@yasminiesa
|
💣 Kabusunun en hararetli yerinde sıçrayarak uyanan asker bitkin gözlerini mağaranın tavanına dikti. Sıklaşan kabusları yüzünden son günlerce fazlaca bu ânı yaşayan Burak biraz daha bu şekilde devam ederse çevresindekilerin dikkatini çekeceğinden emin bıkkın bir nefes almıştı. Verilen kısa Ateşkes molasında dinlenme umutları suya düşmüştü... Tekrar uyuyamayacağını çok iyi bilse de sağa dönerek gözlerini kapatan adam gergin bedenini gevşetmek için derin nefesler alıp vermeye başladı. Kısa süre sonra istediği gibi transa girerek yarı uyku halinde uzanmaya devam ediyordu. Her zamanki gibi zaman kavramını yitiren Burak zihnini boşaltmak için uçurum kenarında olduğunu düşünürken uykuya en yakın olduğu pozisyondaydı. Evinde ya da yalnız başına olsaydı kısa süre sonra gerçek bir uykuya geçiş yapacağı bu meditasyonu hali, insomniasını ve kabuslarını kısa süreliğine de olsa engelleyen tek şeydi. Çevresindekilerin kabuslarını fark edeceğinden endişelendiği şu anda ise sadece rahatlatmakla ve bedenini dinlendirmekle kalıyordu. 'Kabus görürsen durumunu anlarlar. Hem soru dolu bakışlara maruz kalırsın hem de zayıf olduğunu varsayarak harekattan/harekatlardan uzaklaştırırlar. Kimse kabuslarını, berbat ötesi ruh halini ve yorgunluğunu bilmeyecek. Uyumak, kabus görmek yok!' komutuna profesyonel bir şekilde itaat eden beyni uyumasına izin vermiyordu. Belki saniyeler, belki dakikalar hatta belki de saatler sonra duyduğu birkaç ses kaşlarını çatarak uyku halinden sıyrılmasına neden oldu. Önce birkaç sessiz patırtı duyuldu sonra da sürüklenme sesi. 'Nöbetçiler?' düşüncesiyle hızla gözleri açılan asker silahına davranıp ayağa fırlarken resmen kükremişti. "BASKIN!" Bu kelimeden saniyeler sonra düşmanlarına uykularında alçakça saldırı kurmayı planlayan teröristler, uyanık ve son derece öfkeli Türk Askeri'nin gazabıyla yüz yüze gelmişti. 💣 "Ateşkes halindeyken Suriye tarafından güvenceyle verilen sığınağa baskın mı düzenlediler? Hem de siz uyurken..." diyen Hilal büyük bir şaşkınlık ve öfkeyle devam etti. "Bu ne cesaret! Nasıl böyle bir şeye kalkışabilirler?" "Cevabını bizim de çok merak ettiğimiz o soru. Dayza başkanının o kadar ileri gideceğine hiç birimiz ihtimal vermemiştik. Uzaktan destekçidir demiştik ama o it meğer aynı b*kun lacivertiymiş. Bu olaydan sonra ona göre şekillenerek tepki vermek istedik ama koruyucuları vardı. Daha üstlerden tanıdıkları. Zaten onların torpiliyle gelmiş o mevkiye de. Bizden herhangi bir yardım talep etmedikleri sürece ülkenin iç işlerine karışamazdık. O itin ne olduğunu ortaya çıkarmak, peşindekilerin de ipini çekerek ülkelerini karıştırırdı. Bu yüzden de ateşkes sırasında yapılan bu haince saldırının üstünü kapatmaya kalkıştılar. Gelen itlerin bilerek örgüt dışı gözükmek için farklı kıyafet giymeleri elimizdeki kozu düşürüyordu. O an tek amacımız kendimizi ve mağarayı korumak olduğundan çoğunu tek hamlede indirmiştik. Sağ kalan tek tük teröristi de kaçan tayfa gitmeden öldürmüştü. Yani konuşturacak tek bir adam bile yoktu elimizde. O dağ başında kamera kaydı zaten yok. Dayza başkanı 'Sizin bulunduğunuz yer ve örgüt arasındaki görevlilerden rapor aldım. Kesinlikle tek bir örgüt üyesi sizin tarafa geçiş yapmamış. Baskını Türklerden nefret eden başka birileri yapmış olsa gerek.' diye akladı o itleri. Hepimizin nasıl çıldırdığını tahmin edebilirsin." Sinirleri bozulan Hilal sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldı. "Gerçekten inanamıyorum. Lütfen o itin intiharının intihar olmadığını söyle." Burak ela gözleri çakmak çakmak olan sevdiğinde bakarken istemsizce tebessüm etti. "İntihar değildi Asena'm. Bizim işimiz de değildi ama ben biraz el atmış olabilirim." Hikayeyi tam olarak öğrenmek isteyen Hilal bilinçli bir şekilde parça parça anlatan erkek arkadaşına sitemle baktı. "Neler olduğunu hemen anlatır mısın Burak Kılıç? Hastane demiştin. O saldırıda mı yaralandın?" "Evet. Yaylım ateşi sırasında..." 💣 "DİKKAAAT!" diye bağıran Burak yanındaki askerin önüne geçerek hızla onu itti. Kendisinden yaşça büyük olan Gencer aldığı darbeyle geriye düşerken Burak önüne dönerek çatışmaya kaldığı yerden devam etmişti Hızla atan kalbinin nedeni aktif bir çatışmanın ortasında olması değil de Gencer'in vurulma ihtimaliydi. Genç asker 1 aydır Soğuk Nevale, Buzdolabı lakaplarının hakkını vererek tüm askerlere mesafeli ve soğuk davranmıştı. Herhangi bir yakınlık paylaşım gerektirirdi. Paylaşacak bir hikayesi olmayan Burak Aslan'ın ise tüm bunları yapmaya niyeti yoktu. Künyesindeki bilgilerin yarısı yalanken, asla dile getiremeyeceği bir geçmişi varken kimseyle yakınlık kuramazdı o. Yine de kurmaması; görmediği, duymadığı, bilmediği anlamına gelmiyordu. Mağaraya çekildiklerinde isimliğinde Gencer yazan adamın cebinden çıkardığı minik pembe patiği çıkartıp özlemle kokladığını görmüştü. Defalarca kez... Herkesin uyuduğunu düşündüğü anlarda özlemin ağırlığıyla sessizce gözyaşları döküp kızına sağ salim geri dönmek için ettiği kısık sesli duaları duymuştu. Bu yüzden adını bile bilmediği Gencer'i korumak için her şeyi yapardı Burak. Bir küçük ruh daha babasız büyümesin diye... Yakınlardaki son teröristi de hissettiği öfkeyle alnının tam ortasından vuran Burak, kalanların Dayza'ya doğru kaçmaya başladığını gördüğünde okkalı bir küfür savurdu. Işımaya başlayan gökyüzü görüşünü kuvvetlendirirken kaçan adamlardan birini cephede gördüğüne emin olmuştu. "Ateşkesi bozdu puş*lar." diyerek teröristlerin peşlerinden gitmeye hareketlenmişti ki komutanını duyarak duraksadı. "ASKER!" Batur'un sesiyle birkaç saniye duraksayan Burak o p*çlerin kaçmasını sindiremeyerek tekrardan hareketlendi. "ASKER TEKMİL VER!" Komutanının bu emrini çiğneyemeyen Burak dişlerini sıkarak arkasına döndü. Gitmeye kalkanın kim olduğunu gören Batur 'Hiç şaşırmadım.' dercesine bıkkın bir nefes almıştı. Sağ elindeki mancsini sol eline alarak sağ eliyle selama duran Burak hiddetli bir şekilde konuştu. "Burak Aslan, Samsun! Emredin Komutanım!" "Gitmiyorsun!" dedi Batur kesin bir emirle. Sağ elini selamdan indiren Burak, mancsini sıktığı sol kolunun uyuşmaya başladığını hissederken itiraz etmek için dudaklarını araladı. "Komutanım..." "Gitmiyorsun. Bu bir emirdir." diyen Batur etrafındaki askerlerine baktı. "Hepinize söylüyorum. Saçma sapan bir şeye kalkışmayacaksınız. Politik çerçeve ışığında buradayız..." "Ve ateşkesteyken hepimizi uykumuzda gebertiyorlardı. Bu durumu sind..." diyen Burak, Batur'un siyaha çalan kahvelerindeki öfkeyle karşılaşınca sustu. "Aslan! O sesindeki alayı da çeneni de kapat. Herhangi bir itiraz daha duyarsam önce seni, peşine de disiplin cezanı Türkiye'ye postalarım." Aldığı tehdit ağrına giden Burak İtalyanca mırıldandı. "Contiamo la morte come un rango per la nostra patria e lasciamo che ci mettano ostacoli di fronte in nome della politica." (Biz vatanımız için ölümü mertebe sayalım onlar politika diye önümüze engel çıkarsınlar.) Burak öfkeyle ayağını yerdeki taşa vururken silahını kılıfına koyan Batur ona baktı. "Questa politica è anche per il nostro paese. Un nostro singolo errore scrive a decine di innocenti. Non sei a conoscenza dell'incidente? La maglia di questi cani è diversa. "Non ci sono prove. Sono innocenti. Qualcun altro l'ha fatto". Se contrattaccamo, si presenteranno come violatori del cessate il fuoco. Sei sicuro di voler trascinare il tuo paese in guerra, Aslan?" (Bu politika da vatanımız için. Bizim tek bir hatamız onlarca masuma yazar. Olayın farkında değil misin? Bu itlerin forması farklı. 'Kanıt yok. Onlar masum. Başkası yapmıştır.' diyecekler. Karşı saldırıya geçersek Ateşkesi ihlal eden bizmişiz gibi lanse edecekler. Ülkeni savaşa sürüklemek istediğine emin misin Aslan?) Duyduğu İtalyanca cümleyle komutanına bir bakış atan Burak gözlerini kaçırarak derin bir nefes aldı. Önce ihtilaf eden teğmenine sonra da tüm erlerine bakan Batur ciddi bir şekilde konuştu. "Kim olduğunuzu, nasıl bir konumda olduğunuzu unutmayın! Burada yaptığınız tek bir hareket için Batur yaptı, Aslan yaptı, o yaptı bu yaptı demeyecekler. Türk Askeri yaptı diyecekler. Türk Askeri! Attığınız her adımın Türkiye tarafından emredildiğini varsayacaklar. Her birimiz birer Türkiye'yiz şu an. Her birimiz omzumuzda milyonları taşıyoruz. Öfkenize yenilip, öfkemize yenilip attığımız o tek adım korumak için canımızı feda ettiğimiz milyonların kanıyla bitebilir. 'Ülkem için savaşıyorum.' sözünüzün hakkını vereceğiniz o andasınız Beyler. Gerçekten ülkeniz için mi savaşacaksınız yoksa hırsınızın kölesi olup bencilce gururunuz için mi savaşacaksınız karar verin. Eğer savaşınız ülkemiz için olmayacaksa üstünüzdeki üniformayı çıkararak s*ktir olup gidebilirsiniz." Tepenin üzerindeki askerler yükselen güneşin ışığında dikilirken bir kez daha ülkelerinin yüceliğini hissetmişlerdi. Sol kolunu artık hiç hissetmeyen Burak gözlerinin kararmasıyla sendeledi. Başı dönmeye başlarken nefes alışverişleri hızlanmıştı. Vurulalı rahat yarım saat belki de daha fazla olmuştu. Kan kaybından bayılmak üzere olduğunu fark ettiğinde dilini ısırdı. Beyni hissettiği acıya odaklanırken komutanının soru dolu seslenişini duydu. "Aslan?" Gözlerini yere bakan askerinde gezdiren Batur yanlış giden bir şeylerin olduğundan emin teğmeni incelemeye başladı. Önce silahı tutan elindeki kanları sonra da düşük duran sol omzunu fark etmişti. "Vuruldun mu sen?" Bakışlarını odaklamak için gözlerini kırpıştıran Burak hissettiği korkuyu alaya dönüştürerek konuştu. "Yok benim kanım değil.' diyenlere çok özensem de bir türlü demek nasip olmadı be komutanım.' Bayılamazdı... Bayılırsa, kabus görürdü. Sakinleşme isteğiyle nefes alış verişlerini düzene sokmaya çalışırken Gencer "Vuruldun mu?" diyerek yanına koştu. "İyiyim demiştin." diye endişeyle söylenen asker neresinden vurulduğunu çözmek için kendisini kurtaran teğmenin etrafında dönerken kanlar içindeki üniformayı görerek küfretti. Burak'ın sol kürek kemiği boydan boya kanla kaplıydı. Gencer'in tepkisi üzerine hızla Burak'ın yanına gelen Batur durumu gördüğünde öfkeyle teğmenine baktı. "Kolun bu hale gelene kadar neredeydin Aslan?" "Çatışmada." diyen Burak, Batur'un delici bakışlarıyla karşılaşmıştı. 'Olanı söylüyorum, ters ters bakıyorlar.' diye içinden söylenen Burak kalp atışlarının kulaklarında yankılanmaya başlamasıyla yumruğunu sıktı. 'Bayılmak istemiyorum...' Tüm bedenini acizlik kaplarken kurşun çıkışı var mı diye yarasını inceleyen komutanının ters sesini duydu. "Ve bu halde o itlerin peşine mi düşecektin?" "Ateşkeste bize saldıran itleri rahat mı bırakacaktım?" diye ağzının içinden söylenen Burak dibindeki komutanının isyanla iç geçirdiğini duydu. "Bu halde bile susmuyorsun. Ayrıca hiyerarşiden bu kadar koparsan seni de koparırlar Teğmen." Halsizliği had safhaya çıkan Burak geri çekilerek komutanının elinden kurtuldu. "Kurşun çıkışı yok Komutanım boşuna aramayın. Hiyerarşi olayı bende sıkıntı sanırım. Sorulan soruya cevap verdiğim için Uyarı, Kınama ya da Aylık kesintisi almışlığım oldu. Halbuki tek yaptığım cevap vermekti. Sormuşlardı çünkü." "Bayılmak üzeresin ama hâlâ aynı alaylı üslupla komutanına cevap vermeye devam ediyorsun. Ondan olabilir(!)." dedi Batur karşısındaki bu askerden garip bir şekilde hoşlanırken. "Sustuğum için kınama almışlığım da oldu. Hatta ilk gayrı resmi kınama cezam sustuğum içindi. Bir sonraki sefere ceza almayayım diye cevap vereyim dedim yine ceza verdiler. Ne istiyorsunuz benden Komutanım?" Kendisine ukalaca cevap veren teğmenini evire çevire dövmek isteyen Batur tek kaşını havaya kaldırdı. "Ceo çocuğu falan mısın sen? Bu ultra özgüvenin nereden?" Duyduğu soruyla yüzündeki alaycılık kaybolan Burak kalbindeki sızıyı yok saymaya çalışarak cevap verdi. "Asker çocuğuyum Komutanım." Kendi sesinde duyduğu gurur dudaklarında bir tebessüm belirmesine neden olan Burak istemsizce devam etti. "Ve evet. Babam da tam bir baş belasıymış." Teğmeninin kullandığı geçmiş zaman ekine dikkat çeken Batur başka bir soru sormak üzereyken yardımcısı Çakır'ın sesini duydu. "Yüzbaşım, Teğmeni hastaneye götürecek araba yoldaymış ama bu patikayı çıkmaz diyorlar. Acil yola çıktıkları için herhangi bir sedye de alamamışlar. 'Aşağı yola inerseniz biz de geliyoruz.' dediler." Batur bakışlarını yüzü beyaza çalan teğmene çevirirken "Ben yürürüm." diyen Burak sol elindeki silahını sağ eline alarak yola doğru yürümeye başlamıştı. Tahmin edildiği gibi 3 adım sonra sendelemişti. Gencer atılıp onu tutarken Batur alayla konuşmuştu. "Kan kaybın çeneni durduramasa da bedenini durduruyor Aslan. Bayılmadan bu tepeyi inemezsin." "Bayılamam." diye fısıldayan Burak kararan gözlerini kapattı. Bayılmaktan o kadar çok korkuyordu ki yere oturup hüngür hüngür ağlayabilirdi. Bu düşünce alayla gülmesine neden oldu. Hüngür hüngür ağladığı son gece cehennemi yaşadığı o gece olmuştu. Dönmemek için her şeyi yapacağı o gece... "İzninizle ben Aslan'ı aşağı kadar taşıyayım Komutanım." diyen Gencer ile gözlerini açıp ona baktı. Adamın açık kahve gözleri endişe doluydu. "Hiç yeltenme Gencer. Kendi gidecekmiş o." Komutanlarının alaylı cümlesiyle askerler şaşkınlıkla ona bakarken Batur'un gözleri Burak'ın üzerindeydi. Teğmenin vereceği tepkiyi merakla bekliyordu. Burak Aslan onu şaşırtmayarak kolunu Gencer'den kurtardı ve sarsak adımlarla yürümeye başladı. "Asla minnet etmezsin değil mi Teğmen?" Kendisine atılan lafı duyan Burak adımları yavaşlarken keskin bir şekilde "Asla!" diye karşılık verdi. Tükenmiş ruh hali konuyu burada bırakmasına izin vermezken komutanına dönen asker sesindeki acıyla devam etti. "Ben hiç kimseye hiçbir surette boyun eğmeyen bir kadının oğluyum Komutanım." Yeşil gözleri feryat ederken başını dikleştirdi. "Bu yüzden ölüyor olsam bile karşımdakine yalvarmam." Annesi bir kez bile olsun o p*çlere 'Yapmayın, dokunmayın, öldürmeyin.' dememişti. Onlara minnet etmektense o bıçağı kendi kalbine kendisi saplamayı tercih etmişti. Annesinin kararlı bir şekilde söylediği 'Bana dokunmanıza izin vereceğimi düşünüyor musun gerçekten?' cümlesi yankılandı ruhunda. İzin vermemişti... Burak da izin vermezdi. Asla! Teğmen'in sert bakışlarını gören Batur karşısındaki askerin gelecekte çok iyi yerlere geleceğinden emin bir şekilde başını salladı. "Yalvarma zaten. Ancak bazen dostların yardım eli uzattığında onu tutmalısın. Bu da bir erdemdir." "Dostlarımın yardım elini tutmayı biliyorum zaten Komutanım." diyen Burak buradaki hiç kimseyi dostu saymadığını açıkça ima etmişti. Batur bu cevaba şaşırmadı. Geldiği ilk günden beri yalnız takılan Aslan'ın bilinçli bir şekilde insanlardan uzak durduğunu fark etmişti. Bu yüzdendi ya zaten Gencer'in önüne siper olduğunda şaşırması... "Dostların ve silah arkadaşların diyeyim o zaman. Cephede kıçını koruma işini onlara bıraktığın gibi yeri geldiğinde yardımlarını da kabul etmelisin." "Edecektim zaten ama siz beni kışkırttınız Komutanım." Sinirleri bozulan Batur öfkeyle güldü. "Elimde kalacaksın Burak Aslan." "Pek size kalmayacak gibiyim Komutanım." diye alayla söylenen Burak arkasını dönerek tepeyi inmeye devam etti. Başını olumsuz anlamda sallayan Batur "Yuvarlanıp gidecek aptal." diye söylenerek askerinin peşinden gitmeye başlamıştı. İnadı tutan Burak yalpalaya yalpalaya yolun yarısını etmişti ki kararan gözleri yüzünden adımını boşluğa attı. Düşmeyi beklerken kolunda hissettiği el ile minnetle Gencer'e dönmüştü ki onu tutanın Batur olduğunu gördü. Komutanının gözlerinde alay değil de endişe gördüğünde kelimeleri ondan izinsiz fırladı. "Bayılmak istemiyorum." Ukala ve alaycı maskesinden sıyrılan Burak'ın gözlerinde gördüğü korku ve acı Batur'un tuttuğu kolu destek verircesine sıkmasına neden olmuştu. "İzninle seni taşıyayım." derken söylediğine Batur'un kendisi de şaşırdı. Şaşırma sebebi taşıma isteğine değildi. Birçok yaralı kardeşini, askerini sırtında taşımıştı zaten. Şaşırma sebebi bir Yüzbaşı olarak ukalavari davranan bir Teğmen'in suyuna gidip üstüne bir de izin istemesiydi. 'O teğmen olmasaydı kaç şehidin olurdu Batur?' İç sesinin sorusu Batur'un teğmene neden bu kadar müsamaha gösterdiğini hatırlatmıştı. Burak baskını fark edip haber vermesiydi her şey çok çok daha kötü sonuçlanacaktı. Batur'un cümlesiyle dudaklarında samimi bir tebessüm beliren Burak başını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Teşekkür ederim Komutanım. Yine de eğer isterseniz Gencer ya da başka biri de taşıyabilir." Sonunda geri adım atan askeriyle kaşlarını kaldıran Batur alacağı cevabın merakıyla sordu. "Benim yerimde olsan silah arkadaşını korumak için vurulan askerini kendin mi taşırdın yoksa başkasına mı taşıtırdın?" "Ben her işimi kendim yaparım Komutanım. Başkası yapınca olmuyor. Eğer bir gün Yüzbaşı olursam bu huyumun değişeceğini zannetmiyorum." Burak'ın cevabı Batur'un içten bir şekilde gülmesine neden olurken yanındaki Çakır'ın mırıltısını duydu. "Bu çocuk fazla mı tanıdık ne?" Arkadaşına ters olduğunu umduğu bir bakış atan Batur, Burak'ı sırtına almak için yönelmişti ki askerinin sorusu üzerine duraksadı. "Hastaneye gidiyoruz ya Komutanım..." "Evet?" "Dayza merkezindekine gideceğiz değil mi?" Bu soruya da "Evet." diye cevap veren Batur konunun nereye geleceğini çözememişti. "O zaman silahımı alırlar." diyen Burak korumak istercesine mancsini sıktı. "Haliyle. Emanete verilir çıkışta alırsın." Komutanı konuşmaya başlarken Burak'ın gözleri Gencer'i bulmuştu. Konuşulanları duyamayacak bir mesafede bekleyen asker, Burak'ın ona baktığını görerek yanlarına yaklaştı. "Bir şey mi oldu Aslan?" Silahını Gencer'e doğru uzatan Burak mancsine bir bakış attıktan sonra adamla tekrardan göz göze geldi. "Silahımı sana emanet edebilir miyim?" Komutanına bir bakış atan Gencer, Batur'un onaylamasıyla silahı tuttu fakat Burak bırakmamıştı. "Kıymetli abi. Canımdan bile daha kıymetli. Üniformanın cebindekini koruduğun gibi koru onu olur mu?" Dudaklarında hafif bir tebessüm beliren Gencer gözlerini açıp kapatarak hayatını kurtaran askere güvence verdi. "Bırak cebimdeki patiği, onun sahibini koruduğun gibi korurum kardeşim. Gözün arkada kalmasın. Bugün sen olmasaydın kızımı bir daha göremeyecektim ben. Bunun minnetimi ömrümce ödeyemem. Emanetim emanetimdir. Endişelenme." 💣 "Bu yüzden mi belli başlı görevlere giderken mancsini geride bırakıyorsun?" diye sordu Hilal yeşil gözlere ilgiyle bakarken. "Evet. Mancsim kaybolur ya da birileri tarafından el konulur diye harekatlarda onu asla yanıma almam. Yine aynı şekilde Alfa olarak değil de başka bir kimlikle gizli göreve çıkarsam onu taşımam. Elimde olamayacağı her an 'Ya bir şey olursa?' diye endişeleniyorum." "Haklı bir endişe. Kim olsa öyle hissederdi. Peki n'oldu sonraki günlerde? Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Alfa'm haberlerde duyduğum kadarıyla Batur'a zaten bir hayranlık besliyordum ama sana yaklaşımını duyunca misliyle katlandı bu durum. 'Kendi kaşındı. Yuvarlansın da aklı başına gelsin.' demek yerine taşımak için senden izin bile istemiş. Eşine pek sık davranılmayacak bir yaklaşım. Yaptıklarının sonu disiplin cezasıyla da bitebilirdi." "Batur abimle mayamız aynı. Büyük ihtimal bende kendini gördü de o yüzden o kadar müsamaha gösterdi. Yoksa yapmazdı." "Bence bu bir kısmıdır. Herkesi kurtardığın için susmuştur onca cümlene." "Ben olmasam başkası duyardı." diyen Burak hafifçe omuz silkmişti. Sevgilisine bakan Hilal hafifçe tebessüm etti. "Yine aynı konuya döndük." "Hangi konuya?" "Asıl ukala olman gereken yerlerde sanki olay önemsizmiş gibi davranmana. Tek Aurora ya da Süvari değil mesele. En basitinden şu an aktif olarak kaç yardım kuruluşuna yardım ediyorsun Burak Kılıç?" Soruyu duyan Burak rahatsız bir şekilde yerinde kıpırdanarak sessiz kaldı. "Kendi gelirinle bile birçoğuna yardım ettiğini düşünüyordum zaten ama Mr. Leo neler yapıyordur tahmin dahi edemiyorum şu an. Yine de bu konu hakkında bilgi almak istesem bana bile tam cevap vermezsin değil mi?" Birkaç saniye sevgilisinin ela gözlerine bakan Burak başını iki yana salladı. "Bir Hadis rivayeti var. Resûlullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem'e, "Sadakanın gizlisi mi daha fazîletli, âşikâr verileni mi?" diye suâl etmişler. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu -meâlen- "Sadakaları açık verirseniz (riyâ olmamak şartıyla) o ne iyi, ne güzel bir şeydir ve eğer onları gizler de fukaraya öyle verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına keffaret olur (örter), hem Allah, her ne yaparsanız haberdardır. (Bakara Sûresi, âyet 271). Sen dahi olsan buna tam cevap vermem çünkü kendime bile sır ettiğim konulardan bu. Param var; bunu yetim, öksüz, şehit ailesi, yardıma muhtaçlar ya da ilim yolundakiler için kullanıyorum. Bedenim var; bunu vatanım için, halkım için, silah arkadaşlarım için kullanıyorum. Ruhum var; bunu Hazreti Allah için kullanıyorum. Kalbim var;..." diyen Burak gülümseyerek sevgilisine göz kırptı. "Bak kalbimi sadece senin için kullanıyorum." Gözlerindeki sevgiyle erkek arkadaşına bakan Hilal tuttuğu eli kaldırıp dudaklarına götürerek öptü. "Hep diyorum hep de diyeceğim Alfa'm. Hayallerimden bile daha güzeliyle süsledin hayatımı." diyen genç kız kaşlarını havaya kaldırarak devam etti. "Ama bu güzel sözlerle beni kandırıp konuyu değiştiremezsin." "Ne inatsın kızım yaa. Ayrıca yalnız güzel değil doğru sözler de onlar." Onun söylenmesiyle gülen Hilal sırıtarak sordu. "Ve?" Derin bir nefes alan Burak bu konudan kaçamayacağının bilinciyle itiraf etti. "Tamam kabul. İçimde gerçek bir mütevazı yatıyor. Ukalalık ve alaylık babamı taklit ettiğim dönemde kaptığım sonrasında da benliğimde yer edinen huylar. Maske olarak başlayıp benden olan bu ikiliyi -ukalalık ve alayı- hayatımın genelinde kullansam da gerçek olaylarda gerçek benliğim ortaya çıkıyor ve ister istemez mütevazı davranıyorum. Gerçekten övünülmesi gereken durumlarda asla övünmem. Belki çevremdekilerin inadına ya da genel ukalalığımı sürdürmek için laf olsun diye birkaç cümle söylerim ancak onlar asla gerçek hislerim değildir. Yani evet. 'Bu su güzel.' desen 'Çünkü ben getirdim.' derim ama 'Mardin'de beni kurtardığın için teşekkür ederim.' desen 'Görevimiz.' der geçerim." Dudaklarındaki sırıtış kocaman bir gülümsemeye evrilen Hilal ela gözlerindeki parıltıyla sevgilisine bakarken Burak homurdanarak sordu. "Oldu mu? Aldın mı istediğini?" "Oldu, aldım." diyen Hilal bir anda sevgilisinin boynuna atlayarak sıkıca ona sarıldı. Böyle bir şeyi beklemeyen Burak gülerek kıza karşılık vermişti. Birkaç saniye sonra geri çekilen Hilal adamın yanağına uzun bir öpücük bırakarak fısıldadı. "Seni çok seviyorum Burak Kılıç. Bu kadar mükemmel birisi olduğun için, en gizli yönlerini bile sırf ben istedim diye aşina ettiğin için, hayatıma girdiğin için, benim en büyük İyi Ki'm olduğun için çok teşekkür ederim." Aldığı iltifatlar kalbini okşarken sevgilisinin alnına bir öpücük bırakan Burak hafifçe güldü. "Öğrendik işte sevdiğimizden bir şeyler." Adamın bu iltifatları bile kabul etmeyerek kendisine yönelttiğini gören Hilal kaşlarını havaya kaldırarak adama takıldı. "Bir de sana ukala diyorlar değil mi?" "Diyorlar yaa. Başta da sevgilim diyor hatta." Burak'ın sahte bir hüzünle kurduğu cümle Hilal'in gözlerini kısmasına neden oldu. "Gıcıksın!" "Bak bunu ukaladan daha sık kullanıyor." Gülen Hilal kollarında durduğu adama yaslanarak mırıldandı. "O zaman söyle bakalım Gıcık Bey. Yüzbaşı Batur senin gibi bir gıcıkla ne yaptı?" Cümleyi duyan Burak başını öne eğerek tebessüm etti. "Çıldırdı ne yapacak?.. Yalnız yaralandığım gün askerlik hayatımın en unutulmaz dersini yaşamıştım biliyor musun?" "Neden?" diye sordu Hilal meraklı bir sesle. "Çünkü Batur benim baskınla ilgili ona söylediklerimin aynısını hatta daha fazlasını kendi komutanına söyledi." "Ne? Gerçekten mi?" Kız arkadaşının şaşkın yüzüne bakan Burak o günü hatırlayarak başını aşağı yukarı salladı. "Gerçekten. Bizim hepimize ayak üstü ders veren ve hizaya getiren komutanımızdan o cümleleri duymak beni de şaşırtmıştı. O gün yarı baygın benle arabaya bindiğinde yanına sadece iki kişi aldı. Biri neredeyse kendisiyle yaşıt yardımcısı Çakır'dı. Harekatlarda geçer ismi. O ikisi hep beraber çıkıyorlar, iyi bir ekip olmuşlar. Yine böyle bir kişi daha var. Keskin. Bir üsteğmen ama yaşı bayâ bir var. O ikisi Batur'un yandaşları, yoldaşları. Operasyon rotası, gidişatı falan hep beraber çıkarıyorlar. Diğerlerinin yanında Komutan-Yardımcı ilişkisi olsa da özelde daha farklı olduğunu hissediyordum ki o gün de bu kanıtlandı. Beni bayıldı zannettiler, bu tarz durumlarda kabus olayları yüzünden bilincimi bilinçli bir şekilde açık tuttuğumdan bihaberlerdi. Neyse işte Batur yolda komutanını aradı. Ama nasıl öfkeli. Dakikalar önce bizim ateşimizi alan o adam gitmiş, öfkesiyle dünyayı yakacak kadar delirmiş bir asker gelmişti. Bayâ bir saydırdı. Politika olayları dahil. Komutanı bu hiddetine kızıp komutanlığına laf söylemişti sanırım." diyen Burak tek taraflı duyduğu konuşamadaki Batur'un cevabını düşündü. 'Merak etmeyin Komutanım. En ince harekatlara çıkarılmamın bir nedeni var. Askerlerimi durdurup gerekeni söyledim onlara. Saldırıyı fark edip bizim canımızı kurtaran Teğmenimi o itlerin peşinden gitmeye kalktı diye herkesin önünde, onun gibi hissettiğim halde her sözüne katıldığım halde azarladım hatta. Alınması gereken politik kararların farkındayım. O Dayza başkanından dolayı, iç meseleler yüzünden önümüze taş koyacaklarının da farkında olduğum gibi. Birkaç gün beni oyalayacaksınız sonrasında da siyaset ışığında karar vermemi isteyeceksiniz. Bugün benim askerlerim uykusunda hain bir saldırıya uğruyordu. Neden? Çünkü ben de sizin politikanıza güvendim, ateşkese ve bulunduğumuz Dayza sığınağına kandım, gereğinden az önlem aldım. Ama bundan sonra yok Komutanım. Askerlerime de söylediğim gibi Türkiye'mi temsil ettiğimi çok iyi biliyorum ancak gelecek günlerde bana olumsuz bir dönütle gelirseniz istifamı verip asker kimliğimden sıyrılıp o itleri indirecek, sonrasında da paşa paşa teslim olup cezamı çekeceğim Komutanım. Şimdiden haberiniz olsun.' Hatırladığı kadarıyla Hilal'e diyaloğu anlattığında genç kız hüzünlü bir nefes aldı. "Yapardı değil mi?" "Kesinlikle." diyen askerin sesinde şüphe yoktu. "Üst kademedekileri de anlıyorum ama. Onlar herkesle, her şeyle ilgilenmek zorunda. Pireye kızıp yorgan yakamazlar ki." Sevgilisinin anlayışlı sesi Burak'ın gülümsemesine neden oldu. "Empatist psikoloğumuz her zamanki gibi olayı en kilit yerinden yakaladı. O gün Batur telefonu kapattığında Keskin 'İdareci olmak, yönetmek bunu gerektirir evlat. Bazen hissetmesen de katılmasan da genelin refahı için doğru olanı yapmayı gerektirir. Sen nasıl ki askerlerinin karşısında büyük bir kararla 'Gitmek yok!' diye emir verdiysen Binbaşı da bunu deme zorunda. Bu iş başa kadar gider. Her zaman en büyük duamız en baştakinin gemileri yakan biri olmaması. Çünkü yangına körükle giden bir idareci, idare ettiklerini alevlere teslim etmeye mahkumdur. Bunu sakın unutma evlat. Alevi harlayan olmak kadar, söndüren olmak da önemlidir. Biz bu teröristleri her türlü gebertiriz. Önemli olan izlediğimiz yol. Tek gayemiz yanlış yolu seçip de kayıp vermemek. Bir dur, sakinleş. Gidişata bir bakalım. Binbaşı gidişatı yavaş da olsa bir çözüm bulacaktır. Ancak sen şu an hiçbir şey yapamazsın. Operasyonu haberlere verdiğimiz gün adımlarını trilyon kere düşünerek atmaya söz vermiştin. İstifa ettin diye Türk Vatandaşı olmaktan çıkmıyorsun. Yine parmakla gösterecekler seni. Yine Ülkenin emrettiğini söyleyecekler. Şu konumda üken için bir şey yapmak istiyorsan sabredeceksin Aras.' dedi. Dediklerinin her birini hatırlıyorum çünkü kalbime nakşetmiştim bu cümleleri. Asker olmanın hep saldırı, yıkmak olmadığını anlamıştım o gün. Yıkıcı olmak kadar yapıcı olmamız gerektiği dank etmişti." Yeşil gözlerinde büyük bir ciddiyet olan adam sevgilisine baktı. "Asker denilince akla ilk savaş geliyor ama aslında barış gelmeli. Bizim asıl amacımız savaşmak değil de barışı korumak. Evet savaşıyoruz doğru çünkü onlar barışı tehdit ediyor. Evet öldürüyoruz doğru ama koruduklarımız, kurtardıklarımız çok daha fazla... O güne kadar bunu böylesine net fark etmemiştim. Derslerde söylemişlerdi elbet ama pratik bilgi ve teorik bilgi arasında kocaman bir fark var malum. Bizzat yaşayınca çok daha iyi anladım. Yine de anlasam dahi hiçbir zaman Batur abinin olgunluğuna erişemeyeceğim sanırım. Bir şekilde bir yolunu bulur Ülkemi işin içine katmadan yapacağımı yaparım. Bu o zaman da öyleydi KİT'in başına geçtiğim şu anda da böyle." "Bu biraz da politik olayları üstündeki amirlerine paslamandan bence. Asım Başkomiser olayında bu durumu ima etmiştin. Politik olaylardan kendini soyutluyorsun, kimseyi ile karıştırmadan istediğini yapıyorsun. Ama Batur gibi kendini soyutlayamayacağın bir pozisyonda olsaydın eğer sen de onun yaptığını yapardın. Yeri geldiğinde ateşi harlayan değil de söndüren olabilirsin Alfa'm." "Bilmem. Ben genelde harlarım." dedi Burak gülerek. Konuşmak için dudaklarını aralayan Hilal tekrardan geri kapattı. "Ne oldu? Neden sustun?" "Bir örnek verecektim ama vermemeye karar verdim." "Neden? Verebilirsin, sorun yok." dedi Burak. Kelebeğinden gelen her şey başı gözü üstüneydi sonuçta. Birkaç saniye düşünen Hilal erkek arkadaşının isteğine uydu. "Bukalemun olayında dayını durdurmuştun, o ruh haline rağmen hem de. Ayırt etme yeteneğin olmasa, iyi-kötü ayrımı yapamasan ateşi harlayıp 'Ne olacaksa olsun.' der engel olmazdın ama bunu yapmadın. Sonuçlarının bilincindeydin çünkü. Bu durum da benzer. Sonuçlarının ağırlığına göre alev söndüren de olabilirsin." Bu örnek hastanede Emre ile konuştuklarını getirmişti aklına. Herhangi bir durumda Emre saldırmasın diye saldırıya bilinçli geçtiği o çocukluk yıllarını hatırlatmıştı. Düşünüldüğünde Burak hep daha mülayimdi. Hızlı parlayıp hızlı sönen birisi gerekli eğitim ve tefriğe sahip olduğunda mükemmel bir söndürücü görevi görebilirdi. "Haklısın sanırım." diye mırıldanan adam kız arkadaşının kolunu okşarken düşünceli bir şekilde devam etti. "Yine de politikanın tam göbeğinde olmayı tercih edeceğimi sanmıyorum. Birinin ateş olup yakması gerekiyor ve ben su olup söndürmektense ateş olup işi kökten çözmeyi daha çok seviyorum." "Orası doğru bak. Zaten sana da bu yakışıyor Alfa'm. Ben sadece o olgunluğa asla erişemeyeceğini söylediğin için araya girdim. Senin ülkemiz için yapacaklarının sınırı yok. Eğer o an öyle gerekiyorsa gayet de geri çekilebilirsin. Bak diğer bir örnek geldi aklıma. Derbas olayında yaşananlar mesela. O an dayın helikopterin düştüğünü haber alıp ana karargaha geçmeseydi diğerleri gerçekten de teslim olduğunuza ihtimal verebilirlerdi. Ama siz bunu ve doğuracak sonuçlarını düşünmediniz bile. O an yapılması gereken tek şey oydu çünkü." Hiç düşünmediklerini düşündürterek şüphelerini gideren, yaralarını saran sevgilisini biraz daha kendine çeken Burak sevgiyle mırıldandı. "Psikolog modun açık kaldığında seni ayrı seviyorum Psikoloğum." Bu cümleyi duyan Hilal'den yüksek sesli bir kahkaha yükselmişti. "Sen değil miydin bu duruma onca laf eden?" "Ben değildim, geçmişteki yaralı kurttu. Kelebek olup ruhuna dokunduğun için o kurt artık acı içinde karanlık bir köşede saklanmıyor. Hal böyle olunca..." diyen Burak kızın papatya kokusunu içine çektikten sonra yanağına bir öpücük bıraktı. "Seviyor seni çooook." Halinden memnun gülen Hilal keyifle gözlerini kapatırken Burak da bu kadar reklam arasının yeterli olacağına kanaat getirerek hikayesine devam etti. "Ameliyat bitimi uyandığımda yakmaya kararlıydım. Arabadaki konuşmalar beynimi deliyordu. Her şeyin üstüne bir de o itler yüzünden vurulup narkoz almış, uyanamadığım tüm o süreçte o günü defalarca kez yaşamıştım. Yaptıklarının bedelini ödemeliydiler. Batur'un eli kolu bağlıysa ben vardım. Bir şekilde işlerini bitirmeliydim. Bize dayatacakları 'Üniforma farklı onlar değil, sınırlar benim korumamda örgütten kimse geçmedi.' sözlerinin aynısını onlara yaşatmalıydım. Yapacak saldırıyı bir Türk Askeri'nin yaptığını kanıtlayamazlarsa hiçbir sorun olmazdı. Uyandığımda bir süre kimseye uyandığımı çaktırmadım. İlaç etkisi geçer geçmez beynim kabus görmekten kaskatı kesilen bedenimi uyandırmıştı ama uyuyormuş gibi yapıp durum kontrolü yaptım. Nasıl bir plan izleyeceğimi bilmiyordum ama yardım almam lazımdı. Bana 'Neden?' diye sormadan yardım edecek ve beni engellemeye kalkmayacak birinden... Anlayacağın bir şekilde Doğu'ya ulaşmam lazımdı. O hem tek bir soru sormadan yardım ederdi hem de yetenekleri her açıdan işime yarardı. Fakat benim de elimi kolumu bağlamışlardı. Telefon istediğim kişiyi dahi özenle seçmeliydim çünkü her hareketim takipteydi. Kaldığım odadaki sabit telefon bile çıkarılmıştı. Ben Dayza başkanının işi zannediyordum meğer Batur'a emir verilmiş 'Aslan'ın sicil hiç tekin durmuyor. Başımızı belaya sokar o teğmen. Dikkatli olun.' diye. Ehh haksız sayılmadıkları için kızamıyorum da." "Başka bir ülkede, Dayza gibi bir şehirde yaralıyken nasıl bir plan yapmış olabilirsin?" diyen Hilal ihtimalleri düşünüyordu. "Ahh sevgilini hiç tanımadın mı Asena? Plan yapmak benim işim." "Doğru. Sen zamanında başka birinin yerine geçerek bizim şirkete sızan birisin." diyen Hilal'in sesinde tek bir suçlama ya da keşke yoktu. Geçmişteki olumsuzları kabullenip yola devam edebildikleri için şükür dolu bir nefes alan Burak, kıza gülümsedikten sonra yaptıklarını anlatmaya başladı. "Beni baygın sandıkları süreçte kontrollerimi yapan iki hemşire arasında bir konuşma geçti. Onları duyduğumda aklımda bir plan belirmeye başlamıştı." 'Kızım baksana şu yakışıklıya.' 'Hastanın içine düşeceksin kız. Dikkat dikkat.' 'Ama çok yakışıklı. Bir de askermiş.' 'Hee düşman askeri. Büyük bir aşk hikayesi mi doğacak yoksa? Çık hayal dünyasından. Hem bakmaz o sana.' 'Benim gibi birini bulacak da bakmayacak mı? 2 güne tavlarım ben onu.' 'Doktor için de öyle diyordun, adam senin ezeli düşmanınla birlikte şu an.' 'O bana inat yaptı.' 'He he öyledir.' 'Ben bu askeri tavlarım diyorum.' 'İyi o zaman iddiaya girelim. Kaybedersen hastanenin hemşire grubuna doktoru elde etmeye çalıştığını ama en nefret ettiğin kıza kaptırarak çıldırdığını itiraf edeceksin.' 'Ne?' 'Bak işte. Sen de biliyorsun. Bakmaz bu asker sana.' 'Tamam kabul. Ben kazanırsam bir daha bu doktor muhabbetini açmayacaksın ve 2 ay sonraki o büyük ameliyattan çekilerek ameliyatı bana devredeceksin.' Duyduğu iddiayla derin bir nefes alan Hilal dudaklarına kondurduğu sahte gülümsemeyle sevgilisine baktı. "Yaa kadın seni tavlamak için iddiaya girdi ve sen de iddiasını kazansın diye ekmeğine yağ mı sürdün? Ne kadar da tatlı. Koca yürekli Aslan(!). Eee ne yaptınız bari? Güzel miydi?" Gülmemek için dudaklarını birbirine bastıran Burak can güvenliğinden endişe ederek sordu. "Dövecek misin beni?" "Şu an sana da o yelloza da saç baş dalmak istiyorum ama olgun karşılayacağım. Niyetin belli sonuçta. Evet soruma cevap alayım. Güzel miydi?" "Yani ortalama bir güzelliktey..." diye kaçamak cevap veren adamı Hilal'in keskin sesi bölmüştü. "Yüzbaşı!" "Tamam güzeldi ama işim olmazdı. Kızla aramda tensel hiçbir yakınlık da olmadı. Valla bak. Ya Hilal bakma şöyle. Anlattığıma pişman etme Güzelim. Ha olmaz mı? Görev içindi. Çapkın Asker kozu hep tutar." "Hep tutar? Bu şekilde katil olmak isteyeceğim kaç olay var?" Masumca gülümsemeye çalışan Burak sessiz kalırken Hilal homurdandı. "Bu kadar yakışıklı olmak zorunda mıydın? Niye sen de nüfusun yarısı gibi tipsiz olamıyorsun?" "Kezzaplayalım yüzümü istersen? Ben senin güzelliğine laf ediyor muyum? Kapatayım mı seni kız kulesine?" Onun alaylı takılması karşısına kaşlarını havaya kaldıran Hilal kinci bir sesle konuştu. "Üniversiteyle New York'ta bana yanaşanları ve çıkma teklifi edenleri duysaydın kapatırdın bence." Zümrütleri koyulaşan Burak öfkeli bir nefes alarak sevgilisine baktı. "Bu acıttı. Tamam gereken empati yapıldı. Bu konuda alay yok." "Teşekkür ederim." diye göz deviren kız Burak'ın ayağını sallamaya başladığını gördüğünde gülerek açıklama yapmaya girişti. "Üniversitedeyken derslerle meşgul olduğumdan çevreme 'İlgilenmiyorum.' sinyalleri veriyordum. Birkaç kişi konuşma cesaretini gösterdi ama klasik çapkınlardandı. Bana fazlaca ters karakterde kişilerdi, anında reddettim. Yl'de ise Türklerden ve yabancılardan ciddi ciddi görüşmek isteyenler oldu. Boş da insanlar değildi hani." Gözlerini yerdeki halıya diken Burak elinin yumruk olduğunu fark etmezken Hilal sevgilisinin çenesini kendisine doğru çevirerek göz göze gelmelerini sağladı. "Üstümde senin montun varken hiçbirini kabul edemedim." Ela gözlerdeki ciddiyet sallanan bacağını durdururken adamın dudakları istemsizce iki yana kıvrılmıştı. "Buna sevindim." Duyduğu ukala cümle karşısında sahte bir hüsranla başını iki yana sallayan Hilal sevgilisine sulanan kadını gündem yaparak elalarını sevgilisine dikti. "Bana o iddiacı yellozu şahidin yaptığını söyleyeceksin değil mi?" "Güçlü bir bahaneydi ama. Kabul et." Memnuniyetsizce homurdanan Hilal bunu inkar edemedi. Cepheden gelen çapkın yaralı asker profilinin yapacağı ilk şey yarasını saran hemşireyle takılmak olurdu. Kadın bu konuda işbirliği yaptığı sürece başka şahide ihtiyaç yoktu. Da kadın niye işbirliği yapsındı ki? Aldığı herhangi bir şey yoksa... "Gerçekten aranızda bir şey yaşanmadı mı? O kadın nasıl kabul etti bunu?" diye soran Hilal sevgilisi kendisinden bir şey gizliyor olabilir mi endişesiyle yeşil gözleri incelemeye başladı. 'Gizlese bile kızmaya hakkın var mı Hilal? Hem seni tanımadığı zamanlarda yaşanmış bir olay hem de niyeti açık.' diye kendini telkin etmeye çalışsa da kalbinden yükselen kıskançlığı durduramamıştı. Kızın ela gözlerindeki ifadeden hissettiklerini tahmin eden Burak yumuşakça yanağını okşadı. "Gerçekten aramızda hiçbir şey yaşanmadı sevgilim. Yaramla ilgilenirken karşılıklı sözlü birkaç kur bir de belki birkaç el teması. Ama bu kadar. Ciddi bir şeyler için randevulaştığımız gece bodrum deposunda kilitli kalmasını sağladım. Sonrasındaysa gelmedi diye bir daha yüzüne bakmadım." "Şahitçi kıldığın gece o geceydi o zaman öyle mi?" Başını sallayan Burak, Doğukan'ı hemşirenin telefonuyla aradığından bahsetti. "Hemşire'ye yurt dışından bir motosiklet siparişi verdiğimi ve ulaşıp ulaşmadığımı kontrol için Türkiye'den bir arkadaşımı aramam gerektiğini söyledim. Motor deme sebebim de kızın ekranında birkaç kez motor resmi yakalamamadı. Tabii anında oltaya düştü model, yıl sormaya başladı. Ben pek motosiklet insanı değilim ama Ediz sağ olsun çoğuna hakimdim. Herif her aradığında motorlarla övünüyordu. Bu yüzden ondan duyduğum son modellerden birinin adını ve özelliklerini sıraladım." "Dibi düşmüştür tabii. Yakışıklı, ilgi alanları aynı, üstüne son model motor alacak kadar zengin." diye homurdandı Hilal. "O zamanlar o kadar zengin değildim ama." diyerek gülen Burak omzuna bir şaplak yemişti. "Burak!" "Tamam tamam. Gözüm kızı görmüyordu bile. Tek amacım o p*çleri yok etmekti. O da amacıma giden yoldaki bir maşaydı benim için. Normalde bu tarz etik dışı şeylere karşıyım ama iddia uğruna bana yaklaştığını bildiğimden onu kullanmakta sakınca görmedim. Doğu'yu kız yanımdayken aradım. Konuşma öğrenilirse başımın belaya gireceğini ve sessiz kalmasını da söylemiştim. Amacım herhangi bir ortaya çıkma durumunda yine şahit kılmaktı. Çünkü konuşma boyu motorlardan bahsettik." "Buna şahit oldum birkaç kez. Özellikle Doğu ile çok yapıyorsunuz. Dışarıdan anlaşılmıyor ama birbirinize mesaj veriyorsunuz doğru mu?" "Evet." "Tam olarak nasıl yapıyorsunuz? Daha doğrusu nasıl anlıyorsunuz?" diye sordu Hilal meraklı bir şekilde. "Telefondaysa ya da kulaklıklaysa çok basit aslında. Karşımdaki kişi konuştuğum kişiyi duymadığı için Doğu yönlendirme yapıp olayı kavrıyor." diyen Burak o günkü muhabbeti düşündü. 'Benim Aslan. Sana işim düştü dostum.' 'Burak? Sen harekatta değil miydin? Bitti mi harekat?' 'Yok be oğlum nerede? İyiyim iyiyim. Benim motosiklet için aramıştım seni.' 'Yanında biri var rahat konuşamıyorsun anladım. Bizden biri mi yanındaki?' 'Hayır güzel bir hemşirenin telefonundan arıyorum. Şirket bana ulaştıracağını söyledi ama göreve çıktım kaldı. Bu yüzden senin halletmen lazım. Çaktırmadan bir kontrol etsen?' 'Çaktırmadan ne iletmem lazım sana? Bu arada aradığın konum gerçekten de hastane gözüküyor. Gerçekten iyisin değil mi?' 'Evet evet o şirket. Ne olur ne olmaz diye senin telefonunu vermiştim.' 'Telefona ihtiyacın var. Kolay iş. Başka?' 'Sesim net gelmiyor mu? Yok kulaklıkla konuşmuyorum. Çekmeyen bir yerde misin acaba? Neyse zaten kapatmam lazım gizlice aradım.' 'Okay. Kulaklık da gönderirim.' 'Tamamdır. Sakın konuştuğumuzu kimseye söyleme dostum. Biliyorsun bizim garip kurallar var, istirahat etmem gereken vakitte motor peşinde olduğum öğrenilirse başım kesin belaya girer.' 'Ortalığı karıştıracaksın di'mi lan?' 'Motor aşkımı sorgulatmaaam.' 'Bilmem mi? Bir gün atılacağız senin yüzünden. Kimseye tek kelime etmiyorum, kayıtları sileceğim telefon kapanınca. Güvenli bir hat takılı tuşlu izlenmeyecek bir telefon ve kulaklığı da kamufle ederek yarına ulaştırmış olurum. O zaman daha rahat görüşürüz. Hadi Allah'a emanet kardeşim.' Sevgilisine örnek olarak bu konuşmayı anlatan Burak, Hilal'in gülümsemesiyle karşılaştı. "Sevdim, eğlenceli. Burada asıl mesela iki kişinin birbirini tanıması sanırım. Doğu senin düşünme mantığını bilip anahtar kelimeleri kolayca kapıyor. Sen de onun anlayacağının rahatlığıyla kendini kasmadan şifreli konuşuyorsun." "Haklısın. KİT ilk açıldığında timi karşılıklı bu tarz diyaloglara girdirdim. Özellikle Doğu ile ayrı pratik yaptırdım. Herhangi bir tehlike anında yanındakine çaktırmadan mesaj iletmek önemli. Hepsinin kendine ait şifreli kalıpları var. Onları cümle içinde kullandığında mesaj ilettiğini anlayıp karşıdaki dikkat kesilir." "Seninkiler ne?" "Başlıcası Dostum kelimesi. Kardeşim derim ben dostum değil. Karşıdaki anlamadı mı o zaman ikinciller devreye girer. Torpil, takvim, bağış ve acil kelimelerini dostum ile birlikte kullanırsam kesin sinyali vermiş oluyorum. 'Denize düşen yılana sarılır.' atasözü de tetiğe geçirenlerden. Karşıdaki aldığı komut sonrası 'Dinlemedeyim.' talimatını verir. O an komutu yanlışlıkla kullandıysan 'Dinleme dinleme.' diye sinyali iptal edip karşıdan bir ton sövgü alırsın. Alıştı bizimkiler ama bu şifre olayına. Bilerek irrite ettikleri kelimelerden şifrelerini seçtik ki yanlışlıklar olmasın. Zaten görevde arama durumu direkt şüphelenilmesine neden olduğundan açılan her telefon ayrı bir dikkatle dinlenir." diyen Burak parmağını havaya kaldırdı. "Haa ama bu bahsettiğim olay tek taraflı konuşmalarda geçerliydi. Olur da diyafon açık bir sohbet gerçekleşecekse o zaman arayan kişi selam'dan sonra 'Baksana seni niye aradım?' diyerek cümlesine başlar. Hepimiz için geçerli bir komut bu, anında harekete geçirir karşıdakini. Komutu alan kişi 'Baktım da göremiyorum.' diye soğuk bir espri yapar. Sonraki diyaloglar iki taraf için de tamamen şifre içinde. Konuşma kayıt altına alındığından sonrasında yine dinler teyit edilemeyen yerleri çözeriz. Bu tarz konuşmalarda genelde baştan ikinci ve sondan ikinci kelimeler kilit olayı anlatan anahtarları içerir. İstenilen mesaj alındıktan sonra da duruma göre harekete geçilir. Bazen durumun ciddiyetini bildirmek için de şifreli kelimeler kullanırız. Zift Siyahı kelimesi siyah kodu harekete geçirir mesela. Ölüm kalım meselesi anlamına gelir. Onur için Bulut'u vurduğu olayda siyah kod verdi dememiz Doğu ile konuşurken o kelimeyi kullanmasındandı mesela." Öğrendikleri karşısında "Vaov!" diye tepki veren Hilal inanamamazlıkla yanındaki askere baktı. "Aylardır bu timin üyesi olduğuma emin miyiz?" Kızın şaşkınlığı karşısında gülen Burak "İhtiyacın olmadı ki bilesin." diye karşılık vermişti ki dünkü iddiayı hatırladı. Adamın dudaklarındaki tebessüm solarken Hilal sessizce önüne döndü. Henüz taze olan bu konuda herhangi bir yorum yapmak istememişti. "Ama artık ihtiyacın olacak." Burak'ın mırıltısı Hilal'in hızla sevgilisine dönmesine neden oldu. Ona sevgiyle bakan zümrütler ciddi bir kabullenişle doluydu. "Sözüm söz Kelebeğim. Sen, benliğimden uzaklaşmamam için delicesine korkmana rağmen beni harekata göndermeye çalışırken; ben, senin kendini bulmanın önüne geçemem. Hem... Korkuyor olmam sendeki potansiyeli görmeme engel değil ki. Asena lakabını boşuna vermedim sana. Adının hakkını sonuna kadar vereceğini biliyorum. Seni o okulda kucağında bebekle bulduğum o an, bizden biri olacak yüreğe sahip olduğunu anlamıştım. Son yaşananlarsa bunu pekiştirdi. Sende cam arkasından yönerge verip sorgu izlemekten çok daha fazlası var Hilal'im. Einde silahla sahaya çıkıp Asena kesilme vaktin geldi de geçiyor." Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Hilal kollarında durdurduğu adama sıkıca sarılarak teşekkür etti. Burak'ın karakter gelişimi her geçen gün onu daha fazla şaşırtsa da bu kabullenişi böylesine çabuk beklemiyordu. "Kelebekliğini fena bulaştırdın Kelebek. Başladığım konunun sonu bambaşka yerden çıkıyor. Dakikalardır anlatamadım Süvari'yi." Erkek arkadaşının söylenmesi karşısında başını adamın göğsünden kaldıran Hilal sırıtarak konuştu. "Ama böyle çok güzel değil mi? Mod mod bir konu anlatacağına bir sürü farklı paylaşım yaşadık işte." "Bakış açısını yediğim." diyen Burak kızın kaşlarını kaldırıp imayla bakması üzerine içinden küfredip eliyle kızın kafasını tekrardan göğsüne yasladı. "Yaktın beni diyeceğim onu da diyemiyorum." diye homurdanan adamla kıkırdadı. "İkimiz de kimin yüzünden olduğunu biliyoruz Alfa." "Kendi topuğuma sıkmakta gerçekten bir numarayım." diye söylenen Burak "Eee sonra noldu? Nasıl hallettin teröristleri?" diye soran kızın konu değişimini ikiletmedi. "Planı bilinçli bir şekilde Dayza başkanı üzerinden yaptım. Doğu birkaç kurcalamadan sonra adama ait ikinci gizil bir hesap buldu. Bu hesap belli kişilere ödeme yapıyormuş. Ödemelerin gittiği yeri araştırınca silah, bomba vs. satıldığını öğrendik. Tahminim de bu yöndeydi zaten. Planım için gerekli bombaları oradan aldık. Tabii ki o it adına. Doğu kullan at telefonuyla Dayza başkanının adamıymış gibi konuşma gerçekleştirdi. Ödemeyi de gizil hesaptan gerçekleştirdik. Hesaptan para düşüldüğü anlaşılmasın diye benim kenardakilerden aynı miktarı hesaba atıp bu hareketi işlem geçmişinden kalıcı olarak sildik. Allah'tan kullandığı bankanın internet ayağı zayıftı. Yoksa başka plan yapmak zorunda kalırdık. Bu arada bu duruma kalkışmamın şöyle de bir artısı var. Doğu araştırdığı sürede başkanın neden teröristlere bu kadar yardım ettiğini bulmuştu. Meğer başkan, Dayza'nın ağır yeraltı mafyalarından birisinin damadının bu örgüte girmesine neden olmuş. Süvari patlak verdikten sonra mafya 'Damadıma bir şey olursa senden bilirim.' diye başkanı tehdit etmeye başlamıştı. Ben de bilinçli bir şekilde kendini temize çıkarmak uğruna örgütü yok ettiği algısı oluşturdum. Sonucu biliyorsun." "İntihar(!). Dayza başkanının işini bitiren o mafyaydı." "Evet. Cesedinin fotoğraflarına baktım. Öncesinde güzel süründürmüş, ellerine sağlık." "Ve basına işkence izlerine rağmen intihar diye düşülmüş ha?" diye mırıldandı Hilal. Yaşadığı, şahit olduğu onca şeye rağmen basın manipülesine hep şaşıracaktı sanırım. "Başka çareleri mi vardı? Mafya'yı mı öne sürecekler yoksa başkanın hain olduğunu mu kabul edecekler? İkisine de yapamazlardı." diyen Burak derin bir nefes aldı. "Bomba işini de hallettiğimizde geriye tek bir sorunumuz kalmıştı. Hastaneden çıkmam." "Kamera kayıtları silinse dahi gören biri olabilirdi. Kaçıncı kattaydı odan?" "12 katlık hastanenin 9. katı. Bilerek yukarıdan vermişlerdi. Ayrıca tüm çıkış noktalarında da bizden ve Dayza'dan adam vardı. Bu olaydan sonra herkes hassaslaştı. Bir karara varılana kadar kimse yanlış bir şey yapmasın diye bizim erleri bir yerde toplayıp başlarına bizden ve Dayza'dan görevli diktiler. Suriye 'Ateşkesteyken Hain Saldırı.' adlı haber çıkacak diye fena tetikte bekliyordu. Haberin sonrası belli. İnkar edeceklerdi. Elimizde kanıt olmadığından olayın üstü kapatılmaya kalkışılacaktı. Bu yüzden bir şekilde sulh yapılmalıydı. İki taraf da savaşa girmeyi istemiyordu. Hatta o sıralar Türkiye'den gelen girişleri bile durdurdular biliyor musun? Karşılıklı alınan bir karardı. Sınırlara emredildi. Potansiyel bir 'Şu karşı saldırı yaptı.' şüphesi oluşturacak her hareketten itina ile kaçınıldı." "Ama şu an çok sinir oldum ben. Suriye nasıl vermez o adamları size?" "Dediğim gibi Kelebeğim. Dayza başkanının pimi çekilse patlayacak sürüyle kişi olacaktı. Tüm dünyanın gözü Süvari'deyken Suriye o pimi çekemezdi. Başkasına yardım uğruna kendilerini patlatamazlardı. Bizimkiler desen Suriye kendini aklamak için bizi yakmaya kalkmasın diye tetiktelerdi. Kesinliğin ispatı yokken yapılan herhangi bir saldırıyı biz öderdik. El kol bağlayan boktan bir durum işte." diyen Burak yüzünü buruşturarak devam etti. "Bu yüzden sevmiyorum ya Politika'yı. Kısıtlıyor. Bir kurt, gerçi o zamanlar Aslan'dım, olarak en nefret ettiğim şey kısıtlanma olunca hastaneden çıkmayı başardım." "Nasıl? Elini kolunu sallayarak çıkamazsın." "Kısmen öyle yaptım." diyen askerin yüzünde gizemli bir gülümseme belirmişti. "Ne yapmış olabilirsin?" diyen kız geri çekilerek sevgilisine baktı. "En sevdiğim şey ne benim? Bir numaralı giriş çıkışım?" "Çatı? Çatıya çıkarken yakalanma ihtimalin yok muydu?" Hilal'in sorusu üzerine Burak sırıttı. "Çıktığım noktada yoktu." Teori üretmesini istediği için askerin bilinçli bir şekilde kaçamak cevap verdiğini hisseden Hilal oyuna anında ayak uydurdu. "Çatıya çıkılabilecek noktalar? Merdiven olsa kamera ya da insan var. Ayrıca yüzünde böyle bir ifade olmaz. Merdivenler elendi. Havalandırma?" "Küçüktü. İlk baktığım yer orasıydı ama sığmam imkansızdı." "Asansör boşluğu falan?" "Odamdan çıkarsam kameralar ve insanlar yakalardı. Odamdan hiç çıkmadım." "Odandan hiç çıkmadın? 9. kattan çatıya tırmanmış olamazsın." "Gayet de olabilirim bence." "O kolunla mı? Yukarıdan ip mi sarkıtmıştın? Ama izleniyordun. Telefonu bile zor sokmuşken korumayı kesinlikle alamazdın. 9. Kattan yukarı korumasız mı tırmandın?" diyen Hilal azarlarcasına sevgilisine bakmıştı. "Kolum umrumda falan değildi. Tek derdim o itleri gebertmekti. Ayrıca çatıdan ip demek öncesinde çatıya çıkmam anlamına geliyordu. Yine bir yakalanma ihtimali. Bunu göze alamazdım." "Oluktan mı tırmandın?" diyen Hilal'in elaları şok doluydu. "Bingo! Zeki sevgilim benim. Anlayacağını biliyordum." "Sana inanamıyorum Burak. Yaranı daha en başında açmışsındır." "Hastaneye düştüğümde nazlanmamın diğer bir nedeni de buydu. 'Nazlı çapkın asker yarası uf olduğu için ilaç istiyor.' Verilen ağrı kesicileri içmeyip o güne sakladım. Doğu'luk yaptım kısaca. Yaram açılsa bile hissetmezdim." "Nasıl tırmanabildin aklım almıyor." diye söylenen Hilal hayal etmeye çalışsa da başarılı olamadı. "Bizim rutindi bu Güzelim. Milletin kardeşiyle yaramazlık anlayışı zile basıp kaçmakken panterle benimki tırmanmaktı. Bu tırmanma küçükken ağaç ile başlasa da lise 2 gibi bizimkiler evde yokken oluktan 2. kattaki balkona çıkmak için yarışlar yapardık. İlk başlarda birçok kez kırık tehlikesi atlattık bolca da ayağımızı burktuk. Fakat bir yerden sonra kapmıştık olayı. O yarışlar 'Önce kim çıkacak?'a evrildi. Rekor sayılacak saniyede balkona ulaştıktan sonra da okula geçtik. Kamera görmeyen bir kuytu vardı okulda. Kameranın görmeme sebebi bizim birazcık müdahalemiz olabilir orası ayrı. Hafta sonları kronometre elimizde önce ikinci kata sonra da üçüncü kata çıkma yarışları yapardık gizlice. Bir gün fena patladık. Mahalleli görmüş şikayet etmiş, ben tepedeyken Enver babam bastı bizi. Korkudan az daha dibi boyluyordum. Bayâ bir kızdı. Kızmasının sebebi de yaptığımızdan çok tedbirsiz yapmamızdı. Sonrasında tırmanmayla uğraşan bir arkadaşıyla görüştürdü bizi. Yapay duvarda tırmanma eğitimleri veriyordu. Şeyi hiç unutmayacağım. Bektaş Hocanın ilk tırmanışımızdaki o yüz ifadesini. Bizi duvarın önüne aldı korumaları taktı. O ayağınızı şuraya elinizi şuraya koyacaksınız derken biz Emre ile birbirimize bakıp '3!' diyerek yarışa başladık. Oluklara korumasız tırmanan birisi için o düz duvara tırmanmak o kadar kolaydı ki. Geri indiğimizde hoca bizi tırmanma yarışlarına sokmaya kararlıydı. Meslek seçimini o yönden kullanın diye baskı yaparken 'Biz asker olacağız.' dedik. Bu cevap susturmaya yetmişti." diyerek gülen Burak derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Bektaş hoca sonrasında aylarını bize adadı desem yalan olmaz. Düz duvar tırmanışları daha başlangıçtı. Bizim için özel prototip mekanlar oluşturdu. Üstten korumaları hazırlatıp alta da ne olur ne olmaz diye şişme yatak koydurdu. Sonrası belli. Dur durak bilmeden değişik şekillerde oluklara, çıkıntılı yüzeylere tırmanma yarışları yaptık. Yarış dememe bakma ha, hep Emre kazanıyordu. Panter diye boşuna demiyorum ona. Benden iyi olduğu bir konu varsa o da tırmanmadır. Bunun için doğmuş gibi. Ben yüzey değişince afallayıp düşerken ya da yavaşlarken onda sıfır etkilenme. Ben tırmandıkça yükselme hissini, yüksekte olma hissini seviyorum. Emre ise bizzat tırmanma fiilinin kendisini. Bu yüzden bu kadar başarılı olsa gerek. Sonuç olarak birçok farklı zeminde, birçok farklı şekilde -çıplak ayak, çorapla, kramponla, düz ayakkabıyla, spor ayakkabısıyla, birçok kez tırmandık. Bunun artısını akademide misliyle aldık. Oradaki çalışmalarda belli bir koruma da yoktu. 'Her zaman korumanız olmayacak. Dağda, görevde teröristlere 'Ayy aman Allah'ım! Korumam yok. Durun lütfen bekleyin Terörist Bey. demeyeceksiniz.' derdi komutanlarımız. Yani benim için oluktan tırmanmak senin yokuş yukarı bir yolda yürümen kadar olağan." "Bu aralar hakkında fazla şey öğreniyorum. Biraz yavaşlamalıyız bence." diye mırıldanan Hilal şaşkınca güldü. "Onu ben de fark ettim." "Kardeşinöe hep bir yarış içindeymişsin." "Öyle. Emre ile birbirimizi fişekleyip duruyorduk. Onun iyi olduğu konuda yaptığımız yarışlar sayesinde ben iyi olurdum, benimkinde de o. Bazen ise hiç bilgimiz olmadığı konularda iddiaya girer o konuda profesyonelleşirdik. İkimiz de birbirimizden inattık. 'Yapamıyorum.' diye pes etmezdik. Ya yapacağız ya yapacağız. Başka seçenek yok. Bir kere yaptıktan sonra da daha iyisini yapmak için, kazanan olmak için devam ettirirdik o olayı. Okuldayken sevmediğimiz birçok dersi de bu şekilde geçtik mesela. Emre pek matematik insanı değildi ama benim inadıma matematik çalıştı başarılı oldu. Ben pek tarih insanı değildim tarih çalışmayı sevmezdim ama o tarihte iyi diye tarih çalışmaya başladım. Böyle olunca hem kendimizi hem birbirimizi yetiştirdik." "Değişik bir ilişkiniz var. Aranızdaki bağı bilmesem düşmansınız diyeceğim bir rekabete sahipsiniz." Yumuşak bir şekilde gülen Burak omuz silkti. "İddia ve yarış tutkusu yüzünden öyle oldu. Bir de ikimiz de geride kalmaktan nefret ediyoruz. Kendimi bildim bileli Emre ile bu tatlı rekabet içindeyiz." "Tatlı rekabet eşittir evin ve lisenin oluklarına korumasız tırmanma. Tatlı rekabet eşittir kendinizi bagaja kilitleyip kilidi açmaya kalkışma. Peki." Hilal'in dalga geçen cümlesi Burak'ın gür bir kahkaha atmasına neden olmuştu. "Asla normal olduğumuzu iddia etmedim. Ama bak bu altyapı hep işime yarar. O gün de hastaneden böyle kaçtım. Az ilerimdeki oluktan çatıya tırmanıp birkaç bina geçtim sonunda harap bir apartmandan tenha bir sokağa indim. Sonrası kolaydı. Küçük bir dükkandan bir kep satın aldım, bombanın bulunduğu yerden de bombanın çantasını. Doğu'nun daha öncesinden benim için hazırladığı kiralık motorla o itlerin saklandığı izbe yere gittim. İlk başlarda silahla girişecektim ama etrafın boş olduğu bir mağarada olduklarını görünce patlatmak daha güvenli geldi. Bedenimde yeni bir yara şüpheye yol açardı. Hele de olay yerinde ölümüm devletimin adını karalardı. Bu yüzden gizlice bombaları yerleştirip motorumla olay yerinden uzaklaştım ve temin ettirdiğim uzun mesafeli dürbünle o itleri kolaçan edip fünyeye bastım. Patlamalar ardı ardına yapılırken arkamı döndüm ve gerisin geri motoru emanet aldığım yere döndüm. Motoru bıraktıktan sonra kasasından Doğu'nun benim için temin ettiği kancayı alarak geldiğim yoldan hastane çatısına geçerek kanca sayesinde ds kolayca odama giriş yaptım. İlk işim kilitli kapıyı ve açılma durumuna karşı koyduğum kağıdı kontrol etmek oldu. Herhangi bir sorun yoktu. Kancalı halatı ve kepi telefonu sakladığım yere saklayıp Doğu'ya iyi olduğum mesajını attım. O da ağrı kesici istediğim için gizlice depoya gidip Doğu'nun hacklediği sistemden dolayı orada kilitli kalan hemşirenin kilidini açtı. Hemşire odama giriş yaptığında, ekildiği için oldukça öfkelenen çapkın bir askerdim." "Bak geldi yine bir yerleri yumruklama isteği." diye söylenen Hilal sakinleşmek için derin bir nefes aldı. "Sakin sakin. Rolüme uydum, gelmediği için kadını bayâ bir tersledim. Öncesinde Dayza başkanı ve komutanlar da varken hemşireye bilinçli bir şekilde flörtöz yaklaşmıştım. Doğu'nun telefonu gönderirken sırf itliğine kullandığı o kamuflaj da rolü üzerime güzel giydirmişti." "Kamuflaj mı? Ne kamuflajıydı ki?" Soruyu duyan Burak'ın bedeni istemsizce gerginleşirken bu konuyu açtığı için içinden küfretti. "Bence kurcalama Kelebeğim." derken sesinde büyük bir isteksizlik vardı. Birkaç saniye durum değerlendirmesi yapan Hilal ihtimalleri tarttıktan sonra "Tamam." diyerek kabul etti. Burak kurcalamasını istemiyorsa o da Doğukan'a sorardı. Kız arkadaşını adı gibi tanıyan Burak iç geçirerek ona döndü. "Hiç itirazsız kabul ve sen mi? Eğer Doğu'ya sorarsan ve o da cevap verirse uzun bir süre arkadaşımın yüzüne bakabileceğini sanmıyorum Hilal. O it sırf bana itliğine karşısındakinin kim olduğuna bakmadan cevap verebilir. Bence sen sevgiline güven, dediğimi yap. Kurcalama Kelebeğim." Burak'ın ciddi gözlerine bakan Hilal olayı ultra merak etse de mecburen kabul etti. Sevgilisini inceleyen adam onun aksini yapmayacağından emin olduğunda gerilen bedenini gevşetmişti. Sevgilisinin; Doğukan'ın telefonu gizlemek için gönderdiği kamuflajın kondom olduğunu ve o hemşire kadının niyetinin onunla yatmak olduğunu bilmesini istediğini sanmıyordu. En başında iddiaya girerlerken ameliyatın elinden kayma ihtimalini düşünen öteki hemşire iddiayı 'Eğer olay bu kadar büyüyecekse tavlamak değil de yatmak olsun o zaman.' olarak değiştirmişti. Ona sulanan hemşire kendine çok güveniyor olsa gerek bunu da kabul etmiş Burak'a imalarda bulunup durmuştu. Doğu'nun itlik için kullandığı kamuflaj, kadının iddiayı kazanacağını düşünerek imalarını arttırmasına neden olmuştu. Sonunda randevulaştıkları gece kadına 'Ağrım var. İlaç alırsan daha çok eğleniriz.' diyerek kadını depoya gönderip kilitlettiren Burak geldiğinde de fena çıkışmıştı. Kadın kendisine özürler dileyip sulandığında artık istemediğini söylemiş ekildiği için tüm askeriyeye rezil olacağından bahsetmişti. Aynı rezil olma durumunu yaşamak istemeyen kadın 'Biri bir şey sorarsa birlikte olduğumuzu, mükemmel bir gece geçirdiğimizi söylerim. Benim tarafımdan da aynı rezil olma durumu geçerli. Seninle olacağımı söylemiştim arkadaşıma. Ya gerçekten bunu gerçekleştirelim ya da herkese yattığımızı söyleyelim.' diye anlaşmayı kendi teklif etmişti. Şahit için kadına dil dökmesi gerektiğini düşünen Burak bu teklifi düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra kabul etmiş, kamera olayını nasıl açsa diye düşünmeye başlamıştı ki kadın yine ondan önce harekete geçmişti. 'Kameralar sıkıntı. Arkadaşım bana inanmayıp kontrol etmek isteyebilir ama kamera odasının değişim saatini biliyorum. İlaç almak için odandan çıktığım ve deponun oraya geçtiğim ânı silerim, şimdi girdiğim ânı da. Saliselik olduğundan anlaşılmaz bile. Yanına gelmek için yandaki personel merdivenin kullanıyorum biliyorsun. Orada da kamera var ama bilerek kapalı tutuyor personeller. Yasak ilişki yaşayanların buluşma mekanı orası. Şimdi çıktığımda da bilerek uzun yolu kullanırım. Giriş ve çıkış kamera kayıtları var. Eğer beni satmazsan ikimiz de rezil olmayız.' demiş Burak'ın teklifi kabul etmesi üzerine çekmeceyi açıp oradaki iki kondomu alarak imha ettikten sonra saçını başını dağıtıp üniformasının birkaç düğmesini açarak odadan çıkmıştı. 'Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim.' diye gülen Burak bandajını değiştirirken yakalanmaktan korktuğu için değiştirmedeni yatağa yatıp uyumaya hazırlanmıştı. Tam tahmin ettiği gibi olmuş, yarım saat sonra yarı uyku halindeyken odasına baskın yaparcasına girmişlerdi. "Hemşireyle anlaşıp kamera olayı dahil her şeyi hallettikten sonra uyuyor gözükmek için yatağa yattım. Harcadığım efor yorduğu için gerçekten trans haline girmişken Dayza başkanı, Batur ve Binbaşı odama daldı. Beni orada görmeyi beklemeyen Dayza başkanı öfkeyle bana bakarken Batur'un gözleri gülüyordu. Bu nazlandığım, bilerek çapkın izlenimi verdiğim ve 'Yaralıyım ben.' duygu sömürüsüyle hastaneden çıkmayı reddettiğim tüm anlarda fazlaca çıkışmıştı Batur. Neden böyle davrandığımı anlayamıyordu. Bir de bizi Batur ile asla yalnız bırakmadılar. Binbaşı 'İki bomba yan yana durursa patlar.' düşüncesiyle Batur'u odama hep eşlikçi eşliğinde sokuyordu. Bu yüzden soramıyordu da. Sonradan itiraf etti. Bir şey karıştıramayacağımı düşündüğü için engellendiğim için sırf inadına öyle davrandığımı düşünüp kızmış. Patlama olduğu an benim işim olduğunu anlamıştı Batur. Binbaşı da sicilimden dolayı ihtimal verse de o kadar kusursuz bir plan yaptığıma ihtimal vermemişti. Ben uyku sersemi(!) ne olduğunu anlamaya çalışırken Dayza Başkanı 'Senin işin di'mi?' diyerek üstüme yürüdü. Şu bahsettiğim mafya babasının ölüm emrini vereceğinden korktuğu için gözü dönmüştü. Ben tam olayla bir alakam olmadığını söyleyecekken kapıda şahitçim belirdi." Kurtarıcı edasıyla 'Biz birlikteydik. Asker benimleydi.' diyerek çıkmıştı hemşire. Niyeti malumdu. 'Bak seni kurtardım artık kimseye tek kelime edemezsin.' güvencesini almak istemişti. Dayza başkanı kadının sözlerine inanmayıp kargo getirildiğindeki baskının benzerini yaparak çekmeceyi açmış eksik kondomları gördüğündeyse allanıp morarmıştı. 'Başkanım bir kadın olarak bu kadar erkeğin içinde böyle bir konuda neden yalan söyleyeyim? Askerle beraberdim bahsettiğiniz saatlerde. Kamera kayıtlarına bakarsanız zaten odaya girişimi ve çıkışımı görürsünüz.' "Benim anlamadığım bu kadın hiç mi olaydan şüphelenmedi? Yani ya aptal gerçekten anlamadı ya da bilerek üstünü örttü." "Aptal değildi emin olabilirsin. Özellikle menfaati için her şeyi yapacak biriydi." "O zaman bilinçli mi sustu? Buna asla anlam veremeyeceğim. Tamam o itler kötüydü doğru ama kendi vatanına yalan söylemiş olmuyor mu yalancı şahitlik yaparak?" Kız arkadaşının cümlesi karşısında istemsizce tebessüm eden Burak çenesini kızın omzuna yasladı. "Pek vatanını takacak tip olduğunu da sanmıyorum. Ancak beni koruma nedeni daha farklıydı. O ihtimal vermemişti Hilal. Uyandığım andan itibaren ona bilinçli gösterdiğim yüzümle tanıyordu beni. Çapkınlık muhabbeti haricinde yaptığım nazlar, cepheye gitme konusundaki isteksizliğim, birçok kez dile getirdiğim 'Yattığım yerden para kazanıyorum.' imalarım... O beni para için harekata katılmış, işi gücü lay lay lom olan biri zannediyordu. Ne vatan aşkımdan haberdardı ne yaptıklarımdan. Ayrıca kamera kayıtlarındaki bazı kesimleri silerken odamdan dışarı adımımı dahi atmadığımı görmüş olmalı. Anlayacağın ihtimal vermedi." "Onun senin böyle bir şey yapmış olmayacağına olan inancı senin için büyük bir artı olmuştur." "Hem de nasıl! Kazanmak istediği ameliyattan dolayı ekmeğime yağ sürdü ve beni Dayza başkanına karşı korudu. Bir de nasıl bir düzenbaza çattıysam artık... Yani öyle bir savunuyordu ki bilmesem ben bile ona inanacaktım." Burak'ın gülerek kurduğu son cümle Hilal'in tırnaklarını adamın koluna geçirmesine neden olmuştu. "Ölmek mi istiyorsun?" diye sorarken sesinde büyük bir öfke belirmişti. Yüzünü buruşturan Burak "Tırnaklarını kesme zamanın gelmiş Asena'm. Pençelerin acıttı." diye söylenirken Hilal sahte bir şekilde gülümsedi. "Bu ön izleme bile değildi Alfa. Canını seviyorsan kelimelerini ve mimiklerini özenle seçmeni öneririm." Kız arkadaşının tepkisi karşısında gülen Burak kızın elini eline alarak minik bir öpücük bıraktı. "Canımı seviyorum. Çoook hem de." Adamın şebekliği karşısında dudaklarında sahte gülüş gerçeğe dönerken Burak hikayesini sonlandırdı. "Dayza Başkanı odamdan çıkarken Binbaşı 'Sen teğmen ile kal Batur. Biz kamera kayıtlarını incelemeye gidiyoruz.' diyerek Batur'u yanımda bırakıp çıktı. Kapı kapanır kapanmaz Batur tutmaktan yorulduğu sırıtışını dudaklarına kondurarak 'Aslan ne yaptın sen?' diye sordu. 'Ben hiçbir şey yapmadım komutanım. Şahidim var, kamera kayıtları da şahidimi destekçi.' dedim. Sözlerime gram inanmayarak yanıma gelerek kesin bir ifadeyle 'Sen yaptın biliyorum.' dedi. İtalyanca 'Kanıt yok. Ben masumum. Başkası yapmıştır.' dedim. Saldırı günü bana dediğinin bir benzerini. Kapıya bir bakış atıp 'Kanıt olmadığına emin misin?' diye sordu. 'Vatanımı tehlikeye atacak hiçbir şey yapmam Komutanım. Hiçbir şekilde kanıt bulamayacaklar. İçiniz rahat olsun.' dediğimde büyükçe bir kahkaha attı. Dediğim gibi oldu. Hiçbir kanıt bulamadılar. İki ülke karşılıklı anlaşmayla hem Ateşkes Saldırı'sının hem de Mağara Bombardıman'ının üstünü kapattı. Diğer ülkeler bizim ülkemize dönmemizi geri çekilme olarak yazdı ama hiçbirimizin gram s*kinde değildi. O itlerin geberdiğini bilmek bize yeterdi." Duyduğu hikayeyi sindirmek için birkaç saniye sessiz kalan genç kız kollarında durduğu adama bir bakış attı. Yeşil gözler merakla tepkisini inceliyordu. "Son zamanlarda aklımdaki tek soru 'Ben nasıl birisiyle sevgiliyim?' oldu resmen. Harekat olayını ilk duyduğumda fazlası olamaz derken Aurora geldi. Ceo olanı sindiremezken Süvari'nin asıl hikayesini duyduğum şu an... Teröristlerin hepsini haklayıp tüm harekatı bitiren senmişsin Alfa'm. Hem de bir teğmenken bunu yapmışsın. Kollarının arasında durduğum adamda daha neler saklı söylesene." Soru karşısında gizemli bir şekilde gülümseyen Burak omuz silkmekle yetindi. "Ufak tefek saklı kalanlar vardır ama yatırım bakımından bakıldığı Aurora en üstü. Sicilime bakıldığında da ilk Süvari dikkat çekiyor. Hayatım boyunca en pik operasyonım o olacaktır çünkü tamamen kilit bir anda herkesten habersiz bireysel bir şekilde gerçekleştirdiğim bir operasyondu o." "Gerçekten hiç kızmadılar mı?" "Laf olsun diye birkaç şey söylediler ama kızamadılar. Nasıl kızsınlar? Uykumuzda öldürülmemizi engelleyen şey benim komutumdu. Çok ağır kayıplarımız olabilirdi ancak bize 'Tepkisiz kalın.' emri vermek zorunda kalmışlardı. Eminim ki bu emre karşı geldiğim için sevinmişlerdir. O emri vermek zorunda kalan her komutan bu komut için kendinden nefret etmiştir çünkü. Teknik olarak yaşanmayan bir olaydan dolayı da ceza vermediler. 'Bir daha...' diye başlayan uyarı cümlelerinin faydasız olduğunu hepsi biliyordu. Teğmenken boş durmayan ben rütbemi yükseltip Üsteğmen yaptıklarında neler yapmazdım ama." "Madalya da vermişler sanırım doğru mu?" diye sordu Hilal, Doğu'dan duyduğunu sevgilisinden de duymak isteyerek. "Verdiler. Arkadaşlarımı koruduğum için madalya, o itleri bitirdiğim için de terfi aldım." 'Kaç madalyan var?' diye sormak üzere olan Hilal sorusunu sonraya saklayarak bu odaya gelme nedenlerini tekrardan açtı. "Peki anlattığın, hatırladığın onca şeyden sonra kararın hâlâ aynı mı? Batur büyük ihtimalle seni bekliyordur. Gerçekten de Kılıç-Pençe harekatına gitmeyecek misin?" Soru karşısında duraksayan Burak aşık olduğu papatya kokusunu ciğerlerine çekme isteğiyle derin bir nefes aldı. "Cevabı hemen vermek zorunda mıyım?" "Düşünme sürenin ne kadar uzun olacağını düşünüyorsun peki?" "Bilemiyorum." diyerek dürüst davrandı Burak. Dudaklarını aralayan Hilal çalmaya başlayan telefonunu duyarak Burak'a döndüğünde adamın telefonunun zil sesi de odada yankılanmaya başlamıştı. Apar topar telefonlarını çıkaran çift arayan numaraya baktıktan sonra telefonu karşısındakine çevirdi. İhtiyar Annem EgMel çifti sonunda çocukları olduğunu hatırlamıştı. B.K.S. |
0% |