Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm- Aç Gözlerini Güzelim

@yasminiesa

Asker, hengamenin içine hızla daldı. İstediği gibi giysi stantları hamile kadına mahremiyet sağlayacak şekilde ayarlanmıştı. Burcu'nun yanında doktoru hariç orta yaşlardaki bir kadın da vardı. Çocukların gitmesiyle birlikte mağazadaki ağlama sesleri azalmış, ortam olabildiğince normalleşmişti.


Hilal'ine bakmamaya çalışan Burak mağazayı inceledikten sonra memnuniyetle dudak büzdü. Birisi silahları kenardaki duvarın dibine toplamıştı. Tahmin yürütmesi gerekirse Sami'ydi bu. Birisi de yerdeki kanları temizlemişti. Bu kişi büyük ihtimalle Güler denilen personeldi. Güler'e bakan asker onun müşterileri sakinleştirmeye çalıştığını duydu. Burcu'nun gittikçe sıklaşan bağırışları karşısında bu pek de mümkün görünmüyordu gerçi.


Yine de herkes elinden geldiğinden fazlasıyla yardım ediyordu. Burak derin bir nefes aldı.


Bu ekiple tüm alışveriş merkezini kurtarırım ben.


Düşüncelerini bir kenara bırakan Alf, a ilk iş olarak mağazadaki diğer son ayına yaklaşmış hamile kadının yanına gitti.


"Sizi de çocukların bulunduğu odaya alalım Hanımefendi."


Kadın kızarmış gözlerini Burak'a çevirdi.


"İyi olacaklar mı?" derken eli kendi karnının üzerindeydi.


"Siz bu 8 ay olayını çok abartıyorsunuz ama. Sabırsız ben de 8 aylıkken doğmuşum. Oradan bakınca iyi değil gibi mi gözüküyorum?"


Burak'ın muzip-ukala sesi karşısında hamile kadın hafifçe tebessüm etti.


"Siz olmasaydınız biz ne yapardık Komutanım? Allah sizden razı olsun. İnşaallah oğlum da büyüdüğünde sizin gibi cesur bir yiğit olur."


Duyduğu cümle Burak'ın dudaklarında bir tebessüme neden olmuştu


Bak baba yine sen! Bir bakışta Yiğit Kılıç'ın oğlu olduğum anlaşılıyor olsa gerek.


"Teşekkür ederim. Hadi odaya geçin de Küçük Bey biraz sakinleşsin. Buralar biraz karışık." diyen Burak, Güler'i çağırmak için etrafına bakınıyordu ki kız yanında bitti.


"Ne yapabilirim Komutanım?"


"Bu iş bitince müdürüne söyle de maaşına 10 kat falan zam yapsın."


Bu cümle Güler'in hafifçe gülmesine neden olmuştu.


"Hanımefendiyi de odaya alıyoruz. Burası biraz fazla stresli."


"Anlaşıldı Komutanım!" diyen kızın modu tam asker moduydu. Ne eksik ne fazla. Burak kızın hikayesini merak etti. Bu kadar soğukkanlılık eşittir yaşanmışlık demekti.


Tekrardan mağazaya baktığında Sami'nin kameraları açmayı bitirdiğini gördü. İşte hiç yaşamak istemediği o karşılaşma ânı gelmişti.


Hızla telefonların bulunduğu masaya giden adam insanlara 'Telefonlarınızı sakın açmayın!' demeyi unuttuğunu fark etmişti. YouTuber kimliği ile getirdiği telefonun kırılmış olduğunu gördüğünde sevgilisin telefonuna bakınmaya başladı. Hilal'in telefonunu bulup açarken yanına gelen Sami'ye döndü.


"Telefonunu alan oldu mu?"


"Hilal engel oldu. Dışarıyla irtibat hâli, teröristlerin şüphelenmesine neden olurmuş."


Dudaklarında takdir dolu bir tebessüm beliren Burak, yerde kanlar içinde yatan kıza bakmamak için büyük bir çaba sarf etti.


Bu savaşı yakında kaybedecekti elbette.


Hilal'in telefonu açılır açılmaz, telefonun kendine gelmesine izin vermeden uçak moduna aldı Burak. Acil aramalara Doğukan'ın numarasını giriyordu ki telefon çalmaya başladı. Bunun üzerine Burak gözlerini kapatarak yutkundu. Arkadaşının sesini duyarsa yeniden yıkılacaktı. Sırf bu olmasın diye telefonu açarak hoparlöre aldı.


Başkaları dinlerken özel konulara giremezdi Doğu.


"Alfa..." diye mırıldanan Doğukan'ın sesindeki dehşet, Burak'ın tüm iradesini alt üst etmişti.


"Diğerlerine bağla!" diyen adam boğazındaki düğümle yutkundu.


Hilal'i o halde gördüklerinde ne yapacaklardı?


Burak, kalp atışlarının sesini duyarken diğer hattın bağlanma sesi duyuldu. Timin kendi arasında konuştuğunu duyan Burak ellerini iki yana açarak büyük bir alayla konuşmaya dahil oldu.


"Welcome to my hell, Gentlemen!"


(Cehennemime hoş geldiniz Beyler!)


"Ne cehenneminden bahsedi... Hilal?"


Emre'nin sesindeki şok had safhadayken Yağız'ın acı dolu sesi duyuldu.


"Hayır! Hayır hayır hayır. Olmaz! Hayır!"


Burak, yanağından bir damla yaşın süzüldüğünü hissettiğinde yumruklarını sıktı.


"Yapmayın. Yalvarıyorum yapmayın! Zor duruyorum ayakta yapmayın. Düşemem. Düşmemeliyim. Lütfen!"


"Tamam. Tamam sakin ol! Bir şey olmayacak." dedi Sinan kendi sesi de korkuyla doluyken.


Dayısının sesiyle birlikte ikinci damla yanağından usulca düşerken Burak dudaklarını birbirine bastırdı.


"Dayı? Omuzlarımdan alman gereken birkaç yük var sanırım. Ben taşıyamıyorum."


Burak'ın acı dolu fısıltısı karşısında Hilal'in kısık sesi duyuldu.


"Beyler dramı bırakıp... Aksiyon kısmına... Geçebilir miyiz?"


Asena'nın acı dolu duraksamalarla söylediği cümle, başta Burak olmak üzere telefonun diğer ucundaki adamların canını yakmıştı.


"Düşünemiyorum." diye mırıldandı Burak.


"Sırayla... Bana kan bulacaktın? Onu öncelik yaparsak... Ağrı kesici veya başka bir şey de olur-olursa... Şu an... Ben de düşünemiyorum çünkü."


"Kan grubumuz uyuşsaydı şu an damarımı bir kalemle delmiş sana veriyordum."


Burak'ın ciddi çıkan sesini kimse yadırgamadı. Yapardı!


"Uyuşmadığına şükrediyorum." diyen Hilal tavana baktı. Gözlerinin önünde siyah noktacıklar uçuşuyordu.


"Tamam! Kendimize geliyoruz. Önce... Orada kan grubu 0 negatif olan var mı?" dedi Emre inisiyatifi eline alarak. Burak'ın toparlanması, onların güçlü duruşuna bağlıydı.


"Benim." dedi Sami.


Aynı anda 3 kişi daha demişti.


İkisi hamileydi diğeri ise Erva'ydı.


"Erva sen tampona devam. Hanımlar sizden de alamam. Sami..."


"Her daim! Ama ne yapacağız? Nasıl? Malzeme yok!"


Bu sırada mağazada Burcu'nun bağırışı yakılanmıştı.


"Kadının durumu nasıl? Bebek iyi mi?"


Dayısının sorusu karşısında Burak başını önüne eğerek mırıldandı.


"Bilmiyorum."


"Bilmiyorsun? Nasıl? İlk onun yanına giderdin sen." dedi Doğukan büyük bir şokla.


"Doktoru yanında." diyerek savunma yapmaya çalışan Burak'ın vicdanı bas bas 'Kendine gel. Bu sen değilsin!' diye bağırarak onu silkeliyordu.


"Abi? Bir sorun mu var?"


Onur'un sesi karşısında Burak derin bir nefes alarak Sami'ye doğru döndü.


'Ben anlatamam sen anlat!' diyordu.


Sami bunu anlamıştı. Hilal'in Burcu'nun önüne siper olduğunu söyleyerek diğerlerine olayı özetlerken Burak etrafına bakınıyordu. Bu sırada gözüne ilişen pencereyle hızla kameraya baktı.


"Pencere!"


"Ne pencere?" dedi Doğukan olayı anlamaya çalışarak.


"Drone ile gerekli tıbbi malzemeyi pencereden ulaştırabilir misin?"


"Sorun olmaz ama çevreden görülürse..."


"Çevreyi düşünün siz. Ben eczaneye gidiyorum. Gerekli malzemeleri söylersiniz." diyen Tuncay bulundukları aracın içinden hızla inmiş en yakın eczaneye doğru yollanmıştı.


"Sami, Doktor Hanım'a sor ona ne lazım diye."


"Anlaşıldı Komutanım."


Sami uzaklaşırken, sonunda bir şeyler düşünebilmenin verdiği rahatlıkta olan Burak konuştu.


"Yalnızca pencereden girerken dikkat dağıtıcı bir unsur olsun yeter. Tekrardan geri çıkartmayız drone'u. Ne olabilir?"


"Yüksek ses... Egzoz mesela?"


Duyduğu sesle Burak bakışlarını yerde yatan kıza doğru çevirdi. Dakikalar sonra sevdiğine ilk defa bakmıştı. Halsiz bakan elalar kendisini izliyordu.


"Gerçekten mi Asena? Bu halde bile mi?"


"Düşünmek... Bayılmamı engelliyor."


"Merak ve aksiyon duygusunu kullanıyorum diyorsun yani Ayçiçeği?" diye sordu Emre sesindeki şefkatle.


Sesinde şefkatle yarışan korku duygusunun olduğunu söylemeye gerek yoktu sanırım.


"Öyle..." diyen Hilal'i duyan Burak dayanamayarak ona doğru gitti ve telefonu yere koyarak sevgilisinin yanına çömeldi.


"Beyefendi? Tanışıyor muyduk acaba?"


Hilal'in sitem dolu sesini duyan Burak ona bir bakış attı.


"Rolümü çalma! Sonsuz sitem hakkı benim."


"Abi bir şey... Söyle şuna. Kızıyor bana." dedi Hilal derin bir nefes alarak.


Genç kızın parmakları uyuşmaya başlamıştı.


"Bir şey söyleyecek hal mi bıraktın Küçük Hanım? Bir kurtul şu durumdan. Bize/bana bunu yaşattığın için ben de kızacağım sana." diyen Yağız'ın sesi boğuk çıkmıştı.


"Sarılacaksın... Yani."


Hilal'in cümlesi ile Yağız hafifçe güldü. Bu durum karşısında genç kız amacına ulaşmanın mutluluğuyla tebessüm etmişti.


"Eczanedeyim. Kan nakli için gereken her şeyi aldım. Başka?"


"Anestezi!" dedi Burak bir saniye duraksamadan.


"Hayır!" diye çıkıştı Hilal. O halde çıkışması kedi mırıltısından farksız çıkmıştı orası ayrı.


"Nasıl hayır? Haline bak. Gözlerindeki acıyı görmek istemiyorum."


"Gözlerimi görmezsen... Düşünebilecek... Misin?"


Hilal'in sorusu üzerine Burak sessiz kaldı.


Yüzü bembeyaz bir Hilal.


Karnında kocaman bir bıçak olan.


Hareket etmeyen, üstüne üstlük gözleri kapalı.


Gittikçe soğuyan ve moraran?


Annemle babam gibi!


Bu düşünce Burak'ın elini boğazına götürerek nefes almaya çalışmasına neden olmuştu.


"Lokal anestezi... Olsun." dedi Hilal gözlerini kapatarak. Birkaç kez nefes aldıktan sonra tekrardan gözlerini açtı.


Genç kız bunu asla sesli söylemezdi ama... Hilal uyumak istiyordu.


Bu sırada yanına gelen Sami ile Burak dikkatini ona verdi. Erva, üzgün bakışlarla Hilal'e bakıyordu. Onun iyi bir durumda olmadığının farkındaydı. Aslında hepsi farkındaydı da... Büyük bir inkardaydılar işte.


Sami'nin de gerekli malzemeleri söylemesiyle plan işlemeye başlamıştı. Onur dikkat dağıtıcı unsur olan egzoz patlamasıyla ilgilenirken, Tuncay da aldığı malzemeleri drone'a bağlamakla meşguldü.


"Burcu, Nur... Durumları nasıl?" diye sordu Hilal, Sami'ye bakarken. Artık acıyı hissedemeyecek kadar çok canı gitmişti. Bayılmasını engelleyen tek şey, gözleri kapandığında Burak'ın mahvolacak olmasıydı.


Başka hiçbir şey değil.


"Doğum daha başlamamış ama... Burcu ayrı Gökhan ayrı berbat durumda. Burcu'nun sancıları çok sıklaşmış. Ebru yarım saate doğum başlar diyor." dedi Sami endişeli bir şekilde.


Başını önüne eğen Burak sessiz kaldı. Nur'u kurtaracağını söylemişti ama... Kelebeğinin karnındaki bıçak kendisine hiç yardımcı olmuyordu.


"Drone yola çıktı."


Sami, Güler'i yanlarına çağırarak durumu açıkladı. Kız, hızla cama doğru yürüyerek camı açmıştı. Kısa süre sonra onların bulunduğu yerden bile duyulacak yükseklikte bir egzoz patlaması oldu ve saniyeler sonra içeriye drone girdi.


Burak, eşlerinin yanında oturan iki adama işaret etti.


"Beyler pencerenin önüne dolap falan çekin. Bizim kullandığımız bir girişi onlar da kullanabilirler."


Adamlar başlarıyla askeri onaylayarak ayağa kalktılar. Güler ise elinde eczane poşetini yanı sıra dezenfektan şişesi ile yanlarına gelmişti. Ona teşekkür eden asker poşetten kendi ihtiyacı olan malzemeleri çıkarttı. Poşetin içinden siyah küçük bir poşet daha çıktığında kaşlarını çatsa da ne olduğuna bakmayı sonraya erteleyerek poşette kalan malzemeleri Güler'e verdi. Kız anında malzemeleri doktorun yanına götürmeye başlamıştı.


Kan torbasına bakan Burak, derin bir nefes aldı. Eğer kan grubu Hilal ile aynı olsaydı, adam torbaya biriktirmekle falan uğraşmaz anında damarını kızın damarına bağlardı. Bu şekilde fark etmeden haddinden fazla kan vermiş olsa da umrunda olmazdı. Fakat kan verecek kişi Burak değildi. Bu yüzden de miktarı aşmamak için torba şarttı.


Maalesef torba iki iş anlamına geliyordu. Önce Sami'den alınacak, sonra Hilal'e verilecek...


Anesteziyi eline alan Burak aşina hareketlerle hazırlamaya başladı.


"Bir makas a..."


Daha cümlesini bitirmeden kendisine uzatılan makas ile şaşkın bakışlarını arkasına, makası uzatana, çevirdi.


"Güler? Biraz daha bu şekilde devam edersen seni bizim ekibe alacağım."


"Bu maaşa zamdan daha iyi bir teklifti Komutanım. Düşünebilirim." diyen kız yapılması gereken başka işleri yapmaya gitti.


"Bu kız ne ayak?" diye soran Burak'ın sesinde takdir vardı.


"Hemşerim olur. Hakkari'den."


Şehir adını duyan Burak'ın parmakları bir süreliğine durdu.


Şimdi anlaşılıyordu bu ikilinin haddinden fazla olan soğukkanlığı...


Kısa sürede anesteziyi yapacağı yere kadar badiyi kesmişti.


"Makası bedenimden... Çeker misin?.. Soğuk."


"O zaman aç gözlerini." diye söylendi Burak. Bu cümleyle sırf kız gözlerini açsın diye bilerek makası tenine değdirdiğini itiraf etmiş olmuştu.


"Tüm bunları... Fena ödeteceğim." diye karşılık verdi Hilal.


Cümle karşısında başını kaldıran Burak sevdiğine bakmıştı. Bakışları yumuşayan adamın dudakları hafifçe yukarıya doğru kıvrılmıştı.


"Heyecanla bekliyorum!"


Gözlerini elalardan çekerek hafif hareketlerle kıza anesteziyi yaptı.


İğne canını yakmasın diye çabaladığı kızın karnında kocaman bir bıçak saplı olması oldukça büyük bir ironiydi.


Anestezi işi bittiğinde kan torbasını eline alarak Sami'ye döndü. Tam bu sırada mağazada Burcu'nun bağırışı yankılanmıştı.


"AAAAAHHHH HAYIIIR... HAYIR. HAYIR! "


"EVET! BURCU BİR KENDİNE GEL! Canım bak doğum başladı. Böyle yaparak ikinizi de tehlikeye atıyorsun. Ikınman gerekiyor."


"Ha-hayır. Erken Ebru. Er-ken. En azından hastaneye kadar dayana..."


"Dinlemiyor musun beni? Burcu doğum başladı diyorum sana. Doğum başladı. Bunu daha nasıl anlatabilirim sana? Gökhan abi karına bir şey söyler misin?"


Burak gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı.


Bu sırada diğer liseli kız yanlarına gelmişti.


"Abi kan torbasını ben takayım istersen?" diyen Hüma'nın tek isteği, kendilerini kurtarmaya çalışan askerin üzerinden yük almaktı.


"Biliyor musun?" diye sordu Burak.


"Okulda yalnızca teorik olarak öğretiyorlar uygulama iznimiz yok ama annem hemşire. Onun sayesinde biliyorum. Daha önce kan almışlığım var."


Burak, soru dolu gözlerini Sami'ye çevirdi.


"Cesur gençlerin önünü kesmeyelim Yüzbaşım. En fazla damarımı falan patlatır."


Sami'nin muzip sesi Hüma'nın ona bakmasına neden olmuştu.


"Abi yaa." derken dudaklarında bir gülümseme belirmişti genç kızın.


Burak, Sami'ye bakarken 'İyi bir kriz dönemi arkadaşı.' diye düşündü. Adamın desteğini ömrü boyunca unutmayacaktı.


"Gitmen gerekiyor."


Fısıldayan Hilal'i duyduğunda bakışlarını ona çevirdi.


"Bilmiyorum Hilal. Bunun iyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum. Ya yanlış bir şey söylersem? Kadın hamile."


"Biri suçluysa... O değil. Benim. Bak bana!" dedi Hilal. İlacı alan bedeni anında plesobe etkisine girmiş, yarı psikolojik bir şekilde ağrısını azalmıştı.


Gözlerini açan Burak, kızın ela gözlerine bakarak alayla güldü.


"Gözümün önünde bıçaklanan sen, engelleyemeyen ben! Kime sorsan suçlu olarak beni gösterecektir." diyen Burak öfkeyle ayağa kalktı.


"BURAK KILIÇ!" diye bağırdı Hilal öfkeyle. Bu bağırışı kasılan karnı yüzünden inlemeyle sonuçlanmıştı. Kızın acı dolu inlemesi Burak'ın korkuyla ona dönmesine neden olmuştu.


"Kendini suçlayacaksan... Beni kurtarma!"


Hilal'in buz gibi ses tonuyla kurduğu cümle Burak şok içerisinde ona baktı.


"Ben bir kez daha... Sil baştan her şeyi yaşayamam. Bu yüz... Bu yüzden karar ver. Ben mi... Saçma suçluluk duygun mu?"


"Her şeye sil baştan başlamak mı? Seni bir daha bırakabileceğimi mi düşünüyorsun? Şu anda yaşananlara rağmen... Bir daha asla öyle bir aptallık yapmam."


Adamın kararlı sesi karşısında Hilal gözyaşlarının gözlerine hücum ettiğini hissetti. Deliler gibi korkmuştu. Burak'ın kaybetme korkusuyla tekrardan ondan uzaklaşacağından... Deliler gibi korkmuştu.


Burak, Burcu'nun olduğu tarafa doğru bir bakış attıktan sonra geri çömeldi. Elini kızın yüzüne götürerek parmaklarının arkasıyla kızın yanağını okşadı. Bu hareketi Hilal'in gözlerini kapatmasına neden olmuştu.


"Hiçbir güç seni bırakmamı sağlayamaz Kelebeğim. Bu berbat olay yalnızca sana daha fazla bağlanmama neden olabilir. Farklı türlüsüne izin vermem. Yine de... Şu an suçlayabileceğim tek kişiyi geberttim. Sana kızamam. Az önce o psikolojiyle yeterince kızdım zaten. O kadına ise... Onun ne suçu var ki? Elimde kalan tek şey kendimim."


"Öldürdüğün adam, planı kuran kişi mi?" diye sordu telefonun diğer ucundaki Emre.


"Sanmıyorum." dedi Burak konunun nereye geleceğini çözmeye çalışırken.


"Ehh tamam işte. Asıl suçluyu bulduk. Tüm suçu Bukalemun'u isteme cüretini gösteren o p*çe atıyorsun. Yeter artık her şeyden kendini suçladığın!"


Emre'nin keskin sesi karşısında Burak kendisini izleyen elalara baktı. Kız yorgun bir şekilde gülümsemişti.


"Mantıklı." diyen Burak sevgilisinin yanağını baş parmağı ile okşadıktan sonra fısıldadı.


"Hemen geliyorum Sevdiğim."


Hitabı duyan Hilal'in dudaklarındaki gülümseme büyümüştü. Adam kendisine öyle bir enerji veriyordu ki tek bir kelimesi halsizliğini arka plana atmasını sağlıyordu.


Burak, güçlü adımlarla stantlarla oluşturulan paravana doğru gitti. Burcu hâlâ direniyor, kocası da berbat haliyle onu ikna etmeye çalışıyordu.


Burcu'nun bacaklarına örtülen örtünün altından başını çıkartan Doktor'un yüzündeki ifade, durumun ultra ciddi olduğunun ispatıydı. Ebru, Komutan'ı gördüğünde yardım dilenen gözlerle baktı.


"Niye nazlanıyorsun diyerek kızayım mı, güzel güzel konuşup ikna mı edeyim? Hangisi bizi sonuca daha çabuk götürür?"


Burak'ın sesi karşısında Burcu bakışlarını ona çevirmişti.


"Hilal?" derken sesi titremişti ağlayan kadının.


Şakacı bir alayla "Ahh siz kadınlar. Ses tonunu duyan saatlerdir değil de yıllardır tanıştığınızı zanneder." diyen Burak ciddi bir şekilde kadının yanına çöktü.


"İyi! Anestezi vurdum az önce. Birazdan da kan takviyesi yapacağım. Ekibim şu an bizi kurtarmak için bir şeyler düşünüyor. Buradan çıkacağız. Ama önce Nur Hanımı oradan mı çıkartsak?"


"Erken daha..." diye fısıldadı Burcu küçük bir çocuk gibi.


"Ben de 8 aylık doğmuşum. Turp gibiyim maşaallah."


"Aynı şey değ... AHHHH."


"BURCU!" diye bağıran Ebru sakinleşme isteğiyle gözlerini kapattı. Gökhan'ın ise tek isteği kenarda duran tüfeklerden birini alıp beynini havaya uçurmaktı.


"Aynı şey! Ben de hastanede doğmamışım. Gecenin bir yarısı aniden doğum başlamış. Annem erken diye akşamüzeri hissettiği hafif sancıların doğum sancısı olduğunu anlamamış. Sonuç olarak, normal insanlar böyle bir anda ambulansı arayıp gelmesini beklerken benim kesinlikle normal olmayan babam ambulansı falan boş vermiş beni kendisi doğurtmuş. Ahh ebemin babam olduğunu öğrendiğimde 10 yaşındaydım. Nasıl bir travma yaşadığımı anlatamam."


Burak'ın sesi sonlara doğru istemsizce muzipleşmişti.


Hikayeyi dinleyen Burcu biraz sakinleşmiş, gözyaşları dinmişti. Bunu fark eden Burak anlatmaya devam etti. Kadın panik halindeyken onunla sağlıklı bir iletişim kuramayacağının farkındaydı.


"Ben doğduktan sonra da gerekli işlemleri yaptıktan sonra annemle beni almış kendi arabasıyla hastaneye götürmüş. Adam her işini itina ile kendi yapıyor." diyen Burak kendi kendine mırıldandı.


"Babam söz konusu biz olduğumuzda kimseye güvenmezdi ki... Ona çekmişim ben de!"


Kalbine bir sıcaklık yayılırken yere Burcu'nun yanına oturdu Burak.


"Şimdi sana bir soru! Gecenin bir yarısı karısının suyu gelen ve doğumu başlayan o adam, krizlere ultra hakim olsa da... Korkmuş mudur yoksa korkmamış mıdır?"


"Korkmuştur."


Soruyu cevaplayan kısık ses Gökhan'a aitti. Burak hafifçe gülümsedi.


"Peki o korkuyu kontrol altına almasaydı doğumu yaptırabilir miydi?"


"Burak Kılıç..." diye mırıldandı Gökhan. Şüphelendiği gerçek, Hilal'in adamın ismini bağırarak söylemesi ile kesinliğe kavuşmuştu.


"Kahraman Yiğit Kılıç'ın oğlu... Ben baban gibi asker değilim. Bu durumda sakin kalacak kadar güçlü değilim." dedi Gökhan karısına doğru bir bakış atarak.


"Askerlik? Hangi askerlik? Size şunun garantisini veriyorum. Ne babam annem söz konusu olduğunda, ne ben Hilal söz konusu olduğunda, ne de onlarca silah arkadaşım eşleri/sevgilileri söz konusu olduğunda düşünebiliyorlar. Biz saf acının, kaybın ne olduğunu bilen insanlarız ve sevdamızın canı yandığında askerlik falan yalan oluyor."


Burak çifte baktı ve fısıldayarak konuştu.


"Ben şu an korkudan geberiyorum. Ölülerle dolu bir mahallede olduğumu anladığım o andan daha çok korkuyorum hem de."


Yeşillerinin kızardığını hisseden Alfa yumruklarını sıktı.


"Ama benim korkuma yenik düşerek salya sümük ağlamak gibi bir lüksüm yok. Çünkü 166 kişinin canı benim omuzlarımda."


Parmağıyla Şah çiftini gösteren Burak kesin bir sesle devam etti.


"Sizin de bunu yapma hakkınız yok! Kızınızın canı sizin omuzlarınızda."


Gökhan'ın bakışlarında değişme olsa da Burcu'nun gözlerinde hâlâ inkar kıvılcımları vardı.


"İlla sert mi konuşmamı istiyorsun Burcu? Doktorunu dinlemezsen doğacak bir çocuğun olmayacak! Belki sen bile olmayacaksın."


Onun bu çıkışı karşısında Ebru endişeli bir şekilde "Komutanım." diye mırıldandı.


Gözlerini kapatan Burak, kadının karnına dokundu. Bebek, doğum kanalına girmiş olsa da haftasından önce doğduğu için hareketleri hissediliyordu.


"Ona ışık ve pırıltı anlamındaki Nur ismini verecekmişsiniz. Hayatınıza ışığıyla gelsin diye... Onu kurtaran ablasıyla çok ortak noktası var."


Boğazındaki yumru büyürken kısık bir sesle devam etti adam.


"Hilal'im olmasaydı, onun hayatımdaki ışığı olmasaydı ben şu an toprak altındaydım. Ve inanın bana bu mecaz değil. Salt gerçek! Kızınızı büyük ihtimalle son umudunuz olarak görüyorsunuz. Her şey için! Hilal de benim son umudum. İlk, tek ve son umudum."


Gözünden bir damla yaş düşen Burak, Burcu'nun gözlerinin içine baktı.


"Ona bir şey olursa peşinden gideceğimi bile bile, geçmişte yaşadıklarımı bile bile gözlerimin önünde o bıçağın önüne geçti Hilal. Kızın için. Nur'u kurtarmak için! Lütfen değsin. Yalvarıyorum Burcu. Lütfen. Lütfen değsin! Hayatımın sonuna kadar kabuslarıma eklenecek o an, bir hiç için olmuş olmasın. Bu küçük sağlıklı bir şekilde doğsun, ağlamasıyla bizi mutlu etsin. Hani yaşananlardan dolayı suçun olmadığın halde suçluluk duyuyorsun ya, bizim seni affetmemizi istiyorsun ya... Bunu yapman yeter. Kızını sağlıklı bir şekilde doğur, ben de seni affedeyim. Nur'una kavuş, Hilal'im seni affetsin."


Sonunda kadının gözlerindeki o çaresizlik ve inkar kaybolmuştu. Bu durum karşısında Burak hafifçe tebessüm etti.


"Sizi en kısa zamanda buradan çıkartacağım. Söz veriyorum! Bebek mağazasında hava tüpü var. Aynı zamanda derece de mevcut. Hastaneye gidene kadar bebeğinin ciğerlerine hava verip sıcaklığını sabit tutmaya çalışacağız. Hastaneye gidince de küvozde... Hatta hastaneyi beklemeye gerek yok. Gelen ambulansa küvoz eklenmesini sağlayacağım. Her şey güzel olacak. Sen sadece doktorunu dinle. Anlaştık mı güzel anne?"


Burcu, hafifçe başını salladıktan sonra yorgun bir tebessümle fısıldadı.


"Teşekkür ederim."


"Ne demek! Görevimiz Efenim." diyerek tebessüme karşılık veren Burak ayağa kalktı. Gitmeden önce destek vermek istercesine Gökhan'ın omzunu sıkmayı ihmal etmemişti.


"Hakkınız ödenmez." dedi Gökhan minnettar bir şekilde.


"Nur'unuza iyi bakın, ödenmiş sayarım." dedi Burak samimi bir şekilde. Doktor'a da kolay gelsin dercesine başını sallayan adam Hilal'inin yanına gitti. Sami'ye takılı kan torbası dolmak üzereydi.


"Adın neydi?" diye sordu kan torbasını tutan kıza.


"Hüma Komutanım."


"Çok teşekkür ederim Hüma. Mümkünse senden bir şey rica etsem?"


"Elbette. Elimden gelen bir şeyse..."


"Doktor Hanım'ın yardıma ihtiyacı olacaktır. Ona yardım edebilir misin?"


"Elbette Komutanım!" dedi genç kız. Kriz anında yardım etmeyi tercih ederek olayların şokunu yok saymıştı.


"Erva ve Hüma! Siz ikiniz var ya... Okuduğunuz mesleğin getirisi için tüm kuralları taşıyorsunuz. İkiniz de çok iyi sağlıkçı olacaksınız. Sakın peşini bırakmayın güzelce üniversitenizi okuyun. Anlaştık mı?" dedi Burak iki genç kıza bakarak. Duydukları, iki kızın da gözlerinde bir parıltı belirmesine neden olmuştu.


"Anlaştık abi!"


"Anlaştık Komutanım!"


Yanlarına çökerek Hüma'dan kan torbasını alan Burak, Hilal'e doğru baktı. Hüma da yardıma gitmişti.


"İkna ettin mi?"


"Cık cık cık! Hakarete bak. Benden bahsediyoruz ama."


Burak'ın ukala sesi, Hilal'in gülmesine neden olmuştu. Şefkatle kızın saçlarını okşayan Burak onu incelemeye başladı. Yüzü beyaz olsa da, halsiz baksa da gözlerindeki acı yok olmuştu. Bu durum karşısında adam derin bir nefes almıştı. Yeşillere sevgiyle bakan elalar gülümsüyordu.


"Aklında ne var yine?" derken sevgilisini ne denli tanıdığını belli ediyordu genç kız.


Hilal'in sorusu üzerine çökmeyi bırakarak tam oturan Burak derin bir nefes aldı.


"Nur doğduğunda sıcak tutulması gerekiyor. Isı kaybı demek sıvı kaybı anlamına geliyordu. Tehlikeli bu durum. Tamamıyla mağazanın sıcaklığını arttırsak bile en fazla kaça çıkartabiliriz ki? Hamile kadınlar var."


"Hmm..." diyen Hilal düşünmeye çalıştı. Ağrı gitmişti gitmesine de ah şu bitkin halsizlik de gitseydi çok iyi olacaktı.


Erva dahil hepsi ne yapacaklarını düşünürken Hilal mırıldandı.


"Amaç sıcaklığı sabit tutmak değil mi? Yani ısıyı vermek yerine... Tutsak?"


"Ne kadar tutabiliriz ki? Battaniye yumağıyla sarsak bile nereye kadar olacak?"


"Şey... Aklıma çok delice ve aşırı anormal bir fikir geldi."


"Anormal durumda anormal fikirler normal sayılır Kelebeğim."


"Haklısın." diyen Hilal aklındaki düşünceyi söyledi.


"Şey şimdi... Ben mağazayı gezerken ısı koruyucu biberon çantası gördüm."



"Ve?" diyen Burak devamında gelecek cümleyi tahmin etmişti.


"Biz bu çantalardan 5-6 tanesinin, kaç tane gerekiyorsa işte, kesip biçip birbirine diksek ve battaniyenin üzerinden çocuğa sarsak?"


Bir süre kimseden ses çıkmadı bunun üzerine Hilal çekinerek sordu.


"Olmaz mı?"


"Zekanın altında kaldım Asena'm. Az biraz izin ver de çıkayım."


"Senden zeki olduğumu yeni mi anladın Alfa'm? Bizden kaçabileceğini düşündüğün zaman anlamıştım ben bunu."


"Bu halde bile çenende gram eksilme olmamasına her şeyden çok şaşırıyorum valla." diyerek kıza takılan Burak, kan torbasının dolduğunu fark ederek yerdeki dezenfektanı almıştı.


Asker, eline boca ettiği dezenfektandan sonra Sami'deki kan torbasını çıkarttı. Adamın koluna bant yapıştırdıktan sonra sevgilisinin montunu ve kazağını yukarıya doğru sıyırdı.


Tekrardan elini dezenfektan sıktıktan sonra kızın koluna yönelen adam, kolonyalı pamuğu sürerken oldukça nazik davranıyordu. Saniyeler içinde damar yolunu açmıştı.


"Sen az önce bana geveze mi dedin?" diye soran Hilal başının dönmesini kontrol altına almaya çalıştı.


Biraz uyusa sonra uyandırsalar... Olmaz mıydı?


"Komutanım alayım mı kanı?"


Sese doğru dönen Burak, Güler'in demir bir stand ile yanlarına geldiğini fark etti. Kan torbasını alarak askılığa takan kız onlara tebessüm etti.


"Biricik çözüm üreticimiz, el işlerinle aran nasıl bakalım?" diye sordu kaşlarını kaldırarak ona bakan Burak.


"Neden? Nasıl bir şey gerek size?"


Kısa süre sonra Burak'ın talimatları doğrultusunda Güler ve personelden bir kız işe girişmişti. Bu sırada mağazadaki Burcu'nun sesine herkes aşina olmuş, alışmıştı.


"Hilal bundan sonra bana kan abi diyorsun. Yoksa bozuşuruz haberin olsun!"


Sami'nin muzip cümlesi üzerine ikili ona dönmüştü.


"Benim abiler çoğaldı iyice." diye mırıldandı Hilal gülümseyerek.


"Anlamadım?"


Telefondan gelen Yağız'ın sahiplenici sesi karşısında Hilal zorlukla kahkahasını engelledi.


"Has ve tek abim sensin abicim. Boş ver şimdi fer'ileri."


"Bir daha bana abi de bakalım Ayçiçeği. Fer'i yapacağım ben seni!"


Emre'nin cümlesi karşısında Burak kaşlarını kaldırdı.


"Hilal ne zaman sana abi dedi ki? Ben duymadım."


"Ultra berbat durumlarda birkaç demişliği var."


"Zor gün abim o benim." dedi Hilal Burak'a bakarken.


"Bizim kolay günümüz oldu mu sanki?" diyen Burak ile olumlu atmosfer bir anda kararmıştı.


"Aslı çıldırıyor Hilal."


"Söylemedin değil mi?" diye sordu Hilal korkuyla.


"Nasıl söyleyeyim? Burak'ın içeri girdiğini, endişelenmemesini söyledikten sonra operasyonla ilgilenmem gerek dedim kapattım telefonu."


Burak bu konulara girerlerse çıkamayacaklarını bilerek operasyona döndü.


"Noldu? Ne yaptınız? Plan nedir?"


"Şu ajan drone ile etrafı iyice inceledik. Alışveriş merkezi içindeki adamlar kalabalık. Rehineleri güvene alsak halledilir ama onları güvene almadan herhangi bir şekilde harekete geçemeyiz. Tek bir kişinin haber uçurmasının sonucu çok ağır olur."


"Öyle. Kadavra drone'u oyuncak mağazasına yerleştirebilmiş miydin?"


"Çok kırıldım ama. Ne diye hakaret ediyorsun?"


Arkadaşının cümlesi Burak'ın hafifçe gülmesine neden olmuştu.


İkisinin ukalalığı birbiriyle yarışırdı. Ama yarışı elbet Alfa kazanırdı.


"Durum ne peki?"


"49 kişi. 2'si bebek. 14'ü çocuk. 6'sı liseli. 3 tane yaşlı var. Yaşlılardan bir tanesi tansiyon ilacı kullanıyormuş. İlacını aldı sakin şu an. Orada da az erkek var. 3 erkek personel haricinde 7 adam var. Kalanlar kadın. Yine sizin mağazadaki gibi 8 tane terörist."


"Benim anlamadığım bunlar ilk turdaki silahları içeriye nasıl soktu? Hadi taramalıları güvenliği tehdit ederek, insanları rehine alarak soktular da... Şu susturucuları nasıl soktular?" diye sordu Sami.


"Şu kadın... Sorun çıkartan. O bence onlardandı."


Hilal'in cümlesi üzerine Sami hızla ona döndü.


"Bilerek mi Gökhan'ı oyaladı yani?"


"Büyük ihtimal." diye mırıldandı genç kız. Kan, biraz da olsa kendisine gelmesini sağlamıştı. Yine de şu halsizlik ve uyku isteği...


"Kadın geçen hafta iade için bir mobilya getirdi otoparka. Kapının önüne kadar getirmiş. Bayâ ortalığı karıştırdı. O an mı soktular acaba içeri?"


"Sen tarih ve saati söyle ben bakayım iki dakika." diyen Onur ile Sami gerekli bilgileri verdi.


"İçeri nasıl giriyorsunuz?" diye sordu Burak sabırsız bir şekilde. Şu an önemli olan geçmiş değildi.


"Teknoloji mağazası 2. katta. Personel odasında bir tane cam var. Camın orada da bir ağaç. Tırmanmam iki saniyemi almaz ama işte çevre... Bir de içeride 12 kişi var. Rehineleri tehlikeye atarım."


"Ben onun için bir şeyler ayarladım ama..." diyen Doğu'nun sesi çekingen geliyordu.


"Hayırdır?" dedi Burak kaşlarını çatarak.


Doğu ve çekingenlik mi?


"Siyah poşete bak!"


Cümle üzerine Burak dakikalar önceki poşeti hatırladı. Ciddi anlamda iyi değildi. Normal bir zamanda olsa asla unutmazdı.


Poşeti açtığında içinden ses değiştirme cihazı çıkmıştı. Burak öfkeli bir nefes aldı.


"O adammış gibi talimat vermekten başka şansın yok." dedi Doğukan.


"Şimdi niye o s*ktiğimin itini hatırlattın ki bana? Ben o adamı nasıl acısız, tek bir vuruşla geberttim?"


Hilal, sakinleştirmek için Burak'ın elini tutma niyetindeydi ki elindeki kanları fark ederek usulca kaldırdığı elini geri indirdi.


"Sakin ol ben iyi..."


"Yapma! Gülüyoruz, eğleniyoruz, konuşuyoruz diye karnındaki bıçağı unutmadım. Gözlerindeki ifadeyi görmüyorum mu zannediyorsun? Şimdi seni burada bıraksam gözlerini kapatırsın. Neden hoparlörde herkesin içinde operasyon planı yapıyorum sence? Sen de katıl muhabbete, kapatma gözlerini diye. Rica ediyorum bana iyiyim deme. Elindeki kandan dolayı elimi tutamazken deme!"


Sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapatan Burak kendine gelmeye çalıştı.


"Kıza niye çıkışıyorsun Burak? O senin yapacağından farklısını yapmamış."


Dayısının cümlesi üzerine Burak alayla güldü.


"Ona niye mi kızıyorum? Çok mu öğrenmek istiyorsun? Çünkü..."


"Alfa'm?"


"Kardeşim!"


Hilal ve Emre aynı anda konuşmuşlardı.


Söyleyecekti!


Burak, bu öfkeyle o gün her şeyin şahidi olduğunu söyleyecekti.


"Tamam bırakalım bunu. Hadi içerideki itleri yönlendirme ile dışarı çıkartacağız diyelim... Ben nasıl kimseye görünmeden içeri gireceğim?" dedi Emre ciddi bir sesle.


Sinan, neler döndüğünü anlamaya çalışarak kaşları çatsa da önceliği operasyona vererek kurcalamadı.


"Tek girme! Çok insan var içeride. Hepsini yalnız sakinleştirmezsin." dedi Burak ciddi bir şekilde.


"Bir Panter olamam ama ben de iyi tırmanırım." diyen Yağız ile Burak başını salladı.


"Tamamdır. Nasıl dikkat dağıtacağız?"


"Çöp kamyonu?"


Burak, konuşan Hilal'e baktı. Bu kız her yerde her şekilde kurtarıcıydı.


"Asena'm?" derken sesinde sonsuz bir sevgi vardı.


"Benim. Az önce kızdığın hani." diyen Hilal'in gözlerinde anlayış vardı.


"Her şey bitince tüm bunları ödetirsin."


"Ama karşılığında sen de ödetmeyeceksin?"


"Söz veremeyeceğim." dedi Burak şakacı olmasını umduğu ama buruk çıkan gülümsemesiyle.


"Tamamdır Beyler. Bir tarafta zaten bir bina var. Açık olan asıl yere çöp kamyonun çekeceğiz. Diğer tarafa da yüksek bir minibüs park ettireceğim." dedi Onur rahatlamış bir şekilde.


Teorik olarak biri gitmişti...


"PÖH burada mı?" diye sordu Burak.


"Dışarıda! Emrimizi bekliyorlar." dedi Sinan.


Şu an operasyonu KİT olarak değil, Ataşehirdeki üsse bağlı olan Alfa Tim'i olarak gerçekleştiriyorlardı. KİT'in paravan özel ekibiydi Alfa Tim'i. Birinci dereceden yakınları haricinde herkes onların Ataşehir'e bağlı Alfa Timi'nden olduğunu zannediyorlardı.


KİT üyelerinin kod adlarını geçtim, bizzat teşkilatın varlığı bile bilinmediği için bu durum herhangi bir sorun teşkil etmiyordu. Bilenler ise ya sözleşme imzalamıştı ya ölmüştü ya tek kişilik hücrelerde son nefeslerini veriyorlardı ya da kontrollü hücrelerde tutuluyorlardı.


"Ben emir verince birkaç kişi inceleme adı altında kapılara yaklaşsınlar. Teknoloji mağazasındakileri oraya yönlendireceğim. Oyuncak mağazasını ne yaptınız?"


Soru üzerine Doğukan'ın sesi duyuldu.


"Bunu seninle konuşmuştuk zaten. 2 katlı mağaza. - 1'dekinde duruyorlar ama giriş katın da kepenkleri indirildi. Herkesi -1'e almışlar giriş katta kimse yok. Barut oradaki camı keserek girecek içeri. Tek sıkıntı bizim kullandığımız girişi onlar da kullanır. Ne yapacağız?"


"Barut mu girecek? Tuzaklasın." dedi Burak gayet olağan bir şekilde.


"Bunlar sırf bile isteye tuzağı patlatır Burak." dedi Yağız sıkıntılı bir sesle.


"Bomba olmak zoruna değil ki?" diyen Burak ile Tuncay gülümsemişti.


"Lazer düzeneği hazırlarım. Ahh en bi sevdiğim. Lazere dokunanların kafasını uçuracak şekilde silahlar da yerleştiririm."


"Hatta garantiye alalım. Bizim, özel silahlı dronelar yanınızda mı?" diye sordu Burak.


"Bir tane vardı. İki tane de çakmasını yaparız. Birinin ateş ettiğini görürlerse diğerleri de ateş eder zannederler. Üçlü drone, artı lazer düzeneği... O merdivenden inmeye asla cesaret edemezler." dedi Onur keyifli bir sesle.


"Geriye yalnızca benim içeriye nasıl gireceğim kaldı. Sen nasıl girmiştin abi?" diye sordu Tuncay.


"Havalandırma sisteminden."


"Havalandırma sistemi mi?" diye sordu Hilal şaşkınca.


"Evet! Eğlenceli bir yolculuk olmuştu." diyerek sevgilisine göz kırpan Burak düşünceli bir şekilde mırıldandı.


"Sen nasıl girebilirsin? Ben direkt odaya girdim. Hole inemezsin. Giriş katta çok terörist var. Biri indirildiğinde ortalık karışır."


"Şimdi doğru anladım değil mi? Sizin giriş kattaki oyuncak mağazasına girmeniz gerekiyor?" diyerek araya girdi Sami.


"Evet?" dedi Burak ona dönerek.


"Daha güzel bir mekan seçemezlerdi." diyen Sami'nin dudaklarında bir gülümseme vardı.


"Ne oluyor?"


"Oyuncak mağazasında aynı zamanda parti süslemeleri de satılıyor. Fakat yalnızca özel müşterilerimize ve prestijli dekorasyon şirketlerine. Yurt dışından getirttiğimiz profesyonel süsler ve haliyle meblağ da oldukça fazla. İnternetten sipariş alıyoruz, bizzat merkez olarak adrese götürüyoruz. Geçen yıllarda birkaç sorun çıktı. Süsleri mağaza içerisinden geçiremiyoruz. Alt kattaki depoya koyduğumuzda da ürün takibinde sıkıntı yaşadık. Sonunda girişteki mağazanın arka tarafındaki kısmına duvar örüp oda yaptırdık. Odaya süsleri koyduk, süsleri rahat taşımak için de dışarıdan bir kapı yaptırıp kitledik. İşte bu da..." diyen Sami cebinden çoklu bir anahtar çıkarttı.


"Yalnızca bende olan kapının anahtarı. Gidip camdan aşağı düşüreyim mi anahtarı?"


Bu cümle üzerine adamlar gülmüştü.


"Kapı ne tarafta?"


"Burada, bu mağazanın penceresinin baktığı tarafta. Sadece bayâ bir ilerisinde. Sakin bir sokak diye girişmiştik böyle bir işe. Kapıda kamera hariç herhangi bir güvenlik önlemi yok. Bu yüzden de kimsenin bilmemesi gerekiyordu bu girişi. Alışveriş merkezinin içeri, dışarı modelini kullanarak bir hal çaresini buldu Gürkan Bey. Yani askeriniz kapıya ulaşana kadar sıkıntıda yalnızca. Kapıyı açarken görünmeyecektir."


"Buldum kapının kamerasını. Yönlendirme yapacağım Barut." dedi Onur.


"Çöp kamyonu ve minibüs hazır." diyen Doğu ile de kimin kimi takip edeceği anlaşılmıştı.


Hacker, Barut'a öncülük yaparak oyuncak mağazasını halledecekti.


Kadavra ise Panter ve Şahin'i takip ederek teknoloji mağazasıyla ilgilenecekti.


"PÖH'e haber verdim. 5+3'lük iki grup hazırladı."


"Tamamdır. 5'liği -3'te benim Alışveriş Merkezi'ne girdiğim yere göndersinler. Teknoloji mağazasındakileri oraya yönlendireceğim. 3'lüğü de arka girişe konuçlandırsınlar. Barut tuzağı hazırlarken yakalanmasın. Kattakileri girişlere yönlendireceğim."


Tüm bunları söyleyen Burak, iki parmağını Hilal'in boynuna götürerek hızlı atan nabzını saydı.


Kanamaya karşı bedeni nabız sayısını (vücut kalp hızını) arttırarak geçici olarak düzeni sağlamaya çalışıyordu. Kızın alnındaki terleri silen Erva ile göz göze geldiler. Genç kız, sessizce ona baktıktan sonra bakışlarını kaçırmıştı.


"Gerçekten nasılsın?" diye fısıldadı Burak sevgilisine bakarak. Elini kızın boynundan çekmemişti.


Hilal, soru üzerine gözlerini kapattı. Adamın dolan gözlerini görmesini istemiyordu. Bunun beyhude bir çaba olduğu gözünden düşen bir damla ile anlaşılmış oldu. Burak, gözyaşı damlasını düşmeden yakalamıştı. Bu durum ikinci bir damlanın düşmesine neden oldu.


"Konuşabilir miyiz?" diye sordu Burak kısık bir sesle. Onun ses tonu Hilal'in gözlerini açmasına neden olmuştu. Yeşiller yalvarırcasına kendisine bakıyordu.


"Canım acımıyor. Anestezi iyi geldi acıyı hissetmiyorum ama çok halsizim. Parmağını kaldır desen kaldıramam. Başım ağrıyor. Gözlerimin kararma sıklığı ve baş dönmem azaldı ama o konuda endişelenme. Kan takviyesi iyi geldi. Buna rağmen midem hâlâ bulanıyor. Bu his rahatsız edici. Gerçi..."


"Asıl rahatsız edici olan karnındakinin varlığı." diye fısıldadı Burak.


Hilal'in söylediği her kelimeyle yeşilleri bir ton kırmızıya boyanmıştı.


Ağlamamak için gözlerini kırpıştıran genç kız bu sefer 'İyiyim ben!' diyemedi.


Yakalanmıştı! İyiymiş rolü bitmişti.


Burak'ın sol gözünden düşen yaş Hilal'in eline damlarken, genç asker tahammül sınırlarının sonuna geldiğini hissetti.


Yorulmuştu! Güçlüymüş rolü bitmişti.


Sevgilisinin elini yumuşak hareketlerle ellerinin arasına alan Alfa kararlı bir şekilde konuştu.


"Beyler! Size yarım saat veriyorum. Ultra maksimum 45 dakika! 45 dakikanın sonunda bu alışveriş merkezini o itlerden temizlemiş olsanız da olmasanız da canımı alıp buradan çıkacağım."


Burak'ın sesinde en ufak bir tereddüt yoktu. Asker, ne pahasına olursa olsun dediğini yapacaktı. Vurulsa da ölse de... Yapacaktı!


Çünkü Hilal'inin o saatten sonra fazla bir zamanı kalmayacaktı.


"Bizde!" dedi Emre güven vermek istercesine devam etti.


"Bizde kardeşim bizde. Canın bize emanet. Kurtaracağız onu! "


Kardeşinin söylediğine inanmak isteyen Burak, ses cihazını aldıktan sonra sessiz bir köşeye giderek gerekli direktifleri vermişti.


Ve böylelikle operasyon başlamış oldu.


Sonrasındaki 15 dakika boyunca kimse konuşmadı. Burak biten kan torbasını kolundan çıkartırken Hilal kısık bir sesle mırıldanmıştı.


"Ben bu sessizliği sevmedim."


Gerçi pek de sessiz sayılmazdı. Burcu'nun çığlıkları, Ebru'nun talimatları ve Gökhan'ın yatıştırma cümleleri ile doluydu mağaza.


"Ben şu an yaşanan hiçbir şeyi sevmedim." diye mırıldandı Burak gözlerini kapatarak. İki eliyle de Hilal'in elini tutuyordu. Genç kızın gözlerini açık tutmak için verdiği çabayı görmemek için gözlerini açmamıştı.


"Bir şeyler anlatsana."


Hilal'in çatlak bir sesle kurduğu cümlesi kalbine saplanırken gözlerini açtı adam.


"Beynim durdu. Düşünemiyorum."


"Beni de mi?"


Hilal'in cümlesi üzerine Burak kızarık gözlerini ona çevirdi.


"Ne öğrenmek istiyorsun?"


"Mardin'deki kız hiç aklına gelmiş miydi mesela?"


Soru üzerine Burak'ın dudakları iki yana kıvrılmıştı.


"Gelmez mi? Hele de İstanbul'a geldiğimde. Yağmur yağardı 'Acaba o da görüyor mu?' derdim. İlk kar yağana kadar inkar etsem de o beyazlığı görünce aklıma yalnızca sen gelmiştin."


"Tanıştığımız tarihi hatırlıyor musun?"


"Kelebeğim beni nasıl bu kadar hafife alıyorsun gerçekten anlayamıyorum." diyen adam sevgiye gülümsedi.


"12 gün sonra tanışma yıldönümüz. 19 Ocak! Doğum gününden 1 ay önce."


"Tanışma yıldönümü hediyesi isterim." dedi genç kız yorgun bir şekilde gülümserken.


"Pahalıya patlıyorsun ama bana. Hangi tanışmaya hediye alacağım? İlk tanışma var, kafe var, kütüphane var, üs var. Sonraaa hastanede gerçek soyadımı öğrendiğin günü de saysak... Ohoo. Ben her yıl sana onlarca hediye mi alacağım?"


"Doğum günü hediyemi ayrı isterim ama." dedi Hilal yeşillere bakarken.


"Ama geçen sene iki tane almıştım ben. Bu sene yine mi alacağım?" dedi Burak mızıkçı bir sesle.


"Güldürme gülemiyorum." dedi genç kız sevdiğine bakarken.


"Sana sözüm olsun. İyileştiğinde seni kahkahalara boğacağım." diye fısıldadı adam titreyen sesiyle.


"Sana sözüm olsun. İyileştiğimde seni kahkahalara boğacağım." diye karşılık verdi hıçkırmamak için dudağını ısıran kız.


İkilinin gözlerinden aynı anda bir gözyaşı damlası düşmüştü. Hilal'in gözünden ikinci damla düşerken Burak tüm bedenini kastı.


Bir kere o yaşlar düşmeye başlarsa geri dönüşü olmaz, küçük bir çocuk gibi hıçkırıklara boğulurdu.


"Barut içeride düzeneği hazırlamaya başladı. Şahin de girdi Panter'i bekliyor... Panter de içeride. Şimdi etrafı kolaçan ederek adamları indirecekler."


Yeşilleri elalara kilitlenmiş Burak, herhangi bir yorumda bulunmadı.


Gözleriyle sevdiğine korkusunu haykırmakla meşguldü çünkü.


Tam bu sırada tüm mağazayı canhıraş bir çığlık inletmişti. Burcu'nun olduğu tarafa doğru bakan Sami korkuyla ayağa kalkmıştı ki mağazada güçlü bir bebek ağlaması yankılandı. Bu ağlamayı mutlu alkışlar izlemişti.


Küçük Nur, onlarca bekleyeniyle alkışlarla, mutlulukla dünyaya gelmişti.


"Allah'ım şükürler olsun." diyen Sami derin bir nefes alarak tekrardan geri oturdu.


Burak da derin bir nefes alarak gözlerini kapatmıştı.


"Kurtardım..." dedi Hilal şükranla.


Fısıltıyı duyan adam, gözlerini açarak yeşillerini ağlayan elalarda gezdirdi.


"Sırada beni kurtarmak var." diye mırıldanan yeşil gözlerdeki ölümcül korku okunuyordu.


"Bedavaya olmaz. Mükemmel bir doğum günü hediyesi istiyorum senden... Geçen doğum günümün en büyük hediyesi." diye fısıldayan Hilal'in sesi çatlak çıkmıştı.


Bu berbat durumuna rağmen tek istediği sevdiğinin gözlerindeki korkuyu geçirmeye çalışmaktı. Burak, onun isteğini geri çevirmedi ve boğazındaki düğüme rağmen ukala bir şekilde konuştu.


"Eee ama geçen yılının hediyesi bensem benden daha mükemmellini nasıl bulacağız? İmkansız! Benim kadar mükemmel olamaz ama düşünürüm bir şeyler." diye fısıldayan genç adam, kızın alnına bir öpücük bırakmıştı.


Dudaklarını kızın alnından ayırmayan adam, bir süre gözleri kapalı bir şekilde öylece durdu. Gözlerini kapatan Hilal de 'Sakın korkma!' dercesine adamın elini sıkmıştı. Bir süre sonra geri çekilen Burak, Ebru'yla konuşan Güler'e doğru baktı. Genç kız konuşması bitince hızla yanlarına gelmişti.


"Bebek de anne de iyi Komutanım. Hüma ve Füsun Hanım, Doktor Hanım'a çok yardımcı oldular. Hazırladığımız ısı battaniyesi de işe yaradı gibi."


Burak, başı ile onaylayarak kıza teşekkür etti. Bu sırada Doğukan'ın sesi duyuldu.


"Panter'ler mağazayı kontrol altına aldılar. Yaralanan yok! Adamların başını konuşturmak için sağ bıraktılar."


'Umrumda değil! Şu an tek umursadığım Ay Kızım'ın iyi olması. Kim neyi neden yapmış s*kimde değil. Kelebeğime bir şey olursa salisesinden peşinden gideceğim zaten.' diye düşünen Burak hiçbir şey söylemeden sevdiğine baktı. Gözünden bir damla yaş yine usulca süzülmüştü.


Haykıra haykıra ağlasa... Olmaz mıydı?


"Barut da tuzağı bitirdi aşağı iniyor. Bu arada üstten çift kişilik askeri sağlık helikopterini yola çıkartıyorum Burak. Daha hızlı..." diyen Sinan yeğeninin konuşması ile sustu.


"Çift kişilik olmasın." diye mırıldanmıştı Burak kısık bir sesle.


Ben artık Kelebeğim ile yalnız kalabilir miyim lütfen?


Bir anlığına duraksayan Sinan "Tamam söylüyorum iki tane olsun. Önce siz kalkarsınız, sonra da anneyle bebek. Pilotlarla konuşayım ona göre bir ayarlama yapsınlar."


"Tamam." diye fısıldayan Burak saatine baktı.


Son 12 dakika!


"Barut mağazada. Her şey kontrol altında. PÖH tüm girişlerden içeri giriyor şu an."


Burak, bakışlarını Kelebeğine çevirdi. Gözleri kapalı olan, Hilal onun kendisini izlediğini fark ettiğinde gözlerini açarak zorlukla gülümsemişti.


Adam, kalbindeki nefes aldırmayan acıyla yutkundu.


Artık bitebilir miydi bu kabus?


Gözünden bir damla yaş daha düşerken dudaklarını birbirine bastırıp sevgilisinin elini tuttu.


'Hani akşama balık ekmek yemeye gidecektik Sevgilim? Neden yatıyorsun yerde?' diye düşünen adamın gözünden üçüncü damla da düşmüştü.


"Alışveriş merkezinin çatısı düzmüş. Pilotlarımız oraya iniş yapabileceklerini söylediler. Helikopter çatıya inecek." diye bilgilendirme yaptı Sinan. Burak herhangi bir yorum yapmadı. Artık konuşacak gücü kalmamıştı.


"PÖH'e söyledim içeriye sedye getiriyorlar Burak. Helikopter indiği esnada siz de Hilal'i çıkartmış olursunuz."


Cevap vermeyen Burak saatine baktı.


"PÖH'e yalnızca 7 dakikaları kaldığını da söyle. 7 dakika sonra kepenkleri açacağım."


"Burak..." diye mırıldandı Hilal.


"Ben söyleyeceğimi söyledim." dedi Alfa kesin bir sesle.


Kısa süre sonra tekrardan saatine baktı.


4 dakika!


"Sizin kat temizlendi PÖH çevreyi kolaçan ediyor. Haber verince kepenkleri açın. İki sedye de kapının önüne koyuldu bu arada."


Burak yalnızca başını aşağı yukarı salladı. Alnında soğuk terler biriken Hilal nefes alış-verişini düzene sokmaya çalışıyordu.


Uyumak istiyordu artık...


"Şşşt! Benimle kal Bitanem lütfen." diye fısıldadı Burak çatlak bir sesle. Onun yalvaran cümlesi karşısında genç kız hafifçe başını salladı.


Alfa'sı için... Dayanmalıydı!


"Kepenkleri açabilirsiniz."


Burak, tam yanındaki Sami'ye dönmüştü ki kepenkler açılmaya başladı. Bankoya dönen Burak, Güler ile göz göze geldi.


"Hakkını ödeyemem." diye seslenen adam tüm içtenliği ile konuşmuştu.


"Siz mi, biz mi Komutanım?" dedi genç kız teşekkür eden bir gülümseme ile.


Bu sırada içeriye ellerinde sedyelerle PÖH'ler girmiş ve hızlı adımlarla yanlarına gelmişti. Maskeli adamlar ellerindeki sedyeyi yere bıraktıktan sonra Burak ile göz göze geldikleri anda da saygı duruşuna geçmişti.


"Rahat!" diye mırıldandı berbat haldeki Burak.


Saygı duruşluk hâli mi kalmıştı?


Şakacı bir sesle "PÖH ile tanışmak da nasip oldu." diye mırıldanan Hilal'i duyduğunda ona doğru döndü.


"Biz neyinize yetmedik Hilal Hanım?"


Yarı sahte bir kıskançlıkla kurulan bu cümle, kızın dudaklarında kocaman bir gülümsemeye neden olmuştu.


"Siz iyice sıradanlaştınız Burak Bey!"


"Ahh resmen. Sıradanmış! Sen bir uyan..." diyen Burak'ın dudaklarındaki gülümseme sönerken hüzünle kıza baktı.


"Ben bir uyanayım ya da... Bitsin artık şu kabus."


Cümle, Hilal'in titrek bir nefes almasına neden olmuştu.


Kızın baş tarafına geçen Burak'ı gören Erva ellerini yavaşça çekti. Bir PÖH mensubu Hilal'in ayakta tarafına geçerken diğeri de sedyeyi hızla açtı.


"1... 2... 3!" diyerek komut veren Burak ile birlikte kızı sedyeye almışlardı. Sedyeyi kaldırıp çıkışa gittiklerinde Sami yerdeki telefonu alarak peşlerinden geldi.


"Telefon..."


"Aynı hastaneye gideceğiz. Sende kalsın. Alır bizimkiler." diyen Burak teknik olarak 'Kimseyle görüşmek istemiyorum.' demişti.


Mağazadan çıktıktan sonra "Helikopter inmiş Komutanım.' dedi karşısındaki PÖH. Burak başı ile onu onaylarken gözleri, kızın kapalı gözlerindeydi.


"Benimle misin?"


"Tabii ki! Seni başka kızlara yem eder miyim Alfa'm?" diye mırıldandı Hilal kısık bir sesle. Genç kız şaka dolu cümlesine rağmen gözünü açmamıştı.


'Elalarını görmeyince üşüyorum be Kelebeğim.'


Hızlı ve sarsmadan, profesyonel hareketlerle, sedyeyi taşıyan ikili kısa sürede çatıya ulaştılar. Helikopter kapısı açık bir şekilde onları bekliyordu.


İki görevli yanlarına yaklaştı. Polis anında sedyeyi görevliye devrederken, ikinci görevliye uyarı dolu bir bakış atan Burak sedyeyi kendisi taşımıştı. Sedye helikoptere girer girmez Burak'ın terslediği görevli Hilal'i kontrol etmeye başladı.


Gözüne tutulan ışıkla birlikte Hilal yüzünü buruşturmuştu.


"Bayılmadım hâlâ."


Onun bu tepkisi karşısında görevli doktor şaşkınca kaşlarını kaldırdı. Komutanları doktor odasından onu çağırıp apar topar kendisinin gitmesini emrettiğinden, oldukça ağır bir vaka ile karşı karşıya olduklarını düşünmüştü. Hastaya kan takarken kızın yanındaki adam konuşmuştu.


"Lokal anestezi yapıp, kan verdim."


"Sen mi yaptın?" diyen doktorun bakışlarında şaşkınlık vardı.


"Siz bilgilendirilmediniz anlaşılan." diye mırıldanan Burak, adamın bakışlarını takmayarak içeriye giren ikinci görevliye döndü.


"Pilotun yanında boş yer var mı?"


"Evet. Oraya mı geçmek istiyorsunuz?"


"Hayır! Senin oraya geçmeni istiyorum." dedi Burak ciddi bakışlarla.


"Burak!" diye mırıldandı Hilal.


"Burak mı kaldı Hilal? Helikopter havadayken kapıyı açsam bile içeri giren hava ciğerlerime ulaşmaz. O haldeyim şu an."


"Kalkacağız şimdi Beyefendi. Acil bir durum olursa Doktor Bey'in yard..."


"Ben doktorunuza yardım ederim. Acil tedavi yetkim var." diyen Burak derin bir nefes aldı.


"Rica ediyorum."


Dağıldığımda yanımda ne kadar az kişi olursa o kadar iyi. Geç artık şu pilotun yanına!


Doktorun başıyla onu onaylaması üzerine görevli öne geçti. Kısa sürede havalanmışlardı. Hilal'e yapabileceği ilk tedaviyi yapan doktor, sessizce oturarak karşısındaki çifte baktı.


Adam, kızın sol elini iki eliyle tutarak alnına dayamış gözleri kapalı bir şekilde öylece duruyordu.


"Sence beni sever miydi?"


Hilal'in boğuk fısıltısı karşısında gözlerini açan Burak, kızın sağ elinin boynunda olduğunu gördü.


Hilal kolyesinde...


Elindeki kanların kolyeye geçtiğinden bihaber olan Hilal titrek bir nefes aldı.


"Bugün annemle konuşmaya karar vermiştim. Akşam senden babamı bulmanı isteyecektim."


Burak, yaşlar düşen elalara baktı.


"Bulacağım. Sen iyi ol... Sana babanı getireceğim." diyerek söz verdi adam.


"Beni ister mi sence?" diye sordu Hilal küçük bir çocuk gibi.


'Bayılmak üzere olduğun halde onu düşündüğünü öğrendiğinde nasıl istemesin be Kelebeğim?'


"Olmadı kafasına silah falan dayarım. Endişe etme."


Burak'ın şakacı sesi karşısında Hilal söylendi.


"Ciddi bir şey konuşuyorum burada."


"Pek konuşuyor sayılmazsın. Bakışların boş bakmaya başladı." dedi Burak memnuniyetsiz bir şekilde.


"Sakin ol." diye fısıldadı Hilal tüm bedeni titreyen adama bakarken.


"Sakin mi olayım? Sen bugün ne komiksin böyle?" diyen Burak'ın mırıltısı istemsizce alay dolu çıkmıştı.


"Bakıyorum da öfke geri gelmiş."


"Öfke iyi." dedi Burak boğazındaki yumruyla birlikte gözlerini kapatarak.


Ona sevgiyle bakan genç kız, elini havaya kaldırarak gözleri kapalı olan adamın yanağına koydu. Bu hareket Burak'ın kesik bir nefes almasına neden olmuştu.


Annesi de elini böyle yanağına koymuştu. Sonra da 'Seni çok sevdiğimi... Sevdiğimizi hiç unutma olur mu?' demişti. Büyüyüp vatanına yakışır bir adam olmasını ve mutlu olmasını istemişti. Yaralarını iyileştirecek bir hayat arkadaşının gelmesi için dua etmişti.


Burak'ın dudaklarından bir hıçkırık kaçtı.


"Sen de mi gideceksin Annemin Duası?" diye sorarken o günkü çocuktu adam.


Elalarından tekrardan gözyaşları dökülmeye başlayan Hilal başını iki yana salladıktan sonra fısıldadı.


"Gitmeyeceğim. Daha kahkahalarının gözyaşlarından fazla olmasını sağlayamadım ki."


Elini yanağındaki kızın elinin üzerine koyan Burak çaresiz yeşil gözleriyle kıza baktı.


"Canım çok yanıyor benim."


Dudaklarından bir hıçkırık kaçan Hilal, pişmanlık dolu gözlerle sevdiğine baktı.


"Senden vazgeçmeyeceğimi biliyorsun değil mi?"


Kızın çatlayan sesini duyan Burak hüsranla gözlerini kapattı.


"Bilsem ne? Ben yine zaman karmaşası yaşamaya başladım. İyi değilim."


Hilal, çaresizce ona baktı. Bayılmak üzereydi fakat Burak berbat bir haldeydi.


"Alfa'm..."


Burak'ın gözünden bir damla daha düştü.


"Neden? Neden? Bir insanın dehşet sınırı olmalı bu hayatta. Kayıplarının bir sonu olmalı."


"Bana bir şey... Olmayacak." diyen Hilal başına giren ani ağrı ile gözlerini kapatmıştı.


"Acılarının bir eşiği olmalı. Bu çok fazla. Karnında bir bıçak var. Karnında bir bıçak var. O bıçak benim tam kalbime saplandı, acıdan geberiyorum. Ciğerimi deşti, nefes alamıyorum... Seni kurtaramadım ben."


"Ben yaptım. Bıçağın önüne ben geçtim." diye mırıldandı Hilal. Genç kız şu an tüm bunları konuşmak istemiyordu.


Bu belki de son anlarımız.


Hilal usulca yutkundu.


Ölürse... Ölürdü.


Kelebek, Alfa'sının ölmesini istemiyordu.


"Burak..." diye fısıldadı genç kız.


Onu ne kadar sevdiğini söylemeden bayılmak istemiyordu.


"Hayır! Sana söyledim. Uyandığında." dedi Burak onun söyleyeceği şeyi anlayarak.


"Alfa'm bana bakar mısın?"


Adam, her zamanki gibi kızın isteğini geri çeviremedi.


Kıpkırmızı acı dolu yeşiller, kıpkırmızı acı dolu elalarla birleşmişti.


"Söz veriyorum sana geri döneceğim."


Bu cümle, Burak'ın gözlerinden yaşlar düşmeye başlamasına neden olmuştu.


"Hiç gitmesen?"


"Burak..." diye mırıldandı Hilal.


"Hani balık ekmek yemeye gidecektik? Niye hep böyle oluyor? O gün de okula gitmeyip ailecek vakit geçirecektik. Geçirdim. Cesetlerinin arasında! Mezarlıkta üzerlerine toprak atıldığı andan, mezarlarından beni zorlukla koparttıkları âna kadar. Şimdi de..."


"Hayır!" diye fısıldadı Hilal. Genç kız artık sınıra geldiğini hissediyordu.


"Alfa'm?" diye son bir gayretle seslendi.


Yeşiller kendisini bulduğu anda fısıldamıştı genç kız.


"من خیلی دوستت دارم..."


(Seni çok seviyorum)


Kelebek, ayık kaldığı tüm o vakitlerde bunu bekliyormuş gibi gözlerini kapattı. Burak yanağındaki elin aşağı düştüğünü hissederken başını iki yana salladı.


"Kelebeğim? Kelebeğim? Kelebeğim niye konuşmuyorsun? HİLAL! HİLAAAL!"


'Anne? Anne? Anneciğim niye konuşmuyorsun? ANNE! ANNEEEE'


'Baba? Babacığım? Annem uyanmıyor! Kalkın artık. Üşürsünüz siz burada!'


"AHHH! AAAHHHHH!" diyen Burak elleriyle başına vurmaya başladı. Onun bu halini gören Doktor, elini tutmaya çalıştığında kendisini olanca gücüyle iten Burak yüzünden savrulmuştu.


"Başım ağrıyor! AAAAH!" diyen adamın inlemeleri devam ederken pilotun yanındaki sağlık görevlisinin diyafondan sesi duyuldu.


"Bir sorun mu var?"


"Kız sadece bayıldı ama... Adam iyi değil."


"Asker o. Yüzbaşı!" diyen pilot ile doktor gözlerini kapattı.


Kaybın ne olduğunu birinci elden defalarca kez tecrübe edenler, sevdikleri yaralandığında herkesten daha çok yaralanırdı.


"Hilal'im? Aykızım?" diyen Burak titreyen ellerini kızın yarasının üzerine koydu.


Elleri yeniden sevdiğinin kanına bulanmıştı...


"Kelebeğim? Üşüyorum ben. O günkü gibi üşüyorum. Çok üşüyorum. Aç gözlerini lütfen! Hilal'im aç gözlerini. Aç gözlerini Güzelim... Lütfen. Lütfen aç. Aç gözlerini!" diyerek tekrarlayan Burak kanla kaplı sağ elini kızın beyaz yüzüne götürdü.


"Ama ben elalarını görmezsem ölürüm ki Ela Gözlüm."


Gözlerinden usul usul yaşlar akan adamın sesi, acı ve çaresizliğin vücut bulmuş hali gibiydi.


"Asena'm uyan. Senin sesini duymadığım bu dünyada yaşamamın ne anlamı var ki?"


Başını öne eğerek kızın elini tutan Burak'ın genzini kan kokusu doldurmuştu.


"Papatya kokuna nasıl kan karıştı Papatyam? Şimdi nasıl sakinleşeceğim ben? Gözlerini göremiyorum, sesini duyamıyorum, kokunu hissedemiyorum." diye fısıldadı Burak titreyen sesiyle.


O günkü gibiydi her şey.


Alfa, hıçkırıklara boğulamayacak kadar çok korkmuştu.


Nefes almayı unutacak kadar çok ölmüştü.


Elinin üzerinde hissettiği el ile başını kaldırdı. Doktor kendisine bir şey söylüyordu ama duymuyordu Burak. Onun boş gözlerini fark eden doktor, bileğinden tutarak elini yukarı kaldırdı. Burak, sevgilisinin ellerinden ayrılan eline bile tepki veremeyecek durumdaydı.


Doktorun tekrar elini kızın eli üzerine ,bileğine, bırakmasıyla anlamsız gözlerle ona bir bakış attı.


İşte tam o anda hissetti...


Elinin altında atan nabzı!


Hissettiği nabız gözlerini kapatarak titrek bir nefes almasına neden olmuştu.


Bugün o günden farklıydı!


Hilal'i yaşıyordu.


Yardım yetişmişti.


Hastaneye gidiyorlardı.


Her şey çok güzel olacaktı.


Titrek bir nefes alan Burak, başını önüne eğerek sevdiğinin kalp atışlarını dinlemeye başladı. Kalp atışları normalden hızlı atmasaydı eğer, bu kalp atışlarını Kelebeği kollarında uyurken dinlediğini hayal edebilirdi.


Adamın kalp atışları da kızın kalp atışlarına uyum sağlayarak hızlanırken gözlerini kapattı Burak.


Çiftin kalp atışları olanca hızıyla atıyordu.


Adamınki hissettiği korkudan, kızınki karnındaki bıçaktan...


"Yüzbaşım?"


Sesi duyan Burak gözlerini açarak başını kaldırdı.


"İndik."


Burak boş gözlerle etrafına bakınırken helikopterin kapısı açıldı. Öndeki görevli hızla sedyeyi taşımaya gelirken, Burak zorlukla sevgilisinin elini bırakarak sedyenin başını tuttu. Doktor da kan ve monitörü aldığında hızla helikopterden inmişlerdi.


Hilal'i tekerlekli sedyeye koyduklarında Burak yanına geçti. Bir elini kızın bileğine, nabzının üzerine, koyarken diğer eliyle sedyeyi itmeye başlamıştı. Doktorlar birbirlerine talimat veriyordu fakat Burak hiçbirini duymuyordu. Gözleri kızın mavi kazağını ve beyaz montunu kana bulayan yaradaydı.


Asansöre binerken hiç kimse Burak'a 'Sen gelemezsin. Merdivenleri kullan!' demeye cesaret edememişti. Asansör durup da ameliyathanenin olduğu kata indiklerinde hızla ameliyathaneye doğru gitmeye başladılar.


Köşeyi döndükleri an holü canhıraş bir çığlık kaplamıştı.


"KIZIIIIIIIIIIIM!"


Hıçkırıklarla ağlayan Seher, kızını ayakta tutmaya çalışırken Melek kanlar içinde sedyede yatan kızına doğru bakıyordu.


Görevliler bu bağırışa rağmen bir an bile duraksamadan ameliyathaneye doğru gitmeye devam ettiler. Ameliyathanenin kapısı açıldığında Burak'ın da içeriye gireceğini anlayan bir adam onu engelledi.


"Siz içeri giremezsiniz Beyefendi."


Bu durduruluş ve giden sedye, Burak'ın elinin Hilal'in bileğinden ayrılmasına neden olmuştu.


Ayrılırken de bilekliğinin kopmasına...


Burak, elinde kalan yıldızlı bileklikle şok içinde donakalırken kayar kapılar yüzüne kapanmıştı.


Kapıların kapandığını fark ederek afallayan adam bir adım geriye çekildi.


"Ama Kelebeğim?" derken başına kocaman bir ağrı saplanmıştı.


Kalp atışlarını artık hissedemediği parmaklarına baktığında ellerinin kanla kaplı olduğunu fark etti.



Ve kanların arasında, kanla kaplı yıldızlı bileklik...


Bu durum, gerçeği bir kez daha yüzüne çarpmıştı. Başını kaldırarak tepesinde parlayan kırmızı yazıya baktı adam.


AMELİYATHANE


Bakışlarını tekrardan ellerine çeviren adam elindeki bilekliği sıkarken delirmişçesine gülmeye başlamıştı.


"HAHAHAHAHAAHAHA..."


Hiçbir Şey Güzel Olmayacaktı!


ÇÜNKÜ ALFA KELEBEĞİNİ GÖRMEZSE.. ÖLÜRDÜ!


🌙


Çok sövmeyin olur mu? 😅


Bölüm nasıldı?


Sizce bundan sonra ne olacak?


B.K.S


7673


Loading...
0%