@yasminiesa
|
🦋 Telefonunun kilit ekranını açan Hilal WhatsApp'a girdiğinde usulca yutkundu. Karşısındaki manzara pek de hoş durmuyordu. Annem (06.30) : Nasılsınız? Namaza kalkmıştım da aklıma düştünüz. Dün gece ne yaptınız? Konuşabildiniz mi? 🫣 Annem (07.30) : Günaydııııın 😁 Her şey yolunda mı? Annem (08.00) : Mesajlarım çift tik oluyor, telefonun açık o zaman. Yine de aramak istemiyorum. Bana cevap verir misin anneciğim? 💙 Annem (08.41) : Anne aklım sizde. Mesajlarımı görünce dön lütfen 🙃 Annem (09:12) : Ahh bu durumda olmasanız yüz kez aramıştım da 🙄 Merak ediyorum dön banaaaaaa Annem (09.57) : Anne valla çıldıracağım bak. Ya sen şu saate bin kez kalkmıştın. Niye görmüyorsun beni? Endişeleniyorum ama 😔 Annem (10.15) : Sayın Melek Gökmen. Sayın Melek Gökmen. En acilinden telefona bakmanız ve mesajlarımı görmeniz rica olunur 📣 Annem (10:23) : Bak saat kaç oldu tek haber yok. Çevrimdışın da saatler öncesinden. Korkmaya başladım ama. Babam anlattı da mı ortalarda yoksun yoksa anlatmadı mı... 💔 Annem (10.29) :Evren cidden bana karşı bugün. Müneccimliğim bozulmuş yaa. Yoksa sen hissedip dönerdin bana 😭 Annem (10.33) : Nerede olduğunuzu bile bilmiyorum. Amacınız beni meraktan delirtmek ise başardınız. Tebrikler 👏🏻😐 Annem (10.36) : Telefonun sessizdedir bildirim gelmiyor hadi anlarım da... İnsan 'Bizim bir kız vardı. Bizi merak etmiştir.' diye düşünüp de haber vermez mi? Babama da yazamıyorum, çekiniyorum bir şey sormaya. İyi misiniz bari onu söyle 🌼 Annem (10.37) : ANNE ARTIK BENİ GÖR DAA 😡 Mesajları okurken yanaklarının utançla kızardığını hisseden Hilal usulca yeni mesajını yazdı. Annem (10.39) : Biraz abartmışım sanırım 🫣. Ama gerçekten de çok endişeliyim 😔. Özür dilerim 💙💙 Bu arada mesajları bilerek silmeyeceğim. Malum bunun tribini fena atacağım ya hani 😑 Mesajlar dursun da 'Neden böyle davranıyorsun?' diye sorduğunuzda kanıtım olsun. Saat kaç oldu resmen. BENİ NASIL UNUTTUNUZ YAA 😭😭 "Kelebeğim tahminen ne zaman telefondan başını kaldırırsın?" Burak'ın sesini duyan Hilal hızla başını kaldırdığında KİT'in otoparkında olduklarını görerek şaşırdı. "Aaa. Fabrikaya geldik mi?" "Aaa fabrikaya geldik. Tabii yol boyu başını telefondan kaldırmadığın için anlamaman normal." Erkek arkadaşının tripli sesini duyan Hilal istemsizce güldü. "Trip atmak bir meslek olsa yarım saate yöneticiliğe terfi ederdin Alfa'm." Kızın söylediği cümleye burun kıvıran adam kemerini çıkarak sevgilisine döndü. "Bizimkiler otoparka girdiğimizi görmüştür bu yüzden bu cümlenin hesabını sonraya erteleyeceğim. Şimdi söyle bakalım." diyerek endişeli bakışlarla kızın ela gözlerini inceledi. "Neyin var? Niye telefona öyle kaşlarını çatarak bakıyorsun? Kötü bir şey mi oldu?" Derin bir nefes alan Hilal telefonunu havaya kaldırdı. "Annemler yaa. Hiçbir haber yok. Haliyle merak ettim." "Hee mesele bu mu?" diyen Burak rahat hareketlerle omuz silkti. "Konuşuyorlardır canım. Kötü bir şey olsa kesin duyardık." "Ben de şu rahatlıktan istiyorum." diye söylenen Hilal tekrardan telefonuna döndü. Attığı mesajlarda bir ileri bir geri yapan kıza doğru eğilen Burak sevgilisinin omzunun üzerinden telefona bakmıştı. "Oha. Kızım ne yazmışsın o kadar?" "Bana kızım deyip durma Burak!" diye tıslayan Hilal telefonu kendine doğru çekerek mesajları adamdan gizledi. "Benden gizlesen ne? Kadına destan yazmışsın... İnsanların özeli var özeli. Nasıl böyle pervasızca davranırsın?" "Of niye vicdanıma oynuyorsun şimdi? Endişelenmek en büyük hakkım değil mi? Biri annem diğeri babam." Gözlerini kısan Burak cevabını tahmin ettiği soruyu sordu. "Kaçtan beri mesaj atıyorsun?" Soruya cevap verirse daha fazla laf işiteceğini bilen Hilal kendini aklama ihtiyacıyla konuştu. "Yaa merak ettim ne yapayım?" Onun savunmasını duyan Burak alayla gülmüştü. "Bir de bana sabırsız prematüre demiyor mu? Hiç yakışıyor mu şimdi bu yaptığın? Sen postmatüre olduğuna emin misin Hilal? Bu saatten sonra sabırlıyım dediğinde sana inanmayacağım." Sevgilisine yandan bir bakış atan Hilal yapmacık bir şekilde gülümsedi. "Aylarca beni iten sana katlanarak sabrımın büyüklüğünü gayet de gösterdim ben. Bu yüzden bu saatten sonra ne yaparsam yapayım o günleri referans göstererek çok rahat bir şekilde 'Sabırlı insan.' kategorisinde yer edinebilirim. Sen hiç merak etme sevgilim." Elini abartılı bir hareketle kalbine götüren Burak sahte bir hüzünle konuştu. "Ahh bu acıttı." "Acıtsın!" diyen Hilal ters ters sevgilisine baktıktan sonra ciddileşti. "Şaka bir yana... Ben cidden endişelenmeye başladım Burak. Hiç haber vermemeleri normal mi? Saat neredeyse 11 oldu." Memnuniyetsiz bir şekilde başını aşağı yukarı sallayan Burak kendi endişelerini dile getirdi. "Ben de 'Kötü bir haber olsa duyarız.' tesellisiyle duruyorum. Bir mesaj atmak bu kadar zor olmamalı." Sevgilisinin kendisini frenlemek yerine gaza getirdiğini gören Hilal bu işin sonunun Hacker'a telefon izletmekle bitmemesini umdu. "Arasam mı acaba?" Hilal'in cümlesini duyan Burak şaşkınca ona baktı. "Nasıl yaa? Aramadın mı hâlâ?" "Yoo aramadım. Rahatsız etmek istemiyorum ki... Arayayım mı?" Burak daha Hilal cümlesini bitmeden başını aşağı yukarı sallamaya başlamıştı bile. "Ara ara. Haber verselermiş." Sevgilisinin iteklemesiyle daha fazla dayanamayan Hilal arama tuşuna basarak telefonu kulağına götürdü. Uzun bir süre cevap verilmeyen telefon sonunda meşgule düştüğünde hüsranla iç geçirdi. "Off açmıyor." "Telefonu açık yani. Bu da bir şey en azından. Babamınki kapalı." "Pek de bir şey fark etmiyor. Anneminki de açık ama açmıyor." diyen Hilal, Burak'ın dediğini yeni idrak ederek hızla ona doğru döndü. "Babamınki kapalı derken?" Kızın hesap soran sesini duyan Burak masumca sırıtmıştı. Ağzı şok içinde aralanan Hilal inanamayarak adama baktı. "Az önce mesajlarıma o kadar laf eden sen babama çoktan telefon mu açtın?" "Ama ben prematüreyim. Benden beklenen hareketler bunlar." diyen Burak hissettiği kızgınlıkla söylendi. "O ihtiyarı çok fena yapacağım. Bana nasıl haber vermez? Bunu fena ödeteceğim." Bu söylenmeyi haklı bulan Hilal aynı hesabı kendisinin de soracağının bilincinde olsa da söylenmekten kendini alamamıştı. "Yine de nasıl arayabilirsin Burak?" "Basbayağı işte tuşa bastım ve aradım Kelebeğim. O ihtiyar bana haber etmediği için benim de haliyle arama hakkım doğmuştu." Adamın kendinden emin savunması karşısında gülen Hilal merakla kaşlarını kaldırdı. "Kaç kez aradın?" "Aradım işte birkaç kez." diye kaçak yanıt verdi Burak. "Kaç birkaç kez?" Hilal'inin bu işin peşini bırakmayacağını anlayan adam elmecbur itiraf etti. "8 kere aradım. Aradım da kapalıydı hepsinde. Melek ablayı ara diye sana baskı yapacaktım ama bakıyorum da sen zaten dünden razıymışsın. Daha sabah namazında baskıya başlamışsın.' Adamın dalgası karşısında memnuniyetsizce nefes alan Hilal elindeki telefona baktı. "Ama bir mesaj atmak bu kadar zor olmamalı." Arkasına yaslanan Burak kıskanç bir çocuk tribiyle yüzünü buruşturdu. "Bunu kabul etmesi çok zor ama... Unuttular bizi değil mi?" Telefonunu bakışlarıyla parçalamak isteyen Hilal erkek arkadaşına doğru döndü. "Bunun hesabı ağır olmalı, onları kesinlikle süründürmem lazım. Hemen yumuşamamalıyım. Bunu bana hatırlat olur mu?" Dudaklarında hafif bir tebessüm beliren Burak başını iki yana salladı. "Yanlış kişiden rica ediyorsun Asena'm. Ben normalde bile kin tutamam söz konusu sevdiklerimse hiç tutamam. Babamın parlayan elalarını ve gülen gözlerini gördüğüm an unuturum bu tribimi. O mutlu olsun yeter, ben meraktan geberip kızsam da sorun değil." Sevdiğinin sesindeki sevgiyi duyan Hilal emniyet kemerini çıkarıp yanındaki adama doğru döndü. Zümrütlerdeki yoğun sevgi ve anlayış karşısında ona bir kez daha aşık olurken elini adamın yanağına koyarak okşadı. "Güzel seven Alfa'm benim." Kızın ela gözlerindeki aşkı özümseyerek onu inceleyen Burak dudaklarındaki tebessümü sırıtmaya çevirerek karşılık verdi. "Buyrun benim." Küçük bir kahkaha atan Hilal sahte bir memnuniyetsizlikle söylendi. "Ukala." "O da benim." diyen Burak da hissettiği keyifle gülmeye başlamıştı. Gülüşleri arabada yankılanan ikili artık üsse girmeleri gerektiğinin bilinciyle kapılarını açarak arabadan indiler. Kapıları kilitleyen Burak hiç vakit kaybetmeden kız arkadaşının yanına gelerek elini tutarken Hilal de büyük bir özlemle etrafına bakıyordu. "Bir insanın bir otoparkı dahi özlemesi halis midir?" "Ben de özlüyorum. Hayatımızın çok büyük bir parçasını içerdiğinden doğaldır. Her gün buradayız. Düşünüldüğünde evimizden daha fazla burada vakit geçiriyoruz. Tek mekan değil insanlar için de aynı şey geçerli. Bizimkileri uzun süre görmediğimde özlüyorum." "Onur'u bile mi?" diye soran Hilal alacağı cevabı biliyordu. Etrafındaki kameralara bir bakış atan Burak bu soruyu farsça yanıtladı. "شايد بيشتر از همه در مورد اون و ترديدهاش ." (Belki de en çok onu ve şaklabanlıklarını.) Adamın gözlerindeki içtenlikle gülümseyen Hilal zaferle başını aşağı yukarı salladı. "Biliyordum." "اما اون نميدونه . سیتین سن مرا تنها نمی نهد." (Ama o bilmesin. Sittin sene beni rahat bırakmaz.) Burak'ın sahte bir korkuyla kameralara doğru baktığını gören Hilal neşeyle güldü. "Bak bunu daha iyi biliyorum." diyen kız erkek arkadaşının kulağına eğilerek fısıldadı. "Sırrın bende güvende Yüzbaşım." Ensesinde hissettiği nefesle dün yaşananlara giden Burak kalp atışları hızlanırken sağa doğru bir adım atarak kız arkadaşından uzaklaştı. "دوري اجتماعي با خانم "اسنا". ما در حال حاضر 99.9٪ تماشا می شود. بيا مدرکي به ما بديم اونا ما رو تهديد ميکنن که از سوابق عليه پدرم، عليه پدرت، فقط براي فشار تو استفاده کنيم." (Kurtsal mesafe Asena Hanım. %99.9 izleniyoruz şu an. Bizimkilere kanıt vermeyelim. Sırf itliğine kayıtları ve sesleri babama, babamıza, karşı kullanmakla tehdit ederler bizi.) "Farkındayım. O yüzden farsça konuşuyorsun ya zaten." diyerek sırıtan Hilal merdivenleri çıkmaya başlarken erkek arkadaşına baktı. "Peki bu hep böyle mi olacak?" "و پدرم سعي ميکنه تو رو به خاطر تکانه اش به من نده ما فقط باید از قاب های دوربین دور بمانیم تا خونین شود و باور کنیم که من یک نجیب زاده بسیار خوش رفتار هستم." (Babamı azıcık tanıyorsam sırf itliğine seni bana vermemeye kalkacaktır. Çok uslu bir beyefendi olduğuma inana kadar kamera kadrajlarından uzak kalsak yeter.) Adamın cümlesiyle yüksek sesli bir kahkaha atan Hilal kaşlarını kaldırarak sevgilisine baktı. "اما براي اون، اول بايد ديونه به من نگاه نکني انگار ميخواي غذا بخوري، عزيزم." (Yalnız bunun için önce bana yiyecekmiş gibi bakmayı bırakman gerekiyor Sevgilim.) Kızın cümlesiyle bir anda duran adam dün 'Az önce şarkıda 'Yiyemedim.' falan diyordun ya. Yesen mi sen beni acaba?' diye fısıldayan sevgilisini hatırladığında istemsizce iç geçirdi. Onun haline bakan Hilal sırıtarak konuştu. "O imkansız!' diyorsun sanırım?" Arzu dolu yeşillerini baştan çıkarıcı elalarla birleştiren Burak boğuk bir sesle fısıldadı. "Off hem de ne imkansız." Hissettiği gururla saçını savuran Hilal sevgilisini çekiştirirerek tekrardan yürümeye başladığında imalı bir şekilde konuşmayı ihmal etmemişti. "Sevindim. Bunu seviyorum." Kız arkadaşına yandan bir bakış atan Burak sahte bir öfkeyle homurdandı. "اما بيشتر از همه ميخوام تحريک بشم." (Ama en çok beni kışkırtmayı.) "Ooo o en büyük Asena sporu Yüzbaşım." "Bilmem mi?" diyen Burak keyifle gülmüştü. Birbirleriyle atışa atışa üssün kapısına gelen çift şifreyi girmeden önce duraksadılar. "Bu sefer içeride bizi ne bekliyor sence?" diye mırıldanan Hilal'in sesinde gerçek bir korku vardı. "Bu sefer dosyalara gömülmüş durumdalar. Bir şey yoktur merak etme." diyen Burak'ın sesi kendinden emin çıkmıştı. Ekip gece boyu son operasyonlarının dosya işleriyle boğuşmuşlardı. Şu anda da buna devam ediyor olmalıydılar. "Bence öyle değildir ama hadi öyle olsun." diyen Hilal şifreyi girerek kapıyı açtı. Açılan kapıdan içeriye giren ikili birkaç adım atmışlardı ki başlarında dumanlı konfetiler patlamaya başladı. Böyle bir şeye karşı hazırlıklı olan Hilal gülerek Burak'a dönerken Burak da gülümseyerek sevgilisine bakmıştı. "Yine haklı çıktın be Asena'm." "Her daim." diyerek sırıtan Hilal üstüne başına bulaşan boya renklerini umursamadan önüne döndüğünde karşılaştığı manzarayla donakaldı. Ağzı beş karış açılan kız şok içinde sormuştu. "Burak? Benim gördüğümü sen de görüyor musun?" "Sen de mi görüyorsun?" diyen Burak eliyle gözlerini ovalama hissinin önüne zorlukla geçti. Karşılarında aynı tipin farklı renklerindeki tulumları giymiş üstüne bir de kapişonlarını kapatarak renkli daltonlar misali dizilmiş KİT üyeleri duruyordu. En dikkat çekeni ise pembe peluş tulum içindeki Onur'du.  Gerçi diğerleri de azımsanmayacak şekilde dikkat çekiyordu. Emre, mor Ellerinde giydikleri renge ev sahipliği yapan dumanlı konfetiyi tutan bu dörtlü, Hilal ve Burak'ın aynı anda kahkaha atmaya başlamalarına neden oldu. Aslında kafalarını kapatmasalardı biraz daha az komik olabilirlerdi ama şu an... "Ahahahahahahahahahhaha bu... B-bu bu... Bu ne hal?" Hilal sevgilisinin omzuna yaslanarak kahkaha atarken Burak da çenesini kızın başına koymuş aynı kahkahalara eşlik ediyordu. Onur yüzünden, sayesinde, bu kılığa giren adamlar arkadaşlarının gülüşüne büyük bir memnuniyetle eşli ederken üssün duvarları günler sonra ilk defa mutlulukla doluydu. Hilal ve Burak geldiğinde onları karşılamak isteyen Onur, gece 3'e kadar hiçbirini uyutmasa da tim üyelerinin günlerdir mesai yapmasıyla onlara acıyarak arkadaşlarını uykuya göndermişti. Kendisi ise sabahlayarak son raporu da bitirmiş ellerindeki tulum ve konfetiler ile Emre, Yağız ve Tuncay'ın karşısında yer almıştı. Onur'un uykusuz fakat heyecanlı bakışlarını kıramayan üçlü formalite bir itiraz sürecinden sonra tulumları giymişlerdi. Gülmekten gözlerinden yaşlar akan Hilal sabahtan beri ebeveynleri için hissettiği endişenin buhar olduğunu hissederken büyük bir minnetle Onur'a doğru yöneldi. Onun geldiğini gören Onur kollarını kocaman açmıştı. "Hoş geldin yengeaeeam." "Onur var ya şöyle ağzını yaya yaya yenge diyorsun ya..." diyerek söylenen Hilal gülerek adama sarılmıştı "Yanaklarımı mıncırasın geliyor değil mi?" Onur'un patavatsız cümlesi karşısında hüsranla iç geçiren Hilal yanındaki sevgilisinin işaret parmağıyla alnından itekleyerek Onur'u kendisinden uzaklaştırdığını hissetti. "Ben şimdi seni bi mıncıracağım..." Erkek arkadaşının homurdanmasıyla küçük bir kahkaha atan Hilal gülen elalarını ona çevirirken Onur da namusunu korumak istercesine kollarını göğsünde çarpraz yaptı. "Aman abim yapma etme." "Ulan seni böyle ciddiye alamıyorum. Pembe ne Onur? Pembe ne? Dünya üzerinde başka renk yok muydu?" Sözlerindeki bıkkınlığın aksine gözlerinde neşe dolaşan abisine gülümseyen Onur Fransızca mırıldandı. 'Et il y avait... C'était la seule couleur qui te ferait rire comme ça, frère.' (Vardı da... Sizi böylesine güldürecek tek renk buydu abi.) Dudaklarında içten bir gülüş beliren Burak, Onur'u ensesinden tutarak kendisine çekti ve hissettiği minnetle sıkıca sarıldı. "Hoş bulduk kardeş. Çok hoş hem de..." Burak'ın sesindeki sevgiyle dudaklarındaki gülümseme büyüyen Onur sarılışa karşılık verirken fısıldadı. "Bir daha bizi bu kadar korkutmayın abi. Burası sizsiz çok boş, çok sessiz, çok eksik..." Başını hafifçe aşağı yukarı sallayan Burak "Merak etme. Bir yere gitmeye niyetim yok. Artık değil..." diye karşılık verdi. Onur'un sırtına erkekçe vurarak geri çekilen Burak selamlaşmak için Emre'ye dönmüştü ki kardeşi bir adım geri çekilerek kinci bir sesle konuştu. "Git diğerleriyle görüş." Onun tribi ekibin gülmesine neden olurken Burak sevgilisine doğru baktı. "ما ارتباط خوني نداريم . نميتونم بگم حسادتي که از ژن ها مياد." (Kan bağımız da yok ki. Genlerden gelen bir kıskançlık diyeyim.) "از دست و پاي انگور تا انگور" (Üzüm üzüme baka baka kaidesinden o... " "Mantıklı." diye mırıldanan Burak, mor kıyafeti içindeki Emre'yi süzdü. "Benim için o kadar da morarmışsın, naz yapma da gel hadi." Dişlerini öfkeyle gıcırdatan Emre, Burak'ın montunun yakasına yapıştı. "Seni si..." Sevgilisinin ağır bir küfür zincirine maruz kalacağını anlayan Hilal anında müdahale etmişti. "Dikkat Ayçiçeği uyarısı." Hilal'in sesiyle söyleyeceklerini zorlukla yutan Emre 32 diş sırıtan Burak'ı gördüğünde Hilal'e döndü. "Kulaklarını kapat sen abicim. Sevgilinle biraz işimiz var bizim." Neşeyle gülen genç kız başını iki yana sallayarak ikilinin yanına geldikten sonra elini Emre'nin koluna koydu. "Oy oy Ayçiçeği deyince otomatik olarak abi de dermiş. Eee Ayçiçeği'ne hoş geldin demek yok mu en sevdiğim iki numaralı abiciğim?" Kıza kayıtsız kalamayan Emre gönülsüz bir şekilde geri çekilirken ters bir şekilde Burak'a bakmayı ihmal etmemişti. "Sen yat kalk şu kıza dua et lan." "Ediyorum zaten, salise başı." Burak'ın içten cümlesi odadakileri gülümsetirken "Hoş geldin." diyen Emre hissettiği sevgiyle kıza sarıldı. "Işığına alışmışız yokluğun fena koydu Ayçiçeği." "Geri geldiiim. Işık körü yapacağım hepinizi." "Senden gelen başımızın üstüne Küçük Hanım." diye araya giren Yağız ile ona döndü Hilal. "Hoş geldin." diyerek kız kardeşine sarılan Yağız sitem etmekten kendini alamamıştı. "Bu arada Emre'ye iki numara diyerek son anda Emre abiciğinin hayatını kurtardın. Benim Defne'nin yakın menzili ile burun buruna gelmesine ramak kalmıştı." Odadaki herkes gülerek birbiriyle görüşürken inat eden Emre, Burak ile görüşmemişti. "Sarılmazsan itlik yaparım." diye tısladı Burak kardeşine bakarak. Geri adım atmayan Emre omzunu silkti. "Ben genel haline alışkınım Kurt." "Öyle mi? Peki bunu sen istedin." diyen Burak telefonunu çıkardıktan sonra tek kaşını havaya kaldırdı. "Bak son şansın Emre. Sonra ağlarsın." "Ne yapabilirsin ki? Resmimi çekeceksen çoktan çekip Buse'me attım. Genel olarak ifşalamak gibi bir yanlış yapamazsın. Elimde daha fena ifşaların var. Yani hodri meydan. İstediğini yap." "Peki. Yalnız Hilal var Türkçe sövme tamam mı?" diyen Burak YouTube'a girerek o malum şarkıyı açtı. 🎶 The Pink Panther 🎶 Pembe Panter'in melodisini duyduğu an Emre'nin gözleri kocaman açılmıştı. Burak büyük bir alayla Onur'u işaret etti. "Onur üstündeki pembeyi pantere versene. Şarkı vücut bulsun." En sinir olduğu şeyi yapan kardeşinin üzerine doğru yürüyen Emre hiddetle ağzını açtı. "Ben senin..." Geri geri kaçan Burak "Türkçe değiiiil!" diye uyarırken kardeşinin hızlandığını görerek aniden depara kalktı. Emre arapça küfürler eşliğinde Burak'ı kovalarken tezgahın üstündeki abur cuburlardan turuncu bir çitoz alarak açan Barut birkaç tane ağzına attıktan sonra diğerlerine de ikram etti. "Sizce bu ne zaman sonlanır?" Koştururken koltuk tepelerine dahi çıkan iki koca çocuğu izleyen Hilal ikramı geri çevirmeyip çitozdan aldı. "Sen ne zaman durdurursan o zaman. İkisi de durmaz." dedi elindeki çitozu kemiren Yağız. Burak'ı yakalayan Emre adamın üstüne çıkmıştı ki kardeşinin karnına bir yumruk atan Burak onun boşluğundan faydalanarak kaçmaya devam etti. "İyi o zaman biraz daha tepinsinler. Fazladan enerjilerini atsınlar da bana sataşmaya enerjileri kalmasın." Hilal'in cümlesi üzerine elindeki kamerayı kovalamaca oynayan çocuklardan çeken Onur "Yengeaeea onlar seninle hep uğraşır." diyerek onlara döndü. Karşılaştığı manzara karşısında kalbi çok kırılmış. "Çitoz yiyorsunuz. Benim aldığım çitozlardan yiyorsunuz ve bana ikram dahi etmiyor musunuz? Çok kırıldım ama." Onu duyan Tuncay hiç vakit kaybetmeden arkadaşına da ikram etmişti. "Al zıkkım ye." "İnsan arkadaşına zıkkım ye der mi? Millete gelince dilsiz kesiliyorsun bana gelince gaddar. Çok nankörsün be Tuncay. Sana verdiğim emeklere ya.." Tuncay'ın ağzına tıkıştırdığı çitozlar yüzünden susmak zorunda kalan Onur ağzındakileri çiğnerken söylendi. "Neyse çitoz en azından yeniliyor. Peçete de tıkabilirdin sonuçta. Aaa doğru. Onu yapmıştın zaten!" Onur'a cevap vermek üzere olan Hilal merdivenlere yönelen sevgilisine kaşlarını çatarak baktı. 'Üst katta çıkış yoktu. Ne yapıyordu bu?' Burak'ın ikinci katın trabzanlığına elini koymasıyla yapmak üzere olduğu şeyi anlayan Hilal hızla onlara doğru yürümeye başladı. "SAKIN!" Kızın ani çıkışı, ikilinin donakalmasına neden olmuştu. Son merdiveni çıkan Emre'nin ayağı havada kalırken aşağı atlamak için trabzanın öteki tarafına geçen Burak da korkuluklara tersten tutunarak kendini durdurmuştu. Burak'ın atlamamasını fırsat bilen Emre son basamağı da çıkmıştı ki Hilal tısladı. "Emre Yankı kal olduğun yerde!" Usulca yutkunan Emre uslu bir çocuk olup başını aşağı yukarı sallarken Hilal çakmak çakmak yanan ela gözlerini sevgilisine çevirdi. "Oradan atlarsan seni öldürürüm Burak." "Ama neden?" diye soran Burak bir aşağı baktı bir de bulunduğu konuma. O buradan hep atlardı ki... "Önümüzdeki 3 ay sonu hastaneyle bitebilecek her türlü davranıştan kaçınıyoruz. Bıktım hastaneden!" "Hastaneye düşme nedenimiz sendin ama." diye söylenen Burak, Asena'nın ters bakışlarından güzelce nasiplenmişti. "Oradan hemen iniyorsun Burak Kılıç!" Bir an atlayıp 'İn dedin ben de indim işte.' demeyi düşünen Burak can güvenliği açısından bu kararından vazgeçerek mırıldandı. "Tamam sevgilim." Burak gerisin geri korkuluğu aşıp asma kata geçerken Emre üzgün gözlerle kardeşine bakıyordu. Kardeşi de aynı üzgün gözlerle merdivenin yanına geldiğinde Emre dayanamayıp "Kardeşiiiim." diyerek ona sarıldı. Hilal gözlerini devirerek ikiliye bakarken Emre hayatının en büyük hatasını yaparak Asena aleyhine konuştu. "Sana o küfürleri ettiğim için çok özür dilerim kardeşim. Senin benim küfrüme ihtiyacın yokmuş. Cezanı bulmuşsun zate... OHA! O neydi?" Kulağının dibinden geçerek yerde kırılan su bardağına gerçek bir şokla bakan Emre hızla aşağıdakilere döndü. "Hanginiz attı lan onu?" "Ceza attı." dedi Hilal masumca tebessüm ederek. Hilal'in gülümsemesine bakan Emre sesindeki korkuyla Burak'a fısıldadı. "Gerçekten o mı attı?" "Hee. Alış alış. Ben diyorum size masum görüntüsüne kanmayın diye." "Ama niye öyle diyorsun sevgilim? Ben çok masumum bilmiyor musun?" Kızın sesindeki ima Burak'ı dün akşamki iddia ve defileye götürürken yavaş adımlarla merdivenleri inen adam kız arkadaşının karşısında dikildi. "Bilmez miyim?" fısıltısında yalnızca ikisinin anlayacağı anlamlar yüklüydü. Adamın koyulaşan zümrütleri karşısında sıcakladığını hisseden Hilal nefes alış verilerini düzene sokmaya çalışırken mırıldandı. "مسائلي هست که بايد اينطوري بهم نگاه نکني آلفاي من." (Acilen bana böyle bakmayı kesmen gereken konular var Alfa'm.) "بعد از ديشب؟ فقط در صورتی که حافظه ام را پاک کنند. " (Dün geceden sonra mı? Anca hafızamı silerlerse.) diyen adam dudaklarında beliren çarpık gülümsemeyle kızın ala çalan yanaklarına baktı. "فکر نکنم فراموشش کنم. ' (Gerçi onda bile unutacağımı sanmıyorum ya.) Dudakları iki yana kıvrılan Hilal hissettiği gururla sevgilisine bakarken üste Onur'un sesi yankılandı. "Bunlar yine şifreli yayına geçtiler. Alooo biz de buradayız." "Bizi umursayan yok. İsterseniz çıkalım gençler?" Yağız'ın sorusunu duyan Hilal dudaklarını aralayan Burak'ı işaret parmağını kaldırarak susturdu. "Sakın!" "İyi alıştın ha sen de buna." diye söylenen Burak kızın isteğini gerçekleştirerek susmuştu. Onun cevapsız kalacağından emin olan Hilal Yağız'a döndü. "Yapmayın abi şunu. Atmayın o zehirli oku. Babama bile 'Neden olmasın?' dedi bu herif. Size ne der tahmin bile edemiyorum." Hilal öfkeden kudururken Onur parmağını kaldırarak söz aldı. "Şey... Konudan biraz bağımsız ama hangi babana?" Kızın ela gözleriyle karşı karşıya geldiğinde "Kızma yenge merak ettim sadece. Sormadım say." diye anında r yapmıştı. Onur'un haline gülen Emre ikilinin yanlarına geldi. "Salih amcama demiştir kesin. Şimdiden geçmiş olsun Ayçiçeği. O ikisi zaten her konuda dalaşıyordu şimdi ellerinde büyük koz var. Bittin sen. Geçmiş olsun." "Kadir abiye de der ki. Öyle bir densiz bu." diye araya girdi Yağız. "Her türlü zarara uğrayan ben oluyorum." diye homurdanan Hilal, Onur'un tekrar parmağını kaldırdığını gördü. "Ne var Onur?" "Biricik Yengeciğim. Sen bugün biraz tersinden mi kalktın acaba? Seni biraz şey gördüm. Iıı şey... Asena. Heh Asena olmuşsun biraz. Hastane mi ters etki yaptı acaba?" "Unutulmanın kuyruk acısında o. Ondan bu öfkesi." Burak'ın cümlesini duyan Hilal dudaklarını aralayarak ona döndü. "Yalnız tek unutulan ben değilim Burak Efendi. Annemin telefonu en azından açık, seninki telefonunu tümden kapatmış." Bu darbe adamın yüzünü buruşturmasına neden olurken onu nakavt eden Hilal başını dikleştirdi. Onlara bakan Onur canına susama pahasına konuştu. "Olay ne bilmiyorum ama konseptimi bozuyorsunuz. Artık siz de kıyafetlerinizi giyer misiniz?" Burak teklifi anında reddetmişti. "O kapişonlu şeyi mi? Giymem ben." "Ama abi sana özel zümrüt yeşili aldım. Böyle gözlerinin renginde." Zümrüt yeşilini duyan Hilal'in hevesli elaları Burak'ı bulmuştu. Kızın sırıtışına bakan Burak tekrardan Onur'a döndü. "Giyermişim. Nerede benim kapişonlum?" 🦋 "... İşte sonra konsepti ayarlayınca hepimize takımları sipariş verip renkli abur cuburlarımızı aldım." diye övünen Onur pembe ambalajlı çikolatayı alarak açtı. Hilal'in hastaneden çıkışını kutlamak amacıyla Renk Partisi yapmaya karar veren Onur hepsinin kıyafeti renginde olan abur cuburlardan almayı da ihmal etmemişti. Onur bu parti için çok uğraşmış, ince ince her şeyi planlanmıştı. Tulumları itirazsız giydirebilmek için Emre'ye Aslı seviyor diye mor, Burak'a da Hilal seviyor diye zümrüt yeşili almıştı. Yağız'a 'Hilal için bir tulum giyemez misin yani?' duygu sömürüsüyle cırtlak sarı tulumu giydirten adamın ikna etmek için uğraşmadığı yalnızca 2 kişi vardı. Tuncay 'Bedava mal baldan tatlıdır.' düşüncesiyle turuncu tulumu itirazsız kabul ederken Hilal camgöbeği rengi tulumu görür görmez aşık olmuş ikiletmeden giymeye koşmuştu. Burak ve Hilal de tulumlarını giydiğinde 'Yeter be!' dedirtene kadar selfie ve fotoğraflarını çeken Onur 'Oyun zamanıııı.' diye şakıyarak hepsini yerdeki halıya oturtmuş rengarenk abur cubur tepsisini ortalarına koyarak tombala kartlarını dağıtmaya başlamıştı. "Her şeye tamam da neden tombala Onur?" diye söylenen Tuncay torbada çektiği sayının kendisinde olduğunu görerek taşı yerine yerleştirdi. "Bunu ben de çok merak ediyorum. Diğer oyunların suyu mu çıktı?" diyen Yağız elindeki taşı Hilal'e uzatmıştı. Torbayı alan Emre çektiği 32 numarayı Hilal'in tombalasına koyarken Onur hissettiği isyanla parmağını salladı. "Bu, bu ve bu..." derken Burak, Emre ve Yağız'ı gösteren Onur mızıkçı bir çocuk isyanıyla konuştu. "Ne zaman bir oyun oynasak hile yapıp kazanıyorlar. Tombala en azından şans oyunu. Kazanma ihtimalim var." Burak'ın çektiği 84 numarayı Hilal'in kartına yerleştirmesini izleyen Tuncay iç geçirerek Onur'a baktı. Övünmeye o kadar dalmıştı ki oyunda dönen oyunu gerçekten anlamamıştı mal. "Sen de haklısın be Onur." diyerek gülen Burak Hilal'in çektiği taşı kendisine uzatmasıyla dudaklarını oynatarak teşekkür etti. Kendisine sıra geldiğinde hevesle torbadan sayı çeken Onur sesli bir şekilde sordu. "19 numara?" "Bende. Tombalaaa." diyerek sevinen Hilal'e elindeki taşı uzatan Onur "Kızım sendeki de ne şans. 3. kez tombala yapıyorsun." dedikten sonra söylediğinin saçmalığını idrak eden adam sonunda bir şeyler döndüğünü anlayarak kaşlarını çattı. "Neler oluyor burada?" "Taş tutuyorlar ne olacak?" diyen Tuncay başını iki yana sallayarak arkadaşına baktı. "Konuşmayı kesip biraz etrafına dikkat etseydin Burak, Emre ve Yağız'ın seçtiği taşları hep Hilal'e verdiğini, Hilal'in de sırası her geldiğinde birine oynadığını anlardın." "3 tombalaya kadar anlamadın ya gerçekten ne diyeyim sana Onur." diyen Burak elindeki kağıt parçasını ortaya atmıştı. "Çünkü size güvendim! Nasıl hile yaparsınız?" diye söylenen Onur gülen kıza baktı. "Hadi bunları anlarım da sen de mi Hilal?" "Ya neden her olayda 'Sen de mi Hilal?' muhabbetine maruz kalıyorum ben." diye isyan eden Hilal eliyle kendisini işaret etti. "Oradan bakınca masum, kurallara uyan, iyi niyetli cici bir kız gibi mi görünüyorum?" Hilal'in sorusu üzerine bütün adamlar aynı anda cevap vermişti. "Evet!" dedi Onur. "Evet." diye başını salladı Emre. "Evet..." dedi Yağız kıza gülümseyerek. "Evet." dedi Tuncay bir çitozu daha ağzına atarken. "Kesinlikle hayır." diye farklı cevap veren tek kişi büyük bir imayla gülen Burak'tı. Sevgilisinin muhalefeti karşısında sahte bir hayal kırıklığıyla yüzünü buruşturan Hilal elini kalbine götürdü. "İnanamıyorum Burak. Bir de sevgilim olacaksın. Ne kötülüğümü gördün?" Kaşlarını 'Öyle mi?' dercesine havaya kaldıran Burak Onur'a hitaben konuştu. "Onur bir daha Hilal'e bir şey alacaksan mavi değil de şeftali rengi al olur mu?" Yanaklarının yanmaya başladığını hisseden Hilal yanındaki çikolatayı alarak sevgilisine attı. Çikolatayı havada yakalayan Burak onaylamaz bir şekilde başını iki yana sallamıştı. "Cık cık cık. Nimet atılır mı Asena? Yapma şöyle şeyler." diyen adam alayla devam etti "Bizde bowling topu var mıydı Beyler? Varsa getirin de onu fırlatsın Hilal." "Abartma Burak. Bowling topu da atmaz yani." diyerek kardeşini koruyan Yağız, Hilal'in ona attığı mahcup bakışı gördüğünde şaşkınlıkla mırıldandı. "Atmamışsındır?" "Kaşındı!" diyen kızın sesi kin dolu çıkmıştı. "Nasıl bir atma bu?" diye soran Emre'nin bakışları ikili arasında gidip gelmişti. "Kıyamaz o sevgilisine. Laf olsun diye bir atmadır." dedi Tuncay da büyük bir şeye ihtimal vermezken. "Beyler şu an karnım mosmor. Kolumun kızarıklığı da geçmemiş." dedi Burak, Hilal'in attığı çikolatayı açıp yemeye başlarken. "Sevgiline bildiğin gelişine bowling topu mı fırlattın? Az önce bana bardak fırlattığın gibi?" diyen Emre şok içinde kıza bakıyordu. "Gelişine değildi." diyen kız çakmak çakmak elalarıyla devam etti. "O bardağı bilerek sana gelmeyecek şekilde atmıştım Emre ama Burak'a attığım bowling topunu kesinlikle isabet etsin diye attım. Maalesef sadece 2 tanesi isabet etti. Diğerlerinden kaçtı beyefendi." Hilal'in kindar sesini duyan Burak neşeyle gülerken Yağız, Burak'a baktı. "Kızı bu kadar delirtecek ne yapmış olabilirsin?" "Evlenme teklifi ettim." dedi adam rahat bir tavırla çikolatasını yerken. Odada şaşkın bir sessizlik oluşurken Hilal öfkeyle söylendi. "Boğazında kalır inşaallah." Duyduğu bedduayla eli havada kalan Burak boğulmak istemediği için çikolatayı usulca yerine bırakırken Onur yine işaret parmağını havaya kaldırmıştı. "Şey yenge... Abime gerçekten bu yüzden mi bowling topu attın?" "Eksik söylüyor beyefendi. O teklifi neden ettiğini de söylesene Burak." Kızın öfkeli sesini duyan Burak şirince gülümsemişti. "Söylersem yanındaki kola şişesiyle dalacak gibi duruyorsun Kelebeğim." "Ben yanımdaki yastığa niyetlenmiştim ama kola şişesi de iyiymiş. Dövdükten sonra köpüren kolayı açıp yüzünde patlatırım artık." Bu görüntü gözünde canlanan adam yüzünü buruşturarak söylendi. "Ne biçim fantezilerin var be." Kurduğu cümle dün geceye çağrışım yaptırdığı için aniden susan Burak içinden küfretti. "Hep hep..." diye söylenen Hilal hüsranla başını iki yana sallarken Burak söylenilmeyen boşluğu içinden tamamlamıştı. 'Hep kendi bacağına sıkıyorsun. Hep.' "Niye öyle bir teklifte bulundu?" Emre'nin meraklı sesini duyan Hilal dün geceki iddiayı hatırladığı için istemsizce gülümsemişti. "Bowling oynarken iddiaya girmiştik. Atamayayım diye, dikkatimi dağıtmak için." Cümleyi duyan adamlar aynı anda Burak'a döndü. "Ne bee? Kazanmaya giden yolda her şey mübah demiştik. Birincil iddia şartı buydu." "İnşaallah kaybetmişsindir o iddiayı." dedi Yağız azarlarcasına. "Kaybetti kaybetti." diyen Hilal neşeyle gülmüştü. Dudaklarında imalı bir gülümseme beliren Burak sevgilisine göz kırptı. "Mi acaba?" Yeşil gözlerdeki parıltı karşısında sırıtan Hilal üzerlerindeki bakışları hissettiğinde toparlanmaya çalıştı. "Olayları aşırı merak edip hiçbir şey soramamak çok irrite bir şey değil mi yaa?" diye homurdanan Onur, Burak tarafından ensesine bir şaplak yemişti. "Aferin la büyüdün sen ha. Durman gereken yeri biliyorsun artık." Yüzünde acı dolu bir ifade beliren Onur elini ensesine götürürken isyanla abisine baktı. "Abi överken bile dövüyorsun yaa." "İçimden öyle geliyor ne yapayım?" diyen Burak telefonunun çaldığını duyarak sevgilisine baktı. Kız kanepenin üzerindeki telefonuna uzanırken merakla ona bakıyordu. "Babam değil." diye mırıldandı Hilal sıkıntıyla telefonu adama verirken. "İyi aramasın. Arasa da açmayacağım zaten." diye tepki veren Burak arayanın Doğu olduğunu görerek telefonu açtı. "Hayırdır?" "Değil maalesef... Haberleri gördün mü?" Kaşlarını çatan Burak, kumandaya en yakın olan Onur'a baktı. "Hacker televizyon..." Adam kumandaya yönelirken telefondaki arkadaşına döndü. "Hangi kanal?" "Herhangi biri. Hepsinde aynı haber var şu an..." Doğukan'ın cümlesi korkuturken ne olduğunu soracaktı ki açılan televizyona bir son dakika haberi yansıdı. -Kılıç-Pençe Harekatına Roketli Saldırı, 12 Şehit- Haber üzerine hepsi hızla ayağa kalkarlarken spiker konuşmaya başladı. "Yüzbaşı Batur eşliğinde 2 aydır Irak'ta süregelen Kılıç-Pençe harekatından yürekleri dağlayan haber. Askerlerimizin bulunduğu mevkiye, kısa menzilli roketle saldırılması sonucu 12 askerimizi şehit verdik. Şehitlerimiz..." Şehit olan askerlerin isimleri, şehirleri ve yaşı resimleriyle birlikte verilirken KİT üyelerinin hepsi ellerini yumruk yapmış bir şekilde ekrana bakıyordu. Gözlerine yaşlar dolan Hilal bakışlarını sevgilisine çevirdi. Resimler geçerken gözlerini kapayan Yüzbaşı kaskatı bir şekilde şehit isimlerini dinliyordu. Boğazındaki yumrunun geçmeyeceğini bilen Hilal çaresiz bir nefesle diğer tim üyelerine baktı. Hepsinde aynı acı, aynı öfkeli duruş mevcuttu. Hepsinde aynı suçluluk duygusu vardı. 'Orada olsaydık bu faciayı engelleyebilir miydik?' düşüncesi. "... Şehit düşen kahraman askerlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyoruz. Milletimizin başı sağ olsun." Haberlerden daha fazlasını öğrenemeyeceklerini bilen Onur hissettiği acıyla televizyonu kapatırken Emre kahır dolu bakışlarla Burak'a döndü. İkilinin anlam dolu bakışmasını izleyen Hilal artık bu duruma el atması gerektiğinin bilinciyle konuştu. "Hepinizin vücut dili aynı şu an." Ekip üyele Hilal'in cümlesiyle ona dönerken kızın gözleri zümrüt gözlü adamdaydı. "Hepinizin gözlerinde aynı ifade var." Ela gözlerdeki 'Seni görüyorum.' bakışları karşısında gözlerini kaçıran Burak titrek bir nefes aldı. Elini Tuncay'a doğrultan genç kız "En sessiz sakin takılanı..." dedikten sonra Onur'u işaret etti. "En şen şakrakı..." Yağız'a döndüğünde mavilerin kızarmış olduğunu gördü. "En olgunu..." Bakışlarını Emre'ye çevirdiğinde benzer kızarıklıkla karşılaşmıştı. "En kincisi..." Sıranın kendisine geldiğini bilen Burak kız arkadaşıyla göz göze gelmek istemese de onu kırmamak için başını kaldırdı. Zümrütlerle buluşan Hilal "Ve sen..." dedi sadece. Burak'ı tam anlamıyla anlatacak bir kelime bulamamıştı genç kız. Birini dese diğeri eksik kalırdı çünkü. En hassası, en öfkelisi, en fevrisi, en merhametlisi... Karşısındaki adamın yerine göre birçok yüzü vardı. Hepsini ayrı ayrı bilen Hilal tüm sıfatları o üç noktaya sığdırmayı tercih ederek gözlerini tim üyelerinde gezdirdi. "Hepiniz aynı bakıyorsunuz şu an. Aynı öfke var gözlerinizde. Aynı acı, aynı çaresizlik, aynı hüzün..." Duraksayan Hilal burukça tebessüm etti. "Aynı pişmanlık, aynı 'Acaba?" Adamlar kızın gelmek istediği yeri anlayamazken derin bir nefes alan Burak başını önüne eğdi. Kız arkadaşının ne diyeceğini biliyordu. "Acaba operasyona katılmış olsaydık gidişat daha farklı olur muydu?" Hilal'in cümlesini duyan Emre tekrardan Burak'a baktı. Birkaç gündür kardeşinin harekata gitme konusundaki isteğini fark etmişti. Kendisi anlamışken Hilal'in anlamadığını düşünmek aptallık olurdu. "Konuşalım mı Alfa'm?" diye sordu Hilal yumuşak bir sesle. Başını hafifçe sallayan Burak kız arkadaşının yanına gelerek elini uzattı. Çift merdivenlerden çıkarken kalanların aklından tek bir düşünce geçiyordu. Liderleri kabul ederse harekata gitmeye hazırdılar. 🐺 Düşünceler içinde merdivenleri çıktıktan sonra sessiz adımlarla odaya giren ikili anlaşmışçasına koltuğa oturdular. Endişeli bakışlarını adamın yüzünde gezdiren Hilal gözlerini kapatarak koltuğa yaslanan sevgilisinin düşünmeye ihtiyacı olduğunu fark ederek elini sıktı. Önce 5 dakika geçti sonra 10... Konuşmak istediği için aralarında süregelen bu sessizliğe daha fazla dayanamayan genç kız, erkek arkadaşına doğru dönerek fısıldadı. "Alfa'm?" Kızın sesiyle iç geçirerek gözlerini açan Burak hissettiği duygu karmaşasıyla mırıldandı. "Ne söyleyeceğini biliyorum." Dudaklarında hafif bir tebessüm beliren Hilal aynı mırıltıyla karşılık verdi. "Ne istediğini biliyorum." Bakışlarını kaçıran adam burukça gülümsedi. "Benden bir adım öndesin. Ben ne istediğimi bilmiyorum." Genç kız birleşmiş ellerine baktı. Burak farkında değildi ancak normalden daha sıkı tutuyordu elini. Kaybolmaktan korkarcasına... "Kayıp mı oldun?" Beklemediği soru karşısında kaşları havalanan Burak şaşkınlıkla aşık olduğu elalara baktı. "Neye şaşırıyorsun? Günlerdir yanımda olan adamın bulduğu her fırsatta harekatı takip ettiğini anlamama mı yoksa 'Kayıp' kelimesini kullanmama mı?" "Anladığını biliyorum ama hiçbir şey sormadın. Neden?" "Senin konuşmanı bekliyordum." "Konuşmak istediğim bir konu mu emin değilim." diye mırıldanan Burak derin bir nefes alarak devam etti. "Kaybolmak... Aşırı olsa da hissettiklerime en uygun olan kelime bu sanırım. Arafta hissediyorum kendimi." "Asker olan Alfa ve Sevgili olan Alfa arasında mı?" diye soran Hilal meseleyi az buçuk tahmin ediyordu. "Sayılır. Küçük Alfa da meselenin içinde." dedi Burak zümrütlerini kız arkadaşına çevirerek. "Biraz daha açar mısın?" diye soran Hilal tam bir psikolog edasındaydı. Onun ses tonuyla gülümseyen Burak bedenini kıza doğru çevirdi. "Küçüklüğümden gelen bir şey bu. Hayatımın bazı anlarını zihnime kaydediyorum. Ciddi bir kaydetme hem de. Görselite olarak, konuşma olarak... Her şeyiyle. İsteğim dışında gerçekleşiyor. Genelde kilit olduğunu hissettiğim anlar oluyor. İlk başlarda anlamazdım ancak zamanla 'Bu an hayatını değiştirecek o anlardan biri.' hissiyatı belirtmeye başladı. Aklımda bu düşünce belirdiği zaman algılarımın güçlendiğini ve kaydetmeye başladığını anlardım. Mesela annemlerin Özgür abimi evlat edinmekle alakalı konuştukları gün. Özgür abimin ailemizden bir parça olacağı ve hayatımın tamamen değişeceğini hissettiğim o an her şeyiyle aklımda. Babamın görevlere gittiği günler. Görev olduğunu bilmesem de babamın gittiği o ânı kaydederdim. Hayatımın değiştiği o gün de kayıtlardan. Önceleri mutlu olduğum için kaydetmeye başlamıştım. Bir kardeşim olacaktı nasıl kaydetmeyeyim? Sonra... Olay kötüye gittiğinde o kaydı durdurmak istedim nafile bir çabayla. Hatırlamak istemiyordum ama... Artık çok geçti. Hiçbir anını hiçbir zaman unutamadım. Kabuslarım da pekiştirip durdu. O güne kadar hep mutlu olan kayıtlarım o günden sonra çoğunlukla kötüydü. Mezarlığa gittiğim o ilk gün, ölmek isteğiyle şelaleden kendimi bıraktığım o an, kabuslarımdan uyandığım anlar... Salih babamla geçirdiğim anlar iyi olanlardan, Sevda annemin Eftalya'ya hamile olduğunu öğrendiğim o an, askerlikte yaşadığım belli başlı anlar özellikle de Mardin'deki okula girdiğim o an... Nedense o operasyonu istemsizce kaydetmiştim. Ela ile kurduğumuz diyaloğun etkisiydi büyük ihtimal. Seninle yaşadıklarımın hepsi ruhuma kazılı olsa da kayıt ettiğimin bilinciyle yaşadığım anlar daha farklı. O anlar genelde diğer seçeneği seçmek istediğim zamanlardan oluşuyor." Erkek arkadaşının ne demek istediğini anlamaya çalışan Hilal "Mesela?" diye sordu. "Kütüphanede en büyük hayalinin anne olmak söylediğin an, seni bayıltıp terk ettiğim an, bombanın başında seni aradığım an, sana gelemediğim o bank, New York'a uçtuğum an, Şah'a koştuğum an ve sonrası..." Bir anda açılan bu konuyu nasıl değerlendirmesi gerektiğini düşünen Hilal parçaları birleştirdiğinde yeşillere döndü. "Şu an da mı öyle bir andasın?" "Evet. Tam olarak 'Hepinizin gözlerinde aynı ifade var.' cümlenden sonra başladı. Ne yapmak üzere olduğunu biliyorum çünkü." Dudaklarını aralayan Hilal ne diyeceğini bilemeyerek geri kapattı. "Hani sana bir soru sormuştun. Kollarımın arasında kanlar içinde yatarken... 'Bugünün o günden farklı sonlanacağına beni nasıl ikna edebileceksin?' demiştim. Şimdi de benzerini soruyorum. Bu kaydımın 'Keşke.' ile sonlanmayacağına beni nasıl ikna edebileceksin?" Tüm bedeninin buz kestiğini hisseden Hilal, Burak'ın ima ettiği şeyi zorlukla dile getirdi. "Ya o harekattan dönemezsem?' mi diyorsun?" "Yine her şey yoluna girdi ve yine bir şeyler oluyor. Bukalemun'u yakaladığımda, evimle barışıp geçmişimi sana anlattığımda hayatımın artık rayına oturduğunu hissetmiştim. Sonra Şah olayı yaşandı. Sıradan bir balık ekmek günü ellerimde senin kanınla ameliyathanede bitti. Lanetlenmişim gibi hissediyorum. Çok saçma bunu biliyorum ama... Böyle hissetmekten kendimi alamıyorum. Her mutluluğuma bir mutsuzluk yazılıyormuş gibi. Sanki güldüğüm kadar ağlamam gerekiyormuş da bu yüzden bir türlü mutlu olamıyormuşum gibi." Gözleri yaşlarla dolan genç kız acı bir şekilde gülümsedi. "Bana beni bırakmayacağını söylediğinde yaralanmamın herhangi bir artçısı olmayacağını düşünerek büyük bir aptallık etmişim." Burak kızın bu yorumu karşısında sessiz kalmıştı. "Gidersen bu olumsuz düşüncelerle kendini yiyip bitireceksin değil mi?" diye sordu Hilal. "Tekrar sana dönene dek. Ve bu tehlikeli Hilal. Çok tehlikeli. Benim oraya aklı selim bir halde gitmem lazım. Sağlam bir psikolojiyle. O dediğin ise şu an kesinlikle benimle değil. Ben bu gece seninle uyuyamayacağım için geceyi nasıl atlatacağımı kara kara düşünürken, senden kilometrelerce uzağa savaşın ortasına mı gideceğim? Kabus gördüğümde telefona sarılıp seni arayıp sesini duyamayacağım, ölümü ensemde hissettiğim cepheye..." Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Burak başını iki yana salladı. "Yapamam Kelebeğim. Şu son zamanlarda üst üste çok fazla şey yaşadım. Bukalemun'u sindirememişken olay mahalline gittim, tam toparlandım derken Şah'tan çok daha büyüğünü yedim. Tüm bunların üstüne zamanı belli olmayan o harekata gidemem. Böyle büyük bir harekatın ne kadar sürebileceğini biliyor musun? Şimdiden 3. ayına girecek bile. Olayları toparlamak ne kadar sürer sence?" Dili ile olmaz diyen adamın gözlerindeki suçluluğa baktı Hilal. Aklı hayır dese de kalbi ve ruhu cepheye koşmak istiyordu. "Söylediklerinin her kelimesinde haklısın Alfa'm. Sadece bir şey soracağım. Evet ya da hayır diye cevap vermeni istiyorum. Dürüst bir cevap olacak ama." diyen Hilal parmağı ile adamın başını işaret etti. "Burası ile değil..." diye mırıldandıktan sonra avucunu adamın hızla atan kalbinin üzerine koydu. "Burası ile cevap vereceksin." "Anlaştık." diyen Burak gelecek soruyu beklemeye başladı. "Gitmezsen mutlu olacak mısın?" Soruyu duyan asker gözlerini ela gözlerden kaçırarak sessiz kaldı. Ona zaman tanımak isteyen Hilal muhalif hiçbir harekette bulunmamıştı. Aradan önce saniyeler sonra da dakikalar geçti. İç savaşında o düşünceden bu düşünceye giden Burak başını kaldırarak kızarık zümrütlerini elalarla buluşturdu. Başından beri cevabını bildiği soruyu yanıtlarken sesinde en ufak bir tereddüt yoktu. "Hayır." "O zaman ne yapman gerektiğini biliyorsun Yüzbaşım." "Sorun şurada ki bu durum benim mutluluğuma ya da mutsuzluğuma bakmıyor. Psikolojisi nakavt bir asker harekata gitmemeli Psikolog Hanım." "Harekata gittikten sonra o meşhur Soğuk Nevale olacağını ikimiz de biliyoruz Yüzbaşı." diye yeni bir ikna çabasında bulundu Hilal. "Ne zaman döneceğim, ne kadar ayrı kalacağımız belli bile değil. Hatta..." diyen Burak sessiz kaldı. Hatta döneceğim bile belli değil. "Biliyorum, farkındayım. Sıfır iletişimimiz olacak, sana bir şey olsa belki de haberlerden öğreneceğim. Farkındayım. Deliler gibi korkuyorum bu yüzden." "O zaman neden?" "Neden mi? Günlerdir ne halde olduğunu farkında mısın? Televizyonu açmıyorsun da açtırmıyorsun da. Bahanen 'Hep sabah programı, dizi mi izleyeceğiz Hilal.' gerçek ise harekat haberi gördüğünde gitmediğin için suçluluk hissetmen. Buna rağmen bilgisayarından bir şeylere bakıp stratejik planlar yapıyorsun. Geçen gün bir işim var diye çıkıp Kılıç-Pençe'de şehit olan İstanbul'lu askerin cenazesine katılmadın mı?" Derin bir nefes alan Burak sevgilisine bir bakış attı. "Onu nereden biliyorsun?" "Babamla konuşurken bir anda ortadan kaybolduğunu ve timdekilerin de nerede olduğunu bilmediğimi söylemiştim. Endişemi fark ettiğinde 'Büyük ihtimal cenazeye gitmiştir.' diyerek açıkladı. Her şeyin bu kadar içindeyken nasıl dışında kalacaksın Burak?" "Bilmiyorum. Kafam çok karışık." dedi Burak sıkıntılı bir sesle. "12 şehitimizden sonra bile mi?" Hilal'in sorusu odada bomba etkisi yaratırken Burak gözlerini ellerine dikti. Onun bu haline hüzünle bakan Hilal yumuşak bir sesle fısıldadı. "Batur seni bekliyordur." Bu cümleyi beklemeyen Burak başını kaldırarak şaşkınlıkla kıza baktı. "Peki bunu nereden biliyorsun?" Sevgilisinin üzerine çok gittiğini bilen Hilal boştaki elini uzatarak muzipçe cevap verdi. "Tanışalım. Ben Asena. Alfa'nın Kelebeğiyim. Her türden muhbire sahibim." Onun cümlesi karşısında istemsizce gülümseyen Burak kızın elini alıp bir öpücük bıraktıktan sonra "Kimden ne duydun?" diye sordu. "Doğu'dan. İki gün önce odama gelmişti biliyorsun..." 🌙 Sevgilisi kendisinden yardım isteyen Ulaş'la buluşmaya gittiğinde Hilal de fırsattan istifade Profesör Richard'ın yeni yazdığı tezi okumaya başlamıştı. Tezin yarısındayken kapısı çalındı. "Girebilirsiniz." diye seslenerek geleni davet eden Hilal, içeri giren Doğukan'ı gördüğünde güldü. "Zamanında benimle karşı karşıya gelmemek için çabalayan adam 2 gündür soluğu odamda alıyor." "Alınıp gitmemi beklersen daha çok beklersin." diyen Doğu rahat hareketlerle odaya girip tekliye oturdu. "Git desem de gitmeyeceğini biliyorum. Bana kaldın di'mi?" Yüzünü buruşturan Doğu hüsranla iç geçirdi. "Yalanı yok. Millet dağıldı, tek başıma kaldım. Sıkılıyorum. Bir tanış Ediz var onu da Burak sayesinde az buçuk tanıyorum. Zaten adamın boş vakit hiç yok. Ecem desen işe gidiyor. Salih amca ile laflıyorduk o da bu sıralar içine kapandı. Geriye bir sen bir de psikiyatrim kaldı. Ertan Bey'e gidemem. Psikiyatri-hasta ilişkisinden çıkmayacağını biliyorum. Bu yüzden sana kaldım." "Yeni arkadaşlar edinmeyi deneyebilirsin aslında." "Bu saatten sonra mı? Kalsın. Hem... Yeni insanların yanında hâlâ daha rahat edemiyorum. Bakışları sürekli yüzümdeki yarada gibi hissediyorum. Çoğu zaman meraklı bakışlarıyla da karşılaşmıyor değilim." "Gökhan Şah ve Özgür abi de buralardaydı." "Onlarla muhabbetimiz var zaten ama Gökhan eşi ve çocuğuyla. Özgür abi de Gökçe'nin yanında. Yalnız cidden beni istemiyorsan gideyim Hilal." Son cümlesini alınganlıkla kuran Doğu, Hilal'in gülümseyerek bakmasına neden oldu. "İstemiyor değilim. Bir şeyi fark ettirmeye çalışıyordum." "Neyi?" diye soran Doğukan'ın sesi meraklı çıkmıştı. "Yıllarını tek başına bilgisayarlar arasında zaman zaman kulaklık sayesinde insanlarla konuşarak geçiren sen, şu an sıkılıyorum diye dert yanıyorsun. Bu saatten sonra istesen de izole bir hayat süremezsin Doğu. Kaçmadan, yüz yüze insanlarla muhabbet etmenin tadını aldın çünkü." Kızın sözleri adamı düşünmeye sevk ederken tabletini kapatan Hilal şu kısacık zamanda oldukça gelişme kat eden arkadaşına baktı. "Seninle gurur duyuyorum Doğukan Seray." Şaşkınlıkla başını kaldıran Doğu gülümseyen ela gözlere baktı. Onun tepkisi Hilal'in yumuşak bir sesle devam etmesine neden olmuştu. "Bunu sana sesli söyleyen oldu mu?" "Hayır..." "Herkes bunu düşünüyor. Sesli söylemeyi akıl eden pek olmasa da... Herkes seninle ve çok kısa sürede gösterdiğin gelişimle gurur duyuyor." Dudaklarında samimi bir gülümseme beliren Doğukan başını iki yana salladı. "Akıl etmedikleri için değil. Yaramı deşmekten korkuyorlar bu yüzden de bazı şeyleri sesli söylemeyi tercih etmiyorlar. Sen ise başıma vura vura gerçekleri hatırlatıyorsun." "Bu sana iyi gelmeseydi yanıma gelip duramazdın." dedi Hilal hafifçe omzunu silkerek. "Haklısın. 10 yıl sanalda takıldığımdan gerçeğe ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Burak'ın bir sözü var. 'Bilmediğim hiçbir şeyi söyleyemezsin.' diye. O misal. Söylediklerin de söyleyeceklerin de yalan değil. Bunun bilinciyle yanına geliyorum. Birinin tutup beni silkelemesine ihtiyacım var. Bunu senden daha iyi yapanı da görmedim." "Siz böyle dedikçe kendimi acımasız realist bir gaddar gibi hissediyorum." diye söylenen Hilal, Doğukan'ın yanında getirdiği siyah poşeti göstererek sordu. "O ne?" "Seveceğin bir şey ama rüşvet olarak getirdim. Bana yardım edersen vereceğim." "Ahahaha. Üzüm üzüme baka baka... Aynısınız hepiniz. Söyle bakalım yardımcı olabilir miyim. Eğer yardım edemeyeceğim bir şeyse döve döve rüşvetimi alırım haberin olsun." "Daha ne aldığımı bile bilmiyorsun ama döveceğim diyorsun Asena." diyerek güldü Doğukan. "Bana alınmış seveceğim bir şey olması yeterli benim için. Evet ne istiyorsun söyle bakalım Kadavra." Dudaklarındaki gülümseme solan Doğukan hafif gergin bir şekilde konuştu. "Psikiyatrim ödev verdi. Tek yapmak istemiyorum. Yardım eder misin?" "Hmmm. Neden Ecem değil?" "Önce ödevin ne olduğunu sorman gerekmiyor muydu?" diyen Doğukan Hilal'in bilmiş bakışlarıyla karşılaşmıştı. "Senin sorunun cevabı benim sorumun cevabında gizli. Soruma cevap alırken otomatik olarak ne hakkında olduğunu da öğrenmeyecek miyim?" "Zeki insanlarla arkadaşlık zor meslek." diye söylenen Doğu buruk bir şekilde kıza baktı. "Ertan Bey maç izlememi söyledi. Bugün 20 dakika, yarın 25 dakika, sonra 30... 90 dakikayı uzatmalarıyla tamamlayana kadar aynı maçı izlememi söyledi. Kazadan sonraki yıl Beşiktaş adını dahi duymak istemiyordum ama bir gün ilk sıraya çıktığımızı görerek Kartal'ım ile barışmaya karar verdim. Ama maçı açtığımda koşan futbolcuları gördüğümde, canım aşırı yandı ve kapattım. Sonraki süreçte ise maçları ya sosyal medyadan yazı olarak takip ettim ya da dinleyerek geçirdim. Ama asla açmadım. O yeşil sahayı da orada oynayan futbolcuları da görmeye dayanamıyordum. Ertan Bey'e bunu anlattığımda 'Koyu bir kartal olarak tüm maçların sonuçlarını zaten biliyorsundur. İzlemesi keyifli bir maç seç. İlk gün maçın son 20 dakikasından başla, ikinci gün son 25, üçüncü gün son 30. O son dakikalardaki gayreti defalarca seyrederek başa doğru git. Sonucu bildiğin maçta oyuncuların bireysel gayretlerini isteklerine bak, incele. Seçtiğin maç kazanılan ya da kaybedilen bir maç olabilir. Önemli olan kazanılıp kaybedilmesi değil dolu bir maç olması. Futbolcuların aşkını görebileceğin, hissediebileceğin bir maç.' diye yönerge verdi. Daha isteğini dinlerken kalbim acıdı. Hissedeceğim bir maç o sahada asla olmayacağımı hatırlatmaz mı?" Doğukan'ın kırgın sesi Hilal'in hüzünle tebessüm etmesine neden olmuştu. "Zor bir ödevmiş. Ecem ile izlersen bir de onun duygularıyla karşılaşacağın için mi çekiniyorsun?" Başını aşağı yukarı sallayan Doğu çarpık bir şekilde gülümsedi. "İnsanları sessizliğinde duyup açıklama yapmasına gerek kalmadan sorununu buluyorsun Hilal. Benim yalnızca bir demeye gücüm var ama buna rağmen bin anlaşılmak istiyorum. Sen ise bir dediğim halde kalan bini duyuyorsun. O yüzden sürekli buradayım sanırım. Yarın hastaneden taburcu olduğunda bu konuşmaları gerçekten çok arayacağım arkadaşım." "Her zaman bir telefonun ucundayım Doğu. Ayrıca... Çıktığında üsse de gelmeye başlarsın artık. Sık sık muhabbet ederiz." Hilal'in gülümseyen bir sesle kurduğu cümle Doğukan'ın da gülümsemesine neden olmuştu. "Ederiz tabii. Peki cevabın ne? Ödevime yardım edecek misin?" "Edeceğim ama bir sorum var." dedi Hilal biraz çekingen bir şekilde. "Soruyu direkt sormadığına göre sormak için izin istiyorsun. Hoşuma gitmeyecek mi?" "Bilemiyorum. Zor ve düşkündürtecek bir soru. Cevabı da ağır gelebilir belki. Birçok yönden." Birkaç saniye duraksayan Doğukan "Peki cevap vermek zorunda mıyım?" diye sordu. "Bana vermek zorunda değilsin ama kendine istemsizce vereceksin. Bu yüzden de sormak için izin istiyorum ya zaten. Cevabının ağırlığını kaldıramayacağını düşünüyorsan sormayacağım." "Cevabı kaldırıp kaldıramayacağımı bilmek için soruyu bilmem lazım değil mi?" Adamın mırıltıyla kurduğu cümle Hilal'i gülümsetmişti. "Güzel yerden yakaladın. Meselenin özü de burada. Cevapsız da bıraksan önemli olan sorulardır. Her şeyin başlangıcı bir sorudur çünkü. Yeni bir başlangıca hazır mısın yoksa değil misin? Buna ancak sen karar verebilirsin. Kararına göre sorumu sorup sormayacağıma da ben karar vereceğim." "Yeni bir başlangıça hazır mıyım değil miyim..." diye düşünen Doğukan bulunduğu odaya bakarken sorunun çok gereksiz olduğunu fark etti. Şu son günlerde yaptığı tek şey yeni başlangıçlardı zaten. "Sor." derken sesi kararlı çıkmıştı. "Şu anki sana ama sorum, geçmişteki o çocuğa değil. Buna göre cevaplamanı istiyorum. Şimdi cevap vermek zorunda değilsin. Hatta hiç cevap vermeye de bilirsin. Sadece bunu düşünmeni istiyorum." diye uyarı yapan Hilal, Doğukan'ın mavi gözlerine bakarak yumuşak bir şekilde sordu. "Geriye dönüp tekrardan meslek seçimi yapma şansın olsaydı hep istediğin gibi futbolcu mu olurdun yoksa zamanında mecburen girdiğin bu mesleği mi seçerdin?" Soru tokat misali çarparken donup kaldığını hissetti Doğukan. Cevabı gerçekten de birçok yönden ağır olacak ince bir soruydu. Onun afallamış yüzüne bakan Hilal sanki adama hayatının en ağır sorularından birini sormamış gibi televizyonu açarak internete girdi. "Hangi maç, tarih ne?" Gözlerini kırpıştıran Doğu kendine gelmeye çalışarak "Soruna cevap verecektim belki." diye mırıldandı. "Bunun için önce soruyu sindirmen gerekiyor. Sonra cevabı düşüneceksin. Sesli itiraf etmeye cesaretin olduğunda da bana cevap vereceksin. Aşamalar çok ve uzun. Sevgilim gelirse ödevini yapamayız. Cevabını sonra verirsin." Kızın dediklerini mantıklı bulan Doğu tarihi ve maçı söyledi. "Gs-Bjk mi? Galatasaray'lı olduğumu bildiğin halde kazandığınız bir maç seçme hatasına düşmedin değil mi?" Hilal'in gözlerini kısarak sorduğu soru Doğukan'ın hafifçe gülmesine neden olmuştu. "Canıma susamadım herhalde Asena. Berabere biten bir maçtı." "Kaç kaç?" "3-3 bitmişti." "İzlediğimiz yerde gol olacak mı peki?" diye soran Hilal, adamın düşürdüğü modunu toparlamaya çalışıyordu. 'Sonuçta maç boyu düşüneceği tek şey sorulan sorunun cevabı olacaktı zaten.' Hilal alacağı cevabı zaten biliyordu ama Doğu büyük ihtimalle maç sırasında öğrenecek, fark edecekti. Hilal'in peşi sıra sorduğu sorulara pek anlam veremeyen Doğukan başını iki yana salladı. "Son gol 71. dakikada. +5 uzatma olduğundan 75. dakikadan itibaren izleyeceğiz. Ama 95 dakikanın her saniyesi hop oturup hop kaldıran cinsten bir maçtı. Son dakikalarda gol yok ama karşılıklı kaçan pozisyon çok. Bu maç o yılın hatta son 5 yılın en iyi derbi maçı olarak geçer." İlgi alanından bahsettiği için toparlanan adamla birlikte gülümseyen Hilal tekrardan poşeti gösterdi. Doğu anında poşete yönelmişti. "Ooo doğru rüşvetiniz. Buyurun Efendim profiterolünüz." "Yaaa. Cansın Doğu." diye sırıtan Hilal profiterolü poşetten çıkarttığınde tek kaşık olduğunu gördü. "Sana?" "Birkaç saate se... Ecem gelecek, kadayıf getirecekti. Ona yer ayırıyorum ben. Sana afiyet olsun." "Teşekkürleer." diye şarkıya Hilal şeffaf kabın kapağını açarken Doğukan minnetle ona baktı. "Asıl ben teşekkür ederim." "Daha ödevini bitirmedik. Sonra teşekkür edersin." diyen Hilal maçı başlattı. "Bakalım övdüğün kadar var mıymış?" Maç başladığında Hilal yanındaki adama bilinçli bir şekilde bakmayarak profiterolünü yerken Doğu da aklında dönüp duran soruyla maçı izliyordu. Maçı açmadan önce 'Futbolcuları görürsem canım yanar mı?' diye dert edinen adam şu an öylesine karışık hissediyordu ki futbolcular canını yakamamıştı bile. Aklına yerleşen cevapsız soru çok daha fazla canını acıtıyordu. 20 dakika su gibi akıp geçerken son düdüğü çalan hakem oyunu bitirdi. Futbolcuların birbiriyle selamlaşmasına bakan Doğu içinden sordu. 'Geriye dönme şansım olsaydı hangi mesleği seçerdim?' Cevap ayan beyan karşısındaydı. "Sıradan, yuvarlak, anlamsız bir top peşinde koşmayı seçmezdim." Oturduğu yatakta bağdaş kuran Hilal elindeki ıslak mendili masasına bıraktıktan sonra bedenini Doğukan'a çevirdi. "Ama eskiden o topun peşinde koşmayı seviyordun." derken durum bildirisi yapmıştı. "Evet. Çok seviyordum. Şimdi olsa yine severim ama... İkisi çok farklı bir kulvar. Karşılaştırma dahi yapılamaz. Ben o zamanlar o topun peşinden kendi heyecanım için, kendi isteklerim için, kazanma hırsın için koşuyordum. Şimdi ise teröristlerin peşinden vatanım için, vatan uğruna canını feda edenler için, halkım için koşuyorum." diyen Doğu kızaran mavileriyle Hilal'e baktı. "Sen de çok iyi biliyorsun bunu. Bu tadı bir kez aldığında, bu aşk bu bedende yer aldığında bir daha vazgeçemiyor insan. Top peşinde koşacağım o hayat, şu an yaptığım mesleğimin ve bulunduğum konumun yanına dahi yaklaşamaz. Şu an hayatımın bir anlamı var Hilal. Ve bu anlam kendim için değil yardım ettiklerim için değerli. Kaç operasyonda kaç askerin hayatın korudum, kaç masumu kurtardım bilmiyorum bile. Yaptığım yer tespitlerinin, verdiğim komutların neleri önlemiş olduğunu sayamıyorum bile. Tüm bunlar düşünüldüğünde sorduğun sorunun cevabı kendiliğinden veriliyor zaten. Geçmişe gidip kariyerimi yeniden seçme şansım olsaydı tekrar tekrar tekrar askeriyede bilişimci olmayı seçerdim." Dudaklarındaki kocaman bir gülümseme beliren Hilal başıyla televizyonu işaret etti. "O zaman oradaki yeşil saha ve futbolcular artık canını acıtamaz. Çünkü sen şu anki hayatından gram pişmanlık duymayan, seçim şansına rağmen yaptığın şanlı meslekten asla vazgeçmeyecek birisin. Hal böyleyken sevdiğin ve ilgilendiğin şeye acıyla ya da hüzünle bakmana gerek yok. Bu maçı, tüm maçları keyifle izlemelisin Doğukan Seray." diyen genç kız bariz ileri gittiğini bilse de adamın kazada yaralanan bacağını işaret ederek devam etti. "Eğer bu hayattan memnunsan o bacağına küserek hayalet ağrıları bedenine davet etmeyi bırakmalısın. Şu an futbolcu değil de bilişimciysen, nedeni o." Gözünden düşen bir gözyaşı damlası yarasının üzerinden süzülüp giderken kısık bir sesle konuştu adam. "Gerçekten çok sert vuruyorsun." "Üzgünüm." diye mırıldanan Hilal pek de üzgün görünmüyordu. Olan üzüntüsü de söylediklerine değil, arkadaşını üzmüş olmasınaydı. "Bu kadar sert vurmasan bir konuyu kabullenene kadar ayları geçiririm." "Biliyorum. Bu yüzden bazı şeyleri anlamanı beklemek yerine direkt söylüyorum ya zaten. Açık konuşabilir miyim Doğu?" "Ebemi belledikten sonra açık konuşabilir miyim diye soruyor bir de." diye söylenen Doğu, Hilal'in ciddi bakan gözlerini gördüğünde doğruldu. "Niye bu kadar ciddisin? Ne oldu?" "Açık konuşabilir miyim Doğu?" diye tekrar etti Hilal. "Konuşabilirsin." diye mırıldanan Doğu gelecek şeyin acıtacağından emin olmuştu. "10 yıldır yoksun. Ecem'le telafi etmen gereken koca bir 10 yıl var. O kızın senden ayrı geçirdiği bir 10 yıl. Bu 10 yılın üzerine ayları eklemek istediğine emin misin?" Ciddileşen Doğu başını iki yana salladı. "Bu yüzden o psikiyatrinin kapısını çaldım ya Hilal. Bir şeyler yapmaya başladım. Bunu inkar edemezsin." derken sesi istemsizce sert çıkmıştı. "Bunu ne zaman inkar ettim? Hatırladığım kadarıyla seninle gurur duyduğumu söylememin üzerinden 1 saat bile geçmedi." Hilal'in aynı şekilde verdiği sert cevap karşısında sakinleşmeye çalışan Doğu başını kaşıyarak arkadaşına baktı. "Sadede gel, ne demek istiyorsun? Ayrıca şu an kiminle muhatap olduğumu da öğrenmek istiyorum. Arkadaşım Hilal misin? Psikolog Hilal mi? Bunu bilirsem daha sağlıklı bir iletişimde olacak gibiyiz." "İkisi de değilim Doğukan. Bir kadınım. Zamanında sevgisi için savaşmış bir sevdalı. Ben hiçbir darbede yenilmeden savaştım çünkü gücüm vardı. Ama Ecem'de o güç var mı? 10 yılın yıpranmışlığına sahipken o gücün ne kadarını koruyabilir? Attığı adım kadar ona gelmeni isteyecek. Ki bunun için dd onu suçlayamazsın." "Ecem mi bir şey dedi?" diyen adam bir anda neden bu konuya girdiklerini anlamamıştı. "Cık. Sen dedin." "Ben mi? Ne dedim? Ne zaman dedim?" diye sordu Doğukan şaşkınlıkla. "Birkaç saate se... Ecem gelecek.' cümlendeki yarım kalan kelime neydi, neden yarım kaldı?" Adamın savunma yapmak üzere olduğunu gören Hilal başını iki yana salladı. "Bana cevap ver diye değil farkında ol diye soruyorum... O kelimeyi düzeltmeye alışmış gözüküyorsun. . Bu düzeltmeyi daha önce hiç yaptın mı? Kaç kez ve kimin yanında yaptın?" Asıl kastı anlayan Doğu hüsranla gözlerini kapattı. "Ecem'in yanında yaptım." "Alaya vuruyorum çoğu zaman ama hâlâ daha iş arkadaşı muhabbeti geçse içim üşüyor benim biliyor musun? Burak'ın neden kaçtığını bilsem de yaşadıklarımın etkisi, istemsizce oluyor. Peki ben bile böyle hissediyorsam sevgili olduktan sonra terk edilen bir genç kız, sevdiği adamla 10 yıl sonra bir araya geldiğinde yaşadığı sıfatsız takılma konusunda ne hisseder?" "Ona yaşadıklarımı anlatmadan onunla sevgili olmak istemiyorum Hilal. Sevgilimden bir şey saklamış olmak istemiyorum." dedi Doğu açıklama ihtiyacıyla. "Çok güzel bir düşünce ve gerçekten de anlamlı. Saklı kalanlar olmasın diye çabalıyorsun. Böyle düşünmen ve istemen de doğal bir şey. Peki Ecem'e çıkma teklifi etmeme nedeninin bu olduğunu söyledin mi?" "Söylemedim." diye fısıldayan adam büyük bir farkındalıkla kavrulmuştu. "Ecem seninle telepati yaparak mı öğrenecek bunun nedenini Doğukan? Kim bilir bu konuda aklından ne seçenekler, ne ihtimaller geçiyordur. Ne olumsuzluklar... Bakıldığında ondan ayrılan da sendin, 10 yıl boyunca kaçıp saklanan da." Nefes alamadığını hisseden Doğu kıyafetinin üst düğmesini açarken Hilal'in gözlerinden bir suçluluk ışığı geçti. "Durabilirim." derken sesi üzgün çıkmıştı. "Durma. Senin durduğun her an Kraliçemi yıprattığım bir an olacak." diyen Doğu derin bir nefes alarak Hilal'e baktı. "Ecem ile aramızda bir mesafe var Hilal. Hissediyorum. Yakınız ama uzağız da. Önceleri hüsnü kuruntu dedim sonra ayrı geçen 10 yıla yordum. Ama daha farklı bir şey var. Bekliyor, biliyorum. Anlatmamı bekliyor ama... Bu muhabbet açıldığında geriliyor da. Neden? Anlatamayıp kaçacağımı mı düşünüyor yoksa anlattıktan sonra yine onu terk etmemden mi korkuyor. Nedeni ne? Sen biliyor musun?" Doğukan'ın cevap arayan hali karşısında birkaç saniye duraksayan Hilal bu konuya, Ahmet olayına, karışmayı hiç istemese de çoktan konunun tam göbeğinde olduğunun bilinciyle dolaylı yoldan da olsa konuşmaya karar verdi. "Bırakıp gidenler neden yalnızca kendilerinin bir hikayesi varmış gibi davranıyorlar? Çekip gittiğiniz için bir şeyleri anlatması gereken tek kişi siz mi oluyorsunuz? Kalanların da anlatacak bir hikayesi olabileceğine neden ihtimal vermiyorsunuz?" "Ne demek istiyorsun?" "Ne dediysem onu demek istiyorum Doğu. Giden kalan olayı hep aynı. Babam anlatmayacağım diye tutturuyor da bakalım annem anlatacak mı?" Hilal'in örneklendirme yaptığının bilincinde olan adam farkındalıkla mırıldandı. "Ecem'in anlatması gerekenler var... Anlatmamasının nedeni benim anlatmamam değil mi?" "Haksız diyemezsin. Senden gerçek bir şeyler görmek istiyor." "Gördükleri yetmiyor mu? Daha ne yapabilirim?" diye isyanla mırıldandı Doğu. "Gördükleri yetiyor ki hâlâ yanında." dedi Hilal anlayışlı bir sesle. "O zaman?" "Sadece... Onunla nedenlerini paylaş. Niyetini anlat. Kafanda çizdiğin yol haritasını paylaş. Bak mesela. Geçen bu odada konuştuğumuzda yine bir öldürücü darbe vurmuştum sana. Hastanede anlatma olayı. Bu konuda düşündün mü?" "Evet düşündüm. Aklıma da yattı ama şu an kendimi anlatmaya hazır hissetmiyorum." "Peki Ecem'in bu olaydan haberi var mı? Bu düşüncenden ve neden ertelediğinden haberi var mı?" "Allah kahretsin." diye mırıldanan Doğu elini ağrımaya başlayan başına götürdü. Tahmin ettiği cevabı alan Hilal hüsranla iç geçirdi. Birkaç dakika adamın toparlanmasını bekledikten sonra "Sana senin anlayacağın dilden kadınları ve sevmeyi anlatayım mı Doğu?" diye sordu. "Lütfen. Tahminimden çok daha fazla ihtiyacım varmış." "Hiç zor değil aslında. Kod yazmaya benziyor." dedi Hilal tebessüm ederek. "Kod yazmak mı?" "Evet. Bu konuda pek tecrübem yok. Bu sefer biri ben diyeyim bini sen anla. Bildiğim kadarıyla kod yazarken en ufak bir noktayı ya da harfi kaçırmaman gerekiyor. Tek tek ince ince yazman, açıklaman gerekiyor ki o kod sorunsuz çalışsın. Kaçırırsan hatalı kodlama oluyor ve sistem ya istenilenin dışında yanlış çalışıyor ya da hiç çalışmıyor. Kod yazarken yeri geliyor aynı komutları her kodun başında ve sonunda defalarca kez giriyorsun. Bıkmadan usanmadan. Çünkü onu yapmazsan tüm emeklerin çöp olur. Sistem zaten biliyor onu deyip komutu yazmamışlığın oldu mu hiç Bilişimci? Ya da sistemin gidişattan sonunu tahmin ederek kodu kendi oluşturmuşluğu oldu mu? Olur mu?" "Olmaz... Dediğin gibi tek tek yanlışsız girmen gerekiyor. Sistem beyni bilse dahi defalarca aynı şeyleri baştan yazmam gerekiyor. Buna ihtiyacı var çünkü. Bu olmazsa çalışamaz." diyen Doğukan içten bir şekilde tebessüm etti. "Mesaj alınmıştır Psikolog Hanım... Başka bir yönergeniz?" Bakışlarını televizyona çeviren Hilal düşünceli bir şekilde Doğukan'a baktı. "Ertan Bey sana göre hareket ediyor, doğal olarak. O seni senin ona gösterdiğin kadarıyla tanıyor ben seni hem bana gösterdiğin kadarıyla hem Burak ve Ecem'den duyduğum kadarıyla tanıyorum. Bence sen şu an bebe adımlarıyla yürümekten çok daha fazlasını yapabilirsin Doğu. 95 dakikalık maçı 2,5 haftada izlemekten çok daha fazlasını." "Ben... Dışarı çıkamam." Adamın korku dolu sesini duyan Hilal başını iki yana salladı. "Dışarı çık demiyorum zaten. Daha ona var. Sadece... Ona yapabildiklerini, yapabileceklerini göster ve anlat. Ertan Bey ona göre ödevlerinin şekillerini ve yaklaşımlarını bireyselleştirecektir. En basitinden buradan çıktıktan sonra bu maçı bitir. Tercihen Kraliçen ile. Hatta bahsettiğim konuşmaları ve şu anki hayatından pişman olmadığını nedenleriyle açıkladıktan sonra. Yani bir dur ve hayal et Doğu. Ecem ile asıl kabusunu konuşmasan da neden sevgili olmaktan kaçındığını anlattıktan sonra üzerinizde Beşiktaş formanızla flört ederek Beşiktaş'ın en iyi maçlarından birini izliyorsunuz. Sevdiğin yıllar sonra kollarının arasında ve ikiniz de yetişkinsiniz artık. Hayatlarınızda pişmanlıklarınız olsa da mesleki açıdan hiçbir pişmanlığınız yok çünkü istediğiniz yere hatta çok daha fazlasına gelmişsiniz. Sonucu bilseniz dahi izlediğiniz maç dünyanın en heyecanlı maçı çünkü yıllar sonra beraber izlediğiniz ilk maç. Belki elinizde bir mısır kasesiyle kah sarılarak kah tezahürat ederek kah söverek büyük bir keyifle o maçı bitiriyorsunuz." Anlatılan hayalle gözleri dolan Doğu kalbindeki heyecanla titrek bir nefes aldı. "Bu ânı yaşamanıza engel ne?" diye sordu Hilal tek kaşını kaldırarak. "Hiçbir şey." diyen Doğu mutlu bir gülümsemeyle devam etti. "Bu ânı yaşamak için ruhumu veririm." "Şanslısın ki ruhunu vermene gerek yok. Sevgilinle konuşup formasını getirmesini söylesen ve geldiğinde ona konuştuklarımızı, izleyeceğiniz yol haritanızı anlatsan yeter. Burak hazır dışarıdayken senin formanı getirsin mesaj atalım, kantine de mısır isteğini söyleriz. Hatta olayı bir tık yükseltip Burak'tan projeksiyon ve hoparlör de isteyebilirsin. Eminim ki senin evinde en âlaları mevcuttur." İçindeki hevesle telefonu çıkarıp Burak'a istediklerini mesaj atan Doğu hiç vakit kaybetmeden çalan telefonuyla güldü. "Seninki şoka girdi. Anında geri dönüyor." "Ver bana ver." diyen Hilal telefonu alarak açtı. "Doğukan? Sen misin?" Burak'ın şaşkın sesi karşısında Hilal'den gür bir kahkaha yükselmişti. "Kelebeğim? N'oluyor? Mesajı sen mi attın?" "Yok Doğu attı ama ufak bir iteleme durumu olabilir." "İteleme mi? Bu odaya girdiğim halim ve şu anki halim arasında katrilyon fark var Burak. Şu an kendimi savaşa girip de ikiye bölünmüş Kore gibi hissediyorum." diye diyafona doğru seslendi Doğu. Arkadaşının mutlu sesiyle neşeli bir kahkaha atan Burak "Her ne yapıyorsan benden tam destek Kelebeğim. Kolay gelsin. Seviyorum seni." dedi. "Desteğin için sağ ol Alfa'm. Ben de seni seviyorum." diyen Hilal sırıtarak telefonu kapattı. "Aşkınızı kendi telefonunuzda yaşayın kız." diye takılan Doğu telefonunu alırken dostça Hilal'in saçını karıştırmıştı. "Yaa Doğukan. Ama yaa neden? Abim ayrı karıştırır, Emre ayrı şimdi de sen." "Biz de böyle teşekkür edip sevgimizi bu şekilde belli ediyoruz işte arkadaşım." dedi Doğukan minnettar bir sesle. "Başka türlü de yapabilirsiniz bunu ama." "Tabii. Dile benden ne dilersen. İsteyim mi bir 10 kutu profiterol?" "Sonra bu genç yaşımda şekerim mi çıksın?" diyerek gülen Hilal telefonu işaret etti. "Bir süredir sana bir şey sormak istiyorum. Onunla ilgili." "Burak'la mı?" "Evet." diyen Hilal birkaç saniye duraksadıktan sorma tereddütle sordu. "Burak iyi mi Doğu? Şu son günlerde biraz dalgın gibi. Bir şey canını sıkıyor. İşlerle alakalı bir şey var da bana mı söylemiyorsunuz?" "Hmm. KİT meselesi değil." diyen Doğukan olayı söyleyip söylememe konusunda emin olamayarak kıza baktı. "Burak'a sordun mu?" "En son 'Sana öyle geliyor Güzelim.' diyen Burak'a mı? Bana öyle gelmez, söz konusu oysa hiç gelmez. Bunu bilmesine rağmen böyle dedi. Neden? Geçen gün ona bir flash verirken gördüm seni. Onda ne vardıysa o günden beri ayrı gergin. Yalnız kaldığı anlarda fazla düşünüyor. O flashta ne vardı?" "İnce yerden soruyorsun, konu da benimle alakalı olmayınca nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum açıkçası Asena." dedi adam canı sıkkın bir şekilde. "Konu KİT değil dedin." "Değil." "O zaman... Kılıç-Pençe mi?" Kaşları şaşkınlıkla havalanan Doğu hayret dolu bir mimik yaptı. "Tespitlerin ve olay kavrama hızın gerçekten alkışlanası." "Biraz önce sen ve Ecem hakkında onca şey sıralamama şaşırmadın da sevgilimin derdini anlamama mı şaşırdın Doğukan?" dedi Hilal gülerek. "O da doğru." diyen Doğu da Hilal'in gülüşüne eşlik etmişti. "O flashta Kılıç-Pençe hakkında ne vardı?" "Harekatın bizzat kendisi. Burak istedi ben de ulaştırdım." "Nasıl? Harekat gidişatı gizli bilgi değil mi? Harekat sırasında ülkemizle paylaşılan belgelerin varlığını bile şimdi senden öğrendim. Nasıl erişimin olabildi ki belgelere? Burak belgeleri isteyerek başını belaya sokmadı değil mi? Sonradan sorun çıkarır mı bu durum?" Arkadaşının üst üste sıraladığı sorularla onun endişesinin derinliğini anlayan Doğu birkaç saniye ne söyleyeceğini düşündükten sonra kıza baktı. "Kesinlikle gizli bilgi. Benim hack yaparak ya da bir yerden alarak ulaşabileceğim belgeler değil. Ulaşırım ama ben daha şifreyi kırmadan belge kendi kendini imha eder. Bunun için özel yetiştirilen, bilgi saklama/koruma konusunda uzman bilişimciler var. Alanının en iyileri. İzinsiz böyle bir şey yapmaya kalksam önce ulaşmaya çalıştığım bilgiler uçar sonra da baskın yerim." "O zaman iznin, izniniz var? Doğru mu?" diye soran Hilal ciddi anlamda şaşırdığını hissetmişti. Tüm ülkenin bildiği, aslında hiçbir şey bilemediği, ünlü bir harekat hakkında izinlerinin olmasına şaşırmıştı. Gözlerini kırpıştıran kız sesindeki merakla sordu. "Peki bu izin KİT'e mi özel?" Soruyu duyan Doğukan cevap vermek üzereydi ki Hilal kaşlarını çatarak durum değerlendirmesi yaptı. "Ama KİT'in ilgi alanı terör yardımcısı kodamanlar değil miydi? Sınır koruma durumu bambaşka. KİT'e uymuyor." "Haklısın. KİT'e özel sayılmaz." Doğukan'ın konuyu nereye getireceğini tahmin eden Hilal inanamazlıkla başını iki yana salladı. "Burak'a özel demeyeceksin değil mi?" "Sen sevgilinin ne kadar önemli bir mevkiide olduğunun farkında mısın Hilal? Burak, Sinan Binbaşı'nın yeğeni olduğu için mi MİT'e bağlı KİT'in lideri?" diyen Doğu alaya güldü. Bu fikrin düşüncesi bile komikti. Yetkin olmasalardı hiçbiri bu teşkilatta, özellikle de böylesine önemli bir konumda, yer alamazlardı. Hilal'in merakla kendisini dinlediğini gördüğünde ciddi gözlerle devam etti. "Onca yaptığı şeye rağmen kimsenin onu olduğu yerden indirememesi ne Sinan Kor'un yeğeni olmasından ne de Salih Aslan'ın oğlu görünmesinden. Burak'a karşı bu kadar taviz göstermelerinin tek nedeni dosyasını açıklarında karşılarında sıralanan başarılar. Alfa, her operasyonunda ayrı bir zeka yattığı için KİT'in lideri Hilal. Stratejik hamleleriyle her seferinde imkansız denilen operasyonlardan en az hasarla çıktığı için... Bu akıl oyunlarını cephede hakkıyla kullanamayacağının bilinciyle KİT'e aldılar onu. KİT'te tam da böyle bir lidere ihtiyaçları vardı ve Burak da bunun için biçilmiş kaftandı." 'Bu akıl oyunlarını cephede hakkıyla kullanamayacağının bilinciyle KİT'e aldılar onu.' cümlesi Hilal'in hayretle sormasına neden olmuştu. "Bahsettiğin cephe... Özel timde yaptığı operasyonlar değil de harekatlar mı? Burak harekat mı yönetiyordu? Bildiğimiz harekat?" Hilal'in şaşkınlığı karşısında gülümseyen Doğu arkasına yaslanarak kıza baktı. "Yönetme kısmına hiç girmedi, bunu istemedi. Onluk değil bu. Geçmişte bunu kabul etmezdi ama Burak'ın içinde hep bir istihbaratçı vardı. Harekat yönetmesi demek sürekli cephede olması, sürekli yakın savaşta yer alması anlamına geliyordu. Ayrıca savaşın getirdiği belli bir takım barış kurallarına uyması... Fakat bildiğin üzere Alfa önünü kesen kurallara uymayı hiç sevmez. O, cephede tek tek piyon indirmektense direkt şaha ulaşıp mat eder. Bu yüzden gelen teklifleri sürekli reddetse de harekatlarla bağını asla koparmadı. Ne zaman işler kızışsa kendine has strateji planıyla cepheye gider 'Bunu da yapamazsın ama.' dedirten hamlesiyle harekatın tüm seyrini değiştirir." "Bundan hiç bahsetmedi." diye mırıldanan Hilal öğrendiklerini sindirmeye çalışsa da başarılı olamamıştı. "KİT'ten öncesinde daha sıktı ancak KİT'e girdikten sonra fazla sık gitmiyor cepheye. Arada bu tarz operasyon belgelerini isteyip Batur'a stratejik tavsiyeler gönderiyor." "Batur..." diye mırıldanan Hilal şaşkınca Doğu'ya bakmıştı. 'Batur; Savaşlarda, çarpışmalarda gücü ve yılmazlığıyla üstünlük kazanan kimse' anlamına geliyordu. Harekat ve Batur kelimeleri yan yana geldiğindeyse olay tek bir kapıya çıkardı. Yüzbaşı Aras Batur... Aylardır birlikte olduğu adam hakkında öğrendiği bu yeni bilgileri nasıl sindireceğini düşünen genç kız söylediklerine inanamayarak konuştu. "Bahsettiğin Batur'un şu meşhur Süvari operasyonunda yer alan, televizyonda gördüğümüz harekatlara komutanlık eden Batur olduğunu söylemeyeceksin değil mi?" 6 yıl önce gerçekleşen Süvari harekatı tüm Türkiye'de hatta tüm dünyada yankı uyandıran bir harekat olmuştu. Türkiye'deki hain bir saldırının engellemesiyle başlayan operasyon, saldıranların Suriye'nin Dayza* ilçesine kaçmalarıyla sınırda patlak veren şiddetli bir savaşa dönüşmüştü. Dayza'nın o zamanlardaki ikiyüzlü başkanının teröristleri gizliden korumaya kalkışması Türk Askerini iyice çıldırtmış ve barışın bozulması pahasına geri çekilmemişlerdi. 8 ayın sonundaysa sular beklenmedik bir şekilde durulmuş ve Türkler geriye çekilmişti. Türkiye ve dünya için hâlâ gizliliğini koruyan bu operasyon şimdi bile birçok tartışmaya ve soruya ev sahipliği yapıyordu. Engellenen saldırı nasıl bir saldırıydı da Türkler barışı bozacak kadar dellenmiş ve saldırmışlardı? "Gerçekten de o Batur mu? Burak, Süvari operasyonunun kahramanını şahsen tanıyor mu?" Dudaklarında içten bir gülümseme beliren Doğu şaşkın elalara baktı. "Süvari operasyonunun aleni kahramanı Batur gibi lanse edilse de kilit rol oynayan asıl kahraman başkasıydı." Tüm tüylerinin diken diken olduğunu hisseden Hilal usulca sordu. "Kimdi?" "Alfa'ydı... Sevgilin." Kesik bir nefes alan Hilal dudakları aralık bir şekilde Doğukan'a bakakaldı. KİT'e girdiğinden beri birçok ikiyüzlü iş adamı ve meclis üyesini yakalamış, birçok durumda medyanın manipüle edilmesine şahit olmuştu. Bunları bizzat merkezinde yaşarken öğrendiklerine şaşırmaması gerekirdi belki ama yine de şaşkınlığın en yoğunuyla kavruluyordu. "Burak, Süvari Harekatında yer almakla kalmadı bir de harekatın kilit ismi miydi yani?" "Bu kadar şaşırma Psikolog Hanım. Birazını da diğerlerine sakla. Hayatına öyle bir adamı aldın ki seni ömrün boyunca şaşırtacaktır." "Bundan daha şaşırtıcı bir şey olamaz." diye inkar eden Hilal o sıralar sevgilisinin dünyaca ünlü Aurora'nın Ceo'su olduğundan bihaberdi. "Ben olsam o kadar emin olmazdım." diyen Doğu sehpanın üzerindeki Aurora marka telefonlarına bir bakış attıktan sonra Hilal'e geri döndü. "Matruşka, Burak'ı görse şanını devreder. Çok farklı bir insan Burak. Canı sıkıldıkça, canı yandıkça yaşamdan kopmamak için bir şeylere atıldı. Elini attığını da yeşertmesini bildi hep. Harekatlar da bu atılmaların başını çeker diyebiliriz." diyen Doğu hatırladığı geçmişin buruk tebessümüyle kıza baktı. "Ama çok garip bir şey var biliyor musun?" "Nedir?" diye sordu sevgilisinin tanımadığı yüzüyle tanıştığı için onlarca duyguda savrulan genç kız. "Burak'ı gönül rahatlığıyla gönderdiğimiz tek yer harekatlardı." Cümledeki ironiyle kaşlarını kaldıran Hilal "Gerçekten mi?" demekten kendini alamadı. "Gerçekten. O harekettan ölüsünün gelmeyeceğini bilirdik. Burak'ın ölmeye gitmediği tek yer orasıydı. Tek bir hatasının tüm harekata, cephede savaşan arkadaşlarına ve ülkesine zarar vereceğini bildiği için orada asla fütursuzca hareket etmezdi. Adımlarını en çok düşünerek attığı yer cepheydi. Korumak için kendini birilerine siper edeceği, yanlışlıkla vurubileceği savaşın ta kendisi olan yerdeydi ancak hiçbir zaman 'Ya geri gelmezse?' diye korkmadık. Burak için vatanını kurtarmak her zaman ölme isteğinden daha ağır basardı çünkü." Gururlandığını hisseden Hilal tebessüm etti. Vatanına aşık bir adama aşık olduğu için onur duyuyordu. "Peki KİT'e girdikten sonra da gitti mi? Yani... Anlattıkların ve Burak düşünüldüğünde gitmiş olmalı." Şaşkınlığından sıyrılarak merak duygusuna geçiş yapan kızla göz göze gelen adam başını aşağı yukarı salladı. "Gitti ama çok az. Harekat olayı bambaşka boyut biliyorsun. Bazen bizim de bildiğimiz televizyonlara yansıtılan büyük çaplıları var bazen de bize yansımayan daha küçükleri. Geçen 2 yılda 2 harekata gitti. Bunlardan biri halka yansımayanlardandı. Sınır temizliği... Diğeriyse ciddi anlamda ciddiydi. Günlerce televizyonlardan düşmedi. Milletimiz gelen her haberi kalbi ağzında açtı. Şimdilerdeki Kılıç-Pençe harekatında da olduğu gibi." Geçen 2 yılda gerçekleşen harekatları düşünen Hilal, New York'tayken endişeyle takip ettiği harekatı hatırlarken Doğukan'a bir bakış attı. "Düğüm Harekatı mı?" diye fısıldarken sesi kısık çıkmıştı. 38 şehit verdikleri harekat 3 aydan fazla sürmüştü. 2. ayın sonunda şehit sayıları artarken haberlere bakmaya korkar olmuştu Hilal. Hüzünle başını sallayan Doğu o günleri hatırlayarak derin bir nefes aldı. "Gerçekten çok kötü günlerdi. Haber açmasan, takip etmesen için rahat etmiyor; açsan, öğrensen canından can gidiyor. Biz bile yerimizde duramazken canıyla kanıyla bu Vatan için bizzat cephede savaşanların neler hissettiğini düşünemiyorum bile... Harekat başladığında Burak KİT'in görevindeydi. Harekat çok ciddileştiğinde görevinin seyrini kendi kendine değiştirip plan dışı işler yaparak adamı yakaladı. Gerçekten tüm operasyonu baltalayacak kadar büyük bir değişiklikti bu ama mini bir ihtar bile almadı. Çünkü herkes biliyordu neden acele ettiğini. Burak görevden gelir gelmez harekat için hazırlanmaya başlamıştı ki bizimkiler takıldı peşine. Ölüm Timi'nden Korkut ve Serkan da katıldı onlara. Küçük ama gözü kara bir destekle biraz(!) sınırların dışına çıkarak harekata müdahale ettiler." "Alfa varsa biraz(!) sınır dışılık oluyordur." diyen Hilal hissettiği neşeyle gülmüştü. "Kesinlikle. Onun kadar mükemmelliyetçi biri nasıl oluyor da bu kadar kural dışı takılıyor anlamıyorum." Doğukan'ın şaşkın serzenişi karşısında gülümseyen Hilal verilebilecek tek cevabı verdi. "Alfa işte." 🌙 "Doğu'nun söylediklerini duymayı beklemiyordum." diyen Hilal gözlerindeki sorularla sevgilisine baktı. 'Neden senden duymadım. Neden anlatmadın?' diyordu o ela gözler. Yeşillerini ellerine çeviren Burak hafifçe omuz silkti. "Biliyorsun seninle baş başa takılırken terör olaylarını konuşmayı sevmiyorum. Zaten çalışma arkadaşı sayıldığımızdan tüm gün iş konuşuyoruz bize özel anlarda biz olalım istiyorum." Gözlerinde büyük bir sevgi beliren Hilal usulca sordu. "Garip değil mi?" Sevgilisinin yumuşak ses tonunu duyan Burak bakışlarını ona çevirdi. Aşık olduğu zümrütlerle buluşan genç kız konuşmaya devam etmişti. "Getirdiğin suyu içtikten sonra 'Çok güzelmiş.' desem 'Çünkü ben getirdim.' diyerek ukalalık yaparsın ama asıl övünmen gereken konularda bilerek gizliyorsun. Harekat olayları olsun, Aurora olsun... Harekatta soyadının geçmesi o kişinin sen olduğun anlamına gelmezdi ama adım kadar eminim ki sen istedin geçmemesini. Neden? Süvari'nin asıl kahramanı senken neden sen değilsin Alfa'm?" Dudaklarında gizemli bir gülümseme beliren Burak gülen gözleriyle sevgilisine baktı. "Çünkü ben hiçbir şey yapmadım Kelebeğim. Hastane yatağımda uslu uslu yatıyordum ben. Fazla nazlı bir askerim biliyor musun? Çok ah uh ettim. Bir türlü kalkmak bilmedim, komutanlarıma çok çektirdim. Batur abi de beni o yüzden hiç sevmez hatta. Çok göz devirdi bana, çok söylendi." Adamın söylediklerinden hiçbir şey anlamayan Hilal kaşlarını çatarak ona baktı. "Bu ne demek? Ayrıca hastane mi?" Birkaç saniye durum değerlendirmesi yapan Burak biraz geri çekilerek kız arkadaşıyla yüz yüze geldi. "Anlatacağım ama anlattıklarımı KİT gizliliği içinden say. Bu uyarım çok gereksiz ama yine de yapmam lazım." diyen Burak mahcup bir şekilde yüzünü buruşturmuştu. "Biliyorum Alfa'm sorun değil. Kimseye tek kelime etmeyeceğim." Sevdiğinin sözüne kendi sözü gibi itibar eden asker anlatmaya başladı. "Ben o zamanlar Şırnak'ta Teğmen'dim. Emre'nin peşimde olamadığı zaman dilimiydi. Peşimde değil dememe de bakma. O da Hakkari'deydi. Aramızda saatler... Her boş vaktinde tepemde bitiyor. Bir de yanıma köstebek yerleştirmiş, ben ne zaman gönüllü bir göreve gitsem bir bakıyorum bu mal da orada." Dudaklarında içten bir gülümseme olan Burak, kız arkadaşına baktı. "Söyleniyordum ediyordum ama memnundum bu durumdan. Ne yapıyor ne ediyor diye düşünmeme gerek kalmadan cephede arkasını kollayabiliyordum. Gözümün önünde olması, yanımda durması, sırtımı kollaması... Güzel hissettiriyordu. Kardeşimdi işte. Çoğu zaman dellendirse de gözüm önce onu arıyordu. Hatta bazen onun yaptığını yapıp onun görevine giderdim ben de. Evet. Benim de bir köstebeğim vardı." Burak'ın son cümlesi Hilal'in küçük bir kahkaha atmasına neden olmuştu. "Çok fenasınız var ya. Siz şimdi o köstebeklerin kim olduğunu da biliyorsunuzdur." "Elbette. Ama ikimiz de durumdan memnunduk bu yüzden ses çıkarmadık. Bazen kötü olduğumuzda bunu birbirimize yansıtmak istemezdik. Bizim köstebekler biz bir şey demeden durumu karşı tarafa iletir, diğeri de ona göre yapması gerekeni yapardı. Emre'nin moralinin bozuk olduğunun bilinciyle bulduğum her fırsatta onu arayıp sürekli darlamışlığım, ukalalık/şebeklik yaptığım çok olmuştu. Şimdi düşünüyorum da... İkimiz de 'Özgürlük veriyor.' diye sevindiğimiz bu farklı şehirler durumundan hiç hoşlanmıyorduk. Çok ağır gelmişti o ayrılık. Alışık değildik ki biz o kadar uzun ayrı kalmaya. Yıllarca dip dibeydik. Lise zamanı, Akademi zamanı. Akademi'den sonraki kısa süreç... Küçükken ayrı şehirde olsak da bulduğumuz her fırsatta soluğu diğerinin yanında alırken şimdi istediğimiz an çıkıp görememek, tehlikede yalnız olduğunu bilmek nefesimizi darlıyordu. Sürekli Emre'yi düşünüyordum. Aklımın, kalbimin bir tarafı hep onunlaydı. Babam ya da dayım da sürekli görevlerdeydi fakat onlarla bir kez bile kesişim dilememişken Emre ile operasyonlarımız kesişsin diye dualar ederdim. Aynı operasyon hatta aynı şehir kesişmese bile yakınlarındaki bir operasyona gitsek yeterdi. Ona yakın olsam yeterdi." Derin bir nefes alan Burak başını hafifçe eğerek sevgilisine baktı. "Bu iki gün itiraf günüm oldu. Bir şeyi daha itiraf edeyim mi?" Kaşlarını merakla kaldıran Hilal başını hızla aşağı yukarı salladı. "Beni Bitlis'teki Kobra Özel Timi için seçtiklerinde Emre timde yoktu." Dudakları şaşkınlıkla aranan Hilal tahminini doğrulamak istercesine sordu. "Sen mi istedin?" "Evet. Süvari ve diğer operasyonlarımdan dolayı beni kesinlikle ekibe istiyorlardı bunun farkındaydım ve değerlendirdim. Aslında..." Susmak istercesine dudaklarını birbirine bastıran Burak başını hafifçe öne eğdi. Sessizlik uzadığında Hilal soru dolu gözlerle sevgilisine seslendi. "Alfa'm?" "Bencilliğin bir diğer dibi. Bunu sesli itiraf etmek istediğimden emin değilim." Onun fısıltısını duyan Hilal yumuşakça mırıldandı. "Sen itiraf et, ben duymamış gibi yaparım." Hilal'in gülümseyen cümlesiyle istemsizce dudakları iki yana kıvrılan Burak başını kaldırarak elalara baktı. "Süvari olayının aslı, benim etkim, halktan hatta askeriyedeki birçok alt kesimden gizlense de dosyama işlenmişti. Yaptıklarımı duyduklarında bir kesim 'Bu asker başımızı ağrıtır.' diye benden uzak durdu diğer kesim ise bilinçli bir şekilde beni yanına almak istedi. Bu yüzden birçok farklı özel ekipten teklif aldım. Hangi şehirde nasıl bir görev olursa olsun gözüm kapalı gitmeye razıydım ama tek bir şartım vardı. Çoğu daha şart meselesini duyar duymaz 'Havalandın mı Asker? İki operasyona katıldın başarılı oldun diye şart mı sunuyorsun? Ülke meselesi bu hangi şartmış?' diyerek azarı bastı şartı bile sormadı. Soranlar ise 'Bizde torpil yok.' deyip reddettiler. Haksız sayılmazlardı. Belki gerçekten şımarıklıktı, belki de bencillik. Adına istediğin şeyi diyebilirsin. Ben sadece..." Derin bir nefes alan Burak küçük bir çocuk gibi omuzlarını yukarıya kaldırıp indirdi. "Emre yanımda olsun istedim. Yıllar önce kanlar içindeki elimi tutarak verdiği o sözü tutsun istedim. Çünkü artık sınırın da sınırında olduğumu hissediyordum. Doğu da söylemiş. Normalde harekatlarda delice bir şeye asla kalkışmam ama Süvari'de bir an gerçekten de işimi bitirmeyi düşünmüştüm. Bu düşünce beni korkuttu. Sonu biraz daha erteletmek istiyordum çünkü ben gidersem çok üzülürlerdi. Annem, babam ve Güneş'im gittiğinde ben çok üzülmüştüm. Benim ardımdakiler de çok üzülmesin istedim." Sevgilisinin sesindeki yaralı çocuğu duyan Hilal hüzünle adamın elini sıktı. "O cehennem gününde elimi tutan, yıllar boyu saçmalıklarımı durduran, bir adım ileri daha atmamı sağlayan kişi kardeşimdi. Emre bir kez daha beni tutsun, durdursun ve bir adım daha atmamı sağlasın istedim. Yoksa kayıp gidecektim, yok olacaktım... Teklif geldiğinde yine Panter'in de ekipte yer alması şartını sundum. Ahmet Binbaşım o zamanlar kim olduğumdan yani Salih babamdan ya da dayımdan bihabermiş. Tamamen askeri dosyamla hareket ediyordu. Hiç unutmam şey demişti bir gün 'Seni alacağımı duyan herkes 'Sakın ha yapma öyle bir şey. Yurt dışında öyle davranan ülkesinde neler yapmaz. Başını ağrıtır o çocuk. Delice işlere kalkışır' diye fikrimden döndürmeye çalışmıştı. Hiçbirini dinlemedim. Bitlis'in senin gibi bir deliye ihtiyacı var Aslan. Burası başka türlü temizlenemez." Ahmet Binbaşı'dan bahseden Burak kalbindeki özlemle derin bir nefes aldı. "Beni almayı kafasına koyduğundan şartımı elinin tersiyle itmek yerine değerlendireceğini söyledi. O sıralar bizimki de Irak sınırında terör estiriyordu. Emre'nin dosyasından memnun kalmış olsa gerek bir süre sonra beni tekrardan yanına çağırdı 'Birkaç sorum var.' dedi. İlk sorusu Emre ile aramdaki bağın ne tür bir bağ olduğuydu. Süt kardeşim olduğunu söylediğimde 'O zaman birlikte büyüdünüz doğru mu?' diye sordu. Onu onaylayarak 'Özellikle de lise zamanı ve sonrasında hep birdik.' dedim. 'Peki senin delilik anlarında kardeşin bu deliliğini harlar mı yoksa engeller mi?' diye sordu. Bu sorusuyla duraksadım. İsteğinin ne olduğunu bilmiyordum. Nasıl bir cevap onu tatmin eder diye yüzünü inceledim ancak tecrübeli bir Binbaşı'ndan bilgi almak imkansızdı. Sonunda dürüst olup 'Engeller.' diye cevap verdim. 'Bu dünyada beni engellemesine izin vereceğim 2'den biridir Emre. Ama dürüst olmam gerekirse ben aklıma koyduğumu yaparım Komutanım. Beni engellese dahi sırf kardeşimi kırmamak için işin içinden daha az hasarla çıkacağım bir alternatif düşünür yine istediğimi yaparım.' dedim. Duydukları hoşuna gitmiş olacak ki 'İstediğim cevap buydu asker. Emre Yankı şartını sunduğunda böyle bir dosyayla karşılaşmayı beklemiyordum. Siz iki kardeşi sınıra bırakıp sınırsız yetki versek 3 aya tüm itleri temizlersiniz.' diye latife yaptı. Ben tabii hemen Alfa'lığımı konuşturup 'Biz onu 1,5 ay yapalım Komutanım.' diye karşılık verdim. Bunun üzerine sahte bir hüsranla iç geçirerek 'Kesin pişman olacağım.' diye homurdandı. O günden kısa süre sonra resmi işlemler falan derken kendimizi Kobra Timi'nde bulmuştuk. Sonu acıyla bitse de o timde yaşadıklarımı güzel anarım. Ahmet Binbaşı'nın öğrencisi olmak büyük bir onurdu." "Bir gün ailesini görmeye giderken beni de götürsene." diye araya girdi Hilal. "Elbette. Emine abla sonunda birini bulduğuma sevinecek. Fena çöpçatanlık yapıyordu. Hiçbir görüşmeye gitmeyince pes etti elmecbur. Kızı Seval ile yaşlarınız arasında da çok yok. İyi anlaşırsınız onunla." "Ben herkesle iyi anlaşırım." Kızın ukala cevabı karşısında gülen Burak başını iki yana salladı. "Çevremdekilere kötü örnek oluyorum." "Katılıyorum." diyen kızın aklına dün akşam geldiği için gülmüştü. Onun gülüşündeki imadan olayı anlayan Burak cık cıkladıktan sonra baştaki hikayesine geri döndü. "Süvari Harekatı... O zamanlar çok ses getirmişti. Televizyondan ayrı bilgiler, şehirden ayrı, biz askerler arasındaki kulaktan dolmalar apayrı. Hepimizin ortak noktası bir an önce hakkıyla sonlansın, daha fazla kaybımız olmasın'dı. Durumlar iyice ciddileştiğinde başta sınırdakilerden olmak üzere gönüllü asker toplanmaya başlandı. Gönüllü dediğime de bakma. Sen ismini yazdırsan dahi elemeden geçmeden almıyorlar seni. Ciddi anlamda ince bir harekattı. Tecrübesizlere ya da fevrilere aman yok. Ben gönüllü olduğumda operasyon 6. ayını doldurmuştı. Benden önce ya da benimle gönüllü olanlar kabul edildi ancak beni hemen kabul etmediler. Biliyorlar tabii boş durmayacağımı, emin olamadılar. Ancak şöyle de bir gerçek var ki daha öncesinde gizil-aşina harekat tecrübesine sahip birisiydim. Rütbem Teğmen olmasına rağmen sürekli orada oraya gidip asla boş durmadığım için bir Üsteğmen bilgisine sahiptim. Dil olaylarına hiç girmiyorum bile. O yaşımda çevirmen olarak gittiğim görevlerin, konferansların, toplantıların haddi hesabı yok. Haliyle bir yerlere gidince bir şekilde birileriyle tanışıyorsun, duyduğun hikayelerle yaşamadığın tecrübeleri de kapıyorsun. Sonunda kayıplarımız gerçekten çoğalmaya başlayınca 'Artık ne olacaksa olsun.' kafasıyla kabul ettiler beni ve benim gibi birkaç pimi çekilmiş bombayı. Bu sürecin böyle işlediğini tahmin ediyordum zaten ama sonrasında Batur'a sorup doğrulatmıştım. İzni vermeyen Komutanlar beni çok iyi tanıyorlarmış. Belki benden bile daha iyi... " "Ciddi bir şeyler karıştırdığını Doğu'dan anlamıştım zaten. İki sorum var." diye araya girdi Hilal. "İlki kesin 'Başın belaya girdi mi?' olacak. Değil mi?" Sevgilisinin onu bu kadar iyi tanıması karşısında memnuniyetle sırıtan Hilal cevabı beklemeye başladı. "Hiçbir şey demediler. Takdir namına da Üsteğmen'liğe terfi edildim hatta." Şaşkınlıkla dudakları aralanan genç kız "Nasıl?" diye sorabildi. "O p*çler öyle büyük itlik yaptılar ki ülkemi zora sokmadığı sürece her yaptığım kabulleriydi." "İyice meraklandım şimdi. Ama önce neden başladığını söyle. Ne oldu da bu kadar kızdılar? Ne oldu da barışı tehlikeye etme pahasına taarruza geçtiler?" Öfkeli bir nefes alan Burak dişlerini gıcırdatarak konuştu. "Ankara'daki Yemin Töreni'ne saldırı düzenlemeye kalkmış pu*t herifler." Öğrendiği bu bilgi kalbini sıkıştıran Hilal saldırı engellenemeseydi yaşanabilecek olası faciayı düşündüğünde elalarının kızardığını hissetti. Vatanı için şehit olma uğruna hevesle yemin eden üniformaları içindeki subaylar/astsubaylar, asker aileleri ve çocuklar... En gururlu, en mutlu gün olacak o günün kanla kaplanması ihtimali... Kız arkadaşının dağılmış halini gören Burak uzanarak elini sıktı. "O it başka bir sebepten Ankara polisimizin gözetimi altındaymış. Yemin töreni yakınlarına birkaç kez gidince şüphelenip anında adamı paketleyerek öttürüyorlar. Durum ortaya çıktığında herkes ayrı çıldırıyor tabii. O haysiyetsiz tarafından bizim avladığımız örgütün adı verilince, Baturlar hiç vakit kaybetmeden yola koyuluyor. Öfkeden gözü dönmüş 50 asker... O itleri paketleme niyetiyle çıkılan operasyon Dayza'nın başkanın ortalığı karıştırması ile resmi bir harekata evriliyor. Ülkemize düşmanlık besleyen o it, teröristleri koruyarak bizi çokça zora sokmuş. Resmi birtakım maddeleri sıralayıp, gerçekleri çarpıtarak kamuoyunu manipüle ediyor. Sanki Dayza'yı ele geçirmek için Suriye tarafına geçmişiz gibi davranıyor. İlçe'de bulunan köklü üniversiteyi de avantaj sayıp ülkedeki öğrenci kesimin orada bulunduğunu, bu çatışmanın geleceğe ve ülke gençlerine saldırı niteliği taşıdığını söyleyerek bizi sınırdan çıkarmak istiyor. Amaç belli. Bizi uzaklaştırıp örgütü saklayacak." Bunu duyan Hilal öfkeli bir nefes alırken Burak kız arkadaşına bakarak devam etti. "Batur durumun gidişatından itlerin kaçacağını anlayarak inisiyatif kullanıyor ve kamuoyuna duyuru yapmaya karar veriyor. Bilinçli bir şekilde örgüt ismi vererek haber yaptırıyor. O itler tüm haberlerde boy boy isimleri çıkınca diğer örgütler tarafında aşağılanacaklarını bildiklerinden kaçmayıp sınırda bizle çarpışmaya başlıyolar işte. Bu süreçte iki taraftan da kayıplar verildi biliyorsun. Haberlerde yazılanların çoğu doğruydu. Birtakım gizli kalanlar olsa da gidişatı ve kayıplar tam rakamdı. Onların kaybı daha fazlaydı ve gittikçe de azalıyorlardı. Hatta ben gittiğimde harekatın %90'ını bitmişti ama o başkan iti bizi çok zora soktu. Saldırı namına kullandığımız silah menziline bile 'Bizim mevzuatta böyle.' diyerek laf yaptı. Öbür tarafa kısıtlama koymayıp üstüne finansal desteğiyle yükseltip bizim silahları indirtiyordu. Haberi kamuoyuna açtığımız ve kısmen onların sahasında olduğumuz için bazı durumlarda mecbur bize dayatılan kurallara uyduk. Benden önce ve benimle gelen ekip sayesinde güç bizdeydi. O saatten sonra kayıp olmazdı. İlçe başkanının oyunları bizi yavaşlatmaktan öteye gidemezdi yani." diyen Burak öfkeyle dişlerini sıktı. "Ne oldu? Bu halin hoş şeylerin habercisi değil." "İşin içinde o pe*evenkler varken hoş şey mi olurmuş?" diye söylenen Burak asıl olaya geçmeden önce açıklaması gereken kısmı açıkladı. "Öncelikle şunu söyleyeyim. Teröre kalkışan örgüt Suriye'deki birçok üst düzey tarafından olumsuz karşılanıyordu. Yasa dışı faaliyetlerinden ilallah etmişlerdi. Zaten bu tarz örgütler ülkesi tarafından doğal olarak nefretle karşılanıyor. Suları kurusun diye bakılıyor. Bizimkiler saldırınca fırsat bu fırsat düşüncesiyle birçok kişi bizimle işbirliği yapmaya karar vermiş. Dayza başkanı önceleri birkaç mırın kırın etse de itirazının şüpheye yol açacağını anlayıp harekatın 7. ayında bizimkilerin ülkeye girmesine izin veriyor. Yani ben gittiğimde tam sınırda değil de biraz daha iç taraftaydık. Tabii anlaşma şartları mevcut. Şehirdekilerin refahı için belli bir sınırı geçmememiz istendi. Dayza'nın başkanı gizlice diğer tarafa yol yaparken aşırı sinir bozucu bir durumdu bu. Yine de bir kayba daha izin vermeyecek kadar üstünlük bizdeydi. Günler böyle birbirini kovalarken bir gece ansızın kendimizi pusuda bulduk." Kalbinde büyük bir korku beliren Hilal kısık bir sesle sordu. "Şehit verdik mi?" Yeşillerini acı ve öfke bürüyen Burak başını iki yana salladı. "Vermedik. Vermedik ama felaketin tam kıyısından döndük Kelebeğim." |
0% |