51. Bölüm

35. Bölüm- Öptün... Geçti

Alfa`nın Kelebeği
yasminiesa

Sürpriiizli bir pazar gününden Selamlaaar 😍

Azmettim, doğurmadan önce yeni bölümü yazıp atabildim 😅🤲🏻

Şimdiden uyarayım sonraki bölüm ne zaman gelir hiiiç bilemiyorum 🫣

Bölüm yazma sürecim benim ufaklığın huyuna suyuna bağlı olacaktır büyük ihtimalle.

Ama lohusalık sürecinde yazabileceğime pek de ihtimal veremiyorum.

Yine de belli mi olur?
Belki bu süreçte kendimi rahatlatmak için KİT dünyasına sığınabilirim.

Bakalım zaman gösterecek her şeyi ❤️‍🩹

Ee nasılsınız?
Umarım iyisinizdir ve yeni yıla güzel bir başlangıç yapmışsınızdır

Hep iyi olmanız dileğiyle...
Sizi çok tutmadan bölümle baş başa bırakıyorum 🫂

🐺

"Türkiye'den. Çocuk söylediğine göre... Türk'tü."

Batur'un söylediği cümle ızdırap dolu bir nefes almalarına neden olmuştu.

Çadırın içinde uzun bir sessizlik oluşurken hepsinin aklından aynı düşünce geçiyordu.

'Ellerine silah verip ateş hattına sürdükleri çocukların arasında da Türk olabilir miydi?'

Başındaki ağrı gittikçe artan Burak nefes alamadığını hissederek üniformasının bir düğmesini açtı.

Bu duruma çok acil müdahale edilmeliydi.

Saniyeler dakikaya evrilirken Yaman çaresizce fısıldadı.

"Bir şeyler yapmalıyız."

"Evet ama ne? Beynim durdu benim. Düşünemiyorum." dedi Koper berbat bir sesle.

Düzeni mizacı haline getiren Dinar söz aldı.

"Yapacaklarımızı, önceliğine göre sıralamalıyız."

Pala başını sallayarak onu onayladı.

"İlk olarak çocuk askerler hakkında bir şeyler yapmalıyız."

Batur ve Çakır'ın yorgun haline bakan Cahit soru dolu gözlerle konuştu.

"Ateşkes yarın bitiyor mu?"

Çakır başını iki yana salladı.

"Normalde 2 gün istemiştik ama bizi sürekli gözlemliyorlar. Hareketliliğimizi sezmişlerdir. Her an ateşkesi sonlandırmak için talepte bulunabilirler."

Gözlem kelimesini duyan keskin nişancı Kayan anında "Onlarda durum ne?" diye sormuştu.

"Çocukları farklı bir yerde saklıyorlar. Büyük ihtimalle mağaralardalar. Kendileri de genelde çadırlarından çıkmıyorlar. Kişi olaraksa sürekli bir takviyeleri mevcut. Asla azalmıyorlar. Birkaç örgütün birleştiğini düşünüyoruz."

"Elebaşları kim?"

"Cellat lakabıyla nam salmış birisi. Gerçek adına ya da kim olduğuna dair hiçbir veri yok elimizde. Cellat adını duyanlar zekası ve acımasızlığından dem vuruyorlardı... Haklılarmış."

Çakır'ın kısık sesle eklediği kelime karşısında askerler derin bir nefes aldı. Bu işi bir şekilde çözmeleri gerekiyordu. Karşılarında çocuk varken savaşmak zaten zordu bir de o çocukların kendi kanlarından, canlarından olma ihtimaliyle çatışmaya girmek...

Düşüncesi bile nefes kesiyordu.

Aslan'ın sessizliği dikkatini çeken Batur bakışlarını ona çevirdi. Gözleri boşluğa dalmış adamın işaret parmağıyla masada ritim tuttuğunu gördüğünde gözleri kısıldı. Burak'ı azıcık tanıyorsa çoktan bir plan yapmaya başlamıştı.

Onu rahat bırakmaya karar veren Yüzbaşı yardımcısına döndü.

"Dışarıdakilerin durumuna bakar mısın? Keskin anlatmayı bitirdiyse fikir üretebilecek olanlar gelsin çadıra."

"Karmaşa olmaz mı Batur? Her ekipten belirli kişiler gelsin ya da biz seçelim. Çoğu asker katılmak isteyecektir. Sığmayız çadıra." dedi Yaman düşünceli bir şekilde.

"Benim ekipten yardımcımı alsam yeter. Kalanı beden gücünde uzman. Böyle bir şeyle karşılaşacağımızı bilmediğim için strateji ekibini değil de saha askerlerimi getirmiştim." dedi Pala çözüm sunarak.

Koper onu onaylayarak araya girdi.

"Mantıklı. Benden de 2-3 kişi var. Onları alırım. Kalanı plan aşamasında değil icraat aşamasında yardımcı olurlar."

"Benim ekibin de hepsine gerek yok. Çözüm için önce anlatılanları sindirmeleri gerekiyor. Böyle bir vahşeti kolay kabullenip plan kuramazlar şu an. Sonrasında planı anlatırım onlara." dedi Cahit derin bir nefesle.

Dinar ve Kayan da benzer düşüncelerle 2 kişiyi seçerken Çakır andan kopmuş olan Burak'a döndü. Bunu gören Batur, Aslan'ın dikkatini dağıtmasına engel olmak için yardımcısına seslendi.

"Çakır! Aslan'ın tüm ekibi gelsin. Taktik ve stratejik savaş onların uzmanlık alanı."

Komutanını onaylayan Çakır komutanların söylediği askerleri çağırmak için dışarı çıkarken çadırdakiler de dalgın görünen Burak'a dönmüştü.

Aslan/Kılıç denilen bu askerle ilk kez görev alan Kayan sessizce mırıldandı.

"Plan mı yapıyor?"

''Büyük ihtimalle." dedi Batur kendini tam anlamıyla soyutlamış arkadaşını izlerken.

"Çözüm bulabilir mi?" diye soran Koper de yeni tanışmıştı onunla.

"Süvari'de yaptıklarından sonra bir şekilde bi çözüm bulacağından eminim."

Batur'un gizemli sesini duyan komutanlar birbiriyle bakışırken askerler odaya girdi.

Duyduklarının etkisinden çıkamayan Emre çadıra girdiğinde parmağı ile ritim tutan kardeşini görerek, o ruh haline rağmen, hafifçe tebessüm etti.

Burak çoktan çözüm için arayışa başlamıştı.
Bu, iyiye işaretti.

Son olarak Keskin de çadırda yerini aldığında Batur brifingi başlattı.

"Evet Beyler! Hepiniz neden burada olduğunuzu biliyorsunuz. Kendinizi fiziksel değil de psikolojik bir savaşın içinde bulmayı beklemiyordunuz. Farkındayım. Ancak hızlıca duruma adapte olup çözüm sürecinde bana yardım etmenize ihtiyacım var. Bizdeki hareketliliği fark eden düşman yarınki ateşkesi iptal edip savaşa kaldığı yerden devam edebilir. Çözümü bu akşam bulup rotayı buna göre düzenlemeliyiz. Öğrendiğiniz bilgiler çok taze biliyorum ancak aklına herhangi bir fikir gelen var mı?"

Batur'un sorusu üzerine askerler birbirlerine baktılar. Sonunda Yağız Sancak sözü devraldı.

"Dediğiniz gibi böyle bir savaşı beklemiyorduk Komutanım. Bizim ekibin işi stratejik planlamadır ancak böylesi ani ve önemli bir konuyu bu kadar kısa zamanda çözmek kolay olmayacak."

"Bilmediğimiz bir sahada olmamız da büyük dezavantaj." diye ekledi Tuncay.

Diğerleri onları onaylarken bakışları Burak'ta olan Emre başıyla kardeşini işaret etti.

"Burak'tan bir şeyler çıkacak gibi. Başlangıç olursa, devamı bir şekilde gelir."

Derin bir nefes alan Batur başını salladı.

Aradan geçen dakikalarda askerler durum için plan yapmaya çalışsa da beyinleri durduğu için işlerine yarayacak, başarı şansı yüksek bir plan oluşturamamışlardı.

Sonunda Burak Kılıç'ın masanın üzerindeki parmağı durdu.

"Sonunda!" diye mırıldanan Onur ile dikkatler Burak'ın üzerine çekilmişti.

Başını kaldıran Alfa, kalabalık çadırdaki herkesin ona baktığını görünce tek kaşını kaldırdı.

"Dakikalardır gözünüzü dikip beni kestiğinizi söylemeyeceksiniz değil mi?" diye sorarken sesinde alay vardı.

Alayı duyan KİT ekibi rahat bir nefes aldı.

Ukala ve alaycı Burak sahalardaysa işler yoluna girecek demektir.

"Bir şeyler bulmuşsun abi." dedi Korkut hissettiği umutla.

"Buldum da... Oldukça uçuk şeyler. Oluru ve kesinliği de tartışılır." diyen adamın sesi düşünceliydi.

"Sen söyle, geliştiririz. Hiç olmadı bir yerden başlamış oluruz." dedi Batur gözleri Aslan'ın üzerindeyken.

"Şimdi... Şöyle ki hepimizin hem fikir olacağı gibi önceliğimiz çocuklar olmalı. Bir ara çocukları yaralıyorduk bunu fark edip onları vuruyorlardı dedin. Bu olaya hâlâ devam ediyorlar mı?"

Soruyu duyan Batur başını iki yana salladı.

"Yok. Zaten biz... Dediğim gibi çocuklar o süreçte acı çekmesin diye hayati yerleri nişan almaya başladık. Sonuç, her türlü aynı olacaktı."

Batur'un sesi olayın ciddiyetini bir kez daha ortaya sererken Burak derin bir nefes alarak arkasına yaslandı.

"Tamamdır. Eğer düşündüğüm şeyi gerçekleştirebilirsek ve fark etmezlerse bir sorun kendiliğinden ortadan kalkmış demektir. Diğer soruma gelelim. Elimizde kaç tane keskin nişancı var? İlla keskin nişancı olması da şart değil. Atışına güvenilenleri de dahil edebiliriz."

Soruyu duyan komutanlar kısa bir hesap yaptılar.

"Bizde 8 tane var. 3 kişinin de atışı kuvvetli." dedi Çakır operasyon ekibini düşünerek.

"Bende yalnızca 1 kişi var." dedi Yaman sıkkın bir şekilde.

"Benden 2 profesyonel 1 yarı profesyonel." diye araya girdi Pala.

"Benden de 1 kişi var ama 1 askerim de yetenekli bu konuda. Mesafeyi biraz kısa tutması lazım sadece." dedi Cahit sorunun nedenini merak ederken.

Koper "2 kişi benden." derken Dinar da "1 profesyonel 1 de amatör benden." diye ekledi.

Kayan "Benim ekipten ben dahil 2 kişi var. 2 de görüşü keskin askerim mevcut. Duruma göre onları da sayabilirim. Plan ne?"

"Etti 25. Bizde de 2 kişi diyelim. Vampir..."

Alışkanlıkla lakabını kullandığı Korkut Güven'e bakan Burak diğerlerinin anlaması için düzeltti.

"Güven sen de geçersin sniper başına olur mu?"

"Tabii ki abi. Sorun değil." dedi Korkut anında.

Bakışlarını Kayan'a çeviren Burak "Sen yönetme kısmında kal Komutan. Keskin nişancıları kontrol edip yön gösterirsin"

"Tamamdır!" diyen Kayan'ın gözleri sorularla parlıyordu.

Yeşil gözlerinden kararlılık akan bu Askerin ne gibi bir planı olduğunu deli gibi merak etmişti.

Diğer herkes gibi...

"24, 12 çift... İyi sayı. Büyük ihtimalle ateş hattı için yeterli."

"Neye yeterli?" diye sordu Batur biraz sabırsız bir şekilde.

"Çocukları vurmaya." dedi Burak soğukkanlı bir sesle.

Onu duyan çadırdakiler şaşkınlık ve itiraz arasında sesler çıkarmışlardı.

"Aklındaki ne?" diye sordu Emre olayın kargaşaya dönüşmesini engelleyerek.

"Temin etme durumu tam olarak nasıl olacak ve ne kadar sürer bilmiyorum ama..." diye kendi kendine mırıldanan Burak daha fazla merakta bırakmamak için düşüncesini dile getirdi.

"Çocukları bayıltıcı silah ve uzak mesafeli paintball silahı tarzı bir tüfekle, kırmızı boya hazneli silahla, vurmayı teklif ediyorum."

"2'şer grup oluşturacaksın. Biri kan süsüyle vururken diğeri bayıltacak. Doğru mu anladım?" diye araya girdi Çakır.

Fikir aklına yatmaya başlamıştı.

"Yakalanmazsak oluru büyük aslında." dedi Batur düşünceli bir sesle.

"Kana karıştığı gibi bayıltacak karışımlar mevcut." diye mırıldandı zehirler hakkında tecrübesi olan Korkut.

"O karışım işi sende Korkut. Askerler arasındaki tabiplerle de iletişime geç bir ortak nokta bulmaya çalışın. Eğer imkanınız varsa bilgiyi geliştirmek ve tedarik için Kadavra'yla iletişime bile geçebilirsiniz."

"Asıl üsse giderlerse bu durum mümkün." diyen Keskin ekleme yaptı.

Kadavra kim?"

"Bizim ekipten biri. Hacker kendisi ama kimya konusunda da derin bilgisi var. Her türlü malzemeye ulaşabilir. Bayıltıcıyı buralardan temin etmek sıkıntı. Cellat dediğiniz itin eli kolu nerelere uzanıyor bilmiyoruz. Durumu anlamaması için malzemelerin farklı bir yerden gelmesi lazım."

"Mantıklı. Zaten sizi çağırdığım için yeterince şüphe çektik şehirde de hareketlilik olursa bir şeyler döndüğünü anlarlar." diye onu onayladı Batur.

"Bizden bir karşı atak bekliyorlardır." dedi Pala düşünceli bir sesle.

Emre başını salladı.

"Kesinlikle öyle. Konu kayacak biraz ama bu sorunu çözmek için paravan olarak bir karşı atak hazırlasak nasıl olur?"

Batur kinli bir sesle konuştu.

"Aynı karşılığı verebiliriz. Patlatalım onları."

"Ama çocukların olmadığı bir an ve yer bulmalıyız." dedi bomba imha uzmanı olan Cahit.

O zamana kadar sessiz olan Serkan monoton bir sesle konuştu.

"Mühimmatlarının bulunduğu yeri de patlatabiliriz. Büyük zarara uğrarlar."

"Sevdim bu işi." dedi Koper.

"Bence hem adamları hem mühimmatlarını patlatalım." diye araya girdi Dinar.

"Mühimmatları elden giderse yeni tedarikçi bulmaları gerekir." diyen Burak'ın sesi oldukça düşünceli çıkmıştı.

Onun ses tonunu duyan Emre anında başını iki yana salladı.

"Hayır. Saçmalama!"

Emre'nin ani çıkışı karşısında Çakır kaşlarını çatmıştı.

"Ne oluyor?"

Onu takmayan Emre başını iki yana sallayarak zümrütlere baktı.

"Burak cehennemin dibindeyiz. Yeterli koruma ve düzenli planlama yok. Buna izin vermem. Buraya bunun için gelmedik."

"Olayı asker gibi çözemeyeceğimizin farkındasın değil mi kardeşim?" dedi Burak sakin bir sesle.

"Asıl sen deplasmanda aralarına sızmanın tehlikesini farkındasın değil mi? Seni test etmek için her şeyi yapabilirler. Güvenmedikleri bir anda denklemden çıkarmaya kalkabilirler." diyen Emre'nin sesi endişeliydi.

"Bir dakika bir dakika. Tedarikçileri olmayı mı düşünüyorsun?" diye sordu Batur hayretle Burak'a bakarken.

"Tedarikçileri hatta destekçileri?"

Burak'ın cümlesi çadıra bomba misali düşmüştü.

"Riskli bir iş evlat. Patlama peşine ortaya çıkman özellikle... Sıkıntı olur." dedi Keskin.

"O konuyu hallederiz. Güzel bir altyapı, bilindik birinin yerine geçme... O iş en kolayı. Yapmadığım şey değil."

Son cümlesini kurarken Giray yerine geçerek Tornado'yu, Bukalemun'u, yakaladığı son operasyonu gelmişti aklına.

"Yine de İstanbul'dakine benzemez bu Burak. Orada polis, kolluk kuvveti vs. var diye alttan yürütülür işler. Burasıysa savaş alanı. Kanun yok, kural yok. Neler yaparlar bilinmez. Sınırları da yok gördüğümüz üzere. Çok riskli bu durum." dedi Yağız onaylamayan bir ses tonuyla.

Batur da başıyla Yağız'ı onayladı.

"Seni bizzat o itlerin olduğu mekana göndermemi bekleme. Buna iznim yok. Kendini öldürtmek istiyorsan başka bir çözüm yolu bul."

Batur'un son cümlesini duyan Burak öfkeli bir nefes aldı.

"Şunda bir anlaşalım Aras. O son gördüğün Aslan değilim ben. Ölüme koşan değil ölümden sakınan biriyim artık. Şu an evime sağ salim ve bir an önce dönmeyi ne kadar istediğimi bilsen şaşarsın. Bu yüzden sanki ölmek istediğim için bir şeyleri ortaya atıyormuşum gibi davranmayı bırak! Bir dahakine bu kadar sakin tepki vermem."

Beklemediği çıkış karşısında şaşıran Batur istemsizce "Ne değişti?" diye sordu.

"Her şey..." diye mırıldanan Burak kalabalığın bilincinde olarak daha fazla bir şey söylemedi.

"Ve sen her şey değişmişken teröristlerin arasına ajan olarak sızmayı düşünüyorsun." dedi Emre iğneleyici bir şekilde.

Sakinleşmeye çalışırcasına bir nefes alan Burak alev alev yanan gözlerini kardeşine çevirdi.

"Daha iyi bir fikrin varsa buyur."

"Aralarına sızmadan da..."

Onun hayalperest tutumuna gözlerini deviren Burak bakışlarını Çakır'a çevirdi.

"Bu Cellat'ı gören eden var mı? Elimizde herhangi bir eşkal falan?"

"Yok." dedi Yusuf Çakır sıkıntılı bir sesle.

"Eee Yankıcığım. Kaç ay boyunca operasyonda kalmayı düşünüyorsun?" diye alayla konuşan Burak ciddi bir sesle devam etti.

"Bu iş o Cellat'ı gebertmeden ya da içeri tıkmadan bitmez. Aynı şekilde çevresindeki sağ kollarını ve sponsorlarını da..."

Herkesin içinde tartıştıkları için açık açık konuşamayan Emre memnuniyetsizce iç geçirdi.

"Sırf erken dönmek için bu planı ortaya atmıyorsun değil mi?"

Cümleyi duyan Burak buruk bir şekilde gülümsedi.

"Erken dönmek önceliğim bunu inkar edemem ama dönebilmem için önce yaşamam gerekiyor kardeşim."

Emre, yeşil gözlerdeki dürüstlük karşısında nasıl tepki vereceğini bilemezken Burak devam etti.

"Sen bir posta daha yaygara koparmadan önce söyleyeyim. Tek gitmeyi düşünmüyorum."

"Kimi alıyorsun?" dedi Emre kaşlarını çatarak.

"E seen!" dedi Burak olağan bir şeyden bahseder gibi.

Bunu duyan Emre'nin dudaklarında memnun bir gülümseme belirirken Burak Kılıç odaya bir bakış attı.

"Birkaç kişi daha alırız ama önce kimin yerine geçeceğimi bulmamız lazım. Ona göre şekillenir iş."

Aslan'ın planını düşünen Batur eliyle çenesini kaşıdı.

"Bu kadar kısa sürede yerine geçebileceğini birini bulabilecek misin? Hem... Ya adamlardan o kişiyi tanıyan çıkarsa? Riskli bir hamle değil mi bu?"

Bakışlarını Onur'a çeviren Burak rahat bir hareketle başını iki yana salladı.

"Pek sayılmaz. Hacker ve Kadavra bu işte uzman. Daha önce defalarca kez benzer operasyon yürüttük. Kişiyi bulmayı da kamufleyi de en muazzam şekilde halledeceklerdir. Tek sorun zaman."

"Kadavra ile iletişime geçersem en kısa sürede mühimmatları da ayarlarız, yerine geçeceğin kişiyi de abi. O sorun değil." dedi Onur Ünal kendine güvenen bir sesle.

Askerin emin sesini duyan diğerleri bu planın oluru hakkında olumlu düşünmeye başlamıştı.

Durum değerlendirmesi yapan Dinar sesli bir şekilde mırıldandı.

"O zaman sonuca bakarsak... Bir ayağımız mağara patlatacak, diğeri sızma yapacak, diğeri de çocukları bayıltacak. Aklıma takılan bir şey var ama. Bayılttığımız çocukları ne yapacağız?"

"Rehin alacağız." dedi Pala bariz ortada olan şeyi belirterek.

"Orası öyle de nasıl? Bizi izlemiyor mu bu adamlar? Olayı çakarlarsa yine başa sararız. Çocukları kendileri vurup öldürürler." diye karşılık verdi Dinar.

Bunun üzerine yeni bir düşünme seansı başlamıştı. Dakikalar sonra Aras Batur ekibine baktı.

"Tünel kazsak?"

"Nasıl yani?" diye sordu Keskin olayı anlamaya çalışarak.

"Cesetleri gömmek için kazdığımız çukura çıkan bir tünel kazsak, çocukları tünelden erzakları koyduğumuz alt mağaranın arka tarafına çıkarsak ve mağaraya taşısak?"

"Toprak kısmı yumuşak aslında, kazılabilir." dedi Çakır düşünceli bir sesle.

"Erzak mağarasının kör noktası var. Oraya gelecek şekilde kazarsak çıktıklarını karşı taraf görmez, anlamaz." dedi Keskin kafasında planı oluşturarak.

"Kazılacak mesafe çok mu peki ?" diye sordu Koper. Daha önce bu tarz kazma işlerinde fazlaca rol almıştı. Kolonlar ile desteklenecek bir tünel kazmaları mesafe uzunsa zor olurdu.

"Yok değil. Çukurun hemen üst tarafında kalıyor." diye yanıt verdi Çakır.

"Ben bu işi almaya gönüllüyüm. Dağlarda ekibimle bu tarz kazı çalışmaları yapmışlığımız var. Yanımıza insan gücü, malzeme ve kolon desteği için tahta verirseniz kısa sürede hallederiz bu işi. Hatta sonrasındaki çocukları taşıma işini de yine aynı ekip ile yaparım, başlarında dururum."

Durumdan memnun kalan Batur "Güzel." diye karşılık verdi.

"Birçok şey yerine oturdu. Atladığımız bir konu kaldı mı?" diye sordu Cahit askerlere bakarken.

"Şu an için gözükmüyor. Bir sorun çıkarsa yeniden toplanırız." diyen Batur komutanlarına direktif vermeye başladı.

"Çocukları taşıma sende Koper. Keskin nişancıların başında Kayan var. Sızma işini Aslan yapıyor, yanına kimi almak istiyorsan alabilirsin. Cahit sen bomba ekibinin başındasın, bomba imhacılarla planınızı yapıp bana sunarsınız. Pala, Yaman ve Dinar siz de bizimle aktif çatışmadasınız."

"Bir dakika." diyerek araya girdi Burak.

"Ne oldu?"

Bakışlarını Mustafa Yaman'a çeviren adam "Benimle gelmek ister misin?" diye sordu.

Kısa bir an duraksayan Yaman, Batur'a döndü.

"Bir sorun olur mu?"

"Benim açımdan sorun yok. Organize için yeterince komutanım var."

Batur'un cevabını duyan Yaman, Burak'a dönerek 'Tamam' dercesine başını salladı.

"Olur kardeşim. Farklı bir şeyler deneyelim bu sefer."

Onlar anlaşırlarken Pala derin bir nefes alarak arkasına yaslandı.

"5'e bölününce sahadaki sayımız hayli azalıyor Batur." derken sesi sıkkın çıkmıştı.

"Yeterince askerimiz var Pala. Benim sizi çağırma sebebim askeri güçten ziyade fikir almaktı. Çok daha az bir ekiple çok daha büyük savaşlar vermişliğim var. Sorun olmayacaktır."

"İyi o zaman." dedi Pala rahatlamış bir şekilde.

"Planlar hazır o zaman." dedi Çakır şükredercesine.

Günlerdir 'Ne yapacağız?' diye düşünmekten çıldırmıştı.

Tek tek askerlere bakan Keskin babacan bir tavırla gülümsedi.

"Gazamız mübarek olsun gençler. Allah'ın izniyle her şey tıkırında ilerleyecek ve o itleri en kısa zamanda geldikleri deliğe göndereceğiz."

"Yarınki ateşkesi iptal etmezlerse bir boş günümüz var. Planları genişletmek için yeterli. Olur da ateşkesi kaldırırlarsa da gün içinde yine burada buluşuyoruz ekiple. Kalanlar çatışmaya çıkar." dedi Batur tok bir sesle.

Askerler onu onaylarken Onur Ünal söz aldı.

"Ben şimdiden ana üsse gitmek istiyorum Komutanım.'

"Uygundur Ünal. Bir araba isteteyim senin için. Başka gidecek olan kimler?"

"Bomba malzemeleri için de gitmemiz gerekli Komutanım." diye ekledi Tuncay Deniz.

"Bomba imhacı mısın Deniz?"

"Evet Komutanım."

Cahit'e dönen Batur "Deniz ile sen de bomba için gidin Cahit. Koper, kazı için ihtiyacınız olan malzemeler neler? Onları temin için uygun gördüğün biri gitsin. Sen mekanı incele, kazı ekibine durumu anlatıp onları organize et."

"Anlaşıldı."

"Keskin nişancılardan biri de silahları kontrole gitsin. Kayan sen gider misin yoksa başkası mı gitsin?"

"Benim ekibimi tanıyıp menzili uygun yerlere kişi yerleştirmesi yapmam lazım Komutanım." dedi Kayan.

"Uygunsa ben giderim Komutanım." diye araya girdi Yağız Sancak.

"Tamamdır Sancak. Aslan sen gidiyor musun?"

Burak düşünmeye gerek görmeden başını iki yana salladı.

"Şu an için gerek yok. Ünal birini bulduğunda haber eder öyle giderim. O zamana kadar bir yandan planlara yardımcı olurum diğer yandan da çatışmada görev alırım."

Batur başka bir şey var mı diye düşünürken Korkut araya girdi.

"Zehir için ben de gidebilirim Komutanım. Kadavra ile kısa bir istişare yaparız sonrasında zehirleri kontrolüm altında getiririm."

"Uygundur Güven." diyerek onu onaylayan Batur saatine baktı.

"Saat 10 olmuş, planlamaya yarın devam ederiz. Açsınızdır. Karnınızı doyurup istirahate geçebilirsiniz. Önümüzdeki günler çok yoğun geçecek. Çakır, Keskin görevli askerlere söyleyin yönlendirme yapıp yardımcı olsunlar."

Batur'un sözleriyle çadır içindekiler dışarıya çıkarlarken Burak bilinçli bir şekilde yavaş hareket etti. Çadır boşaldığında Batur yorgun ama samimi bir şekilde dostuna gülümsemişti.

"Kurtardın yine beni."

Arkadaşının yanına giden Burak sağındaki sandalyeye oturdu.

"Böyle bir şeyi beklemiyordum."

İç geçiren Aras arkasına yaslandı.

"Ben de... Karşımdaki öyle bir düşman ki bir sonraki hamlesini tahmin edemiyorum. Benim savaşım sahada silahladır. Buna o kadar alışmışım ki stratejik bir savaşla karşılaşınca afalladım."

"Afallamanı değerlendirerek daha da keskin bir şekilde saldırmış." diye mırıldandı Burak bariz ortada olan bir şeyi ifade ederek.

"Öyle. Mental olarak fazla yıprandığımı/yıprandığımızı fark edince destek çağırmaya karar verdim. Olayın dışından birilerinin bizi toplaması gerekiyordu." diyen Batur arkadaşının omzuna dostça vurdu.

"İyi ki geldin kardeşim. Varlığın bile başlı başına güçlü kalmamı sağlarken sen fitili ateşleyip planı oluşturan kişi oldun. Sayende intikamımızı alabileceğiz."

"Umarım her şey yolunda gider." dedi Burak bir aksilik olmaması için dua ederken.

"Umarım." diye karşılık veren Batur meraklı bakışlarla arkadaşına döndü.

"Ee görmeyeli neler değişti hayatında?"

Onun bakışları karşısında istemsizce gülen Burak alaycı bir şekilde takıldı.

"Çekirdek kola alsaydın. Böyle kuru kuru gitmez."

"Bırak şimdi çekirdeği kolayı. Bu değişim soyadın ve geçmişin ile olan gelişmelerden dolayı mı yoksa başka bir şey mi var?"

Onun mahalle dedikoduculuğuna büründüğünü fark eden Burak gizemli bir sesle konuştu.

"Sence?"

İstediği cevabı vermeden almayacağını anlayan Batur aklındakini dile getirdi.

"Bence başka bir şey var."

"Mesela?"

"Kız meselesi. Değil mi?" diye sordu Aras bilmiş bir şekilde.

Birçok askerle günlerini aylarını paylaşa paylaşa kimin sevdiği var kimin yok anlayacak hale gelmişti.

"Doğru bildin Esra Erol!" diye dalga geçen Burak aklına düşen Kelebeğiyle birlikte kocaman gülümserken buldu kendini.

Onun gülümsemesini gören Aras şaşkınlık dolu bir ıslık çalmıştı.

"Vay vay vay. Ateş bacayı sarmış. Seni bu halde göreceğimi asla düşünmezdim. Yalnız Kurttun sen."

"Ehh. Artık dişisini bulmuş bir kurdum." dedi Alfa gayet memnun bir şekilde.

Sırıtan adama bakan Aras Batur kaşlarını kaldırdı.

"Seni bu hale getiren kızı merak ettim. Resmen kız arkadaşın var!"

"Kız arkadaşım değil." dedi Burak kesin bir sesle.

İçinden 'Karım.' diye ekleme yaparken daha şimdiden karısını deli divane özlediğini hissetmişti.

Aras "Daha açılmadın mı?" diye sorarken Burak da aynı anda düzeltme yapmıştı.

"Sözlüm. Müstakbel karım."

Bu yeni bilgi karşısında daha bir afallayan Batur için az önceki konuşma anlamlaşmıştı.

"Bir an önce geri dönmek isteme sebebin o."

"Öyle." diye mırıldanan asker düşünceli yeşil gözlerini yüzük parmağına dikti.

Bir an önce parmağını doldurması gereken konular vardı.

'Tek parmağını mı? Şah söz verdiği gibi sen dönene kadar apartmanı bitirecektir. Eşyalar alıp orayı da doldurman(ız) gerekiyor. Peşine de basarsın nikahı. Alırsın karını koynuna bir daha da hiç bırakmazsın.'

İç sesinin sözleriyle derin bir iç geçiren Burak 'Çok iş, çok uzun. Hilal ön hazırlık olarak mobilya bakmaya başlasa mı?' diye düşündü.

'Ohooo. Prematüreliğin tuttu yine. Az sabırlı ol onca ay bekledin şimdi mi aklın başına geldi? Gerçi bendeki de soru. Kızı öptün bir kere. Azıtman normal.'

'S*ktirtme kendini iç ses. Kapa çeneni ve defol.'

'O dediğini bana yapmayacaksın Alfa, rotanı şaşırma.'

Burak iç sesine ağır küfürler etmek üzereyken iç sesi son darbeyi vurarak sessizleşti.

'Sen dua et de Nisa ve Aslı düğün için verdiğin talimatları sen dönene kadar hazırlamış olsunlar.'

"Heey! Dünyadan Aslan'a dünyadan Aslan'a."

Aras Batur'un sesiyle düşünceler dünyasından çıkan Burak eğlenen gözlerle kendisini izleyen arkadaşına baktı.

"Avel olmuşsun resmen. Koskoca egoist Aslan, aşk sarhoşluğundan aptallaşmış. Vay be!"

İç geçiren Burak gözlerini devirdi.

"Bırak benimle uğraşmayı. Kendine başka bir iş bul."

"Valla yapılacak çok işim var kardeşim ama dedikodu hep daha cazip. Malum romcom izleyemiyorum savaş meydanında. Canlısını bulmuşum kaçırır mıyım?"

Batur'un neşeli sesi Burak'ın tebessümüne neden oldu. Haftalardır cehennemi yaşayan adamın gerçekten çok uzun süre sonra keyif dolu olduğunun farkındaydı.

Bu yüzden meraklı bir şekilde "Ee nasıl tanıştınız? Nasıl biri?" diye soran Aras'ı geri çevirmedi ve 'Sakin ol ben askerim.' cümlesiyle başlayan hikayelerini kısaca anlatmaya başladı.

🐺

Erzak çadırına giren Burak konservelerin arasından bir tanesini alarak küçük masaya oturdu. Boş çadıra kısa bir göz attıktan sonra pantolonun cebine sakladığı bilekliği çıkaran adam yoğun ve stresli geçen gününe rağmen huzurlu bir şekilde gülümsedi.

Kelebeği ile iletişime geçmek için sabırsızlanıyordu.

Saatine baktığında gece 12'ye geldiğini gören adam daha fazla beklemek istemeyerek baş parmağını siyah taşın üstüne koydu.

5 saniye sonra parmağının altındaki hafif titreşim karşı tarafa istediği mesajın gittiğini haber verirken, parmağını çeken Alfa taşının Kelebek ile aydınlanmasını beklemeye başladı.

Çok değil 7 saniye sonra Kelebeği ışımaya başladığında kısık sesle gülmüştü.

"Bütün gün bu ânı beklediğini bu kadar da belli etme be Kelebeğim." derken kendisinin de kızdan farksız olduğunu elbette farkındaydı.

"Yanımda olsan şimdi, sımsıkı sarılsam..." diye özlemle mırıldanan adam dudaklarında beliren çapkın gülüşle devam etti.

"Delicesine öpsem..."

Dünden beri yaşadıklarını düşündüğünde iç geçirerek arkasına yaslandı.

Resmen karısını geride bırakıp operasyona çıkmıştı!

'Operasyona çıkmamış olsaydın bugün nikahı basmıştın. Eviniz dahil hiçbir şey hazır değil. Biraz sabırlı mı olsan Azgın Alfa?'

İç sesine gözlerini deviren Burak haklılık payını yok sayarken elindeki taşın titreştiğini hissetti.

Beklemediği bu hamle karşısında şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırarak taşa baktı.

Baş parmağını taşın arkasına koyduğunda ezbere bildiği 'İyi dinle! Bir daha telafisi olmayacak.' yönergesiyle birlikte bilekliği hızla bileğine taktı.

Mors alfabesi mi? Neler oluyordu?

Hilal'i 3 kez aynı kodu tekrar ettikten sonra yalnızca iki cümle iletti.

'Serkan'a dikkat et Alfa'm. Gülderen ile kavga etmiş.'

Duyduğu şeyle kaşları anında çatılan Yüzbaşı vakit kaybetmeden cevap vermişti.

'Tamamdır. O iş bende.'

Kilometrelerce uzaktaki Hilal bu güvenceyle rahat bir nefes alırken saniyelik bir duraksama yaşayan Burak parmağını taşın üstüne götürerek vurmaya devam etti.

'Seviyorum seni karıcığım.'

Cevap gecikmemişti.

'Ben de seni seviyorum kocacığım.'

Sabaha kadar onunla konuşsa yine de yetmeyeceğini, ona doyamayacağını, bilen adam gönülsüzce bilekliği pantolonunun cebine koydu.

Sınır çizmezse, bu iletişim işini çığırından çıkarırdı.

Bunu bilmesine rağmen önündeki kavanozu açarken suratı asıktı.

'En azından iletişime geçebildiniz.' diye kendisini teselli eden iç sesini duyduğunda ''Buna şükür.'' diye mırıldandı.

Bilekliği operasyona getirmesi pek de kolay olmamıştı sonuçta.

'Ödeyeceğim bedele değdi ama.' diye düşünen asker, operasyona çıkmadan hemen önce Mithat Yarbay ile yaptığı anlaşmayı hatırladı.

~

Süvari operasyonu sırasında Binbaşı olan Mithat Kara şimdi Yarbay rütbesiyle karşısında duruyordu

"Aslan... Hoş geldin." diyen Mithat Yarbay, Yüzbaşı'nın üniformasındaki soyadını gördüğünde düzeltme yaptı.

"Kılıç demeliydim gerçi. Hayırlı olsun."

Duyduğu soyadıyla hafifçe tebessüm eden Burak, adamın babacan tavrına samimi bir şekilde karşılık verdi.

"Sağ olun Komutanım."

"Geldiğini söylediklerinde şaşırdım. Birkaç saat içinde operasyona çıkacaksınız. Bilgi almak için mi geldin yoksa başka bir durum mu var?"

Soruyu soran Mithat'ın kara gözleri büyük bir merakla parlıyordu.

Sonuçta bu genç asker her daim yeni bir sürprizle karşısına çıkıyordu.

Burak Kılıç, bu sefer de adamı şaşırtmayacaktı.

"Başka bir durum var Yarbayım." diyen Yüzbaşı karşısındaki adamın isteğini kabul etmesi için her şeyi yapacağını şimdiden farkındaydı.

"Seni dinliyorum."

Derin bir nefes alan Burak söze nasıl başlayacağını birkaç saniye düşündükten sonra boynundaki muskayı açığa çıkardı.

"Yıllar önce karşınıza gelmiştim. Bu künye için..." diye mırıldandı adam o günü hatırlayarak.

Muskaya bakan Mithat'ın dudaklarında hafif buruk bir tebessüm belirmişti.

Süvari operasyonunun sonunda genç asker aynı böyle kararlı bakışlarla karşısına geçmiş, harekatlara çıkarken boynundaki muskayı da yanında götürmek için özel izin istemişti.

Bu garip istek Mithat Kara'yı şaşırtırken genç devam etmişti.

'Madalya vermek yerine bunun iznini verebilirsiniz. Hatta... Rütbemi yükseltmeyebilirsiniz de. Sadece muskamı operasyonlara götürmem için izin verin. Gizli saklı da götürürüm, kimsenin de ruhu duymaz ancak her seferinde itaatsizlik yapmak istemiyorum. İzinli gitmek istiyorum.'

'Süvari'ye giderken götürmüş müydün?'

'Götürmüştüm Komutanım. Yıllardır boynumda. Çıkarttığım herhangi bir an olmadı.'

Tek kaşını kaldıran Komutan 'Neden? Ne özelliği var?' diye sormuştu.

Soruyu duyan Burak bir süre duraksadıktan sonra 'Bunun nedenini açık bir şekilde söyleyemem, istesem de söyleyemem. Yetkim yok.' diye cevap vermişti.

'Bu ne demek?'

'Bilgilerime baktığınızda herhangi bir gizli dosya görmüş müydünüz Komutanım?' diye sormuştu genç asker.

Soruyu duyan Mithat önündeki bilgisayardan askerin bilgilerine girmiş, bahsedilen kilitli dosyaya tıkladığındaysa üst düzey bir şifreyle karşılaşmıştı.

'Ne var bu dosyada?'

Burak soruya cevap vermek yerine 'Açabiliyor musunuz dosyayı?' diye sormuştu.

Askerin ses tonu açamazsanız istediğiniz bilgiyi veremem diyordu. Merak duygusu ağır basan Mithat şifresini girdiğinde dosyanın açıldığını görerek teğmene bir bakış atmıştı.

Onun tepkisinden olayı anlayan Burak 'Açtınız.' derken rahatsızca bulunduğu yerde kıpırdanmıştı.

Gizli dosyayı açabilen, geçmişini öğrenen insanların, karşısında kendini çıplak gibi hissediyordu.

İstediğini almak için buna bile razı olan adam, bakışlarını komutanına dikerek hakkında yazılanları okumasını izledi.

Askerin Tanık Koruma Programında olduğunu öğrenen Mithat Kara yüzünü ifadesiz tutsa da Hayalet Mahalle olayını öğrendiğinde tepkisiz kalamamıştı.

Karşısındaki genç asker, büyük bir vahşetin ortasından sağ kurtulan tek tanıktı.

Tek bu da değil...

"Yüzbaşı Yiğit Kılıç mı?" diye mırıldanmıştı Mithat Kara.

Burak Aslan'ın yaptıkları düşünüldüğünde, zamanın efsanesi olan komutanın oğlu olduğunu duymak aslında onu şaşırtmamalıydı.

Babasının adını duyan Burak kısık bir sesle 'Evet.' dedikten sonra elini künyesine götürerek sıkıca tutmuştu.

'Ondan yadigar. Çıkartmayacağım. Cesedimden ancak alabilirler.' derken sesi kararlıydı.

Bu uğurda askerliğini bile bırakacak kadar kararlıydı hem de.
Sonradan kafasına sıkıp kendini öldürürdü ancak orasını bilmelerine gerek yoktu.

Askerin dik duruşuna bakan Mithat birkaç dakika düşündükten sonra askerin isteğini kabul etmiş, askerin aşikar olan bilgilerine künyeyi harekatlara götürmek için verdiği izni de eklemişti.

Mithat Kara'nın bu onayı verme sebebi Burak'ın Süvari'deki üstün başarısı mıydı yoksa Şehit Yüzbaşı Yiğit Kılıç'ın hatrı mıydı bunu kendisi dahil kimse bilemeyecekti.

Yıllar önceki olaya kısa bir gidiş yaşayan Mithat âna dönerek askere baktı.

"Evet, hatırlıyorum Yüzbaşı."

Boğazını temizleyen Burak battı balık yan gider düşüncesiyle tek nefeste maruzatını dile getirdi.

"Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama... Ben yine benzer bir istekle geldim."

Cümleyi duyan Mithat'ın kaşları havaya kalkarken Burak Kılıç hızla devam etti.

"Kabul etmeniz için ne isterseniz yaparım."

Karşısındaki askerin tanıdığından farklı bir şekilde soğukkanlı olmaması ve ukala durmaması karşısında ufak çaplı hayrete düşen Mithat "Bu seferki ne?" diye sordu.

Askeri bu hale getirenin ne olduğunu gerçekten merak etmişti.

Bunu yaptığına inanamayan Burak bileğindeki bilekliği gösterdi.

"Bu." derken izahını nasıl yapacağını gerçekten çok merak ediyordu.

Mithat Kara ya s*ktiri çekecekti ya dalga geçecek ve odasından kovacaktı ya da anlayışla karşılayarak izin verecekti.

Mesafeli bakışlarına bakılırsa anlayışla karşılayıp yeni bir tolerans göstermesi biraz zor gibiydi.

Burak Kılıç'ın ise pes etmeye niyeti yoktu. Bu uğurda birçok şeyi feda edip istediği izni alması gerekiyordu.

Başta Kelebeği, sonrasında da kendi akıl sağlığı için...

"Özelliği ne ve neden?" diye soran Mithat yüzünü bilinçli bir şekilde ifadesiz tuttu. Burak'ın karşısında kıvranmasını izlerken 'Ne oldu bu askere?' diye düşünüyordu.

Başını kaşıyan Burak derin bir nefes alarak komutanın baktı.

''Bu... Bond Touch."

"Ne?" diye tepki veren adam kaşlarını çatmıştı.

'Bond Touch canım mesafe bilekliği işte. Bilmiyor musun yoksa? Aaa ayıp ayıp.' diyemeyen Burak, komutanı daha fazla kızdırmak istemediği için mecburen açıklama yaptı.

"İzniniz olursa göstererek anlatayım."

"Bekliyorum." dedi Mithat eğlendiğini gizleyerek.

Kendini beğenmiş Aslan'ın karşısında şekilde şekile girmesi oldukça hoşuna gitmişti.

Cebinden Hilal'in beyaz bilekliğini çıkaran Burak komutanının masasına yaklaştı.

"Bu... Dokunmayla tepki veren bir bileklik."

Baş parmağıyla bilekliğine dokunan asker, beyaz bileklikteki ışıltılı kurt simgesinin ortaya çıkmasını sağladı.

Tek kaşı havaya kalkan Mithat başıyla beyaz bilekliği işaret etti.

"Bu kime ait?"

Saniyelik duraksayan Burak "Müstakbel karımın." diye cevap verdi.

Askerin bakışlarındaki gülüşü fark etmesini istemeyen Mithat Kara beyaz bilekliği eline aldı.

"Buna dokununca da seninkinde mi ışık yanıyor?"

"Evet." diye yanıt veren asker daha fazla bir şey söylemeden bilekliği inceleyen komutanına baktı.

Beyaz taşa dokunan Mithat hiçbir şey olmadığında Burak'a döndü.

"Bir şey olmadı?"

"Bileklikler özel yapım Komutanım. Yalnızca şahsa ait parmak iziyle çalışıyor. Benimkini ben, onunkini de o harekete geçirebilir."

Yeni nesil zımbırtılarına alışkın olduğunu düşünen Mithat bu sefer gafil avlanırken tek kaşını havaya kaldırdı.

"İlginçmiş. Bunu harekata mı götürmek istiyorsun şimdi?"

"Evet Komutanım."

Bilekliklere bakan Yarbay ciddi gözlerle askere baktı.

"İletişime giriyor bu farkındasın değil mi?"

"Biliyorum." diye fısıldadı Burak.

Bu iletişime neden ihtiyacı olduğunu binlerce farklı şekilde anlatabilirdi ancak o zaman Mithat Kara %99 'Akıl sağlığı sallantıda, tehlike oluşturur' raporuyla onu harekat dışına alırdı.

"Dikkat çekeceğinin farkındasın. Ayrıca ya bir şekilde izlenirse ya da farklı bir duruma sebebiyet verirse?"

"Böyle bir durumu olamaz Komutanım. Özel yapım olduğundan bahsetmiştim. Yapan kişi bizim Teşkilatın bilişimcisi. Kullanılan malzemeler MİT ve KİT cihazları gibi güvenlidir."

'Daha ne duyacağız bakalım?' diye düşünen Mithat Kara bilekliği Burak'a geri verdi.

"Anlaşılan çok uğraşmışsın bunu yapmak için."

Onun yorumu karşısında Burak 'Belki işe yarar.' düşüncesiyle gerçeği itiraf etti.

"Ben yapmadım Komutanım. Hediye."

'Böyle ince bir düşünce de bir hanımefendiden çıkar zaten.' diye düşünen Mithat koltukta arkasına yaslandı.

"Neden izin vereyim?"

"6 yıl önce verdiğiniz muska izni şu ana kadar herhangi bir soruna neden olmadı." diye mırıldandı Burak bilekliği cebine koyarken.

Ukala Burak'ı daha fazla zaptedemeyen askerine bakan Yarbay gülüşünü gizleyerek konuştu.

"Askeri sahada evet ama verdiğim taviz tavizi doğurmuş ki karşımdasın şu an."

Komutanının haklı olduğunun bilincinde olan Burak "Bu benim için gerçekten çok önemli Komutanım. Karşılığında ne isterseniz yaparım." diyerek dizginleri elinden bıraktı.

Teslim olan askerine bakan Yarbay bilgisayarına dönerek birkaç tuşa bastı.

Asker odaya girip de 'Ne isterseniz yaparım.' dediği an ne isteyeceğini biliyordu aslında.

Burak'ın dosyasındaki tercümanlık kısmına giriş yapan Mithat gördüğü bilgiler karşısında gülümsedi.

"Güzel. Kendini sürekli geliştiriyorsun."

Masum Burak komutanının niyetini anlamayarak hafifçe kaşlarını çattı.

"Hangi konuda Yarbayım?"

"Dil konusunda. Hangi konuda olacak?"

Mithat Kara bu cümleyi kurduğu an Burak hüsranla gözlerini kapattı.

Ne isteyeceğini biliyordu!

"Mandarin (Standart Çince) dilini geliştirdin mi?"

Gözlerini açan Burak yeşillerindeki sitemi gizlemeye çalışarak cevap verdi.

"Çok daha iyi Komutanım."

"Portekizce öğrenmeye başlamışsın. Onda durumlar ne?"

Derin bir nefes alan Burak bariz gönülsüz bir şekilde yanıt verdi.

"Başlangıç seviyesini biraz geçtim, çalışmam lazım."

"İyi, çalışırsın. Vaktin var nasıl olsa." diyen Mithat askerinin aksine oldukça keyifliydi.

"Rusça öğrenmek hakkında ne düşünüyorsun?"

Dişlerini birbirine bastıran Burak "Zirve için değil mi?" diye sordu.

Burak Kılıç'ın memnuniyetsiz haline zıt bir şekilde Mithat Kara halinden gayet memnun gözüküyordu.

"Elbette! 6 ayın var. 6 ayda eksiklerini gayet rahat tamamlarsın. Portekizce ile İspanyolca birbirine oldukça benziyor. Ona da bir bakabilirsin. Benim İspanyolcam var ancak tek bir çevirmen olması kesinlikle çok daha iyi."

"Zirve toplantısında Türkiye ayağından tek bir tercüman, oldukça riskli bir hamle değil mi Komutanım?" dedi Burak işi yokuşa sürmeye çalışarak.

"Elimin altında sorgusuz güvendiğim, ultra nitelikli bir tercüman varken onu kullanmamak, oldukça aptal bir hamle değil mi asker?"

Burak Kılıç komutanının isteğinden o kadar mutsuzdu ki 'Başka bir şey isteyin.' diye neredeyse yalvaracaktı.

Burak'ın bu tavrı boş değildi. 3 yıl önce Mithat Yarbay tarafından aranmış ve önemli bir toplantıya koruma olarak görevlendirilmişti.

Bu isteğe oldukça şaşıran Burak 'Emir demiri keser.' düsturu ile toplantıya katılmıştı.

O gün, her zaman görevli olan Türkiye tercümanlarının geç kalması üzerine yerine başka bir tercüman görevlendirilmiş ve Tercüman bilinçli bir şekilde yanlış çeviri yapmıştı. Bunu fark eden Burak anında müdahale ederek olası bir krizi engellemişti. Görevlendirilen tercümanın 'Ben doğru söylüyorum' itirazı üzerine toplantı başka bir tarihte güvenilir tercümanlar eşliğinde yapılmak üzere ertelenmişti.

Mithat Yarbay'ın isteği üzerine Burak da sonraki toplantıya koruma değil, tercümanlardan biri olarak katılmıştı.

Bu her şeyin başlangıcı olmuş, Mithat Yarbay özellikle dış işleriyle alakalı katıldığı önemli toplantılara tercüman olarak Burak'ı da çağırmaya başlamıştı.

Hatta öyle ki bir andan sonra Burak varsa kalan tercümanları çağırmıyordu bile.

KİT görevlerinin olmadığı zamanlarda tercümanlık için görevlendirilen Burak ilk başlarda bu durumu sorun etmemişti.

Ta ki toplantıların önemi gittikçe artmaya başlayana kadar...

Bir yerden sonra kendini yalnızca askeri değil diplomatik meselelerin de içinde bulan Burak toplantılarda konuşulan konuların ağırlığını kaldıramamıştı.

Sonuçta o nazik ve anlayışlı bir Diplomat değil, eli silahlı bir askerdi.

2 yıl önce girdiği diplomatik toplantı, Burak için son olmuştu.

Ülkesinin karşı tarafın ağır isteklerini ufak bir revize ile kabul ettiğini çevirmek zorunda kalan asker, çeviriyi yarım bırakıp ortamı terk edecek kadar çok sinirlenmişti. Mithat Kara bunu fark edip engel olmasa Burak diplomasiyi s*ktir edip ağzına geleni saydıktan sonra ya çekip gidecek ya da istekte bulunan herkesin kafasına sıkacaktı.

Toplantı sonrası öfkeden deliye dönen Burak 'Ben diplomat değilim Komutanım. Bu durumu kaldıramıyorum artık. Bu durumun içinde olmak istemiyorum. Cahil kalayım, olayın bu yüzünü hiç bilmeyeyim geceleri başımı rahatça yastığa koyayım istiyorum. Benden bu kadar. Bir daha çağırsanız da gelmeyeceğim. Kendinize diplomat olan bir tercüman bulun.' diyerek resti çekmiş ve bir daha da diplomatik konulu hiçbir toplantıya katılmamıştı.

Ve şimdi Mithat Kara kalkmış ona Zirve Toplantısında Tercümanlık yapacaksın diyordu!

Onun ruh haline bakan Mithat Yarbay konuşmaya başladı.

"Uzun süredir birilerini deniyorum. Senin kadar iyi dil bilen, tek bir bedende donanımlı, kimse yok Aslan. Birçok tercüman ile katılınca ayrı sorunlar baş gösteriyor. Ayrıca ne denli iyi tercüman olursa olsun seçilmiş kişinin, yemini de olsa, karşı tarafın casusu ya da satılmış olma ihtimali var. Ne kadar izlem yapsak da bu risk hep mevcut. Eski tercümanların çoğu yaşlandı, vefat etti ya da niteliğini kaybetti. Bazısı da suikaste kurban gitti. Çok iyi biliyorsun bunları. Elimde senin gibi biri varken bunu değerlendirmek istiyorum. Madem bu bilezik için harekat emri çıkartmamı istiyorsun o zaman bu Zirve'ye katılmayı kabul edeceksin."

"Neler konuşulacaktır tahmin bile edemiyorum Komutanım. Deliririm ben. Biliyorsunuz, tanıyorsunuz beni. Alınan kararların ağırlığını kaldırıp sakin kalamam. Sıkıntı çıkar."

"6 ayın var. Dil öğrenmenin haricinde mimiklerin ve öfkeni kontrolü de pekiştir o zaman. Beni bağlamaz. İstediğini alman için istediğim belli." dedi Mithat taviz vermeyerek.

Bakışlarını bileğindeki bilekliğe çeviren Burak düşünmek için hiç zamanı olmadığını bilerek ellerini yumruk yaptı.

"Sadece bu zirve ile mi sınırlı?"

Eline koz geçen Mithat bunu değerlendirmekten geri durmadı.

"Zirve + 2 tercümanlık daha. Zamanını ve toplantıyı yeri gelince söylerim."

"Çünkü siz de bilmiyorsunuz." diye homurdandı Burak sesindeki sitemi gizleyemeyerek.

Onun bu saygısız tavrı karşısında Yarbay uyarır tonda seslendi.

"Yüzbaşı!"

"Tercüman olarak konuşmuştum Komutanım. Yüzbaşı olarak değil." diyen Burak alev alev yanan yeşil gözlerini Yarbay'a dikmişti.

Mithat Kara'nın kendisini buna mecbur bıraktığına inanamıyordu.

Burak'ın öfkeden kudurmasını umursamayan Mithat tek kaşını kaldırarak bilekliği işaret etti.

"Eee ne diyorsun? Kabul mü? Anlaştık mı?"

Bilekliğe bir bakış atan Burak bu fedakarlığı değdiğini bilerek başını aşağı yukarı salladı.

"Anlaştık. Zirve + 2 tercümanlık daha. Sonrasında borcum bitiyor."

Dudaklarında zafer kazanmış bir gülümseme beliren Mithat bilekliği askerin dosyasına işlerken konuşmaktan kendini alamadı.

"Demek o kıza bu kadar çok değer veriyorsun. Bunu kabul edecek kadar..."

Sol elini cebine atarak kelebeğinin beyaz bilekliğini sıkan Burak kendisine takdir dolu gözlerle bakan komutanına döndü.

"Sadece bunu değil Komutanım. Söz konusu o olduğunda her şeyi kabul edecek kadar..."

~

Kelebeği ile iletişime geçebildiği şu an, verdiği karara değdiğini bir kez daha anlamıştı.

Sesini duyamasa, gözlerini göremese, kokusunu alamasa da varlığını hissetmek çok ama çok değerliydi.

Kelebeğine 'Bedel olarak 3 önemli toplantıda Tercümanlık yapmamı istedi.' diyen asker, inanmamış görünen kız arkadaşına detayları harekat dönüşünde anlatmaya söz vermişti. Zirve Toplantısını duyan Hilal'inin vereceği tepkiyi daha şimdiden hayal edebiliyordu.

Kelebeğini düşünmek her zamanki gibi dudaklarında tebessüme neden olurken boş konserveyi çöpe atan Burak, dinlenmek üzere uyudukları mağaraya doğru yöneldi.

🐺

Gece saat 02.30 sularını gösterirken mağarada uyku sessizliği vardı. Askerler yoğun tempo öncesi belki de son rahat uykularını çekeceklerinin bilinciyle kendilerini derin bir uykuya teslim etmişlerdi.

Uyuyanlar arasında Burak Kılıç da vardı.

Tek fark ile!

Onun uykusu diğerlerininki gibi huzurlu değildi.

Kaşları çatılı, yumrukları sıkılı asker yerinde rahatsızca kıpırdanırken yaşadığı, gördüğü, andan kaçmak istiyor izlenimi veriyordu.

İstiyordu da...

~

Nefes alışverişleri hızlanan yetişkin Burak "Bırakın onları!" diye bağırsa da sesi kimse tarafından duyulmamıştı.

Babasının kollarını tutan adamları vurmak için belindeki silahı çıkaran asker, sıktığı kurşunun hayali bir duvara çarpıp geri sekmesiyle çaresizce başını iki yana salladı.

"Hayır hayır. Olmaz." diye mırıldanan adam birkaç adım atarak teröristlere ulaşmaya çalıştı.

Bu sefer görünmez duvar tarafından geriye fırlatılan kendisiydi.

Babasının boğazına dolanan fuları gördüğünde gözleri dolarak konsola baktı.

"Kapat gözlerini. Kapat. Yalvarırım kapat..." diye fısıldarken küçük Burak'ın yıllar boyu kabuslarına girecek o sahneyi gözünü kırpmadan izleyeceğinin bilincindeydi.

Terörist annesi hakkında o iğrenç sözleri söylemeye başladığında öfkeyle kendisini salondan ayıran duvara gitti ve yumruklamaya başladı.

Bir yandan küfürler savururken bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Ve kaçınılmaz olan o sahne yıllardır olduğu gibi bugün de yaşandı.

Bir kez daha, bin kez daha...

Önce yüksek sesli silah sesi yankılandı sonra da canhıraş bir "YİĞİİİİİİİİT." çığlığı

Başını hayali duvara dayayarak ağlayan Burak her şeyi tekrar yaşamamak için gözlerini kapatmak istese de, yıllar önce olduğu gibi, bu sefer de başarılı olamamıştı.

Sırada ne olduğunu bilen Asker bakışlarını sehpanın üzerindeki bıçağa çevirdi.

İncir Reçeli aşkı, annesinin sonunu getirmişti.

Yaşlı gözlerini birazdan yaşanacak olan sahneden habersiz delikten bakan küçük Burak'a doğru çevirdi.

"Kendini suçlama. O bıçak orada olmasaydı o itler..." diyen Burak sesinin kısılmasıyla sustu.

11 yaşındaki küçük bir çocuğa durumu anlatmaya çalışsa bile anlar mıydı ki?

29 yaşındaki kendisi bile hâlâ daha anlayamıyor, kabullenemiyordu.

Annesinin ömrü boyunca unutamayacağı o cümleyi söylediğini duyduğunda istemsizce bakışlarını ona doğru çevirdi.

"Bana dokunmanıza izin vereceğimi düşünüyor musun gerçekten?"

Vermemişti, vermezdi...

Sonrası çok kısa ama oldukça uzundu. Sehpanın üzerine uzanan kadın aldığı bıçağı kalbine saplarken bir an bile tereddüte düşmemişti. Yaptığı şeyi idrak ettiği o an, yere düştüğü andı.

Gözlerinin dolaptaki o küçük deliği bulduğu ve oğlundan özür dilediği o an.

Dizleri daha fazla kendini taşımayan Burak büyük bir acıyla yere düştüğünde, annesini kollarının arasında buldu.

Duvar kaybolmuş, adamlar gitmişti.

Konsolun kapağı açıktı ama Küçük Burak'ın durması gerektiği yerde şu anki haliyle duruyordu.

Elleriyle annesinin yarasına tampon yapmaya çalışırken bir yandan da çaresizce fısıldıyordu.

"Anne lütfen! Lütfen ölme..."

Ne yaparsa yapsın yıllar önce yaşanan bu ânı değiştiremeyecekti. Bunu bilmesine rağmen annesi ona veda ederken bir şeyleri değiştirmek için umutsuzca çırpınıyordu.

Ezbere bildiği sözleri dinlerken farklı bir şey oldu.

Annesi "... Rabbim karşına açtığımız yaraları tek tek iyileştirecek bir hayat arkadaşı çıkarsın!.." diye dua ettiği an, mekan ve şahıslar değişti.

Artık Sakarya'daki evde değil, Şah'taydı.

Kollarındaki kişiyse artık annesi değil, sevdiğiydi.

Ellerindeki kana bakarken dehşete kapılan adam "Hayır!" diyerek kızın yüzüne baktı.

Her şey olurdu ama bu an olmazdı.

BU ÂNI BİR DAHA YAŞAYAMAZDI!

Karnında kocaman bir bıçak olan sevdiğine 'Bu nasıl olabilir?' diye hesap soran kişi kendisi değil, içine girdiği Burak'ın bedenine aitti.

Kendisinden bağımsız olarak yaşanan diyalogları duyan Burak bu kabustan kaçmak için çırpındı.

Çıkmalıydı.
Bu bedenden de çıkmalıydı, Şah'tan da...

"Kabus görüyorsun. Uyan!" diye kendini uyandırmaya çalışan Burak bir anda geriye savrulduğunda şansın ilk defa ondan yana olduğunu düşündü.

Ancak erken konuşmuştu.

Tekrar 3. şahıs konumuna düşen askerin karşısında bu sefer bölünmüş 2 farklı manzara duruyordu.

Sol tarafta minicik bedeniyle annesini kurtarmaya çalışan Küçük Burak

Sağ tarafta kocaman bedeniyle sevdiğini kurtarmaya çalışan Büyük Burak

Yaşadığı 2 dehşet ânı paralel olarak aynı sahnede görmeyi kaldıramayan Burak gözlerini kapatmaya çalışsa da başarılı olamadı. Nefes alışverişleri hızlanırken Küçük Alfa başını kaldırarak görünmez duvarın ardındaki kendisine baktı.

"Onu da kurtaramayacaksın. Lanetlisin sen! Dokunduğunu öldürüyorsun."

Küçük çocuğun kanlı gözleriyle, parmağını işaret ederek söylediği cümleler karşısında inkar ederek başını iki yana sallayan Burak, Yetişkin Burak'ın tampon yaptığı kızı bırakıp görünmez duvara doğru yaklaştığını fark etti.

"Ne yapıyorsun? Geri dön! Tampona devam etmelisin."

"Boşuna çırpınma. Onu da kurtaramayacaksın." dedi karşısındaki Yetişkin Burak buz gibi bir sesle.

"Hayır kurtaracağım. Kurtardım. Kelebeğim yaşıyor."

"Sen öyle san! Yaşadığını hayal ediyorsun sadece. Öldü o da. O gün annen gibi kollarında öldü. Kurtaramadın onu."

Küçük Burak'ın da onu onayladığın gören Burak zeminin ayağının altından kaydığını hissederek başını iki yana salladı.

"Yalan söylüyorsun! Çık şuradan. Kurtaracağım Kelebeğimi!"

Hızla Şah'ın olduğu sağ tarafa atılan Burak yine görünmez bir duvarla karşılaştığında sinirle duvara vurmaya başladı.

"Açın şunu!" diye bağıran adam yerinde saydığın fark ettiğinde Yetişkin Burak'a dönerek yalvarmaya başladı.

"Yanına git. Tampona devam et. Kan ver ona. Kurtar onu."

Yetişkin Burak soğuk bir kahkaha attı.

"Boşuna uğraşıyorsun. Ölecek her türlü. Kurtaramadın onu da. Kabusunda kurtarsan da gerçek hayatta yok. Ölmediğini sanarak kendini avutuyordun sadece. Öldü Kelebeğin. Harekata da o yüzden çıktın zaten. Kendini öldürtmek ve Kelebeğinin yanına gitmek için!"

Başı dönmeye başlayan asker büyük bir inkarla yerde kanlar içinde yatan Kelebeğine baktı.

"Yalan. Ölmedi o." derken sesi kısık çıkmıştı.

Yoksa... Gerçekten de ölmüş müydü?

Nefes alamadığını hisseden adam büyük bir gürültüyle yere düşerken kulağına kendi sesi geldi.

'Bana bugünü unutturmak zorundasın. Duydun mu? Nasıl yapacaksın bilmiyorum ama zihnimden bugünü silmen gerekiyor Kelebeğim.'

Genç asker bitap bir halde "Hayır ölmedi." diye sayıklarken sevdiğinin gülüş sesini duyarak bakışlarını Şah tarafına çevirdi.

'Desene aşk itirafı gibi, evlilik teklifi de benden gelecek.' cümlesini duyduğunda kalbini sıkıştıran zifiri karanlık aydınlığa çıkar gibi oldu.

Yetişkin Burak bunu fark ederek onu manipüle etmeye devam edecekken, onun ağından çoktan kurtulmuş olan Burak, genç kızla aynı anda o cümleyi kurdu.

''Öpersem geçer çünkü."

Dünya bir anda değişti.

Artık ne Sakarya kalmıştı, ne de Şah.

Ağacının altındaydı Burak Kılıç.

Kollarında yeni evlendiği karısı, dudaklarında delicesine sevdiği karısının dudakları...

Kızın titrediğini hissederek geriye çekildiğinde hayatının en güzel manzarası, ela gözlüsi, karşısında duruyordu.

"Titriyorsun." diye fısıldadı mutlulukla.

Az önce gördüğü kabus bir hiç olmuş, hayatının en güzel rüyasına evrilmişti.

"Heyecandan o. Şu an kadar yakınlaştığımız anlarda karnımda kelebekler uçuşuyor sanıyordum ama yanılmışım. Asıl şimdi uçuşuyormuş o kelebekler."

Cümleyi duyan Burak tek kaşını havaya kaldırdı.

"Talimdir o. Daha başlamamışlardır uçmaya."

Adamın ukala bir iddialıkla söylediği söz Hilal'in cilveli bir şekilde "Demek öyle?" diye yanıtlamasına neden olmuştu.

"Hı hı." diye yanıt veren Burak 'Öp beni.' diye yalvaran elaları kırmayı asla istemeyerek karısını kolundan tuttuğu gibi sırt üstü dizlerinin üzerine yatırdı.

Bir anda dünyası afallayan Hilal'in dudaklarından ufak bir çığlık kaçarken sağ koluyla kızın ensesine destek yapan Burak "Uçuralım kelebekleri, özgürlüklerine kavuşsunlar." diyerek tekrardan şeftalili dudaklara yöneldi.

Bu sefer yalnızca dudaklarına dudaklarını dokundurmakla kalmayı düşünmüyordu adam. O şeftalinin tadını tam anlamıyla almalıydı. Sonuçta bitirilmeyi bekleyen 43 tane lip balm vardı.

Zümrütlerde gördüğü arzu kendi bedeninde can bulan Hilal ne yapacağını tam olarak bilmese de adamın dudaklarıyla buluştuğu an hafifçe ağzını aralamıştı.

Bunu fırsat bilen Burak kızın alt dudağını dudaklarının arasına alarak emdi. Bu hareketle gözlerini kapatan genç kız karnındaki kasılmanın arttığını hissetti.

Kelebekleri bilmiyordu ama kendisinin uçtuğu doğruydu.

Karısının alt dudağından sonra üst dudağına yönelen Burak Hilal'in de benzer hareketleri yapmaya çalışmasıyla istemsizce gülümsedi.

Karısı hızlı öğreniyordu.

Aradan geçen saniyelerde kah Burak Hilal'in şeftalili dudaklarını emdi, kah Hilal Burak'ın dudaklarında hayat bulmaya çalıştı.

Kızı öptüğü her an, kabusunu sildi.

Kızı öptüğü her an, kötü anıları sildi.

Kızı öptüğü her an, gözyaşlarını sildi.

Sonunda nefes alabilmek için geriye çekilen Burak aşık olduğu gözlere baktı.

"Her zamanki gibi haklı çıktın karıcığım." diye mırıldandıktan sonra kızın dudaklarına bir buse daha kondurdu.

"Öptün... Geçti!"

~

Dudaklarında büyük bir tebessümle gözlerini açan Burak bir an nerede olduğunun algısını kaybederek yanında Kelebeğini aradı.

Yanında uyku tulumu içerisinde uyuyan Emre'yi gördüğünde mağarada olduğunu hatırlayan asker bakışlarını mağaranın tavanına çevirirken gülümsüyordu.

Rüyasının sonu öylesine güzeldi ki kabusla başlamasını umursamıyordu bile.

Parmaklarını bilinçsizce dudağına götürmüş olduğunu fark eden Burak bu haline kısık bir sesle güldü.

Hilal Aslan kendisini liseli aşıktan beter etmişti.

"Ah yanımda olsan." diye fısıldarken derin bir iç geçirmişti.

İç sesi bu cümlesine alayla karşılık verdi.

'Yanında olsa ne yapacaksın acaba?'

'Sanane lan! Karım değil mi istediğimi yaparım.' diye tersledi Burak onu.

'Düğün is Loading.' diye dalga geçen iç sesi sessizleşirken ellerini başının altında birleştiren adam düşünceli bir şekilde tavanı izlemeye devam etti.

Yaşadığı şeye gerçekten inanamıyordu.

Kabusla başlayan cehennemi, mükemmel bir rüyayla son bulmuştu.

Bağıra çağıra, kalbindeki sancıyla uyanması gerekirken; içinde huzur, dudaklarında tebessümle uyanmıştı.

"Artık kabus yok mu yani?" diye fısıldayan adam dolu gözleriyle gülümsedi.

İhtilal'i, ruhundaki tüm eksikleri ve kusurları yalnızca varlığıyla iyileştirmişti.

🦋

SAAT 00.10

Kolundaki bilekliğe kocaman bir gülümsemeyle bakan Hilal huzurlu bir şekilde arkasına yaslandı.

Harekatta Burak ile iletişime geçebilmek öylesine büyük bir nimetti ki genç kız hâlâ daha bu durumun varlığını sorguluyordu.

Buna sebep olduğu için Doğukan'a bir kez daha teşekkür etmeyi aklının bir köşesine not eden genç kız yorgun hissetse de uykusunun olmamasıyla birlikte yataktan kalktı. Odaya bir bakış attığında dudaklarındaki gülümseme mümkünmüşçesine daha da büyümüştü.

Saat 23.00 sularında Gülderen'in avukat arkadaşı Berna'nın, telaşlı bir şekilde ulaşamadığı Gülderen'in evine gelmesiyle birlikte ikiliyi yalnız bırakmak isteyen Hilal müsaade isteyerek evden ayrılmıştı.

Yolda ani bir kararla evine gitmek yerine buraya gelmişti.

Burak'ın evine...

Eve, özellikle de bu odaya girdiğinde, yeni bir ağlama krizine gireceğini düşünen genç kız şaşırtıcı bir şekilde ağlamamıştı.

Dün burada yaşadığı anıları öylesine güzeldi ki ağlamak yerine tebessüm ederken buluyordu kendini.

"Sanırım sen gelene kadar buradayım Alfa'm." diye mırıldandı genç kız.

Burak anahtarı verirken 'Yalnız kalmak istersen ya da beni özlersen benim eve gidebilirsin.' demişti.

Eh daha şimdiden özlediğine göre kocası gelene kadar evini sahiplenebilirdi.

Eve gelir gelmez Burak'ın kıyafetlerini giymiş olan kız ayağa kalkarak odada dolaşmaya başladı.

Kocasının odasını biraz(!) karıştırmasında herhangi bir sakınca olmasa gerekti...

Kütüphaneye yönelen kız kitaplara girerse çıkamayacağının bilinciyle orayı ileriki günlere bırakarak kıyafet dolabına yöneldi.

Daha önce içini açmış olsa da alıcı gözle kıyafetleri incelememişti.

15-20 dakika boyunca dolapta oyalan genç kız hoşuna giden spor kıyafetleri ve gömlekleri bir araya koydu.

İlerleyen günlerde giyeceği kıyafetler belli olmuştu.

Dolabı kapattıktan sonra çalışma masasına yönelen kız çekmecelerini açıp kapatmaya başladı. Düzen seven adam karakterini burada da göstermiş, her şeyi toplu bir şekilde istiflemişti.

Masanın altındaki dolabı açtığında gördüğü defterler ile kaşları merakla havalandı.

"Keşke günlük tutuyor olsan." diyerek gülen Hilal bu ihtimalin imkansız olduğunu bilerek defterleri eline aldı.

Aurora'ya ait defterler büyük ihtimalle lansman hediyeleriydi.

Baş parmağını defterlerin başına koyup kaydırarak içine şöyle bir üsten göz atan genç kız, bazılarının dil öğrenmek için bazılarının ise ufak çaplı not ve ajanda niyetine kullanıldığını fark etti.

Boş olan 3 deftere bakarken aklına gelen fikirle gülümsemişti.

"Bu seferki Özlem Defterim senden olsun Kocam." diye mırıldanan kız beyaz kapaklı defteri masanın üzerine koyarak diğerlerini dolaba geri yerleştirdi.

Sandalyeye oturup siyah tükenmez kalemi eline alan genç kız masa lambasını yaktı.

Burak'ın yokluğunda yaşadığı anıları yazmaktan ve geldiğinde de ona okumaktan bıkacağını asla düşünmüyordu.

Defteri açarken Aurora yazısıyla bakışan genç kız 'Bana bunu anlatmadığına hâlâ inanamıyorum.' diye kendi kendine sitemde bulundu.

Gerçi... Bunun intikamını güzel almıştı.

Aklına imam nikahı kıydıkları an gelirken bakışları dalgınlaşmıştı.

~

"Öncelikle İslam'da evlilik hakkında kısa bir bilgilendirme ve sohbet yapayım." diyen Himmet evliliğin kadın ve erkek üzerindeki haklarından kısaca bahsedip birkaç malumat ile sohbet anlatmıştı.

Sohbeti bitirdiğinde nikah akdini yazıya dökmek için önündeki kağıdı çiftin isimlerini, aile isimlerini ve şahitleri yazarak Hilal'e döndü.

"Mehir olarak ne istiyorsun?"

Soruyu duyan genç kız bunu hiç düşünmediğini fark ederek duraksadı. Bu sırada Burak merakla ona bakmaya başlamıştı.

Birkaç saniye düşünen Hilal bulduğu mehirle hocaya baktı.

"Maddiyat bakımından her şeyi isteyebilirim değil mi?"

"Elbette."

Gözlerinde kin dolu bir bakış beliren genç kız, Burak'a döndü.

Onun bu tavrına anlam veremeyen adam tek kaşını havaya kaldırmıştı.

"Ne istiyorsun?"

"Hisseleri istiyorum." dedi Hilal gayet olağan bir sesle.

Birkaç saniye duyduğunun doğruluğunu sorgulayan Burak tekrarlama ihtiyacı hissetti.

"Hisseleri istiyorsun?"

"Evet. İstersen sendekilerin yarısından fazlasını ver, istersen de hepsini. Ortaklık durumundan daha az nasıl zararla kurtulacaksan artık. Fark etmez orası. Senden daha büyük bir hissedar sahibi olayım yeter."

"Ahh resmen benimle param için evleniyorsun!" diye takılan Burak saklamaya çalışsa da gerçekten şaşkındı.

"Hiç bakma öyle. Bana söylememenin hıncını bir şekilde almalıyım."

"Ve bunun için bana ait olanı tamamen elimden almaya karar verdin?" diyen adam şakacı bir şekilde ekleme yaptı.

"Bu evlilik işini tekrar mı düşünsem acaba?"

"Tabii düşün. Karşılığında da canını tamamen elinden alırım sorun yok." dedi Hilal şirince sırıtarak.

Sahte bir hüsranla iç geçiren Burak "İşe bak yaa! Elimi verdim kolumu kaptırdım." diye çıkıştı.

Bu cümle ikisini de KİT üssündeki ilk güne götürürken başını dikleştiren Hilal müstakbel kocasının yeşil gözlerine baktı.

"Hiç de pişman gözükmüyorsun."

"Asla!" diye sırıtan Burak hocaya döndü.

"Tamam kabul ediyorum. Oraya 'Hisseleri verecek' şeklinde not düşebilirsin. Ne kadarı olduğu konusunda birkaç telefon görüşmesi yapmam lazım. Bu durum açık uçlu bırakılsa bir sorun olur mu?"

Birkaç saniye düşünen Himmet "Not alırım o şekilde. Yarısı ya da tamamı diye. Alt limit yarısı üst limitse tamamı olur." dedi.

Burak onu onayladıktan sonra sevdiği kıza döndü.

"Sırf intikam uğruna mehirini harcadın resmen. Açıkçası Melek abla gibi manevi değeri yüksek bir şey istersin diye düşünmüştüm."

"Yani. Ben de hep öyle düşünüyordum ama... Bu konuyu çözmem lazımdı ne yapayım?" diye kendini savundu genç kız.

Ela gözlere bakan adam "Başka ne istiyorsun?" diye sordu.

Soruyu duyan Hilal "Bu evlilik işi çok ani oldu. Düşünmeye fırsatım olmadı açıkçası." diye mırıldandı.

"Acaba niye ani oldu?" diye müstakbel karısına takılan Burak ellerini hafifçe iki yana açtı.

"İstediğin her şeyi her halükarda vereceğim, biliyorsun. Aklına gelen hiçbir şey yok mu? Olmasını çok istediğin bir şey mesela?"

Kendisine sonsuz sevgiyle bakan zümrütlere kilitlenen Hilal'in aklından hiç beklemediği bir cümle geçti.

'Senden çocuğum olsun istiyorum.'

Bu istek karşısında afallayan genç kız sanki Burak bakışlarından dilediğini okuyacakmışçasına hızla gözlerini kaçırdı.

Nefes alışverişleri hızlanmışken aniden bu konunun neden gündem olduğunu sorguluyordu.

Onun bu haline anlam veremeyen adam "Kelebeğim?" diyerek kıza seslendi.

Kendini toplamaya çalışan Hilal derin bir nefes alarak müstakbel kocasına döndü.

"Sanırım buldun bir şey?" diye soran adam, kızın yüzünü inceleyerek olayı anlamaya çalışıyordu.

'İstediğin kadar incele. Bulamazsın.' diye düşünen genç kız bu mutlu günde böyle tabu konuyu açmak istemediği için "Yani öyle önemsiz bir şey." diye lafı ağzında geveledi.

Buna gram inanmayan Burak ısrar etse de sevgilisinden tek kelime alamayacağını anlayarak bakışlarını arkadaşına çevirdi.

"Himmet veresiye mehir yazılıyor mu?"

Arkadaşı şaşkınlıkla "Ne?" diye tepki verdiğinde açıklama yaptı.

"Oraya 'Gelecekte ödenecek Manevi bir Mehir' diye genel bir şey yazsak sorun olur mu?"

"Biz zaten maddi mehiri yazdık. Manevi mehir sizin aranızda olan bir şey. Anısı kalsın ve söz olarak verilmiş sayılsın istiyorsanız buraya o şekilde not alabilirim. Sorun olmaz."

Hilal inanamayan bakışlarla ona bakarken Burak arkadaşını onayladı.

"Tamam o zaman öyle yazalım."

"Ne? Nasıl? Ne olduğunu bile bilmiyorsun. Neye söz verdiğini bilmiyorsun." dedi Hilal hızla sevdiği adama dönerken.

"Gerek var mı? Senden gelen başım gözüm üstüne."

"Alfa'm..." diye mırıldanan Hilal adamın elini sıkmasıyla devam edemedi.

"Ne istersen kabulüm. Bunu biliyorsun."

Adamın yumuşak bir ses tonuyla kurduğu cümle genç kızın burnunu sızlatırken 'O zaman 3 çocuk istiyorum.' diye geçirdi içinden.

Normalde hayalinde hep 2 çocuk vardı ancak Burak ile tanıştıktan sonra bu sayı 3'e çıkmıştı. Onun mükemmel bir baba olacağını bilmek bu sayıyı arttırmasındaki en büyük etkendi.

"Zamanı gelince sana manevi mehirimi söyleyeceğim." diye mırıldandı genç kız kısık bir sesle.

Sevgilisinin bu gizemli tavrının nedenini çözemese de bunu da sorgusuzca kabul etti Burak.

Mini bir eklemeyle elbette.

"Çok merakta bırakma ama. Biliyorsun ben sabırsız bir prematüreyim."

Müstakbel kocasının cümlesini duyan genç kız keyifli bir kahkaha attı.

"Bilmez miyim?"

İkili birbirine gülümserken onların bu halini tebessümle izleyen Himmet ânı bölmek istemese de araya girdi.

"Ee gençler. Kıyalım mı artık nikahınızı?"

İkili aynı anda imama dönerek başlarını salladılar.

"Kıyalım."

"Kıyalım."

~

Bugününü yazdığı defteri kapatan Hilal derin bir nefesle arkasına yaslandı. Saate baktığında 01.15 olduğunu gördüğünde 'Artık uyumalıyım.' düşüncesiyle yatağa doğru yöneldi.

Burak olmadan bu yatakta uyumayı istemediği için bu saate kaldığını itiraf ediyordu.

'O yok ama kokusu ve varlığı ile uyuyacaksın.' diye kendisini teselli eden iç sesini onaylayan genç kız yatağa girdikten sonra kendini uykunun kollarına bıraktı.

2 Saat Sonra

Gecenin bir yarısı duyduğu sesle uyanan genç kız, sesin nereden geldiğini anlamaya çalışarak yatmaya devam etti.

Kısa süre sonra bileğinde hissettiği titreşim, yattığı yerden hızla doğrulmasına neden olmuştu.

'Ne oluyor?' telaşıyla telefonunu eline aldığında saatin 03.10 olduğunu görerek kaşlarını çattı.

Saat 03.30'da Burak'a titreşim göndermeye söz vermişti ama beklenmedik bu mesaj da neyin nesiydi şimdi?

Daha da önemlisi nedendi?

Kalp atışları hızlanırken uygulamaya giren Hilal, merak ve telaş içinde mors alfabesiyle yazılanlara baktı.

'Her zamanki gibi haklı çıktın karıcığım.' diye başlıyordu mesaj.

''Hangi konuda?'' diye mırıldanan kız, kocasının yazdıklarını okumaya devam etti.

'Günün birinde böyle bir an yaşayacağımı söyleseler inanmazdım. Senden sonra umut ederdim doğru ama... Yalan yok. İnanmazdım. Mucizeden de öteydi çünkü bu durum benim için. Gördüğüm bir kabustan bağıra çağıra kalbimdeki sancıyla uyanmak yerine, dudaklarımdaki tebessümle kalbimdeki huzurla uyanmak mucizenin de ötesindeydi.'

Okuduğu son cümleyle içi titreyen Hilal yanlış anlamadığından emin olmak için bir kez daha okudu.

Yanlış anlamamıştı. Burak, kabus görmüş ancak o kabustan berbat bir halde uyanmamıştı.

'Nasıl?' düşüncesi aklına üşüşürken iç sesi 'Sence? Cevabı çok iyi biliyorsun Kelebek.' diye cevap verdi.

"Düşündüğüm şey değil mi?" diye fısıldadı Hilal Aslan.

İşe yaramasını deli gibi umduğu ancak içten içe ümitsizliğe kapıldığı o konuda... Haklı mı çıkmıştı?

'İhtilal'im olan sen, bu mucizeyi gerçekleştirdin. Evet tahminlerin doğru. Kabus gördüm. Berbattı. Küçükken gördüklerimi saymazsam eğer, şu zamana kadar gördüklerimin en beteriydi. Çok çok sarsıcıydı. Çünkü... Devamında bitmek yerine Şah'a evrildi. Acım katlanmakla kalmadı, zihnim bana oyunlar oynayarak seni de kaybettiğimi empoze etmeye çalıştı. Biliyor musun? İnandım da. Karşımdaki Burak o kadar gerçekçi ve suçlayıcı konuşuyordu ki ailem gibi senin de yitip gittiğine inandım. İnkar etsem de büyük bir kahırla yere çöküşüm, inandığımın ayan beyan kanıtıydı. Tam kendimi suçlamaya başlayacaktım ki Şah'ta söylediğim söz yankılandı kulaklarımda. 'Bana bugünü unutturmak zorundasın' dediğim o an. Cümle dikkatimi çekerken o güzel gülüşünü duydum. 'Desene aşk itirafı gibi, evlilik teklifi de benden gelecek.' dedin su gibi duru sesinle. Peşine her şeyi değiştiren o cümleyi kurdun. 'Öpersem geçer çünkü.'

Gözleri dolan genç kız boğazında bir yumru oluşmaya başlarken eliyle ağzını kapattı.

"O an ne Sakarya kaldı ne de Şah. Sen ve Ben vardık sadece. Tepemizdeki ağacımın altında dudak dudağa, soluk soluğa... Seni öptüğüm her an kabusun etkileri usulca silindi. Sonunda hissettiğim tek duygu huzur ve mutluluktu. Tek hissettiğim sendin. Kilometrelerce uzaktan varlığını bana hissettirdin. Kilometrelerce uzaktan beni kabusumdan çekip çıkardın. Bu mesajı, bu saatten sonra endişelenmemen için atıyorum. Artık kabus yok! Olsa da sonunun rüyaya dönüşeceğinin bilinciyle korkmadan gözlerimi kapatacağım. Uyumaktan kaçmayacağım artık. Seni düşünerek, bizi düşünerek uykuya dalacağım. Hem... Kim bilir belki güzel anları düşündüğüm için en başından rüyayla başlar her şey, hiç kabus görmeden uyanırım. Eskiden olsa 'Kabus görmemek' fikri imkansız gelirdi ancak şu an Miladım sayesinde bu umudu hayal edebiliyorum. İmam nikahı kıyalım dediğin ilk sefer göreve giderken beni zorlar diye endişelenmiştim ancak yersiz bir endişeymiş bu. Sen Hilal Aslan; yine, yeni, yeniden haklı çıktın. Öptün... Geçti.'

Dudaklarındaki gülümsemeye tezat bir şekilde elalarından yaşlar alan genç kız şükür dolu bir şekilde gözlerini kapattı.

Okudukları öylesine inanılmazdı ki hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu.

Titrek bir nefes aldıktan sonra gözlerini açan Hilal, kocasına çok kısa bir cevapla karşılık verdi.

'Öptüm... Geçti.'

B.K.S.
8.877

 

Bölüm : 05.01.2025 04:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Alfa`nın Kelebeği / K.i̇.t. Il (İhtilal) / 35. Bölüm- Öptün... Geçti
Alfa`nın Kelebeği
K.i̇.t. Il (İhtilal)

30.83k Okunma

3.2k Oy

0 Takip
51
Bölümlü Kitap
1. Bölüm- Şah Ailesi2. Bölüm- Deli Youtuber3. Bölüm- Kurtar Beni Alfa!4. Bölüm- Aç Gözlerini Güzelim5. Bölüm- Görmek Vs Görmemek6. Bölüm- Zehr-I Aşk7. Bölüm- Nefret-I Aşk8. Bölüm- İhtilal'in Miladı9. Bölüm- Kızlar, Babalarının Şımarık Prensesleridir10. Bölüm- Bize Benzeyenimiz11. Bölüm- 12 Dilek12. Bölüm- Berceste'm13. Bölüm- Devlerin Aşkı14. Bölüm- Özlenen Neşeli Gülüşler15. Bölüm- İkinci Dilek16. Bölüm- Kadınlar Susarak Gider17. Bölüm- Hayalet Mahalle18. Bölüm- Görünenin Ötesinde19. Bölüm- Kiler Faresi | Part 119. Bölüm- Kiler Faresi | Part 220. Bölüm- Paralel Evren, Sen Ve Ben | Part 120. Bölüm- Paralel Evren, Sen Ve Ben | Part 221. Bölüm- Küçük Kelebek | Part 121. Bölüm- Küçük Kelebek | Part 222. Bölüm- Kaybolan Yıllar | Part 122. Bölüm- Kaybolan Yıllar | Part 223. Bölüm- Adaletsiz Seçim | Part 123. Bölüm- Adaletsiz Seçim | Part 224. Bölüm- Sil Baştan | Part 124. Bölüm- Sil Baştan | Part 224. Bölüm- Sil Baştan | Part 325. Bölüm- Seninle, Kahkahalarla | Part 125. Bölüm- Seninle, Kahkahalarla | Part 226. Bölüm- 5 Saniye Kuralı | Part 126. Bölüm- 5 Saniye Kuralı | Part 227. Bölüm- Beni Sana Getiren O Karar28. Bölüm- Süvari | Part 128. Bölüm- Süvari | Part 228. Bölüm- Süvari | Part 329. Bölüm- Geçmiş Yeniden30. Bölüm- Aile | Part 130. Bölüm- Aile | Part 231. Bölüm- Kötü Kalpli Kurt & Masum Kelebek32. Bölüm- Hoş Geldin | Part 132. Bölüm- Hoş Geldin | Part 233. Bölüm- BalAyı Mı KurtAyı Mı?34. Bölüm- Bond Touch35. Bölüm- Öptün... Geçti36. Bölüm- Sensiz Ama Seninle37. Bölüm- Şafak 1238. Bölüm- Dillere Düşeceğiz Seninle
Hikayeyi Paylaş
Loading...