@yasminiesa
|
Burak'ın yaptığı şeyi ciddi anlamda kaldıramayan Hilal, telefonunu çıkartıp kamerayı açarken ona bakıyordu. "Ve yanımdaaaaa Başkan var! Bu heyecanlı planın mimarı. Evet söz sizde. Ne söylemek istersiniz?" Hilal, büyük bir şokla karşısındaki adamla göz göze gelmeye çalıştı ama Burak buna izin vermiyordu. Sevdiği adamı burada bırakıp nasıl gidecekti ki? Endişeden delirirdi dışarıda. Burak böyle büyük bir bencilliği nasıl yapabilmişti? Hilal bu düşüncelerde boğulurken Başkan, elindeki silahı yanındaki adama vererek yanındaki karı-kocayı işaret etti ve konuşmaya başladı. "Bugün bu Şah'lar TEKOV ile saçma bir proje imzalamaya kalktılar. Bize karşı gelmemeniz gerektiğini öğrenemediniz hâlâ. Projeyi iptal ettirdim. Şimdi mimarında sıra!" Duyduğu cümle, Hilal'in gözlerini kocaman açmasına neden olmuştu. Nasıl unutmuştu? Başkan, elini beline götürüp bıçağı çıkarmadan çok önce yapacağı şeye karar vermişti Hilal. Bu yüzden de terörist bıçağı çıkarttığı anda "HAYIR!" diyerek bedenini hamile kadının önüne siper etmişti. O an tek düşündüğü Küçük Nur'du. O an tek düşündüğü iki evladına da bir kere bile sarılamayan anne-babayı üçüncü evlatlarından da etmemekti. O an tek düşünemediğiyse... Sevdiğinin tüm bunlara şahit olduğu gerçeğiydi. Bu gerçek, adamın acı dolu inlemesiyle birlikte dank etmişti. Alfa'sını aylardır acılarından kurtarmaya çalışan Kelebek, bile isteye ona geçmişini yaşatmıştı. 'Olmayacak ama bir gün silahı kullanman gerekirse hayati riski az olan noktaları biliyorsun artık Kelebeğim. Tavsiyem karın boşluğundan vurman. Karşındakini hareketsiz bırakacaktır. Herhangi bir organına zarar geldiği endişesinde olacaktır çünkü. Bak... Tam şurası.' Burak'ın poligona gittikleri gün elinin parmaklarıyla gösterdiği bölgede şu an bir bıçak duruyordu. Kimin aklına gelirdi ki Alfa'nın terörist vurmak için gösterdiği o bölgeyi, Kelebeğinin günün birinde bizzat kendisi için kullanacağı... Bıçak karnına girdiği anda kesik bir nefes aldı Hilal. Sanki elektriğe dokunmuş da çarpılmış gibi ani bir acı hissetmişti karnında. Burcu'nun çığlığına eş olarak 8 el sessiz (susturuculu) silah sesi duyuldu mağazada. İşte tam o an ne yaptığını idrak etti genç kız. Gözlerinin dolmasının nedeni karnına saplanan bıçak yüzünden hissettiği acı değil de, başını kaldırdığında karşılaşacağı manzaraydı. Elalarını karnındaki bıçaktan çeken kız korkuyla sevgilisine baktı. Adam gözlerine değil, karnındaki bıçağa bakıyordu. Önce elindeki telefon, sonra da silah yere düştü. Hiç hareket etmeden öylece duran adam bakışlarını mağazada gezdirdi. 'Gözümü o deliğe ilk dayandığımda yerdeki adamları görmüştüm. Çok kan vardı. İlk defa ölü insanlar görüyordum ama korkamadım bile. Korkum ailemin de o şekilde yerde yatma ihtimaliydi. Korktuğum başıma geldi. Önce babam düştü yere, sonra da... Kalbine sapladığı bıçağı ile annem. Yerde ölü adamlar, dizlerinin üzerindeyken kalbinde bir bıçak saplayıp yere düşen annem... O an babamı benden alan kurşun ayrı, annemi benden alan bıçak ayrı girdi kalbime. Benim kalbimde kocaman bir delik var Hilal. Asla geçmeyecek o delik. Her nefes aldığımda canımı yakacak, her hatırladığımda kanayacak. Kapansa da asla kapanmayacak. Ben o günü asla unutmayacağım. Kana boyanmış ölü bedenlerle dolu salonda babama sıkılan kurşunu, annemin kalbine saplanan bıçağı... Asla unutamayacağım.' Burak, bunları söylemişti Sakarya'daki o günde, o salonda. Hilal, şu ânın o andan hiçbir farkı olmadığını biliyordu. Gözlerinden yaşlar akmaya başlarken aşık olduğu yeşillerin gözlerini bulmasını istedi. Dilemesi gereken bir özür, söz vermesi gereken bir yaşam vardı. 'Ben iyiyim. Bana bir şey olmayacak.' demesi gerekiyordu. Üstündeki açık mavi kazak ile beyaz mont kırmızıya boyanırken bu cümlenin herhangi bir etkisi olur muydu bilmiyordu gerçi. Ve sonunda yeşiller gözlerini buldu. O gözlerde gördüğü acı, genç kızın bir adım geriye gitmesine neden olmuştu. Hilal, asla yapmaması gereken bir şey yapmıştı. Asla yapmaması gereken bir şey... 🐺 "Bugün bu Şah'lar TEKOV ile saçma bir proje imzalamaya kalktılar. Bize karşı gelmemeniz gerektiğini öğrenemediniz hâlâ. Projeyi iptal ettirdim. Şimdi mimarında sıra!" Duyduğu cümleyle hızla yanındaki adamın susturuculu silahına saldırmıştı Burak. Silahı aldığı gibi önce Başkan itini sonra da adamlarını vurdu asker. Tüm bunların sonunda hüsran dolu bakışlarını çığlık atan hamile kadına çevirdiğindeyse, tüm bedeni buz kesmişti. O acı dolu çığlığın başkası için olduğu aklının ucundan bile geçmemişti. Kelebeği için olduğunu... Karşısındaki sahneyi anlamlandırmaya çalışan Burak, ellerindekiler yere düşerken öylece durdu. Tam o an, beyni az önce gördüğü şeyi hatırlattı ona. Burak, silahı almadan önce Hilal'in hareketini zaten görmüştü. Burak, o itin Hilal'ine bıçağı sapladığını zaten görmüştü. O günde de gördüğü gibi... Hilal'in karnındaki bıçak, annesinin kalbindeki bıçağa dönüşürken yaşadığı şoktan dolayı hareket edemiyordu Burak. 'Bu kabus bitebilir mi acaba?' diye düşündü o günde de olduğu gibi. Yani... Bu gerçek olamazdı değil mi? Dokunmayı geçtim, bakmaya bile kıyamadığı kızın karnında bir bıçak olamazdı. Olamazdı ki... Ruhuna asit döküldüğü için cayır cayır yanarken inledi adam. Kaderinde bu da mı vardı? Gözlerinin önünde ailesinin öldürüldüğünü izleyen o küçük, kahkahalarına yeni yeni kavuşmuşken sevdiğinin öldürüldüğünü de mi izleyecekti yani? Bu çok acımasız değil miydi? 'BEN DE İNSANIM! BEN DE İNSANIM ULAN! BEN DE İNSANIM!' diye haykırdı Burak. Ama kimse duymadı. Çünkü sesi çıkmıyordu. En acı haykırış da sessiz olan değil miydi zaten? Feryadını kimse duymuyordu. Ölüm gibi bir şey oluyordu ama kimse ölmüyordu. Başına kocaman bir ağrı saplanırken boğulduğunu hissetti adam. Başındaki peruğu çıkartıp yere atarken nefes almaya çalıştı. Kısa süre sonra yeşillerinin kavuşmak için çırpındığına gitmesine izin vererek aşık olduğu elalara baktı. Bakışlarında nasıl bir acı vardı bilmiyordu ama sevdiğini bir adım geriye götürtecek kadar büyük olduğu anlaşılıyordu. Sami, neler olduğunu anlamaya çalışarak hızla ayağa kalktı. Hilal'e doğru bir adım atmıştı ki kız az önce tüm teröristleri tarayan adama bakarak fısıldadı. "Yanıma gelmeyecek kadar çok mu kızdın bana?" "Gelmezsem... Bu kabus biter diye ümit ediyor olabilirim. Şu an tüm bunlar gerçekten de yaşanıyor mu?" Ayakta durduğu için başı dönmeye başlayan Hilal, elini yarasına bastırdı. Bacakları tutmasa bile bedenini yere bırakmayacaktı. Sevdiği kendisini tutmayacaksa düşemezdi ki o. 'Sonra annem de düştü yere.' demişti Burak. Hilal düşemezdi. Düşerse... Korkardı sevdiği. Onu da kaybedeceğini düşünürdü o küçük çocuk. Kelebeğin ise Alfa'sını yaşamadan ölmeye niyeti yoktu. Bu yüzden... Düşmeyeceğini, yaşayacağını göstermeliydi adama. Burak, bedeni titremeye başlayan kıza baktı. "Geçmeyecek değil mi? Gözlerimi kapatsam silinmeyecek bu an. Uyanamayacağım, çünkü bu hep gördüğüm o kabuslardan birisi değil. Çok saçma. Seni kurtarmak için gelmiştim ben. Şu an nasıl karnında bir bıçakla kanlar içinde karşımda duruyor olabilirsin?" Söylediği cümle, Burak'a okkalı bir tokat misali çarpmıştı. Hilal'i bıçaklanmıştı. Asena'sı bıçaklanmıştı. Kelebeği bıçaklanmıştı. Papatyası bıçaklanmıştı. Kıyamadığı bıçaklanmıştı. Her şeyi olan kız bıçaklanmıştı Gözünden sakındığı bıçaklanmıştı. Ruhunun diğer yarısı bıçaklanmıştı. Kızın ayakta durmak için verdiği çaba Burak'ı kendine getirirken hızla ona doğru koştu. 'Annem?' diyerek annesine koştuğu o andan ne farkı vardı ki şu ânın? Hilal'in yanına ulaştığında genç kız ipleri kopan kukla misali kendisini sevgilisinin kollarına bıraktı. Adam, kollarına aldığı kızdan yükselen papatya kokusuyla öldüğünü hissetti. Hayatında ilk defa papatyasının papatya kokusu onu sakinleştirememişti. Çünkü papatyanın yanındaki kan kokusu hissediliyordu. Burak, yavaş hareketlerle sevdiğiyle birlikte yere çökerken başının döndüğünü hissediyordu. Genç adam yere oturduklarında kollarındaki Hilal'inin alnına eğildi ve bir öpücük bıraktı. Bu temas ile genç kız hüsranla gözlerini kapatmıştı.  (TEMSİLİ) Düşünme yetisini tam anlamıyla kaybeden adam, zorlukla kızı yere yatırdı ve geriye çekilerek eliyle sevgilisinin yarasına tampon yapmaya başladı. Alfa, eline bulaşan kanla birlikte ruhunun da çekildiğini hissediyordu. Şu ânın, annesinin yarasından akan kanları durdurmak için küçük ellerini koyduğu o andan ne farkı vardı mesela? Ellerinin küçük değil de büyük olması mıydı fark? Ne fark ederdi ki? Elleri yine kana bulandığıyla kalmıştı. Çünkü yine hiçbir şey yapamıyordu. "Hahahahaahahah..." Burak'ın delirmişçesine atmaya başladığı kahkahaları duyan Hilal, gözlerini kapattı. Sanırım ömrünün geri kalanı, Alfa'sının zihninden bu ânı silmeye çalışmakla geçecekti. Adamın şiddetle devam eden kahkahalarının yanına acı dolu inlemeler de eklendiğinde yaşlarla dolu gözlerini açtı genç kız. "Aaahhhhhh... Hahahaha... Bu nasıl olabilir? Hahahahaha. Gerçekten. Bana bunun nasıl olduğunu söyle!" diye mırıldanan Burak öfkeyle devam etti. "BANA BUNUN NASIL OLDUĞUNU SÖYLE!" Dudaklarından bir hıçkırık kaçan Hilal ne yapacağını gerçekten de bilemiyordu. "Ben nasıl tekrardan aynı boktan durumun içine düşebildim? Bugünün o lanet günden ne farkı var? NE FARKI VAR? Lanet olası bir jammer yok ama şu s*ktiğimin mağazasından çıktığımız anda vurulacağız. Şimdi de senin gittikçe soğuyan bedeninle mi saatlerimi geçireceğim yani?" "Öyle bir şey olmayacak." diye mırıldandı Hilal. "Haklısın. Bu sefer o küçük çocuk yok. Yıllar önce annesinin bedeninden çıkarmaya korktuğu bıçağı, sevdiğinin bedeninden çıkartacak bir adam var. Gözünü bile kırpmadan çıkarttığı bıçağı kalbine saplayacak bir adam! Ne yapalım? Bedenlerimiz birlikte soğur artık." "Yeter! Yeter... Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim Burak." dedi kız kararlı bir sesle. "Bana bir şey oldu ama." diye mırıldanan adam ellerini kızın karnından çekerek hızla üstündeki montu çıkarttı. Sıcak tutması amacıyla montu kızın üzerine örterken, solundaki askılıktan bir bebek kıyafeti alarak kızın yarasının üzerine bastırmıştı. "Bana bunu yaşattığına inanamıyorum." Hilal, kendisine delice bakan yeşil gözlerde dolaştırdı elalarını. Sevdiği adamı kor aleve itmiş ve öldürmüştü... "Özür dilerim Alfa'm." Hitap, yeşillerdeki deliliği azaltıp acıyı harlamıştı. "Dilemelisin. Hani sana demiştim ya 'Benden özür dileme. Bu yaptığınla bile benim sana yaşattıklarımın yanına yaklaşamazsın. Önümüzdeki 10 yıl... Hatta belki daha da fazla bir süre boyunca, özür dileyecek kişi hep ben olacağım!' diye. İşte şimdi orada bir anı güncellemesi yapmak istiyorum." diye fısıldayan Burak sol gözünden bir damla yaş düşerken sevdiğine baktı. "Bu yaptığınla benim sana yaptıklarımın yanına yaklaşmayı bırak, onları geçtin. Yanmanın da çeşitleri olur demiştin. Bu hangi çeşidi?" diyen adamın bakışları boş bakıyordu. Burak'ın bu durumu Hilal'i korkutmaya başlamıştı. Adam ciddi anlamda deliliğin sınırındaydı. Bir an öfkelenirken diğer an acıya gark oluyordu. Hilal usulca yutkundu. Ne yaparsa sevdiği ona eskisi gibi bakardı? "İyiyim ben." diye fısıldadı genç kız beyhude bir çabayla. "İyisin?" diyen Burak alayla güldükten sonra kana bulanmış sol elini havaya kaldırdı. "Bak!" Hilal usulca yutkundu. "Ellerimde kanın varken, iyi olduğunu iddia edemezsin." Yeşillerini elalarda dolaştıran adam bakışlarını kaçırdı. "Gözlerinde saf acı varken, iyi olduğuna beni ikna edemezsin." "O acı bedenimdeki bıçak yüzünden değil. Bedenim hâlâ şokta sanırım. Gerçekten bir şey hissetmiyorum." dedi Hilal beyhude bir çabayla. Söylediği doğruydu. Bıçak yarası değil, kalp sızısıydı onu acıtan. Burak, sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapattı. Böyle bir durumda sakinleşebilmenin düşüncesi bile tam bir komediydi orası ayrı. "Ben hiçbir zaman elalarındaki o saf acının karnındaki bıçak yüzünden olduğunu iddia etmedim zaten." diye fısıldayan Burak kızarmış yeşil gözlerini açtı. Öfkenin bedenini terk etmeye başladığını hissediyordu adam. İşte bu çok çok çok kötüydü. Öfke giderse Burak acı ile baş başa kalırdı ve hissettiği bu acı adamı çiğ çiğ yerdi. "Sana hiç söylemedim." diye fısıldadı Burak gözlerini aşık olduğu elalarda dolaştırırken. "Neyi?" "Bana bakarken yeşile dönen o güzel elalarının, canın yandığında bal rengine dönüştüğünü." Duyduğu cümle Hilal'in gözlerinden tekrardan yaşlar düşmeye başlamasına neden olmuştu. "Şu ânın gerçekten de o günden hiçbir farkı yok. Aynı endişeli, korku ve acı dolu bal gözler bakıyor yeşillerime. Yine o günkü gibi; o endişe de, korku da, acı da benim için. Kollarımda kanlar içinde kalan siz, kendinizden geçip beni düşünüyorsunuz. Şimdi söyle bana Kelebeğim. Bugünün o günden farklı sonlanacağına beni nasıl ikna edebileceksin?" Sol gözünden bir damla yaş düşen adam, fısıldayarak devam etti. "Beni bırakıp gitmeyeceğine beni nasıl ikna edeceksin?" Sesi gibi ruhu da titreyen adam, kalan tüm iradesinin de uçup gittiğini hissetti. Sona gelmişti. Her şey gitmişti. Öfke, kızgınlık, inanamamazlık ve şok... Elinde yalnızca sonsuz bir acı girdabı kalmıştı. Aşık olduğu yeşillerden yaşlar dökülmeye başladığında karnındaki bıçağın kalbine saplandığını hissetti Hilal. Elini, kanla kaplı elini adamın yanağına koyduğunda Burak hıçkırmamak için dudaklarını birbirine bastırmıştı. İstemiyordu Hilal. O yeşillerden yaşlar dökülmesini istemiyordu. Bu yüzden de muzip bir sesle konuştu. "Sürmen akıyor." Adam, hiçbir tepki vermedi. Hilal'in cümlesi buzdan bir duvardan sekmiş gibiydi. Karnındaki bıçak, bir kez daha kalbine saplandı. "Bana bakar mısın Alfa'm?" Bakmadı. Gözlerini açsa bile bakışlarını yerde tutmuştu Burak. Beyaz fayansı kızıla boyayan kana bakıyordu öylece. Karnındaki bıçak, bir kez daha kalbine saplandı. "Lütfen? Benim yerimde olsan sen de aynısını yapa..." "Hayatım boyunca... Hiç o günkü kadar çaresiz kalamayacağımı düşünüyordum." diye fısıldayan Burak kıpkırmızı olmuş yeşil gözleriyle sevgilisine baktı. "Hilal, ben o günkünden daha çaresiz hissediyorum şu an." Adamın gözlerindeki ifade, Hilal'in dudaklarından bir hıçkırık kaçmasına neden olmuştu. "Bir yanda 167 kişi, diğer yanda ise tüm hayatım olan sen. Hiç kimseyi takmayıp seni buradan çıkarırsam hem ikimizi hem de o insanları öldürmüş olacağım. Seni bir şekilde korusam ve hastaneye yetiştirsem bile bu insanlardan birinin kılına zarar gelirse ikimiz de hayatımız boyunca bunun vicdan azabıyla yaşamak zorunda kalacağız. Ben o mahalleden sağ çıkan tek kişi olduğum için yıllarca kendimi suçladım. Şimdi bir sevdamı korumayı seçip, diğer sevdama sırtımı çevirirsem... Yaşayamam!" Hilal, sonunda Burak ile konuşabildiği için şükretti. Konuşabilirse ikna da edebilirdi. Burak, iki tane daha kıyafeti alıp kızın yarasına tampon yapmaya başlarken Hilal yumuşak bir şekilde mırıldandı. "Vatanına sırt çevirdiğin yok. Hepimizi buradan çıkartacaksın sen." Bu cümle Burak'ın alayla kahkaha atmasına neden olmuştu. "Şu an nasıl bir halde olduğumu farkında mısın sen?" "Evet." "Hiç sanmıyorum! Geçmiş ve bugün arasında gidip geliyorum. Beynimin içindeki o s*ktiğimin susmayan sesi yine yankılanmaya başladı. Hissettiğim korkuyu anlatmama gerek yok sanırım. Canlı bir bombanın başında durduğumu öğrendiğin gün hissettiğinle aynı. Hatta... Fazlası! O günden sonra birbirimize çok çok daha fazla bağlandık çünkü. Yani... Sen beni 11 yaşındaki o çaresiz çocuk farz et. Çünkü durumum tam olarak o." Hilal, başını iki yana salladı. Bu hareketi kısa bir anlığına başının dönmesine neden olmuştu. "O çocuk değilsin Alfa'm." Burak derin bir iç geçirdi. "Karnında bir bıçak varken konuşmasan mı acaba Hilal?" "Karnımda bir bıçak varken konuşturtmasan mı acaba Burak?" Kızın çıkışı karşısında Burak'ın gözlerinde kendiliğinden bir sevgi kıvılcımı belirmişti. Asena sahalardaydı. "Bu durumda bile bir şeyler için çabalayanın ben olması..." diye söylenen Hilal büyük bir şokla onları izleyen Sami'ye baktı. Birilerinin bir şeyler yapması gerekiyordu. "Şu itlerin nabzını kontrol edebilir misin acaba? Yaşayan var mı?" "Başkan p*çine bakmana gerek yok. Onun kesinlikle ölmesini sağladım." diyen Burak'ın gözlerinde yine aynı deli bakışlar belirmişti. "Sahi ben bunu neden yaptım? Bir yumruk bile atamadan geberttim değil mi o iti? S*keyim böyle işi. Nasıl acısız öldürdüm onu? Neyse! Ondaki hakkımı Bukalemun p*zevenkinde kullanırım. Yalnız fark ettin mi Kelebeğim bu it hayatımın her anında karşıma çıkıyor. Seni dinlemeyip öldürecektim onu." Hilal, derin bir nefes aldı. Bu, karnındaki yaranın acımasına neden olmuştu. "Bana bakar mısın Alfa'm?" "Cık! Olayın ilk şokunu atlattım. Bir kez daha elalarına bakarsam beni tabut içinde çıkartırsınız buradan." diye mırıldandı Burak. "Seni değil ama beni çıkartacaklar bu gidişle." Hilal'in oldukça ciddi çıkan cümlesi karşısında Alfa kararan yeşillerini ona çevirdi. "Hiç öyle bakma! Yalan mı? Biz burada böyle vakit kaybederken ben..." "Sakın!" diye tısladı Burak. "Sakın'sa bırak Küçük Alfa olmayı! Benim Alfa'ya ihtiyacım var Burak. Sevdiğim adam olan Alfa'ya değil, Yüzbaşı olan Alfa'ya ihtiyacım var." Burak, başını iki yana salladı. "Sen ne istediğini bilmiyorsun." "Bunu yapabileceğini sen de biliyorsun değil mi? Duygularını kontrol ederek acil durum moduna girmede senden iyisi yok çünkü." "Az önceden beri bana yalvaran bakışlar atıyorsun Hilal. Sana öfkeyle bakmamam için yalvarıyorsun. Sevdiğin adamı istiyorsun. Şimdi kalkıp bana sevdiğim adam olmayı bir kenara bırak, acil durum modundaki Duygusuz Yüzbaşı ol diyorsun yani. Öyle mi?" "Sevdiğim adamın bizi kurtaramayacağı ortada." diyen Hilal sesi titreyerek devam etti. "Ben ölmeni istemiyorum Burak. Ben ölmek istemiyorum. Ben seninle, seni yaşamak istiyorum. Tam her şey düzene girmişken, ellerimiz birleşmişken, hayaller kurmaya başlamışken ölmek istemiyorum. Yapmamız gereken çok şey yok mu daha? En basitinden yememiz gereken bir balık ekmek yok mu mesela? Senin olduğunu asla kabul etmeyeceğim, senin montunla olan hani." Hilal'in cümlesi üzerine boğazı düğümlenen Burak'ın sağ gözünden bir damla yaş firar etmişti. "Seninle yapmak istediğim milyonlarca şey var. Bu hayatta yapmak istediğim binlerce şey var. Mesela... Ben babamı bulmak istiyorum Burak. Bulmak istiyorum! Kötü biri de olsa iyi biri de olsa bulmak istiyorum. Onu tanımadan ölmek istemiyorum." diyen Hilal sevdiği adama yalvarırcasına baktı. "Mutlulukla, hüzünlü günlerimizi telafi edeceğine söz vermiştin bana. Tut sözünü! Kurtar beni/bizi. İlk tanıştığımız günde de kurtardığın gibi... Kurtar beni Alfa!" Burak derin bir nefes aldı. Bunu yapabilir miydi? Ellerine bulaşan sevdiğinin kanını yok sayarak, Yüzbaşı Alfa olup buradaki herkesi kurtarabilir miydi? Nasıl yok sayabilirdi ki? Rüzgar tenine sert değdiğinde üşür diye endişe ettiğinin tenine giren bıçağı nasıl yok sayabilirdi? Adam, düşüncelerle boğuşurken Hilal bakışlarını Sami'ye çevirdi. "Durum ne?" diye sorarken sesi kısık çıkmıştı genç kızın. Burak gibi o da ilk şoku atlatmıştı ve karnındaki yara delicesine acımaya başlamıştı. Kan kaybı da üstüne eklendiğinde... Hilal'in ayık kalacağı ne kadar bir zaman dilimi vardı meçhuldu. Bayılmadan önce Yüzbaşı'nın gelmesini sağlamalıydı genç kız. Eğer Burak bu haldeyken bayılırsa, bir daha asla ayılamayabilirdi çünkü. "Yalnızca bir adam yaşıyor. O da ölmek üzere." dedi Sami yaşananların inanamamazlığındayken. "Bağla onu." diye mırıldandı Hilal. "Buna gerek yok bence. Nabzı gerçekten de çok zayıf." dedi Sami. Hilal tam cevap verecekti ki Burak'ın konuştuğunu duyarak tebessüm etti. "Bizim meslekte 'Bence'lere yer yoktur. O it bir şekilde kendine gelse yapacağı ilk şey silahı alıp birini vurmak olur. Onların kafaları bu şekilde çalışıyor çünkü. 'Ne olursa olsun zarar ver!' mantığıyla hareket ediyorlar. Asla şaşmaz! Bu yüzden ileride pişman olmaktansa bağlayacaksın bu şerefsizleri." "Ya da..." diyen Burak az önce yere düşürdüğü silaha çevirdi bakışlarını. Ya da... Geberteceksin! "Yapma! Çocuklar var." dedi Hilal onun niyetini anlayarak. İşte tam da bu cümle Burak'ın dakikalar sonra etrafına bakmasına neden olmuştu. Kendisine bakan gözlerin hepsi büyük bir şok doluydu. Hatta korku... Asker derin bir nefes aldı. Sivillerin gözü önünde teröristleri gebertmek normal şartlar altında asla yapmak istemeyeceği bir şeydi. Ama şu durumda onlar aklının ucundan bile geçmemişti. Küçük çocukların annesine sığındığını, annelerinin de cesetlere bakmamaları için onların gözlerini kapattığını/yönlerini değiştirdiğini gördüğünde titrek bir nefes aldı. 'Ne olursa olsun şanslılar. O ölü bedenler en sevdiklerinin değil.' diye düşünen Burak geçmişten çıkması gerektiğinin bilinciyle ellerini yumruk yaptı. "Hilaaal." diyen pişmanlık dolu acı sesi duyduğunda başını önüne eğdi Burak. Konuşan Burcu denilen kadındı. Hamile bir kadına kızmaması gerekiyordu. Hiçbir suçu yoktu Burcu'nun. Bebeğini kaybetme tehlikesiyle baş başa kalmıştı hatta. Yine de... İçindeki kızgınlığa engel olamıyordu Burak. Bıçağın önüne atlayan canının görüntüsü gitmiyordu gözünün önünden. Yeşillerini tekrardan kana bulaşmış ellerine çevirdi. İçindeki tüm duyguların kendisini terk ettiğini hissediyordu adam. Hissizleşmişti... İşte tam sırası. Buradan yürü Komutanım. Sakın o duyguların geri gelmesine izin verme ve Yüzbaşı Alfa'ya dönüş. Gördüğün işkencelerdeki tepkisizliğini, donukluğunu ser ortaya. Gittiğin görevlerdeki gibi rol yap. Hadi Alfa! Ya şimdi ya da hiç! Kelebeğin ve diğer insanların sana ihtiyacı var. 'Ama benim de Kelebeğime ihtiyacım var. O burada böyle kanlar içinde yatarken ben nasıl gidebilirim?' Gitmezsen onu son görüşün olur. Kalk ayağa! Sen Yiğit Kılıç ve Dilek Kılıç'ın oğlusun. Ne yaşanırsa yaşansın ayağa kalkacak kadar güçlüsün. Her şey bittiğinde yine düşersin Kelebeğinin yanına, ama şimdi değil. Şimdi olmaz! Ela Göz'lünü bir kez daha görmek istiyorsan eğer kalkmalısın. Kan değil de papatya kokusunu almak istiyorsan kalkmalısın. Bir kez daha Asena'nın kahkahasını duymak için kalkmalısın. Kalk Burak... Kalk ayağa! Sol gözünden bir damla daha yaş düşen Burak sevdiğine bakarak fısıldadı. "Bana bugünü unutturmak zorundasın. Duydun mu? Nasıl yapacaksın bilmiyorum ama zihnimden bugünü silmen gerekiyor Kelebeğim." Hilal, elalarını yeşillerde gezdirirken hafifçe güldü. "Desene aşk itirafı gibi, evlilik teklifi de benden gelecek." Hiç beklemediği bu cümle, Burak'ın gözlerinde büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştı. Hilal, elini karnının üzerinde duran adamın eline götürdü.  Tuttuğu eli güç vermek istercesine sıkan genç kız sevgiyle gülümsedikten sonra fısıldadı. "Öpersem geçer çünkü." Kızın bakışlarına yerleşen cesur ve muzip ifade karşısında Burak inanamamazlıkla gülerek başını iki yana salladı. "Asena, Asena, Asena... İzin verirsen hayatımın en boktan günüyle at yarıştıran bugünü yaşamaya çalışıyorum. Güldürmesen?" "Güldürsem? Hep güldürsem. Unuttur dedin ya bana. Şimdiden başladım işte. Sürmeli Kahramanım benim." Dudakları hafifçe yukarı kıvrılan Burak gözlerini devirerek söylendi. "Kızgınım sana. Güldürme!" "Yapma dediğin şeyleri daha fazla yapmak gibi mükemmel bir huyum var bilmiyor musun? Bu arada söylemeden geçemeyeceğim sürme çok yakışmış, yeşillerini ortaya çıkartmış. Resmi gerçekten de çektin değil mi? Çıkarttırıp billboard'a astırmayı düşünüyorum." "Çektim. Sildirdi ama program yüklü galeriye giren hem Kadavra'ya hem de benim mailime gidiyor." diye mırıldanan Burak, inceler gözlerle kıza baktı. Hilal'in yüzü yavaş yavaş beyazlamaya başlamıştı. Kan kaybına bir çözüm bulmak gerekiyordu. Ayrıca acısı da iyice artmıştı. Bir süre sonra bakışları sabit bakamayacak hale gelecekti. Yine de bu acısına rağmen Burak'ı sakinleştirip güldürmek ile uğraşıyordu. Peki Burak ne yapıyordu? Bir pislik gibi davranıyordu! 'Yanlış! Burak ona, onu son görüşü gibi davranırsa delirmekten korkuyor. Bu yüzden de sevgisini öteleyerek kızgınlığını konuşturuyor. Bu yüzden de her an kırılacak narin bir vazo gibi davranmıyor ona. Çünkü o vazo asla kırılmayacak! 'Şu an kızgınlığımı göstereyim sonra zaten sevgime boğacağım.' diye düşünüyor. O sonranın olmama ihtimali yok onun lügatinde. Yine de... Kelebeğinin 'Lütfen kızma bana!' diye bas bas yalvaran bakışlarını böyle boş geri çeviremezsin Yüzbaşı!' Sakarya'daki günden sonra Burak'ın iç sesinde büyük bir akıllanma meydana gelmişti. Her şeyden önce hep Kelebeğin tarafında duruyordu. İç sesinin söyledikleri karşısında Burak'ın gözlerinde sevgi dolu bir ifade belirdi. Kıza doğru yaklaşan adam aşk dolu muziplikle mırıldandı. "Ama... Ben nasıl ki bana olan sevginle dolu baygın bakışlı tatlı fotoğrafını tehdit malzemesi olarak kullanmayı bırak, Emre'ye bile göstermezsem; sen de gözlerimi belirginleştirerek yeşillerimi ortaya çıkartan o fotoğrafı billboard'a asmayı bırak, Aslı'ya bile göstermezsin." Burak, Cevapsız Sorular'ın hikayesini anlattığı o gün yaptıkları kahvaltıya atıfta bulunmuştu. Güzel başlayıp incir reçelinin kırılmasıyla bir kabusa dönüşün o gün, Hilal sayesinde Burak'ın en güzel günlerinin başında geliyordu. Adam kendisi bile fark etmeden ikisini de teselli etmişti aslında. Bugün, bu an kötü de olsa devamı güzel olacak. Birlikte atlatacağız bu ânı da. Biz neleri atlatmadık ki! Duyduğu cümle, cümlenin altındaki anlam ve adamın gözlerindeki yoğun aşk genç kızın gözlerini doldurmuştu. "Hoş geldin Alfa'm." derken dudaklarında mükemmel bir gülümseme vardı. "Ve maalesef güle güle. Duygusuz Buzdolabı Yüzbaşı Alfa ile gerçek anlamda tanışacağın için heyecanlı mısın Kelebeğim?" "Çoook." dedi Hilal alayla. "Aştın iyice kendini. Bu halde alay dahi edebiliyorsun." "Ehh öğrendim işte sevgilimden birkaç numara." diyen Hilal aniden giren acı ile dişlerini sıkmıştı. Bu durum karşısında Burak titrek bir nefes aldı. "Nasıl olacak bilmiyorum ama bir yolunu bulacağım. Bir şekilde sana kan takviyesi yapmalıyız. Bir eczanede rehin alınacak kadar şanslı olsaydın süper olurdu." diyen Burak sesindeki alaya engel olamamıştı. "Üzgünüm Beyefendi. Hayatımdaki bütün şansı yeşil gözlü ukalanın birini kendime aşık etmek için kullandım." diyen Hilal, bir yandan da Burak'ın elini sıkmıştı. Acı ciddi anlamda boy göstermeye başlamıştı. "O zaman çok da şanslı sayılmazsınız Hanımefendi. O adamın size aşık olması için çok da bir şey yapmanız gerekmedi." diye fısıldayan Burak, kızdan hiç ayrılmak istemiyordu. Ya arkamı döndüğüm anda bayılırsa? "Seni bırakıp gitmeye hiç niyetim yok." diye fısıldadı Hilal yumuşak bir sesle. Yine, yeni ve yeniden düşüncelerini okumuştu sevdiği. "Ben bir çözüm bulana kadar bayılmacaksın." dedi Burak ciddi gözlerle kıza bakarken. O elalar bir kere kapanırsa Burak düşerdi. "Senin üzerine söz veriyorum." diyen kızı duyduğunda titrek bir nefes aldı. Hilal, ne yapar eder verdiği sözü tutardı. "Aranızda ilk yardım bilen birisi?" diye sordu Burak etrafına bakarak. "Ben!" diyen Sami ile başını iki yana salladı. "Sen bana başka bir iş için lazımsın." "Be-ben! Sağlık lisesi 4. sınıf öğrencisiyim." Burak, kızın tanıdık gelen sesine baktı. "Sen Gürkan Şah ile konuşulurken Hilal'imin lehine şahitlik yapan kişisin değil mi?" "Yok artık! Onu nereden biliyorsun se... Ah!" "Bence de yok artık! Artık bir yaralı olduğunun bilincine varsan mı Kelebeğim? Heyecanlanıp doğrulmaya çalışmak da ne? Beni delirtmek mi istiyorsun sen?" "Ya yaralı olduğumu söyleyip durma daa! Görmeyince hissetmiyorum modunu uyguluyorum ben şu an." Hilal'in çıkışı karşısında Burak çakmak çakmak olan ela gözlere gülerek baktı. "Daa'lara da başladığına göre gerçekten de kızgınız. Kendi kendine şive oluşturan ilk kişi olabilirsin Asena Hanım. 'E'leri de hallettik mi babamın nüfusuna geçiriyorum seni. Ben çıktım onun nüfustan, adam bir boşta kaldı, üzüldü." "Neden olmasın? Senin beni nüfusuna almaya niyetin yok gibi." "Bu halde bile nasıl beni taşlayabiliyorsun?" diyen Burak derin bir nefes aldı. Şu bıçak olmasaydı sabaha kadar dalaşırdı dişi kurduyla. Ahh o bıçak olmasaydı... Keşke olmasaydı. "Hadi hadi! Şah olayının nasıl olduğunu söyle de şu şerefsizleri kaldırın ortadan." Söyletmeden gitmesine izin vermeyeceğini anlayan Burak hızlıca özet geçti. "Şu karşıki apartmandan sniperla buraya baktım. Telefonu görünce de olayı tahmin edip Kadavra'nın Gürkan Şah'ın telefonuna girmesini sağladım. Kadavra Daimi Fesih ve Telif Hakkı'na gerçekten de netten bakmış." diyen Burak'ın gözlerinde muzip bir ifade belirmişti. O ilk andaki şoku geride bırakmış, ruhun iyileştiren Kelebeği sayesinde ayağa kalkmıştı adam. "İşte yaa ben. Ben işte!" "Biz iki ukala... Çevremize Allah kolaylık versin." diyen Burak liseli kıza başı ile 'Gel!' işareti verdi. Genç kız yanlarına gelirken Burak, Kelebeği'ne baktı. "Bana verdiğin sözü unutmuyorsun." Hilal yorgun bir şekilde tebessüm etti. "Söz konusu sen olduğunda benim ne zaman sözümü bozduğumu gördün Alfa'm?" Boğazı düğümlenen Burak buruk bir şekilde tebessüm etti. "Hiç!" Sevdiğine doğru eğilen adam onun alnına bir öpücük bıraktı. Bu durum Hilal'in gözlerini kapatmasına neden olmuştu. Hafifçe geriye çekilen Burak'ın kendisini izlediğini hissettiğinde gözlerini açarak ona baktı. Başka bir zaman olsa adamın gözlerinden akan sürme izlerine gülerdi. Ama şu an gülemiyordu çünkü o izlerin gözyaşı izi olduğunu biliyordu. Sanki 'Bak kan ağlıyorum. Rengi zifiri siyah...' der gibiydi o izler. Gözlerini aşık olduğu yeşillere çeviren Hilal fısıldadı. "Seni se..." "Hayır! Şimdi değil. Uyanınca. Her şey bittiğinde, şu lanet bıçak ortadan kaybolduğunda... O zaman! O zaman bu cümleyi kurmana izin vereceğim. Şimdi olmaz. Vedalaşmıyoruz biz. Şimdi değil!" diyen Burak hızla geriye çekildi. Tek bedenen değil, ruhen de adamın uzaklaştığını hissetmişti Hilal. Bu durum iliklerine kadar üşümesine neden olsa da herhangi bir şey söylemedi ya da yapmadı genç kız. Daha doğrusu söyleyemedi/yapamadı. Sevdiğinin gözleri önünde bıçağın önüne bilerek atlamıştı Hilal. Hem de geçmişte yaşananları bile bile... Üstüne acısını yaşamasına izin vermeyerek 'Beni/bizi kurtar!' diye baskı yapmış, Yüzbaşı moduna girmesini ve duygularını kapatmasını istemişti. Şimdi bir şey söylemeye hakkı var mıydı ki? "Pişt!" diyen yumuşak sesi duyduğunda dolan gözlerini yeşillere çevirdi. "Benim de sözüm olsun. Her şey bittiğinde şu anki ruh haliyle yaptığım her şeyi misliyle telafi edeceğim. Söz veriyorum!" Bu cümle Hilal'in hafifçe gülümsemesine neden olmuştu. "Biliyorum." diye fısıldarken artık konuşmaması gerektiğini hissediyordu. Biraz sonra kan kaybından değil ama ötelemeye çalıştığı acıdan bayılabilirdi. Sevdiğinin elleri bedeninden ayrıldığında sol gözünden usulca bir damla yaş süzülmüştü. Burak'ın ellerinin yerini liselinin elleri aldığında Burak'a döndü bakışları. Adam yumruk yaptığı sağ elini zemine dayamış yere çömelmiş bir şekilde ona bakıyordu. 'Ayağa kalkamamaktan korkuyor. Bacaklarının onu tutmayacağından...' diye düşündü Hilal acı bir şekilde. Burak, liseli kıza bir bakış attı. Yüzünde gayet ciddi bir ifade vardı. Olur da herhangi bir komplikasyon gerçekleşirse büyük bir sakinlikle bunu halledebilirdi. Burak bahsettiği komplikasyonun (kalp durmasının) asla ve asla gerçekleşmemesini ümit ederek kıza adını sordu. "Adın ne?" "Erva." dedi genç kız. "Erva..." diyerek tekrarlayan Burak konuşmaya başladı. "Kız kardeşime isim bakarken görmüştüm. Birçok güzel anlamı var. Letafet, güzellik, cesurluk ve yiğitlik. Ama en çok ilgimi çeken..." diyen adam aşık olduğu elalara baktı ve Kelebeğinin elini tuttu. "Eski şiirlerde susuz kalan kimselere su veren güzel kız.' anlamı. Şimdi Erva... Ben yıllarca karanlık bir çölün ortasında susuz kaldım. Sonunda hilalle aydınlanmış ışıklı bir vaha buldum ve ölen ruhum yeniden canlandı. Senden adının hakkını vermeni istiyorum. Yaşam kaynağım olan suyuma göz kulak ol lütfen... Canım sana emanet." "Emanetine gözüm gibi bakacağım ve adımın hakkını taşıyarak onu sana vereceğim abi. Sen endişe etme!" dedi genç kız, adamı teselli etmek istercesine. Hilal'inin elini sıkan Alfa derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Gözleri ilk olarak Burcu denen hamile kadını bulmuştu. Kocası ve bir kadının onu sakinleştirmeye çalıştığını görünce etrafına baktı. Nereden başlayacaktı? Düşünmediğini hisseden asker elini ağrıdan çatlayan başına doğru götürdü. Ellerindeki kırmızılığı gördüğünde ateşe dokunmuşçasına elini geri indirerek yutkunmuştu. Ellerindeki kan sevdiğinin kanıydı. Düşünmeeee! Düşünme Burak düşünme. Önce Hilal'in dediğini yap ve şu itleri kaldırın. Hadi! O berbat halinde bile yol göstericisi Kelebeği olurken Burak eli kolu bağlı olan adamın yanına gitti ve nabzına baktı. "Tüh yaa. Gördün mü işi? Bu da cehennemi boyamış!" diyerek öfkeyle konuşan Burak ayağa kalkarak Sami'ye baktı. "Bu itleri nereye taşıyabiliriz?" "Şu ilerideki holde bir oda var. Bankonun arkasında da bir depo. Şurada da lavabo ama... Orası kullanılır büyük ihtimal o yüzden olmaz." "Depo olsun. Odaya ise..." diyen Burak hamile eşlerinin yanında onları izleyen iki adama doğru döndü. "Hanımlar rica etsem iki dakika eşlerinizi ödünç alabilir miyim? Hemen yanınıza dönecekler." Bilerek biraz daha sakin olan o iki kadının kocalarını seçmişti. Kadınlar izin verdiğinde adamlar yanına geldi. "Beyler çocukları bu ortamdan çıkarmalıyız. Çocuklu hanımları şu holdeki odaya alın. Bebek arabasındakiler ise... Odaya sizin de eşlerinizle birlikte geçmenizi istiyorum. Başlarında bir erkek bulunsun. Hanımların hepsi afallamış durumda. Eğer odanın büyüklüğü yeterliyse bebek arabalı kadınları da alın. Değilse onları hiç almayın. Çocuklar bunalmasın. Ayrıca..." diyen Burak, Sami'ye döndü. "İçecek yiyecek bir şey var mıdır? En azından bir su. Ortamı olabilecek en normal hâle getirmeliyiz. Gördüğünüz üzere ben pek... Düşünebilecek bir durumda değilim. Hepinizin benimle iş birliği yapmanıza ihtiyacım var. Korku dolu endişeli bakışların ya da ağlayışların şu anki ruh halime olumlu bir etkisi olduğunu söyleyemem. Düşünebilmem için tüm bu olumsuzlukları minimum düzeyde tutmalıyız. Kendim başlı başına bir kaosun içerisindeyken başka bir kaos istemiyorum. Lütfen!" Adamlar aynı anda başlarını sallayarak onu onaylamışlardı. Hepsi de karşısındaki adama büyük bir saygıyla bakıyorlardı. Kendileri onun durumda kalsalardı plan yapıp çözüm üretmeyi bırak, ayağa dahi kalkamazlardı. "Personellerin kullandığı paket içecekler var. Kettle da var. Atıştırmalık bir şeyler de vardır. Bir dakika..." diyen Sami personellere bir bakış attı. Tahmin ettiği gibi doğuda büyüyen ve zor bir hayat yaşayan Güler, her zamanki soğukkanlılığını koruyordu. "Güler bir bakar mısın?" Kız bunu bekliyormuş gibi ayağa kalkarak yanlarına gelmişti. "Buyrun Sami Bey." "Herkes çok korktu. Yanına birini alarak onlara bir şeyler ikram eder misin? Biraz normalleştirelim ortamı. Bir de çocuklar sizin personel odasına geçecek. Onlara da çikolata şeker falan verin. Yoksa müşterilerden toplayın. Mağazada oyuncak yoktu değil mi?" "Gelecek ay satışa sunulacak oyuncaklar vardı depoda." "Tamam onları alın çocuklara verin. Depo bize lazım. Önce oyuncakları odaya koyun sonra içecek ikramı yapın." "Anlaşıldı Sami Bey." Kız, tam gidecekken adam kolundan tutarak onu durdurdu. "Milleti sakinleştireyim derken şefkat gösterip ağlatmayın sakın ha." "Ben ve şefkat mi? Güldürme Sami abi." diyen Güler arkasını döndü ve personelden birine işaret verdi. Sami başını iki yana sallayarak söylenmişti. "Bu kız ne zaman bana yalan söylemeye kalksa abi diyor. Umarım kazasız hallederiz şu işi." "O kaza çoktan oldu." diye mırıldandı Burak. Cümleyi duyan Sami bakışlarını ona çevirdi. Adamın gözleri yerde yatan kızın üzerindeydi. Burcu'yu teselli eden Ebru'ya bakan Sami derin bir nefes aldı. Hilal'in yaptığını bu devirde belki kardeş kardeşe yapmazdı. "Hadi iş başına!" diyen Burak ile iki adam çocuklu kadınların yanına yönelmişti. "Sami o iti sen alır mısın? Ölü bir adamın kolunu bacağını kırıp, yüzünü dağıtmak istemiyorum." Askerin nefret dolu sesi karşısında tüyleri diken diken olan Sami başını aşağı yukarı salladı. Adam söylediğini gerçekten de yapacak potansiyele sahipti. Kısa süre sonra sekiz adamı da sürükleyerek depoya koydular. Burak yine Alfa'lığını yaparak hepsinin nabzını kontrol etmişti. Adam, genel olarak kendisinden başkasına güvenmiyordu. En son Başkan denen adamın atmayan nabzını buz gibi bakışlarla kontrol eden Burak dişlerini gıcırdattı. "Hayatımın en büyük pişmanlığı seni bu kadar acısız gebertmek olacak sanırım. Cehennemde bol yanmalar." Öfkeyle ayağa kalkarak kapıya giden Burak, Sami'nin temkinli bakışlarını görünce alayla güldü. "Bakma öyle bir şey yapmayacağım. Cesedine vereceğim ezayı vicdanım kaldırsa aside batırırdım. Fakat soktuğumun vicdanı hayatımı s*ken adamlara karşı bile itina ile işliyor." "Konuşmalarınızı ister istemez duydum. Şu bahsettiğin mahalle..." diyen Sami ne diyeceğini bilmeyerek sustu. "Doğru tahmin!" dedi Burak. Kimliğini saklamanın bir anlamı yoktu. Buraya Hilal'in sevgilisi Asker Burak olarak girmişti... KİT'in lideri Alfa olarak değil. "Hayalet Mahalle'yi kastediyordum. Orada o Başkan itine karşı, canına rağmen şehitlerimizi koruduğun için teşekkürler." "O olay... Herkesin evinde bir bomba etkisi yaratmıştı. Acın, tüm ülkenin acısı Yüzbaşım." Burak, buruk bir şekilde gülümsemeye çalıştı. Adamın omzunu sıkmak için kaldırdığı eli, gerçeği yine en sert şekliyle yüzüne çarpmıştı. Ellerinde sevdiğinin kanı vardı. Kendine gelmeye çalışan Burak, ağrıyan başı yüzünden yüzünü buruşturdu. Doğukan'ı arayıp plan yapması gerekiyordu. "Komutanım?" Duyduğu kelime, boş bakışlarının Sami'ye çevrilmesine neden olmuştu. "İsterseniz önce bir... Elinizi yıkayın." "Durumum, daha deminden beri kullandığın sen dilini siz yapacak kadar mı beter?" "Böyle bir anda sen/siz meselesine takılıyorsan... Ondan daha beter." Burak başka zaman olsa bu yoruma tebessüm etse de şimdi kendinde bu psikolojiyi bulamadı. "Lavabo nerede?" diye sorarken tüm enerjisinin tükendiğini hissediyordu. "Arka taraftaki holde." diyen Sami depodan çıkmış eli ile yer göstermişti. Adam oraya doğru giderken Sami de Hilal'lerin yanına gitti. Genç kızın yüzü iyice beyaza dönmüştü. "Nasıl?" diye sordu Hilal endişeyle. Kızın kısık sesli fısıltısı karşısında Sami şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Bu haldeyken onun nasıl olduğunu mu soruyorsun?" "Asıl canı yanan ben değilim, o. Fiziksel acı gerçekten de hiçbir şeymiş." diye mırıldandı Hilal aylar önce Yağız ile konuştuğu konuyu hatırlayarak. 'Benim işim psikolojiyle bu yüzden korktuğum fiziksel yara.' demişti. Fiziksel yara can yakıyordu doğru! Ama Hilal'in kalbi karnından daha çok acıyordu. Bilincini kaybetmemek için çabalayan genç kız duyduğu yüksek sesli bağırış ile hüsranla gözlerini kapattı. "AAAAHHHHHHHHHH!" Mağazadaki herkes sesin geldiği tuvalete doğru bakarken Hilal'in dudaklarından bir hıçkırık dökülmüştü. İkinci bağırışın ardından duyulan şangırtı ile genç kız isyanla gözlerini açtı. "Yine mi?" Bu adam elini parçalamayı iyi alışkanlık haline getirmişti. Buna en kısa zamanda bir çözüm bulması gerekiyordu. Sami tuvalete doğru yönlendiğinde Hilal "Gitme!" diye mırıldandı. "Nasıl gitmeyeyim? Aynayı, sabunlukla kırmadıysa eliyle kırdı." "Daha önce onlarca kez yaptığı gibi." diye söylenen Hilal devam etti. "Daha fazlasını yapmayacak. En azından... Şimdilik! Bir toparlansın izin ver." Genç kız artık bayâ bayâ nefes nefese kalarak konuşuyordu. "Baş dönmem arttı Erva." diye fısıldadı. "Biliyorum ablam. Benimle kal ama lütfen. Tamam mı?" "Ona sözüm var. Başka çarem yok." diye mırıldandı Hilal gözleri kapanmaya başlarken. Bu sırada hem Hilal'i hem de tüm mağazadakileri yerinden sıçratan bir çığlık duyuldu. Korku dolu tüm bakışlar çığlığın sahibine dönerken Ebru esefle konuştu. "Suyu geldi..." "HAYIIIIIIR! HAYIIIIIIIIR. ERKEN. OLMAZ. OLMA... AAAAAAAAAAAA! HAN. Han yalvarıyorum bir şey yap. HAAAAAAN! AAAAAAAAAA!" Karısının elini tutan Gökhan da çığlık atmak istedi. Genç adam Alihan'ın doğumu için girdikleri ameliyathaneye geri dönmüştü. Doktora girmeden önce yalvarmış ve bebek doğduğu gibi karısının uyutulmasını sağlamıştı. Bu yüzden de Burcu ağlaması gereken ama sesi çıkmayan bebeklerini görmemişti. Han'ın aksine... Han, Burcu'nun uyutulduğu o 6 saatte gitmiş oğlunu gömmüştü... Bizzat kendisi! Karısına bunu asla söylememişti. Oğullarını saçlarının büyük ihtimal kendi saçları gibi kıvırcık olacağını, belirgin olan yüz hatlarında kendi yüzünü gördüğünü de söyleyemediği gibi. Mavi gözlerinden düşen yaşları gizleyemeyen adam, ağzını açsa da sesi çıkmadı. Sesi korkuyla titrerken karısını nasıl teselli edecekti ki? Burada, bu şekilde yapılacak bir doğumda herhangi bir aksilikte ikisini de kaybedebilirdi ya da erken doğduğu için kızı... Ebru, karısına nefes egzersizi yapmasını söylerken Han başını kaldırarak Sami'ye baktı. Babaları arkadaş olan ikili ortaokul zamanından beri tanışıyorlardı. Alihan'ını sabahın ilk ışıklarıyla gömdüğü gün, yanında olan tek kişi Sami'ydi. Herkesten gizli hastaneden çıkan Gökhan arkadaşından kaçamamıştı. "Yardım et!" diye haykırdı Gökhan yalnızca dudaklarını oynatarak. Her hücresi çaresizlikle dolu olan adamın gözlerinde büyük bir yalvarış vardı. Sami arkadaşını öyle gördüğünde hızla arkasını döndü. Onlara yardımcı olabilecek tek bir kişi vardı! 🐺 Lavaboya zorlukla kendini atan Burak nefes alış-verişlerini düzene sokmaya çalıştı ama bu çok beyhude bir çabaydı. Adam titrek bir nefes alırken gözlerinden yaşlar düşmeye başlamıştı. Acıyla inleyen adam, musluğun kenarlarını tutarak var gücüyle sıktı. Tüm bedeni tir tir titrerken gözlerinin karardığını hissetmişti. "Bu nasıl olabildi?" diye fısıldarken başı çatlıyordu. Aklında bir bumerang gibi Hilal'inin yaralandığı sahne dönerken annesinin sehpadan aldığı bıçak da üstüne eklenmişti. İki görüntü birbirine karışırken Burak'ın ağzından bir hıçkırık döküldü. "Anneeeeee..." diye feryat eden adam o an hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. "Annem yardım et bana. Lütfen yardım et. Lü-lütfen... Lütfen. Ben onu kaybedemem. Canım yanıyor. Ca-canım çok yanıyor." Tutunduğu lavabo sayesinde zorlukla ayakta duruyordu adam. Aslında tek istediği olanca sertliğiyle yere çarpıp kalkmamaktı. Ama hayat ona her zamanki gibi adil davranmamıştı. Acısını yaşamaya bile hakkı yoktu... Toparlanmaya çalışan Burak, hıçkırıklarla sarsılan bedenini kontrol altına almaya çalışarak gözlerini açtı. Gözlerini açar açmaz beyaz fayansın üstündeki kıpkırmızı elleriyle karşılaşmıştı. Bu durum başına tekrardan bir ağrı saplanmasına neden olurken, ellerini görmemek için kaldırdığı başı çok daha kötü bir manzarayla karşılaştırmıştı onu. Kıpkırmızı, acı dolu yeşillerle... "AAAAHHHHHHHHHH!" diye bağıran Burak kaldırdığı sol elini var gücüyle aynaya çarptı. Aynada bir çatlak oluşmuştu. Bu darbe ellerindeki kanın yok olmasını sağlamamıştı. Kelebeği hâlâ acı çekiyordu. Tekrardan bağıran adam bir kez daha yumruğunu aynaya vurdu. Bu sefer aynanın yarısı büyük bir şangırtıyla kırılarak musluğun üstüne düşmüş, diğer yarısı ise çatırdamıştı. Ellerini parça pikçik etse bile silahı saniyeler önce çekmediği için yaşadığı vicdan azabını silemeyecekti. Nasıl öngörememişti bunu? Nasıl? Kalan ayna kırıntılarından, korku dolu çaresiz yeşiller kendisine bakıyordu. Babasının kopyası olan gözler, Burak'ı yine o güne götürmüştü. Ailesini korumak için çırpınan babası geldi aklına. Deliler gibi sevse de içindeki bir parçayla istemeden yıllarca suçladığı babası... "Babam, kendisine benzediğim... Ben de koruyamadım. 5 saniye, belki de 3... Sadece o kadar erken davransaydım tüm bunlar olmazdı. Ne yapacağım ben şimdi? Yalvarırım bir çıkış göster bana. Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Ben ne yapacağımı bilmiyorum." diyen Burak kanlı elini bilinçsizce boynundaki muskaya götürmüş ve sıkıca tutmuştu. Berbat haldeki adam düşünmeye çalışırken aynı zamanda düşünmemeye dr çalışıyordu. Düşünmek istiyordu, plan yapmak istiyordu ama düşündüğü tek şey Kelebeğinin yaralandığı o andı. O bu ikilemde boğulurken içeriden bir çığlık geldi. Burak, çığlığı duyduğu anda ne olduğunu anlamıştı. "Neden her zaman aklıma gelen başıma gelmek zorunda!" diye isyanla söylendi genç asker. Daha önce de dağda doğum yapan kadınlarla karşılaşmıştı. Hatta 2 doğumu kimse olmadığı için bizzat kendisi yaptırmak zorunda kalmıştı. Ama şimdi olmazdı. Aklına sevgilisinin kadının önüne geçerek yaralandığı an gelirken inledi. Burak. Tüm bunlarla başa çıkamazdı. O bu kadar güçlü değildi. Bu sırada lavabonun kapısı pat diye açılmıştı. "Komutanım yardım et!" dedi Sami büyük bir telaşla. "S*keyim komutanınıza da yardımınıza da. Bana kim yardım edecek lan? BANA KİM YARDIM EDECEK?" Başka şartlar altında olsaydı bu haykırış ve karşısında gördüğü yıkık adam Sami'nin 'O bize yardım edemez.' diyerek geri dönmesine neden olurdu. Fakat askerin yanına gelmek üzereyken Hilal onu durdurmuştu. 'Ona Alihan'dan bahset. Ve Küçük Şah'tan. Ona de ki... Güneş'i kurtaramadı ama Nur'u kurtarabilir. Annesini kurtaramasa da beni kurtarabileceği gibi. Ben ona güveniyorum, ben ona inanıyorum. Benim için toparlansın. Bunu yapabilecek kadar güçlü o. Ben hayatımda Burak'tan daha güçlüsün görmedim. Yapabilir. Yapacak. O Alfa! Yapabilir.' demişti genç kız. Hilal'in tüm bunları söylerken deliler gibi acı çektiği her halinden belli oluyordu. Alnında beliren ter damlalarına rağmen, odaklayamadığı bakışlarına rağmen kararlı bir inatçılıkla kurmuştu bu cümleleri. "Seni seven o kız! Sana o yardım edecek. Karnındaki bıçağa rağmen yanına gittiğimde ilk sorduğu soru 'Nasıl?' olan, senden yardım istemeye gelirken çektiği acıya rağmen benimle sana mesaj gönderen o cesur kız. Sana o yardım edecek. Ben hayatımda öylesine inançla konuşan birini daha görmedim. O sana inanıyorsa, sen de ona inanacaksın!" Başını önüne eğen Burak başını iki yana salladı. "Düşünemiyorum ben şu an Sami. Üstüne bir de doğum yaptıramam. Hele de..." diyen Burak yanlış bir şey söylemek istemediği için sustu. "Doğumu senin yaptırmana gerek yok. Ebru, yanımdaki kadın, Burcu'nun jinekoloğu. Doğumu o yaptıracak ama o da paniklemiş durumda. İçerideki herkesin bu lanet mağazadan, merkezden en kısa zamanda çıkabileceğine dair bir umuda ihtiyacı var." Burak, hiçbir şey söylemeden başını önüne eğdi. Umut kelimesi askere oldukça uzak geliyordu şu an. "Hilal sana Alihan'dan bahsetmemi istedi." Sevdiğinin ismini duyan adam başını kaldırarak Sami'ye baktı. "Burcu'lar bir buçuk yıl önce oğullarını kaybettiler. Anne karnında kalbi durdu bebeğin... Alihan'ın. O zamanlar 7 aylık hamileydi Burcu. Gökhan da o da... İkisi de ayrı yıkıldı. Çünkü Alihan da bir kaybın peşine gelmişti. İlk düşüğün olduğu gün, telefon ben yanındayken gelmişti Gökhan'a. Kardeşimin o günkü bakışını asla unutmayacağım. Karısının düşük yaptığını öğrendiği an, karısının hamile olduğunu öğrendiği andı. Bu iki kayıptan sonra kızları geldi. Hayatlarına Işık, aydınlık, parıltı getirsin diye ona Nur ismini vermeye karar verdiler. Yalvarıyorum Burak. Işıklarının sönmesine izin verme. Ben ne söylersen yapmaya hazırım ama... Ne yapacağımı bilemiyorum." Duydukları karşısında Burak, hüsranla gözlerini kapattı. Hilal bu hikayeyi biliyordu. Kelebeği bu gerçeği biliyordu ve bu yüzden engel olmaya çalışmıştı. Asena'sı normal bir zamanda da bebeği kurtarmaya çalışırdı ama o zaman siper olmayı değil de engellemeyi seçerdi. Fakat durumun hassasiyeti işini garantiye almasına neden olmuştu. Bu yüzden de canını hiçe saymıştı. Adam, onlarca duygu karmaşası içerisindeyken bir kez daha Burcu'nun haykırışı duyuldu. "Güneş'i kurtaramadın ama Nur'u kurtarabilirsin." Duyduğu cümle Burak'ın şoklar gözlerini açarak Sami'ye bakmasına neden oldu. "Hilal böyle söyledi. 'Annesini kurtaramasa da beni kurtarabileceği gibi. Ben ona güveniyorum, ben ona inanıyorum.' dedi. Onun için toparlanmanı, bunu yapabilecek kadar güçlü olduğunu söyledi. Bu hayatta senden daha güçlüsün görmemiş. 'Yapabilir. Yapacak. O Alfa! Yapabilir.' dedi. O kız, bayılmak üzere olmasına rağmen içerideki insanları sakinleştirmeye çalışıyor Burak. Kendine gelmelisin. Şu an nasıl hissettiğini tahmin dahi edemiyorum. Üzerine bu sorumluluğu yüklediğim için utanıyorum ama başka şansımız yok. Herkesin sana ihtiyacı var. Sevgilini kurtarman gerekli. Ben... Ben arkadaşlarımın bir yıkılışına daha şahit olamam. Lütfen yardım et! Nur doğsun. O küçük, dünyaya gelsin. Annesiyle babasına kavuşsun. Sevdiğin kız bir hiç uğruna canını tehlikeye atmamış olsun. Lütfen. Lütfen yardım et Komutanım." Sami'nin gözündeki yaşlarla yalvarırcasına kurduğu cümleler Burak'ın tam kalbine saplanmıştı. Güneşi kurtaramadın ama Nur'u kurtarabilirsin. Kesik bir nefes alan Burak gözlerine yerleşen kararlılıkla Sami'ye baktı. Madem bugünün o günden hiçbir farkı yoktu, madem her şey birbirine bu kadar benziyordu... O zaman Burak kaçmak yerine savaşacaktı. Küçücük bir çocuk olduğu için kurtaramadığı 34 kişi yerine... Buradaki 166 kişiyi kurtaracaktı. Kurtaramadığı Miniği, Güneşi, yerine... O küçüğü, Nur'u, kurtaracaktı. Kurtaramadığı annesi yerine... Sevdiğini kurtaracaktı. O gün jammer'ı etkisiz hale getirip yardım isteyememişti belki ama bugün o jammer'ı (merkezdeki teröristleri) etkisiz hale getirecekti. "İçeri git Sami! Kameraların üzerindeki örtüyü kaldırıp standları Burcu'ya mahremiyet sağlayacak şekilde ayarlamalarını sağla. Ben de ellerimi yıkayıp geliyorum." Askerin gözlerindeki kararlılığı gören Sami şükran dolu bir nefes aldı. "Emredersiniz Komutanım." derken dudaklarında gurur duyan bir gülümseme belirmişti. Sami çıktığında Burak lavaboya doğru döndü ve sabunu alarak elini yıkamaya başladı. Kanlar elinden akarken bir şey hissettiği söylenemezdi. Kelebeği başarmıştı. O duygusuz, teröristlerin korkulu rüyası olan Buzdolabı Alfa olmasını sağlamıştı. Ellerini yıkadıktan sonra peçete alan Burak'ın gözleri aynadaki yansımasına takılmıştı. Çakmak çakmak olan yeşillerinde oldukça ürkütücü bir ifade vardı. Peçetenin olmadığı sağ elini boynuna götürüp muskasını sıkan adam mırıldandı. "Benden yardımlarını esirgeme Alfa!" derken kastettiği kişi elbette babasıydı. Elindeki peçeteyi sert bir hareketle çöp kutusuna atan asker, kararlı adımlarla lavabodan çıktı. Alfa sahalara geri dönmüştü. 🌙 Ve şimdilik (haftaya kadar) Bölümü nasıl buldunuz? Hilal'in Alfa'sı için verdiği çaba, Burak'ın değişen ruh halleri ve üstüne binen yük olsun... Yansıtabilmişim mi o duyguları? Gelecek bölüm hakkında düşünceleriniz? Sizce neler olacak? Alfa kendini tutmayı başarıp kurtaracak mı insanları? (Tamam bu soru saçma oldu kabul. Alfa o yani 😏 🤣) Sizce Burcu'ya ne olacak? Nur ışığıyla sağlıklı bir şekilde gelecek mi? Ne de sordum anam asdadadss. Puanlama yapmayacağım. Soruları boş bırakabilirsiniz asdadadss. Hadi Allah'a emanet olun 🌼 Sizi çooook çooooook çoooook seven Yazarınız 💙 B.K.S. |
0% |