacım olan teselli hiç beklemediğim bir anda hiç beklemediğim bir şekilde çıkmıştı karşıma. Sohbet bittiğinde cemaat ağzına sağlık hocam, Allah razı olsunlar eşliğinde ayaklanırken ben yerde gözlerim halıda kalkakalmıştım öylece. Etraf sessizliğe büründüğünde yanıma yaklaşan ayak seslerini duydum. İmam yanımdan geçip gider diye beklerken 'Hadi kalk Salih. Bize gidiyoruz.' dedi. Duyduğum cümle şaşkınlıkla başımı kaldırmama neden olmuştu. İmam dudaklarındaki merhametli gülümsemeyle bana bakıyordu. 'Nasıl?' diye sorabildim zar zor. Sağ elini uzatarak 'Tanışamadık. Ben Ferdi Kor. Sinan Kor'un babasıyım.' dedi. O halının üzerinde yerin tam dibindeyken, bana elini uzatan beyaz cüppeli adamın önce eline sonra da gözlerine baktım. Beni bulunduğum dipten çıkartan ikinci Kor üyesiyle tanışmam işte böyle olmuştu."


"Hiç tanımadıkları halde seni böylesine sahiplenmeleri çok güzel ve anlamlı."


"Kesinlikle. Eve gittiğimde Sultan ana da aynı sıcaklıkla karşıladı beni. Sinan bir gün kaldı ertesi gün akademiye gitti. Sonrası hayatımın en garip günleriydi. 5 vakit Ferdi Kor ile camiiye gider gün içinde de Sultan anaya yardım ederdim, ederdik daha doğrusu. Kadın her gün yapacak yeni bir iş buluyordu. Bir gün cemaate ikram hazırlayacağım şunlar alınacak dedi pazara yolladı dedi, bir gün evde şunlar kırık dedi tamir yaptırdı, bir gün odun yok dedi odun kırdırdı, ama en favorim 'Mahalleye dolma saracağım yardım eder misiniz?' deyip bize akşama kadar dolma sardırmasıydı. İnsan dolma sararken ne konuşur bilmiyorum ama Kor çifti o malumat senin bu menkıbe benim sürüyle hikaye anlattılar o masada. Sadece dini de değil, hayat içinden ya da ders verici kıssalar da vardı. Çok keyifli bir sohbeti. Daha ilk an Ferdi Kor gibi Sultan Kor'un da boş olmadığını anlamıştım. Meğer annesi muallime, babası da mollaymış. Evde onlardan birçok bilgi öğrenmiş ve lise dahil okula okumuş. 'O zamanların lisesi şu anın üniversitesi tabii. Bizim Hanım doktora mezunu doktora.' diye latife yapar Ferdi babam. Daha küçük yaşlarda hafız olmuş ,meslek seçimi olarak da ailesinin peşinden gitmiş. Resmi olarak öğretmen olmamış ama yıllarca okuma yazma bilmeyen kadınlara okumayı, harfleri,yazmayı öğretmiş. Bir yandan da Elif-Ba dersleriye Kuran'ı Kerim eğitimi verirmiş. Hatta hala daha veriyor. Şimdi şu yaşında bile hafta sonları hanım cemaati camide toplar ders anlatıp sohbet yapar, Ramazanlarda mukabele sürdürür. Mahallenin muallimesi, Hoca Hanımı'dır Sultan Kor. Dilek'teki ve Burak'taki öğrenme aşkı da ondan zaten." diye burukça tebessüm eden Salih karısına baktı.


"Böylesine bilgili ve gün görmüş o çift, 18 yaşında yolunu kaybetmiş bana ilaç gibi geldi. Her hikaye, her nasihat, her içten gülüş içimi ısıtıp hayata karşı tahammülümü arttırdı. 3 haftanın sonunda bir sabah sohbetinde kararımı verdim, kahvaltıda da açıkladım. 'Okula geri dönmek istiyorum.' dediğimde ikisinin de dudaklarında aynı manidar gülümseme belirdi. Sultan Kor kocasına döndü 'Gördün mü hoca? Bizim üçüncü de gidiyor. Kaldık yine başbaşa.' diye latife yaptı. Kararıma saygı duyup 'İstediğin zaman atla gel. Sinan okulu bitiriyor diye gelmemezlik yapma. Haber et bizi de sık sık. Merak ederiz evladım seni. Ne zaman olursa olsun gel. Kapımız hep açık, özellikle de başın sıkıştığında.' diyerek uğurladılar beni."


Mimiklerini acı kaplayan Ege kızarık elalarıyla karısına baktı.


"20 Şubat 1996 sabahı yine o camiide, o avludaydım. Aynı şadırvanda abdest aldım. Hıçkırıklarla okunan ezanı dinledim ve kıpkırmızı gözlerle safta en ön sırada yerimi aldım. Ferdi babam sohbet için arkasını döndüğünde ancak gördü beni. Ne haldeydim, nasıl görünüyordum bilmiyordum ama donakaldı birkaç saniye. 'Bugünün konusu Vatanı için, inançları için kendini feda edenler olsun mu hocam?' dedim tir tir titreyen sesimle. Doldu gözleri 'Olsun komutanım.' dedi sessizce. Cemaatin gözleri ikimiz arasında gidip gelirken başladı anlatmaya. En baştan başladı hem de. Önce Uhud harbinden, şehitlerinden başladı sonra da Kurtuluş Savaşı'mıza geçti. Her cümlesi, her malumatı başıma vura vura 'Sen yapılması gereken neyse onu yaptın asker.' diyordu sanki. 'Öyleydi ama canım niye bu kadar çok yanıyordu?' Cemaat sohbet boyu hıçkırıklarını içine ata ata ağlayan bana baktı üzgün gözleriyle. Sohbet bittiğinde hızlıca terk ettiler camiiyi."


Sevdiği adamın sakallarını ıslatan yaşları silen Melek'in gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülüyordu.


"Ferdi babam geldi çöktü yanıma sıkıca sarıldı. 'Her ne olduysa olması gerektiği içindir. Vatan sağ olsun asker.' diye teselli etti beni. Sonraki 1 ay onların yanındaydım. Hiçbir şey sormadılar ama bendeki bariz değişimi fark etmişlerdi. Her gece ikisinden biri kabuslarımdan uyandırıyordu beni. Ruhum da bedenim de kalbim de ölmüştü. Bir ara hastalandım çok ateşim çıktı o yaşımda sabaha kadar ateşimi düşürmek için çabaladı ikisi de. Bir ayın sonunda bu sefer iyileşemeyecek kadar öldüğümü anladığımda 'Ben göreve gidiyorum.' diyerek çıktım evden. Bulduğum ilk sınır görevine yazıldım. Ferdi babamlar Sinan'a haber vermişler, iyi olmadığımı endişelendiklerini söylemişler. Sinan kendi görev mahallindeydi ama peşime Cevat'ı taktı. O günden sonra Burak hayatıma girene kadar beni asla tek göreve göndermediler. Çoğunda Sinan geldi, bazen eski timden birileri bazen de Cevat."


Titreyen elleriyle gözlerindeki yaşları silen Melek kalbindeki şükranla derin bir nefes aldı.


"Kor ailesi iyi ki hayatına girmiş." dedikten sonra hüzünlü bir şekilde tebessüm etti.


"Ne garip ama değil mi? Zamanında kol kanat gerip korudukları insan, yıllar sonra biricik torunlarına gözünün bebeği gibi bakıp ona yaşam oluyor."


Salih dolan gözleriyle karısına gülümsedi.


"Ben ona yaşam olduğum kadar o da bana oldu Meleğim. En başında 'Benim için onca şey yaptılar.' vefasıyla Sinan'ın ricasını kabul etmiştim. Taa ki o yaraları yeşil gözlerle karşılaşana kadar. Burak'ın gözlerindeki ifadeyi gördüğümde iliklerime kadar korktum ben. Benim 18 yaşında, 25 yaşında kaldırmadığım o acı 11 yaşındaki küçücük ruhunda barınıyordu. Yitip gitmesine izin veremezdim. Hele de benim gibi her şeyini vatan uğruna feda etmişken. Sonrasını biliyorsun zaten. O yeşil gözler sönmesin diye ömrümü ona adadım."


"Sönmedi Ege'm. Canından bir parçan, koruduğun o yeşilleri aldı ve hayatla doldurdu. Hayatla parıldayan o yeşiller de canının parçasına sonsuz mutluluk hediye etti." dedi Melek şükran dolu bir sesle.


"Çocuklarımın mutlu olduğunu görmek beni öylesine mutlu ediyor ki." diyen Salih Ege Aslan'ın sesinde büyük bir sevgi vardı.


"Beni de."


Çift bir süre dudaklarındaki gülümsemeyle sessiz kaldıktan sonra Ege kaçınılmaz sona yaklaştığının bilinciyle titrek bir nefes aldı.


"Okula geri döndükten sonra uzun bir süre kendimi derslere verdim. Sinan bulabildiği boş vakitte soluğu yanımda alsa da programı yoğundu. Sonra bir gün bir proje için birisiyle eşleştirdi hoca beni. Fetih ile..."


Kalbine giren hançeri hisseden Ege dişlerini birbirine bastırarak yutkunmaya çalıştı. Düğüm düğüm olan boğazı buna müsaade etmemişti.


Kocasının acıyla dolan yüz ifadesi Melek'e cevap olurken adamın elini sıkarak fısıldadı.


"Şehit mi oldu?"


Kadının hüzünlü bir sesle masumca sorduğu soru kalbindeki hançeri daha da derine iterken sesi çıkmayan adam başını aşağı yukarı sallamakla yetindi.


'Ben öldürdüm.' diyememişti.


Her şeyden bihaber olan Melek "Başın sağ olsun." diye mırıldanırken "Vatan sağ olsun." karşılığı adamın ruhundan yankılanmıştı.


Maktulünü hatırladığı her anda olduğu gibi nefesi kesilen Salih, tek sevdasına bakarken Fetih'i anlatmaya başladı.


"Proje için buluştuğumuz her seferinde nefessiz konuşuyordu Fetih. O kazadan sonra espri yapmayı ya da birilerine takılmayı bıraksam da bir gün dayanamayıp 'Senin gibi gevezeleri asker yapıyorlar mı yaa?' diye sordum muzipçe. 'Senin gibi sessizleri yapıyorlarsa niye yapmasınlar?' diye bana takıldı o da. Proje sürecinde iyi anlaştığımızı inkar edemeyeceğim. Uyumluyduk. Benim sessizliğimi yadırgamayan, söze dökmediklerimi bile anlayan birisiydi. Ben de onun çenesine alışmıştım. Proje bittiğinde aramıza mesafe koymaya çalıştım ama tek yediğim öğle yemeğinde geldi yanıma oturdu. Tek takıldığım izin günümde geldi zorla dışarı çıkarttı. Derslerde takıldığım bir yer olduğunda 'Ben de anlamadım. Gel beraber çözelim.' diye yardımcı oldu. Arkadaşlığının bana iyi gelmediğini söyleyemem. O da bunun farkındaydı. Bazen sorduğu sorulara normalin aksine uzun cevaplar verirdim. 'Ah bugün çok konuştun Salih. Sus sus çenen yorulacak.' diye sataşırdı bana. Ne yaparsam yapayım hep dibimde bitti. Bazen onu Sinan'ın görevlendirdiği bir ajan olduğunu bile düşünürdüm. Bir insanın neden diğeri mesafeli durduğu halde diğeriyle arkadaş olmaya çalıştığını anlayamadım. Böyle bir şeye ihtiyacı yoktu ki. Fetih tüm akademiyi bir şekilde tanırdı. Birinci sınıfların hepsi 'Devrem.' diye selamlaşırdı onunla. Okulun popüleri ve siliği gibiydik. Çenebaz ve suskunu. Çok zıttık. Buna rağmen takıldı peşime."


Katili olacağımı bilmeden...


Gözünden düşen bir damla yaşla başını önüne eğen Ege titrek bir nefes alarak devam etti.


"Bir gün bıkkın bir şekilde 'Oğlum sen niye rahat bırakmıyorsun beni?' diye sordum. Baktı baktı ve 'O gün o ankesörlü telefon elinde bağıra çağıra yere düştüğünde ben de o telefon kuyruğundaydım. Koştura koştura bu binadan çıktığında 'Sonu ölüm olmaz umarım.' diye düşünmüştüm. Kor'la birlikte hastaneye eşlikçi gelen askeri tanıyorum, seni çatıdan topladıklarını söyledi. Üst devrelerden biri kahırla 'Gelmez o bir daha buraya.' demişti. Diğerleri de onu onaylamıştı. Ben de öyle düşünüyordum. Fakat sen 1 ay sonra bu kapıdan içeri girdim. Dört elle derslere sarıldığında 'Bu adamdaki vatan aşkı çok başka.' diyerek sana hayran kalmıştım. Savaşın ortasına gittiğimde sırtımı senin gibi bir vatan aşığına yaslamak istiyorum kardeşim. Şehitlikten korkmayan, hakkıyla vatanını koruyan birine. Bu yüzden bana alışsan iyi olur. Son nefesime kadar peşini bırakmayacağım çünkü.' dedi. Keşke bıraksaydı. Düşündüğü gibi koruyamadım onu..."


Gözlerinden yaşlar düşmeye başlayan Ege dudaklarını birbirine bastırarak hıçkırığını tutmaya çalıştı.


Kocasının bu halini gören kadın adamın gözyaşlarını sildikten sonra sıkıca sarıldı.


"Şşşt. Tamam bir şey yok Ege'm. Sen elinden geleni yaptın. Senin suçun değildi." diye teselli veren kadın her şeyden bihaberdi.


Aldığı gül kokusunun etkisiyle hıçkırarak ağlamaya başlayan Ege başını iki yana salladı.


"Benim suçumdu."


"Değildi E..."


"Melek... Fetih'i ben öldürdüm."


Adamın cümlesiyle donakaldığını hisseden Melek suçlama hissiyle kurulan bir mecaz olduğunu düşünerek geri çekildi.


"Öyle deme." derken kızarık elalardaki kahırı gördüğünde kalbinin sıkıştığın hissetti.


"Kimin yasını tuttuğumu hep merak etmiştin ya... Koskoca adam olarak neden küçük bir çocuk gibi hıçkırıklara boğulduğumu. Nedeni buydu."


"Anlayamıyorum." diye mırıldanan Melek yalan söylemişti.


Anlamaya başlamıştı.


Ben öldürdüm cümlesini mecaz olmadığını anlamaya başlamıştı...


Bitkin bir nefes alan Ege kısık bir sesle konuştu.


"Aralarına sızdıktan bir süre sonra beni mağaraya götürdüler. Arkadaşlarımı bulmak için çıktığım görevin amacına ulaşmıştım, arkadaşlarım karşımdaydı fakat kardeşim yaralıydı. Fetih'in yaralı olduğunu sindiremezken Newroz iti silahı uzattı, canım olan arkadaşımı işaret ederek 'Vur!' dedi." diyen Ege sağ elini havaya kaldırdı.


"Vurdum... Defalarca kez kesip atmak istediğim ama sana dokunduğum için kıyamadığım, Berceste'm tuttu diye nefret edemediğim bu parmağımla o tetiği çektim."


Gözyaşları yanaklarından süzülen Melek ne demesi gerektiğini bilemezken Ege çatallı bir sesle devam etti.


"En yakın arkadaşımı kendi ellerimle öldürdüm. Bana sırtını yaslayan devremin kalbine kurşunu ben sıktım, başkası değil. Son nefesine kadar yanımda olacağını söyleyen kardeşimin nefesini ben sonlandırdım. Korumayı geçtim, bizzat ben öldürdüm."


"Orada mı..." diye cümleye başlayan Melek soramayarak sustu.


"Hayır. Sonrasında çok kısa bir diyaloğumuz olabildi." diyen adam kardeşini kendi elleriyle gömdüğü o günü anlatmaya başladı.


Meleğinin sandığı gibi suçlayıcı davranmadığını gördüğündeyse ölüm günlerini anlatmaya geçmişti.


Karısını boşamak zorunda kaldığı o günde söyledikleri için defalarca kez sevdiğinden özür dileyen adam sonunda Dara'yı yakalatıp Newroz tarafından mağaraya hapsedildiği yere geldi.


Hikayesinin en can alıcı bölümüne...


"... Bir şeyler karıştırdığına emin olduğum it günler sonra mağaraya geldi. Peşinde kafasına çuval geçirilmiş bir adam." diyen Salih Ege başını öne eğerek sustu.


Kaşlarını çatan Melek onun bu tepkisine anlam veremeyerek sordu.


"Kimdi ki?"


Adam gözlerini kapatıp sessiz kalırken onun bu halini inceleyen kadın neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.


"Ege'm?" diyerek adamın çenesini havaya kaldıran Melek kapalı gözlerden akan yaşları gördüğünde korkuyla nefes aldı.


Kim olabilirdi? Kim?


Aklında bir isim belirirken bunun asla olamayacağını düşünen Melek "Kim?" diye tekrardan sordu.


Soruyu duyan Ege'nin bedeninden bir titreme geçmişti.


"Gözlerini açar mısın Salih Ege Aslan?"


Kadına itaat etmek istemeyen adam "Lütfen?" diye yalvaran Meleğini duyduğunda dayanamayarak gözlerini açtı.


Ela gözlerdeki çaresizlik ve korku Melek'in inkar edemeyeceği kadar fazlaydı.


"A... A-Amcam mı?"


Gözlerini kaçıran Ege aldığı titrek nefesle başını aşağı yukarı salladı.


Kocasına bakan Melek aklına gelen onlarca soruyu susturdu.


'Amcamı gördüğünü neden hiç söylemedin?'


'Amcamın orada ne işi vardı?'


'Amcam şimdi nerede?'


Gözlerinden uzaklaşan adamı cesaretlendirmek isteyen Melek kendini de şaşırtarak sakin bir sesle sordu.


"Sonra... Sonra ne oldu?"


Karısının yaklaşımı karşısında amcasının o gün son günü olduğunu anlamadı mı düşüncesiyle kahvelere dönen Ege, oradaki acıyı gördüğünde kadının fark ettiğini fakat buna rağmen devam ettiğinden emin olmuştu.


Melek amcasının o gün öldüğünü anlamıştı.


Söyleyeceği şeyden sonra 'Nasıl?'ını da anlayacaktı.


'Anlamasın...' diye düşündü acıyla.


Anlamasın.


"Ege'm?"


Devam etmediği her an kadını yıprattığını bildiği için zorlukla konuştu.


"Ona bir şey yaparsan seni öldürürüm.' diyerek o p*çin yakalarına yapıştım. Sakin olmamı söyledi. 'Ona bir şey yapmaya niyetim yok.' dedi."


Melek'in dudaklarında acı bir tebessüm belirdi.


O mağaraya giren kişinin sağ çıkamayacağını kendisi bile biliyordu.


"Devam etti... 'Çünkü sen yapacaksın."


Gözleri kocaman açılan Melek dudaklarını araladıktan sonra tekrardan kapattı.


Gözlerini ellerine çeviren Ege hızlı hızlı konuşmaya başladı.


"İki adam kollarımdan yakaladı. Kurtulmaya çalışırken elindeki kayıt cihazını açtı. Mağarada senin kahkahan yankılandı. Dondum, dondum kaldım. Gülerek 'Yeter pekmez ağacı çıkacak içimden.' diye anneme sitem ediyordun. Çok özlemiştim kahkahanın, sesini. Bozguna uğradığımı anlayarak o ite baktım. 'Ne zaman?' soruma dün cevabını verdi. Bir teröriste teslim olduğumun nefretiyle 'Ne istiyorsun?' diye sordum. Evlendiğini öğrendiğim an o andı. Böbürlenen o itten öğrenmiştim. Bana evli olduğunu buna rağmen yine de seni korumak isteyip istemediğimi sordu. Evlenmiş olman sana olan sevgimi değiştirmezdi ki. Meleğimi koruma isteğimin, Gül'üm gülsün diye yapacaklarımın sınırı yoktu. Tekrar sordum istediğini, birkaç münakaşa ettik. Sonra... Sonra o cümleyi kurdu."


Odayı sessizlik kaplarken adım atma sırasının kendinde olduğunu fark eden Melek neredeyse duyulmayacak bir şekilde fısıldadı.


"Ne dedi? Ne istedi?"


Gözlerini kapatan Ege kadının elini sıkarken mırıldandı.


"Emmi'yi vurmamı.' İnkar ettim. Bağırdım, çağırdım. Ona saldırdığımda bana bir tomar resim fırlattı. Resimler yere düşerken havadaki elim de düşmüştü yere. Önce sana hiç giydiremediğim beyazların içindeki düğün fotoğraflarını gördüm. Sonra da o resmi. Bankın oradaki resmin. Şiş karnını gördüğüm an çaresizliğime çaresizlik eklendi. Ben daha toparlanamamışken bir video açtı. Sen vardın, senin sesin, senin gülüşün. Kadir ile beraber bebek alışverişindeydiniz. 'Kızım' diyordunuz"


Dudaklarının arasından bir inleme dökülen Ege öfkeyle devam etti.


"Yalvardım. Ülkemi katletmeye yeminli o o*ospu çocuğuna yalvardım. O kadar çok yalvardım ki hem de... O an ne bir Türk askeriydim ne de bir Türk vatandaşı. Sadece insandım. Bir kayıp daha vermemek için her şeyi yapabilecek yaralı bir insan..."


Ege'sinin kahveleriyle buluşmayan elalarından hikayenin sonunu anlayan Melek hissettiği inkarla başını iki yana salladı.


Bu olamazdı. Her şey olabilirdi ama bu...


Hıçkırmamak için dudaklarını birbirine bastıran kadın beyhude bir umutla fısıldadı.


"Sonra ne oldu?"


Belki de düşündüğü gibi olmamıştı.


Belki de olaylar düşündüğü şekilde yaşanmamıştı.


Meleğinin fısıltısındaki umut kırıntılarını duyan Ege o malum sonucu söylememek için yok olmak istedi.


Karısı bu hissini anlamışçasına elini sıktığında titrek bir nefes aldı. 'Yok olup gitmek' artık seçeneklerinin arasında yoktu.


Bu saatten sonra birisi gidecekse eğer o Ege değil, Melek olacaktı.


"Sonra... Sonra an-annemin sesi yankılandı mağarada. Onu, onun sesini duyduğum anda yere oturarak hıçkırıklarla ağlamak istedim. Ona ilk anne dediğim gün dağılmıştım biliyorsun. Ailemin, annemin özlemi öylesine çarpmıştı ki kıpkırmızı kesilmişti elalarım. O gün bana sımsıkı sarılmış 'Ben varım artık. Hissettiğin acı hep seninle kalacak belki ama zamanla geçecek. Günün birinde bu kadar ağır gelmeyecek, geçecek oğlum.' demişti. O an ona o kadar çok ihtiyacım vardı ki... Bana sarılıp 'Geçecek.' demesine öylesine ihtiyacım vardı ki. Sanki bir kere sarılsa her şey geride kalacak ve bu kabus bitecekti. Bunun imkansız bir dilek olduğunu bilerek Emmi'ye çevirdim bakışlarımı. Newroz'un istediğini kesinlikle yapamazdım. Birinin beni acilen o cehennemden çıkarması lazımdı yoksa delirecektim. Bir şekilde bir kaçış yolu bulmalıydım. Bulmalıydım ama o it her tarafı öylesine sarmıştı ki, elimi kolumu öyle bir bağlamıştı ki hiçbir şey yapamıyordum."


Gözlerinden yaşlar düşen adam titrek bir nefes aldıktan sonra birleşmiş ellerine baktı.


"O p*ç 'Yetmedi mi? Tek bir adamı vurmamak için onlarca kişinin ölümüne göz mü yumacaksın? Sen sırf vicdan azabı çekme diye, onlar ölecek mi yani?' diye saçmalamaya devam etti. Yaşadığım an, bana dayatılan şey o kadar gerçek dışı geliyordu ki hissizleşmiştim. Ben ona boş gözlerle bakarken beni nasıl harekete geçireceğini çok iyi bilen o haysiyetsiz it yerdeki resimlerinden birini aldı."


Sesinden büyük bir hiddet akan Ege öfkeli gözlerini sevdiği kadına çevirdi.


"Çıldırdım. Resmine dahi gözü değmesin istiyordum. Ben o sana zarar vermesin diye senden bile geçmişken resmine dokunmasın istedim. Hislerimin farkındalığıyla yavşakça güldü. 'Fotoğrafına bile dokunmamı kaldıramıyorsun ama bebeğinin ölümüne göz yumacaksın ha? Niye bu kadar nazlanma Salih? Eninde sonunda isteğimi kabul edeceksin.' dedi. Etmeyecektim, kabul edemezdim. Bir yolu olmalıydı. Mutlaka bir yolu olmalıydı ve ben o yolu bulacaktım. Bulacaktım. Bulmalıydım."


O günde kaybolan adamın çaresiz inkarı, Melek'in bütün inkarlarının tükenmesine neden olmuştu. Gözyaşları yüzünde donan kadın bu hayattaki tek sevdasına bakarken ruhunun buz kestiğini hissetti.


Bulamamamıştı.... Salih Ege Aslan o yolu bulamamıştı.


Anlattıklarına kendisini kaptıran adam, Meleğinin yüzündeki değişikliği fark etmeyerek devam etti.


"Yüzündeki iğrenç sırıtışla 'Hızlandırayım mı kabulünü?' diye sordu. Daha ne yapacaksın diye bağırdığımı hatırlıyorum. 'Tüm sevdiklerimle beni tehdit ediyordu zaten daha ne yapabilirdi ki? Bir şey yapamaz.' diye düşünmüştüm. Yapabilirmiş. Bana... Bana dedi ki..."


Devam etmek istemeyen Ege elindeki eli sıkarak gözlerini kapattı. Geldiği bu noktada hikayesi bitene kadar Melek'e bakmamaya karar vermişti. Onun gözlerindeki şok dolu ifadeyi görmeyi kaldıramazdı.


Kendine verdiği bu sözün kararlılığındaki adam zorlukla konuşmaya devam etti.


"Bana dedi ki 'Ya o bebek sendense?"


Ege'nin gözyaşları peşi sıra düşerken Melek kuruyan gözyaşlarıyla adama baktı.


O Newroz denen it Ege'yi kızlarıyla tehdit etmişti.


En değerlileriyle..


Bütün vücudu titremeye başlayan adam inkar edercesine başını iki yana salladı.


"Tüm dünyam karardı. Yer altımdan kaydı bir yarık açıldı ve o dipsiz karanlığa düştüm. Dakikalardır inkar ettiğim şeyi sesli olarak yüzüme vurmuştu. O karanlıkta tutunacak tek şeye çevirdim bakışlarımı. Elimde tuttuğum resmine... O resimdi. Hamile olduğunu öğrendiğim, yıllardır yanımdan ayırmayarak senden bana kalmasına izin verdiğim o resimdi. Newroz bir şeyler diyordu ama duymuyordum. Sürekli aklımda aynı soru dolaşıyordu. 'Ya babası bensem?'. Biliyordum aslında biliyor musun? Yani babasının ben olduğum su götürmez bir gerçekti. Bana ihanet etmeyeceğini biliyordum. Hele de o kadar kısa bir süre içerisinde bunun olması imkansızdı. Ama kabul edemezdim. Bulunduğum konumun sonu belliyken bunu kabul edemezdim. Seni boşamışken sana geri dönemez, yapacaklarımdan sonra o küçük kızın yüzüne bakamazdım. Bu yüzden yerde olan bakışlarımı sakince resimlerine çevirdim. O an benim sana hiç giydiremediğim gelinliği başkası için giydiğine inandığım andı. Bana verdiğin sözü tuttuğunu ve benden bu şekilde intikam aldığını varsaydım. Aşık tarafım bunu yaptı, bir daha sana helaliyle dokunamayacağımı bilen dindar tarafım bu yalanı sorgusuz kabullendi. Ama... Ama baba tarafımı ikna etmem bu kadar kolay olmadı. Hele de delicesine bir kız çocuğuna sahip olmak isteyen o babayı. O inanmadı sevdamın kendini korumak için sıktığı o yalana. Sonra... Sonra Newroz yeni seçeneğini sundu."


Sesini kaybeden adam devamını anlatmak istemediği için yanağının içini ısırırken; gözyaşları yüzünden sakalları sırılsıklam kesilen adama bakan Melek, elini uzatarak gözünden akan yaşları tek tek silmek istedi.


İstedi, ancak yapamadı.


Sona geldiği hissedilen hikayenin o malum sonunu duyması gerekiyordu.


Aradan geçen saniyelere rağmen Ege konuşmaya başlamayınca Melek araya girdi.


"Yeni seçenek neydi?" diye soran kadının sesi buz gibi çıkmıştı.


Sesinin bu kadar duygudan yoksun çıkmasını ne kadının kendisi bekliyordu ne de adam.


Tüm tüyleri diken diken olan Salih Ege, Meleğini tekrar kazanamadan kaybettiğini hissetti.


Garip bir şekilde bu seferki kaybı tüm kayıplarından daha ağır geldi.


Tam kavuştum huzuruyla nefes almaya başlamışken, öldürülmüştü.


"Yeni seçenek neydi diye sordum Salih."


Hitap kapalı olan gözlerini açtırırken birleşmiş ellerine bakan Ege acıyla gülümsedi.


Bu ânı unutmamalıydı. Son kez Gül Kokulusunun elini tuttuğu andı bu an.


Melek'e istediği cevabı verdiğinde onu kaybedecek, elleri boş kalacaktı.


Kadının aldığı sesli nefesi duyan Salih Ege bu işi tek seferde bitirmeye karar verdi.


"Baban mı, kızın mı?' diye sordu."


"Sen ne yaptın?"


Ege, yüzüne bakmadığı kadının soğuk çıkan sesine o kadar odaklanmıştı ki sorunun gereksizliğini fark edemedi bile.


İstenilen şey çok basitmişçesine "Benden istediğini yaptım." diyen adam yanağında patlayacak tokata hazırladı kendini.


"Anlatacağını söylemiştin. Şu an yaptığın anlatma değil farkında mısın?"


Kadının suçlayıcı eleştirisi karşısında iyice karamsarlığa gömülen Ege acı bir şekilde güldü.


"Ne istiyorsun benden Melek?"


Adamın isyan dolu cümlesini duyan Melek boştaki eliyle kocasına uzanmak üzereyken zar zor kendini durdurdu.


Şu an ona dokunmak istemiyordu...


Kucağında oturduğu adamın hareketlenmesini hissetmesine rağmen tepki vermemesi karşısında derin bir nefes alan kadın isteğini dile getirdi.


"Bana bakmanı."


Söylenen yumuşak cümleyi beklemeyen Ege yaşadığı gafletle kendine verdiği bakmama sözünü bozarak karısına bakmıştı.


Kızarık kahvelerle göz göze geldiği an dudaklarının arasından bir inleme döküldü.


O gözlerde tek bir suçlama bile yoktu...


"O içindeki karanlığı sadece bana bakarak susturabiliyordun unuttun mu?" diye soran kadının sesi az öncekinin aksine sıcacık çıkmıştı.


Kadının gösterdiği şefkat karşısında yeniden gözleri dolan Ege, Meleğinin olayı tam olarak kavrayamadığını düşündü.


Anlasaydı, böyle bakmazdı.


"Şimdi bana o seçimi ilk duyduğunda ne hissettiğini ve sonrasında yaşananları anlatabilirsin." diyen kadının sesi oldukça sakin çıkmıştı.


Onun ağlamayı bırakmış hali karşısında kafası karışan Ege başını iki yana salladı.


"Sen... Sen neler olduğunu anlamadın mı?"


"Anlatmadın ki anlayayım. Kaldığın yerden devam etmeni istiyorum o yüzden." diyen Melek ruhunda hissettiği çalkantıyı gizlemek için boştaki elini yumruk yaptı.


Sabah mektubu vermek için kızının yanına uğrayan Melek ondan yalnızca eldiven ve atkı almamıştı.


~


Elindeki mektuba bakan Hilal aklına gelen şeyle mektubu masaya bırakarak hızla koridora çıktı.


"ANNE!"


Kızının sesini duyan Melek duraksayarak ona dönerken Hilal de seri adımlarla annesinin yanına varmıştı.


"Ne oldu?"


"Senden bir şey isteyeceğim."


"Ne isteyeceksin?" diye temkinli bir şekilde soran Melek'in aklından çeşitli ihtimaller geçiyordu.


Hilal ise hiç beklemediği bir cümle kurdu.


"Babam geldiğinde her şeyi anlatmasını sağla tamam mı?"


Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştıran Melek istemsizce güldü.


"Ben günlerdir bunun için çabalıyorum ya zaten. Tek istediğim bu. Hem gelip gelmeyeceği bile..."


"Gelecek! Biraz zor da olsa kesinlikle gelecek. Bundan eminim ama emin olmam gereken bir şey daha var. Söz ver anne. Anlattır ona. Her şeyi anlattır. Her şeyi."


"Anlamıyorum Hilal. Ben zaten bana her şeyi anlatması şartıyla onu kabul edeceğim. Yani... Eğer gelecekse anlatma şartıyla gelecek." dedi Melek kesin bir sesle.


"Öyle ama sonu öyle olmayacak. Bir yere gelecek ve anlatmayı bırakacak." diyen Hilal haksız olmayı deliler gibi istese de bunun yaşanacağından emindi.


Annesinin tereddütlü bakışlarını gördüğünde onu korkutmamak için açıklama yapmaya başladı.


"Senin sonucu anladığın o an, babam anlatmayı bırakacak anne. Söyleyemeyecek çünkü, söyleyemez çünkü. Çok ağır geliyor, bu yüzden de karşısında sen varken sesli itiraf edemeyecek. Yaşananların başını anlatıp sonunu senin bağlamanı bekleyecek. Çünkü hikayesinin bir yerinde sonucu görüyor insan. Yani sen olayı anlayıp ona tepkini verdiğinde babam yine kaçmış olacak. Sen o psikolojiyle bunu fark etmeyeceksin o da öğrendin diye tekrardan sana açıklamasını yapmayacak. Anne eğer babamın gerçekten iyileşmesini istiyorsan söylettir ona. O gerçeği de söylettir, o anda neler hissettiğini de anlattır. Eminim ki sona yaklaştıkça kelimelerini de azaltacak bakışlarını da. Sakarya'da ben de benzerini yaşadım ama oğlunun sevgilisi olarak kendisini yakın hissettiğinden gönüllü bir şekilde hikayesini anlattığından çok müdahale etmek istememiştim. Gerçekleri öğrendiğimdeyse kızı olarak bu konuyu onunla konuşmak istediğimi söyledim. Fakat konuşturmadı. Oğlunun sevgilisi Hilal ile az da olsa konuşmuştu ama Berceste'si olduğumu öğrendiğinden beri susuyor anne. Ben onunla konuşamıyorum, Burak'a sordum ona da sadece durum bildirisi yaparak anlatmış olayı, Sinan Dayım zaten ondan konuyla alakalı tek kelime duymamış. Yani anne... Senin ona anlattırman lazım. Senden bunu istediğim için gerçekten özür dilerim ama babamın hissettiği suçluluktan kurtulup kabuslarının şiddetinden kurtulması için bunu senin yapman lazım."


Kızının söyledikleri karşısında kaşları çatılan Melek soru dolu gözlerle ona baktı.


"Tamam da ben bunu nasıl yapacağım kızım? Yani... Ona mektup yazdım zaten. Gelirse anlatacaktır."


Annesine bakan Hilal hüzünle tebessüm etti.


"İşte o, o kadar basit değil anneciğim. İnsan kaçtığı bir şeyi o kadar kolay söyleyemiyor. Hele de yıllardır bu konuda dudaklarını mühürlediyse."


Acı bir şekilde gülen Melek yorgun bir şekilde başını aşağı yukarı salladı.


"Biliyorum. Günlerdir bunun işkencesini yaşıyorum ya."


Bu durumun böyle olmayacağını anlayan Hilal annesinin ellerini tutarak gözlerinin içine baktı.


"Beni anlamıyorsun anne. Şu anki durumunuzu bir kenara bırak ve sadece beni dinle lütfen. Şimdi söyleyeceklerim sana saçma ya da anlamsız gelebilir ama zamanı geldiğinde dediklerimi uygulamaya çalış olur mu? Bak bu çok önemli. Gerçekten çok çok önemli."


Gözlerini kırpıştıran Melek hiçbir şey anlamasa da başını aşağı yukarı salladı. Birkaç saniye neyi nasıl anlatması gerektiğini düşünen Hilal en iyi anlatışın örneklendirme olduğunun bilinciyle konuşmaya başladı.


"Tamam şu şekilde söyleyeyim. Şimdi... Biliyorsun ki Burak geçmişinde çok ağır şeyler yaşadı. Yaşadıklarından sonra da bir daha evine gidemedi. Sakarya'ya gittiğimizde onu zorla evine götürttüm ben. Hani bildiğin zorla. Onu kendimle tehdit ettim, ayrılmakla tehdit ettim."


Kaşları şaşkınlıkla havaya kalkan Melek hayretle kızına baktı.


"Sen?"


Annesinin inanamaz bakışları karşısında hafifçe gülen Hilal başıyla onayladıktan sonra yanlarındaki bankı işaret etti.


"Evet ben. Şöyle oturalım mı?


Spontane gelişen bu konuşmayı beklemeyen Melek yorgun hissetse de kızı önemli diye ısrar ettiği için Hilal'e ayak uydurdu.


"Bizim olay çok daha farklı. Benim Burak'ın yaşadıklarıyla hiçbir bağlantım yok ayrıca zaten Sakarya'ya gittiğimizde Burak bana bir şeyler anlatmaya alışmıştı. Yani bizdeki sıkıntı anlatmaktan ziyade olay mahallinde anlatmaktı."


"Bunun için de Burak'ı kendinle tehdit ettin yani öyle mi? Ama boş bir tehdit değil miydi bu?"


Düşünceli gözlerini annesinin kahvelerinde gezdiren Hilal hafifçe başını iki yana salladı.


"Boş ama bir o kadar da doluydu."


"Bunu nasıl söyleyebilirsin? Ayrılığı bu kadar kolay bir şey mi zannediyorsun? Karşında ömrünün yarısını sevdiği adama hasret yaşamış bir kadın var kızım. O hasretliği bilseydin bu tehdidinden utanırdın."


Annesinin ciddi gözlerindeki kınamayı gören genç kız sert kaçağını bilse de düşüncelerini süzgeçsiz dile getirdi.


"Şimdi de anlatılmayanlar yüzünden yanında olmasına rağmen ona hasretsin."


Annesinin aldığı keskin nefesi gören Hilal özür dilercesine tebessüm etti.


"Senin karşında da anlatmanın önemini herkesten daha iyi bilen bir psikolog var anne. Amerika'da vaka örnekleri sırasında dikkatimi bir şey çekerdi. Parçalanmış Aileler boşanma sonrası genelde daha mutlu oluyorlar. Çoğu bir yerden sonra kendi hayatlarını kurup devam edebiliyor, yeni hayatına daha hızlı adapte oluyor. Ama bu boşanma/dağılma travma, doğal afet veya kayıp gibi istemsiz durumlar nedeniyle olduğunda mutluluktan ziyade acıyla karşılaşıyorduk. Onlar çoğunlukla sevmedikleri, anlaşamadıkları için değil de konuşamadıkları için, iletişim kopukluğundan dolayı ayrılıyorlardı çünkü. Süpervizyon* danışmanlarımdan biri İletişim konusunda uzmanlaşmıştı. Sürekli olarak insan ilişkilerindeki iletişimin değerinden bahseder, anlatmanın-konuşmanın önemini vurgulardı. Gelen danışmanımızda 'Kaçınma' davranışı varsa bu konuda daha bir hassas yaklaşıp gerçekleri ona göstermemiz gerektiğinden bahsederdi."


[*Süpervizyon, psikoterapi ve psikolojik danışmanlık süreçlerinde görece daha az deneyimli bir terapist ya da danışmanın, takip ettiği vakalar, uyguladığı müdahaleler ve aynı zamanda yürütmekte olduğu terapi sürecine entegre olan kendi duygularına ilişkin daha deneyimli bir meslektaşından danışmanlık alma sürecidir.]


Birkaç saniye kızının söylediklerini tartan Melek vardığı sonucu paylaştı.


"Yani diyorsun ki ne yap et bir şekilde yaşadıklarını anlattır. Peki bu nasıl olacak? Ben o mektupta onu zaten tehdit ettim Hilal. Geldiğinde,ki eğer gelirse, sırf anlatsın diye bir de yüzüne karşı bunu yapamam."


"Yapma zaten. Bizim hikayemiz farklı, sizinki farklı. Ben sadece ne kadar kararlı olduğumu gör diye kendimden örnek verdim. Anlatmaya başladığında durmasına izin verme anne. Her şeyden önce... Gözlerini senden kaçırmasına izin verme." diye mırıldanan Hilal'in sesi kırgın çıkmıştı.


Babasının annesinin yüzüne bakamayacağını herkesten daha iyi biliyordu...


"Peki diyelim dediğini yaptım bu işe yarayacak mı? Hem... Bir olay mahalline gitmekten bahsettin. Benim de mi bunu yapmam gerekiyor?"


Annesinin masum bir sesle sorduğu sorusu karşısında içten bir şekilde gülümseyen Hilal başını iki yana salladı.


"Yok. Burak'ın durumda olayın yaşandığı yer önemli bir etkendi. Sevdiği, anıları olan bir yer. Benim bunu yapma sebebim de Burak'ın evine karşı olan önyargısını yıkmak, gerçekleri hatırlatarak eviyle barıştırmaktı. Sizde durum farklı. Babamı barıştırman gereken şey olay mahalli değil."


"Peki ne?"


Yutkunan Hilal güç almak istercesine annesinin elini tuttuktan sonra sessizce fısıldadı.


"Kendisi. En başta kendisi."


Ağladığı için ağrıyan başı anlamadığı tüm bu şeylerle artan Melek iç geçirdi.


"Tamam da ben bunu nasıl yapacağım? Kendisini affetmesi için ne yapmam gerekiyor?"


Onu affetmen...


Soruyu içinden cevaplayan Hilal söylediği her kelimenin yönerge olarak algılanacağını bildiği için sessiz kaldı. Annesinin öyle olması gerektiği için değil gerçekten hissettiği için babasını affetmesi gerekiyordu. Aksi halde mimik incelemede uzman olan Salih Ege Aslan bu zorlama affetmeyi anlardı.


"Hilal'im canım bitanem. İyi değilim ve sözlerini gerçekten anlayamıyorum kızım. Sessizce bakmak yerine ne yapmam gerektiğini söyler misin?"


"Söyleyemem."


"Nasıl söyleyemezsin?" diyen Melek isyan dolu bir nefes aldı.


"Anneciğim ben buraya bu konuda şunu yap bu konuda bunu yap demeye gelmedim. Senden istediğim tek şey gerçeği anladığında babamı susturmaman. 'Ben anladım zaten devam etme.' diyerek ona şefkat göstermemen. Ya da tam tersi. Eğer olumsuz bir tepki vereceksen de kastedileni anladığında değil, babam anlatmayı bitirdiğinde ver. Eğer susturursan sonrasında daha fazla acı çekersiniz. İnan bana. Çözdük zannedersiniz ama her seferinde önünüze engel olarak çıkar, ayağınıza dolanır. Her seferinde daha sert bir şekilde düşersiniz, kırılırsınız. Aynı şekilde babam kelimelerini, hislerini içinde tuttuğu için yine aynı sertiyle kabuslar görmeye devam eder. Yani değişen tek şey senin olayı öğrenmen olur. Hani hep diyorsun ya 'Ben olayı ondan öğreneceğim. Başka kimseden değil.' diye... Bu öğrenmenin gerçek bir öğrenme olması gerekiyor. Sonuna kadar tek tek yaşadıklarını anlatması gerekiyor. Yani aslında benim istediğim şey senin de istediğin şey. Ve bunun gerçekleşmesi için tepkini biraz ertelemen gerekiyor. Sen, olumlu ya da olumsuz fark etmez, anladığına dair bir tepki verirsen babam anlatmayı bırakır. Anlatması için onu teşvik etmen lazım."


Elini ağrıyan başına götüren Melek aklında beliren yeni soruları sordu.


"Anlasam da anlamamazlıktan geleceğim yani öyle mi? Peki... Bunu yaparsam yani anlattırırsam kabuslarından kurtulur mu?"


"İşte bu... Benim de cevaplamayacağım bir soru." diyen Hilal'in sesi biraz umutsuz çıkmıştı. Bunu fark eden Melek biraz çekingen bir şekilde mırıldandı.


"Sakarya'da anlatmasına rağmen Burak hâlâ kabus görüyor mu?"


Derin bir nefes alan Hilal bu soruya nasıl cevap vereceğini bilemedi.


"Görüyor ama... Görmüyor da gibi."


"Bu ne demek?"


"Sakarya'dan birkaç gün sonra bana kabuslarının biraz değiştiğini söylemişti."


"Nasıl değişmiş?" diye sordu Melek ilgili bir sesle.


"Önce normal başlamış sonra ise... Burak benimle tanıştıktan sonra kabuslarında bazı değişikler olmaya başlamıştı zaten. Yaşanmayan birtakım olumsuz olayları görüyordu. Bizimle ilgili." diye mırıldanan Hilal annesinin yorum yapmadan dinlemesi karşısında devam etti.


"Yine ben girmişim kabusuna ama bu sefer olumsuz şekilde değil de Sakarya'daki halimizi görmüş. Yani aslında gerçekte olanlara kaymış kabusu. Ama olumlu bir halde. Kabus olarak başlasa da kabus şeklinde bitmemesi Burak için çok büyük bir gelişmeydi. Sonrasında yine farklı şekillerde olumlu olarak girmişim kabuslarına. Yani yapmak istediğimi başarmışım. Yaptığımız Anı Güncellemesi işe yaramış."


"Anı Güncellemesi." diye tekrarlayan Melek gülümseyerek devam etti.


"Seviyorum bu tabirinizi."


"Biz de seviyoruz. Birçok olumsuz ânın kurtarıcısı oldu. Telifinin bizde olması şartıyla size de verebiliriz bence."


Hilal'in mutlu cümlesini duyan Melek buruk bir şekilde gülümsedi.


"Tabii baban gelirse..."


"Gelecek anne. Ben mutlaka gelmesini sağlayacağım. Geldiğinde dediklerimi unutma." diyen Hilal kalkmaya hazırlandı.


Kızının konuşmayı bitirdiğini anlayan Melek telaşla kolunu tuttu.


"Dur dur. Şu bahsettiğin Anı Güncellemesi... Ne yapabilirim? Hiç yardımcı olamaz mısın? Olayın ne olduğunu bile bilmezken geçmişteki kötü anısının üzerine geçecek nasıl bir anı oluşturabilirim ki?"


Annesinin yardım isteyen gözlerine bakan Hilal hüzünlü bir şekilde başını iki yana salladı.


"Bunu ben bilemem anne. Sizi ayrı ayrı tanıyorum ama bir çift olarak tanımıyorum. Aranızdaki ilişkinin nasıl olduğunu, neyin sizin için şifa olacağını ben bilemem. Bunu yalnızca ikiniz bilebilirsiniz."


Omuzları düşen Melek umutsuz bir nefes aldı. Sorularını azaltacağını düşündüğü bu konuşma çözmesi gereken yeni sorular eklemişti.


Yardım edememenin burukluğundaki Hilal yapabileceği tek yardımı yaptı.


"Sizin durumunuz normale göre çok farklı. Anormal durumların anormal çözümler getirdiğini düşünürüm. Bu yüzden belki de sizin Anı Güncellemeleriniz gelecekte değil de geçmişte yatıyordur. Düşün anne. Geçmişte Ege'ni nasıl teselli ederdin?"


~


Boğazındaki yumruyu yutkunarak geçiştirmeye çalışan Melek kocasına baktı. Hilal'in ne demek istediğini, niçin çabaladığını anlamıştı. Kızı haklı çıkmıştı.


Ege'si önce onunla göz teması kurmayı kesmişti sonra da kelimelerini azaltmıştı.


Hayatının diğer aşamalarını daha karısı sormadan anlatan adam son yarım saatine kadının 'Devam et Ege'm. Sonra ne oldu?'larıyla devam ediyordu.


Melek pes etmiş olsaydı eğer Ege şu ana kadar binlerce kez susmuştu.


"Ne yapıyorsun Meleğim?" diye fısıldayan adamın sesi çaresiz çıkmıştı.


"Anlat diye uğraşıyorum Teğmenim."


Hitabı duyan Ege kızarık gözlerini kaçırırken ona uzanan Melek adamın çenesine dokunamadan elini aşağı indirdi.


Kadının bu hareketini daha fazla yok sayamayan Ege acı dolu gözlerini karısına çevirdi.


"Bana dokunamıyorsun bile ama anlat mı diyorsun?"


"Sana dokunamamak mı? Kızımı korumak için, beni korumak için diri diri ölmeyi göze alan adama dokunamamak mı? Hareketimden çıkardığın sonuç bu mu?" diye mırıldandı kadın hissettiği sitemle.


"Ne düşünmem gerekiyor ki Melek?"


"Sana dokunursam dağılacağım için dokunamıyorum. Sen anlatmanı bitirmeden dağılamam. Anlat!"


Bedeni tir tir titreyen kadının kahve gözlerine bakan Ege orada gördüğü tepkisizlikle yorgun bir nefes aldı.


"Her ne tepki vereceksen verir misin?"


"Tepkime göre mi anlatacaksın?" diyen Melek ela gözlerdeydi.


"Ben..."


Duraksayan Ege dudaklarını ıslatarak sustu. Onu gören Melek hüsranla iç geçirdi.


"Hilal haklıydı. Senin sonuna kadar anlatmaya niyetin yoktu. Hiçbir zaman olmamıştı. Önce Fetih'i anlattın ki amcamın olayı olduğunda parçaları birleştirerek sonuca gideyim. Sen de yaptığını anlatmak zorunda kalma."


"Yaptığın mı? Bu kadar basit mi? Yaptığın? Ben amcanı..."


Bir anda susan adam dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini yumdu.


Onun gözlerini kapatışına eş olarak Melek elini bırakmıştı.


Ondan giden kadınla elalarından yaşlar akmaya başlayan Ege sakallarının üzerinde karısının parmaklarını hissettiğinde inledi.


"Aç gözlerini Ege'm. Aç ve kaldığın yerden anlatmaya devam et."


"Neden?" diye isyan eden adamın omuzlarında iki ceset vardı.


"Duymak istiyorum, cehennemine ortak olmak istiyorum. Eğer işlediğin bir suçsa ben de senin suç ortağınım. Yapan sensen, nedeni benim."


Meleğinin kurduğu cümleyi duyan Ege gözlerini açarak yalvarırcasına sevdiğine baktı.


"Senin hiçbir suçun yok."


"Peki senin suçun karını ve kızını koruman mıydı?" diye fısıldadı Melek gözyaşları içerisinde.


Titreyen ellerini havaya kaldırarak karısının gözyaşlarını silen Ege uğruna yitmeyi göze aldığı sevdasına hissettiği çaresizlikle baktı.


"Çok ağır geliyor. Fetih zaten yaralıydı diyerek bir şekilde kendimi ikna ediyordum ama bu... Meleğim bu çok ağır geliyor. Şu an bile tetiği çeken sağ elimle sana dokunduğum için vicdanım neler neler diyor bana. Sen kendini suçlarsan o ses artık hiç susmaz."


Titrek bir nefes alan Melek alnını adamın alnına yaslayarak gözyaşları içinde konuştu.


"Sabah mektubu vermeye gittiğimizde kızımız durdurdu beni. Senin sonuna kadar her şeyi anlatmanı istedi. Anlattırmamı istedi. Seni susturmamamı söyledi. 'Eğer susturursan sonrasında daha fazla acı çekersiniz. İnan bana. Çözdük zannedersiniz ama her seferinde önünüze engel olarak çıkar, ayağınıza dolanır. Her seferinde daha sert bir şekilde düşersiniz, kırılırsınız.' dedi. Kızımız bana 'İnan bana.' dedi Ege'm. Senden aldığı ela gözleriyle senden aldığı kararlılıkla gözlerimin içine baktı ve 'İnan bana.' dedi. Yıllar önce de bugün de ela gözlerinle bana 'İnan bana Meleğim.' dediğin her seferinde 'İnanıyorum sana.' diye yanıt vermiştim. Hilal'in senden aldığı ela gözlerine verdiğim yanıt da farklı olmayacak." diyen kadın geri çekilerek ela gözlüsüne baktı.


"Kızımıza inanalım Ege'm olmaz mı? Biz bu konularda pek de birbirimizi koruyamıyoruz ama o bizi koruyacaktır. Yıllarca onun için yaşadık, bugün de onun için anlatalım. Olmaz mı? Bu hikayenin asıl başrolü kendisi olmasına rağmen yıkılmayıp bir de üstüne bizi iyileştirmeye çabalayan Berceste'ne inanalım."


Ağlamaktan gözleri şişen adam usulca başını salladı.


"Berceste'me inanalım." diye fısıldadıktan sonra büyük bir teslimiyetle canından can alan o seçimi anlattı.


"Baban mı kızın mı?' sorusunu duyduğum an gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Sona geldiğimi anlamıştım. Düşünemiyor, hareket edemiyordum. Sanki suyun altındaydım ve iki el de omuzlarımdan bastırarak yukarı çıkmamı engelliyordu. Boğuluyordum, nefes alamıyordum... Tüm bedenim buz kesmiş baş dönmem artmıştı. Seni boşadığım günkü çaresizliğimle eşdeğerdi her şey. Ölüyordum. O güne kadar çok öldüm ama... Hiçbirinde o kadar ölmemiştim ben. Bu düşüncelerdeyken Emmi oldukça kararlı bir şekilde 'Yap!' diye girdi araya. Demese bile yapacaktım ki. Terazinin diğer ucunda küçücük bir can vardı çünkü. Hayatı ellerimde olan küçücük bir can. Tek bir yanlış hareketimde hiç doğamadan karanlık toprağa girecek olan küçücük bir can. Ve o küçük can benim kızımdı... Dedim ya sevdamı kandırdım ama babalığım kanmamıştı."


Düşen gözyaşlarını silen kadına bakan Ege kısık bir sesle hayatının en büyük itiraflarından birini fısıldadı.


"O gün Newroz karşıma kimi çıkarırsa çıkarsın ben hep o küçüğü seçerdim. Sen hariç kimi çıkarırsa çıkarsın... Sinan bile olsaydı fark etmezdi. Ben hep Berceste'mi seçerdim. Yaptığımdan delilercesine pişman olsam da yaptığım için gram pişman değilim. Hele de o ela gözlerle tanıştığım o gün... O cennet kokusunu çektiğimde tek hissettiğim 'Değer.' olmuştu. Ölmeye değer, öldürmeye değer..."


Kocasıyla eşdeğer hıçkırıklarda boğulan Melek ela gözlerin tam içine bakarak fısıldadı.


"O gün karşısındaki ben olsaydım eğer ben de 'Yap!' derdim. Kendimi ve seni öldürme pahasına da olsa yap derdim. Yine aynı şekilde o silahı tutan kişi ben olsaydım eğer ben de tam olarak senin yaptığını yapardım. Karşımdaki amcam olsun, annem olsun..." diyen kadın kıpkırmızı gözleriyle özür dilercesine kocasına baktı


"Sen ol, kendim olayım... Fark etmez. Kızımın dünyaya gelmesi için, büyümesi için, yaşaması için yapamayacağım, harcayamayacağım kimse yok."


Kesinliği şüphe götürmeyen bu itiraf Ege'nin yıllar sonra ilk defa nefes alabilmesini sağlarken Melek sevgiyle kocasının yanağını okşadı.


"Sonra ne oldu?"


Başındaki ağrı artsa da kalbindeki sancı hafifleyen Ege kıpkırmızı elalarıyla devam etti.


"Bana niye düşündüğümü sordu. Ailesine gitmek istediğini söyledi 'Bitir bu hasretliği oğlum. Karıma ve çocuklarıma kavuşayım.' dedi. Bakışlarımı yerdeki fotoğraflarına çevirdim. Hepsinde elin kızımızın üzerindeydi. Onu tüm dünyadan korumak istercesine... 'Tüm dünyadan korumak isterken aşık olduğun adamdan koruyamazsan nasıl hissedersin?' diye düşündüm bir an. O sırada Emmi 'Bana bakar mısın oğlum?' dedi. Öyle bir anda bile dolu dolu oğlum demesini anlayamadım. Kendimi dünyanın en büyük suçunu işlemek üzere olan birisi gibi hissediyordum. Yalan da sayılmazdı hani. Karşımda nefes alan, sapasağlam birinin canını alacaktım. 'Ben bir kez daha sevdiğim birini öldüremem. Olmaz!' diye isyan ettiğimi hatırlıyorum. Ben gözlerine bakarken 'Ben yeğenimin çocuğunun ölmesini istemiyorum. Yeğenimin daha fazla acı çekmesini istemiyorum. Ben yaşamışım yaşayacağımı zaten. Yap şunu. Vur beni!' diye ısrar etti. Hâlâ tereddütte olduğumu görünce 'Ben, senin yüzünden ölmüyorum. Ya da o küçük ufaklık yüzünden. Onu ihbar ettiğim için zaten Newroz beni öldürecekti. Bu yola bunu bilerek çıktım ben.' diye devam etti. O an öyle bir ruh halindeydim ki sadece beni teselli için tüm bunları söylediğini zannediyordum ama şu an sana bakarken, az önce söylediklerini düşündüğümde durumun çok daha farklı olduğunu anladım. Tamamen salt hisleriydi söyledikleri. Evlat kaybetmenin acısını yaşayan bir baba, evladımızı kaybetmeyelim diye çabalıyordu. Anlamamıştım..."


Kocasının teslimiyeti karşısında hafifçe tebessüm eden Melek buruk bir sesle konuştu.


"O da benim için yaşamıştı zaten. Biz nasıl ki Berceste'miz için yaşadıysak o da ben bir babamdan daha olmayayım diye, ailesinin hasretiyle yansa da yaşadı. Yıllarca içten içe hep kendimi suçladım. Önüne engel oldum da vuslatını engelledim diye. Urfa'dan giderken onu son görüşüm olduğunu biliyordum aslında. Veda edercesine sarıldı bana. Veda edercesine öptü kokladı. 'Hep mutlu ol kızım.' diye fısıldadı kulağıma. Baktım sadece ona. Artık mutlu olmam imkansız dercesine. O zaman duasını değiştirdi. 'Bir gün çok mutlu ol ve o mutluluğun da ömür boyu seninle olsun.' dedi. Seni kastediyordu aslında değil mi? Neyi neden yaptığını bilen tek kişi olarak bir gün bizim tekrar bir araya gelmemizi isterdi. Hatta... Son nefesinde bile bunun için dua ettiğine öylesine eminim ki."


Gözyaşları durulan Ege kadının elini alarak parmaklarına bir öpücük bıraktı.


"Amcan öyle bir insandı. Kesin etmiştir."


Kendi yanağında duran adamın elini alarak aynı şekilde öpen Melek usulca tekrarladı.


"Baban öyle bir insandı. Bence de kesin etmiştir."


Melek'inin cümlesiyle istemsizce gülümseyen Ege yıllardır susmayan vicdanı sustuğu halde kızının inancını Meleğinin isteğini yerine getirmek için anlatmaya devam etti.


"Silahı ona doğrulttuğumda 'Özür dilerim baba.' diye fısıldadım. Yumuşacık güldü. 'Özür? Aileme kavuşturacağın için teşekkür etmem gerekiyor. O itin eline kalmadığım için şanslı sayıyorum kendimi.' dedi. Neredeyse birebir Fetih'in cümlelerini kullanmıştı. 'Ben bu filmi yaşadım. Ben bu acıyı yaşadım. Nasıl aynı yerden bir kez daha vurulabilirim?' diye isyan ettim ama nafile bir isyandı. Sonuç belliydi. Sonuç başından belliydi. Emmi mağaraya girdiği an oradan sağ çıkmayacağını biliyordum. Emmi de muhbir olduğundan beri sonunu biliyordu aslında. Her şeyin Vatan için olduğunu söyledi. Bombaları durduğumuzu onun gibi binlerce yaslı aileyi kurtardığımızı söyledi. 'Seçim şansım olsaydı da zaten evde kalp krizinden ölmektense, p*çin birini ihbar ederek ülkemi kurtardığım için şehit olmayı tercih ederdim.' dedi. Bu hayattan ayrılmadan önceki son cümlesiyse 'Vur beni!' oldu. Tekrar özür diledim ondan. Çok üzgün olduğumu söyledim. Yıllarca beni bitiren de bu oldu ya. Çok üzgünüm dediğim halde yine olsa yine aynı kararı verecek kadar ikiyüzlüydüm."


Meleğinin sitem dolu bakışlarını gördüğünde teslimiyetle kabullendi.


"Tamam bu ikiyüzlülük deği. Kabul ediyorum. Bunu kabul etmem gerçekten çok zor oldu ama artık kabul ediyorum. Yaralandı diye delicesine korktuğum Hilal'in kızım olduğunu öğrendiğim an, onu korumak için yapacaklarımın sınırı olmadığını bir kez daha anladım. O korku, o sevgi, o koruma içgüdüsü... Bambaşka. İnsan çocuğunu korumak için gerçekten de her şeyi yaparmış."


"Mesela?"


Melek'in niyetini anlayan Ege aşık olduğu kahvelere baktı.


"Babası saydığı, karısının-sevdiği kadının- amcası olan adamı elindeki silahla tek bir kurşunla vurabilirmiş. Onu öldürdüğü için aylarca sessizliğe gömülse de, yıllarca sırtında bir cesetle yaşasa da... Bir daha aynı pozisyonda kalırsa yine karşısındaki babasını öldürmeyi seçecek kadar çok kızını sevebilirmiş."


Dudaklarında buruk bir gülümseme olan kadın kocasının yanağını okşadı.


"Hani dedin ya bana 'O gün sadece bir insandım.' diye. Yanlış... Sen o gün babaydın Ege'm. Çocuğu için her şeyi yapabilecek, canının canı yanmasın diye bir an bile düşünmeden canını veren bir ebeveyn. Bu yüzden asker olan sana 'Vatanın için kardeşini şehit etmişsin komutanım. Vatan sağ olsun.' dediğim gibi baba olan sana da 'Kızın için babanı şehit etmişsin Ege'm. Kızımız sağ olsun.' demekten başka bir şey yapamam."


Derin bir nefes alan Ege karısının gözlerine minnetle baktı.


"Beni iyileştirecek tek şey bu affedişti. Yüzüne bakabilmemi, utanmadan elini tutabilmemi sağlayacak tek şey bu anlayıştı. Bana bu anlayış dolu affedilişi verdiğin için teşekkür ederim Gül Kokulum." diyen adam kadının alnına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra pişmanlıkla mırıldandı.


"Yıllarca beni anlamazsın diye korktuğumdan gelemediğim için, günlerdir affetmezsin korkusuyla sustuğum için de özür dilerim."


"Teşekkürün de özrün de kabul edilmiştir kocacığım." diye fısıldayan Melek kahverengi gözlerini elalardan ayırmadan adamın dudaklarına yöneldi. Karısı kendini öpmeden önce onu durduran Ege ciddi gözlerle ona baktı.


"Emin misin?"


"Sen niye sürekli benim kararlarımı sorguluyorsun?" diye isyan eden Melek engellendiği için tripliydi.


"Yaşadığın günü ve karmaşalarını düşün Meleğim. Çok şeyi ardı sıra yaşadın. Eğer sonradan..." diyen Ege yüzünü buruşturarak sustu.


"Ne sonradan? Buruşturma yüzünü. Desene 'Eğer sonradan pişman olursan...' diye. De de ben de annemin evine gideyim."


Karısının çıkışı karşısında gülen Ege başını iki yana sallayarak geçmişteki diyaloğunu âna uyarladı.


"Karım beni sevdiği için asla pişman olmaz. Hele ben de ona aynı sevgiyle karşılık verecekken."


Ela gözlerdeki parıltıya bakan Melek zaferle gülümsedi.


"Hilal yine haklı çıktı."


Konunun bir anda Hilal'e gelmesini anlamlandıramayan Ege kaşlarını çattı.


"Neyde haklı çıktı?"


"Senin kabuslarını nasıl engelleyeceğimi sormuştum. O da bana Burak ile yaptıkları Anı Güncellemelerinden bahsetti. Anlattığında bir Anı Güncellemesi yaparsam eğer o kötü anı yerine bu güncellemeyi hatırlardın. Ben ona 'Ne yapabilirim?' diye sorduğumda bana bizim durumumuzun normal olmadığını bu yüzden belki de Anı Güncellemelerimizin gelecekte değil de geçmişte yattığını söyledi. Evimize geldiğimizden beri yaşadıklarımız düşünüldüğünde kesinlikle çok haklı." diyen Melek kocasının gözlerine baktı.


"Bugün kızımız bana 'Geçmişte Ege'ni nasıl teselli ederdin?' diye sordu."


Sonunda taşları yerine oturtan Ege büyük bir farkındalıkla kaşlarını kaldırdı.


"Sen bu yüzden evlenelim dedin."


"Akıllı kızımızın akıllı annesiyim işte." diyen Melek dudaklarındaki yaşanmışlıklarla kocasına fısıldadı.


"Söyle bakalım Ege'm. Ben seni nasıl teselli ederim?"


Sağ elini karısının saçlarına götürerek ensesinde durduran Ege "Dokunarak..." diye mırıldandıktan sonra sol elini kadının beline götürdü.


"Hissederek..."


Derin bir nefes alan adam ciğerlerine dolan gül kokusuyla tebessüm ederken karısına baktı.


Gözleri kendisine sonsuz teslimiyetle bakan kahvelerle buluştuğunda "Severek..." diye fısıldamıştı.


Evlendikleri ilk günden itibaren sevişmek yerine 'Sevmek' kelimesini kullanan kocasına sevgiyle bakan Melek ensesindeki baskıyı hissettiğinde sonraki teselli kelimesini adamla birlikte söyledi.


"Öperek..."


"Öperek."


İkilinin dudaklarında aynı tebessüm belirirken "O kadar özledim ki." diye fısıldayan Ege karısını kendisine doğru çekti.


Kollarını adamın boynuna sararak davete icabet eden Melek kocasından önce onu öpmeye başlamıştı.


Hasretin yoğunluğuyla yavaş başlayan öpüşme ayrı geçen yılların, yaşanan tüm acıların hıncıyla hızlanırken ikisi de bir diğerini yavaşlatmadı.


Ciğerlerinin alamadığı hava yılların nefessizliğine ilaç olurken kollarını adamın boynuna iyice saran Melek dudaklarının arasında bir hıçkırık fırladığını hissetti. Ege'nin gözyaşları bunu bekliyormuşçasına akmaya başlarken ikisi de yıllar önceki o korku dolu güne dönmüşlerdi.


Öpüşmelerine o günkü gibi tuzlu sular bulanırken hangisinin daha şiddetli ağladığını çözemeyen Melek geçmişteki o günün aksine akan gözyaşlarını dert etmedi.


Çünkü bu sefer neden teselli edildiğini bildiği kadar neyi teselli ettiğini de biliyordu.


Kendisinden uzaklaşan kocasının dudaklarından ayrılmasıyla derin bir nefes alan Melek kulağında hayat bulan sesle gülümsedi.


"Seni seviyorum Melek Gökmen... Aslan."


Sevgisinde boğulduğu elalara bakan kadın aynı şekilde karşılık verdi.


"Seni seviyorum Salih Ege Aslan."


Cümlesi bittiğinde elini şişmiş dudaklarına götüren kadın muzip bir sesle konuştu.


"Eyvah. Tam adını söyledim, yasaklı kelime kullandım."


"Can çıkar huy çıkmaz dedikleri de bu olsa gerek Yaramaz Kız." diye fısıldayan Ege dudaklarında beliren sırıtışla karısının kızarık ama mutlu kahvelerine baktı.


"O zaman... Ceza vakti. Kullandığın tüm yasaklı ve yanlış kelimelerin bedelini tek tek ödeteceğim sana."


Karnının heyecanla kasıldığını hisseden Melek kaşlarını kaldırdı.


"Laf çok ama icraat yok daa. Elbisem hâlâ üzerimde Salih Ege Aslan. Yaşım 50 çıkaramam diyorsan yardım edeyim."


Kadının kışkırtması karşısında keyifle kahkaha atan Ege 'Öyle mi?' dercesine mimik yaptı.


"Bittin Melek. Ben de Ege'ysem bu lafın altında bırakmam seni."


"Senin bu yavaşlığınla ancak lafın altında kalırım zaten."


Dudakları hayretle aralanan Ege darbe üstüne darbe yerken derin bir nefes aldı.


"Biten benmişim. Ziyan kelimesine şükredecek hale getireceksin değil mi?"


Oturduğu yerde kıpırdanan Melek dudaklarındaki gülümsemeyle omuz silkti.


"Günlerdir iflahımı sökerken bunun bir karşılığı olacağını da hesaba katmalıydın daa Salih Ege Aslan."


"Duble yasaklı kelime çalışıyor şuna bak. Daha iyi öpmeni istiyorum diyemezdin Gül Kokulum."


"Öpmeni istiyorum demem direkt öperim de... Diyorum ki şu elbise üstümde emanet gibi kaldı. Yani bir bakıma emanet zaten."


Karısına biraz daha yaklaşan Ege gülerek fısıldadı.


"Hee 'Soy beni.' diyorsun sen."


"Hâlâ lak lak yapıy..."


Dudaklarında hissettiği dudaklarla söylenmesi kesintiye uğrayan Melek elbisesinin eteklerinden tutan kocasını hissettiğinde beklemeden kollarını havaya kaldırdı.


Elbiseyi çıkarmak için karısından birkaç saniyeliğine ayrılan Ege tekrardan hasretiyle kavrulduğu dudaklarda nefes alırken huzurla gözlerini kapattı.


Sonunda Gül Kokulusuna kavuşmuştu.


Loading...
0%