Yeni Üyelik
50.
Bölüm

34. Bölüm- Bond Touch

@yasminiesa

"Gitti Hilal. Serkan açıklamamı bile dinlemeden gitti. Onu kandırdığımı zannediyor. Bana hesap bile sormadan, veda bile etmeden çekip gitti. Ölüme gitti. Serkan o harekattan canlı dönmeyecek Hilal. Ölüme gitti o, ölmeye gitti."

 

Gülderen'in söyledikleri kulaklarında yankılanan Hilal öylece kalakaladı. Serkan'ın değişik ruh hali ve vedalaşır gibi konuşması aklına geldiğinde gözleri dolarken sakinleşme isteğiyle derin bir nefes aldı.

 

"Olmaz. Olmaz öyle bir şey. Burak buna izin vermez." cümlesini kurarken kendini mi teselli ediyordu yoksa ağlamaktan helak olmuş arkadaşını mı, o da bilmiyordu.

 

Hilal'in cümlesi genç kıza tutunmak istediği dalı vermiş olacak ki başını kaldırarak çaresiz gözlerle baktı.

 

"Vermez değil mi? Burak, Serkan'ın saçma bir şey yapmasını engeller değil mi? Serkan'ın sağ salim dönmesine neden olur değil mi?"

 

Peş peşe sorularını sıralayan Gülderen nefes alamadığını hissederek elini boğazına götürdü.

 

"Yaşasın da isterse beni affetmesin. Vallaha sorun değil. Ama yaşasın Rabbim. Lütfen yaşasın. Yaşasın, yaralanmadan sağ salim dönsün."

 

Tekrar hıçkırıklara boğulan arkadaşını gören Hilal çaresiz bir şekilde etrafına bakındı. Mental olarak berbat olan Gülderen'i bu sağanağın altından kurtarması gerekiyordu. Piste ev sahipliği yapan binada hâlâ daha birkaç ışığın yanık olduğunu görünce ayağa kalkarak arabanın yanına gitti.

 

Bagajı açtığında tahmin ettiği gibi Burak'ın spor çantasını bularak derin bir nefes aldı. Su geçirmeyen çantayla birlikte şemsiye de alan kız vakit kaybetmeden arkadaşının yanına gitti.

 

"Gülderen? Hadi kalk canım."

 

Genç kız bu komutuna yanıt vermediğinde kolundan tutarak ayağa kaldırmaya çalıştı.

 

"Bırak beni. Git sen." dedi Gülderen tüm bitkinliğiyle.

 

"Saçmalama! Hadi kalk üstünü değiştirelim."

 

"İstemiyorum!" diyen kız sertçe kolunu çekti.

 

Derin bir nefes alan Hilal sabırlı olmaya çalışarak tekrar şansını denedi.

 

"Canım bak sırılsıklam oldun, hasta olacaksın. Hadi gel..."

 

"Hak ediyorum ben her şeyi. Tam şu an gebertseler umrumda olmaz."

 

Sabrı taşan Hilal dizlerinin ıslanmasını umursamadan dizleri üzerine çöktü ve kızı çenesinden tutarak bakışlarını birleştirdi.

 

"Bu mu yani? Bu musun sen Gülderen? Pes mi edeceksin yani? Ne oldu bilmiyorum, hatan ne ya da gerçekten hatalı mısın bilmiyorum ama benim tanıdığım Anka bu değil. Sen pes edemezsin. Her şeyi geçtim kod adının hatrına pes edemezsin. Anka Kuşu tekrardan var oluşu, dirilişi temsil eder. Gerekirse kendini yakıp küllerinden yeniden doğacaksın ama burada boynu bükük bir şekilde durmayacaksın. İzin vermiyorum buna. Mücadele etmeden pes edip yıkılmana izin vermiyorum."

 

Onun sözleri Gülderen'in kıpkırmızı gözlerinde bir umut parıltısına neden olurken Hilal kararlı bir şekilde devam etti.

 

"Önce üstünü değiştireceğiz sonra da seni evine götüreceğim. Sıcak bir çorba yaparım, biraz istirahat edersin sonra da konuşuruz. Tamam mı?"

 

Karşısında Asena'nın olduğunu fark eden Gülderen başka şansı olmadığının bilinciyle güçsüz bir şekilde başını aşağı yukarı salladı. Ondan istediği dönütü alan Hilal ayağa kalkarak arkadaşını da kaldırdı. İkili binaya doğru yürürlerken Asena, Gülderen'e göstermekten kaçındığı endişeyi yüzüne yansıtmıştı.

 

'Umarım Alfa'm durumu erkenden fark eder ve seni korur Serkan. Umarım...'

 

🦋 

 

Gülderen'i zar zor ikna ederek soğuk algınlığı ilacını veren Hilal, uyku moduna geçen kızın üstünü örttükten sonra boş çorba kasesini alarak mutfağa götürdü. Kaseyi yıkarken dalgın bir şekilde son bir saatte yaşananları düşünüyordu.

 

Sevdiği ile, kocası ile, vedalaşmanın zorluğunu tam anlamıyla atlatamadan Gülderen bir bomba gibi düşmüştü önüne. Kızı katıla katıla ağlarken bulduğu ânı hatırlarken inleyerek gözlerini yumdu.

 

Serkan'ın derdi olduğunu anlamıştın, bir sorun olduğunu hissetmiştin. Niye üstüne gitmedin Hilal? Niye?

 

Kendin suçlamaya başladığını fark eden benliği anında araya girdi.

 

'Sence o an böyle ihtimalleri düşünebileceğin bir zaman mıydı Psikolog Hanım? Sen o an kocanı süresiz harekata gönderen bir Asker Yari idin. Sevdiğin, abin ve arkadaşların sağ salim dönsün diye dua etmekle meşguldün. O ruh haliyle gerçekleri irdelemen imkansızdı.'

 

İç sesinin haklı olduğunu bilse de 'Acaba bir şeyleri değiştirebilir miydim?' diye düşünmekten kendini alamayan genç kız musluğu kapatarak hole çıktı. Kapısı kırılmış banyoyu gördüğünde bir kez daha ne yaşandığını merak ederken buldu kendini.

 

Banyoda herhangi bir kırık eşya var mı teyitiyle ışığı açtığında birkaç saniye öylece kaldı.

 

2 diş fırçası, 2 bornoz, erkek tıraş seti...

 

Gözlerini kırpıştıran genç kız yaşadığı şaşkınlıkla yatak odasına doğru baktı.

 

İkisinin ilişkilerinin bu denli ciddi olduğunu, aynı eve çıktıklarını bilmiyordu.

 

"Gülderen'in bu halde olmasına şaşırmamalı." diye mırıldanan Hilal oturma odasına yöneldi.

Yarı açık kapıyı ittiğinde yeni bir şaşkınlık dalgasıyla duraksadı.

 

"Ne olmuş burada böyle?" derken gözleri irice açılmıştı.

 

Ya eve hırsız girmiş ve her yeri dağıtmıştı ya da Serkan gitmeden önce büyük bir kriz geçirerek tüm odanın altını üstüne getirmişti.

 

'Keşke ilki olsaydı.' diye düşünürken endişeyle alt dudağını kemirdi.

 

Bu manzara, her ne olduysa tahminin de ötesinde artçıları olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı.

 

Teorilerin hiçbir şekilde gerçeğe yaklaşamayacağının bilinciyle çaresizce iç geçiren genç kız odayı toparlamaya başladı. Dakikalar sonra yorgun bir şekilde koltuğa oturduğunda gözleri bileğine kaydı.

 

Dün bu saatlerde yaşananları hatırladığında dudaklarında kendiliğinden bir gülümseme belirmişti.

 

~

Projeksiyondan evin slaytını izleyen Hilal gözlerinden kalpler çıkarak kocasına dönmüştü.

 

"Burak burası çok güzel. Kabul edeceksin değil mii?"

 

Kızın tatlı sesi karşısında gülümseyen adam sahte bir esefle iç geçirdi.

 

"Senin bana bu şekilde sorduğun bir olayı kabul etmeme ihtimalim mi var?"

 

"Yaa..." diye şımarıkça ses çıkaran Hilal bu gerçek latife için kocasını ödüllendirmeye karar vererek adama yaklaştı.

 

Yaklaşmasıyla birlikte gözleri otomatik olarak dudaklarını bulan Burak'ı fark ettiğinde aklına bambaşka bir şey gelmişti.

 

"Hmm. Başka hangi hallerde istediklerimi kabul edersin?"

 

Karısının cilveli sesiyle birlikte gülen asker başını iki yana salladı.

 

"Erkeğini parmağında oynatan kadın modeline çabuk alıştın bakıyorum."

 

Gözlerini abartılı bir tavırla kırpıştıran Hilal masumca(!) gülümsedi.

 

"Cazibemi kullanmayayım mı yani?"

 

Kızın bu oyuncu tavırlarına ayrı aşık olan adam en sevdiği cümleyi kurdu.

 

"Yerim senin cazibeni."

 

Ellerini hafifçe iki yana açan Hilal hevesli bir şekilde kocasını davet etti.

 

"Buyur gel."

 

Gözlerinde haylaz parıltılar beliren adam "Boynundaki izlere yenisini eklememe izin vermene çok sevindim karıcığım." diyerek kızı yatağa yatırdı.

 

"Hayır sakın! Sakın Burak mahvederim seni." diyen Hilal çırpınırken kızın üstüne çıkan Burak hareket etmesini engelleyerek neşeyle sırıttı.

 

"Kötü kalpli kurda gel dedin Kelebek. Ham yapacak şimdi seni."

 

Boştaki elleriyle adamın kollarına vurmaya başlayan kız bir yandan da başını iki yana sallıyordu.

 

"Hayır yaa. Boynumu rahat bırak. Bunu alışkanlık haline getiremezsin."

 

Tek kaşını kaldıran adam ukala bir sesle konuştu.

 

"Yoo gayet de getirebilirim."

 

Gözlerini kısan Hilal "Ben de ısırırım o zaman. Millete açıklamanı yaparsın." diye tehdit etti.

 

"Hep aynı tehditler, az yaratıcı ol Kelebek." diyen Burak karısının boynuna doğru yaklaşırken ters köşe yaptı.

 

Karnında hissettiği parmaklar ile ısırılmaktan daha büyük bir tehlikeyle karşılaştığını anlayan kız "Hayır." diye mırıldanmıştı ki kocası acımadan onu gıdıklamaya başladı.

 

"Ahahahah Burak... Yaa ama.... Ahahaha..."

 

"Hiiiç ama'lama. Ben diyorum 'Kızım sana dayanamıyorum uslu dur, azgınlık yapma, ayarlarımla oynama' sen diyorsun 'Buyur gel.' Ahanda geldim işte."

 

Kinli bir şekilde gülen Burak, kahkahalarıyla evi inleten karısının gülüşlerinde uzun süre mest olduktan sonra durdu.

 

Nefes nefese kalan kızın yüzü yine kızarmıştı.

 

"Sen de hep kızarıyorsun ama." diyerek gülen adam, kızın önce yanaklarına sonra da dudağına bir buse kondurdu.

 

Geri çekildiğinde gözlerinde ve dudaklarında hâlâ gülüşler olan kızarmış Kelebeğini yalnızca bir buse ile bırakamayacağını anlamıştı.

 

"Her an her halinle beni tahrik etmeyi başarıyorsun yaa..." diye fısıldadıktan sonra gerçek bir öpücük için kızın üstüne doğru eğildi.

 

Daha dudakları buluşmadan karnı heyecanla kasılan Hilal istemsizce gülümsedi.

 

Burak Kılıç, dünden beri kaçıncısını yaşadıklarını sayamadığı, yeni bir öpüşmeyi başlatırken gözlerini kapatan Hilal kollarını adamın boynuna sararak karşılık vermeye başladı.

 

Yeni bağımlılığı için suçlayacağı tek şey vücudunun salgıladığı dopamindi.

 

Yoksa aylardır içten içe karşısındaki adamı öpmeyi istemesiyle hiçbir alakası yoktu(!)

 

Bu sırada öpüşmenin kendi açısından gittikçe tehlikeli bir noktaya gittiğini hisseden Burak nefes nefes geri çekildi.

 

Büyük bir isyanla "Durmak zorunda kalmaktan nefret ediyorum." diye mırıldanırken sesli söylediğini fark etmemişti.

 

Dudaklarını aralayan Hilal 'Durma o zaman.' cümlesini son anda yuttu. Durmazsa yarınki harekata gidemeyeceğini, gönderemeyeceğini, kendine tekrar tekrar hatırlatması gerekiyordu.

 

Sevgilisinin üstünden kalkarak yanına yatan Burak gülmeye başladı.

 

Düşüncelerini bir kenara iten Hilal merakla ona döndü.

 

"Noldu?"

 

"Dejavu yaşadım ne olacak? Dünden beri bu ânı kaç kez yaşadığımı hatırlamıyorum bile."

 

Adamın sözlerini duyan Hilal de gülmeye başlamıştı.

 

"Gerçekten... Ben de bir yerden sonra saymayı bıraktım artık. İyi dayanmışız ha bu zamana kadar."

 

Karısına doğru dönen adam kızın yüzüne düşen saç tutamını geriye iterken "Dayanamamışız ki şimdi acısını çıkarıyoruz." dedi.

 

Bu mantıklı gözlemi duyan Hilal "O da doğru." diye mırıldandı.

 

Zümrüt gözlerin sessiz bir şekilde onu izlemeye başlamasıyla ellerini yanağının altında birleştiren kız aynı şekilde karşılık verdi.

 

Saniyeler dakikaya evrilirken bu sessiz huzurun tadını çıkaran çift, aslında yarınki vedanın ön izlemesini yapıyorlardı.

 

Dünden beri vakit kolladığı ânın geldiğini hisseden genç kız parmaklarıyla kocasının yanağını okşadı.

 

"Sana bir şey vermek istiyorum."

 

Beklemediği bu cümleyle hafifçe kaşları çatılan Burak merakla "Nedir?" diye sordu.

 

Derin bir nefes alan Hilal dudaklarını ısırdı.

 

"Bir hediye. Aslında zorda kalma diye harekattan sonra verecektim ama Doğu 'Bir şansını dene. Bence Alfa bir şekilde halleder.' diye gaza getirince gitmeden vermeye karar verdim."

 

Merakı iyice kabaran Burak "Bilmece gibi konuşmayı bırakır mısın Kelebeğim?" diye serzenişte bulundu.

 

Onun bu hali karşısında gülen genç kız "Sabırsız sevgilim benim." diyerek yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra yataktan kalktı.

 

Odadan çıkarken "Hemen geliyoruum." demeyi ihmal etmemişti.

 

Onun peşinden bakan adam tek kaşını havaya kaldırdı.

 

"Yine ne işler çeviriyorsun acaba Kelebeğim?"

 

Karısı bunu duymuş gibi kapıda belirdiğinde Burak da yatakta doğrulmuştu.

 

Adamın çocuksu heyecanını hisseden Hilal gülerek yanına yaklaştı.

 

"Gören de ilk defa hediye alıyorsun sanacak. Bu ne heves?"

 

"Hediye almak beni her zaman heveslendirir. Özellikle de o hediye karımın ilk hediyesi ise."

 

Bağdaş kurarak yatağa, kocasının yanına, oturan genç kız başını salladı.

 

"Doğru. Bu detayı unutmuşum. Hediyeyi yaptırırken bu ihtimal aklımdan bile geçmezdi. Çokça anlamlı olacak ama... Sana aldığım ilk hediye."

 

Kızın elindeki dikdörtgen tahta kutuya bakan adam bunu duyunca daha da meraklanarak "Eee açmıyor muyuz?" diye sordu.

 

"Açacağım da bu sabırsız halin aşırı hoşuma gidiyor. Biraz daha süründürmek istiyorum." dedi Hilal aşikar bir şekilde.

 

"Cık cık cık. Prematüre koca süründürülmez. Hadi açalım hadi hadi."

 

Genç kızın dudaklarından yüksek sesli bir kahkaha yükseldi.

 

"Bir ellerini çırpmadığın kaldı Yüzbaşı."

 

"Ellerimi çırpmam kutu açılışını hızlandıracaksa çırpabilirim." dedi Burak gayet ciddi bir sesle.

 

"Ahahaha. Kutunuzda ne hissediyorsunuz Burak Bey?"

 

Ne cevap vermesi gerektiğini düşünen adam "Maneviyatı yüksek değerli bir şeyler?" diye tahmin yürüttü.

 

"Yani. Bizde maddiyatı yüksek olmaz diyeceğim de... Bu güzel tutmuştur. Neyse ki Aurora ortağı olan bilişimci bir tanıdığım var. Her yönden torpil geçtirdim."

 

Hilal'in havalı tavrına bakan Burak aklına gelenle gözlerini kıstı.

 

"Doğu bunu benim hesabıma yazmamıştır umarım."

 

Bu ihtimali hiç düşünmeyen genç kız tereddütle konuştu.

 

"Yapmamıştır yaa."

 

"O itin itliği bana. Sana şirinlik bana hinlik yapar. Neyse hadi boşver şimdi onu bunu. Hediyemi istiyorum beeen."

 

Adamı yeterince süründürdüğüne kanaat getiren Hilal kutuyu verirken sordu.

 

"Bond Touch diye bir şeyi daha önce duydun mu?"

 

"Bağ Dokunuşu?" diyerek kelime anlamını çeviren Burak başını iki yana salladı.

 

"Hayır. Tanıdık gelmedi. O ne?"

 

"Vay bee. Senin bilmediğin bir şey buldum. Çok duygusallaştım şu an." diye takılan Hilal başıyla kutuyu gösterdi.

 

"Aç hadi."

 

İçinden ne çıkacağını merak eden adam hızlıca tahta kutuyu açtı. Ortadan bölünmüş kutunun içinde biri siyah biri beyaz olmak üzere 2 tane bileklik duruyordu.

 

 

 

Adam siyah olan bilekliği eline alırken Hilal de beyazına uzandı.

 

"Büyük ihtimal türkçe tabirini duymuşsundur. Uzak mesafe bilekliği."

 

Bilekliği inceleyen Burak duraksayarak sevgilisine baktı.

 

"Şu dokununca eş bilekliğine sinyal gönderen mi?"

 

Dudaklarında bir gülümseme beliren genç kız başını aşağı yukarı salladı.

 

"Tabii bizimkinin fonksiyonları o kadar sıradan değil."

 

Tekrardan bilekliğe dönen adam parmağını siyah taşın üstüne değdirdiğinde Hilal'in bilekliğinde ışık yanmaması üzerine gözlerini kısarak kıza döndü.

 

"Yine neler çeviriyorsun?"

 

"Önce takalım gel. Sonra tek tek özelliklerini açıklayacağım." diyen Hilal kendi bilekliğini kucağına koyarak sevgilisinin bilekliğini eline aldı. Sol bileğini kıza uzatan Burak nasıl bir şeyle karşılaşacağının merakındaydı.

 

Bilekliği taktıktan sonra kendi bileğini kocasına uzatan Hilal bilekliğin bileğinde duruşu karşısında gülümsedi.

 

Tahmininden güzel olmuştu.

 

"Ay detayını sevdim. Bendeki gece gökyüzü detayını sevdiğim gibi..." dedi Burak bilekliklere bakarak.

 

"Seninkinin çok da dikkat çekmeyen bir şey olması gerekiyordu. Direkt siyah taş yaptırmak da istemedim. Yıldızlar gelince aklıma..." diye açıklama yapan kız devam etti.

 

"Sen kütüphanedeyken tanışma yıl dönümü hediyemi vermiştin ancak benimki onca yoğunluk arasında galeyana geldi. Aslında direkt uzak mesafe bilekliği alacaktım araştırma aşamasındaydım ama olaylar olunca kaldı. Kütüphanedeki buluşmadan sonra Doğu'nun odama geldiği bir vakit konuşurken aklıma geldi. Tanıdığı, bildiği ya da yaptıracağı güvenli bir yer var mı diye sordum. Aurora olayından bihaberim tabii o zaman..."

 

Son cümlesini ultra iğneleyici bir şekilde söylemişti.

 

"Bunun taşını atmaktan asla vazgeçmeyeceksin değil mi?"

 

"Tabii ki de. Basit bir konu değil sonuçta. Alışmalısın. Neyse işte Doğu 'Sıradan bir bileklik alman görevler sırasında yanında taşıyamamasına neden olur. Anladığım kadarıyla senin isteğin aslında görevlerde takması.' diyerek zihnimi okuyarak ekleme yaptı. 'Ben bizim gizil formatta bir şeyler ayarlayabilirim. Herhangi bir sinyal vermeyen, aksi bir durumda yer tespiti ya da farklı bir şeye neden olmayan bir yazılımla yaparız bilekliği.' dedi. Tabii ben heveslendim. 'Bana sadece bilgisayar ve küçük bir mikro çip lazım. Ama kamuflaj yani bileklik kısmı sende. Ona dair tanışım yok.' dediğinde Özgür abime gittim. Kendisi bu tarz ile ilgilenmese de çok iyi bir arkadaşına yönlendirdi beni. Su geçirmeyen ve kırılmayan bir tasarım olacağını belirttim adama. Doğu o kişinin numarasını alıp iletişime geçti, Ortak olarak yaptılar. Ayrıca birisi bilekliği zorla açmaya kalkışırsa mikro çip kendi kendini imha ediyormuş. Öyle dedi Doğu." diyen genç kız baş parmağını bilekliğin üstüne koydu.

 

5 saniyenin sonunda Burak'ın bileğinde hafif bir ısı, bilekliğindeyse kanat çırpan parlak bir Kelebek figürü belirmişti.

 

 

Dudaklarında kocaman bir gülümseme beliren adam, kelebek figürü kaybolduğunda baş parmağını bilekliğine koydu ve yeşilleri karısının bilekliğine çevirdi.

 

Yine 5 saniye geçtikten sonra Hilal'in dolunayında uluyan bir kurt figürü belirmişti.

 

 

"Bayıldım. Kesinlikle bayıldım Kelebeğim." dedi Burak kızın dudaklarına mini bir öpücük bırakarak.

 

"Dur dur daha yeni başlıyoruz. Normal bileklerde dokununca direkt algılıyor ancak özellikle senin müsait olmadığın bir anda olma riskine karşı Doğu 5 saniyelik bir süre tanıdı. Ayrıca başka birinin aktifleştirme riskine karşı..." diyerek duraksayan genç kız başarmağını havaya kaldırdı.

 

"Parmak izine özel ayarladı. Benim bilekliğim yalnızca benim, seninki de yalnızca senin baş parmağının izi ile aktifleşiyor."

 

Gülümsemesi büyüyen Burak memnun bir şekilde başını salladı.

 

"Güzeeel."

 

"Bence de. Bu ışıltılı hal baş parmağa özel. İşaret parmağında ise..." diyen kız işaret parmağını bilekliğe tuttu. 5 saniye sonunda Burak kolunda az öncekinden daha yüksek bir ısı ve kuvvetli bir titreşim hissetmişti.

 

"Titreşim ve ısı var." dedi Hilal sırıtarak.

 

Karşılık olarak kıza titreşim gönderen Burak bilinçli bir şekilde konuştu.

 

"Işıltıyı çalıştıramayacağımız bir ortamdaysak eğer kullanabilmemiz için."

 

"Kesinlikle öyle. Büyük ihtimalle ben tedbiren ilk işareti gönderen olmam zaten. Ama olur da seni özlersem benim kullanacağım yöntem bu. Sen müsait isen ışıltı gönderirsin, değilsen de titreşim ile karşılık verirsin."

 

"Mantıklı... Bu gerçekten mükemmel." diye mırıldanan adam operasyonlarda bir şekilde Kelebeği ile iletişime geçebileceği düşüncesiyle heyecanlandığını hissetti.

 

"Doğu torpil olarak bir özellik daha eklemiş. Dün bilekliği verirken söyledi bunu. 'Daha donanımlı yazacağım bir durum ama bu haliyle şimdilik iş görür.' dedi." diyen kız, serçe parmağını bilekliğe okuttu.

 

Beş saniye geçtiğinde hiçbir şey olmazken Hilal işaret parmağı ile beyaz taşın üzerine vurmaya başladı. Her vuruşta Burak'ın bileğinde mini titreşimler beliriyordu.

 

Kaşlarını havaya kaldıran Burak soru dolu bir sesle konuştu.

 

"Mors alfabesi?"

 

"Mors alfabesi." diye onayladı Hilal onu.

 

Adam bu durumu sindirmeye çalışırken genç kız telefonunu çıkardı.

 

"Doğu bileklik için bir uygulama da tasarlamış. Uygulamada zaman ve işlem bakımından her şey kaydediliyor. Diyelim o an uyuyordum ışıltıyı kaçırdım ya da çok yoğundum titreşimi hissetmedim uygulamadan takip ederek görebilirim. Ayrıca uygulamada alarmla bildirim de var. Bu sayede telefonum yanımdaysa bileklikteki durumu fark etmesem bile bildirim/alarm sayesinde dönüt verebilirim. Ve tabii ki şu an için benim açımdan en önemlisi..."

 

Telefonu adama çeviren genç kız boş sayfayı gösterdi

 

"Hadi mors alfabesini kullan."

 

Hızlıca adımları tekrar eden Burak parmağı ile siyah taşa vurmaya başladı. Her vuruşu boş sayfada nokta şeklinde yankılanmış, hareketleri bittiğindeyse ufak bir bildirim sesi eşliğinde Türkçe karşıtlığı konumlanmıştı.

 

'Karıcığım seni yine öpmek istiyorum.'

 

Mesajı okuyan Hilal neşeyle güldü.

 

"Bilirsin buna asla hayır demem."

 

"Bilmem mi?" diyen Burak tekrardan bilekliğe baktı.

 

"Bu fikir öylesine harika ki..."

 

"Neden benim aklıma gelmedi?' diye kendini yemene sebep oluyor değil mi?" diye takıldı kız sırıtarak.

 

"Onun egosunu yarıştırmayacağım şu an. Çünkü birçok şeyi benim açıdan kolaylaştıracak bir durum bu." diyen adam düşünceli bir şekilde kıza baktı.

 

"Harekata giderken bunu götürebilir miyim bilmiyorum. Sormam lazım ama... Götürebilmek için her şeyi yapacağım. Çok şeyi değiştirecek bir olay bu. Tek senin için değil, benim için de çok önemli. Seninle iletişimde, bağda kalmak."

 

"Biliyorum." diye fısıldayan genç kız aklındakileri söyledi.

 

"Olur mu bilmiyorum ama... Eğer götürebilirsen her gece müsait bir âna çıktığında bana ışıltı göndermeni istiyorum. Saat sorun değil, uyuyor olmam sorun değil. Yeter ki o haber gelsin. Bir de... Eğer götürürsen geceleri belli bir saatte sana titreşim göndermek istiyorum. Boş bir umut belki ama..." diyen Hilal dudağını ısırarak duraksadı.

 

"Ama?"

 

"Eğer o an kabus görüyorsan belki bileğindeki titreşim seni uyandırır. Her gece belli saatte alarm kurup bir yerden sonra o saatte kendiliğinden uyanma misali. Ama bunun bedeni değil de daha Psikolojik açısı. Benim o saatte ayakta olup seni uyandırma çabam olduğunu bilirsen belki... Uyanırsın."

 

Dudaklarında bir tebessüm beliren Burak başını aşağı yukarı salladı.

 

"Oluru yüksek bir ihtimal. Seni hissettiğimde kabus görmüyorum sonuçta. Denenebilir bu yüzden de. Öncelikle... Yarın pist alanına geçmeden Mithat Yarbay'a uğrayalım. Sen arabada beklersin ben de izin almaya giderim. Olur da izin verilirse her gece saat 3.30'da dediğin gibi yaparsın." diyen adam, kızın kendisini onayladığını gördükten sonra çapkın bir şekilde güldü.

 

"O zaman şimdiiii... Teşekkür zamanı."

 

"Hmmm." diye mırıldanan Hilal cilveli bir şekilde kocasına doğru yaklaştı.

 

"Sadece teşekkür yetmez çokça bolca teşekkür isterim kocacığım."

 

"Zevkle karım. Büyük bir zevkle hem de." diyen adam aşık olduğu dudaklara yöneldi.

 

~

 

Burak ne yapmış etmiş bilekliği harekata götürmenin bir yolunu bulmuştu.

 

'Acaba bileklik sayesinde bir şekilde Serkan'ın durumunu bildirebilir miyim?' diye düşünen Hilal aklının bir köşesine bunu not etti. Doğu ile işbirliği yaparsa mors alfabesiyle ulaşabilirdi belki.

 

Odayı toplarken poşete koyduğu kırık eşyalara hüzünle baktı.

 

Bazı eşyalar geri dönüşü olamayacak şekilde kırılmıştı.

 

Atma hakkını kendinde bulmayan Hilal onları bir poşete koyarken kendi hatırları kırılmışçasına üzülmüştü.

 

Serkan'ın hali aklından çıkmazken "Ne oldu size?" diye fısıldayarak arkasına yaslandı. Kısa süre sonra günün yorgunluğu tüm ağırlığıyla üstüne çökerken karmaşık duygular içerisinde uykuya daldı.

 

2 Saat Sonra

 

Duyduğu hıçkırık sesleriyle sıçrayarak uyanan Hilal uyku sersemliğiyle çevresine bakındı. Bu yabancı odada ne işi olduğunu düşünürken yaşananları hatırlayarak hızla Gülderen'in yanına koşmuştu.

 

Işığı bir anda açmak istemediği için telefon flaşıyla arkadaşının odasına giren Hilal yatakta oturarak ağlayan kızı görerek hüzünlü bir nefes aldı.

 

Onun varlığını fark eden Gülderen acı bir şekilde fısıldamıştı.

 

"Ben bu güne böyle uyanmamıştım."

 

Arkadaşına yaklaştığında yastıklardan birine güçlü durmak istercesine sarılmış olduğunu fark etti.

 

"Gidecek diye, onsuz uyuyacağım diye mahvolmuştum ama... Bunların olacağını hiç düşünmemiştim. En kötü kabusumda bile yoktu. Gerçekleri bu şekilde öğrenmemeliydi."

 

Birkaç saniye duraksayan Hilal usulca sordu.

 

"Neyi öğrenmemeliydi?"

 

Cevabını merak ettiği için mi yoksa Gülderen anlatsın da rahatlasın diye mi bu soruyu sorduğundan emin değildi.

 

Gözyaşları yeniden akmaya başlayan Gülderen sessiz kaldı.

 

"Anlatmazsan çözemezsin Anka."

 

"Anlatsam da çözemeyiz." diyen genç kız acı bir şekilde tebessüm etti.

 

"Çözebileceğim kişi kilometrelerce uzakta ve savunmamı dinleyemez meselesinden de değil. Serkan affetmez beni Hilal. Yaptığım şeyi asla kabul etmez, onu sevdiğime inanmaz... Güvenmez de bundan sonra."

 

Arkadaşının ultra olumsuz cümlelerine karşı çıkmak üzere olan Hilal duraksadı.

 

Serkan'ın yapı olarak zor güvendiğini ve affetme konusunda sert kuralları olduğunu az buçuk biliyordu. Gülderen haklı olabilir tabii...

 

"Söz konusu sensin ama." dedi kesin bir yargıyla.

 

"Benim olmam daha da kötü ya. Adam hayatı boyunca ilk defa birinin ellerine sorgusuz sualsiz ruhunu teslim etmişti. Ve ben o ruhun üzerinde fütursuzca tepindim."

 

Gülderen'in ses tonu ve ruh halini gören Hilal endişeli bir şekilde yutkundu. İçine atıp konuşmazsa harekat dönüşüne kadar derin bir depresyona girmesi kaçınılmaz olacak gibiydi.

 

"Aç mısın?" diye soran genç kız cevap vermeden telefon kilidini açtı.

 

"Pizza, hamburger ya da dürüm. Hangisi?"

 

"Hiçbiri..."

 

"Üzgünüm öyle bir seçenek yok canım." diyen Hilal arkadaşının cevap vermeyeceğini tahmin ederek dürüm-ayran sipariş etti.

 

Hilal'in ayağa kalkarak odanın ışığı açmasıyla derin bir nefes alan Gülderen monoton bir sesle sordu.

 

"Ne zaman gideceksin?"

 

"Gitmeyeceğim."

 

"Hilal gerçekten..."

 

"Gülderen hiçbir güç seni bu halde yalnız bırakmama neden olamaz. Boşuna nefesini tüketme istersen."

 

Bir süre arkadaşına bakan kız yorgun bir şekilde arkasına yaslandı.

 

"Ben senin hastan değilim."

 

Her defasında bir şekilde bu muhabbeti yaşayan Hilal bıkkın bir şekilde yanıt verdi.

 

"Ne güzel. Ben de senin psikoloğun değilim zaten."

 

"Arkadaşım da sayılmazsın." dedi Gülderen acımasız bir şekilde. Tek istediği yalnız kalmaktı.

 

"Bak bu gerçekten acıttı. Sen arkadaşın olmayan bir tanışın benzer bir şey yaşadığında onu yalnız bırakırsın Gülderen ama ben bırakmam

Yapıma ters."

 

"Yorgunum. Gerçekten çok yorgunum. Rahat bırak beni. Lütfen."

 

Kızın kıpkırmızı gözlerindeki umutsuzluğa ve acıya bakan Hilal başını iki yana salladı.

 

"Bu ruh halindeyken yalnız kalman hiç mantıklı değil. Saçma bir şeyler yapabilirsin."

 

Bakışlarını odada gezdiren Gülderen boğazı düğümlenirken titrek bir nefes aldı.

 

"Bu evde yapmam, yapamam."

 

"Evden çıkman için dış kapıyı açman yeterli."

 

Bu tespiti yorumsuz bırakan genç kız elindeki yastığa alnını yasladı.

 

"Belki öylesi daha iyi olur. Geldiğinde affetmeyecek zaten... Yok olmam işine gelir."

 

Tekrardan yatağın yanına oturan Hilal, kızın anlayacağı dilden konuşmaya karar verdi.

 

"İnsanın aşık olduğu kişiyi unutması zaten kolay değilken bir de ölüp kendini tamamen ölümsüz mü kılacaksın?"

 

Cümleyi duyan Gülderen donakalmıştı.

 

"Sevdiğin adama bu kötülüğü yapmayacağını umuyorum." diye devam etti Hilal daha yumuşak bir sesle.

 

Kalbindeki sancı şiddetlenen genç kız tekrar gözyaşlarına boğulurken çaresiz bir sesle fısıldadı.

 

"Ne yapacağım ben Hilal? Canım çok yanıyor. Benim canım bu kadar yanıyorken o... O ne yapıyordur? Ona ihanet ettiğimi düşünüyor. Onu kandırdığımı sanıyor. Yalan da değil gerçi. Keşke en başında ona hiç yaklaşmasaydım. Ama... Ama ben bilmiyordum ki. Ona aşık olacağımı bilmiyordum. Bilmiyordum."

 

Arkadaşına sarılarak onu sakinleştirmeye çalışan Hilal yüreğine düşen kuşkuyu bastırmaya çalıştı.

 

Aşık olduğu kadının ona ihanet ettiğini düşünerek göreve giden Serkan, o görevde neler yapardı?

 

Düşüncelerinin aksine ağlayan kıza teselli cümleleri sıralayan Hilal kapının çalmasıyla ondan ayrıldı. Kısa süre sonra siparişleri teslim almış, Gülderen'i de zar zor mutfağa götürmüştü.

 

"Onu yiyorsun Gülderen. Zaten bugün sırılsıklam oldun bir de aç kalarak bünyeni daha fazla yıpratmak yok."

 

İtiraz etmek için dudaklarını aralayan kız, Hilal'in bakışlarını gördüğünde somurtarak dürümünü eline aldı. İlk lokmayı aldığında aslında çok acıktığını fark etmişti. Bu farkındalık ile yemeğe başladı.

 

Dürümün yarısına geldiğinde ise aklına gelenle dürümü tabağa bırakmıştı.

 

"O yemek yememiştir, açtır."

 

Gülderen'in titreyen sesini duyan Hilal anında müdahale etmişti.

 

"Yemiştir, toktur. Burak'lara bir şey çaktırmamak için bir şey olmamış gibi davranmak zorunda."

 

"Sonra? Ne yapacak? Bir merminin karşısına geçip..."

 

"Öyle bir şey olmayacak Gülderen. Burak bir terslik olduğunu anlayacaktır. Arkadaşına bir şey olmasına izin vermez. Yıllar önce Serkan'ın da izin vermediği gibi."

 

Hikayeyi bilen Gülderen o ruh haline rağmen hafifçe tebessüm etti.

 

"Serkan hikayelerinden bahsetmişti. Aralarındaki bağı gören bir insan birbirlerinden o derece nefret ettiğine inanamaz."

 

Tebessümü yüzünde solan genç kız boğazındaki yumruyla yutkundu.

 

"Serkan böyledir ama. Özellikle ilk tanıştığı kişilere karşı. Kimseyi yanına yaklaştırmaz, insanlara mesafelidir. Kendi kabullenemedikleri var diye hayatından... Ailesinden asla konuşmaz. Ve ben..."

 

Gözlerinden bir damla yaş düşen Gülderen yeni bir ağlama krizine kapılacağını fark ederek hızla ayağa kalktı. Elini yüzünü yıkama niyetiyle banyoya yönelen kız kırık kapıyı gördüğünde sabah yaşananları hatırlayarak olduğu yere düşercesine çöktü

 

Sevdiği adam onu banyoya kilitlemişti.

 

Peşinden gelmesin diye...

 

Gülderen ne olduğunu anlayana kadar dakikalar geçmişti çünkü Serkan gelip 'Kalkış saati ertelendi. Helikopter rötar yapacakmış. Acele etmene gerek yok. Kahvaltı yapıp çıkarız hatta

Ben hazırlıyorum bir şeyler.' demişti.

 

Nereden bilebilirdi ki Serkan'ın aslında anahtarı almak için kapıyı açtığını, şüphelenmesin diye de o cümleleri söylediğini.

 

Şimdi düşününce Serkan'ın buz gibi bir ses tonuyla konuştuğunu anlıyordu ancak o an ihtimal bile vermemişti.

 

Dakikalar sonra bornozuna sarılıp kapı kolunu indirdiğinde kapının açılmaması kabusunun başlangıcı olmuştu.

 

Önce şaka sanmış serzenişte bulunmuş, ses gelmediğindeyse işin ciddi olduğunu anlayarak cümleleri sertleşmişti.

 

Boş eve konuştuğunu anladığı an, büyük bir afallamayla donakalmıştı.

 

'Veda burukluğuyla da olsa gayet güzel geçen bir geceden sonra ne olmuştu da Serkan onu banyoya kilitlemişti?' sorusu aklında dolanırken eli ayağı tutmaz olmuştu.

 

Sonra o düşünce fısıldamıştı zihnine.

 

'Öğrenmiş olabilir mi?'

 

Hissettiği korku iliklerine kadar titretirken zorlukla ayağa kalkıp kapıyı yumruklamaya başlamıştı. Bir yandan da yalvarıyordu. Öğrenmemiş olması için, başka bir şey olması için...

 

Rötar olayının gerçek olmama ihtimali yeni bir korkuyla sarsılmasına neden olurken banyoda etrafına bakınmaya başlamıştı.

 

Kapıyı bir şekilde açacak ya da kıracak bir şey olmalıydı ama ne?

 

'Senden başka bir şey yok.' diyen iç sesiyle etrafına bakınmayı kesen Gülderen birkaç adım geriye çekilerek banyo kapısına omuz vurmuştu.

 

Bu çabası elbette hiçbir sonuç vermemişti.

 

Fakat Gülderen'in vazgeçmek gibi bir lüksü yoktu.

 

2,3,4,5...

 

Her vuruşuyla yük bindirdiği omzunda yeni bir acı hissetse de durmamıştı Gülderen. Sonunda önce pervaz duvardan ayrılmış sonra da kapı büyük bir gürültüyle yere düşmüştü.

 

Kapıyı kırdıktan sonrası çok da net değildi Gülderen için. Salonun hali ile korkarak etrafını taramış, ikinci telefonunu kırılmış bir şekilde yerde gördüğündeyse eline gelen ilk kıyafetleri üstüne geçirerek dışarı çıkmıştı.

 

Şimdi düşünüyordu da o anda bir taksi çevirip yetişmeye çalışmak yerine ekipten birine telefonla ulaşıp Serkan'ı durdurun deseydi her şey farklı olabilirdi.

 

Bu düşünceyle hıçkırıkları şiddetlenirken elleriyle bacaklarına vurmaya başladı.

 

Aptaldı işte. Başına gelen her şey de zaten bu aptallığı sebebiyle olmuştu.

 

Elleri üzerinde hissettiği eller kendine vurmasını engellerken Hilal başını iki yana sallayarak ona baktı.

 

"Yapma güzelim. Kendine zarar vermen hiçbir işe yaramayacak."

 

"Ona daha büyük bir zarar verdim. Aptalım ben. En başında bu işe hiç kalkışmamalıydım."

 

"Hangi işe?" diye sordu Hilal, kızı konuşturma umuduyla.

 

Onun sakin ses tonunu duyan Gülderen ela gözlere baktı.

 

"Anlatmayacağım Hilal."

 

"Anlatmalısın Gülderen."

 

"Anlatmam hiçbir şeyi değiştirmeyecek."

 

"Şu an kendini mantıklı bir şekilde muhakeme edemiyorsun. Anlatırsan doğru yanlışı farklı bir gözden görmüş olacaksın. Bu bir adım ileri gitmeni sağlayacak." dedi Hilal mantıklı bir şekilde.

 

"Doğru olduğum tek bir konu bile yok Hilal. Ayrıca ilerlemek falan da istemiyorum."

 

"Doğru olduğun tek konu yoksa... O zaman senin mantığına göre şu an yaptıklarının bedelini ödüyorsun."

 

"Nasıl yani?" dedi kız kaşlarını çatarak.

 

"Sevdiğin adamı tehlikeli bir göreve küs bir şekilde vedalaşmadan gönderdin. Bu vicdanını asla rahat bırakmayacak. O gelene kadar doğru dürüst hayatını idame ettiremeyeceksin. Doğru mu?"

 

Bunu böyle düşünmeyen Gülderen gözlerin kırıştırdı.

 

"Yani... Şu an yaptıklarımın kefaretini ödüyorum öyle mi?"

 

"Öyle varsayalım. Almak istediğin cezada kavruluyorsun zaten şu an. Dediğinde haklıydın. Bu durumda anlatsan da gerçek değişmeyecek."

 

"O zaman... Neden anlatmam için çabalıyorsun?" diye sordu Gülderen kafası karışmış bir şekilde.

 

'Çünkü kendi kelimelerinle yaptıklarını itiraf etmen ve bunu yaparken Serkan'a verdiğin değeri ifade etmen kendine bu kadar sert davranmanın önüne geçecek. Ruhun bilinçsiz bir şekilde, az da olsa kendine merhamet edecek. Bu da benliğinin kendini korumasını ve harekat sonuna kadar bir şekilde dayanmanı sağlayacak.'

 

Karşısındaki kızın gözlerine bakan Hilal bunu sesli söylemedi. Gülderen öylesine büyük bir pişmanlık ve vicdan azabında kavruluyordu ki kendine merhamet etmek, listesinde son sırada bile değildi.

 

Bunun bilinciyle diğer basit gerçeği belirtti.

 

"Merak ediyorum. Arkadaşıma ne yaptığını, sevgilimin niçin arkadaşını korumak için çabalayacağını merak ediyorum. Hikayeye Burak dahil olduğu an bunu öğrenme hakkımın otomatik olarak doğduğunu düşünüyorum."

 

Bu cevap karşısında Gülderen duraksadı. Hilal'i pek tanıdığı söylenemezdi bu yüzden salt gerçeğin bu olup olmadığını anlayamamıştı ama Burak konusunda söyledikleri doğruydu. Sevgilisinin potansiyel riske girme nedenini öğrenmeye kesinlikle hakkı vardı.

 

"Bu çok uzun bir hikaye." diye mırıldandı yorgunca.

 

"Neyse ki vaktim çok."

 

"Ben... Nereden başlayacağımı bile bilmiyorum Hilal."

 

"En başından başlayabilirsin." diyerek onu yüreklendiren genç kızla tekrarladı.

 

"Ama gerçekten uzun."

 

"Saatler önce sevgilimi süresiz harekata gönderdim Gülderen. Onun ne yaptığını ve neler olabileceğini düşünerek delirmektense uzun bir hikaye dinlemeyi yeğlerim."

 

'Ben de anlatmayı.' diye düşündü Gülderen.

 

Bu gece tek başına kafayı yiyeceği kesindi.

Sırf bu sebeple anlatmaya karar verdi.

 

"Tamam anlatacağım. Odaya geçelim."

 

İkili saniyeler sonra karşılıklı bir şekilde oturma odasında oturuyorlardı. Hilal, Gülderen'e anlatması için zamana tanırken Gülderen umutsuz bir sesle mırıldandı.

 

"Nasıl başlayacağımı bilmiyorum."

 

"Baştan başlayabilirsin. En baştan. Dediğim gibi vaktim çok."

 

"Ben..." diye cümleye başlayan Gülderen kızın bakışlarındaki anlayış ve sabrı gördüğünde dilinin bağının çözüldüğünü hissetti.

 

"O zaman önce her şeyin başlangıcına, yani çocukluğuma gitmemiz gerekecek. Nedenlerimi başka türlü ifade edemem gibi...

Biz maddi olarak çok iyi bir aileydik. Hâlâ öyleyiz gerçi ancak ben kendi çabamla kendi ayaklarımın üzerinde durmayı tercih ediyorum. Babam çok iyi bir şirketin Ceo eş yardımcısıydı. Annem de bizim camiadaki bilindik bir Derneğin başkanıydı. İlk 5 yılımı düşündüğümde aklıma ilk olarak babamın sürekli iş gezilerine gitmesi ve annemin de yoğun bir şekilde dernek toplantıları, davetleri ve yemekleriyle meşgul oluşu gelir. Ben ise hafta içi anaokuluna gider, dönüşünde de özellikle seçilmiş Çocuk Gelişimci bakıcım ile etkinlikler, kitap okuma saatleri, İngilizce dersleri vs. yapardım. Sonrasında yavaştan yat saatim gelir, uyurdum. Ertesi gün benzeri. Hafta sonları ise önce baleye sonra da piyano kursuna giderdim. Eve geldiğimde ise eğer hava güzelse havuzda yüzme dersim, hava kötüyse de jimnastik eğitimim olurdu. O yoğunluğun peşine Çocuk Gelişimcim ile yatma öncesi eğitimim ve uyku. 4 yaşına geldiğimde dernek davetlerine annem ve Çocuk Gelişimcimle birlikte katılmaya başlamıştım. Annemin beni anaokuluna göndermeyip stilistine özenle hazırlatarak davetlere götürdüğü çok oldu. İnsanlara gittiğim kursları aldığım eğitimleri ve ne kadar itaatkar Hanım hanımcık bir kız olduğumu anlatırdı. Anlayacağın annem için çevresine hava atma aracıydım. Tüm eğitimlerini eksiksiz tamamlayan biricik uslu prensesi."

 

"Yoğun ve yorucu bir hayat gibi gözüküyor. Özellikle o küçük yaşın düşünüldüğünde." diye mırıldandı Hilal küçük Gülderen için üzüldüğünü hissederken.

 

Dudaklarında acı bir tebessüm beliren Gülderen küçücük bedeninin tempoya dayanamayıp hıçkırıklarla ağladığı geceleri hatırlayarak devam etti.

 

"Öyleydi. Annem ile aramızdaki ilişki davetlere gitmeye başladığımda güçlendi. Yani artık en azından annemi görüyordum. Elini tutuyordum. İnsanlar izliyor diye bana daha çok ilgi gösteriyordu. Ben de buna tutundum gıkımı bile çıkartmadan tüm eğitimlerimi(!) mükemmel bir şekilde yapmaya devam ettim. Aslında hepsi bir anda yüklenilmeseydi ve en önemlisi de eğitim/ders olarak adlandırılmasaydı sevebileceğim aktivitelerdi. İşte sorun buradaydı ya. Onların hobi, aktivite olması gerekiyordu. Yapamadım diye eğitimcilerim tarafından kızılması ya da 'Bunu hâlâ öğrenemedin mi? Hemen öğreneceksin.' diye Çocuk Gelişimcim tarafından ceza verilmemesi gerekiyordu. Tabii bunda bilinçli veya bilinçsiz annemin payı çok büyük. Her gün ne yaptığımı sorguya çeker, sürekli öğretmenlerim ile iletişim halinde olur ve ilerleme görmezse ya da müfredat gerisi bir durum fark ederse o eğitimciyi kovar üstüne üstlük herkes tarafından da mimlenmesini sağlardı. İlk bale kursumu böyle yaparak kapattırdığını hatırlıyorum. Annem memnunsa dernekte över camia çocuklarını yeğenlerini gönderir, annem beğenmezse kimse kapısına bile uğramazdı. E hal böyle olunca onlar da işlerini kaybetmemek için her şeyi yapıyorlardı. Benim 4 yaşında küçük bir çocuk olduğumu hatırlayan yoktu. Gel zaman git zaman 5 yaşına girdim. Onca eğitimime bir de okuma yazma ekletti."

 

"Okuma yazma?" diye tekrarladı Hilal şaşkınca.

 

"Evet. İlkokula gitmeden önce öğrenmem gerekiyormuş. Anaokulundan eve geldikten sonra bir de okuma yazma dersim olacakmış. Şaşırtıcı ama Çocuk Gelişimcim işini kaybetme pahasına buna itiraz etti. Onca eğitimimin üstüne buna yetemeyeceğimi, bir sonraki yıl zaten okulda yaşıtlarımla öğreneceğimi söyledi. Anneme bir şeyi 'Yapmamalısın' de ve olacakları gör. Ertesi gün anında işine son verildi tabii ki. Neymiş? 'Biricik kızı mükemmel birisiymiş, nasıl okuma yazma durumu ağır gelirmiş. Tabii ki yaşıtlarından önce öğrenecekmiş. Sınıf bile atlayacakmış o daha.'

Bana biçtiği rol artık iyice üstüme bol gelmeye başlamıştı. Ağladım karşısında, yalvardım ama nafile. Babam iş gezisindeydi gizlice onu aradım böyle böyle dedim. Annen nasıl uygun görürse dedi sadece. Bunun benim iyiliğim için olduğunu, eğitiminin şimdiden başlamasının gelecek iş hayatımda çok artısı olacağını söyledi. Tabii annem kendine itiraz edilmeyince borusunu öttürmeye devam etti. İstediği şartları yerine getirecek bir Çocuk Gelişimci buldu."

 

Hüsran dolu bir nefes alan Gülderen başını iki yana salladı.

 

"Aslında bir önceki çocuk gelişimcimi sevdiğimi anladığım bir zaman dilimiydi. Gelen kişi çok... Nasıl ifade etsem bilemiyorum. Annemin yanında onun istediği gibi disiplinli, otoriter tamamen öğretme odaklı biriydi. Ama birebirdeyken telefonu asla elinden düşmezdi. Bana bir şeyler öğretmesi gereken vakitlerde 'Çalış, öğren.' diye beni zorlar kendisi sevgilisiyle mesajlaşırdı. Harfleri öğretmek için internetten videolar açardı mesela. Annemden korkuma kendi kendime bir şeyler öğrenmeye çalışırdım. O ise telde takılmaya devamdı. Aldığı parayı hak eden hiçbir şey yapmıyordu. Bir de üstüne üstelik annemin haftalık kontrol sınavında 'Ben anlatıyorum ama Gülderen çalışmamak için diretiyor hatta beni dinlemiyor.' falan derdi. Annemden hatta babamdan bu konuda birkaç azar işitince çok sinirlendim. Çözüm bulmak istedim. Okuldaki öğretmenime bir insanın hatasını nasıl ortaya çıkarabiliriz diye sordum. Delilden bahsetti bana. Kayıt, imzalı dosya, resim, video gibi şeylerden. Ne yapabilirim diye düşünürken verdiği birkaç örnek aklıma geldi babamın evdeki kamerasını gizlice odama yerleştirdim ve ders esnasında bizi çektim. İlk başta anneme gösterecektim videoyu. Yanına giderken dank etti. Bu gitse başkası gelecekti. Videoyu göstermek çözüm değildi. Ne yapacağımı düşünürken spontane gelişti her şey. Okul dönüşü parkın yanında geçerken 'Parka gitmek istiyorum.' dedim. Çocuk Gelişimcim anında 'Hayır!' dedi tabii. 'Eğer beni parka götürmezsen çektiğim videoyu annemlere gösteririm.' dedim. Ve böylece anlaşma yaptık o kadınla. Haftanın 2 günü beni parka götürmesi karşılığında sessiz kalacaktım. Tabii o sonradan işi daha da kendi lehine çevirdi parkta beni gözlemlemek yerine sevgilisi ile buluşmaya başladı, beni tamamen unuttu o ayrı."

 

"Şaka gibi..." diye mırıldandı Hilal sinirle.

 

"Hiç sorma. Ama... Benim asıl hikayem de böyle başladı. Bu yüzden şaşırtıcı bir şekilde minnettarım ona."

 

"Nasıl yani?"

 

"Parkta o beni izlemese de başkası izliyormuş. Yani o herkesi izlerdi gerçi."

 

"Kim?" diye sordu Hilal meraklı bir sesle.

 

"Ayla Ezeloğlu. O ilk günler, herkes gibi o da bir yabancıydı benim için ama bir gün parkta oyun oynarken düştüm. Canım yanmadı aslında ama ruhum acıdı. Şöyle bir etrafıma bakındım. Diğer çocukların annesi onlar düşse koşa koşa yanına giderdi ama benim yanıma koşacak ilgili bir annem yoktu. Sevgili Çocuk Gelişimcim de telefonda sevgilisi ile konuşmakla meşguldü. Şöyle bir baktı bana eliyle kalk kalk hareketi yaptı sırtını döndü kıkırdamaya devam etti. Başladım ağlamaya. Düşmem harici her şeye ağlıyordum aslında. Tam o esnada yumuşak bir sesin 'Çok mu canın yandı? Kalkmana yardım edeyim, bir bakalım yarana.' dediğini duydum. Başımı kaldırdım ona baktım sulu gözlerimle. Bakışlarımda her ne gördüyse gözleri doldu 'Ahh kuzum benim.' diyerek gözyaşımı sildi elini uzattı bana. Bir yabancıyla temas kurmamam gerektiğini okulda öğrenmiştim aslında ama... Çocuklar hisseder ya hani. Karşımdakinin kötü biri olmadığını biliyordum. Tuttum onun elini ayağa kalktım. Beni banka yöneltecekti ki işe yaramaz çocuk gelişimcim yanımızda bitti 'Napıyorsun?' diye çıkıştı beni kolumdan tutarak eve doğru sürüklemeye başladı. İtiraz edecekken 'Bir daha parka gelmek istemiyorsun sanırım.' diye tehdit etti beni. Sustum takıldım peşine. Sonraki gidişlerimde birkaç kez daha rastlaştık o kadınla. Konuşmadık ama uzaktan uzağa birbirimize tebessüm yolladık. Sonra bir gün..."

 

Duraksayan Gülderen elini ensesinde yer alan yara izine götürdü.

 

"Normal bir gündü. Salıncak sırasında sakin bir şekilde bekliyordum. Sonra bir anda benden büyükler geldi. Ortaokullu çocuklardı. Serserivari bir havaları vardı. Benim yaşımdaki biri için korkutucu gözüküyorlardı diyebilirim. Birkaç anne onlar gelince çocuğunu aldı götürdü ama benim çocuk gelişimcimin sevgilisi gelmişti. Bankta hararetle bir şey tartışıyorlardı. Gelen çocukları fark etmedi bile. Ben de pek önemsemedin salıncak sırası bana geldiğinde binmek istedim ama 'Binemezsin biz bineceğiz' diye beni engellediler. Aslında hep uyumluyumdur ama artık uyumlu olmaktan yorulmuştum. Yanlış yerde yanlış şekilde isyan edesim tuttu çenemi dikleştirdim 'Hayır benim sıram.' dedim. Sonrası çok hızlı oldu. Binmek için yeltendiğim salıncağı biri tuttu diğeri beni öne doğru çekti. Sallanmak istediğim için direnirken bir tanesi beni hızla arkaya doğru itti. İlk defa birisi tarafından fiziksel saldırıya uğradığım için haliyle dengem şaştı ve ciddi bir şekilde geriye savruldum. Salıncağın tam üzerine. Şimdiki gibi plastik değildi salıncaklar. Hani şu siyah ağır olanlar vardı ya onlardandı. Başımı önce salıncağın kenarına vurdum sonra da sert zemine. Ensemde sıcaklık hissettiğimde gözlerim kararmaya başlamıştı bile. O teyzenin korkarak yanıma koştuğunu gördüğümde o halime rağmen istemsizce gülümsediğimi hatırlıyorum. Artık benim için koşan biri vardı."

 

Bakışlarını odada gezdiren Gülderen o gün başlayan hikayesinin bugün bu şekilde sonlanmış olmasının şaşkınlığıyla devam etti.

 

"Adli Tabip uzmanıymış meğer. Artık mesleğini yerine getirmese de ilk yardımı anında uygulamış, ambulansı aramış. Çocuk Gelişimcim ve sevgilisi korkuyla kaçarken o beni hastaneye götürmüş. Tabii bilgilerim vs. yok kendisinde. Adımı bile bilmiyor. Hastane polisine olayı ve olaydaki rolünü bildirip benim başımda refakatçilik yapmaya başlamış. Ben yarı bilinçli yarı bilinçsiz halde hastanedeyken başucumda hep o endişeli kadın vardı. O güne dair hatırladığım en net şeylerden birisi bu. Doktorlar bilincini açık tutun dedi diye bana sürüyle masal anlattı, hikayeler uydurdu beni uyanık tutmaya çalıştı. Ben de o ilgiden memnun bir şekilde sustum. Yine o çocuk gelişimci yanıma gelir ya da annemler parka gittim diye kızar diye sustum ve gelen polislere ne ismi ne evimin adresini ne de ailemin numarasını verdim. Doktor travma sebebiyle korku suskunluğu yaşıyor olabileceğimi söylemiş. Hal böyle olunca polis kamera kayıtlarıyla, görgü şahitlerinin ifadesiyle kimliğimi bulmaya çalışmış. 4 saatin sonunda işten eve gelen babam yokluğumu fark ederek polise koşmuş da olay öyle aydınlanmış."

 

"4 saat mi?" diye fısıldadı Hilal durumun vahimliği karşısında ne diyeceğini bilemeyerek.

 

"Evet 4 saat. Annem dernek toplantısında. Evdeki hizmetli okuldan sonra uzun bir süre zarfında gelmedik diye endişelense de annemi arayıp yok yere kovulma riskini göze almamış, aramamış. Benzeri yaşanmıştı çünkü daha öncesinde. Bu yüzden de babam eve gelince 'Gelmediler haberiniz var değil mi? Dernekteler mi yine?' diye sorunca olay patlak veriyor. Babamın hastane odasına girişi dün gibi aklımda. Onu daha önce hiç böyle korkmuş görmemiştim. Bana gerçekten değer verdiğini ilk kez o an fark etmiştim. Yanıma geldi sımsıkı sarıldı, Ayla Teyzeye teşekkürler etti kalan saatlerde de refakatçiliğimi devraldı. Ayla teyze gittikten sonra o ana kadar susan ben hıçkırıklara boğuldum. Ağlamam sakinleştiğinde babam saçımı okşayarak olayı sordu bana. Anlattım ben de. Önce olayı peşine de o Çocuk Gelişimci kadının tavırlarını. Gayet bilinçli bir şekilde kendimi ifade etmem, hislerimi dile getirmem karşısında şaşırmıştı o gün. Ona göre hep küçük bir çocuktum sonuçta. Usulca 'Başka?' diye sordu. Neden bahsediyorsun diye sormadım. Bu sefer de annem yüzünden yaşadıklarımı, bu kukla durumunun ruhumu nasıl etkilediğini anlattım çocuk kelimelerimle. Ağlama halinden ve küçük yaşımdan dolayı gerçek anlamıyla psikolojimi anlatamamıştım belki ama o anladı. Yıllardır bana nasıl bir eziyet çektirdiklerinin aydınlanmasını yaşadı. 'Ne yapmak istiyorsun peki?' diye sordu. Ayla Teyze masal anlatırken birinde 'Ama o çocuktu.' gibi bir cümle kurmuştu. O geldi aklıma. 'Çocuğum ben. Çocuk olmak istiyorum.' dedim anlamının ağırlığını bile bilmeden. Koskoca adamın gözleri doldu başını aşağı yukarı salladı. 'Haklısın.' diye fısıldadı. Doktor kontrole geldi o sırada. Uyuyabilir iznim çıkınca 'Ben buradayım hadi uyu.' diyerek saçımı okşadı."

 

Derin bir nefes alan kız sehpanın üzerindeki sürahiyi alarak kendisine bir bardak su doldurdu. Birkaç yudum içtikten sonra hikayesine devam etti.

 

"Ben uyurken annem hâlâ ortada yoktu. Gecenin bir yarısı tartışmalarına uyandım ama gözlerimi açmadım. O gece; o güne kadar evle, benimle ilgilenmeyerek tüm direksiyonu anneme bırakan babam yanlışlarını fark ederek direksiyona geçmişti. O günden sonra tüm o eğitimler kaldırıldı. İstediğim zaman yüzüyordum, istediğim zaman piyano çalıyordum. Artık çocuk gelişimcim yoktu. Evdeki çok sevdiğim yardımcılar bakımımla ilgileniyordu. Dersler yerini oyunlara bırakmıştı. Bu böyle devam ederken babam yanıma geldi. 'O olayda çok savunmasızdın. Biz sana şu ana kadar kendini korumayı hiç öğretmedik. Bir daha benzeri yaşansın istemiyorum. Sen de kabul edersen eğer, ilgin de varsa seni bir savunma sporuna yazdırmak istiyorum. Hangisi olacağına sen karar verirsin. Hepten öğrenmek zorunda da değilsin. Kendini koruyacak kadar öğrenir sonrasında devam etmek istemezsen de bırakırsın. Olur mu?' diye sordu. Bana bu yaklaşımı da sesindeki ve gözlerindeki endişe de öylesine hoşuma gitti ki savunma sporundan kastının tam olarak ne olduğunu bilmesem de başımı aşağı yukarı salladım. Bana belli başlı broşürler getirdi, Karate'yi seçtim o derslere başladım. Annem prenses kızının dövüş kursuna gittiğini görünce dehşete kapılsa da sesini çıkaramadı. Babam artık o eski umursuz adam değildi. İş seyahatleri, toplantıları minimuma inmiş ve benimle gerçek bir baba gibi ilgilenmeye başlamıştı."

 

Dudaklarında tatlı bir gülümseme beliren Gülderen arkasına yaslandı.

 

"Sonraki birkaç ay içinde garip bir şekilde annem de dernek olaylarını azaltmaya başladı. O zamanlar anlamıyordum ama büyüyünce özellikle... Bir ilişkim olduğunda anladım olanları. Birbirlerinden kopmuş bir çiftti onlar. Nasıl başladı ya da en başından beri öyle miydi bilmiyorum ama biri eve gelmedikçe diğeri işlerini, meşguliyetlerini uzatmıştı. Karşılıklı yapılan bu misilleme kısır bir döngüde sıkışmış, aile olmaktan da çift olmaktan da koparmıştı onları. Yaz geldiğinde ailecek bir şeyler yapmanın tadına varmıştım ilk defa. Bu durumdan çok memnundum haliyle. Çocuk olmamı sağlayan o olay da Ayla teyze de sık sık aklıma gelirdi. Bir pazar kahvaltısında 'Bugün ne yapalım?' sorusuna 'Parka gidelim.' diye cevap verdim. Annemin 'Lunaparka gidelim istersen.' teklifini kabul etmedim. Ben o ablayı görmek istiyordum ama bunu bizzat söyleyemedim de. Sonunda O parka gittiğimizde yine bir bankta çocukları izlerken buldum onu. Tek bir fark vardı. Yanında bir adam, eşi, vardı."

 

Yetişkin insanların yanlarında çocuk olmadan sürekli parka gidip oturmasının çok da normal olmadığını bilen Hilal, bu çiftin hikayesini merak etse de Gülderen'i bölmeden dinlemeye devam etti.

 

"Ben çekingen bir tepkiyle yanına gidip gitmemek arasında kalırken babam kadını fark etti. Anneme 'Bizimkini hastaneye götüren kişi.' diyerek o tarafa yöneldi. Yetişkinler birbiriyle tanışırken meraklı bakışlarla onlar izliyordum. Babam teşekkür etme isteğiyle evimize yemeğe davet etti onları. Ayla Teyze başta itiraz edecek gibiydi ama ben kedi bakışlarımla bakıp 'Lütfeeen.' diye ısrar ettiğimde tebessümle kabul etti. Ayla teyzenin Ayla Teyzem, anne yarım, olması bu yemekten sonra gerçekleşti. Parka oldukça yakınmış evleri. Bizim ev de parkın diğer tarafında kalınca pek yakın olmasak da komşu sayılıyormuşuz aslında."

 

Suyundan bir yudum daha alan genç kız kendisini ilgiyle dinleyen Hilal'e baktı.

 

"Şaşırtıcı bir şekilde annem ve Ayla teyzem oldukça iyi anlaştı. Aynı şekilde babam ve Zafer amcam da... Gel git derken tam anlamıyla aile dostumuz olmuşlardı. Okuldan sonra eve değil de Ayla teyzemlere geçtiğim, akşamları ailecek buluştuğumuz çok vakit oluyordu. Onların çocukları yoktu bu yüzden de beni sanki öz kızları gibi seviyorlardı. Bazı pazarlar annemleri baş başa vakit geçirmesi için bırakıp Ayla Teyzemlere gittiğim olurdu. Hatta orada yatıya kalmışlığım bile oldu. Çocukluğum, sonra da gençliğim iki ev arasında büyük bir zevkle mekik dokuyarak geçti. Ama... Bir sorun vardı. Anlamlandıramadığım, dile getiremeyeceğim ama hep hissettiğim bir sorun vardı."

 

"Nasıl bir sorun?"

 

"Anlamlandıramadığım bir durgunluk, belki özlem duygusu. Sorun hed neyse annemler de bunu biliyordu. Birkaç kez Ayla teyzemi annemin omzunda ağlarken görmüştüm. Bir derdi vardı ama ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Sormaya da çekindiğim için sadece bir hüsnü kuruntu olarak kalmıştı bu durum. Sonra bir gün evde dolaşırken daha önce hiç girmediğim bir odanın kapısını açarken buldum kendimi. Merak mıydı, içgüdü müydü bilmiyorum. Ama tahminlerimin ilk tohumu o gün filizlendi. O odayı gördüğümde."

 

"Ne vardı odada?" diye sordu Hilal az buçuk tahmin ederken.

 

"Aslında 'Ne odasıydı?' diye sormalıydın. Karşımda bir bebek odası duruyordu. İtfaiye arabalarıyla süslü bir bebek odası. Bu arada demedim galiba ama Zafer amcam eski itfaiyeciydi. Bir yangında yaralandığı için emekli olmak zorunda kalmış. Tanıştığımızda itfaiye istasyonlarında Eğitimci olarak çalışıyordu."

 

Tahmin ettiği gerçeği duyan Hilal hüzün dolu bir nefes aldı.

 

"O odayı gördüğümde 16 yaşındaydım. Sonunda bazı taşlar yerine oturmuştu. Annemle babamın sessiz bakışlarla beni Ayla Teyzemlere gönderişi, Ayla teyzemin bazı zamanlarda gözleri dolu dolu dalgınca beni izlemesi, Zafer amcamın gözlerinde gizli olan o burukluk... Yine de soramadım. Sanki sesli dile getirsem daha çok acı çekeceklerdi. Ben de usulca sesiz kaldım. Annemlere bile bir şey demedim, bildiğimi belli etmedim. Fakat sonraki yıl..."

 

O dehşet verici günü hatırlayan Gülderen elindeki bardağı sehpaya bırakarak kısık bir sesle devam etti.

 

"Ayla teyzemlerde televizyon izliyordum. Akşama annemler yemeğe gelecekti bu yüzden okuldan sonra ona yardım etmeye gitmiştim. Bir süre sonra 'Yoruldun sen' diyerek beni dinlenmeye gönderdi. Televizyonda pek bir şey yoktu. Zap yaparken bir haber kanalına denk geldim, telefonuma mesaj gelince de kanalı öylece bırakıp tele yöneldim. Tam o esnada koca bir gürültü koptu. Korkuyla yerimden sıçrayıp arkamı döndüm. Ayla Teyzem elindeki salata tabağını yere düşürmüştü. İyi misin diye sormama kalmadan gözümün önünde kendi de yere düştü. Titriyor, anlamsız şeyler sayıklıyor, ağlıyor, resmen kriz geçiriyordu. O kadar çok korktum ki Zafer amcamı aradım telaşla. Durumu anlattığımda 'Ambulans gönderiyorum, ben de hemen geliyorum. Kendine zarar vermesini engellemeye çalış.' dedi telefonu kapattı. Ayla teyzemin ellerini falan tuttum konuşmaya çalıştım ama beni hiçbir şekilde duymadı, hiçbir tepki vermedi. Zafer amcam ambulans ile eş zamanlı geldi, apar topar hastaneye gittiler. O gün öğrendim. Her aralık ayında köye gidiyoruz diyen Ayla Teyzemin aslında o zaman diliminde psikiyatri servisinde yattığını vs herhangi bir tetikleyici unsur olduğunda kriz geçirdiğini."

 

"Bu krizlerin o bebek odasıyla bağlantısı vardı değil mi?"

 

Göz kenarlarında yaşlar biriken Gülderen boğazı düğümlenirken başını salladı.

 

"Öyle. O gün Ayla teyzemi tedbir olarak servise yatırdılar. Hastanede beklerken Zafer amcamın yanına oturdum 'Bilmek istiyorum.' dedim. İlk başlarda sessiz gözlerle bana baktı sonra da anlattı."

 

Titremeye başlayan ellerini birbirine kilitleyin Gülderen hüzünle Hilal'e döndü.

 

"Demiştim ya Zafer amcam eski itfaiyeci diye... Bir gün bir konsolosluk binasında yangın çıkmış, onların ekibi gönderilmiş. O gün bir toplantı olduğu için içeride önemli kişiler varmış. Zafer amcam yangına müdahale ederken son nefesini vermek üzere olan birini fark etmiş. Adam ölmeden önce 'Bilerek yaptılar. İzin vermeyin, ülkeyi tehlikeye atmayın.' gibi şeyler söylemiş. Tam o sırada da bina çökmüş. Allahtan Zafer amcam kendini son anda korunaklı bir yere atmış ama o yangında bir bacağını kaybetmiş. Aklında adamın dedikleri, doğmak üzere olan çocuğu varken kurtarılmayı beklemiş. Sonunda kurtarmışlar, hastaneye yetiştirmişler. Ameliyathaneye alınırken Ayla Teyzem 9 aylık haliyle sedyenin peşinde gidiyormuş. Durdurmuş görevlileri Adli tıpçı olan karısına o adamın ölümünün normal olmadığını araştırılması gerektiğini söylemiş. 'Ülke meselesi dedi, peşini bıraktırma' diye bir nevi vasiyet etmiş karısına."

 

Bunu duyan Hilal tüylerinin diken diken olduğunu hissetti.

 

"Ayla teyzem kocasının isteğini yerine getirmek için arkadaşlarıyla görüşmüş hatta o haline rağmen 'Ben de gireceğim otopsiye' diyerek hocasıyla birlikte otopsiye girmiş. Ölen adam çok önemli bir Türk profesörüymüş. Otopsi sonucunda midesinde zehir bulunmuş. Yangın o zehri gizlemek için çıkarılmış anlayacağın. Tabii Ayla Teyzem bunu açık açık rapora yazmış. Ne olduysa da ondan sonra olmuş zaten. Önce kağıt ve mesajlarla tehditler, ardından da telefonlar... Zafer amcamı hayati tehlikesi sürüyor diye uyutuyorlar o süreçte. Ayla teyzem telaşla polise gitmiş ama izi sürülemiyor mesajların. Yetki alanı dışımızda demişler birkaç kez de. Sonra bir gün hastanenin yemekhanesine yemeğe indiğinde ka-kaçırılmış Ayla teyzem. 9 aylık hamile haliyle bir depoya götürmüşler onu, bağlamışlar. Raporu değiştirmesini 'Eşim yaralandı diye konsolosluğa bilendim iftira attım, zehir falan yoktu. Adam duman zehirlenmesinden ölmüş, yangın da doğal yollarla çıkmış diyerek raporu değiştireceksin.' demişler. Ayla teyzem 'Eşim sizin yüzünüzden yoğun bakımda. Ülkeme ne yapacaksanız izin vermeyeceğim. Onun vasiyeti var.' demiş. Durumun ne kadar tehlikeli olduğunu o an idrak edememiş. Hal böyle olunca silahlar çıkmış tehdit derecesi artmış. Birkaç tokat derken... O stresle doğumu başlamış."

 

Vatanını korumak isterken evladından olan bir anne...

 

Gözleri dolu dolu olan Hilal kalbindeki acıyla arkasına yaslandı.

 

"Kadının biri doğumda yardım etmiş sonra almış bebeği götürmüş. Ayla teyzeme düzenlenmiş otopsi raporunu uzatmışlar 'İmzala çocuğunu geri getireceğiz.' demişler. O can havliyle istenileni yapmış ve o adamlar çocuğunu gerçekten de geri getirmişler. Adamlar gitmiş. Ebe kadın bebeği ve Ayla teyzemi arabaya bindirip yola çıkmış. Otobandayken kadına telefon gelmiş. Görüşme sonrasında şoföre arabayı durdur demiş. Bitkin olan Ayla teyzemin kucağındaki bebeği zorla almış çıkmış dışarı. Dakikalar sonra elleri boş geri dönmüş. 'Attık bebeği karların üstüne. Bu kış günü bir saate kalmaz ölür. Bu bizi bu kadar çok uğraştırmanın cezası.' demiş. Ayla teyzemin tüm çırpınışlarına rağmen araba gaza basmış. Kanama ve stresten bayılan Ayla teyzem gözlerini hastanede açmış. Bebek yok, nerede olduğunu kimse bilmiyor. Bilinecek gibi bir durum da yok. Polisler otobanda yol kenarındaysa soğuktan ölmese bile hayvanlar öldürmüştür demiş. Bir süre sonra dava kapanmış. Yaşadıklarını kaldıramayan Ayla teyzemi psikiyatri servisine yatırılmış. Zafer amcam ise 1 ay sonra uyandığında yalnızca bacağını kaybetmediği gerçeğiyle yüzleşmiş."

 

"Ben... Bu nasıl kader?" diye mırıldandı Hilal kahrolmuş bir sesle.

 

Acı bir nefes alan Gülderenin gözleri kızarıktı.

 

"Berbat bir kader. Hikayeleri, mahvetti beni. O zamanlara ait kamera vs. kaydı olmadığı için bir bilgiye ulaşmak mümkün olmasa da 'Bir şey yapabilir miyim?' diye çok çabaladım ama hep önüme bir set çıktı. Çözülebilecek bir şey yoktu. O tarihlerde yetimhaneye ya da polise götürülen bir yenidoğan yok. Yolda oldukları için ve o halde olduğu için Ayla teyzem neredeydiler, mevkii neresi hiçbir şey bilmiyor. Aklıma gelecek her şekilde araştırdım ama elimde hiçbir ipucu olmadığı için ve yetkinliğim falan da olmadığı için elim boş kaldı. Sınava hazırlanmam gereken yıl olduğu için Zafer amcam 'Pes et, ben de çok araştırdım ama sonuç yok.' dedi defalarca kez. Kabul etmedim. Bilgisayarlarla aram ortaokul zamanından beri çok iyiydi. Bilişim Sistemleri ve Teknolojileri okumayı düşünüyordum ama bu olaydan sonra o yıl sınavı kazanamadım. Bir sonraki yıl tekrar çalışırken hırslıydım. Çünkü bir şekilde öğrendiğim bilgilerle bir şeyler bulabilirim diye düşünüyordum. Aslında genç bir kızın ütopik bir hayaliydi bu. Konsolosluk olayı girdiği anda işlerin askeri düzeye geldiğini bilmeyecek, gizli bilgi olabileceğini anlayamayacak kadar cahildim. Ama hedeflerim vardı. Bu yüzden dd o yıl çok iyi bir dereceyle İstanbul'un en iyi üniversitelerinden birine girdim. Üniversite boyunca bireysel araştırmalarımı yapsam da sonuç elde edemedim. Son yıl hem Vatan sevdalısı hem de alanında çok iyi bir profesör olan akademisyen hocama gittim durum bu bu diye anlattım. 'Elimizdeki verilerle bir sonuca ulaşmamız %5 ihtimal bile değil.' dedi mantıklı bir şekilde. Yine de pes etmeyeceğimi fark edince olaydaki büyük kişileri asla bulamayacağımızı ama ebe ya da şoför gibi kişilere belki ulaşabileceğimizi söyledi."

 

"Mantıklı bir yaklaşım." diye mırıldandı Hilal.

Çok zordu belki bilgi bulmak ama oluru en yüksek ihtimal de buydu.

 

"En ufak bir ipucuna okeydim. Bu yüzden Zafer amcama söyledim ama o kişilere ulaşmak için Ayla Teyzemin hatırladıklarını öğrenmemiz gerekiyordu. Bu da yeniden travma ve olası kriz demekti. Tüm bu süreçte yaptığım araştırmalardan haberi yoktu pat diye soramazdım. Hocam 'Birkaç dostu araya sokalım davadaki ifade kayıtlarına bakalım.' diye bir fikir sundu. Kayıtlardan da bir şey çıkmadı maalesef. Artık ben de umutsuzluğa kapılmıştım. Bir gün Zafer amcamla salonda konuşurken Ayla teyzem duymuş bizi. Düşünmüş tartmış sonunda cesaretini toplamış geldi yanıma. 'İşinize yarayacak bir şey varsa şansımı denemek istiyorum. Ne gerekirse yapacağım.' dedi. Sonunda Zafer amcamın da onayıyla bir odada toplandık. Ayla teyzemin doktoru ve Hocam da yanımızdaydı. Eşgal verebilme ihtimaline karşı çok iyi çizim yapan bir avukat adayı arkadaşım da bizimleydi. İlk denemede başaramadı. Ağlamaktan konuşamadı. İkinci, üçüncü derken..."

 

Her seferinde krizlerin eşiğinden dönen kadın hepsinden inatçı çıkmıştı.

 

"Altıncı denemede sonunda ebenin eşgali elimizdeydi. Yıllar önce polis ifade alırken kriz geçirip durduğu için detaylı rapor yoktu. Belki o zamanlar eşgal verebilseydi daha farklı olurdu ama bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz tabii ki. Bahsettiğim avukat adayı arkadaşımın, Berna'nın, tanıdığı bir polis yardımıyla sabıkalı olan kadını sistemde bulduk. Farklı suçlardan hapse girmiş birkaç kez. Kendi başına iş yapma diyen Zafer amcamın ikazı üzerine ben, Berna ve polis arkadaşı Cenk kadının yaşadığı adrese gittik. Yaşlanmış, herhangi birine zarar veremeyecek kadar çökmüştü. Ben konuyu açtığımda ağlamaya başladı. Çok pişmanım cahildim diye yalvardı yakardı. 'Şu an kadar işlediğim suçların en ağırı o masum bebeydi. Ellerim kırılaydı da bırakmayaydım o buz gibi karın üstüne sabiyi. Her gece kabuslarıma giriyor.' dedi."

 

Bu kötülük karşısında başından aşağı soğuk sular dökülen Hilal sakinleşmeye çalıştı. Gülderen ise o günü tekrar yaşarken acıyla gözlerini kapattı.

 

"Duyduklarım karşısında deliye döndüm. Kadına saldıracaktım ki Berna tuttu. Cenk hemen sorgu moduyla kadına sorular sormaya başladı. Öğrendik ki kadın o gün bebeği bırakırken içi elvermeyerek üstündeki kırmızı-turuncu yün hırkaya sarmış onu. O kadar vicdansız değildim diye savunma yapmaya kalktı bir de. Ben sakinleşmeye çalışırken bizi çok şaşırtan bir şey dedi. 'O olaydan sonra yangınlı yetimhanede gördüm hırkayı ama o sabiyi bulamadım. "

 

Gözleri büyüyen Hilal hafif bir heyecanla "Yaşıyor muymuş yani?' diye sordu.

 

"Ben de bu heyecanla sormuştum. Cenk sakin olmamı mantıklı düşünmemi söylese de yıllar sonra bir ipucu bulmanın hevesindeydim. Bize eski birkaç gazete küpürü gösterdi. Haberde yanan bir yetimhane resmi vardı. Bahsettiği hırka küçük bir kız çocuğunun ayıcığına sarılıydı. Kız harıl harıl yanan alevlere bakarken korunmak istercesine 15 yaşlarında bir delikanlının elini tutmuştu. Objektife ikisinin sırtı ve yanan yetimhanenin duvarları yansımıştı." diyen Gülderen gözlerini kaçırarak kısık bir sesle mırıldandı.

 

"Serkan'ı ilk o zaman gördüm."

 

"Anlamadım?" diyen Hilal kaşlarını çatarak oturduğu yerden doğruldu.

 

"Yani sen şimdi..."

 

Hilal'in soracağı şeyi anlayan Gülderen başını iki yana sallayarak araya girdi.

 

"Serkan değil. Ailesi onu 4 yaşlarındayken yetimhaneye bırakmış. Serkan değil."

 

Birkaç saniye duraksayan Hilal hikayenin Serkan ile bağlantısının tahmin ettiği şıklar üzerinden olmamasını dileyerek "Devam et." diye mırıldandı.

 

"Kadın yetimhane fotoğraflarını gösterip ısrarla 'Bu benim. Benim işte ben diktim, tanırım. İç tarafında altın sarısıyla ismimin baş harfi K olması lazım.' dedi. Bize göre çok büyük bir ipucuydu bu. Eğer dediği işleme varsa çocuğun yaşadığı kesinleşmiş olurdu. Delicesine heyecanlandım ama ne Ayla teyzeme ne de Zafer amcama bir şey diyemedim. Onları umutlandırıp sonrasında yıkmak istemedim. Zaten... Hiçbir şey istediğimiz gibi yolunda gitmedi. İlk işimiz yetimhaneyi araştırmaktı ama elimiz boş döndük. Yangında tüm belgeler kül olmuştu. Çocuklar desen kayıtsız bir şekilde öylece çevredeki yetimhanelere yerleştirilmişti. Orada çalışan birilerini bulalım dedik, müdür hapse atılmış." diyen Gülderen kaşlarını çattı.

 

"Çocukları zorla fabrikada çalıştırıyormuş o it herif. Saçma sapan yapmaya kalkıştığı, kızlara yapmaya çalıştığı, birkaç işe de genç delikanlılar engel olmuş. Adam hakkında şikayetler varmış ama birinin tanışıymış bu yüzden de hiç işleme alınmamış. Yangın, dönüm noktası olmuş. Tüm çocuklar hep bir ağızdan hakkında olumsuz ifade verince pislikleri ortaya çıkarılmış, hapse girmiş. Berna 'Müdürle konuşalım önce. Belki yararsız ya da yalan bilgi verir ama şu an her şeye ihtiyacımız var.' dedi. Cenk de onaylayınca müdür ile görüşmeye gittik. Çok bir şey anlatmadı. Israrla oyuna geldiğini, yangının bilerek çıkarıldığını söylüyordu. Serkan tarafından."

 

Tek kaşı havaya kalkan Hilal dilinin ucuna kadar gelen 'Gerçekten Serkan mı yapmış?' sorusunu yuttu. Onun yüz ifadesine bakan Gülderen sorulmamış soruya cevap verdi.

 

"Bunu Serkan'a hiç soramadım ama... Yapmadı diyemem. İlk başta bunu duyduğumda 'Bu canice bir şey. Bile isteye bir yeri yakmak. Ya birine zarar gelseydi.' demiştim. Sonra yangının çocukların hatta personelin bir etkinlik için bahçede olduğu bir sırada çıktığını öğrendim 'Acaba?' dedim. Araştırmam genişlediğinde yangın sırasında bir çocuğun içeride olduğunu ama itfaiye gelmeden önce birinin onu kurtardığını öğrendim." duraksayan Gülderen dudaklarındaki hüzünle devam etti.

 

"Serkan'ın kolunda eski olduğu belli olan bir yanık izi var. Ne oldu soruma 'Uzun hikaye, belki bir gün.' deyip geçiştirmişti. Söz konusu ailesi, geçmişi/yetimhane olduğunda bunu yapıyordu sadece. Bu durum fikrimi güçlendirdi. Bence Serkan o it müdürün kızları taciz etmeye başlamasıyla bir çözüm yolu aradı ve sonunda kendince bu riskli işe kalkıştı. İçeriye giren çocuğu öğrendiğinde de ölümü göze alarak içeri girdi ve onu kurtardı. Bu benim teoremim tabii."

 

"Doğruluğu %99 olabilecek bir teorem. Çünkü dediğin şey tam Serkanlık bir hareket. O binayı o müdürün başına yıkmak, yakmak..." diye mırıldandı Hilal düşünceli bir sesle.

 

"Öyle. Tabii ben o zamanlar onu tanımadığım için bilerek çıkarılan yangın düşüncesi dehşet verici ve suç olarak geliyordu. Bu yüzden Serkan Olcay hakkında ilk düşüncem 'Tehlikeli ve gözü kara biri' olmuştu. Cenk 'Askermiş' dediğinde düşüncemin doğru olduğunu ama eksik olduğunu fark ettim. Kötüler için bu tabir doğru ama masumlar söz konusu olduğunda değilmiş. Bunu da yanan yetimhanede çalışan temizlikçilerden bilgi almaya gittiğimizde anlamıştım. Hepsi de 'Birini arıyorsanız Serkan'a sorun. O bilir, uzun süredir burada ve çocukların sorunlarıyla da çok ilgiliydi.' diyordu. İyice merakımı arttırmıştı."

 

Sesindeki sevgi canını acıtan Gülderen geldikleri son halin kırıklığıyla devam etti.

 

"1,5 ay sonra sonunda o resimdeki küçük kıza ulaşmayı başardık. Hırkayı sorduğumuzda hatırlamadı. Resmi gösterince hatırladı ama kimin olduğunu bilmediğini söyledi. 'O yetimhanenin malı gibiydi. Önüne gelen istediği gibi kullanıyordu. Hiç birinin sahiplendiğini görmedim. Kimin olduğunu görevli ablalar bile bilmiyordu.' dedi. Yine elimiz boş kalmış gibi görünüyordu. Tam çıkmıştık hırkadaki sarı işlemeyi sorup teyit etmediğimizi hatırladım geri döndüm. 'Hırkada herhangi bir harf işli miydi?' soruma hiç duraksamadan 'Evet. K harfi vardı.' diye cevap verdi. Kesinleşmişti. Çocuk yaşıyordu. Gözyaşlarına boğulduğumu görünce halime üzülüp 'Kimi arıyorsunuz bilmiyorum ama yangında kayıtlar gitmiş, öyle demişlerdi. Eğer aradığınız kişi gerçekten bizim yurttaysa bir tek Serkan abim bilir. Tüm herkesle konuşur hikayelerine bir şekilde hakim olurdu.' diye ekleme yaptı. Sürekli önümüze çıkan bu Serkan ile konuşma vaktimiz gelmişti ama kız verdiği umudu ansızın geri alacak o cümleyi kurdu. 'Yalnız... Serkan abim yetimhane günlerinden konuşmaktan hiç hoşlanmaz. Hele yabancılara bu konudan asla bahsetmez. İşiniz çok zor.' dedi. Sen sorsan ricamaysa olumsuz bir şekilde başını salladı. 'Önce sizinle konuştuğum için kızar sonra da ona o günlerden soru sormaya yeltendiğim için. Onun gazabına maruz kalmak bu dünyada istediğim son şey. Size yardım edemem.' dedi ve gitti. Yine elde var sıfırdı."

 

Hikayenin tahmin ettiği sona doğru geldiğini hisseden Hilal derin bir nefes aldı.

 

Serkan gibi güven problemi olan biri, sevdiği kızın kendisine bir amaç için yaklaştığını öğrendiğinde yıkılırdı.

 

"Benim umutsuzluğa kapıldığımı gören Cenk buna izin vermedi. Bu davayı çözmeyi boynuna borç bilmişti. Gazeteci olan kuzeni ile iletişime geçip Serkan'a yaklaştırmayı teklif etti. Adam asker olduğu için gayrı resmi bir şey yapmaktan çekiniyorduk. Araştırma yapan bir gazeteci ile yapılan röportaj gayet de resmi bir durumdu. Düzelteyim. Araştırma yapan çok güzel ve alımlı bir kadın gazeteci ile..."

 

Son cümleyi ekleyen Gülderen'in içinde istemsiz bir kıskançlık belirmişti. Sevdiği adama zamanında kendi elleriyle yem attığı için kendisine çok kızıyordu.

 

Kızın halini fark eden Hilal nasıl tepki vereceğini bilemedi. İşin sonunda Serkan'ın aldığı yarayı bilerek hikayeyi tarafsız dinlemek o an için zor gelmişti.

 

"Cenk kuzeninin Serkan'ı tavlayacağından bayâ emindi. Kızı gönderdik ama... Serkan tabiri caizse yüzüne bile bakmadı. Bununla da kalmadı kıza oldukça kaba davrandı. Ne kızın kendisine ne de sorularına cevap vermeyip tersledi. Bizim kızın pes etmeyeceğini anlayınca da kalktı mekanı terk etti."

 

O günü hatırlayan Gülderen, Hilal'in ela gözlerine baktı.

 

"Garipti. O kadar güzel ve alımlı giyinen bir kadının bariz flörtüne tek bir tepki bile vermeden çekip giden bir adam vardı karşımızda. Cenk 'Gay mi lan bu?' diye söylenirken ben araştırırken elde ettiğimiz askeri üniformalı adamın resmine sessizce bakmıştım. O tavırların nedeninin yaşadıkları olduğunu içten içe hissetmiştim. O gün verdim o kararı. 'Güvenini kazanmadan hiçbir şey öğrenemeyiz.' düşüncesi ilk o an düştü aklıma."

 

Gözlerinden bir damla yaş süzülen genç kız titreyen bir sesle fısıldadı.

 

"O an, en büyük pişmanlığımdı. Ve ben hiçbir pişmanlığım sonucunda böylesine bir mutluluk ile mükafatlandırılmadım."

 

"Alınan karar güzel şeyler yaşanmasına neden olsa da sonuçları çok ağır olmuştu." diye mırıldandı Hilal kendi yaşadıklarını hatırlayarak.

 

Yaşadıkları zor olsa da sonucunda tatlıya bağlamayı başarmışlardı.

 

'Peki Serkan senin kadar affedici olacak mıdır Hilal?' diye fısıldadı iç sesi.

 

Bu hikayeyi kilitleyen nokta tam da buydu işte.

 

Serkan asla Hilal kadar affedici olamazdı.

 

Yorgun bir nefes alan Gülderen gözlerindeki yaşları silerek arkasına yaslandı.

 

"Okulum bittiğinde herkesten gizli askeriyeye girebilmenin yollarını aramaya başladım. Planımı en büyük destekçilerim olan Berna ve Cenk'e dahi söylememiştim. Çünkü mantıklı hiçbir tarafı yoktu ama... Benim bir şeyler yapmam lazımdı Hilal. Hiçbir şey yapmadan bu olayı öylece bırakamazdım. Anne babam kadar sevdiğim o insanlara bunu borçlu hissediyordum. Hayatım rayına girdiyse, çocukluğum mutsuzluğa teyet geçtiyse bu Ayla teyzem sayesindeydi. Çocuğunun yaşadığına dair bir ipucu elde etmişken vazgeçemezdim. Önce Serkan'a insan gibi yaklaşıp meramımı anlatmayı düşündüm ama... Serkan hiç insancıl davranmıyordu. Her şeye rağmen bu işe kalkışmadan önce son kez şansımı denedim. Ben çıkmadım karşısına ama bana yardım eden hocamı gönderdim. Yetimhane lafını duyar duymaz 'Kimsin bilmiyorum ama defol. Anlatacak hiçbir şeyim yok.' deyip hocamı kovdu. Dinlemedi bile. Hocam kızgın bir şekilde gelip 'Bu terbiyesizden hiçbir şey öğrenmezsin kızım. Başka bir çaresine bak.' dedi. Eh tek çarem onun güvenini kazanıp konuşturmaktı." diyen kız başını iki yana salladı.

 

"Sonucun böyle olacağını bilmiyordum."

 

Gülderen'in sesindeki çaresizlik ve pişmanlık Hilal'in yorum yapmamasına neden olurken genç kız dağınık odaya bir bakış atarak devam etti.

 

"Sonunda özel bir program ve eğitim ile askeriyeye girebileceğimi öğrenerek başvuru zamanını beklemeye başladım. Bu sırada da tecrübe kazanmak için bir özel bir güvenlik şirketinde işe girmiştim. Başvuru, ön mülakat derken 5 ay geçti. 5 ayın sonunda askeri eğitime kabul edildiğimde aileme ve Ayla teyzemlere askeriyeye katılma kararımı açıkladım. Hepsi ayrı şaşırdı. Böyle bir sevdam olduğunu bilmediklerini ifade ettiler. 'Denemek istiyorum.' dedim. Eğitimi kaldırabilecek potansiyelim var mıydı bilmiyordum ama işimden istifa ettim, eğitim günü geldiğinde de kampa gittim. İlk 2 ay patır patır elenenler arasından çıkmayı başardım ama 3. ay işin ciddiyetini ilk defa farkına vardım. Konforlu evimin duvarlarından çıkıp dünyanın öteki yüzüyle karşılaşmıştım. Her yaşanmış örnek olay metodunda içimi korku kapladı, her yeni eğitimde bir kez daha afalladım. Gözlerinde Vatan aşkı bulunan her eğitmende, eğitim alan her sevdalıda 'Buna, bu yere layık mıyım?' diye kendimi sorguladım. 4. ayda... Alıştım mı kendimi akıntıya mı bıraktım bilmiyorum ama- ama o kampa gelen Gülderen değildim artık. Hedefim Serkan'ın yanına yaklaşmaktan uzaklaşmıştı."

 

O günleri hatırlayan Gülderen çok hafif bir tebessümle devam etti.

 

"Eğitimlere gerçek bir heyecanla katılıyordum. Arkadaşlarım Vatan hakkında konuşurken artık sessiz bir dinleyici değil de aktif bir savaşçıydım. Aynaya baktığmda gözlerimde beliren bir ateş vardı artık Hilal. Asıl amacımı bir kenara bırakmış içinde bulunduğun ânın tadını çıkarmaya başlamıştım. Sonraki 2 ay bu sebeple çok hızlı ve dolu dolu geçti. Son sınavları verebilecek miydim bilmiyorum ama kazanamasam bile asla eskisi gibi olamayacaktım. Bunun farkına varmıştım. Görüntülü görüştüğümüz bir gün Zafer amcam gözleri dolu dolu 'Sen artık Vatan kızı olmuşsun canım kızım. Gözlerinde o alev var.' demişti. Vatanı için birçok şeyini kaydeden adamdan aldığım bu iltifat benim için her şeydi. Sonunda son sınavlar verildi. Başarıyla geçtim. Artık resmi olarak Askeri personeliydim. Her şey bu kadar diye düşünürken eğitmenimiz 'Şu andan itibaren askeriyenin tüm kurallarına ve bilişimine hakimsiniz. Peki aranızda sahaya çıkmak isteyen var mı? Bilişim işi genelde bilgisayar başıdır ancak yeri geldiğinde sahada görev alan bilişimcilerimiz de çoktur. Aktif saha görevi için eğitim almak isteyen var mı?' diye sordu. Soru bizi dumura uğratmıştı, böyle bir şey beklemiyorduk. Hevesli ama çekingen bir genç kız tereddütle elini havaya kaldırdı. 'Eğitimini alsak dahi diğerleri gibi okulunu okumuş olmayacağız. Başarabilir miyiz saha görevini? Kaldırabilir miyiz bu yükü?' diye hepimizin aklındaki soruyu sordu."

 

Aktif saha görevlerine katılmak için kendini hazırlayan Hilal merakla Gülderen'in anlattıklarını dinliyordu.

 

"Eğitmenimiz 'Eğitim bunun için var. Eğitime girdiniz diye sizi sahaya sürecek değiliz. Bir 6 ay da onun için eğitim almanız ve bu eğitimi başarıyla tamamlamanız gerekiyor. Eğer ki eğitim sırasında sahanın size göre olmadığını fark ederseniz veyahut biz bunu gözlemlersek eğitim sonlandırılacak. Siz sormadan söyleyeyim. Bu sonlandırmanın bugün kazandığınız eğitiminize herhangi bir olumsuz etkisi olmayacak. Masa başı subayı başka, saha subayı başka.' dedi. Soru dolu yüzlerimize bakıp 'Saha Eğitimine katılmayı düşünenler 1 hafta içinde bize geri dönüş yapsın. Eğitime katılmayacak olanların ataması 1 ay içinde yapılacak. Evlerinize dağılabilirsiniz.' dedi ve gitti. 6 ayın sonunda evimize gidecektik ama çoğumuzun aklı o kadar karışmıştı ki buna sevinemedik bile. Bazı arkadaşlarım anında gitme/gitmeme kararı alsa da benim gibi ne yapacağını bilemeyenler çoğunluktaydı. İletişimi kesmeyelim diyerek evlerimize gittik. Mutlu ama düşünceliydim. 3. gün işin içinden çıkamayacağımı anlayarak hepsini topladım. Dedim 'Böyle böyle. Ne yapayım?' Askeriyede bilişimci subay olmak başka şey bizzat sahaya çıkan subay olmak bambaşka bir şeydi. Bizimkiler önce şok oldu sonra da endişelendi. Bana ilk olumlu tepkiyi veren, destekleyen kim oldu biliyor musun?"

 

Gülderen'in sesindeki hayreti duyan Hilal "Ayla teyzen mi?" diye tahmin yürüttü.

 

"Hayır. Annem. Beni bir prenses gibi yetiştirmeye çalışan o kadın asker olmamı destekleyen ilk kişi oldu. 'Nasıl yani izin veriyor musun?' soruma 'Ben o hatayı zamanında yaptım. Seni istemediğin şeylere bir kere zorladım. Bundan sonra bunu yapmayacağım. Bu kadar düşünmenin sebebi istemen ama cesaret edememen. İhtiyacın olan cesareti ben/biz veririz. Ne karar verirsen ver senin yanındayız.' dedi. Zafer amcam ve babam onu onaylarken Ayla teyzem dalgın gözüküyordu. Sonunda 'Söz ver bana. Saha askeri olursan gereksiz riske girip canını koşulsuz ortaya koymayacaksın. Benim kaybedecek bir evladım daha yok.' dedi. Ona istediği sözü verdim. Hepsinin benim yanımda olması karar vermemi kolaylaştırdı ve başvurumu yaptım. Yeni eğitimime, yeni hayatıma da bu şekilde adımımı attım." diyen Gülderen kendini eleştirircesine mırıldandı.

 

"Bu kararı verirken gizli bir niyetim vardı sanırım. Serkan'a ulaşmak istiyorsam sahaya çıkmak mantıklı gelmişti."

 

Bu zalim öz eleştiriyi gören Hilal anında kaşlarını çatmıştı.

 

"Hayır. Bu karar, ulaşmak istediğin hedefinin çok ötesinde. Azrail ile sürekli burun buruna geleceğin bu kararı sırf vicdan borcundan dolayı alamazsın. İnsanlığın doğasına, kendini koruma içgüdüsüne aykırı bu durum. Bunu yalnızca vatana sevdalı birisi sonsuz bir gönüllülükle kabul eder Anka. Zaten berbat bir ruh halindesin bir de bu tarz düşüncelerle üstüne gelme. Girdiğin onlarca çatışmanın, kurtardığın yüzlerce sivilin hatırına bunu kendine yapma."

 

Hilal'in kararlı bir ses tonuyla kurduğu sakin cümleler gevşemesine neden olurken sehpanın üstündeki bardaktan birkaç yudum daha alarak içti.

 

"Şu an öyle bir ruh halindeyim ki her şeyi sorguluyorum." diye mırıldandıktan sonra hikayesinin son kısmına geçti genç kız.

 

"Saha Eğitimini gördüğümde masa başı eğitiminin aslında çok kolay olduğunu idrak etmiştim. Bedenen ama en çok da psikoloji bakımından çok ağırdı. Arkadaşlardan ilk ayda ayrılan çok kişi oldu. 3. ayda tabiri caizse bir avuç kişi kalmıştık. Birbirimize destek çıktık yeri geldik beraber ağladık ama pes etmedik. Bu eğitimde verilen yaşanmış örnek olaylar çok daha çarpıcıydı. 5. ayda geri planda da olsak aktif sahaya çıktık. Gerçek mermiler ve gerçek bir çatışma. Hayatımın en unutulmaz günlerinden biriydi. Kabuslar görmeye daha o zaman başlamıştım. Yine de... Her geçen gün içimdeki alev artıyordu. Eğitimin sonunda sanki dünyaya asker olmak için geldim gibi hissetmiştim. Bu duygu çok güzel, çok özeldi. Sonraki süreç bir ekibe verilmem ve aktif olarak göreve başlamamla geçti. Berna ve Cenk ile görüştüğüm zamanlar haricinde her şeyin başlangıcı olan amacımı gayet rahat unutuyordum. Bir gün kurtardığım bir kadının minnet dolu sarılışındayken Serkan'a ulaşma hedefinden vazgeçmiştim. Amacım değişmişti. Amacım artık ülkemi ve vatandaşımı korumaktı. Böyle birkaç yıl geçti. Berna ve Cenk ile iletişimimi kesmesem de artık 'O konu' açılmıyordu aramızda. Geçmişte kalmıştı. Taa ki... Ölüm Timi'nin bilişimcisi hamileliği sebebiyle görevden ayrılana kadar."

 

Kulaktan duyma olan o haberi aldığı günü hatırlayan Gülderen ellerini birbirine bastırdı.

 

"Ölüm Timi bizim için efsanelerden biriydi. Hikayeleri ağızdan ağıza dolaşırdı. Bizim için öyle imkansız bir mit haline gelmişti ki belki de Serkan'a ulaşma umudumu kesme sebeplerimden biri buydu. Çok yüksekteydi, çok ulaşılmazdı ama şimdi bizden birini, bir bilişimciyi, arıyorlardı. Çok fazla kişi başvurdu. Son âna kadar başvurup başvurmamak arasında kararsız kaldım. Sonunda 'Seçilmem imkansız zaten ama denemiş olayım.' diyerek başvurdum. 10 kişi seçilecekti. Bu 10 kişi 2 aylık bir eğitime tabii tutulacaktı. Kazanırsa Ölüm Timi'ne girecek kaybederse de kendi ekibine tıpış tıpış geri dönecekti. 10 kişi arasına seçildiğimde yıllar sonra ilk defa 'Hedefim' yine ortaya çıktı. Ayla Teyzemi ve Zafer amcamı oğluna kavuşturma şansım bir kez daha gün yüzündeydi. Hepimizin Ölüm Timi'ne girme gibi bir hedefi varken benim ikinci bir hedefim daha vardı. Bunun hırsıyla gözümü karartıp eğitimleri başarıyla geçtim, time giren kişi ben oldum. O ilk gün Serkan'ın umursuz gözleriyle karşılaştığımda 'Ondan bir bilgi alabilir miyim gerçekten?' düşüncesi tüm ruhumu titretti. Tam bir kapalı kutu olduğunu anlamak için birlikte yarım saat geçirmen yeterliydi. Buraya kadar gelmenin değil, asıl bundan sonrasının zor olduğunu o an anlamıştım."

 

Gülderen time girdikten sonraki günleri düşündü. Serkan hiçbir şekilde ona pas vermiyordu. Kızın da yılışık bir yapısı olmadığından arkadaş kavramının bile yanına yaklaşamadan soğuk bir mesafeyle günler geçiyordu.

 

"Serkan için tamamen sıradan biriydim ama benim için Serkan öyle değildi. Çözülmesi gereken bir bilmece, açılması gereken bir kutuydu. Bu yüzden de gözlerim sürekli onu izliyordu. Bu süreçte hal ve hareketlerini, neye ne tepki vereceğini bilecek kadar çok aşina olmuştum ona. Bunu o zamanlar asla itiraf etmesem de deli gibi bir hayranlık duyuyordum. Görevine aşkı, sivillere yaklaşımı, teröristlere yönelik öfkesi hepsi çok farklı hissettiriyordu. Ama en çok da o umursuz serserinin içindeki gizli merhamete vurulmuştum. Yetimhanedekilerin onun hakkında anlattıkları da bunda çok etkiliydi. Ben de farkına bile varmadan kapıldım gittim ona. O malum hedefim yine gizlenmişti. Gözlerini gördüğümde, sesini duyduğumda kalbimi hızlandıran bir adam olmuştu benim için."

 

Gülderen'in sesindeki sonsuz sevgi Hilal'in tebessümüne neden oldu.

 

"Peki o sana nasıl kapıldı?" diye sorarken bunun cevabını gerçekten çok merak ediyordu.

 

"Çaktırmasa da ona olan ilgimi farkındaydı. Onun gibi bir adamın sürekli göz hapsinde olduğunu anlamaması imkansızdı zaten. Ona karşı bir şeyler hissetmeye başladığımda artık gizlice değil aşikar bir şekilde ona bakmaya başlamıştım. Yani istemsiz buluyordu gözlerim onu. Onunla sohbetlerimi uzatmaya çalışıyordum, görevlendirilirken aynı timde yer alalım diye dualar ediyordum. Benim gizli sevdamı açığa çıkaran olay, Serkan'ın gerçekten çok tehlikeli bir sınırı çatışması için komuta görevini almasıyla başladı. Ateş hattının göbeğine gidecekti ve ben onu yönlendirecek bilişimci olarak görevlendirilmiştim. Ekran başında hiçbir şey yapmadan durup ölüme gitmesini izleyecektim. Görevimi başka birine devretsem habersiz olduğum için çıldıracağım, kendim başında dursam zarar görür diye endişeden kahrolacağım..."

 

Onunla iletişime geçmek habersiz olmaya ağır basınca görevi kabul etmişti Gülderen.

 

"Sonunda geçtim o bilgisayarın başına. Görev için hazırlanan özel tim çatışmanın olduğu bölgeye arkadan yaklaşacak, yaylım ateşi ile teröristleri etkisiz hale getireceklerdi. Bir yandan İHA ve Serkan'ın üniformasındaki aksiyon kamerasından çevreyi inceliyorum, diğer taraftan da yalnızca Serkan ile olan iletişimim sayesinde ona komutlar veriyorum, o da timini yönlendiriyor. İlk başlarda karargahtaki diğer ekip üyeleri de benimle birlikte kamera başındaydı sonrasında görev çıktı derken yalnızca ben ve O kaldık. Saatler süren yolculuk sonunda mayın ya da diğer tehlikelere takılmadan istedikleri konuma gelmelerini sağladım. Geceyi oradaki bir tepede geçirip şafakta da diğer timle birlikte karşılıklı saldırıya geçeceklerdi. Kış ayıydı, yoğun bir kar vardı. Mağara aradım çevrede ama yoktu. Bunu Serkan'a bildirdiğimde 'Olsun birkaç saat zaten.' dedi. İstemsizce 'Üşüyeceksin.' diye mırıldandım. Duraksadı önce, sonra 'Alışkınım üşümeye.' dedi. Sesindeki bir şey konuşmaya devam etmemi sağladı. Geç saatti ve ben saatlerdir çalışıyordum, yorulmuştum. Bu yüzden yelkenleri suya indirdim. 'Bunu sevmedim. Ben sıcak bir yerdeyim ama sen buz gibi bir soğuktasın... Yalnız.' diye mırıldandım."

 

Gözleri boşluğa dalan Gülderen o günkü konuşmaya gitmişti.

 

"Çevresinde onca adamı vardı ama yalnızdı o. Yalnız değilim diye savunma yapmadı. Timi uyku moduna girerken kendisi gözcülük yapıyordu. Gece boyu uyumayacağını bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Birlikte çok görev almıştık ama bu sefer yeni bir şey vardı. Kamerayı da mikrofonu da kapatmamıştı. O sessizlikte nefes alışverişlerini duymak bile güzel hissettiriyordu. Konuşmayacağını düşünürken 'Yalnızlık güzel. Çakallar insanları sevmezler.' diye mırıldandı. Konuşmasından cesaret alıp karşılık verdim. 'Çünkü yabancılara karşı temkinli olmak hayatta kalmalarını sağlar.' Söyler söylemez pişman olmuştum. Kesin iletişimi kesecekti ama yapmadı. Yine uzun bir sessizlik sonunda konuştu. 'Hayatta kalmak yalnızca bir içgüdü. Yoksa... Yaşasan nee ölsen ne. Bir şey fark etmiyor."

 

Kaşları çatılan genç kız başını iki yana salladı.

 

"Kızdım bu cümleyi duyunca. Tehlikeli bir görevin hemen öncesinde ölüm iması yapıyordu. Ölüm basitmiş gibi, yaşamak önemsizmiş gibi... Ona, onu kaybedemeyecek kadar çok değer veriyordum. Bu yüzden de 'Benim için fark ediyor ama.' diye çıkışırken buldum kendimi. Kısa bir duraksama ve soğuk bir 'Fark etmesin.' cümlesi...Canımı yaktı bu umursuzluğu. Beni gram önemsememesi, onun için bir hiç olmak canımı çok yaktı. Gözlerim dolarken kısık bir sesle fısıldadım.

'Üzgünüm Serkan Olcay. Hislerimi ne sen ne de bizzat ben kendim kontrol edebilirim. İstediğini yap, söyle ben yine de her göreve gittiğinde sağ salim geri dönmen için dualar edeceğim. Geldiğini görmeden içim asla rahat etmeyecek. Bu gerçek ne olursa olsun değişmeyecek."

 

"Bariz bir aşk itirafı." diye araya girdi Hilal.

 

"Öyle. Başka şartlarda cesaret edemezdim ama o an kaybetme korkusunun da etkisiyle itiraf ettim."

 

"O ne yaptı?"

 

"Derin bir nefes aldıktan sonra 'Tehlikeli sularda yüzüyorsun Deren.' dedi. Hitabı afallatmıştı. Anka derdi, Gülderen derdi hiç olmadı Bilişimci derdi ama Deren demişliği hiç olmamıştı. Nedensizce kalbim çarptı. Bana özel, benim için bir hitap kullanmıştı. Tebessümle 'Sudan uzaklaşırım o zaman. Malum ne Çakalların ne de Anka kuşlarının suyla arası yok. Dağlar güzel ve güvenli yerler. Gökyüzünü de güzel görüyor hem.' dedim. Güldü hafifçe. Bilinçli olmadığına emin olduğum bu gülmenin sesi kalbime dokundu. Bu cümleme dili sessiz kaldı ama yere uzanarak kadraja gökyüzünün ve yıldızların girmesini sağladı. Sonraki saatlerde mikrofondan birbirimizin nefes alışverişlerimizi dinlerken aynı gökyüzüne baktık. Hayatımın en özel, en huzurlu ânıydı."

 

Duydukları Hilal'in gülümsemesine neden olmuştu. Serkan'ın adım attığı ilk an güvenmeye başladığı ilk an anlamına geliyordu. Şimdiki zamanda yaşananları hatırlayan kız dudaklarındaki gülümseme solarken boğazındaki düğümle sordu.

 

"Sonrasında ne oldu?"

 

"Görev gerçekten çok çetin geçti. Kameradan izlerken kulaklıktan da 'Lütfen dikkatli ol.' diye resmen yalvarıyordum. O gün onu kaybetme korkumun büyüklüğü karşısında afallamıştı Serkan. Artık bir yerden sonra, çatışmanın ortasında olmasına rağmen, sakin bir sesle bana güvence vermeye çalışıyordu. Onun sakinliği biraz dinginlik verse de korkumu geçirmemişti. En sonunda benimle baş edemeyince 'Böyle yaparsan iletişimi keseceğim.' diye tehdit etti beni. 'Sakın. Sakın yapma.' derken sesim dehşet içinde çıkmıştı. 'O zaman sakin ol.' dedi yeni bir teröristi vururken. 'Elimde değil.' diye mırıldandığımda yorgun bir nefes aldı. 'Elinde olmalı. Sen bu haldeyken dikkatimi çatışmaya veremiyorum Deren. Toparlan ki ben de toparlanayım.' dedi. Cümleyi zihnimde birçok kez döndürdüm, anlamlandırmaya çalıştım. Her seferinde aynı sonucu elde etsem de çıkardığım sonuç hayal gibi geliyordu. Serkan'ın kurmayacağı kadar duygu içeren bir cümleydi bu. Altındaki anlamlar büyüktü. Çatışmada Anka dışında bir hitabı asla kullanmayan adam bana yine Deren demişti. Sadece kendi duygularını ön planda tutan adam dolaylı bir şekilde benim hislerimin kendisine yön verdiğini itiraf etmişti. Biraz şaşkınlık biraz da sevinçle dediği gibi toparlandım. Elim sürekli kalbimde olsa da sesimdeki korku ve titremeyi bastırabilmiştim. Sonunda çatışma bitti."

 

Çatışma mı bitmişti Gülderen mi orası meçhuldu gerçi. Derin bir nefes alan kız devam etti.

 

"Dönüş yolunda gayet profesyonel bir şekilde onlara eşlik ettim. Ülkeye girdiklerinde 'İletişimi kesiyorum Anka. Evine git artık.' dediğinde onayladım ama evime gitmedim. Onu karşımda görmeden uyumam mümkün değildi. Bilişim odasındaki ikili koltuğa uzandım. Yorgunluk ve stres derken orada uyuyakalmışım. Gözlerimi açtığımda karşımda aşık olduğum kahverengi gözler duruyordu. Ben ne zamandır orada olduğunu merak ederken 'Eve neden gitmedin?' diye sordu. Bir şeyler değişmişti. 3 gün önceki Serkan asla bu soruyu sormazdı mesela. Odada olduğumu görse arkasını döner giderdi. Üstüme baktığımda benim örtmediğim bir yorgan olduğunu fark ettim. Kesinlikle bir şeyler değişmişti. Bu değişim açık sözlülüğe itti. Gözlerindeki derinliğe bakarak 'Geldiğini görmeden içim asla rahat etmeyecek demiştim' diye mırıldandım. Gözlerinde bir parıltı belirip kayboldu. O zamanlar nedenini anlamamıştım. Meğer sonunda döneceği bir Ev bulduğu içinmiş"

 

Gözünden bir damla yaş düşen genç kız ikinci damla da düşerken titreyen bir sesle fısıldadı.

 

"Ve ben o evi acımadan başına yıktım. Döneceği bir evi olmadığı için... Dönmeyecek."

 

Kızın tekrar ağlamaya başladığını gören Hilal yanına giderek sarıldı.

 

"Harekata tek gitseydi bu dediğine katılırdım ama yalnız değil. Bizimkiler onu mutlaka evine geri getirir."

 

Geri çekilen Gülderen gözlerindeki yaşlarla arkadaşına baktı.

 

"Sana onca şey anlattım. Neler yaptığımı biliyorsun artık. Hâlâ daha beni teselli etmeye mi çalışıyorsun?"

 

"Serkan'a gerçekleri söylemen gerekiyordu Gülderen ama neden söyleyemediğini anlıyorum. Vereceği tepki asla sıradan olmazdı. Seni dinlemezdi. Haliyle korkmuşsun. Bunun için seni yadırgayamam."

 

Hilal'in şefkatli sesi karşısında titrek bir nefes alan Gülderen güçlü durmaya çalışarak gözlerini sildi. Konuşmak, anlatmak düşünmesini engelliyordu. Bu yüzden de hikayesini bitime isteğiyle devam etti.

 

"Sonraki süreci az buçuk duymuşsundur. Gittiği diğer görevde ben de gönüllü oldum. Görevde öyle çok konuşmadık ama gözü hep üstümdeydi, farkındaydım. Bu durum ikinci ve üçüncü kez yaşandığında 'Hep peşimden mi geleceksin?' diye sordu. 'Aklımda kalacağına yanında kalayım.' dedim cesur bir tavırla. Güldü bıyık altından başını iki yana salladı. Bir sonraki görev bana verilmişti bir baktım o da gönüllü olmuş. 'Hayırdır?' diye sorduğumda samimi bir şekilde tebessüm etti. 'Hiiç. Aynısından.' dedi sadece. Kalbim kulaklarımda atarken 32 diş peşinden gittim. Zamanla görevlerdeki iletişimsiz halimiz sessiz konuşmalarla taçlanmaya başladı. Daha çok benim gevezeliğimdi bu ama beni ilgiyle dinliyor, sorular sorup teşvik ediyordu. Bir yerden sonra ben de güvenli konularda sorular sormaya ve tatmin edici cevaplar almaya başlamıştım. Önce arkadaş olduk sonra da sevgili diyemeyeceğim çünkü en başından beri ona karşı arkadaşça hislerim yoktu. Kapılmıştım başında rüzgarına. O da bana karşılık verdikçe aramızda adı konmamış bir ilişki oluşmaya başlamıştı. Sonra... Sonra bir izin günümüzde telefonum çaldı. Serkan ilk defa görev harici sivil hayatta beni arıyordu. Elim ayağım birbirine dolanarak açtım telefonu."

 

~

'Efendim?' diyen Gülderen'in sesi son derece heyecanlı çıkmıştı.

 

Onun bu halini fark eden Serkan usulca güldükten sonra mırıldandı.

 

'Sanırım ömrüm sana sakin ol demekle geçecek.'

 

Cümleyi analiz etmekte zorlanan genç kız afallayarak 'Anlamadım?' diye karşılık verdi.

 

Ahizenin ucundaki kızın tatlı sesinde hayatı bulduğunu bir kez daha anlayan Serkan sansürsüz konuştu.

 

'Ben de kendimi anlayamıyorum bu aralar ama akışa bırakmaya karar verdim. Bu benim için bir ilk bu arada.'

 

Gözlerini şaşkınlıkla kırpıştıran Gülderen 'Serkan? Sen misin?' diye saçmaladı.

 

Bu tepki Serkan'ı bir kez daha güldürürken 'Bu akşam ne yapıyorsun? Bir planın var mı?' diye sordu.

 

Genç kız, adam sanki telefonu kapatacakmış gibi telaşla cevap verdi.

 

'Yok. Yok bi planım.'

 

Kısa bir duraksama yaşayan Serkan derin bir nefes aldı. Sonunda kararını vererek o soruyu sordu.

 

'O zaman... Bir akşam yemeğine ne dersin?"

 

Soru karşısında oturduğu koltuktan hızla ayağa kalkan genç kız bir şeyleri yanlış anladığında emin bir şekilde sordu.

 

"Ekip yemeğine mi çıkıyoruz?'

 

Zekasıyla övünen Anka'nın bu alık hali karşısında genç adam kahkahasını tutamamıştı.

 

'Ekip yemeğine çıkmıyoruz Deren."

 

'Ne yemeğine çıkıyoruz?' diyen kız asıl sorunun bu olmadığını fark ederek devam etti.

 

'İkimiz mi olacağız?'

 

'Evet ikimiz olacağız.'

 

'Yalnızca ikimiz mi?'

 

Yeni bir kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastıran Serkan bu saçma diyalogtan son derece keyif alırken ayaklarını sehpaya uzatarak sigarasından bir nefes çekti.

 

'Evet Gülderen yalnızca ikimiz olacağız.'

 

'Baş başa?' diye bir kez daha teyit etmek isteyen Gülderen karşı taraftaki adamın güldüğünü hissetti.

 

'Evet baş başa. Yalnızca sen ve ben, ikimiz bir restorantta, yemek yemek.' diyen Serkan sesindeki kahkahayla kızın önemli gördüğü anahtar kelimeleri sıralamıştı.

 

'Şimdi sen bana...' diye cümleye başlayan kız tereddütle duraksadı.

 

'Şimdi ben sana?' diye soran Serkan bu sefer ne geleceğini merak etmişti.

 

'Bana çıkma teklifi mi ediyorsun?'

 

Bu açık soru karşısında elindeki sigarasından düşünceli bir nefes çeken Serkan vereceği cevabın birçok sonucu olabileceğinin bilinciyle kaçak oynadı.

 

'Bu akşam için yemeğe çıkmayı teklif ediyorum. Evet.'

 

Arkasındaki koltuğa geri oturan Gülderen bu cevabı kabul etmeyerek çıkıştı.

 

'Ben öyle her önüne gelenle baş başa yemeğe çıkan birisi değilim. Başka kapıya Serkan Olcay!'

 

Sigarasına bir bakış atan Serkan tadı kaçmış bir şekilde küllükte söndürdü.

 

Uzun süre cevap gelmeyince dudaklarında acı bir tebessüm beliren Gülderen 'Kapatıyorum.' diye mırıldandı.

 

'Gidebileceğim bir kapım yok, hiç olmadı.'

 

Bu cümlenin herhangi bir kız için değil aile için söylendiğini bilen Gülderen boğazının düğümlendiğini hissetti.

 

Kızın sessizliğinden cesaret alan Serkan telefonda olmanın rahatlığıyla yüz yüze söylemekten kaçınacağı şeyleri söylemeye devam etti.

 

'Olacağını da hiç düşünmemiştim açıkçası. Kapı... Ev kavramı hatırladığım bir duygu değil. Hem madden hem de mecazen bildiğim, tattığım bir olgu değil. Bu yüzden şu âna kadar bir şeylere anlam vermekten kaçındım ama bugün kaçmak istemiyorum.'

 

Adamın söyledikleri hoşuna giderken neredeyse fısıldarcasına sordu Gülderen.

 

'Bugünün özel bir anlamı mı var?'

 

'Bugün... Bugün...'

 

Konuşamayan Serkan sustu.

 

Bazı gerçekleri dile getirmek neden bu kadar zordu ki?

 

'Bugün?' diye sordu sevdiği kız yumuşak bir sesle. Onun hoş sesi en büyük acısını dile getirmesine neden oldu.

 

'Bugün evsiz kaldığım gün. Ebeveynlerim olacak kişilerin beni o soğuk yetimhaneye fırlatırcasına attıkları gün. Hayatımın her aşamasında lanetler yağdırdığım bir gün bugün. Ve yarım saat önce seni istediğimi fark ettim. Hayatım boyunca ilk defa bugünü yalnız geçirmek istemiyorum Deren.'

 

Gülderen duymayı asla beklemediklerinin tesirindeyken gözlerini kapatan Serkan ensesini koltuğa yasladı.

 

"Bunu çıkma teklifi olarak adlandırabilir miyiz bilmiyorum. Çıkma, sevgili olma ya da... Ya da birine bağlanma benlik şeyler değil. Fark ettiğin üzere ben insanlara güvenmem. Güvendiğim bi silah dostlarım var onlara da pek bir şey anlatmam. Yani ben şimdi sana 'Evet bu bir çıkma teklifi' desem haklı olarak iki gün sonra bunun getirileriyle karşıma çıkacaksın. Ama ömrü boyunca türevlerinin aksine tek tabanca takılan bir Çakal'a istediğini sun, istediğin isyanı et değişen bir şey olmayacaktır. Nasıl yaşamaya alıştıysam öyle devam edeceğim çünkü bazı şeyleri hâlâ kabullenebilmiş değilim. Sindiremediğim gerçekler beni rahat bırakmazken istediğin şeyleri sana sunamam Deren. Davranışlarım sebebiyle sonunda toxic bir ilişkiye dönme potansiyeli olacak bir ilişkiye başlamak doğru bir şey mi, emin değilim.'

 

Yalın, net ve dürüstçe ifade edilen hisler Gülderen'e sakladıklarını hatırlattı. Sakladığı bir şeyler varken Serkan'ın karşısına çıkıp şöylesin, böylesin hesabını soramazdı.

 

Gerçekleri anlatmak için çok geç kaldığını tam o an fark etti genç kız.

 

Aslında yapması gereken hiç birleşmeden ayrılmaktı ama... Yapamadı.

 

Serkan Olcay, Gülderen için vazgeçemeyeceği bir noktadaydı artık. Onsuz geçirecek tek bir gün düşüncesi bile kalbine hançer sokuyordu. Bu yüzden de vermemesi gereken o kararı verdi.

 

'Senden herhangi bir şey talep etmiyorum Serkan Olcay. En başında karakterinin ne olduğunu bilerek, görerek, hoşlandım senden şimdi değiş diyemem. Anlatırsan seve seve dinlerim ama anlatmazsan da seni sık boğaz etmem. Ben sadece... Seni sevmeme, yanında olmama izin vermeni istiyorum. Günün sonunda geri dönebileceğin, kapısı ardına kadar açık bir Ev'inin olduğunu bilmeni istiyorum.'

 

Gözünü açarak boş tavana bakan Serkan sesindeki özlemle mırıldandı.

 

'Bir Ev...'

 

Hayatı boyunca özlemini çektiği Ev; sımsıkı sarılmak istediği, göğsünde uyumak istediği kızın bizzat kendisiydi aslında değil mi?

 

Hayali bile tebessüm ettirirken yıllar sonra ilk defa gerçek bir heyecan hissetti Serkan.

 

'O zaman... Evet sana çıkma teklifi ediyorum Deren. Akşam 20.00'de alırım seni.'

 

~

 

Gözlerini boşluktan çekmeyen genç kız pişmanlıkla mırıldandı.

 

''Verdiğim sözü tutamadım. Evinin kapısını her zaman açık bırakacağımı söylerken evi üstüne yıktım.''

 

Derin bir nefes alan Hilal hüzünle sordu.

 

''Peki... O dediğini yaptı mı? Gerçekten bir şey anlatmadı mı?''

 

''Bazen tek tük cümleler ile kurdukları harici... Hayır anlatmadı. Ben de ısrar etmedim. Açıkçası foyamın ortaya çıkacağından korkuyordum. Hem bir gün gerçeği öğrendiğinde onu kullanmadığımın ispatı bu olur diye düşündüm. Sonuçta ona gerçekten bilgi almak için yaklaşsaydım böyle bir tavır sergilemek yerine 'Anlat!' diye ısrar ederdim."

 

'Ama Serkan böyle düşünmek yerine Ona iyice güvenmemi bekledi bu yüzden de beni anlıyormuş gibi yapıp sessiz kaldı diye düşünecektir.'

 

Gülderen'in umutsuz ses tonunu duyan Hilal iç sesini dışarıya yansıtmayarak sordu.

 

"Peki ne oldu da öğrendi? Kırık bir telefon vardı odayı toplarken. Onunla bir ilgisi var mı?"

 

"Var." dedi genç kız kırık bir sesle.

 

"Ben... Ölüm Timi'ne kabul edildiğimi duyduğumda o anki sevinç sarhoşluğuyla aptalca bir şey yaptım. Berna'yı arayıp olayı ve amacımı anlattım. Cenk'e anlatacağını ve Cenk'in hesap sormaya geleceğini tahmin edememiştim."

 

"Cenk niye senden hesap sormaya geliyor?" diye sordu Hilal şüpheci bir sesle.

 

"Yıllardır bilip de görmezden geldiğim bir konu bu. Cenk benden hoşlanıyordu. İlk başlarda Berna ile aralarında bir şey olur diye düşünürken asıl ilgisinin bana olduğunu fark ettim ama önemsemedim. Ona hiçbir zaman umut vermedim ama yaptıklarını, hediyelerini, davetlerini de reddetmedim. Ona göre sözsüz bir onaydı davranışlarım. Bunu fark etsem de önüne engel koymadım. Benim... Bunu söylemeye çok utanıyorum ama benim onun gücüne, polisliğine ihtiyacım vardı Hilal. Cenk çok hırslı birisiydi ve ona kırmızı ışık yaktığım an çeker giderdi. Araştırma sırasında tek kalsaydım asla bu bilgileri elde edemeyeceğimi bildiğim için tepkisiz kaldım. Cenk'in bu hoşlantısı geçer diye düşündüm. Saplantı derecesine geleceği aklımın ucundan bile geçmemişti."

 

Hüsran dolu bir nefes alan Gülderen omuzlarını düşürdü.

 

"Halbuki askeriyeye girdiğimde bilerek arkadaşlarıma niyetimi söylememiştim. 'Rahat araştırma yapmak için, konsolosluk meselesini araştırırım diye asker oldum.' demiştim. Gerçekten araştırdım da ama gizli bilgi diye dosyaya erişim yetkisi verilmemişti. O olaydan sonra 'Bu sevdadan vazgeçtim. Yoluma bakacağım artık.' dedim. Eğitimler, görevler derken Berna ve Cenk ile ayrı düştük. Cenk arada yemeğe çıkmayı teklif ediyordu. Birkaç kez kapı önüne gelip emrivaki yapınca istediği gibi yemeğe çıktım ama öyle lüks restorantlarda değildi. Baş başa romantik izlenimi oluşturmayacak yerleri seçtim bilerek. En sonunda çabayı bırakmıştı. Berna'dan Ölüm Timi olayını öğrendiğindeyse kapıma dayandı. Bariz hesap sordu 'Niyetin o adama yaklaşıp bilgi almak mı hayır izin vermiyorum.' falan dedi. Kızdım bu tavrına. Eski ben olsam sinerdim ancak asker ben bu emrivaki hesabı kabul etmedi. Terslediğimi görünce 'Senin yüzünden girdiğim dava hayatımın başarısızlığı oldu. İllegal olarak girişsem de hâlâ sonuç alamadığım tek dava. Madem çözmeye bu kadar kararlısın git çöz bu lekeyi üstümden kaldır.' dedi ve çekti gitti."

 

Gözlerini deviren Gülderen başını iki yana salladı.

 

"Bir de bu durum vardı. Daha önce de dile getirmişti. Sanki en başında silah zoruyla bu olaya sokmuşum gibi bunun lafını çarpardı ara sıra. Ona göre davada da başarısız olmuştu, beni de elde edememişti. Onun gibi narsist ve hırslı birisi için bu iki büyük yenilgi affedilemezdi. Tüm bunlara rağmen ne kadar tehlikeli biri olduğunu idrak edememiştim. Taa ki 1 ay önce 'Oo Muhbir Hanım görevini çok güzel yerine getiriyorsun bakıyorum. Eee bilgi almak için o askerin yatağına da girdin mi bari? İyi miydi tadı?' tarzı iğrenç bir mesaj aldım. Altta da Serkan ile eve girerkenki bir resmimiz vardı. Mesajı görünce beynimden vurulmuşa döndüm. İması midemi bulandırırken saçma bir şey diyerek Serkan ile aramızdakileri bozacak diye delicesine korktum. Buluşalım dediğimde 'Hangi otelde?' diyerek iğrençliğini arttırdı."

 

"Pislik herif." diye araya girdi Hilal.

 

"Öyleydi. Sakin olmaya çalışarak gözden uzak bir restorant ismi verdim. Mevkiimi ve mevkiisini hatırlatarak bu mesajların kariyerine zarar vereceğini ima ettim. Sonunda benimle buluştu ama aynı küstah ve mide bulandırıcı tavrı, imaları devam ediyordu. Normalde olsa bu tavrına asla boyun eğmezdim ama onu ikna etmezsem Serkan'a gidip çarpıtarak her şeyi anlatacağını bildiğimden; Serkan ile aramızda düşündüğü gibi bir durum olmadığını, onu sevmediğimi kullandığımı ve bilgi almama çok az kaldığını, sabretmesini davayı sonunda çözeceğimi söyledim. 'Davayı çözdüğün gün kutlama için seni evime bekliyorum.' dedi imalı bir gülüşle. 'O zaman gelsin, bakarız.' dedim sırf dursun diye. Elde ettiğim vakitte ne yapacağımı düşünüp ondan kurtulmanın bir yolunu bulmayı umuyordum. Gerçi... Mesele ondan kurtulmak da değildi. Mesele Serkan'a gerçekleri anlatmaktı. Cenk'ten önce anlatmalıydım. Ama cesaret edemedim sonra da harekat olayı çıktı. O harekattayken Cenk'ten kurtulacağım bir plan yapmayı planlamıştım ama işler öyle yürümedi." diyen genç kız nefretle kırık telefonun bulunduğu konsolun üstüne doğru baktı.

 

"O konuşmadan 3 gün sonra o gördüğün telefonu verdi bana. İstediği zaman onunla mutlaka irtibata geçmemi ve mesajlarına da kesinlikle cevap vermemi söyledi. Gece geç saatlerde mesajlar atıyordu, iğrenç imalı şeyler yazıyordu. Hem beni taciz için hem de ters bir hareketimde mesajları Serkan'a göstererek beni bitirmeyi amaçlamak içindi. Farkındaydım ama oyununa ayak uydurup onu oyalamaktan başka çarem yoktu. Tek başıma işin içinden çıkamayacağımı anladığımda Berna ile irtibata geçtim."

 

Bunu duyan Hilal soru dolu gözlerle arkadaşına döndü.

 

"Berna mı? O Cenk ile arkadaş değil miydi?"

 

"Öyleydi ama onların da eski samimiyeti kalmamıştı. Berna avukat olup davalara bakmaya başladıktan sonra çok değişti. Bu değişim olumlu anlamdaydı. Daha anlayışlı, daha olgun ve en önemlisi de daha iyi bir analizci oldu. Cenk'in göründüğünün aksine manipülatif, kendini kadınlardan üstün gören kompleksli biri olduğunu fark etmişti. Bu yüzden de iletişimleri çok azdı. Bitap düşmüş bir şekilde 'Yardımına ihtiyacım var.' diyerek Berna'yı aradığımda hemen buluşalım dedi. Dışarısı olmasın dediğimde de evine davet etti beni. Önce mesajları gösterdim sonra da gözyaşları içinde başıma gelenleri. Serkan'a kör kütük aşık olduğumu anladığında ilk söylediği 'Geç olmadan ona gerçeği söylemelisin.' oldu."

 

O an gerçekleri anlatmalıydı ama yapamamıştı işte.

 

"Buna cesaretim olmadığını söyledim. Anlayışla başını salladı. 'Neyse o konuyu bırakalım şimdilik. Cenk için delil toplamamız gerek. Dava için dosya hazırlıyorum. Mesajlarının hepsinin nasıl biri olduğunu göstermek için bilinçli atıldığını belirteceğiz bu dosyada. Elimize güzel deliller geçtiğinde Cenk'e sunacağım bunu. Kariyerine bitirme pahasına takıntılı haline devam ederse davayı açacağım. Kazanırız kazanmayız bilemem ama büyük bir zarar görecektir. Cenk'i azıcık tanıyorsam mesleğinde böyle bir kara lekeye izin vermez.' dedi. Bu süreçte Berna'nın kadın hakları konusunda birçok kamu davasında görev aldığını öğrendim. Bu kadın dayanışmasında yanımda olacağından emin olmuştum. Serkan'ın harekata gideceğini öğrendiğimde ona haber verdim. 'İşte beklediğimiz fırsat. Cenk'i birkaç gün oyala Serkan gittiğinde onunla buluşacağını söyle, suyuna git bu süreçte. O buluşmaya sen, ben ve savcı bir arkadaşım beraber gideceğiz. Günlerdir yaptıklarının bedelini ona ödeteceğiz. Sen hiç merak etme.' dedi. Ben de bu yüzden..."

 

Serkan'ın okuduğu mesajları yanlış anlamama gibi bir ihtimal olmadığını hatırlayan Gülderen yeniden kahrolurken yaşlı gözleriyle Hilal'e baktı.

 

"Cenk'in imalarını geçiştirdim ama inkar etmedim ya da 'Ne diyorsun sen?' moduna girmedim. Sadece birkaç gün sonra bu iş bitecekti biraz daha dayanmam gerekiyordu. En kötü ihtimalde bile Serkan'ın o mesajları görebileceği aklımdan geçmedi."

 

Tekrardan ağlamaya başlayan genç kız sevgilisinin mesajların ne kadarını gördüğünü, ne kadarına dayanabildiğini bilemeyerek titrek bir nefes aldı.

 

"En başından beri delil diye mesajların hiçbirini silmemiştim. Onun o iğrenç belaltı konuşmaları, yalnızca benim anlayabileceğim üstü kapalı tehditleri ya da 'Muhbirim artık görevini tamamla ve yanıma dön. Hadi al bilgiyi şu adamdan ve kes ilişkiyi. Bu durum canımı sıkmaya başladı iyice.' ve türevi olan onlarca mesajı... Serkan o mesajları okuduğunda bilinçli bir şekilde yaklaşıp onu kandırdığımı değil aynı zamanda onu aldattığımı da düşünmüştür. Beni ikili oynayan o*ospunun teki zannediyordur."

 

"Mantıklı düşününce..." diye cümleye başlayan Hilal tesellisinin devamını getirmedi.

 

İkisi de Serkan'ın mantıklı düşünmeyeceğini biliyorlardı. En başında mantıklı düşünse Gülderen ile konuşmadan harekata gitmezdi zaten.

 

"Beni banyoya kitledi Hilal. Sevdiğim adam tek bir soru sormadan, açıklamamı dinlemeden beni banyoya kilitledi ve o psikolojiyle çok tehlikeli bir harekata gitti."

 

Gülderen'in saatler önce neden o halde olduğunu anlayan Hilal hüsran dolu bir nefes aldı.

 

Durum sandığından çok daha kötüydü.

 

Arkadaşının tekrardan titremeye başladığını fark ettiğinde sarılarak sırtını okşamaya başladı.

 

"Şşşt. Tamam canım sakin ol. Serkan'ın ruh hali bu kadar berbatsa eğer hiçbir şekilde benimkinden kaçamaz. Alfa'm durumu anladığında gerekirse söve söve, gerekirse de döve döve onun aklını başına getirir. Sen buna güven, gönlünü ferah tutmaya çalış." diyerek teselli etti.

 

Bir yandan da saatlerdir yaptığı gibi 'Umarım durumu çok geç olmadan fark edersin Alfa'm.' dileğinde bulunmuştu.

 

🐺

 

15 dakika önce pistten ayrılan helikopterde tam anlamıyla bir ölüm sessizliği hakimdi. Ülkeden uzaklaşırlarken askerlerin hepsi düşünceli ve dalgın görünüyordu. Öyle ki en şaklabanları Onur ve Korkut bile tek bir kelime etmemişti.

 

Geride bıraktılarının vedası ruhlarında yankılanırken boş makara yapamamışlardı.

 

Bakışlarını tek tek ekip arkadaşlarının üzerinde gezdiren Burak sessiz bir şekilde iç geçirdi. Harekat merkezine varana kadar bu modda takılı kalacaklarının farkındaydı. Harekata başladıktan sonra ise tempoya kapılıp İstanbul'u, geceleri ve yalnız kaldıkları anlar hariç, arkalarında bırakacaklardı. Öyle olmak zorundaydı.

 

'Geceleri' düşüncesi adamın bakışlarını helikopterin camından dışarıya çevirmesine neden oldu.

 

'Umarım kabuslarım bu harekata damgasını vurmak gibi bir itlik yapmaz. Umarım bu süreci en hasarsız şekilde atlatırım. Umarım..."

 

Bu düşünce aklından geçer geçmez 'Öpersem kabus görmezsin' diyerek imam nikahını basan karısı aklına düştüğünde istemsizce sırıttı.

 

Hangisi daha deliydi merak ediyordu.

 

Kelebeğini düşünmek olumsuz ruh halini olumluya evirirken bir kez daha takım arkadaşlarına baktı Burak.

 

Hepsinin yüzünden hüzün akıyordu fakat Serkan'ın ruh hali daha bir karaydı. Arkadaşının yüzünde hiçbir tepki olmadığını fark ettiğinde hafifçe kaşlarını çattı.

 

Resmen duygularını manipüle ederek kendini korumaya almıştı.

 

'Gülderen'den ayrı operasyona çıkmak Serkan'ı tahmin ettiğimden daha fazla etkilemiş' diye düşünen Burak ona laf atıp atmama arasında kararsız kaldıktan sonra susmaya karar verdi.

 

'Bu süreci böyle daha rahat atlatacaksa karışma Yüzbaşı'm. Buradaki herkes vedalara alışık ama Serkan çok uzun zamandır vedalaşmadan sevdiği ile çıkıyordu operasyonlara. Bu durum haliyle hepinizden daha fazla sarılmasına neden olmuştur.' diyen iç sesine hak veren Burak kendi kendine başını aşağı yukarı salladı.

 

Bilmediği şey ise Serkan'ın içindeki fırtınaların tahmin edebileceğinin çok çok daha üstünde olduğuydu.

 

🐺

 

Helikopter harekat üssüne indiğinde ayağa kalkan Burak ellerini çırparak askerlerinin dikkatini çekti.

 

"Evet Beyler. Harekat için inmiş bulunmaktayız. Şimdi hepimiz toparlanıyoruz ve o itleri gebertmeye gidiyoruz. Ne kadar hızlı aklımızı başımıza devşirip kontrollü bir şekilde çatışırsak o kadar hızlı evimize, sevdiklerimize geri döneriz. Anlaşıldı mı?"

 

Hepsi bir ağızdan "Anlaşıldı Komutanım." diye yanıt verirken Serkan sessiz kalmıştı.

 

'Ev' kelimesini duyduğu an o umursuz yüz ifadesinden büyük bir acı geçmiş ellerini yumruk yaparak acısını gizlemeye çalışmıştı adam.

 

Helikopter kapısı açılırken kimse Serkan'ın bu karanlık ruh halini fark etmemişti.

 

Kapı açıldığı gibi dışarı çıkan Burak soğuk havayı ciğerlerine çekerken yerdeki karlara baktı. Niyeyse yıllar önceki o malum operasyon düşmüştü aklına.

 

Bu harekatın esir alındıkları o günlerde yaşananlar ile hiçbir alakası olmadığının bilinciyle bu düşünceyi silen Yüzbaşı pistin ilerisinde bulunan diğer askerlere baktı.

 

"Tanıdık var mıdır dersin?"

 

Yanına gelen Emre'nin sorusunu duyan Burak başını hafifçe aşağı yukarı salladı.

 

"İlla ki vardır diye düşünüyorum. Batur'un çaresiz yardım isteğine benim gibi kayıtsız kalamayacaklardır."

 

"Tabii zaten aktif görevde değillerse..." diye mırıldandı Emre

 

"Doğru o da var." diyen Burak kendilerini harekatın yapıldığı yere götürecek olan askeri araçlara doğru yürümeye başladı. Bir an önce Batur'un yanına ulaşarak durumu öğrenmek istiyordu.

 

Araçlar teker teker dolup varış noktasına doğru hareket ederlerken duyduğu cümleyle duraksadı.

 

"Oo kimleri görüyorum. Uzun zaman oldu Aslan. Özlettin kendini."

 

Sesin geldiği tarafa doğru dönen Burak tanıdık sima ile gülümsedi.

 

Yüzbaşı Mustafa Yaman ve ekibi ile rahat 4-5 harekatta görev almışlardı. Cesur ve zeki bir asker olan adam aynı zamanda hakkaniyetli bir komutandı.

 

"Yaman? Seni burada görmek ne güzel." diyen Burak arkadaşının uzattığı eli es geçerek erkekçe sarıldı.

 

Bu içten sarılış ve samimi gülümseme karşısında hafifçe şaşıran Mustafa geri çekilerek genelde mesafeli olan komutana baktı. Eskiden soğuk ve kısmen mesafeli duran bu adamın candan tavrı karşısında istemsizce mırıldanmıştı.

 

"Hayırdır?"

 

Bu tepki ve türevlerini eski tanıdıklardan sık sık duyacağını bilen Burak sesli bir şekilde güldü.

 

"İyidir Bilader. Sana hayırdır?"

 

Muzip bir ses, eğlenceyle parlayan gözler ve neşeli bir gülüş...

 

Onun bu halini gören Yaman boş durmamıştı

 

"Naptınız lan bu adama?" derken timin kalanını selamladı. Daha önce bir harekatta beraber görev aldığı bu adamları az buçuk tanıyordu.

 

"Valla biz bir şey yapmadık. Şaşıracak bolca şeyin olacak Yaman. Diğerlerine de sakla kendini." diyen Emre içten bir şekilde Yaman'ın omzuna vurmuştu.

 

"1,5 yıldan fazladır görüşmüyoruz sanırım ama bu durum normal mi Yankı? Baksana şuna. Genel olarak somurtuk ve ciddi olan adam geldiğinden beri gülüyor. Adama reset atılıp farklı bir sürüm yüklemişler resmen."

 

Yaman'ın isyanı askerlerini neşelendirirken Yüzbaşı fark ettiği şey ile küfürü bastı.

 

"S*ktir. Bu nasıl oluyor a*ına koyayım?"

 

Birkaç adımla arkadaşının yanına yaklaşan Mustafa isimliğin bulunduğu yakayı tutarak kendine doğru yaklaştırdı.

 

"Yok valla doğru görüyor gözlerim. Kimsin sen lan? Aslan nasıl Kılıç olabilir? Kütüğünü mü değiştirdin?"

 

Silkenerek Yaman'ın elinden kurtulan Burak şok içindeki gözlere bakarken hüzünlenmek yerine eğlenerek başını salladı.

 

"He yaa. Kütük değiştirdim."

 

Burak'ın alaycı sesiyle bir dizi küfür sıralayan Yaman kaşlarını çattı.

 

"Oğlum bu ciddi mesele. Neler oluyor?"

 

Başıyla askeri araçları işaret eden Burak eliyle de alanı işaret ederek soruyu geçiştirdi.

 

"Sizin time sıra geliyor Yaman."

 

"Buraak!" diye çıkışan asker aklına gelen şeyle korkarak sordu.

 

"İsmin gerçekten Burak mı lan?"

 

"Ahahaha. Yaa Mustafa Allah iyiliğini versin e mi? Bu meselede bu kadar güleceğimi söyleseler inanmazdım. Adım Burak da birçok şeyde bariz değişiklik oldu. Anlatırım sonra."

 

İhtimalleri gözden geçiren Yaman eldeki tek seçeneği söyledi.

 

"Evlendin de karının kütüğüne mi geçtin lan?"

 

"Yok onu evlenmeden önce yapmışım. Aslan meselesinde." diye alay eden Burak ile tüm Timi kahkahayı bastı.

 

Öyle ki o ruh haline rağmen Serkan bile gülümsemişti.

 

Yaman'ın ve timinin soru dolu yüz ifadesini gören Burak elini arkadaşının omzuna koydu.

 

"Çok düşünme kardeş işin içinden çıkamazsın. Birazdan Batur'un ahiret suallerine maruz kalacağım zaten. Toplu çıkarayım hepinizi aradan. Hadi gidin artık, sıranız geldi."

 

Bu kadar önemli bir harekat için burada bulunmasalar oyunbozanlık yaparak Burak'ın aracına binip tüm gerçeği öğrenecek olan Mustafa, komutası altında bir Timi varken bunu yapamayacağının bilinciyle somurttu.

 

"İyi öyle olsun bakalım."

 

"Bu arada Batur'a benim geldiğimi söyleme. Sürpriz olsun istiyorum."

 

"Emin ol büyük bir sürpriz olacak Kılıç(!)." diye homurdanan Yaman isteksiz bir çocuk misali ayaklarını sürüye sürüye aracına giderken peşinden bakan Burak gülümsüyordu.

 

Emre ise yarı şaşkın yarı gururlu bir şekilde kardeşini izliyordu. Burak'ın, Kılıç meselesini izah ederken durgun hatta dağılmış bir halde olacağını düşünmüştü fakat anlaşılan korktuğu gibi olmayacaktı.

 

Emre'nin bakışlarının üzerinde olduğunu hisseden Burak bu durumdan rahatsız olarak dalgacı bir sesle mırıldandı.

 

"Yeter Emre çek bakışlarını yakışıklı yüzümden. Böyle bakmaya devam edersen sevgilimin yanına gidene kadar eskiteceksin yüzümü. Bunu yaparsan Asena'm seni mahveder."

 

Gözlerini devirerek homurdanan Emre, tepkisinin aksine memnun bir gülümsemeyle araçlara doğru yürümeye başladı.

 

'Gece kabusları hariç endişelenecek bir şey yok sanırım.' diye düşünen adam bu harekatın korktuğu kadar kötü geçmeyeceğinin rahatlamasını yaşıyordu.

 

Arkasından yürüyen Serkan'ın planlarından ya da Batur'un yardım isteğinin nedeninden bihaber olan Emre Yankı fazla erken konuşmuştu.

 

"Kılıç Timi sıra sizde." diye seslenen görevli ile Burak arkadaşlarına doğru döndü.

 

"Hadi Beyler! Gidelim bakalım Batur Bey bizi neden çağırmış."

 

🐺

 

Bol sallantılı araç yolculuğunun ardından görevli askerin eşliğinde harekat alanına giderlerken Burak soru dolu gözlerle görevliye baktı.

 

"Silah sesi duyulmuyor. Çatışma yok mu şu an?"

 

Birkaç saniye duraksayan asker rütbesi kendisinden yüksek olan komutanına dürüstçe cevap verdi.

 

"Takviye destek gelecek diye Batur karşı tarafa ateşkes teklifinde bulundu Komutanım. Ateşkesi yaralılar için istedik sanıyorlar ama anlamışlardır hareketlilikten bir şeyler döndüğünü."

 

Kaşları hafifçe çatılan Burak başıyla 'Anladım' dercesine işaret yapsa da hiçbir b*k anlamamıştı.

 

Bu hareket hiç de Aras Batur'luk bir hareket değildi. Özellikle kayıplı bir saldırı sonrasında savaşı soğutmak yerine daha da alevlendirirdi o.

 

Etrafındaki boş arazide bakışlarını gezdiren Burak düşünceli bir şekilde iç geçirdi.

 

'Neler oluyordu bu lanet harekatta?'

 

Askerin yönlendirmesiyle 10 dakika daha yürüyen, kısmen tırmanan, tim sonunda beklenen hareketlilikle karşılaşmışlardı.

 

Askerleri gördüğünde derin bir nefes alan Burak adımlarını güçlendirerek toplanılan mekana yaklaştı. Çakır ile konuşan Batur sert adımlarla ona yaklaşan Burak'ı gördüğünde dudaklarındaki gülümsemeyle oturduğu kayadan kalkmıştı.

 

"Ooo Aslan. Hoş geldin sefalar getirdin."

 

Çok uzun zamandır görmediği komutanını, arkadaşını, gören Burak onu özlediğini fark ederken Tekmil pozisyonu aldı.

 

"Yüzbaşı Burak Kılıç, Sakarya! Emir ve görüşlerinize hazırdır Komutanım."

 

Duyduğu soyadı ve şehir ile kaşları çatılan Batur, Burak'ın isimliğine baktığında gerçekten de Kılıç yazdığını görerek hayretle mırıldandı.

 

"Anlamadım? Kılıç mı?"

 

"Sakarya derken?" diye ekleme yaptı Çakır da. Burak'ın Samsunlu olduğunu hatırlıyordu.

 

"Kütüğü gerçekten değiştirmiş." diye mırıldanan Yaman, Batur ve Çakır'ın yanına gelmişti.

 

Harekattan dolayı aklı çok dolu olan Aras Batur bu yeni gelişmenin neden ve nasılını merak ederek Burak'a baktı.

 

"Aslan'dan Kılıç'a nasıl oldu da evrildin Yüzbaşı?"

 

Tekmil pozisyonunu bozan Burak çarpık bir şekilde gülümsedi.

 

"E önce bi sarılsaydık Yüzbaşım. Ben özlemişim seni, sen beni özlemedin mi?"

 

Muzip bir şekilde konuşan arkadaşı olumsuz ruh halini biraz da olsun düzeltirken tek kaşını kaldıran Batur gözlerinde neşe olan adamı incelemeye başladı.

 

"Değişmişsin."

 

"Nasıl değişmişim?" diyerek geyik yapan Burak kendini garip hissetti.

 

Gerçekten de değişmişti. Normalde çevrede mevcut olan ağır havayı dağıtan hep başkası olurken şimdi kendisiydi. Sesi istemsizce muzip çıkıyor, çevresindekilerin karamsarlığını yok etmek istiyordu.

 

'BŞÜ ile takılmayı azalabiliriz sanki Alfa. Tabii onlardan biri olmayı düşünüyorsan başka.' diyen iç sesini ağır küfürler ederek gönderen Burak önündeki mevzuya odaklandı.

 

Burak'ın bu hallerine yabancı olan Batur ise Emre'ye dönmüştü.

 

"Ne yaptınız buna? Klonladınız mı?"

 

"Ahaha. Beni klonlamak mı? Beni? Benim gibi mükemmel birini klonlamak imkansız Batur. Bilmiyor musun?"

 

Burak'ın ultra ukala bir sesle kurduğu cümle karşısında Batur memnuniyetle gülümserken, Çakır sahte bir şükürle elini göğsüne götürdü.

 

"Aha geri geldi. Şükürler olsun."

 

Onun bu hareketine göz deviren Burak, Batur'un yorgun gözlerine bakarken belki de günler sonra ilk kez gülümseyen arkadaşına yaklaştı ve sıkıca sarıldı.

 

"Berbat görünüyorsun." diye fısıldarken 'Ben yanındayım.' dercesine sırtını sıvazlamıştı.

 

"Bitmeme ramak kala geldiniz Burak. İyi ki geldiniz. Tanıdık simaları görmek cesaretimi tekrardan toplamama neden oldu. Zira şu sıralar geceleri herkesten gizli çaresizce ağlamaktan başka bir şey yapamıyorum."

 

Batur'un titreyen sesindeki tükenmişlik Burak'ın kaşlarını çatarak geri çekilmesine neden oldu.

 

Kızarmış gözlerindeki bakışlara bakılırsa adamın söylediklerinde tek bir abartı yoktu.

 

"Neler oluyor? Çağrını alınca durumun kötü olduğunu tahmin ettim ama bu kadar..." diyen Burak, Batur'un içli bir nefes alarak teması kesmesiyle gerçek anlamda korktuğunu hissetti.

 

Anlaşılan olay her ne ise tahminlerinin çok daha ötesindeydi.

 

Batur'un durumuna bir bakış atan Keskin onun toparlanmasına olanak sağlamak için sessizliğini bozdu.

 

"Ee Aslan. Bize nasıl bir anda Kılıç olduğunu anlatmayacak mısın?"

 

Cümleyi duyan Burak dudaklarındaki hafif bir tebessümle yaşını almış adama baktı.

 

"Aslında doğduğum andan itibaren Kılıç'tım ama... Şartlar kimliğimi benden almıştı."

 

Kırık cümlesiyle birlikte kendi gibi yanındaki Emre'nin de durgunlaştığını hisseden Alfa yaşadığı duygusallığı bozma isteğiyle alayla konuştu.

 

"Anlayacağın yeni gelmedim, geri geldim."

 

"Artık şu gizemli konuşmadan çıkıp olayı doğru dürüst anlatacak mısın yoksa geri geldiğin gibi Yaman'ın meşhur dayağından nasiplendireyim mi seni?" diye söylendi Mustafa huysuz bir şekilde.

 

"Meraktan çatlıyorsun değil mi?" diye soran Burak'ın keyfi tekrardan yerine gelmişti.

 

"Sence? Uzatma Burak. Dökül artık."

 

Kendisini tanımayan diğer askerlerin de merakla ona baktığını gören Burak bu kadar göz üzerindeyken açıklama yapmayı pek istemese de, burada olmasalar da zaten çok kısa sürede olayın herkese yayılacağını bildiği için açıklamakta pek bir sakınca görmedi.

 

"Batur'lar görevdeydi bilmezler belki ama sen görmüşsündür. 1 ay önce Hayalet Mahalle olayının sorumlusu yakalandı."

 

Son cümleyi kurarken tepkisiz kalmak Burak için oldukça zor olmuştu.

 

Yaman "Evet gördüm de ne alaka?" derken Hayalet Mahalle olayı olduğunda askeriyede öğrenci olan Keskin nefretle araya girdi.

 

"Yakalandı mı sonunda o it?"

 

Burak başıyla onaylarken Batur "Hayalet Mahalle." diye tekrar ederek hafızasını yokluyordu.

 

Yüzbaşı çok tanıdık gelen bu ismi nereden hatırladığını anımsamaya çalışırken, Çakır soru dolu gözlerle Burak'a dönmüştü.

 

"Yıllar önce Sakarya'da yaşanan olay değil miydi o?"

 

"Evet." diyen Burak daha fazla şey söylemek istemedi.

 

'Siz parçaları birleştirin ben bu kadar kişinin arasında bir kez daha o günü yaşamak istemiyorum.'

 

"Burak Kılıç, Sakarya." diye mırıldanan Batur, bir gün muhabbet ederlerken Burak'ın 'Ailemi kaybettim.' dediği ânı hatırladı.

 

Katledilen bir mahalle, o mahalleden sağ çıkan bir çocuk ve soyisim hatta kütük değişikliği yaşayan bir asker...

 

Batur "Sen o gün kurtulan çocuk musun?" diye sorarken olayı anlayan Yaman, hissettiği hüzünle Burak'ın yeşil gözlerine bakmıştı

 

"Kılıç... Mahalleye Şehit Yüzbaşı Yiğit Kılıç ismini vermişler. Haberlerde teröristi yakalayan kişinin Yüzbaşı'nın oğlu olduğu yazıyordu. Sensin o."

 

Derin bir nefes alan Burak ikisini de onaylayacak şekilde başını salladı.

 

"Evet benim. Çocukluğumda alınan tanık koruma tedbiri kapsamında kimliğim değiştirilmişti. O iti yakaladığımda da eski kimliğime geri geçtim."

 

Burak'ı tanıyanlar gayet sıradan bir şeyden bahsedermiş gibi duran bu sakin hali yememişlerdi.

 

Etrafındaki kalabalığa bir bakış atan Batur 'Bunu sonra konuşacağız.' dercesine arkadaşına baktıktan sonra gür bir sesle "Başın sağ olsun." dedi.

 

Benzer ses tonuyla "Vatan sağ olsun." diye karşılık veren Burak, Yaman'ın ve tanıdık birkaç kişinin baş sağlığına da aynı şekilde karşılık vermişti.

 

"Bu meseleyi hallettiğimize göre... Harekat hakkındaki bilgilendirme faslına geçebilir miyiz? Neler döndüğünü gerçekten çok merak ediyorum." diyen Burak eliyle çevresini işaret etti.

 

"Herkes gibi..."

 

Konunun açılmasıyla sıkıntılı bir şekilde başını kaşıyan Batur yardım istercesine Çakır'a baktı.

 

İkilinin bakışmasını takip eden Keskin profesyonel bir şekilde direksiyonu ele almıştı.

 

"Öncelikle bir karar vermemiz gerekiyor. İlk toplantıyı yalnızca komutanlar ile mi yapacağız yoksa herkes ile görüşüyor muyuz?"

 

Yorgun halinden harekatta var olan eski askerlerden olduğu anlaşılan bir asker söze girdi.

 

"Konu uzun Komutanım. Ve operasyon çadırı buradaki herkesi alacak kadar kapsamlı değil."

 

Bunun üzerine bakışların kendine döndüğünü gören Batur derin bir nefes aldı.

 

"Açıkçası anlatacaklarım hiç hoş şeyler değil. Günlerdir ne çektiğimizi bir biz biliriz. Müsaadenizle ben öncelik olarak komutanlarla görüşmek istiyorum. Sonrasında, kalabalık bir kadro ile, ne yapabileceğimize dair ayrıntılı bir müzakere yapmamız gerekecek zaten."

 

Batur'un berbat ruh halini farkında olan Keskin görüşme esnasındaki yorgun bitmişliğinin askerler tarafından görülmesini istemediğini bilerek sözü devraldı.

 

"O zaman sizin için de uygunsa siz asli komutanlar ile detaylı bir görüşme yaparken ben de kalan askerlere durumun geniş bir özetini vereyim Komutanım."

 

Ona minnet dolu bir bakış gönderen Batur hafifçe tebessüm etti.

 

"Uygundur Keskin. Sonrasında katılmak isteyenlerle beraber stratejik bir müzakereye otururuz. Verdiğimiz karar doğrultusunda da Komutanlar izleyeceğimiz yolu timlerine bildirirler."

 

Batur'un cümlesini emir sayan Komutanlar Çakır'ın önderliğinde çadıra geçtiler. Masanın etrafında bulunan kamp sandalyelerine yerleşirlerken içeriye Batur girdi.

 

Çadırda Batur hariç 8 kişiydiler.

 

Çakır, Yaman, Pala, Cahit, Koper, Dinar, Kayan

 

Çakır ile Yaman'ı çok iyi tanıyordu.

Pala ve Cahit'i bir iki operasyondan, biraz da simaen hatırlıyordu.

Koper, Dinar ve Kayan ile ilk kez görev alıyordu.

 

"Tekrardan hoş geldiniz Beyler. Ben daha önce hepiniz ile ayrı ayrı görev aldım ama dilerseniz kendinizden, geldiğiniz şehirden ve görev alanınızdan kısaca bahsettiğiniz bir tanışma faslından geçelim. Sonuçta uzun süre beraber olacağız."

 

Batur'dan yayılan karamsar hava prematüre Burak'ın sabırsızlık yapıp 'Boşver tanışmayı ne olduğunu anlat!' diyerek bu faslı atlamak istemesine neden olsa da kendini tuttu.

 

Sıra ona geldiğindeyse kısaca konuşmuştu.

 

"Burak Kılıç. Bizim alan size bakış biraz farklı. Dağda görev almak yerine İstanbul'da görev alıyoruz. Acil durumlarda başvurulan özel bir ekibiz."

 

Tanışma faslı bittikten sonra tüm gözler Batur'a döndü.

 

Batur, açıklama beklendiğini bildiği halde sessiz kalmıştı.

 

"Batur Allah aşkına neler oluyor? Böyle yaptığını görünce gerçekten korkmaya başladım." dedi Kayan endişeli bir şekilde.

 

"Korkmalısınız zaten." diye mırıldanan Yüzbaşı boş sandalyeye oturarak konuya bodoslama daldı.

 

"Haberlere düşen kısa menzilli roket saldırısı yalandı. Asıl olay başka."

 

"Nasıl yalandı?" diyerek kaşlarını çattı Pala.

 

"Asıl olay ne?" diye sordu Burak da aynı anda.

 

Karşındaki askerlere bakan Batur kısık bir sesle "Bombalı saldırıydı." diye yanıt verdi.

 

Kafası karışan Cahit hepsinin aklındaki o soruyu sordu.

 

"Bunu böyle söyleyebilirdiniz. Neden gerçeği çarpıtma ihtiyacı duydunuz?"

 

O günkü dehşeti hatırlayan Batur boğazındaki yumruyla gözlerini kapatırken, Çakır komutanlara bakarak yeni bir detay verdi.

 

"Sıradan bir bomba saldırısı değildi. Canlı bombaydı."

 

"Canlı bomba mı?" diye soran Dinar olayın nereye gideceğini merak ediyordu.

 

"Savaşın ortasında ne canlı bombası?" diyen Koper de durumun saçmalığına dikkat çekmişti.

 

Batur'un sessizliğini izleyen Burak usulca sordu.

 

"İmha mı edilemedi? Bu yüzden mi medyaya yansıtılmadı?"

 

Derin bir nefes alarak gözlerini açan Batur hissettiği acıyı gizlemeyerek zümrüt gözlere baktı. Arkadaşının gözlerindeki ıstırap Burak'ın tüylerinin diken diken olmasına neden olmuştu.

 

Batur sesinin çıkmayacağından korkarak başını aşağı yukarı salladı.

 

"Yani..." diyen Yaman düşüncesini dile getiremeyerek sustu.

 

Onun kadar nahif olmayan Pala ise sert bir sesle sorulmayan o soruyu sordu.

 

"Bölgemize canlı bomba girmekle kalmadı bir de patlatılmasına seyirci mi kalındı? Etkisiz hale getirecek kimse mi yoktu?"

 

Pala'nın kaba tavrı karşısında kaşlarını çatan Dinar kınayıcı bir bakış attı.

 

"21 Şehidimiz var Pala. Biraz daha esnek mi olsan?"

 

"Esnek olunduğu için o şehitlerimiz var Dinar. Çatışma söz konusu olduğunda esneme payı olamaz. Baksana olaya. Akıl alır gibi değil."

 

"Öyle. Gerçekten akıl alır gibi değil." diye araya girdi Batur buz gibi bir sesle.

 

Onun ses tonunu duyan Pala saygı duyduğu arkadaşına dönerken sert tavrını biraz da olsa dizginlemeye çalışmıştı.

 

"Batur biliyorum ama..."

 

"Hiçbir s*kim bilmiyorsun Pala!" diye çıkıştı Batur.

 

"Anlatırsan, biliriz." diye araya girdi Burak yumuşak bir sesle.

 

Birbirleriyle kavga etmeleri hiçbir işlerine yaramayacaktı.

 

Dudaklarını aralayan Batur, bir şey söyleyemeyerek yeniden kapattı. Onun bu halini gören Burak anlayışlı bir şekilde devam etti.

 

"Bırak kardeşim. Dök hislerini. Omuzlarındaki yükü tek başına taşıyamıyorsun, belli. Gamın/kederin her ne ise söyle, hep birlikte sırtlanalım. Bu yüzden geldik biz. Yükünü paylaşmak için."

 

Bu destekle başındaki ağrı ve kalbindeki sancı had safhaya çıkan Yüzbaşı dirseklerini masaya yaslayarak elleriyle yüzünü kapattı.

 

Batur sakinleşmek için derin derin nefesler alırken soru ve merak dolu bakışlar Çakır'a dönmüştü. Okların kendisini bulduğunu fark eden adam yalnızca başını iki yana salladı.

 

Olayı açıklayan kişi kendisi olmayacaktı.

 

"Çocuktu." diye fısıldadı Batur ellerinin arasından.

 

Ona en yakın oturan Koper duyduğu kelimeyi adlandıramayarak tekrarladı.

 

"Çocuk muydu?"

 

Komutanlar düşündüğü şeyin gerçek olmamasını dileyerek birbirleriyle bakışırken ellerini yüzünden çeken Batur kızarık ve yaşlı gözleriyle fısıldadı.

 

"Canlı bomba bir çocuktu. 12 yaşında küçük bir çocuktu."

 

Birkaçı küfür ederken Burak küfür bile edemeyecek haldeydi.

 

Canlı bomba durdurulamamıştı çünkü askerler 12 yaşında bir çocuğu vurma konusunda tereddüte düşmüşlerdi.

 

Bu tereddüt hepsinin hayatına mâl olmuştu.

 

Bu gerçeği sindiremeden Batur çatallı bir sesle anlatmaya başladı.

 

"Bu psikolojik savaşa 2 ay önce başladılar. Teröristlerin arasına yaşları genel olarak 13-17 arasında değişkenlik gösteren toy delikanlılar yerleştiriyorlardı. Hepsinin zihni yıkanmış, hepsi amaçları(!) uğruna büyük bir hırsla cephede savaşıyor. Bazısı... Bazısı o ağır silahları kaldıramıyordu bile."

 

Yaşanan dehşeti tahmin eden askerler resmen donakalmıştı.

 

"Bu sebepten şehit olan ilk askerimin söylediği son cümle 'Yapamadım komutanım. Kardeşim geldi aklıma. Vuramadım o küçük çocuğu.' oldu. O vicdanına yenik düşüp vuramamıştı ama kardeşini hatırlatan çocuk acımadan onu katletmiş, kardeşini abisi bırakmıştı. "

 

Sol gözünden bir damla yaş süzülen Batur titrek bir nefes aldı.

 

"Sonrasındaki süreçte göz göre göre tek tek şehit oldu askerlerim. Özellikle mesleğe yeni başlamış genç erler... Çok kez topladım hepsini. Sert uyarılar yaptım ama nafile. Bana 'Söz komutanım. Koruyacağız kendimizi.' diyen o mehmetçikler o an geldiğinde tetiğe basamadılar. O gencecik delikanlılar böyle bir vicdan yükünü sırtlanmaktansa ölüme gitmeyi kabul ettiler. Onlar bunu kabul etse de ben kabul edemezdim. Bu konuda psikolojik açıdan yeterliliği olmayanları..."

 

Dudaklarında acı bir gülümseme beliren Batur yumruk yaptığı elini sertçe masaya vurdu.

 

"A*ına koyayım. Psikolojik yeterlilikmiş. Hiçbirimiz böyle bir savaşa hazırlıklı değildik. Hiçbirimizin psikolojisi çocuk katili olmaya yeterli değildi. Ama durmuyorlardı işte. Tek tük çocuklar o teröristlerin arasında üstümüze saldırırken ya cepheyi terk edip savaşı verecektik ya da onları durduracaktık. Yaralamaya karar verdik biz de ama o itler için o çocuklar sadece piyondu. Yaşasa bile geri almıyorlardı. Birkaç çocuğu ateşkes sonrası yaralı bir şekilde bizim saflara aldık ama kan kayıpları çoktu, kurtaramadık. Teröristler çocukları kurtarma niyetimizi fark ettiğinde geri çekilmeden önce yerdeki çocukların kafalarına sıkmaya başladılar. Yani... Ya tek bir hamlede işlerini bitirecektik ve acısız bir şekilde öleceklerdi ya da yaralayacaktık ve o itler onları öldürene kadar acılar içinde kıvranacaklardı. Sonu her türlü ölüm olacaktı bari acı çekmesinler dedik ama genç askerlerimiz, haklı olarak, bunu bir türlü kabullenemiyorlardı."

 

Başına büyük bir ağrı saplanan Burak duyduklarına inanmak istemiyordu.

 

"Önce eşleştirmeler yaptım. Vurabilen ve vuramayanları yan yana getirdim." diyen Batur donuk bir ifadeyle ekledi.

 

"Çocuk vurabilenleri ve vuramayanları..."

 

Pala az önce habersiz söylediklerinin pişmanlığı ile ağzını açmıştı ki Batır elini kaldırarak onu durdurdu.

 

"Şimdi değil Pala. Anlatmayı bitireyim ondan sonra hiçbir b*ka yaramayacak teselli cümlelerinizi kurarsınız."

 

Askerler ölüm sessizliğinde kalırken Aras Batur aylardır yaşadığı ıstırabı anlatmaya devam etti.

 

"İlk başlarda bu durum işe yaradı zayiat vermedim ama genç askerlerimin psikolojisi iyice bozulmaya başlamıştı. Kendileri bizzat vurmasalar da şahit olmak yetiyordu. Askerlerimde belli başlı belirtiler oluşmaya başlamıştı.

Uyku sorunları ve kabuslar, ortada hiçbir sebep yokken yaşanan asabi saldırganlıklar ve öfke patlamaları, utanç ve suçluluk duygusu, ufak bir şeyde ürkme, hatta kendine zarar verme..."

 

"TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) belirtileri." diye mırıldandı Burak büyük bir esefle.

 

"Öyle. İlk başlarda geçer diye düşünsek de geçmedi hatta bazılarında arttı bu durum. Odaklanmada sorun sebebiyle görev arkadaşının yaralanmasına sebep olanlar olunca yeni bir çözüm bulmam gerektiğini fark ettim. Durumu kabullenemeyen, psikoloji eşiği daha düşük olan askerlerimi sahadan çekmem lazımdı. Bu durum askeri gücümü büyük ölçüde etkileyecek olsa da başka şansım yoktu. Önceliğim askerlerin hepsiyle tek tek görüşmek oldu. 'Dilerseniz harekattan müsaade isteyebilirsiniz.' dedim."

 

"Kabul etmediler." dedi Yaman bariz gerçeği dile getirerek.

 

Hüsran dolu bir nefes alan Batur başını aşağı yukarı salladı.

 

"Birkaç askerim psikolojisindeki durumun bilincinde olarak 'Böyle yarardan çok zararım dokunuyor. Farkındayım Komutanım. İsteğinizi gerçekleştireceğim.' diyerek kabul etse de geneli kabul edemedi. Ben de sonunda çareyi o askerleri aktif çatışmadan alıp gözlem için farklı bir noktaya göndermekte buldum." diyen Batur yorgun bir şekilde omuzlarını düşürdü.

 

"O p*çlerin bu denli tehlikeli olabileceğini tahmin edemezdim. Etmeliydim ama. Onları başıboş bırakmamalıydım. Gerçek anlamda tecrübeli askerleri de yanlarına vermeliydim."

 

Batur'un kendini suçlamaya başlamasıyla Çakır araya girdi.

 

"Vermiştin Batur. 2 askerimizin kaç yıllık tecrübesi vardı. Onlar bile bu durumda..."

 

"Ben gitmeliydim o zaman." diye çıkıştı Batur suçluluk duygusuyla.

 

Çakır sert bir tavırla başını iki yana salladı.

 

"Bizi içten içe, psikolojik, olarak yıkmaya çalışan itlere istediğini mi verseydin yani? Senin başımızda olman gerekiyordu. Olmasan dağılırdık. Ben gidebilirdim ama... O durumda ben bile 'O çocuğu vurabilirdim.' diyemiyorum. Biliyorsun. Biliyorsun o çocuk diğerleri gibi değildi."

 

Batur bir şey söyleyecekken Burak soru dolu gözlerle kaşlarını çattı.

 

"Diğerleri gibi değildi derken?"

 

Soruyu duyan Aras Batur ve Yusuf Çakır sessizce bakışmıştı.

 

Sessizlik uzarken cevabı merak eden Kayan sözü devraldı.

 

"Yaş bakımından diğerlerine bakış daha küçük olduğu için mi farklıydı?"

 

İç geçiren Çakır başını iki yana salladı.

 

"Hayır. O ... Hayatta kalan askerlerin hepsinin ifadesi aynıydı. Çocuk önce bol bir kıyafetle ağlayarak onlara doğru koşmuş. Koşarken de bir nevi yardım çağırısında bulunuyormuş."

 

"Hal böyle olunca askerler de ateş edemeyerek çocuğun ve dolayısıyla bombanın sahamız içerisine girmesine izin vermiş oldular." diye mırıldandı Cahit büyük bir esefle.

 

Onu onaylayan Batur sözü devraldı.

 

"Çocuk askerlere ne uzak ne yakın denilebilecek bir mesafede durmuş. Bir yandan tir tir titriyor diğer yandan da ağlıyormuş. Yanına yaklaşmak isteyen olduğunda geri çekilerek bir şeyler söylemeye başlamış. İlk başlarda korkudan ve telaştan anlamsızmış konuşması. Sonradan netleşmiş. Çocuk..."

 

Elini ağrıyan başına götüren Batur parmaklarını şakaklarına bastırdı. Arkadaşına bakan Çakır anlatmaya devam etti.

 

"Çocuk 'Beni anneme götürecekler. İstediklerini yaparsam eve gidebileceğimi söylediler. Ben annemi çok özledim.' diyormuş. Bizimkiler bunu duyduklarında daha bir afallamışlar. Çocuğu konuşturmaya çalışmışlar. Adını, nerede yaşadığını, savaş alanında ne yaptığını falan sormuşlar. Bilgilerin doğruluğu hâlâ teyit edilmedi ancak hastanedeki askerlerimiz 'Dediği tek kelime yalan değildi Komutanım. O çocuğun gözlerindeki korku ve ümit sahte olamayacak kadar gerçekti.' diyorlar."

 

Hikayenin bizzat kendisinden de gittiği yönden de hiç hoşlanmayan Burak "Kaçırmışlar mı çocuğu?" diye sordu.

 

"Öyle olduğunu söylemiş." diye mırıldandı Çakır gözlerini kaçırarak.

 

Soramadı Burak.

Dilinin ucuna kadar gelen o soruyu sormaya cesaret edemedi.

 

Kısa süren sessizlik sonrası Pala kısık bir sesle sordu.

 

"Nereden... Nereden kaçırmışlar?"

 

"Sınıra oldukça yakın bir köyden." diye cevap verdi Çakır aynı kısık sesle.

 

Nefes alışverişleri hızlanan Burak boğazının düğümlendiğini hissederken Yaman korkarak baktı.

 

"Hangi taraftan?"

 

O zamana kadar sessiz kalan Batur, acı dolu kızarık gözlerini kaldırarak komutanlara baktı.

 

"Türkiye'den. Çocuk söylediğine göre... Türk'tü."

 

🌙

 

Ve bölüm biter...

 

An itibariyle Harekat kimsenin tahmin etmediği bir noktaya evrildi...

 

Günahkar teröristlerle savaşmak kolay ancak iş beyni yıkanmış küçük çocuklarla, ergenlerle savaşmaya gelince 180° değişiyor. Hele de o çocukların içinde kendi kanından, Türk, olabileceğini düşünmek bir asker için en zor şey olsa gerek.

 

Sizce bu saatten sonra ne olacak?

Bizimkiler bu durumun altından nasıl kalkacaklar tahminleriniz var mı?

 

Ve zor bir soru;

 

Siz bu durumda kalsaydınız, ne yapardınız?

O çocukları ya da canlı bomba olan çocuğu vurmaktan kaçınır mıydınız yoksa 'Savaşta her şey mübahtır.' diyerek vurur muydunuz?

 

Gerçekten çok ama çok düşündürücü...

Yaşamadan asla bilemeyeceğin, şu an ne desen de boş olacak sorular sanırım.

 

Harekata bir farklılık getireyim biraz KİT usulü bir harekat olsun diye düşünürken eli silahlı 15 yaşında bir çocuk düştü zihnime.

 

Beyni yıkandığı için yaptığının doğru olduğunu düşünen yetişkin bir çocuk,

Ve silahının dürbününden karşısındaki teröristin aslında bıyığı terlememiş toy bir delikanlı olduğunu fark eden genç bir asker...

 

Sonrasını biliyorsunuz. Olaylar kendini yazdırdı, bu hale kadar geldi.

 

Askerlerimizin bu durumdan çıkışının nasıl olacağını kısmen ben de sizinle beraber öğrenecek gibiyim 💔

 

Gelelim bir diğer meseleye;

 

Geçen bölüm sonu sebebiyle bu bölüm Gülderen'in hikayesini gördük. Yazarken bazı yerlerde 'Acaba çok mu uzattım, burayı yazmasa mıydım?' diye düşünsem de düzenlerken gayet keyifle okudum.

 

Malum yeni dünyalarda hayat bulmayı seviyorum ❤️‍🩹

 

Gülderen'in yaptıklarını okudunuz.

Onun hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Serkan'ın tepkisi sizce yerinde miydi?

 

Hikayede kim hatalı demeyeceğim. İkisinin de hatası var ama Gülderen bir tık daha fazla hatalı gözüküyor. Serkan'dan bunca şeyi saklamamalıydı.

 

Onların hikayesi nasıl ilerler sizce?

Bir tahmininiz var mıı?

 

Son olarak da HilBur sahnesi (evet sondan başa doğru gittim 😅)

 

Geçen bölüm yazmayı düşündüğüm ama Operasyon sebebiyle HilBur'dan uzak olacağımızı bildiğim için bilinçli bir şekilde yazmadığım tatlı mı tatlış bir sahne

(Operasyon bölümlerinde bu tarz flashbacklerle HilBur yazabilirim belki 🤔)

 

Ee Bileklik olayını nasıl buldunuuz?

Ben bayıldım valla 😍😁

 

Bu bileklik sayesinde HilBur operasyonlar sırasında kısmi bir iletişimde olacaklar.

Bu mükemmeeel💃💃

 

Onların olduğu her şey mükemmel gerçi 🦋

 

Buraya kadar hâlâ okuyan var mı bilmiyorum ama Özel Hayatım hakkında birkaç şey yazıp sizi özgür bırakacağım.

 

Biliyorsunuz ki asla düzenli bölümler yazabilen birisi olamadım 🫣

 

Önceleri iş, sonraları evlilik derkeen

Son 8 aydır da tatlı bir sağlık durumundan...

 

Sağlık durumunun tatlısı mı olur demeyin

Öyle de bir tatlısı oluyor ki 🤰🤱👶

 

Hele de karnında minik tekmelerini, yumruklarını hissetmeye başladığında yaşadığın bel ağrısı da, ateş basması da, sancısı da, uykusuzluğu da...

Hepsi buhar olup uçuyor.

 

Gerçekten değişik bir his ❤️‍🩹

 

Doğuma kadar bir bölüm daha yazıp paylaşmayı çok istiyorum ancak buna garanti veremiyorum.

Günü günümü geçtim, ânım ânıma uymuyor.

Günüm normal geçerken bir bakıyorum hafif sancı, bolca ağrı ve halsizlik peydah olmuş. Ben de o mahmurlukla uykuya dalmışım.

 

Çocuğu olan arkadaşların 'Uyu uyuyabildiğin kadar çocuk doğunca uyuyamayacaksın.' desteğiyle de hiiç kasmıyorum gidiyorum yatıyorum valla 😅

 

Zaman ne gösterir bilinmez. Umarım yazarım ve atarııım

Artık duruma göre gelişmelerden haberdar ederim sizi 🦋

 

Dua eder dua beklerim

 

Sizi çok seviyorum

Allah'a emanet olun 💙

 

B.K.S.

18.468

 

 

Loading...
0%