Yeni Üyelik
47.
Bölüm

32. Bölüm- Hoş Geldin | Part 1

@yasminiesa

❗ Bu bölüm ile bir önceki bölüm olan İrade Savaşı bölümünü kronolojik düzene uyabilmek için birleştirmiş bulunmaktayım. Baştaki çok az bir yer yeni, sonrasında okuduğunuz bir yer gelecek.


🌹 emojisi ile başlayan yerden sonrası yeni bölümdür. Sonlarda tekrardan okuduğunuz bir yer vardır.


Yazdığımı çözmek ile uğraşmak yerine bence hepsini atlamadan baştan okuyun 🤣😅


Keyifli okumalar dilerim 🦋


🦋


Anne ve babasının düğününe gitmek için arabaya bindiklerinde Hilal kendisine yeni evlenme teklifi eden adama döndü.


"Nasıl oldu? Yani sen... Nasıl verdin bu kararı?"


Verdikleri onlarca savaş düşünüldüğünde sevgilisinin bu sorusunu garipsemeyen Burak Seher Nine'deki akşam yemeğinin olduğu akşamı hatırladı.


Evlilik Teklifinden 3 Gün Önce


Yeni evli çifti -Melek ve Ege'yi- uğurladıktan sonra arabaya binen Burak arabayı çalıştırmak için herhangi bir hamlede bulunmadı.


Ela gözler yeşillerle buluştuğunda havayı çaresizlik kaplamıştı.


Depoya gitmeleri ya da Burak'la Emre'nin kullandığı ortak eve gitmeleri çok kolaydı fakat...


"Seninle uyumaya alışırsam, hiç bırakmam." diye mırıldandı adam duygu dolu bir sesle.


Sevgilisinin kastının ne olduğunu çok iyi bilen Hilal 'Zaten çoktan alıştın, zaten bırakamıyorsun.' gibi cümlelerle onu düzeltmedi.


Tek bugünle sınırlı değildi bahsedilen uyku.


Kabussuz uyumaya alışmış bir askeri kabussavarı olmadan dağlara göndermek, canlı canlı ateşe atmaktan farksızdı.


Elini uzatarak sevgilisinin elini tutan Hilal buruk bir şekilde gülümsedi.


"Biliyorum. Ben de aynı şekilde hissediyorum. Ama sen de biliyorsun ki o can yakan kabuslarla bir şekilde yüzleşmeliyiz Alfa'm."


Bakışlarını birkaç saniyeliğine Hilal'den kaçıran Burak esef dolu bir nefes aldı.


'Biliyorum da... Bilmek yetmiyor. O yüzleşmeyi şu an yaşamak istemiyorum. Geciktirebildiğim kadar geciktirmek istiyorum.'


Sevdiğinin yeşil gözlerine bakan genç kız acı gerçeği fısıldadı.


"Bunun için çok vaktin olduğunu sanmıyorum."


Kılıç-Pençe harekatı için çok zaman kalmamıştı.


Cümle üzerine usulca yutkunan Burak sessiz kalmayı tercih etti. Birkaç saniyelik sessizliğin sonunda ortamdaki ağır havayı değiştirme dileğindeki genç kız şakıyarak konuşmaya başladı.


"Ayrıcaaaa... Gece de kısmen yanında olabilirim bence."


Hilal'inin neşesiyle gülen Burak tek kaşını kaldırarak ona döndü.


"Hadi ya. Nasıl olacakmış bakalım o?"


"Webcam açalım, konuşalım. Sonra da kapatmadan uyuyalım. Hem böylece sabaha yine birlikte uyanmış oluruz. Bugün de seninle kalırsam bir daha bırak(a)mam. Güvenmiyorum kendime. Emre'yi evinden kovup senin ev arkadaşın olmak gibi bir delilik yapabilirim. Ama ne babamın ne ninem ile annemin ne de benim de bu kadar geniş bir fikre 'Olur' diyebileceğimizi sanmıyorum."


"Hımmm." diye mırıldanan Burak sevgilisine yaklaşarak imayla ona baktı.


"Bence sen hiç düşünmeden Olur dersin."


Aniden dibinde beliren adamla nefes alışverişleri hızlanan Hilal dudaklarını birbirine bastırarak gülüşünü gizlemeye çalıştı.


"Aa-aa sen beni ne zannediyorsun? Öyle dünden razıymış gibi olur der miyim ben hiç? Bir erkekle nikahsız aynı evde yaşayamam ben, olmaz. Aykırı bize."


Kızın cümlesini duyan Burak'tan gür bir kahkaha yükseldi.


'O zaman nikahı basarsın canım. Ondan kolay ne var? Bir imam, 2 şahit.'


"Teklif alsaydım basardım da teklif yok. Eh o zaman nikah da yok."  dedi Hilal umursamaz bir şekilde omuz silkerek.


"Cık cık cık. Her şeyi benden bekliyorsun ama Kelebeğim. Hadi gel evlenelim diyorum, teklif de teklif diye tutturuyorsun. Eskiden olsa balıklama atlar Hadi gidelim derdin. Sen çok değiştin çoook. Olmaz böyle."


Sevgilisinin gülerek söylediği cümle karşısında sırıtan Hilal hiç duraksamadan konuşmuştu.


"Değiştirenler utansın."


'Yok yok utanmasın, iyi böyle. Beni şaşırtan hareketlerini seviyorum." diyen adam sağ tarafına tam dönerek güzel sevgilisini izlemeye başladı.


Hilal, adamın hayran bakışları karşısında gülümsemeye başladığında Burak dayanamayarak kıza doğru uzandı.


Parmakları önce güzel gülüşün kırıntılarında sonra da yüzünde gezinmeye başlarken zümrütlerinde beliren sevgi ve arzuyla fısıldamıştı.


"Kelebek ile her güne yeni bir heyecan."


Burak'ın bakışlarından ayrı ses tonundan ayrı etkilenen Hilal yüzündeki parmakların da etkisiyle kesik bir nefes aldı.


Kızın tepkisi karşısında dudağının sol tarafı hafifçe yukarı kıvrılan Burak leyla modundaki aşık Hilal'e birçok şeyi yaptıracağının bilinciyle melodili bir şekilde mırıldandı.


"İlanı aşk ediyorum..."


Saliselik duraksama sonrası kıza "Devamını getir." diye komut veren Yüzbaşı, oyununun tutup tutmayacağını merak ederken boşluğuna gelen Hilal şarkıyı devam ettirdi.


"Benimle evlenir misin?"


Adam kahkahalarla gülmeye başlarken yaptığı gafleti fark eden genç kız sahte bir sinirle adamın koluna vurdu.


"Buraak!"


"Buyrun benim. Az önce evlenme teklifi ettiğin adam."


Sevgilisinin oyununa ve diline düştüğü için kendine söven Hilal ela gözlerini kısarak tısladı.


"Bana o evlenme teklifini etmediğin sürece, nikah masasına otursam bile memura hayır diyeceğim."


Gülüşleri aniden kesilen Burak dudaklarında beliren alayla kaşlarını kaldırdı.


"Hadi yaa. Ben seni o masaya oturtacağım ama sen bana hayır diyeceksin öyle mi? Yapamayacağın şeylerin sözünü verme Hilal Aslan."


Karşısındakinin Yüzbaşı Alfa olduğunu hisseden Hilal, Asena modunun devreye girdiğini hissederek çenesini dikleştirdi.


"Sırf inadına yaparım biliyorsun değil mi?"


"Karşılık olarak yapabileceklerimi tahmin edebiliyorsun değil mi?"


Koyu yeşil gözlere bakan Hilal aklından onlarca seçenek geçerken inadına devam ederek gözlerini kıstı.


"En fazla ne yapabilirsin ki?"


Dudaklarında tehlikeli bir gülümseme beliren Burak yavaş hareketlerle emniyet kemerini çıkardıktan sonra sağ elini Hilal'in koltuğuna dayayarak kıza doğru yanaşmaya başladı.


Bakışlarını adamın dudaklarındaki gülümsemeden çeken genç kız kalp atışları kulaklarında yankılanırken elalarını zümrütlerle buluşturdu.


Koyu yeşil gözler bas bas 'Seni istiyorum.' diye bağırırken 3 cm uzağında duraksayan Burak sessiz bir şekilde mırıldandı.


"Bunu yapabilirim. Bundan mahrum kalmanı sağlayabilirim."


Titrek bir nefes alan Hilal kuruyan boğazını ıslatma isteğiyle yutkundu. Bedeniyle ruhu hissettiği yakınlıktan dolayı düşünmeyi bırakmışken aklının son zerresiyle harekete geçerek elini adamın göğsüne koydu. Tahmin ettiği gibi Burak'ın kalp atışları, kendi kalp atışları gibi depar atıyordu.


"Buna rağmen mi?" diye fısıldarken konuşabildiği için kendini tebrik etmişti.


Kesinlikle pes etmeyecekti.


Zaferine ulaşmak için çabalayan Hilal'in unuttuğu şey, savaş söz konusu olduğunda Yüzbaşı'nın kesinlikle daha hırslı olduğuydu.


"Tek ona rağmen değil..." diye cümleye başlayan Burak sol elini kapı kulbuna dayayarak kızı abluka altına aldı.


"Kalbime, bedenime ve benim küçük arkadaşa rağmen nikah masasında bana hayır demeye kalkarsan bu yakınlığı ve çok daha fazlasını rüyanda görürsün Asena. Damarıma basarsan kendi arzularıma zor da olsa o keti vurup seni süründürürüm. Sonunda o teklifi senin edeceğin raddeye getiririm işi. İnan bana... Bunu yaparım.'


Bulundukları pozisyondan dolayı adamın nefes alış verişlerini kendi soluklarında hisseden Hilal, Burak'ın söylediklerini icraate geçirmesinin çok da zor olmayacağını fark etti.


Tek bir hamleyle sevdiğinin dudaklarına yapışmak varken kendini dizginlemeye çalışmak, şimdi bile çok büyük bir işkenceydi. Alfa'nın bilinçle kendisine yaklaşıp geri çekileceği diğer seferlerden birinde illa ki yelkenleri suya indirirdi.


Yine de... Son bir gayret şansını denedi.


"Sanki sen dayanabileceksin."


Koyu yeşil gözlerini kızın pembeleşen yüzünde gezdiren adam öpmeyi delicesine istediği dudaklarda bir süre oyalandıktan sonra aşık olduğu ela gözlere baktı.


"Şu an bana nasıl baktığını biliyor musun?"


Adamın kısık ses tonundan etkilenen genç kız tahmin yürütmeye çalıştı.


"Kazanmana izin vermeyeceğim inadıyla?"


Dilini üst damağına vurarak 'Cık!'layan Burak hissettiği arzuyla mırıldandı.


"Öp beni.' diye yalvarıyor o güzel elaların."


Dudaklarını itiraz etmek için aralayan Hilal bakışlarının, bir kez daha, adamın dudaklarına kaydığını hissettiğinde deminden beri bilinçsizce bunu yaptığını fark etti.


Tam o an savaşı kaybettiğini anlayan Asena büyük bir gururla yenilgisini kabul etti.


"Beni öpmeni istiyorsam demek ki."


Sevgilisinin cesur cevabı karşısında "Şah'ta olanları da düşünürsek... Şaşırtmıyorsun.' diyerek gülen Burak kapı kulbundaki elini yumruk yaparak aşık olduğu kıza baktı.


"Soruna gelirsek... Senin bu bakışlarına rağmen aramızdaki şu 3 cm'i aşmıyorsam, dayanabilirim Güzelim."


Aradaki yakınlığın ve zümrütlerdeki bakışların etkisiyle aklı başında olmayan Hilal cilveli bir şekilde sırıttı.


"Peki ya o 3 cm, 1 cm'e düşerse?"


"Dudaklarıma yapışmayacağının garantisini veriyorsan sorun yok." diyen Yüzbaşı içten içe Arsız Asena'nın böyle bir şeyi denemeye kalkışmamasını umuyordu.


Aralarındaki yakınlığı düşürürse yapacaklarından çok da emin olamayan Hilal tek kaşını kaldırarak merakla sordu.


"Peki diyelim ki seni öptüm, o zaman ne yapacaksın?"


Sorunun saçmalığı karşısında inanamıyormuş gibi bakan Burak hafif bir isyanla konuştu.


"E beni öpersen bir zahmet karşılığını vereyim Asena'm."


Dibindeki adama bakan aşk sarhoşluğundaki genç kız şehvetli bir sesle fısıldadı.


"Öpeyim mi?"


Derin bir nefes alarak gözlerini kapatan Burak ani bir hareketle koltuğuna geri oturdu.


Onun uzaklaşmasıyla kendine gelmeye çalışan Hilal derin nefesler alıp verirken yanındaki askere doğru bakmıştı.


Adamın gözlerini kapalı gördüğünde yanaklarındaki kızarıklığa rağmen laf atmaktan geri kalmadı.


"Niye kaçtın? Güzel güzel muhabbet ediyorduk."


Burak, bu alaya gözlerini açmadan karşılık verdi.


"Sesin arzu ve heyecandan titrerken çok da alaycı olamıyorsun Kelebek.'


"Öğretirsin sorun yok."


Kızın hazır cevaplılığı karşısında gülen adam gözlerini açarak arzu dolu zümrütleriyle kıza baktı.


"Gerçekten gün geçtikçe daha da cesur oluyorsun."


"İyi bir öğrenciysem ben ne yapayım?" diyerek sırıtan Hilal elini kızarmış yanağına koyarak iç çekti.


"Bedenim utanmaya devam etse de ben utanma fiilinden oldukça uzaklaştım. Bak kaçtır diyorum bu işin sonu tehlikeli Alfa'm."


"Demeyle sınırlı kalmayıp güzelce gösteriyorsun da." diye hayıflanan Alfa başını iki yana sallayarak arkasına yaslandıktan sonra gözlerini yoldan ayırmadan mırıldandı.


'Senin için deliren bir adamın dibindeyken arzulu bir sesle 'Öpeyim mi?' diye sorulur mu Hilal?'


Dudaklarını birbirine bastıran genç kız kinli bir sesle mırıldandı.


"Girmeseymiş o da o zaman dibime."


Birkaç saniye sessiz kalan Burak isyanla mırıldandı.


"Şu an saf bir adam olmayı dilerdim."


Adamın kastını anlamayan Hilal kaşlarını çattı.


"Bu da ne demek?"


Sağ tarafına doğru dönen Burak başını koltuğa yaslayarak sevgilisine baktı.


"Demek sırf inadına, kinlendiği için öyle söyledi. Aslında öyle düşünmüyordu.' saflığında olmayı dilerdim diyorum."


Adamın ruhunu gördüğünün bilincinde olan Hilal bir kez daha kızarırken elalarını yeşillerde dolaştırdı.


"Ama karşımdaki zeki adam gayet de hissederek söylediğimi biliyor. Tek bir hamlene bakardı. Hatta belki de bakmazdı. Kaçmasaydın tamamen duygularımla hareket ederek seni öpebilirdim."


Duydukları karşısında yutkunan Burak işi alaya vurarak mırıldandı.


"Bu açık iletişim benim mental sağlığa çok fazla."


"Kendi üstü kapalı imalarına say. Görmezden gelmem anlamadığım anlamına gelmiyor." diyen Hilal biraz önceki 'Kalbime, bedenime ve benim küçük arkadaşa rağmen...' cümlesindeki belaltı imayı kastetmişti.


Kızın konuyu gündeme getirmesiyle dudaklarında keyifli bir gülümseme beliren Yüzbaşı rahat bir sesle konuştu.


"Neyse ki mesleğimin getirilerinden biri de insan okumak. Elalarındaki saliselik bakışları ve bedenindeki anlık tepkimeleri gayet rahat yakalayabiliyorum. Bu şimdilik yeter."


Şimdilik kelimesini bastırarak söyleyen sevgilisiyle Hilal'i neşeli bir gülme aldı.


"Biz ikimiz fenanın da fenası bir çift olduk. Farkındasın değil mi?"


"Daha tam olamasak da... Farkındayım elbet."


Şah'ta yaşananların getirisi olarak Burak'ın imalarında bariz bir artış olacağını anlayan Hilal sahte bir uyarıyla mırıldandı.


"Buraaaak!"


"Hilaaaal" diyerek gülümseyen genç adam sevgilisinin elini tutarak dudaklarına götürdü. Hilal'in sıcak tenine minik bir öpücük bıraktıktan sonra elini bırakmadan sol eliyle arabayı çalıştırdı.


'Webcam teklifin oldukça mantıklı Kelebeğim. Seni evine bırakayım sonrasında da evime geçip seni arayım. Tabletten açarız herhangi olumsuz bir durumda da telefonla birbirimizle iletişime geçeriz. Olur mu?'


Kabus gerçeğini olumsuz durum diye sansürleyen sevdiğine bakan Hilal, bu ayrılık durumunu hiç istemese de operasyona gidecek Burak için alışmaları gerektiğinin bilinciyle başını salladı.


'Olur Alfa'm. Çok da güzel olur.'


🌙


Webcam'den yansıyan canlı görüntüyü izleyen adamın yeşillerinde sevginin en koyu tonu dolaşırken, huzurun tarifi olan Uyuyan Güzel'i rüyalar aleminde tatlı bir gezintiye çıkmıştı.


Hilal'in görüntüsünü projeksiyon yardımıyla sol duvara yansıtmış olan Burak sağ elini kaldırarak Kelebeğinin yüzünü okşadı. 


Arabada anlaştıkları gibi yapmışlar ve sanki günlerdir beraber değillermiş gibi 1 saat boyunca gülüşler eşliğinde konuştuktan sonra Hilal yorgunluğuna yenik düşerek uyuyakalmıştı


Kelebeği huzurla uykuya daldığında onu buruk bir tebessümle izlemeye başlayan Alfa için ise asıl mesai başlamıştı.


Yarım saat boyunca düşüncelerini susturmaya çalışarak sevdiğini izleyen adam bir anda "Özledim." diye fısıldadı.


Ciğerlerine dolamayan papatya kokusu özlemini harmanlarken bakışlarını duvardaki yansımada gezdirdi.


Ela gözlü sevdiği, yanında olduğu kadar değildi de...


"Bu yetmiyor ama. Keşke gerçekten yanımda olsan."


Dileğine eş olarak Hilal'inin uykusunda hafifçe kıpırdanması, Burak'ın yumuşak bir sesle gülmesine neden olmuştu.


Başını iki yana sallayarak "Nasıl da hissediyorsun ama beni." diye mırıldanan adam bu sefer sesini alçak tutmaya özen göstermişti.


Kelebeğini uyandırmak istemiyordu.


İç sesi bu düşüncesine anında karşılık verdi.


-Tabii ki uyanmasın sevdiceğin. Sonuçta uyanırsa hissettiğin karmaşayı anlar!


Hüsranla iç geçiren Yüzbaşı teslim olurcasına gözlerini kapattı.


Akşam saatlerinde babasıyla balkonda yaptığı konuşma, harekat açısından bir karara varmasını sağlasa da çok daha farklı bir karmaşaya sürüklemişti onu.


'Vaktinden önce davranıp bir şeyleri aceleye getirmek istemiyorum.' diye ısrar ederken bir anda yine bir şeylere mecbur kalmıştı.


-Mecbur mu? Gerçekten mecbur mu? Sakın sevdiğin kızın yanında bu düşünceni sesli dile getirm tamam mı? Tahminini ötesinde kırılır, toparlayamazsın.


"Öyle deği..."


İç sesinin azarına sesli cevap verdiğini fark eden Burak gözlerini açarak derin bir nefes aldı.


Düşüncelerini Hilal'i ile paylaşıp onun tesellisine sığınmaya o kadar alışmıştı ki şu an çaresiz hissediyordu.


Her şeyden habersiz uyuyan sevdiğine bakarken dudaklarında hayranlık dolu bir tebessüm belirdi.


"O kadar cesursun ki Kelebeğim... Yaşanan onca şeye rağmen uyuyabildin. Yanında olamasam da ekranın diğer ucunda olmama güvenerek kendini uykuya teslim edebildin."


Dudaklarındaki tebessüm acı dolu bir gülümsemeye evrilirken esefle mırıldandı.


"Ben onu bile yapamıyorum. Bunu bile yapamazken nasıl..."


Düşüncelerini susturan adam elini yumruk yaparak yatağa vurdu.


-Biliyorsun değil mi Burak Kılıç? O teklifi edememenin nedenini biliyorsun. Hazır olamama sebebini çok iyi biliyorsun. Her şeyi vakitlice yaşayayım, pişman olmayayım olayı baştan aşağı bahanen aslında. Senin nedenin başka.


Uzandığı yerden doğrulan Burak nefes alamadığını hissederek tişörtünün üst iki düğmesini açtı.


"Konuşmak... Düşünmek istemiyorum." diye fısıldayan Burak kendi kendine konuştuğu için bir an geçmişe gitmişti.


-İstemiyorum diyecek kadar vaktin yok. O göreve gidersen ne zaman geleceğini bilmiyorsun. Gitmeden önce teklifini et gelince de nikahı bas. Bu kadar basit aslında her şey.


Başını iki yana sallayan Burak'ın her zerresi 'Basit değil.' diye haykırıyordu.


Eski Burak olsaydı tam o an içsel tartışmasını sonlandırır, hissettiği yoğun çaresizliği öfkeye çevirerek iç sesinin çenesini kapattırırdı.


Fakat Burak'ın hayatı Kelebek'ten Önce ve Kelebek'ten Sonra diye ikiye ayrılıyordu.


Ve Kelebeği hayatına girdiği günden sonra kaçmayı bırakıp savaşmaya başlamıştı.


Sadece Burak değil, iç sesi de...


-O zaman şöyle yapalım. Madem sorununu Kelebeğine sesli bir şekilde anlatamıyorsun o zaman yazıya dök. Dilersen zamanı gelince ona verirsin dilersen de zamanı gelince o kağıtta yazılanları bizzat anlatırsın.


Bu teklif karşısında afalladığını hisseden Burak şaşkınlıkla mırıldandı.


"İç sesimi bile psikolog yapmış."


-Kelebek Etkisi'nin gücünü basite alma Alfa. O bizim tüm zerremize işledi.


"Biz deme." diye homurdanan Burak kağıt kalem almak için ayağa kalkmıştı.


-Biz desem biz deme der, ayrı konuşsam ayrı benlikmiş gibi konuşma der. Ne istiyorsun sen benden?


"Kendimi deli gibi hissetmeme neden olmasan yeter." diye mırıldandı adam birçok tartışmada söylediği gibi.


İç sesi cevabını geciktirmemiştş.


-Sana kötü bir haberim var Alfa. Sen zaten delisin. Normallik DNA'na ters.


Bu cümleyle hafifçe gülen Burak onaylarcasına kafasını salladı.


Odasında bulduğu defter ve kalem ile yatağın üzerine oturduktan sonra elindeki kaleme bir bakış attı.


"Bu gerçekten çok saçma."


-Psikolog Hanım duymasın, Pençesini üstünde kullanır.


Küçük bir çocuk gibi yanaklarını şişirerek oflayan adam isteksiz bir şekilde kalemi kağıda yanaştırdıktan sonra yardım istercesine uyuyan Hilal'ine döndü.


"Ee şimdi ne yazacağım Kelebeğim?"


-Menemen Tarifi! Ne yazabilirsin Allah aşkına?


Yaz oğlum. 5 kilo çimento, 3 kilo...


Her zamanki gibi iç sesini nasıl öldüreceğini planlamaya başlayan Burak duvardaki hareketliliği hissederek ekrana döndü. Bir an genç kızın uyandığını zannetse de Hilal'in derin soluklarına kaldığı yerden devam etmesiyle tuttuğu nefesini bıraktı.


Uyansaydı, yeşillerle buluştuğu an ters giden bir şeyler olduğunu anlardı.


"Ters de değil aslında..." diye fısıldayan Alfa bakışlarını elindeki deftere çevirerek nasıl başlayacağını düşünmeye başladı.


Aradan 15 dakika geçtiği halde boş kağıtla karşı karşıya durduğunu fark ettiğinde bir yerden başlama umuduyla kalemi kağıda değdirdi.



Ne yazmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yok Kelebeğim.


Düşünmekten bile kaçtığım şeyleri yazıya döküp okumak istediğimi de zannetmiyorum ancak durum kritiği yapıp harekete geçmem lazım. Malum... Çok vaktim yok.


Hayatım hep bir şekilde pişmanlıklarla geçti. Suçum olmadığı halde kendimi suçladım, yapacak hiçbir şeyim olmadığı halde 'Şunu yapsaydım farklı mı olurdu?' düşünceleri içinde kendimi yaktım yıktım. Son olayda da olduğu gibi...


Şimdi bile cesaretimi toplayıp senin yaralandığın olayda diyemiyorum, son olay diye sansürlüyorum. Dışarıdan bakınca en cesaretli benim ama yanına yaklaşınca babasının arkasına saklanmak isteyen o küçük çocuğum hâlâ. Gerçi... Artık babasının değil de Kelebeğinin arkasına saklanıyor o çocuk. Seni önüme maske yapıp güçlü gibi davranıyorum.


Merak etme güçlü değilim safsatasına falan girmeyeceğim. Kastettiğim güç öyle bir şey değil. Yaşanan onca güzel şeye rağmen isteklerimi dile getirmekten, hissettiklerimi doyasıya yaşamaktan korkmamın güçsüzlüğü bu. Aşabileceğim bir güçsüzlük ama nasıl aşacağımı bilmiyorum.



Duraksayan adam aklındaki gerçeği dile getirmemek için bilmece gibi konuştuğunu fark ettiğinde hüsranla iç geçirdi. Bakışları Kelebeğini bulduğunda ondan aldığı güçle yazmaya devam etti.



Kaçtığım ne biliyorsun değil mi? Asıl mesele ne çok iyi biliyorsun. Büyük ihtimalle benden bile önce biliyordun. O teklifi neden bir türlü edemediğimi, etmeye karar vermişken yaşananlardan dolayı neden vazgeçtiğimi... Biliyorsun.


Sana evlenme teklifi etmemin benim indimde ne anlama geldiğini biliyorsun.


Evlenmek = Aile olmak


Aile...



Dolan yeşillerini ekrana çeviren Burak aşık olduğu kıza bakarken bu hayattaki en büyük dileğini fısıldadı.


"Ben baba olmak istiyorum."


Bu sesli itirafı sol gözünden bir damla yaş düşmesine sebep olurken elini kaldırarak sevgilisinin yansımasını okşadı.


"Baba olmak istiyorum ben Hilal. Küçük bir çocuğumuz olsun istiyorum. Sana benzeyen bir kız ya da... Bana benzeyen bir erkek. İkimizden de karakteristik özellikler alıp bize kök söktüren bir miniğimiz olsun. Küçücük elleriyle parmağımı tutsun, küçük dudaklarından hep neşeli kahkahalar dökülsün, annesinin sesinden sonra en çok onun kalp atışlarını dinlemeyi seveyim. Hayatımızda cennet kokan, bize hayattayken cenneti yaşatan, uğruna yaşayacağımız bir miniğimiz olsun istiyorum. Senden, benden bir parça..."


Gözyaşları yanaklarından usulca dökülen adam uyuyan sevdiğini izlerken çatallı bir sesle fısıldamaya devam etti.


"Sana annelik o kadar çok yakışır ki Kelebeğim... CeyCey'ler ile oynarken, Eftalya ile konuşurken, hayatını kurtardığın Hilal Nur'a gülümserken parıl parıl parlayan o elalarının bizim çocuğumuza bakarken nasıl görüneceğini çok merak ediyorum. Son zamanlarda yolda yürürken algılarım istemsizce anne-çocuklara, mutlu ailelere takılıyor. Yıllarca o manzaraları görmemek için çabalarken şimdi gözlerim otomatik olarak onları buluyor. Bir anda o anne sen, o çocuk bizim çocuğumuz oluyor. Size doğru yürüdüğümü hayal ediyorum. 'Baba!' diye şakıyarak boynuma atlayan bir minik hayal ediyorum. Kalıyorum öylece olduğum yerde. Bu hayalin gerçekleşmesini öylesine çok istiyorum ki bu hisle nasıl baş edeceğimi bilemiyorum. Ama sonra içimde bir korku beliriyor. O korku geldiğinde başımı çevirip hiçbir şey olmamış gibi uzaklaşıyorum oradan. Sanki dakikalar önce mutlu aile tablosunda yaşayan ben değilmişim gibi..."


İtirafının etkisinden çıkamayan Burak başını yatak başlığına yaslayarak tavanı izlemeye başladı.


Soygunu sevdiği kız üzerinden gerçekleştirme nedeni, onunla aylarca sevgili olamama sebebi yine karşısında duruyordu.


-Peki bu sefer tepkin ne olacak? Yine mi kaçacaksın?


Güçsüzce başını iki yana sallayan asker  'Asla!' diye düşündü.


-O teklifi etmemek de kaçmakla eşdeğer değil mi?


Bitkin bir şekilde gözlerini kapatan Burak 'Çok üzerime geliyorsun.' diye haykırmak istese de sessiz kalmıştı.


Ruhunu acıtan çaresizlik ve elini kolunu bağlayan geçmişinden dolayı başına şiddetli bir ağrı saplanınca dudaklarının arasından küçük çaplı bir inleme döküldü.


Bıkmıştı bu hayattan, bıkmıştı geçmeyen travmalarından, bıkmıştı böyle olumsuz hissetmekten...


-Kelebeğini Miladın saymıştın değil mi? O zaman ismin hakkını tam anlamıyla verdirt Alfa. Bırak bu olumsuzlukları, bırak korkuları, bırak her şeyi kontrol etme dürtüsünü... Deliyim diyorsan deliliğini hakkını ver. Kalbini mantığının önüne koyup öyle karar al. Sevdiğinin elini tutup çık o yola. O yanındayken aşamayacağın engebe yok. Bunu çok iyi biliyorsun. Sen ki o cehennemi yaşadığın eve gittin orada bir gece geçirdin, delicesine istediğin bir şeyde neden tereddüt ediyorsun? Al yüzüğünü git sevgiline evlenme teklifi et. Bakmaya doyamadığının kocası ol. Bunu her şeyden çok istiyorsun, biliyorsun. Ve günün birinde de, zamanı geldiğinde çocuklarınızın babası ol. Ona anneliğin yakıştığı gibi sana da babalık yakışır. Ama tüm bunlar için adım atman lazım. O operasyona gitmeden önce o ilk adımı at. Korkma! Artık isteklerini gerçekleştirmekten korkma Küçük Alfa...


Yıllar boyu acımadan zulmeden iç sesinin kendisine cesaret vermesiyle gözlerini açan Burak, Kelebeğine baktı.


Uyuyan Güzelini izleyen yeşillerinde kararlılık mevcuttu.


"Seviyorum seni."


Bu yalın cümle hayatı boyunca vereceği tüm kararların baş öznesiydi. Ona olan sevgisiyle tüm her şeyin üstesinden gelebilirdi.


Saatin gece 4 olmasını umursamadan cep telefonunu çıkaran Burak, Özgür abisinin numarasının üstüne tıkladıktan sonra mutlu bir şekilde kız arkadaşına fısıldadı.


"Evlenelim mi Kelebeğim ha? Ne dersin?"


~


Sevgilisinin verdiği kararın hikayesini öğrenen genç kız tekrardan elindeki yüzüğe baktı.


"Hâlâ çok inanılmaz geliyor."


Kızın elini tutarak yüzüğünün üstüne bir öpücük konduran adam onun elini bırakmadan vites attı.


Gözleri saate ilişen Hilal endişeyle mırıldandı.


"Düğüne geç kaldık."


Onun haline gülen Burak neşeyle kıza döndü.


"Sence ben buna izin verir miyim Kelebeğim?"


"Yine ne yaptın?"


"Düğün saatini sana birazcık yanlış söylemiş olabiliriz."


Bu bilgiyi sindirmeye çalışan Hilal sahte bir hüsranla başını iki yana salladı.


"İnanılmazsın Alfa'm. Gerçekten inanılmazsın."


"Biliyorum Kelebeğim. Biliyorum."


🌹


Üzerindeki gelinliğe bakan Melek hayatın sürprizlerine bir kez daha şaşırdı.


Yıllar önce ortak çalıştığı terzicinin dükkanında görmüştü bu gelinliği. Hayalindeki gelinliği çiz deseler tam olarak onu çizeceğini düşünerek acıyla gülmüştü o gün.


Bunu giymesi imkansızdı


İlk kez gelinlik giydiği gün kefen giymiş gibi hisseden Melek istemese dahi her gördüğünde içi giderek bakmıştı gelinliğe.


Kendine asla itiraf edemese de hayaller kurmuştu kadın.


Ege'si için bu gelinliği giydiği hayaller


O zaman imkansızın dibi olan hayalleri şimdi canlanmıştı.


Hem de en güzeliyle...


Son bir kez daha kendisine baktıktan sonra titreyen sesiyle dışarıdaki kocasına seslendi.


"Hazırım."


Dakikalardır bu direktifi bekleyen Salih Ege, kadının cümlesini ikiletmeden odaya girmişti.


Gül Kokulu Meleği bembeyaz gelinliği içerisinde karşısında duruyordu.


"Sonunda..." diye fısıldayan adamın sesi titrek, elaları kızarıktı.


Kalp atışları kulaklarında yankılanan Melek, sevdiği adamın hayran fakat bir o kadar da buruk bakışları karşısında gözünden düşen bir damlaya engel olamadı.


Sırf bu burukluğu görmemek için gelinlik giymeyi istememişti işte.


Ânın gerçekliğinden emin olabilmek için beyazlar içindeki güzel karısını birkaç kez süzen adam, kadının dolu gözlerini gördüğünde aradaki mesafeyi kapatarak soluğu Meleğinin yanında aldı.


"Hey!" diye yumuşakça mırıldanırken düşen ikinci gözyaşını da eliyle yakalamıştı.


"En mutlu günümüzde ağlıyor musun Meleğim?"


Alnını kocasının göğsüne yaslayan Melek küskün bir sesle serzenişte bulundu.


"O gözlerindeki burukluğu silene kadar sana bakmayacağım."


Bu meydan okuma, hissettiği burukluğu anında silerken tek kaşını havaya kaldıran Ege kendisine sığınan karısına bir bakış attı.


"Davetlilerimiz bizi bekliyor biliyorsun değil mi karıcığım?"


Beklemediği karşılık Melek'in kaşlarını çatmasına neden olmuştu.


"Beklesinler. Düğün bizim. Biz olmadan başlayamazlar."


Dudaklarını ısırarak gülümsemesine engel olan Salih Ege rahat bir sesle karşılık verdi.


"Düğün tek bizim değil. Çifte nikah kıyıyoruz hatırlarsan. Sinan ve Sıla bizi bekleyemeyip düğüne başlarsa ne yapacağız?"


Derin bir nefes alan Melek kızmaya başlarken başını kaldırıp kocasına baktı.


"Ben ne diyorum se..."


Dudaklarında hissettiği dudaklar kadının cümlesini tamamlamasına izin vermemişti.


Birkaç saniyelik duraksamanın ardından kollarını boynuna sararak Ege'sinin öpüşüne karşılık veren Melek, içindeki tüm olumsuz düşüncelerin buhar olup uçtuğunu hissederek tebessüm etti.


Öpücüğün derinleştiğini hisseden Salih Ege bunun bir tık ilerisinin yatak olacağının (gerçi köşedeki koltuk daha yüksek ihtimaldi) bilinciyle zorla geriye çekildi.


Nefes nefese kalan ikili birbirlerine baktıktan sonra gülmeye başlamışlardı.


"Bu da neydi şimdi?" diye sordu Melek kocasının ela gözlerindeki parıltılara mutlulukla bakarken.


"Erken ceza."


"Erken ceza?"


"Hee. Cümlenin sonunda Salih Ege diye seslenecektin. Yalan mı?"


Gözlerini kırpıştıran Melek bunun doğruluğunu fark ederken "Külliyen yalan." diye inkar etti.


Beklediği/istediği gibi kocası "Yalancı." diyerek bir kez daha dudaklarına yapışmıştı.


Dudaklarında can buldukları her an yaşanan yılların acısını yok ederken geriye çekilerek alınlarını birbirine yasladılar.


Gözlerini kapalı tutan Melek derin bir nefes alarak itiraf etti.


"Buna ihtiyacım varmış. Gelinliği giydiğimde istemesem de tüm her şey gün yüzüne çıkmıştı. Olumlu, olumsuz tüm o anlar."


Geriye çekilerek karısına bakan Ege ciddi bir sesle "Peki şimdi?" diye sordu.


Gözlerini açan kadın huzurla gülümsedi.


"Varlığın yeter Sevgili." dedikten sonra muzipleşen gülümsemesiyle devam etmişti.


"Üstüne dudakların da eklenince yeme de yanında yat yani."


"Niye yemeyip yatıyorsun? Ye de öyle yanımda yat Gül Kokulum. Hatta bak şuradaki koltuk çok da güzel göz kırpıyor. Acaba diyorum..."


Adamın yarı ciddi yarı şakacı cümlesi Melek'ten gür bir kahkaha yükselmesine neden olmuştu.


"İnanılmazsın Ege'm. Ne bu koltuk sevdası onu da anlamıyorum."


"Anlamıyor musun gerçekten?" diye fısıldayan Ege karısına doğru yaklaşırken heyecanla karnı kasılan Melek hiç istemese de geriye doğru bir adım attı.


Bu ses tonu ve bu bakışlara bir de temas eklenirse sonları gerçekten de o koltuk olurdu.


"Düğünümüz var kocacığım. Akşamı bekleyebilir misin?"


Elini sakalına götürerek kaşıyan Binbaşı düşünceli bir şekilde mırıldandı.


"Bilemiyorum. Düğünden erken mı ayrılsak?"


Doymak bilmeyen kocasının tavrına gülen Melek "Sen iflah olmazsın." diyerek başını iki yana salladı.


"İflah olmam için bir sebep mi var?" diyen Salih Ege kaş ve göz arasında karısının dudaklarından bir öpücük daha çaldıktan sonra kadının elini tuttu.


"Bu odada daha fazla durursak güzel gelinliğini büyük bir zevkle üstünden çıkartacağım karıcığım. Bu yüzden toplum içine çıkalım da kendi düğünümüzde rezillik çıkartmayalım."


"Çok şükür aklının başına gelmesine sevindim." diye ağzının içinde mırıldanan Melek kocasının kötü kötü bakışlarını gördüğünde gülerek dudaklarından öptü.


"Tamam tamam. Ben de memnunum durumdan. Beni öp diye rujumu sürmedim. Daha ne yapayım?"


"Daha ne yapmanı istediğimi çok iyi biliyorsun da... Düğün diye tutturan ben olduğum için geri adım atıp programımıza katılmamızı sağlıyorum." diyen Salih Ege kapıya doğru yürümeye başlamıştı ki kapı tıklatıldı.


Aniden "Hilal mi yoksa?" diye hevesle kapıya bakan Melek "Gelebilirsiniz." diye seslenirken garip bir heyecan hissediyordu.


Kapının arkasındaki kızı gibi...


Annesinin neşeli sesiyle dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren Hilal kapıyı açarak içeri girdi.


Gelinlikler içerisindeki annesi adının hakkını vermiş, melek gibi olmuştu. Hızlıca kadının yanına gidip kolları arasında yerini alırken hayran bir sesle mırıldandı.


"Çok güzel olmuşsun annem."


Hilal'e sıkıca sarıldıktan sonra hafifçe geriye çekilerek yeşil elbisesi içindeki kızını inceleyen Melek de aynı tepkiyi vermişti.


"Sen de çok güzel olmuşsun. Benim güzel kızım."


"Sanırım tam şu an bir uzay mekiği kiralayıp sizi uzaya çıkarmalıyım. Bu güzellikler yalnızca benim olmalı." diyen Salih Ege'nin sesinde bariz bir kinaye vardı.


Kinayesinin öznesi burada olmasa da Hilal bu görevi üstlenerek sevdiceğini korudu.


Bilinçli bir şekilde işaret parmağındaki yüzüğü göstererek saçını geriye atan genç kız "Olur ben varım. Hilal'e gidebiliriz." diye yanıt vermişti.


Kızının parlayan yüzüğünü gördüğünde gözlerinden takdir dolu bir gülümseme geçen adam salağa yatarak kızına baktı.


"Aaa yüzüğün ne güzelmiş kızım. Nereden satın aldın?"


Satın aldın kelimesini bastırarak söyleyen adama bakan Hilal derin bir nefes aldı.


"Yaa baba. Evlendiğin gün yapma bari. '


"Ne yapıyormuşum Berceste'm? Normal, masumane bir soru sadece."


Babasının sevgilisi vibe'ı vererek kurduğu cümle Hilal'in başını iki yana sallayarak söylenmesine neden olmuştu.


"Siz ikiniz ve imalı masumane(!) sorularınız. Birbirinize bu kadar benzemeniz benim açımdan hiç iyi değil."


"Neden bahsettiğini anlamıyorum kızım. Ben sadece yüzüğünü çok beğendim. Belki karıma da bir hediye alırım diye aldığın yeri sordum."


Salih Ege'nin oyununu sürdürmesi üzerine elaları çakmak çakmak olan Hilal 'Demek öyle.' düşüncesiyle başını dikleştirdi.


"Üzgünüm karına hediye alabileceğin bir yer değil babacığım. Bu yüzüğü bizzat müstakbel kocam yaptı ve yine bizzat kendi elleriyle parmağıma taktı."


Genç kız masumca gülümseyerek son vuruşu yaptı.


"Evlenme teklifine 'Evet' dedikten hemen sonra."


Pençelerini çıkartan kızına bakan Ege istemsizce gülümsedi.


Yumuşak huylu Berceste'den hırçın Asena'ya geçmesi saliselerini almamıştı.


Aynı şeyi düşünen Melek kızının yanına giderek ellerini tuttu. Yüzük parmağındaki hilali sevgiyle okşarken bakışlarında takdir ve minnet vardı.


"Kendini buldun. Artık ışıltını saklamaya çalışmıyorsun. Bunun için öylesine sevinçliyim ki."


Duyduğu cümle Hilal'in gözlerinin hafifçe dolmasına neden olurken gülümsedi genç kız.


"Kelebek kozasından çıktı ve uçmayı öğrendi."


"Hergele bir kurt sayesinde."


Salih'in yarı homurtusunu duyan Hilal neşeli bir kahkahayla babasına döndü.


"Seviyorsun o hergele kurtu."


"Yıllarca beni hayatta tutan oğlumu niye sevmeyeyim?" diye yanıt veren Salih Ege'nin bakışları sıcacıktı.


Buna rağmen eklemeden durmadı.


"Ama onu seviyor olmam kızımı onunla paylaşacağım anlamına gelmiyor. Bir de evlenme teklifi etmeye kalkmış. Hadsiz!"


Son vurgu gelinliği içindeki kadının inanılmaz bakışlarla gülmesine neden olmuştu.


"Şaka gibisin Ege'm."


"Anneciğim müsaadenle dayıma gidip seni vermemesini söylüyorum. Başka türlü bu kıskanç Binbaşı ile baş edemeyeceğim yoksa."


Cümleyi duyan Salih Ege koruyucu bir tavırla karısını kendine doğru çekti.


"Ben karımı çoktan aldım Hilal Hanım. Başka kapıya."


Elalarını kısarak ona bakan genç kız annesinin gülen gözlerle babasına baktığını fark ettiğinde huzur dolu bir nefes aldı.


Yıllarca annesinde bu bakışları görmeyi bekliyordu.


"Hep mutlu olun. Hep! Kötülük yanınıza bile yaklaşmasın. Birbirinize hep bu gülen gözlerle bakın."


Hilal'in dolu gözleri ve içli sesiyle kurduğu cümle Ege'nin elalarının kızarmazsına neden olmuştu. 25 yılını kaçırdığı kızını boştaki koluna alarak saçlarına kokulu bir öpücük bıraktı.


"Berceste'm benim. Siz de hep mutlu olun. O parmağındaki yüzüğün sahibi, sana benden bile iyi bakacaktır. Bu yüzden de gözüm asla arkada değil. Bugün zaten en mutlu günümdü, sizin mutluluğunuzla binlerce kat arttı bu mutluluğum. İyi ki varsınız, iyi ki benim çocuklarımsınız. Ömrünüz boyunca boş şeylerle birbirinizi kırmayın ve sevgi içinde yuvanızı kurun. Anlaştık mı?"


Sol gözünden bir damla gözyaşı düşen Hilal başını sallayarak babasına sarıldı. Haftalar önce ölüme en yakın anında, bir helikopterin içindeyken delicesine dua etmişti.


Babamı bulmak istiyorum.


Babamın beni sevmesini istiyorum.


Babamın iyi biri çıkmasını istiyorum.


Hazreti Allah içli yakarışlarını duymuş ve hepsini tek tek gerçekleştirmişti.


Babasını bulmuştu.


Babası zaten onu delicesine seven çok sevdiği bir adam çıkmıştı.


Babası Vatanı için canından geçecek kadar iyi bir vatan aşığı çıkmıştı.


Genç kız kollarında durduğu adamın varlığına şükrederek gözlerini kapattı.


Annesini tekrardan renklerine kavuşturan, sevdiğini yıllarca hayatta tutan bu adam; dünya üzerinde mutluluğu en çok hak edenlerden biriydi.


Kızının ve kocasının gözlerini kapatarak birbirlerine sığınmasını izleyen Melek gözyaşları içinde gülümsedi. Hayatının en değerlilerini birlikte görmek her daim aynı hissettiriyordu.


Gözyaşlarını silen kadın ortamdaki kasvetli havayı dağıtmak için konuştu.


"Ay yeter bu kadar duygusallık. Evleniyorum ben bugün. Ağlamak yok."


"Kesinlikle katılıyorum Gül Kokulum." diyerek karısının alnına bir öpücük bırakan Ege kızına dönerek saçlarını hafifçe okşadı.


"Nerede bizim hergele?"


"Eftalya ortalıklardan kaybolmuş. 'Bulurum ben Deniz Kızımın saklandığı kabuğu.' diyerek onu aramaya çıktı."


"Anladım. Salona geçince görüşürüz o zaman. Siz geldiğinize göre biz bir Sinanlara bakalım onlar da hazırsa yavaştan giriş yaparız."


"Görevli haber verecekti size giriş için. Ben iletirim aynı odada olduğunuzu. Hadi taze gelin ve damat. Görüşürüz sonra." diyen Hila, l anne ve babasını öptükten sonra kapıdan çıktı.


Görev 1; Görevliyi bulup son kez programın üzerinden geçmek


Görev 2; Müstakbel kocasını ve kayıp Deniz Kızını bulmak


Her ne kadar 2. görevi yapmayı deli gibi istese de Alfa'sını gördükten sonra dünyayı unutacağını bilerek görevlinin yanına doğru yola koyuldu.


🦅


"Sıla hasreti çoook güzel olmuşsun." diyen Kiler Faresi'nin sesinde büyük bir hayranlık vardı.


Gelinliği içindeki müstakbel karısını gözlerindeki sevgiyle inceleyen Sinan, Ömer'in bu tepkisi karşısında neşeyle takıldı.


"Beyefendi beyefendi o benim karım.


Sesinizdeki o hayranlığı silin bakalım."


İlk tanıştıkları zaman olsaydı Ömer bu cümleden sonra küçük bir özür mırıldanarak utanırdı ancak geçtiğimiz kısacık günlerde gördüğü çokça sevgi ve saygı küçük çocuğa eski özgüvenini kazandırmıştı.


"Ama nasıl sileyim asker amca? Sıla hasreti çok çok çook güzel olmuş."


Takım elbisesi içindeki küçük çocuğun saçlarını sevgiyle karıştıran Sinan, bal gözlerini hayatının anlamına çevirdi.


"Bence de çok güzel olmuş." cümlesinde tüm hisleri saklıydı.


Sinan'ın bal gözlerindeki sevdayı gören Sıla huzurla gülümsedi.


Yıllar önce satılırcasına evlendirilirken ne bir gelinlik giymişti ne de beyaz bir elbise.


Düğün desen zaten lükstü onlara göre.


Simsiyah bir elbiseyle küçücük bir odada nikahını kıymışlar ve 'Artık evlisin.' demişlerdi.


O Küçük Sıla evliliğinin zift karası gibi geçeceğini daha o an üzerindeki elbiseden anlamalıydı.


Anlamamıştı... 


Tam bu sırada etrafında pervane misali gezmeye başlayan Kiler Faresi onu kötü anılar silsilesinden çıkarırken kendisinden gözlerini alamayan adama döndü tekrardan.


Her şeyin böylesine aceleye gelmesi normal şartlarda onu korkuturdu ama bal gözler öylesine büyük bir güven saçıyordu ki Sıla tüm iplerini sorgusuz, korkusuz, Sinan'a bırakmıştı.


Ömer'i bulduktan bir gün sonra aldığı evlenme teklifini hatırladığında bir kez daha gülümsedi kadın.



Akşam saatlerinde yayınlanan animasyonu gören Ömer hevesle 'Ben bu çizgi filmi izlemek istiyorum.' diyerek televizyon başına geçmişti.


Onun bu heyecanına ortak olmak isteyen Sıla ve Sinan da yaşımız 50 üstü dememiş, mısır patlatıp Ömer ile birlikte animasyonu izlemeye başladılar.


Filmin bitimine yakın, biraz da ilaçların etkisiyle, Sıla'nın omzuna yaslanıp uyuyakaldı küçük.


Omzundaki ağırlığı hisseden Sıla dudaklarında beliren şefkatli gülümseme ile yanındaki adama fısıldadı.


"Uyudu."


Bakışları ekranda olan Sinan bu cümle üzerine onlara bir bakış atarak ayağa kalktı.


"Düzgün yatıralım boynu ağrımasın." diyerek çocuğu kadının kucağına yatırırken kurduğu cümleyle kendi kendine yutkunmuştu.


Vücudundaki yaralar düşünüldüğünde bu rahatsız uyku, yalnızca boynunun ağrıması ile sonlanmazdı.


'O itin yanına gidip bir posta daha dayak atmalıyım.' düşüncesiyle öfkeli bir nefes alan Sinan elinin üzerinde hissettiği el ile bakışlarını kadına çevirdi.


"İyi. O iyi. Tek bedenindeki yaralar değil, her gülüşüyle ruhundaki yaralar da iyileşiyor/iyileşecek. Bu yüzden sakin ol. Senin ruh halini hissederse kendi üzerine alınacak kadar hassas şu an."


Sıla'nın söylediklerinde haklı olduğunun bilincinde olan Binbaşı başını sallayarak onu onayladı. Tekli koltuktaki pikeyi çocuğun üzerine örterken aklına gelen şeyle önce televizyona sonra da kadına baktı.


"Yarın uyandığında filmin sonunu izleyemediği için üzülecektir. Biz bitirelim, sabah kahvaltıda anlatırız. Anlattığımız yerleri yine de izlemek isterse, tabletten açarız."


Adamın bu ince düşüncesi karşısında içi titreyen kadın hisli bir şekilde mırıldandı.


"Seni seviyorum."


Dün gece ilk kez kadından duyduğu bu itirafa çok hızlı alışmış olan Sinan'ın gözlerinin içi gülmeye başlarken aynı şekilde karşılık verdi.


"Ben de seni seviyorum Şekerli Kahvem."


Hitabı duyan kadın "Kahve demişken..." diye cümleye başlamıştı ki Sinan gülerek başını salladı.


"Tamamdır. Yapıyorum kahvelerimizi."


Ayağa kalkan adam çıkmadan önce eliyle televizyonu gösterdi.


"Kaçırdığım yeri anlatacaksın ama. Ömer'e ikimiz anlatacağız filmi."


Binbaşı'ndan yayılan tatlı heyecan Sıla'nın gülümsemesini arttırırken "Merak etme. Hadi hemen yap da gel." diye karşılık verdi.


Mutfağa giden Sinan aşina hareketlerle kahveyle cezveyi yerinden çıkarttıktan sonra kahve fincanını aldı. Su, kahve, şeker üçlüsünü ölçülerine uygun bir şekilde cezveye koyduktan sonra ocağı açan adam, huzur dolu bir nefes aldıktan sonra tezgaha yaslandı.


Bakışları dün sabaha karşı köfte patates yedikleri masaya kaydığında dünden bugüne ne kadar çok şeyin değiştiğini düşünüyordu.


Şu yaşına kadar '1 günde hayatın değişmesi' olayını hep olumsuz bir şekilde yaşamıştı asker.


Sevdiği bir arkadaşını şehit vermiş yalnız kalmış,


Komutanını kaybetmiş pusulasız kalmış,


Ve en beteri de ikizini kaybetmiş yarım kalmıştı.


Tüm bu yaşanmışlıklardan dolayı bir sonraki güne eksik başlamaya alışamasa da alışmıştı adam.


Ama şu an yaşadığı bir ilkti.


Bir sonraki güne 'Tamamlanmış' başlamak...


İçeriden gelen televizyon sesine kulak verdiğinde dudaklarında şükran dolu bir gülümseme belirdi.


Dileğini kaybettikten sonra ruhunda eksik kalan o yanın hep paramparça olarak kalacağını düşünen Sinan o yaraya bir merhem, 'Aile' merhemini, bulduğunu hissediyordu.


Elbette yine her güne biricik ikizinin yokluğuyla nefes alarak başlayacaktı ancak artık nefesleri ızdırap dolu değil teselli dolu olacaktı.


Düşüncelere daldığını fark eden adam bakışlarını cezveye çevirdiğinde taşmak üzere olduğunu fark ederek hızlıca ocaktan aldı. Kahvenin üstündeki köpükleri fincanın içine koyduktan sonra bir taşım daha kaynatarak kalan kahveyi de fincana boşalttı. Suları da hazır ettiğinde karşısındaki tablodan memnun bir şekilde tepsiye baktı.


Sılasını kahve yaparken o kadar çok izlemişti ki, artık kahvelerini ona oldukça benzer yapmaya başlamıştı.


Tabii hiçbir kahve onun elinden içtiği kadar lezzetli gelmiyordu, orası ayrı.


"Sıla da benzerini bana söylüyor." diye kendi kendine mırıldanan adam tepsiyi alarak salona geçti.


Tam kapıdan girmek üzereydi ki karşılaştığı manzara durmasına neden oldu.


Sıla'sı küçük Ömer'inin saçlarını şefkatle okşarken bir yandan da yarın küçüğe eksik anlatmama dileğiyle pür dikkat çizgi film izliyordu.


"İşte bu. Bu an." diye mırıldanan Sinan geri giderek elindeki tepsiyi vestiyerin üzerine bıraktı ve paltosuna uzandı.


Elini paltosunun cebine götürerek içindeki kare kutuyu alan adam sabırsızlıkla açtı.


Dün sabaha karşı aldıkları evlenme kararından sonra gün içinde kendini kuyumcuda bulmuştu Sinan. İçindeki ufacık yer 'Belki teklif için biraz erken, belki sağlam kafayla bir kez daha bu kararı düşünmek ister Sıla.' diye mırıldansa da orayı dinlememiş ve tatlı bir heyecanla yüzük seçmişti.


Evlilik teklifi için de meşhur bir restoranta 3 hafta sonrasına rezerve yaptıran adam, az önce karşılaştığı manzarayı gördüğünde tüm planlarını boş vermişti.


O an, meşhur da olsa bir restorantın taş duvarları arasındayken değil; çocuklarının kucaklarında huzurla uyuduğu sıradan bir Şekerli Kahve akşamındaydı.


Yüzüğü açık bir şekilde iki fincanın arasına, tepsinin içine, yerleştiren adam bir Şekerli Kahve ile başlayan hikayelerini yeni bir Şekerli Kahve ile tatlandırmak için salona doğru yürümeye başladı.


İçeri girdiğinde Sıla tatlı bir serzenişte bulunmuştu.


"Binbaşı'm kahveleri Yemen'den mi getirdin? Film bitti, son sahnedeyiz."


Ekrana doğru bakan adam jeneriğin girmesiyle birlikte kadına döndü.


"Animasyonun sonu, bizim aile filmimizin ilk sahnesi."


Sıla, Sinan'ın yumuşak bir sesle kurduğu cümleden pek bir şey anlamasa da aşkla bakan bal gözleri gördüğünde istemsizce kalbinin hızlandığını hissetti.


Kadının yanına gelen adam tek eliyle sehpayı çıkarıp önlerine koyduktan sonra tepsiyi sehpanın üzerine bırakarak sevdiği kadının yanına oturdu.


Adam yanına otururken Sıla'nın gözleri tepsinin içindeki yüzükte kilitli kalmıştı. Ömer'in saçını okşadığı elinin üzerinde sevdiği adamın elini hissettiğinde bakışlarını aşık olduğu ballara çevirdi.


"Sana dün 'Hiçbir hazırlığım olmadan ayak üstü evlenme teklifi etmeyi düşünmüyorum.' demiştim. Bunun her şeyini planlı programlı yaşayan bana oldukça ters olduğunu söylemiştim. Fakat şu an, içinde olduğum bu âna bakıyorum da... Doğal anlar için plan yapılmazmış. Olması gereken çizip yazılarak değil de akışında gerçekleşirmiş. Sevdiğim ve oğlumuzla yaşadığım bu sıradan ama muhteşem şekerli kahve akşamı, teklifim için en doğru an."


Sımsıcak bakan bal gözler ve içtenlikle söylenilen cümleler Sıla'nın gözlerini doldururken Sinan yumuşak bir hareketle kadının boştaki elini eline aldı.


"Sıla Karaman, ömrümüzün sonuna kadar benimle birlikte şekerli kahve içmeye var mısın?"


Sağ gözünden bir damla gözyaşı düşen Sıla başını aşağı yukarı salladı.


"Varım Sinan Kor. Seninle her şeye varım."


Tepsideki kutuyu eline alan Sinan yüzüğü çıkararak sevdiğine döndü.


Sıla titreyen elini ileri doğru uzattığında, sevdiği adam yüzük parmağını tek taş ile süslemişti.


Kutuyu sehpanın üzerine bırakan Sinan sevdiği kadını kollarının arasına alarak saçlarını öptü.


"Bana hayalini bile kuramayacağım aileyi verdiğin için çok teşekkür ederim. İkinize... Üçünüze de gözüm gibi bakacağım."


Sinan'ın kısa bir duraksama sonrasında kızı Aslı'yı da içine alarak kurduğu cümle, kadının kalbini ayrı fethetti.


Aslı ne isterdi bilmiyordu ama eğer izin verirse Sinan'ın ona mükemmel bir baba olacağını biliyordu Sıla.


"Sen mükemmel bir adam ve mükemmel bir babasın Sinan. Hayatıma girerek acı anılarımı mutlularıyla değiştirdiğin için çok teşekkür ederim."


"Görevimiz acılı telveyi Şekerli Kahve'yle değiştirmekti Sıla'm. Ben de onu yaptım. Eh... Başarısız olduğum bir görev yok sonuçta."


Asker moduna giren adamla birlikte gülen Sıla, bu gülüşlerini hayatının geri kalanında artarak devam edeceğinin mutluluğuyla gözlerini kapattı.



Sıla'yı anılarından çıkaran şey tıklatılan kapı olmuştu.


Bakışları Sinan'a dönen kadın onun izin istercesine baktığını görünce başını salladı. Kadının onayını alan adam "Gelebilirsiniz." diye kapıdakine seslendi.


Bu sırada Ömer de hafifçe Sıla'nın arkasına saklanmıştı.


Hâlâ daha Sıla ve Sinan dışındaki insanlarla görüşmekten kaçınıyordu küçük çocuk.


Gerçi telefonda görüntülü konuşurken tanıştığı Fehmi ve Sultan'ı çoktan dede-ninesi bellemişti o ayrı.


Ömer'in bu durumu sebebiyle düğünü yapmak konusunda kararsız kalsalar da Fehmi ve Sultan'ın düğün için geleceğini öğrenen Ömer 'Olsun düğün olsun. Ben sıkılırsam köşede dururum. Sorun değil gerçekten. Hem nine ve dede de gelir. Onların gelmesini istiyorum.' diyerek onlara güvence vermişti.


Bunun üzerine Sinan, Ömer'in bu hassas halini diğerlerine bildirmiş ve düğün boyu o istemeden onunla muhatap olmama kararı almışlardı.


Çocuk ne zaman tanışmak isterse, iletişime geçmek isterse o zaman seve seve tanışırlardı.


Bunları düşünen Sinan içeriye diğer damat ve gelinin girdiğini görerek sırıttı.


"Ooo kimleri görüyorum."


"Bir bakalım dedik. Kaçak göçek var mı Komutan?"


Salih'in alaylı cümlesini duyan Sinan tek kaşını kaldırdı.


"Asayiş Berkemal Binbaşı. Hayatım boyunca bu günü beklemişim. Herhangi bir kaçağa izin verir miyim?"


"Hayatı boyunca beklemişmiş. Lafügüzaf." diye söylenen Salih muzip bakışlarını Sıla'ya çevirdi.


"Sen kararından emin misin yenge? Bunun bal sözlerine kandın biliyorum ama vazgeçmek için geç değil."


"Ulan seni..."


Ömer'in Sıla'nın arkasından kendisine doğru baktığını gören Sinan derin bir nefes alarak dişlerini sıktı.


"Canım kardeşim! Teklifine evet dediğime beni pişman etme. Paşa paşa, bana elleşmeden düğününü yap. Yoksa olacaklara ben karışmam."


Sinan'ın tehlikeli bir tınıyla kurduğu cümle karşısında Salih gözlerini devirdi.


"Amaan. Senle de uğraşmaya gelmiyor daa. Hemen bir alevlenme hemen bir hır gür. Cık cık cık. Hiç eğlenceli değilsin Kartal."


"Eğlenceyi hanımların ve çocuğumun olmadığı bir anda gösteririm sana kardeşim. Hiç merak etme sen."


Sinan'ın sahiplenici bir şekilde çocuğum dediğini duyan Salih şakayı bir kenara bırakarak dudaklarında beliren gülümsemeyle abisine sarıldı.


"Hayırlı olsun abi. Allah hep mutlu etsin sizi." derken sesi mutluluk doluydu.


"Sizi de kardeşim. Sizi de. Bunu en çok siz hak ediyorsunuz."


Kısa süre sonra Sıla ve Melek muhabete dalarken Sinan ve Salih de Hilal ile Burak'ın dedikodusunu yapmaya başlamışlardı. Yetişkinlerin anlamadığı konuşmalarına bakan Ömer canının sıkıldığını hissederek Sıla'nın kolunu çekiştirdi.


"Sıla Hasreti..." diye fısıldarken çok dikkat çekmemeye çalışan çocuk asker olan adamların dikkatini her halükarda çekeceğinin bilincinde değildi.


Onun bu halini fark eden Sıla hemen "Noldu canım?" diyerek Ömer'e döndü.


Odada durmaktan sıkılan küçük, yarı doğru yarı yalan o bahaneyi sundu.


"Benim biraz tuvaletim geldi."


Gelin odasında tuvalet olduğunu söylemek üzereyken çocuğun derdinin başka olduğunu anlayan kadın başını salladı.


"Dışarıda holde tuvalet görmüştüm gelirken. Kendin gidebilirsin değil mi?"


"Hıhı. Ben kendim giderim. Hadi görüşürüz."


Bunu diyen çocuk aceleyle odadan çıkmıştı.


Peşinden bakan Sıla biraz endişeyle Sinan'a döndü.


"Sıkılmış gibiydi. Daha kalabalığa girmedik bile."


"Aslında bizim bücürle tanışsa kalabalığı falan unutacak da bir şeye zorlamak istemiyorum onu." dedi Sinan derin bir nefes alarak


Endişeli ebeveynlere bakan Salih bilgiç bir şekilde konuştu.


"Senin bir şeye zorlamana gerek yok. Eftalya çevresinde kendisiyle yaşıt biri olduğunu fark ettiğinde onu kesinlikle rahat bırakmaz."


Cümle, odadakileri güldürmüştü.


"Bak işte bu çok doğru." diyen Sıla hissettiği annelik endişesini bastırmaya çalışarak Melek'le muhabbetine geri döndü.


Umarım Küçük Kiler Faresi bir an önce yaralarını sararak güzelce iyileşirdi.


🐺


Pembe gelinliği içerisindeki küçük kız sessiz adımlarla sinsi sinsi koridorda ilerliyordu ki sitemli seslenişle duraksadı.


"Deniz Kızım!"


Refleksle "Ups!" diye tepki verdikten sonra suçlu gözlerle üniforması içindeki abisine döndü.


"Ups yaa." diye söylenen Burak masumca mavilerini kırpıştıran bu kıza karşı ciddi duramayacağını anladığında, bakışlarını kaçırarak bıkkınca nefes aldı.


-Kendine gel Yüzbaşısın oğlum sen! El kadar çocuğa yenilemezsin. Askeriyeden kaçan firari say karşındakini. Ona göre tepkini ver, otoriteni koru.


Boğazını temizleyen Alfa, tek dizinin üzerine çökerek Deniz Kızıyla boy hizasına inmişti ki Eftalya ondan önce davranarak konuşmaya başladı.


"Abiciiim benim. Eeeeen sevdiğim abilerimden birim. Oy oy oy ne de severim ben seni. Vay vay vay ne de yakışıklı olmuşsun sen böyle. Tü tü tü maşallah nazar da değmesin inşallah."


"Eftalyaa!" diyen Burak ciddi duramayacağını anlayınca elini yumruk yaptı.


Bu uyarıya çok da aldırış etmeyen Eftalya şirince sırıtarak tatlı bir sesle abisine sırıttı.


"Yosun Prensiiiim."


Burak'ın gülmemeye çalışan dudaklarından onu çoktan nakavt ettiğini anlayan küçük kız etrafında minik bir tur attıktan sonra neşeyle şakıdı.


"Nasıııl olmuşum? Prensesler gibiyim değil mi? Bak başıma deniz kızlı taç taktım. Deniz kızlı çantamı da çaptazdan hoop taktım. Yaniii hem prenses hem deniz kızı heeem de düğünün eeen güzel kızı ben oldum. Babam daa, Emre abim dee herkes dee öyle dedi. En güzel gelin benim. Ayrıcaaa bugün benim günüm."


Mutlulukla kıkırdayan kız gafletle devam etti.


"Yakışıklı Kameran öyle dedi."


"Yakışıklı Kameran?" diye tekrarlayan Burak şüpheyle gözlerini kısmıştı.


Yakalandığını anlayan Eftalya elleriyle ağzını kapatarak pembe ayakkabılarına bakmaya başladı. İç geçiren Burak başını iki yana sallayarak sordu.


"Yarım saattir herkes seni ararken sen neredeydin Eftalya?"


"Şeyy şimdi abicim..."


Küçük kız işi nasıl kıvırsam diye vakit kazanmaya çalışırken abisi onu taklit etmişti.


"Şeyy şimdi Eftalya'm... Dökül bakalım."


"Yaa vayya benim suçum yok. Önce yakışıklı abiye bakmak için kapının oraya gittim sonra kamerasını gördüm kamerancı olduğunu anladım. Öyle boş boş durduğunu görünce de üzüldüm. Dedim 'Hadi beni çek, sıkılma'. O da 'Tamam fıstık emrin olur.' dedi. Önce kapının yanındaki çiçeklerde çekineyiim diye heves şey yaptım. Sonra dışarıdaki ışıklı yeşillik çok güzeldi böyle senin yeşil gözlerine benziyordu. Orada çekileyim dedim derkeeen... Öyle olmuş işte. "


"Ve tüm bunlar olurken neyi unuttun?"


Dudağını ısıran küçük kız suçluca mırıldandı.


"Annemlere nerede olduğumu söylemeyi."


Derin bir nefes alan asker, suçlu mavilerini şirince kırpıştıran Deniz Kızına 'Verdim tezkereni. Özgürsün artık. Hadi git oynamaya.' dememek için dudaklarını birbirine bastırdı.


Bu küçük, üstündeki Askeri Üniformayı da sahip olduğu konumu da unutmasına neden oluyordu.


"Zaten bir sen, bir de Kelebeğim." diye söylenen adam bu halden oldukça memnundu.


Abisini duyan Eftalya konuyu değiştirecek kozu bulmanın sevinciyle konuştu.


"Annem dedi ki sen Hilal ablacığıma evlenme teklifi etmişsin. Öyle mi? Ne dedi ne dediiii?"


"Konuyu değiştirmeye çalışıyorsun."


"Yooo ne münabeset. Ben hiç öyle bir Deniz Kızı mıyım?"


Bıcır bıcır konuşan kızın muzip inkarı, Burak Kılıç için son noktaydı.


İki elini havaya kaldıran adam büyük bir zevkle pes etti.


"Tamam sen kazandın."


Daha 7 yaşında olduğu için 32 diş sırıtamayan Eftalya, ağzında bulunan dişleri adedince sırıttı.


"Ben hep kazanırım kii."


Zevkle övünen küçük yaşından büyük bir ukalalığa sahipti.


Onun ukalalığı karşısında gülen Burak, deniz kızlı tacın arkasından sarkan örgülü saçı okşayarak mırıldandı.


"Bu yaşında bu haldeysen seni alan yandı."


Genç adam kurduğu cümleyi duyduğu an kaşlarını çattı.


Böyle bir durumun ihtimali bile içindeki korumacı tarafı harekete geçirmiş, kardeşini herkesten sakınmak isteyerek kendi kendine savunma yapmasına neden olmuştu.


"İnsanları yok yere yakmanın lüzumu yok. Bu yüzden alan falan yok."


Abisinin kendi kendine mırıldandığı cümleleri duymayan/anlamayan Eftalya anlamsız gözlerle ona baktı. Yeni bir soru dalgasının geleceğini hisseden Burak aceleyle konuştu.


"Doğru Deniz Kızım. Hilal ablacığına evlenme teklifi ettim. Ve elbette Evet dedi."


Heyecanlanan Eftalya parmaklarını abisine doğru uzattı.


"Yüzük de aldın mı yüzük de aldın mı? Nasıldı yüzüğü? Ay ay çok merak ettim şimdi. Biliyor musun ben yüzükleri çoook seviyorum canım abicim. Hani bilgin olsun diye şey ediyorum. Bana da yüzük almak istersen ben de evet derim. Hayır demem asla."


Beklenti dolu bakışları gören Burak iç geçirerek başını iki yana salladı. Bu süslü ufaklıkla başı çok büyük dertteydi.


"Hilal ablan gibi yüzük alamam ama çok istiyorsan yaşına uygun bir şeyler alırım."


"YAŞASIIIIN!" diye çığıran Eftalya, abisinin boynuna atladı.


"Canım Yosun Prensim benim." derken adamı öpücüklere boğmayı ihmal etmemişti.


Kardeşinin tavrına neşeyle gülen Burak izlendiği hissiyle birlikte başını yukarı kaldırdı. Onun bu hareketi, koridorun bitiminde kendilerini izleyen takım elbiseli küçüğün hızla duvarın arkasına saklanmasına neden olmuştu.


Onunla hiç tanışmasa da kim olduğunu çok iyi bilen adam, dudaklarında beliren şefkatli gülümsemeyle seslendi.


"Gelmek istersen gelebilirsin."


Saklandığı yerde yutkunan Ömer temkinli bir şekilde başını uzattığında askerin kendisine baktığını görerek tekrardan geriye kaçtı.


Onları izleyen 3. kişinin farkında olmayan Eftalya geri çekilerek abisine baktı.


"Biri mi gelecek? Kim gelecek? Arkadaşın mı? Ne zaman gelecek? Şimdi mi gelecek?"


Soruları duyan Ömer kıkırdamamak için elini ağzına götürdü.  Asker abinin Deniz Kızı dediği kız da onun gibi çok şeyi merak ediyordu. Gerçi Ömer annesinden sonra sorularını içinde tutmuştu ancak küçük kızın öyle bir derdi yok gibiydi.


Soru bombardımanına yakalanan Alfa'nın dudaklarının arasından bir kahkaha fırladı.


"Nefes al Eftalya'm nefes al. Yetişemiyorum hızına."


Eftalya ismini duyan Ömer refleksle saklandığı yerden çıktı.


"Eftalya mı? Kafe olan Eftalya mı?"


Onun saklanmayı bırakmasıyla birlikte Burak bıyık altından tebessüm ederken, Eftalya da gururla başını sallıyordu.


"Evveeet. Benim bir kafem var. Hem de kocaman. Böyle bir sürü sandalyesi var, mavi köşesinde deniz kızı bile var. Benim ismim Eftalya diye kafe de Eftalya. Sen biliyor musun benim kafemi?"


Bir an için sokakta kaldığı o korkunç geceyi ve Eftalya kafenin kilerine girişini hatırladı Ömer.


O günü ne zaman hatırlasa iliklerine kadar üşürdü normalde fakat bugün farklı bir şey olmuş ve içinin ısındığını hissetmişti. Bıcır bıcır konuşan mavi gözlü Deniz Kızına bakarken o günün, o kafenin, Eftalya'nın tüm hayatını değiştirdiğini fark etti.


Bugün buradaysa, sebebi Eftalya'ydı.


"Evet biliyorum. Eftalya benim hayatımı kurtardı."


Çocuğun sesindeki bir şey Burak'ın tüylerini diken diken etti. Adam 'Ömer'in sesindeki olgunluk mu, acı mı, minnet mi beni bu hale getirdi?' diye düşünürken Eftalya şaşkınlıkla sordu.


"Eftalya yani ben mi hayatını kurtardı? Nasıl? Ben seni hiç bilmiyorum ki."


Ömer karşısındaki pembe prenses elbiseli, deniz kızı taçlı meraklı kıza bakarken ne cevap vereceğini bilemedi. Bu sırada Eftalya, çocuğun yüzündeki morartıları fark etmişti.


"Hiii. Ne oldu?" diye sorarken elini çocuğun morartısı geçmeyen yüzüne ve patlamış kaşına götürdü.


Ani bir hareketle geriye kaçan Ömer, titrek bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Bu hareketin saldırı amaçlı yapılmadığını  bilse de ona göre birisinin kendine dokunması fikri iki anlama geliyordu.


Ya saldırı, ya da acıma...


Ve Küçük Çocuk, bu iki şıktan da deliler gibi nefret ediyordu.


Eftalya ise bu durumu anlamamış, çocuğun canı yanacağı için kaçtığını düşünüp suçluluk içinde dudaklarını büzmüştü.


"Özür dilerim. Uf oldu diye acıyor değil mi? Çok mu acıyor?"


'Uf' kelimesini duyan Ömer gülmek istedi. Doktorlar yaraları için bu kadar basit kelimeler kullanmamıştı.


Şiddet demişlerdi mesela.


Aile içi şiddet, kötü muamele, darp etme, kasten yaralama, fiziksel istismar....


Tüm bu kötü kelimeleri bildiği için canı yandı Ömer'in.


Onun yaşındaki bir çocuk 'Uf oldu.' demeliydi.


'Fiziksel istismara uğradım.' değil.


Yutkunan küçük, kızarmaya yüz tutmuş bakışlarını yeşil gözlü askere çevirdi. İçgüdüsel olarak onun Sinan amcasının bahsettiği yeğeni olduğunu anlamıştı.


Sinan amcasının bahsettiği gibi kendisine eş yeşil gözlere sahip olduğundan ya da asker oluşundan değil, bakışlarındaki sessiz hüzünden anlamıştı.


Diğerlerinin aksine acıma yoktu o yeşillerde.


Farklı bakıyordu asker abi.


'Anlıyorum seni.' der gibi bakıyordu.


Ben de öksüzüm, yetimim der gibi...


Boğazında koca bir yumru oluşmaya başlayan Ömer her şeyden habersiz şakıyan Eftalya'nın mavilerine döndü.


"Ne oldu orana düştün mü? Ya daa çarptın mı? Hii... Yoksa bana bebecikken olduğu gibi araba mı uf yaptı? Ne zaman oldu, yeni mi oldu? Nerede oldu? Annen yanında mıydı? Çok canın acıdı mı? Üzüldün mü? Ağladın mı? Ay ağlamışsındır ben de bebecikken korkup ağlamışım. Sen de korktun mu? Yoksa..."


Eftalya'nın sorularının bitmeyeceğini anlayan Burak iç geçirerek kardeşine baktı.


"Deniz Kızım?"


Abisinin uyarı dolu ses tonu, Eftalya'nın küçük ellerini ağzına götürerek örtmesine sebep olmuştu.


"Ups. Özür dilerim." derken yeşil gözlere mahcup bir şekilde bakıyordu.


Çevresindeki yetişkinler genelde sorularına cevap vermeyi düstur edinse de Eftalya bir şeyi gerçekten dert edindiğinde, merak ettiğinden, sorularını freni patlamış kamyon misali soruyordu.


E hal böyle olunca önce mini bir ikaz yiyor ardından da ilk ve son sorularının cevabını alıp usulca susuyordu.


Burak "Benden değil Ömer'den..." diye cümleye başlamıştı ki Ömer konuşmaya başladı.


"Hayır düşmedim, bir yere de çarpmadım, araba da çarpmadı. Yeni oldu gibi. 6 güncük oldu. Ev-evde oldu. An-annem... Annem yanımda değildi. Canım... Acıdı, çook. Üzüldüm, çok üzüldüm. Ağladım da. Ve evet. Ben de korktum."


Gözlerini şaşkınlıkla kırpıştıran Eftalya minik ağzının açık kaldığından bihaber yeşil gözlere bakıyordu.


İlk defa birisi hiç üşenmeden tek tek tüm sorularına eksiksiz cevap vermişti.


Burak abisi bile daha önce bunu yapmamıştı.


Bu harikulade olaya rağmen rağmen Eftalya üzgün bir nefes aldı. Sorduğu sorular biraz üzüntülü olunca, aldığı cevaplar da üzüntülü olmuştu.


Abisi sayesinde adının Ömer olduğunu öğrendiği yerini arkadaşının üzgün olduğundan teselli etmeye çalıştı.


"Yaa üzüldüm, çok geçmiş olsun. Ben de bebecikken uf olmuştum. Azıcık hatırlıyorum. Çok üzülmüştüm, çok çok çoook korkmuştum. Ama prenslerim çilekli sütümü içip büyüdükçe 'Bebecikken olmuştu, geçti.' der üzülmemeye başlarsın demişlerdi. Gerçekten de öyle oldu. Baak şimdi büyük oldum, okula başladım üzülmüyorum. Sen de böyle kocaman olunca 'Küçücükken olmuştu, geçti.' deyip üzülme. Tamam mı?"


Ömer, büyük mavi gözlerinden şefkat akan saf neşe dolu kızı izlerken kalbinde bir sıcaklık hissetti. O geceden sonra yalnızca Sıla hasretinin kollarında uyumak içini sıcacık yapmıştı.


Şimdi de Eftalya...


Bu ânın son olmayacağının hisseden Ömer başını aşağı yukarı salladı.


"Tamam."


"Söz mü?" diye sordu Eftalya garantilemek istercesine.


"Söz!" diye yemin veren Ömer'in yüzü kocaman bir gülümsemeyle aydınlanmıştı.


Yeni arkadaşını gerçekten çok sevmişti.


Aynı hislerle gülümseyen Eftalya asıl soruya hâlâ cevap alamadığını hatırlayarak tekrardan sordu.


"Peki ne oldu orana?"


Küçük kızın biraz meraklı biraz endişeli mavi gözlerine bakan Ömer İçgüdüsel olarak biliyordu.


Ona doğruyu söylese kız korkacak hatta büyük ihtimal anlamayacak, anlamlandıramayacaktı.


Eftalya bugünlere tüm kötülüklerden korunarak gelmişti,


Ömer ise bu küçücük yaşında neredeyse tüm kötülükleri yaşamıştı.


Fiziksel-Duygusal istismara uğramış, temel hakları elinden alınmış, aç kalmış, üşümüş, sokaklara düşmüş, dövülmüş...


O kadar çok dövülmüş ki ölüm ile yüz yüze gelmişti.


Hatırladıklarının etkisiyle bedenindeki yaralar sızlarken kısık bir sesle "Vurdum." diye cevap verdi.


Teknik olarak yalan değildi.


Babası olacak o adamın yumruğuna, ayağına vurmuştu.


O kabus gibi geceyi hatırlayan Ömer ürpererek titredi.


Bir an önce sözünü tutacağı 'Küçükken olmuştu, geçti.' diyeceği o günün gelmesini istedi.


Onun düşüncelerini bilmese de üzgün olduğunu hisseden Eftalya sorular sorup arkadaşını üzdüğü için hüzünle nefes aldı. Ömer'in üzgünlüğünü mutlu yapma yollarını düşünürken aklına dahiyane bir fikir geldi.


Aceleyle deniz kızlı çantasını açan küçük kız hep yanında taşıdığı çilekli kremini çıkarırken oldukça heyecanlıydı.


"Baak ne buldum?"


Kızın neşeyle şakıdığı cümle, yeşil gözlü adamın ve çocuğun aynı anda gülümsemesine neden olmuştu.


Burak 'Ne buldun Deniz Kızım?' diye sormak üzereydi ki Ömer'in meraklı sesini duydu.


"Ne buldun?"


"Sihirli kremimiii."


Eftalya'nın coşkulu sesi Ömer'in kıkırdamasına neden olmuştu.


Küçük çocuğun dudaklarından gözlerine doğru çıkan gülümsemeye bakan Burak sessizce yutkundu. Dakikalardır izleyici modunda olan adam bunu bozmama kararı alırken garip duygular içerisindeydi.


Başka bir evrende, şu an hissettiği şeyin saçma bir kıskançlık olduğunu söyler ciddiye almazdı.


Ancak bu evrende kanlı canlı şahit olduğu Buse-Emre aşkı vardı.


Ayrıca Kelebeği ile beraber yaşatmaktan çok keyif aldığı bir Paralel Evren hikayesi vardı. O evrende adı aşk olan güzel duyguya daha küçük yaşlarda kapıldıklarını hayal etmişlerdi.


Bakışlarını küçüklerde gezdiren Burak hafifçe tebessüm etti.


Eftalya, sihirli çilekli kreminin her şeyi iyileştirdiğini anlatıp birkaç örnekle tezini güçlendirirken ilgiyle onu dinleyen Ömer anlatılan anıdaki komik bir olaya hafif çekingen, çokça içten bir kahkaha attı.


Kendisine benzeyen yeşil gözlü çocuğun içten kahkahası Burak'ın yeşillerinin kızarmasına neden oldu.


"İyileştiren şey krem değil de sen olacak gibisin Deniz Kızım." diye fısıldarken Ömer'in kendisi gibi olmayacağının sevincini yaşıyordu.


Gelecekte ikisi arasında ne olacağını kimse bilmese de şu anda kurulan arkadaşlığın, Ömer'i yaşadığı karanlıktan çekip sıyırmaya yeteceğinden emindi Burak.


Zaten işin içinde Deniz Kızı varken başka türlüsü mümkün olamazdı.


Eftalya bunu ispatlarcasına kreminin kapağını açıp küçük parmağına azıcık sıktı. Elini alışagelmiş bir şekilde Ömer'in yüzüne götürecekken biraz önce arkadaşının geriye gittiğini hatırlayarak duraksadı.


"Sihirli kremimden sana da sürebilir miyim Ömer? Gerçekten çoook işe yarıyor. Hemen uf olan yeri iyileştiriyor. İyileşince canın yanmaz ve üzgün olmazsın. Üzgün olmayınca daaa benimle çoook güzel oyunlar oynayabilirsin."


Eftalya'nın kurduğu mantık çok basitti aslında.


Oyun arkadaşının canı yanmasın ve birlikte bir sürü oyunlar oynasınlar istiyordu.


Küçük kız için olay bu kadar yalınken, küçük çocuğun içinde fırtınalar kopuyordu.


Eftalya'nın elindeki kreme bakarken 'Üstünde nemlendirici krem yazıyor onun. İyileştiremez ki. Ne yüzümü ne yaşadıklarımı.' diye düşünmek istese de düşünemedi çocuk.


Pembe elbiseli Eftalya öylesine inançla bakıyordu ki, inandı Ömer.


O kremin tüm yaralarını, yaşadığı kötülükleri, gördüğü kabusları alıp götüreceğine inandı.


Yeşil gözleri hafifçe dolarken başını aşağı yukarı salladı.


"Sihirli kreminden yarama sürebilirsin Eftalya."


Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren küçük kız büyük bir hevesle yeni arkadaşının yanına yaklaşarak kremi sürmeye başladı. Gördüğü yoğun şefkat ve sevgi Ömer'in sol gözünden bir damla yaş düşmesine neden olurken Eftalya gözlerini kırpıştırarak mırıldandı.


"Ay acıdı mı? Geçecek Ömercim geçecek." diyen küçük annesinden gördüğü gibi yaranın üstüne üflemeye başladı.


Bu depresif haliyle, neşe dolu Eftalya'yı üzdüğünü fark eden Ömer onu üzmek istemediği için gülümsedi.


"Geçti bile. Artık oyun oynayabiliriz."


"YAŞASIIN!" diyerek ellerini çırpan Eftalya kremini çantasına geri koyduktan sonra arkadaşının elini tuttu.


"Hadi gel oyun parkı vardı burada. Orada oynayalım."


"Tamam olur ama..." diyen çocuk utangaç bakışlarını Burak'a çevirdi.


"Sıla Hasreti ve Asker Abi beni merak eder."


Onun bu sorumluluk sahibi hali Burak'ın gülümsemesine neden olurken çocuğa güvence vererek gözlerini açıp kapattı.


"Merak etme, ben haber veririm."


"Teşekkürler... Burak abi." diyen çocuk onun kim olduğunu bildiğini belli etmişti.


"Rica ederim Ömer." diye karşılık veren Burak Eftalya'nın ve çekiştirdiği Ömer'in gidişini izlerken derin bir nefes aldı.


Tam bu esnada gülümseyen bir ses kulaklarında hayat bulmuştu.


"Fazla mı erken oldu ne?"


Yanına gelen sevgilisinin cümlesi karşısında homurdanan adam kıskanç bir şekilde omuz silkti.


"Klasik Eftalya işte."


"Peki sen öyle diyorsan Alfa'm." diye yanıt veren Hilal'in sesindeki ima ayan beyan seçiliyordu.


Konuyu kurcalamak istemeyen Burak aşık olduğu ela gözlere döndü.


"Neden yanımıza gelmedin?"


Dakikalar önce buraya gelen genç kız duvarın oradaki kör bir noktadan sessizce izlemeyi tercih etmişti.


"Gelirsem odak değişecekti. Ömer için yazılmış önemli bir ânı çalmak istemedim."


Çocukların gittikleri noktaya bakan Burak neredeyse duyulamayacak bir sesle konuştu.


"Ömer benim gibi olmayacak."


Sağ eliyle Alfa'sının elini tutan Kelebek, sol elini adamın yanağının üzerine koyarak mırıldandı.


"Olmayacak. Olmaması için her şeyi yapacağız."


Kızarmış gözlerini saklamaya gerek duymayan Yüzbaşı sonsuz minnetle sevdiğine baktı.


"O kadar güzelsin ki..." diye fısıldarken kastettiği şey dış güzelliğin çok ötesindeydi.


Sağ elini Burak'ın kalbinin üzerine ,üniformadaki Kılıç yazısının üzerine, çıkartan genç kız "Sen de." diye fısıldadı.


Sevdiği kızın alnına sevgi dolu bir öpücük bırakan Alfa yeni evlenme teklifi ettiği müstakbel karısını kendine çekti.


"Her şey öylesine mükemmel ve yerli yerinde ki asla uyanmak istemediğim bir rüyanın içindeymişim gibi hissediyorum."


Kollarını adamın beline sararak bir kedi misali sevdiğinin göğsüne sığınan Hilal mutlulukla gülümsedi.


"Aylar önce rüya görmen için her şeyi yapacağıma dair kendime söz vermiştim. Bu görevimi yerine getiriyorum işte Yüzbaşı'm."


"Hmm. Görevlerine çok önem veriyorsun yani öyle mi Asena'm?"


Bu cümlenin sonunun nereye varacağını merak eden Hilal başını kaldırarak yeşil gözlere baktı.


Bakalım yine ne gelecekti?


"Evet?" derken sesi şüphe doluydu.


"O zaman sana yeni bir görev." diyen Burak'ın dudaklarında keyifli bir sırıtış belirmişti.


"Hadi bakalım ne gelecek acaba? Gönder gelsin!" diyen kızın sesi neşeli çıkmıştı.


Sevgilisine doğru iyice yaklaşan Burak dudakları arasında milimler kala durdu.


"Zamanı geldiğinde aldığım 43 Lip Balm'ın hakkını ver... Ajan Şeftali."


Cümle üzerine bakışları adamın dudaklarına kayan Hilal nefes alışverişlerinin hızlandığını hissederken, Burak'ın teninin sıcaklığının kendi teninde can bulduğunu fark etmesiyle yutkunarak gözlerini kapattı.


Son zamanlarda karşısındaki adam yüzünden sürekli alevler içerisinde kalıyordu.


Bu durum tehlikeliydi tehlike olmasına ama... Genç kız yaşanan flörte karşılık vermekten kendi alıkoyamadı.


"Sen de yardımcı olacaksan... Neden olmasın Ajan Alfa."


Yeşilleri kızın dudaklarına çevrilen Alfa kalp atışlarını sakinleştirme isteğiyle derin bir nefes aldı. Genzine dolan papatya kokusuyla daha çok sarhoş olurken alnını sevgilisinin alnına yaslayarak gözlerini kapattı.


"Bu aralar fazla hızlı alev alıyoruz. Farkında mısın?"


Yakınlıkları sebebiyle başı dönmeye başlayan Hilal yalnızca "Hı hı." demekle yetindi. Sözcüklerini kaybedeli uzun zaman olmuştu.


Birkaç dakika sonra kalp atışlarını zorlukla düzene sokan Burak çok hafifçe geri çekilerek gözlerini açtı.


Hilal'in yanakları kırmızı, gözleri hâlâ kapalıydı.


"Mahvediyorsun beni Zalimin Kızı." diye söylenen adam sevgiyle kızın yanağını okşadı.


Bu okşamaya kedi misali tepki veren Hilal gözlerini açarak sevgilisine bakmıştı.


"Fitili ateşleyen senken yandığım için beni suçlayamazsın müstakbel kocacığım."


Bilmiş cümleyle hafifçe gülen Burak başını iki yana salladıktan sonra melodiyle mırıldandı.


"Seninle başım dertte..."


Sözleri duyan Hilal şarkıyı devam ettirdi.


"Ne yapsam bilmiyorum." derken elaları 'Ama bundan çokça memnunum.' diye bağırıyordu.


"Canımdan bir parçasın." diyen adam kızın elini tutarak yüzük parmağındaki yüzüğün üstüne narin bir öpücük kondurdu.


Elini erkek arkadaşının hafif kirli sakallarına götürerek okşamaya başlayan genç kız sevgiyle nakaratı sonlandırdı.


"Söküp atamıyorum."


"Atamazsın. İzin vermem." diyen Burak sevgilisini kollarının arasına alarak sıkıca sarıldı.


Ayrı geçen birkaç günün hasreti hâlâ geçmemişti.


'Alış Yüzbaşı alış. Operasyona gidince çok daha zor olacak.' diyen iç sesini duyduğunda bu düşünceyi aklının en ücra köşesine attı.


Gün mutsuzluk günü değildi.


Onun bu düşüncelerinden bihaber olan Hilal ânı bozmaya isteksiz bir şekilde mırıldandı.


"Salona geçmeliyiz Alfa'm. Organizatörün dediği saate az kaldı. Birazdan düğün başlayacak. Öncesinde gelenlere bir selam versek iyi olacak."


Sevgilisinin haklı olduğunun bilincinde olan Burak zorlukla kızdan ayrılarak ellerini birleştirdi.


"Gidelim Müstakbel karıcığım. Gidelim."


🐺


Salona geçtikten sonra gelen misafirlere 'Hoş Geldiniz' diyen ikili en son Sultan ve Ferdi Kor'un yanına gittiler.


"Sultanım benim. Çok özledim." diye anneannesine sarılan Burak çok mutlu görünüyordu.


Torunlarının mutluluğuyla mutlu olan yaşlı çiftin dudaklarını kocaman gülümsemeler süslüyordu.


Hilal'i kolunun altına alan Ferdi kızın elini tutarak Sultan'a takıldı.


"Bak Hafız Hanım bak. Görüyor musun yüzükteki asaleti."


Bakışlarını hilal şeklindeki yüzüğe çeviren Sultan şakacı bir şekilde torunun koluna vurdu.


"Gerçek Hilal'i bize getirdiğinde torunumun zevkli ve zeki olduğunu anlamıştım ben zaten Hoca Efendi. Yüzük hilal de bunu pekiştirmiş."


Kadının cümlesi üzerine gülen dörtlü Sinan ile Sıla'yı ve Salih ile Melek'i çekiştirmeye başlarken Hilal'in bakışları kapıya kaydı.


İçeri giren kişiyi gördüğünde dudakları şok içinde aralanan kız şaşkınlık içinde erkek arkadaşına döndü.


"Burak? Benim gördüğümü sen de görüyor musun?"


Kızın hali karşısında kaşları hafifçe çatılan Burak merakla onun baktığı yere doğru döndü.


Gördüğü kişiyle dudaklarında büyük bir gülümseme belirmişti.


"Biz sonra yine yanınıza geliriz gençler." diyerek nine ve dedesiyle vedalaşan adam, kız arkadaşının elinden tutarak yeni gelen misafirlerini karşılamaya gitti.


Salona girdiğinde çevresine biraz çekingen bakışlar atan takım elbiseli adam, kendisine son sürat yaklaşan arkadaşını gördüğünde istemsizce gülümsedi.


"Beni koşa koşa karşılıyorsun. Vallahi çok onure oldum."


Dalgacı bir sesle konuşan Doğukan, Burak'ın kendisine sıkıca sarılmasıyla birlikte gözlerini kapattı ve aynı karşılığı verdi.


"Hoş geldin kardeşim." diyen Burak'ın sesi sıcacık çıkmıştı.


"Hoş buldum kardeşim." diyen Doğu'nun sesindeyse minnet vardı.


Hilal, Doğukan ile birlikte gelen Ecem'e sarıldıktan sonra sevgilisini dürttü.


"Ayrılın hadi. Ben de hoş geldin diyeceğim." derken bilinçli bir şekilde homurdanmıştı.


Sevgilisinin Asena moduna girmek üzere olduğunu fark eden Burak cazgırlık yapmasın diye geri çekilerek müsaade verdi.


"Çok hoş geldiniz Doğukan Bey." diyerek arkadaşına içten bir şekilde sarılan Hilal, Doğukan için buraya gelmenin ne denli zor olduğunu bilincindeydi.


Zor ama bir o kadar da büyük bir adım...


"Çok hoş buldum Hilal Hanım." diyerek geri çekilen Doğukan sahte bir şaşkınlıkla Hilal'in eline baktı.


"Aaa yüzük. Nereden çıktı bu?"


"Alp dağlarından. Uçarak elime kondu." diye onun oyununa dalgacı bir şekilde karşılık veren Hilal minnetle arkadaşına baktı.


"Yardımların için teşekkürler Doğu. Her şey kusursuzdu."


"Eh organizasyon bizim işimiz Asena Hanım. Olsun o kadar." diyerek yaptıklarını hafife alan Doğukan bakışlarını Burak'a çevirdi.


"Asıl ben teşekkür ederim. Gerçekten çok teşekkür ederim."


Doğukan'ın hafif titreyen sesiyle kurduğu cümle Hilal'in soru dolu gözlerle erkek arkadaşına dönmesine neden olmuştu.


"Niçin?" diye soran Alfa'sının aslında nedenini bildiğini dudaklarında beliren anlık tebessümden anlamıştı genç kız.


"Senin yaptığını biliyorum. Hiç salağa yatma Burak." dedi Doğu ciddi bir sesle.


"Neyi ben yapmışım?" diyen Yüzbaşı'nın kendini ifşalamaya niyeti olmadığı belliydi.


"Hastane ile burası arası motorla 10 dakika."


"Ve?"


"Ne hikmetse buraya gelirken kullandığımız rotada bir tane bile..." duraksayan Doğukan saçıyla gizlemediği sağlam gözüyle kardeşinin yeşillerine bakarak devam etti.


"Bir tane bile araba yoktu. Yolda gitmeyi bırak, park halinde bile yoktu."


Bunu duyan Hilal hafif bir şaşkınlıkla sevgilisine baktı.


Bunu gerçekten yapmış mıydı?


"Vay canına inanılır gibi değil. Bu ne büyük bir şans kardeşim." diyen Burak dudaklarında beliren imalı gülümsemeyle arkadaşına sordu.


"Ee dönüşte nereye gitmeyi düşünüyorsun? Yine hastaneye mi yoksa eve mi? Veya başka bir yer?"


Onun sorusunu es geçen Doğukan olayı itiraf etmesi için arkadaşına baskı yaptı.


"Nasıl yaptın?"


"Neyi?"


"Burak Kılıç!"


Erkek arkadaşının elini tutan Ecem "Suç ortağı vardı." diye kendisini ifşaladı.


Kıza gülümseyen Doğu başını iki yana salladı.


Bunu tahmin etmeliydi.


"Demek sen de bu işin içindeydin Kraliçem. Dökülün bakalım. Ne yaptınız? Nasıl yaptınız?"


"Basit." diyerek omuz silkti Burak.


"Ecem çıkmadan 10 dakika önce haber etti. Ben de birkaç arkadaş ile alolaştım. Kısa süreliğine sizin rotadaki trafiği stopladık."


"Park halindeki araçlar?"


"İkindiden sonra geçici süreliğine park yapılmaz diye haber saldık. Park yapanlara izin vermedik. Dar sokak zaten normalde de park yasağı olması lazım da kontrol edilmiyordu." dedi Burak normal bir şekilde.


Bu işin söylendiği kadar basit olmadığını bilen Doğukan arka planda kaç kişilik bir prodüksiyon çalıştığını merak ederek arkadaşına baktı.


"Geleceğimden emindin yani?"


"Senden önce biliyordum kardeşim. Sen gelsem mi gelmesem mi savaşını verirken ben çoktan hazırlanmaları için ekiplere haber vermiştim."


Gözlerini kırpıştıran Doğu işi şakaya vurmaya çalışarak konuştu.


"Her işin şov zaten."


Duraksayan adam ciddi bir şekilde devam etti.


"Sonuçta Salih amcamın da Sinan Binbaşı'nın da üzerimde çok emeği var. Mekanın da yakın olduğunu görünce onları bu mutlu gününde..."


Cümlesini yarıda kesen Doğukan aklına dank eden şeyle gözlerinin açıldığını hissetti.


"Mekan neden hastaneye bu kadar yakın?"


Burak, soruyu cevapsız bırakmıştı.


"Kardeşim?"


Doğukan'ın uyarı dolu sesi karşısında iç geçiren Burak başını aşağı yukarı salladı.


"Haklısın. Mekanı bilinçli bir şekilde hastaneye yakın seçtirdim."


"Gelebilme ihtimalime karşı?" diye soran Doğukan inanamıyordu.


Başında onlarca iş olan adamın böyle bir ayrıntıyı hatırlayıp sırf onun için böyle bir şey yaptığına inanamıyordu.


"Gelebilmen için. Gelmeni istediğim için. Çok istediğim için."


Boğazında kocaman bir yumru beliren Doğukan gözlerinin dolduğunu hissederken arkadaşını kendisine çekerek sarıldı. Bu esnada başını da omzuna gömerek saklamıştı.


Gözyaşları görünmesin diye...


"Teşekkür ederim. Her şey için teşekkür ederim. Varlığın için, hep yanımda olduğun için teşekkür ederim. Kardeşim olduğun için teşekkür ederim. Yaşamamı sağladığın için teşekkür ederim. Teşekkür ederim kardeşim, teşekkür ederim."


Kardeşinin fısıltılarını duyan Burak yeşillerinin kızardığını hissederken ona sıkıca sarıldı.


"Benim teşekkürlerim de minnetim de seninkini hep aşacak Kardeşim. Sen benim canımı kurtardın. Sen onu kurtarabilmek için yıllarca kendini kapattığın hapishanenden çıktın Doğu. Bunun ne anlama geldiğini, ne kadar zor olduğunu en iyi ben biliyorum. Sen bunu yapmışken benim yaptığım bu ufak dokunuşlar bir hiç."


Adamlar minnetle sarılırlarken Hilal ve Ecem duygu dolu gözleriyle birbirlerine döndüler.


"Biliyor musun? Düğüne gidelim mi diye teklif eden ilk kişi o oldu." diye mırıldandı Ecem sevgilisine gururla bakarken.


"Bence bundan sonra Doğukan her şeyi başarabilir. Çünkü sen yanındasın." dedi Hilal samimi bir şekilde. Bunu duyan kızın yüzü mutlulukla aydınlanmıştı.


"Açıkçası en başta çok korkmuştum ama... O yanımdayken her şeyi yapabilirim gibi hissediyorum. Belki geçmişteki o çocuklar savaşacak kadar güçlü değildi ama biz güçlüyüz."


"Güçlüsünüz. Çok güçlüsünüz ve el ele her şeyin üstesinden geleceksiniz." diye güvence verdi Hilal.


Dışarıdaki araba ihtimallerini yok sayıp buraya gelmeyi başaran, böylesine bir kalabalığa girmeyi göze alan Doğukan Seray her şeyi yapabilirdi.


Burak'ın arkadaşına zulüm olmasın diye arabalara trafiği kapatması, bu kararın büyüklüğünü değiştirmiyordu.


Toparlanarak geriye çekilen Burak ciddi gözlerle arkadaşına baktı.


"Dönüşte nereye gideceksin? Saat geç olacaktır ama yine aynı tarifeyi istersen yalnızca bir telefonuma bakar. Gidebileceğin tüm rotalara uygun plan hazır."


Bunu duyan Doğu derin bir nefes aldı.


Buraya gelmeyi planladığında yaptığı ilk şey kulaklıklarını almak olmuştu. Yolda kaskın içinde son ses müzik dinleyerek gözleri kapalı bir şekilde sevgilisinin kullandığı motorsiklete binecekti.


Fakat hastanenin caddesinden çıkıp ara sokağa döndüklerinde Ecem durarak onu dürtmüştü. Ne olduğunu anlamaya çalışan Doğukan hafif bir isteksizlikle kaskı kaldırmış bomboş yolu görünce şaşkınlık içinde kulaklığını çıkarmıştı.


"Ne oluyor?"


Sevgilisine gülümseyen Ecem şefkatli bir şekilde onun sol elini okşarken fısıldamıştı.


"Salona kadar yol temiz. Özgürsün Doğu'm! Kulaklıklarını çıkartabilirsin."


'Neden, niçin, nasıl...'


Doğu bu soruların hiçbirini sormamıştı. Tek bir neden olabilirdi. Bunu yapabilecek tek bir kişi. Asıl cevabı, mucizenin öznesinden almak isteyen genç adam sessizce "Tamam." demiş ve sevdiği kıza sarılarak özgürce yol almıştı.


Kendisinden cevap bekleyen Doğukan önce ilk soruya cevap verdi.


"Hastaneye geri dönmek istiyorum."


Bunu duyan Ecem gözlerini kırpıştırarak adama baktı.


İşte bunu beklemiyordu.


Onun afalladığının bilincinde olan Doğukan sevgilisine dönerek konuşmaya devam etti.


"O eve girersem psikiyatr görüşmelerimi aksatırım çünkü tekrar o güvenli dört duvar arasından çıkmaktan korkarım. Online görüşme de yine geriye bir dönüş olur. Bunu hiç istemiyorum. Ayrıca yüzüm için ameliyat olacağım. Kararlıyım. Buraklar operasyona gittiğinde KİT'te davalar bir süreliğine duracak, bu ameliyat için mükemmel bir fırsat. Ameliyat sonrasındaki iyileşme sürecinde de yine psikiyatr desteği alacağım. Sonuç olarak biraz daha hastanede gibiyiz."


Onun her şeyi planlamış olması Ecem'in tebessümüne neden olmuştu.


"Bu senin için bir sorun olur mu Kraliçem?" diye sordu Doğukan izleyicilerini önemsemeden. Hilal ve Burak öyle anlarına şahit olmuştu ki bu hiçbir şeydi.


"Olmaz Doğu'm olmaz. Sen neredeysen ben oradayım."


Dudaklarında aşk dolu bir gülümseme beliren Doğu arkadaşına baktı.


"Diğer soruna gelirsek... Evet istiyorum. Şu an için o şekilde bir yüzleşmeye hazır değilim. Kendime işkence etmektense zamanı geldiğinde yüzleşmeyi tercih ederim."


"Tamamdır dostum, olmuş bil. Gideceğin saati öncesinde bana bildirsen yeter. Gerisi bende."


Tekrar teşekkür etmek üzereyken yeşil gözlerini kısarak ona bakan adamı gördüğünde neşeyle güldü.


"Eyvallah o zaman."


"Her zaman." diyen Burak arkadaşının omzuna dostça vurduktan sonra masayı gösterdi.


"Hadi timin yanına gidelim."


Burak'ı duyan kızlar sanki bu anı bekliyorlarmış gibi masaya doğru yürümeye başladılar.


Eh dedikodu önemli meseleydi sonuçta.


Masadakilerin çaktırmadığını düşünerek onlara kaçamak bakışlar attığını gören Doğu sahte bir isyanla iç çekti.


"Beni atmacaların içine atmayı kararlısın anlaşılan. Yer beni bunlar."


"Merak etme. Kadavra yemek isteyecek kadar deli değiller." diyen Alfa'nın sesi alay doluydu.


Onun iğrenç esprisi karşısında yüzünü buruşturan Doğukan hüsranka başını iki yana salladı.


"Buzdolabını geri getir Yüzbaşı. Bu hiç çekilmiyor."


"Niye? Kokmaya mı başlıyorsun yoksa?" diyen Burak'ın dudaklarında it bir gülümseme vardı.


Bu misillemeye kayıtsız kalamayan Doğu fena bir kapak yaptı.


"Evet. İçine girmem lazım."


Bunu diyen adam daha son kelimesi bitmeden arkadaşından uzaklaşmaya başlamıştı.


"Senin belanı..." diye cümleye başlayan Burak ortamın müsaitsizliğinden dolayı küfür edememenin acısıyla Doğu'nun peşinden gitmeye başlarken bir yandan da çok ses çıkarmamaya çalışarak "Gel lan buraya!" diye onu çağırıyordu.


Arkasına çok hafif bir bakış atan Doğu, Burak'ın son sürat üstüne geldiğine görünce hızlanarak masaların arasından geçmeye başladı.


Arkadaşının durmayacağını çok iyi bilen Yüzbaşı etraftakileri falan boş verip bağırdı.


"DOĞUKAN! DUR LAN!"


"Niye? Mal mıyım ben? Canımı seviyorum." diyen Doğu son anda önüne çıkan masanın soluna sapmış ve masaların arasından ilerleyebildiği kadarıyla son sürat koşmaya başlamıştı.


"Evet. Malsın. Canını seviyorsan çeneni tutacaktın." diyen Burak yanından geçtiği misafire hafifçe baş selamı verip arkadaşını kovalamaya devam etti.


"Yine ne oldu bunlara? Sanırsın 3 yaşındalar." diye homurdanan Emre'nin sesinde hafif bir kıskançlık seziliyordu.


Bunu fark edenler hafifçe gülerken Onur da çaktırmadan sahneye doğru yollandı.


"DOĞUKAN SERAY DUR DEDİM!"


Silahını çıkarmasına ramak kalan Yüzbaşı, gösteri misali izlenilmelerinin de siniriyle hızını arttırdı. 


"Sakinleşeceksen duracağım." diyen Doğukan önündeki boş sandalyenin üzerinden atlayarak yine sola döndü.


Evet an itibariyle tam bir daire çizmelerine ramak kalmıştı.


"Aa sakinim ben bitanem. Dur hadi... DUR!"


"Cık cık cık. Hiç güven vermiyorsun ama göz bebeğim. Hem ben masumum yaa. Laflıyorduk ben de gelişine koydum işte." diyen adam son cümlesinde arkasına dönerek p*ç smile yapmıştı.


Bu cümle ve hareketle daha çok deliren Burak boş masalardan geçmelerinden faydalanarak tehlikeli bir sesle mırıldandı.


"Gel gel gel güzelim. Gel hiç acımayacak."


En büyük hobisi arkadaşını delirtmek olan Doğukan neşeli bir kahkaha atarak başını iki yana salladı.


"Başka zamana tatlım. Şu an fena halde 'Oynama şıkıdım şıkıdım.' havamdayım. Dudu Dudu dillerine sonra bakarız."


Arkadaşının nefes nefese kurduğu cümleye yalandan gülümseyen Burak "Kuzu kuzu geberteceğim seni." diye tısladı.


Evde kaldığı süre boyunca sürekli koşu bandında ya da spor aletlerinde olan Doğukan'ın kondisyonu iyi olsa da, tek spor aletlerinde değil sahada da tecrübeli olan asker nefes nefese kalan arkadaşının haline ukala bir şekilde güldü.


"Ve oyun biter." diye mırıldanan adam elini arkadaşının ensesine atarak takımının ceketinden yakalamıştı ki mikrofon çalıştı.


"Öhöm öhöm. Ses bir iki. Ses bir iki..."


Onur'un sesini duyan Burak ile Doğu aynı anda durarak sahneye döndüler.


"Evet sevgili misafirler hoş geldiniz. Bu rahatsızlık ve kuru gürültü için özür dileriz." diye cümleye başlayan Onur mikrofon elinde artisliğini sürdürürken kendisini öldürecek gibi bakan adamları fark etmeme hatasına düşerek devam etti.


"Çocukları pistten alalım lütfen. Düğündeyiz yani. Ayıp ama. Ne bu böyle böyle koştur koşt..."


Burak ve Doğukan birbirlerine bir bakış atıp aynı anda sahneye doğru koşmaya başladılar.


"Allaaaaah. Bana doğru geli..."


Mikrofonu yere atıp kaçmayı akıl eden Onur sahneden atlayıp çıkışa doğru koşmaya başlamıştı ki Doğu önünü kesti.


Yutkunan adam hızla arkasını döndüğünde Burak'ın kendisine doğru yürüdüğünü gördü.


Sağ tarafa döndüğünde duvar ile yüzleşen adam hızla soluna döndüğünde şansına sövdü.


Üst rütbeli komutanlar bula bula bu masayı mı bulmuşlardı yani?


Yardım için etrafına bakınan Onur, Burak'a doğru bakarak sessizce(!) sordu.


"Komutanların masasının üzerine atlayarak kaçsam ne olur?"


Masadaki komutanlar eğlenen gözlerle onlara bakarken Burak p*ç bir şekilde gülümsedi.


"Deneyebilirsin."


Onun yüz ifadesine bakan Onur, Kadavra'dan medet umma isteğiyle ona döndü.


"Ben seni kurtardım dostum. Yoksa Alfa'nın azabıyla karşı karşıyaydın."


Bir süre düşünüyormuş gibi duran Doğu başını aşağı yukarı salladı.


"Haklısın. Gel hadi."


Doğukan'ın sevimli bir sesle kurduğu cümleyle dudaklarında zafer gülümsemesi beliren Onur ona doğru yürümeye başlamıştı ki devamında duyduğu cümleyle hem adımları hem de gülümsemesi dondu.


"İşte kuzu kuzu geldin."


Duyduğuyla kahkaha atan Burak "Benden çalıyorsun. Cık cık." diye arkadaşına takıldıktan sonra Onur'un ensesinde bitti.


Doğukan da aynı anda atak yapmış ve ikili tersten Onur'un kollarına girerek adamı arka odaya doğru sürümeye başlamışlardı.


Timin ve kızların durduğu masaya yaklaştıklarıı fark eden Onur çaresiz gözlerle onlara baktı.


"Help me?"


"Ne diyor? Ben anlamamak İngilizce." diyen Tuncay anında arkadaşını satmıştı.


"Kalleeş. Biz seni dost diye bildik..."


Tuncay'ın bakışlarını gören Onur usulca sustu. Eğer devam ederse arkadaşı zevkle Burak ve Doğu'ya katılacakmış gibi duruyordu.


"Yok mu beni kurtaracak şöyle Yağız, Emre, Ulaş bir adam?"


Onur'un duygu sömürüsüne kanmayan gözlerle bakan adamlar omuzlarını silkerek önlerindeki içeceklere yöneldiler.


"Kankalarım?"


"Bizi yok say kanka. Biri Alfa diğeri Kadavra. Canımızı seviyoruz biz." dedi Korkut tereddütsüz.


"Eğlenceye bizi de çağırsaydın olurdu ama sen bizlere hiçbir şeycik demeden sahneye çıktın. BŞÜ'nün en önemli kuralını çiğnedin. Çok kırıldık çok. O yüzden teksin." diyen Ateş kamerasını açarak olayı kaydetmeye başlamıştı.


Serkan'a baktığında Onur'u umursamadan "Yardıma ihtiyaç var mı Beyler?" diye Burak ile Doğu'ya döndüğünü gördüğünde son umut Hilal ve Ecem'e döndü Onur.


"Canım yengelerim? Siz bu garibana bir yardım etseniz ha?"


"Kaşındın." dedi Hilal ellerini yapacak bir şey yok dercesine iki yana açarak.


Ecem de arkadaşını onaylayarak başını salladı.


"Uslu dursaydın."


Bu kadar molanın yettiğine karar veren Burak "Hadi." diyerek başıyla işaret etti.


Doğu ile ikisi onu sürüklemeye devam ederken Onur şehadet getirmeye başlamıştı.


"Eşhedü en la ilahe illallah..."


Elinde kamerayla onlara yaklaşan Ateş "Kanka yanlış söylüyorsun." diyerek Onur'un cümlesini kesti.


Kaşları çatılan Onur saf saf arkadaşına baktı.


"Yok be ne yanlışı. Şehadet getiriyorum işte."


"E işte şehadet değil, Tekbir getirmen gerekiyor."


Ateş'in dibinde beliren Korkut anında arka fon yapmaya başladı.


"Allâhü ekber Allâhü ekber lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber Allâhü ekber ve lillâhi'l-hamd."


Olayı anlayan Onur arkadaşlarına kötü kötü bakışlar atarken Ulaş neşeyle araya girdi.


"Gençler hemen kesmeyin, biraz besleyin de kurbanı çıkaralım olmaz mı?"


Duraksayan adam komiseri Aytül'e bir bakış atarak alayla devam etti.


"Bak bu sefer canın tehlikede Onur. Millet kurbanlık öküzlerini daha seçmedi."


Bakışlarını Aytül'e çeviren Onur'un dudaklarında bir gülümseme belirdi. Aylar önce mağazada genç kıza güzel demedi diye öküz damgası demişti.


~


"Çok stres yaptım! Ben stres yapınca fazla konuşurum. Ee nasıl olmuşum?"


"İdare eder. Defileye çıkmayacaksın zaten. Hadi gidelim! Çok işimiz var!"


Aytül, bunları söyleyip kasaya doğru giden adamın arkasından baktı ve "Öküz!" diye mırıldandı.


Onur, bir anda durdu ve arkasını döndü. Kulağındaki kulaklığı göstererek "Umarım az önce söylediğin kelime bana değildir!" dedi tehditkar bir sesle.


"Ben burada senden başka öküz göremiyorum!.. Merak etme millet kurbanlıklarını çoktan seçti. Hayatın tehlikede değil!.. Niye bekliyorsun öyle? Hani gidiyorduk? Çok işimiz vardı!"


~


Onur'un, anıların etkisiyle kendisine muzip bir sevgiliyle baktığını gören Aytül sevdiği adama kıyamayarak Burak'a döndü.


"Bu seferlik affedin abi. Bu güzel günün hatrına. Lütfen."


Aytül'ün cümlesini duyan Onur'un dudaklarında kocaman bir gülümseme belirirken sahte bir şekilde iç geçiren Burak pat diye Onur'un kolunu bıraktı.


Beklemediği bu hareketle birkaç saniye dengesini kaybeden adam yere düşmeden hızla toparlanarak doğrulmuştu.


"Yaa hızlı toparlandın. Ben de bırakacaktım." diye ona takılan Kadavra masadakilerin yanına giderek selamlaştı.


Onur, Aytül'e bakmaya devam ederken Burak yanına yaklaşarak mırıldandı.


"Aytül'ün varlığına şükret. Kurtardı seni."


"Her gün şükrediyorum abi merak etme." diyen Onur bu cümleyi Aytül'ün gözlerinin içine bakarak söylemişti.


Onun bakışlarından ve cümlesinden nedensizce utandığını hisseden kız dikkatini içeceğine verirken neşeyle gülen Onur kızla uğraşmak için yanına yürüdü.


"Bu da neydi böyle Alfa'm? Tüm salonu birbirine kattınız?"


Duyduğu sesle gülümseyen Burak yanına gelen Kelebeğine döndü.


"Doğu hıyarının halt yemesi. Ayak üstü delirtti beni." diye homurdanan adam sevgilisini omzunun altına alarak başına kokulu bir öpücük kondurdu.


"Bak papatya kokunu aldım, sakinleştim."


"Hmm. Demek öyle." diye cilve yapan Hilal bulunduğu yerden oldukça hoşnut bir şekilde iyice yerleşti.


Kısa süre sonra Ekip olan olayların kritiğini yapmaya başlamıştı.


Her şey tamamdı da Doğu ve Burak'ın neden koşturduğuna, tahminler üzerine tahminler yürütseler de, hiçbir neden bulamamışlardı.


"Hadi ama Doğu. Söyle neden?" diye sordu Emre olayı öğrenme isteğiyle.


"Canımı seviyorum Panter." diye onu geçiştiren Doğu masadaki kurabiyeyi olduğu gibi ağzına attı.


"Adam resmen soruya cevap vermemek için ağzına kurabiye tıkıştırdı." diyerek gülen Yağız bakışlarını Burak'a çevirdi.


"Bari sen söyle Burak."


"Ben de Doğukan'ın canını seviyorum Şahin."


Adamın cümlesi üzerine masadakilerden küçük çaplı bir kahkaha yankılanırken birisi "Burak?" diye seslendi.


Hilal ve Burak aynı anda yabancı sese dönmüşlerdi.


Karşılarında 25 yaşlarında kahverengi gözlü, açık mavi elbiseli tesettürlü bir kız duruyordu.


"Evet?" diye karşılık veren Burak kızın bariz tanıdık gelmesi karşısında kaşlarını çattı.


Burak'ın yakasındaki Kılıç yazısına bakan kız 'Yanlış kişi mi acaba?' düşüncesiyle tekrardan adama baktı.


'Ben buradayım.' diye bağıran yeşil gözler kesinlikle doğru kişiyle muhatap olduğunun kanıtıydı.


Yine de emin olma isteğiyle "Burak Aslan? Doğru mudur?" diye sordu kız nazik bir sesle.


"Yani evet öyle diyebiliriz." diyen Burak detaylarla uğraşmadan bodoslama konuya daldı.


"Tanıdık geliyorsunuz. Nereden tanışıyoruz?"


"Ben Şura. Samsun'dan."


Şehri duyan Burak, kızın nereden tanıdık geldiğini anlayarak mırıldandı.


"Erkan Hoca'nın torunu Şura." derken istemsizce gülümsemişti.


Salih babası, asker olmasına sebep olan Fizik Hocası Erkan Hoca'ya hâlâ daha sonsuz minnet duyuyor ve her Samsun'a gittiğinde mutlaka ona da uğruyordu. Burak da gittiyse babasına eşlik ederek bu saygı değer öğretmen ile keyifle muhabbet etme şansını yakalıyordu.


Burak'ın onu hatırlaması karşısında gülümseyen kız onayladı.


"Evet. Dedem 'Bizim küçük Salih büyümüş de evleniyormuş. Bu yaşımda onca yolu çekemem. Vekilim olarak sen benim yerime düğüne gidiyorsun ve yokluğumu aratmıyorsun torunum.' diyerek beni gönderdi. Gelmeyi çok ama çok istiyordu aslında ama kalp doktoru uzun yolu kesinlikle yasakladı. Gerçi ona rağmen gideceğim diye tutturdu. Zor dil döktük en sonunda da 'Neyse benim oğlan bir ara gelinimi de alır elimi öpmeye gelir zaten.' diyerek kabullendi durumu."


Erkan Hoca'nın sözlerinin neredeyse kulağında yankılandığını hisseden Burak güldü.


"Hatırladığım kadarıyla inadı tutunca vazgeçmiyordu. İyi ikna etmişsiniz."


Sahte bir hüsranla başını iki yana sallayan Şura kendi kendine güldü.


"Ah kısa anlattım ama bayâ uzun bir ikna süreciydi. Sonunda tüm düğünü canlı bir şekilde naklen yayınlayacağımızı söyledik de kabul ettirdik. Ha tabii bir de onları benim evlendirecek olmam bu süreci kolaylaştırdı."


Bunu duyan Hilal merakla araya girdi.


"Nasıl yani?"


"Ben Küçükçekmece'de Nikah Memuru olarak görev alıyorum. Araya birkaç tanıdık sokmam gerekse de Salih amcaların düğününü ben devraldım."


Bunu duyan Burak geçen yılları hatırlayarak düşünceli bir şekilde konuştu.


"Vay be. Kim derdi yıllar sonra böyle karşılaşacağız."


"Hiç sorma. Çok suratsız, arkadaş düşmanı bir çocuktun Burak. Hep öyle kalacaksın zannetmiştim. Düğünlerde koşturan biri haline gelmene sevindim."


Cümleyi duyan Burak, Doğukan'a öldürücü bir bakış atarken Hilal neşeyle güldü.


"Bak ben de ilk tanıştığımızda sonunun böyle olacağını düşünmemiştim."


"Hilaaaal." diyerek kız arkadaşına dönen Burak onun gülen gözlerini görünce ciddi kalamadı.


Kızın elindeki yüzüğe bakan Şura, bilmiş gözlerini çiftin ellerine çevirerek nişan yüzükleri olmadığını tespit etti.


"Sözlüsünüz sanırım?"


"Evet. Sözlüm... Müstakbel eşim." diye şakıdı Hilal.


Kaşlarını kaldıran Burak az öncesinin intikamını alma isteğiyle kız arkadaşına takıldı.


"İş arkadaşı statüsünden çıktığı için ne de mutlu ama."


"Burak Kılıç!" diye tıslayan Hilal tırnaklarını adamın üniformalı koluna geçirdi.


"Aaa Asena'm sakin. Kelebek moduna geçiyoruz hemen. Misafirimizi kaçıracaksın bak yoksa. Sonra babanla annenin nikahı kıyılamayacak."


Burak'ın dalga geçen sesiyle gözlerini deviren Hilal onu boş vererek Şura'ya döndü.


"Tam tanışamadık Şura. Ben Hilal Aslan. Salih Aslan'ın öz kızı oluyorum. Şu yanımda gördüğün şahıs da babamın hiçbir şeyi."


"Oo bu ağırdı ama Asena'm." diyen Burak sahte bir acitasyonla kalbini tuttu.


"Ne? Millete ilişki durumumuzu açıklamakla uğraşmayalım diye şey ettim. Sonra bizi kardeş falan sanarlar maazallah."


Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalışan adam "İş arkadaşı muhabbeti yüzünden böyle yapıyorsun değil mi?" diye sordu.


"Yarama tuz basarsan böyle yaparlar adamı." diye karşılık veren Hilal elinde kırmızı cübbeyle yanlarına yaklaşan uzun boylu adamı fark ettiğinde dikkati dağıldı.


Hilal'in baktığı yere dönen Şura'nın dudaklarında kocaman bir gülümseme belirmişti.


"Gel aşkım."


"Muhabbet uzayınca geleyim dedim. Ben Fatih." diyen adam elini uzatarak Burak ile tokalaştı.


"Erkan dededen çok methini duydum Burak Aslan. Senin de, Babanın da."


Kelebeği gibi ela gözlere sahip adamın içten bakışları karşısında ona anında kanı kaynayan Burak gülümsedi.


"Aslında Burak Kılıç. Salih babam, beni büyüten adam. Hilal'in ise öz babası oluyor."


Bu bilgiyle şaşkınlıkla gözlerini kırpıştıran Şura "Dedeme 'Salih amcamın oğlu değil de kızı varmış. Ayrıca o ikisi evlenme arefesindeymiş.' bilgisini nasıl açıklayacağız onu düşünüyorum şu an." diye mırıldandı.


Onun hali karşısında Hilal güldü.


"Bizim ilişki durumu karışık. Nasıl başa çıkacağız biz de bilmiyoruz."


Geçmişten gelen herkese bu bilgiyi kısa bir şekilde geçmeye çalışmak gerçekten zor olacaktı.


"Sen buralardansın sanırım Fatih. Neyle uğraşıyorsun?" diye sordu Burak yeni tanıştığı adama bakarak.


"10 yıldır İstanbul'dayım. Memleket haline geldi artık. Mimarım. Senin mesleği sormaya gerek yok sanırım." diyen adam eliyle üniformayı gösterdi.


"Hee. Az önce arkadaş sağ olsun üniformayla herkese şov yaptık zaten. Tanımayana da tanıttık." diye yarı homurdandı Burak.


Doğukan'a doğru bir bakış atan Fatih gülerek sordu.


"Çocukluk arkadaşın mı?"


"Çok belli oluyor di'mi?" diyen Burak şikayet edecekken organizasyoncunun kendilerine doğru geldiğini görerek sustu.


"Merhabalar. Davetliler toplandı. Programı başlatıyorum müsaadenizle." diyen kadının gözleri nikah memurunun üzerindeydi.


Şura tebessüm ederek kadını onayladı.


"Benim için uygundur. Gelinler ve damatlar hazırsa başlayabiliriz."


Ondan onay alan organizasyoncu gelin odasına doğru giderken, Fatih de Şura'nın cübbesini giymesine yardımcı oldu.


Eşinden evrak çantasını da alan genç kız "Bugüne başka nikah almadım, nikahtan sonra davetli olarak devam edeceğim. Tekrar görüşürüz inşaallah." diyerek Hilal ve Burak'ı selamladı.


"Ben de kameramanlık yapacağım. Malum Erkan dede canlı yayın diye tutturdu. Sonra görüşürüz." diyen Fatih karısının elini tutarak onunla birlikte sahnedeki masaya doğru yürümeye başladı.


Onların peşinden bakan Hilal düşünceli bir şekilde konuştu.


"Babamın haberi var mı acaba Şura'nın nikah memuru olacağından?"


"Bilmiyorum ki. Birkaç gündür teklif meselesi ile meşgulüm. Biliyorsa da bana bir şey demedi. Ama güzel jest, yalanı yok."


"Bence de. Erkan Hoca'dan bahsetmiştin biraz ama daha detaylı dinlemek isterim." dedi Hilal öğrenme isteğiyle.


Kız arkadaşının elini sıkan Burak tebessüm etti.


"Babana sor Kelebeğim. En güzelini o anlatacaktır."


Hilal başıyla onu onaylarken giriş müziği çalmaya başlamıştı.


Melek ile Salih önde Sıla ile Sinan arkada kol kola içeriye girerlerken salonda büyük bir alkış tufanı koptu.


En çok alkışlayan kişi Hilal ile Burak mıydı yoksa kenarda yetişkinlerden uzak bir şekilde töreni izleyen Eftalya ile Ömer miydi orası tartışılır...


Gelinler ve damatlar yerlerini aldıklarında Şura mikrofonu eline aldı.


"Çiftlerimizin bu güzel anına şahit olacak nikah şahitlerini de buraya alabilir miyiz?"


Bunun üzerine sahneye yaklaşması olan Burak, Hilal, Emre ve Aslı sahneye çıkarak masanın kenarına geçtiler.


"Evet şahitlerimiz de hazır olduğuna göre... Sevgili misafirlerimiz Melek ve Salih çifti ile Sıla ve Sinan çiftinin nikah törenine hoş geldiniz." diyerek açılış yaptı Şura.


Nikah memurunun cümlesiyle küçük bir alkış kopmuştu.


Alkış bittikten sonra Şura devam etti.


"Sayın Melek Gökmen ve Sayın Salih Aslan ile Sayın Sıla Karaman ve Sinan Kor birbirinizle evlenme isteğinizi belediyemiz evlenme memurluğuna beyan ettiniz. Kayıtların tektiki sonucunda evlenmeye engel bir haliniz olmadığı tespit edilmiştir. Ancak bu isteğinizi bir kez de benim ve sayın şahitlerin huzurunda ifade etmeniz gerekmektedir. Bu itibarla soruyorum." diyen memur Melek'e döndü.


"Sayın Melek Gökmen; hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, kendi özgür iradenizle sayın Salih Aslan ile evlenmek istiyor musunuz?"


Nikah memurunun cümlesini duyan Melek, dolan gözleriyle sevdiği adama döndü. Yıllar önce yaşanması gereken ama yaşamayan bu günü sonunda yaşıyorlardı.


Titreyen eliyle kendisine uzatılan mikrofonu alan Melek "Evet. İstiyorum." derken gözlerini kocasından çekmemişti.


Salonda alkışlar yankılanırken Salih karısına gülümsedi.


"Sayın Salih Aslan; hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, kendi özgür iradenizle sayın Melek Gökmen ile evlenmek istiyor musunuz?"


Melek'ten mikrofonu aldıktan sonra kadının elini sıkıca tutan Salih var gücüyle cevap verdi.


"EVET! EVET! EVET!"


Onun bu coşkusu misafirlerin gülüşmeler eşliğinde alkışlamasına neden olmuştu.


"Salih Bey hiçbirimiz için şüpheye yer bırakmadı." diyerek gülümseyen Şura bu sefer de Sıla'ya döndü.


"Sayın Sıla Karaman hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, kendi özgür iradenizle sayın Sinan Kor ile evlenmek istiyor musunuz?"


Gözlerinden mutluluğu okunan kadın mikrofonu alarak hevesle başını salladı.


"Evet."


Annesinin heyecanını gören Aslı şükredercesine derin bir nefes aldı. Yıllarca cefa çeken annesi sonunda mutluydu.


Bakışlarını kenardan onları izleyen resmi olarak tanışmadığı küçüğe çeviren Aslı tebessüm etti.


25 yaşında, 10 yaşında bir ufaklığın ablası olmak hâlâ inanılmaz geliyordu.


Aslı bunları düşünürken Şura da artık neredeyse ezberlenen o soruyu Sinan'a sormuştu.


"Sayın Sinan Kor hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, kendi özgür iradenizle sayın Sıla Karaman ile evlenmek istiyor musunuz?"


Salih'e bir bakış atan Sinan sırf gıcıklığına ondan daha yüksek bir tepki vermek istese de, kardeşinin bugünü hak ettiğinin bilinciyle sevdiği kadına döndü.


Sıla mikrofonu ona vermek yerine uzatmıştı. Bu hareket hoşuna giderken ağırbaşlı bir şekilde cevap verdi.


"Evet evlenmek istiyorum."


Mikrofon şahitlere doğru giderken Sinan yalnızca Sıla'nın duyacağı şekilde ekleme yaptı.


"Şekerli Kahvem ile."


Onun şebekliği Sıla'nın gülmesine neden olurken Şura şahitlere döndü.


"Sayın Şahitler çiftlerimizin beyanını duydunuz. Sizler de şahitlik ediyor musunuz?"


"Evet ediyorum." dedi Aslı.


"Ediyorum." diye cevap verdi Emre.


"Eveet." diye şakıdı Hilal.


Burak ise dudaklarında hainlik dolu bir gülümsemeyle sessiz kaldı. Sinan ve Salih aynı öldürücü bakışlarla kendisine döndüğünde neşe dolu bir kahkaha atan adam başını salladı.


"Tabii ki kabul ediyorum."


Sorunsuzca şahitlik yapmasına rağmen Sinan ve Salih'in bakışları değişmediğinde Burak şirince gülümsedi.


Huyu kurusundu. İlla bir itlik yapacaktı.


Onun şebek hali karşısında aynı anda iç geçiren babası ve dayısı nikah memuruna baktılar.


Olayı yakalayan Şura hafifçe gülümsedikten sonra o malum cümleyi söyledi.


"Ben de yasaların bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum.'


Tüm salonda büyük bir alkış tufanı koptu. BŞÜ ayağa kalkıp ıslıklar çalarken diğer tim üyeleri de ağzı kulaklarında var güçleriyle alkışlıyorlardı.


Ânın tadını çıkarmaları için duraksayan Şura, alkışlar hafiflediğinde imzaları atmaları için defteri önce yeni evli çiftlere sonra da şahitlere uzattı.


İmzalar tamamlandığında 2 aile cüzdanını da eline alan nikah memuru ayağa kalktı. Onun ayağa kalkmasıyla diğerleri de ayağa kalkmıştı.


Dudaklarında bir gülümseme beliren Şura çiftlere baktı.


"Bilirsiniz aile cüzdanını genelde kadınlara teslim ederler. Ancak ben böylesine önemli ve anlamlı bir belgeyi yalnızca kadına vermeyi uygun görmüyorum. O aile, o ev, iki kişiye ait. Bu sebeple çiftin daha yolun başındayken bu sorumluluğu beraberce almalarını ve ömürlerinin sonuna kadar da işbirliği içinde ilk günkü gibi bu sorumluluğu paylaşmalarını istiyorum. Bu yüzden bu cüzdanı ikinize birden teslim ediyorum."


Bunları söyleyen nikah memuru önce Melek ve Salih'in sonra da Sıla ve Sinan'ın aile cüzdanını teslim etti.


"Hayırlı uğurlu olsun. Gelinlerinizi öpebilirsiniz."


Loading...
0%