Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm- Görmek Vs Görmemek

@yasminiesa

Delicesine kahkahaları yaşsız hıçkırıklara evrilen adam, sağ eliyle bilekliği sıkarken sol elini ameliyathanenin kapısına dayadı.


'Açın kapıyı! Açın... Onun nabzını hissetmediğimde benim nabzım da atmıyor. AÇIN!'


Büyük bir acıyla başını önündeki cama yaslayan adamın aklına, Kelebeği ile yaşadığı binlerce anı üşüşmüştü.


"Sakin ol. Ben askerim."


Her şey bu cümle ile başlamıştı. İlk papatya kokusuyla o zaman afallamış, elalara ilk o zaman vurulmuştu. Kendisine sorgusuz itaat eden kıza, ağaç planıyla birlikte ilk kez hayran kalmıştı.


"Yok tırmanamam. Yükseklik korkum var hatta. Ama ben salağım. Bunları unutup böyle bir plan kurdum" dediğinde neşeyle "Vay. Stajyerimiz ukala da olabiliyormuş" diye karşılık vermişti.


Etkilenmişti o Cesur Kız'dan. O kadar etkilenmişti ki operasyon biter bitmez onu aramıştı.


"Yaşıyorsun."


"Beni öldürmek öyle kolay değil!"


"Çok da mütevaziyiz." diyen kız endişeyle "Gerçekten iyisin değil mi? Yaralanmadın?" diye sormuştu.


İlk kez o zaman onun için endişelenmişti Kelebeği. İlk o zaman sesinde kendisi için saf endişe belirmişti. Aradan yıllar geçmiş ve bir kafede tekrardan karşılaşmışlardı. Reddettiği şarkı teklifini, ela gözlere kıyamayarak kabul etmişti.


"Nereye? Daha şarkı söyleyecektik!"


Ve söylemişti de!


Ailesini kaybettiğinden sonra ilk defa kendi isteğiyle bağıra çağıra mutlu ola ola şarkı söylemişti. Ve sıradan bir şarkıyı da değil.


Cevapsız Sorular'ı


"İkinci şarkıya geçmeden önce isminizi lütfeder misiniz acaba Beyefendi? İç sesim 'Adam' diye bahsetmekten sıkıldı da."


"Burak.. İsmim Burak. Bana laf sokuyorsun ama arkadaşın söylemese ben de adını bilmiyor olacaktım Hilal Hanım.'


Bu tanışmadan sonra her şey bir anda sarpa sarmıştı. Hilal'in, Hilal Alacalı olması ve verilen görev sonrası kendini bir anda kütüphanede bulmuştu Burak.


"Kütüphanede yer kalmamış da izniniz olursa masayı paylaşabilir miyiz?"


"İzin senin doğum günü kızı!"


"İtiraf ediyorum hatırlayacağını düşünmemiştim 43 numara!"


"Her gün sahneye çıkıp şarkı söylemiyorum. Ve tabii kurbanlık dana gibi numaralandırılmıyorum."


-


"Bu arada gerçek anlamda tanışamadık. Ben Hilal Alacalı."


"Ben de Burak... Kılıç!"


Kılıç! demişti. Daha o an anlamıştı o kıza fena tutulacağını.


Görev için bahanesi altında gerçek Burak'ı tanıştırmıştı Kelebeğiyle. Ve bu sayede kendisi de unuttuğu o Küçük Alfa'yı hatırlamıştı.


"Benim yanımda istediğin kadar dışa vurum yapabilirsin. Ben seni dinlerim Kelebek. Sürekli konudan konuya atlasan da.." dediği gün ilk kez Kelebek diye seslendiği gündü.


Bu lakabı ikisinin de bu denli benimseyeceğini tahmin edememişti o gün. Tüm hayatının o Kelebek'ten ibaret olacağını bilememişti adam.


Ve bir gün, her şey yeniden tepetaklak olmuştu. Gelecek hayallerinde bir küçüğe yer vermeye korkan adam, sevdiği kızı özgür bırakma isteğiyle ondan gitmişti.


Operasyonu onun üzerinden gerçekleştirmişti.


"Özür dilerim. Ben... Gerçekten çok üzgünüm Kelebeğim!" diyerek o evi terk ettiği gün Kelebeğiyle kazandığı kahkahalarını da, içinde hayatta kalmaya çalışan o Küçük Alfa'yı da terk etmişti.


Bir daha asla gülemeyeceğinden emin, intiharlarla dolu 3 ayın sonundaysa "Burak?" diyen o fısıltıyı duymuştu.


Özlemiyle geberdiği elalara döndüğündeyse hayatının bir daha asla eskisi gibi olmayacağını anlamıştı.


"Sensin..."


O gün korkusundan yaptığı inkarlar/hakaretler kızın bileğindeki morartıları ve yanağındaki tokat izini görene kadardı.


Endişeyle "Naptılar sana?" diyerek Hilal'in yanına gitmesi ve "N'APTIN SEN?" diyerek Binbaşı'nın yakasına yapışması gerçeği ortaya sermişti.


Burak, Hilal'i seviyordu


Tabii ki de bunu kabullenememişti genç asker. Yaşadıkları onca şeye rağmen hem de...


"Burak nereye götürüyorsun beni?"


"Ekibi isteğinle bırakmadığın için... İmhaya!"


"Fazla kasma yaa! Bas gaza yolun solu uçurum zaten. Direksiyonu da kıvırırsak... Temiz iş! Ama dikkat et de garanti ölelim. Çünkü eğer... Olur da ikimizden biri arabadan sağ çıkarsa... Yaşayan kişi, kendini öldürene kadar geçen sürede... Acıdan kahrolur!"


Kahrolmak mı? Kahrolacak bir Burak kalmamıştı ki geride. Ruhu bedeninden çekilmişti adamın. O günün devamını hatırladı. Emre'yi bile götürmediği uçurumuna götürmüştü Kelebek'i. Babasıyla alakalı onu teselli etmiş ve göğsüne sığınmasını sağlayarak "Ağla!" demişti.


Sonrası yine bilindiği gibi Asena'ydı işte.


"Burak uçurumun kenarına oturmuş da Hilal oturmamış dedirtmem! Şunun şurasında benim de korumam gereken bir imajım var!"


Kütüphane günleri de her daim hayatlarının baş köşesinde olmuştu mesela. O günlerde paylaştıklarını asla unutmamışlar, hayatlarının her ânında karşılarına çıkartmışlardı.


"Hatırlıyor musun?"


"Dikkatli git!"


"Giderim!"


Asena'sı itina ile damarına basmıştı. Hem de her defasında istediğini yaptırarak...


"Peruk takıyorsun. Siyah olsun! Ve de lens. Kahverengi! Arabadan çıkmayacaksın!.. Desem de çıkacaksın değil mi?"


"Orta yolunu bulabiliriz?"


Burak, istemsizce gülümsedi ve başını sağa sola salladı.


Hilal gülerek "Bu hayır anlamında değil de 'Ben senle ne yapacağım?' baş sallamasıydı sanki!" dedi.


"Beni delirtiyorsun!"


"Sevindim! Çünkü aynısını sen de bana yapıyorsun!


İtina ile birbirlerini delirtmişlerdi. En büyük hobileri birbirlerini delirtmekti hatta...


"Sana en azından bugünlük konuşmayı yasaklamam lazım!"


"Dedi. Zamanında... Yanında istediğim kadar dışa vurum yapabileceğimi söyleyen adam!"


"Ben asla sana konuşmayı yasaklayamam ki. Senin sesin, benim nefesim." diye fısıldayan Burak alnını ameliyathanenin camından çekmemişti.


Kelebeğinin bir diğer tabusunu yıktığı, onu salıncağa bindirdiği günü hatırlarken titrek bir nefes aldı.


"Biz neden her konuştuğumuzda tartışıyoruz?"


"Biz de böyleyiz işte ne yapalım?"


"Salıncağa binelim!"


Salıncağa binmeleri bile olaylı olmuştu. Koskoca Yüzbaşı Alfa, hayatında bir ilki yaşayarak polisten kaçmıştı. Kahkahalarla birlikte hem de.


Kahkahalar atmasını sağlasa da korkularının esiri olduğu zamanlarda kalbinin sahibi olan kıza öylesine kötü davranmıştı ki... Ömür boyu pişmanlığını yaşayacaktı.


"Burada ben de varım. Belki küçücük bir yeri kapılıyorum... Ama yine de oradayım!"


"Orada olman... Hiçbir şeyi değiştirmiyor Hilal. Ben... Asla unutamayacağım şeyler yaşadım. Ve... Bu saatten sonra dinleyeceğim tek yer aklım"


Yalandı!


Külliyen yalandı hem de.


Burak, ela gözleri gördüğü ilk andan beri yalnızca kalbini dinlemişti. Daha doğrusu ruhunu...


"Bin! Yoksa ben bindiririm!"


"Senden nefret ediyorum!"


"Eminim öyledir!"


Bilmem kaç yüzüncü atışmaları da yine Kelebeğinin ruhuna dokunmasıyla, onu iyileştirmesiyle bitmişti.


"Sen bana ne yapıyorsun Kelebek?.. Ne yapıyorsun ha? Yıllardır kendime bile itiraf edemediğim şeyi nasıl itiraf ettirdin bana?"


Kod adı istiyorum dediği gün geldi aklına. Asena'nın Asena olduğu gün...


"Asena!.. Sevdim. Olur!"


"Olmaz!"


"Doğru söyle Burak! Bu dünyaya, bana muhalif olmak için mi geldin?"


"Ben senden 4 yıl büyük olduğuma göre... Doğru söyle Hilal! Bu dünyaya, bana muhalif olmak için mi geldin?"


"Ahh. Hislerimizin karşılıklı olması ne de güzel Alfa! Bundan sonra bana Asena dersiniz beyler!"


"Hayır dedim Hilal!"


"Sen bilirsin! Ya Asena derler ya da... Kele..."


"Sen var ya..."


"Evveeet!! Ben varım... Hem de koskocaaaa 2 yıl boyunca."


"Ne mutlu bana(!). Ne halin varsa gör!"


'Öyle demek istememiştim. Varlığından mutsuz olduğum bir an bile olmadı.' diye düşündü Burak boğazındaki koca düğümle.


Hilal'i de bunu biliyordu gerçi. Her şeye rağmen tek istediği ona ulaşmak olmuştu. İçindeki Küçük Alfa'ya!


"O çocukla tanışmak isterdim biliyor musun? Onun önünde diz çöküp 'Senin suçun değildi. Sen yanlış bir şey yapmadın. Senin yüzünden değildi.' demek isterdim. Ona... sımsıkı sarılmak ve teselli etmek isterdim. Her ne olduysa... Senin yüzünden değildi Burak! Sen sadece bir çocuktun. Yaşananların... Senin o heykeli kırmanla hiçbir ilgisi yoktu."


"Yoktu değil mi?"


"Yoktu... Yoktu Alfa'm!


Geriye çekilen Burak kızarmış gözlerini açarak ameliyathane yazısına baktı.


"Siz... Bu hayatta asla bulaşmamanız gereken kişiye bulaştınız. Şimdi... Ölümlerden ölüm beğenin!"


O gün, ormanda kaza yaptığında kilometrelerce uzaklığındaki ormana yetişerek kurtarmıştı Kelebeğini.


Bugün, 10 adım ötesindeyken nasıl kurtaramamıştı?


"Aklım çıktı! Aklım çıktı Kelebeğim! Sana bir şey olsaydı ben..."


"Olmadı ama!"


"Bir daha... Sakın bir daha beni bu kadar çok korkutma Papatyam!"


Korkutmuştu!


Ondan çok çok daha fazla korkutmuştu hatta. Burak gözlerinin dolduğunu hissetti. İliklerine kadar üşürken gözyaşlarının nasıl donmadığını merak etmişti adam.


"Hala öfkeli gibisin!.. Sarılayım mı?"


Sarıl!


Çık o lanet yerden ve sarıl bana.


"Papatyam' dedin ya! Bu da... Üzerinde sakinleştirici etkim olduğunun bir kanıtı. Ne de olsa papatya; strese karşı ,sonu zaferle biten, mükemmel bir savaşçı!"


O gün haklıydın Papatyam. Bu dünyada beni sakinleştiren tek şey sensin. Ama ben bugün ciğerlerime papatya kokun yerine kan kokusu çektim. Şimdi... Kim beni durdurabilecek? Söylesene! Kim?


Babasının yaralandığı gün soluğu korkuyla onun kollarının arasında almıştı adam.


"Ben o kadar güçlü değilim! Onun öldüğünü göremem. Olmaz!.. Yapamam! Lütfen ölmesin!.. Ölmez değil mi? Beni bırakıp gitmez değil mi? Onu da kaybetmem değil mi Papatyam?" dediği kızı kaybetmek üzere miydi şimdi?


Olmazdı. Olmazdı ki... Onsuz olmazdı.


"Boşver beni! Sen nası..."


"Deliler gibi istiyorum biliyor musun? Seni boşverebilmeyi... Hayatımda hiçbir şeyi bu kadar istemedim hatta! Keşke yapabilseydim. Belki o zaman... Her şey daha kolay olurdu!"


Olmazdı. Onsuz hiçbir şey kolay olmazdı...


'Gözünü kapat!' diyerek onu gözlerinden öpen kızdı o.


"Hani küçükken düştüğümüzde, sevdiklerimiz acısını unutalım diye yaralanan yeri öperlerdi yaa... Ben de bu yüzden o güzel yeşil gözlerinden öptüm. Öpersem o gözler gördüklerini unutur da... Sen de artık kabus görmezsin diye."


Kabuslarını unutturmaya çalışan kızdı o. Ona sımsıkı sarılarak, kuruyan göz pınarlarından gözyaşı dökmesini sağlayandı.


"Ve bu da... En büyük teselli. Ağlayacak bir omuz! Ağla!.. Yalvarıyorum ağla! Şurası bataklık yaa! Gözyaşların, bataklığını az da olsa kurutacak! Söz veriyorum. En azından... Seni içine çekemeyecek bir hale getirecek. Belki çok derin nefesler alamayacaksın ancak... Yaşamaya devam edecek kadar nefes alabileceksin. O kadar acı da vermeyecek hem! Ağla Alfa'm! Bu yüzden ağla. Hıçkıra hıçkıra ağla... Benim için!"


Burak çok büyük bir acıyla inledi.


'Sen olmayınca, senin omzun olmayınca nasıl ağlayabilirim? Neredesin sen Hilal'im? Çok acı çekiyorum ben. Yaşamaya devam edebilecek kadar bile nefes alamıyorum. Hadi gel! Gel de kurtar beni bu cehennemden.'


"Burak?"


"Hmm?"


"Sen... Sen de orada mıydın?"


"Değildim. Ben yukarıda odamd..."


"Sen de orada mıydın?"


"Oradaydım! Her şeyin şahidi."


'Bugün de her şeyin şahidi oldum ben! Gözlerimin önünde sen, bıçak... Açın şu kapıyı. Nefes alamıyorum ben açın şu kapıyı! AÇIN! AÇIN! CANIM İÇERİDE. AÇIN!'


Yumruk yaptığı elini ameliyathanenin kapısına vuran Burak, birisinin kolundan tuttuğunu hissetti ama durmadı.


"Seni seviyorum!" demişti. O gün Burak'ın orada olduğunu öğrendiği gün ona onu sevdiğini söylemişti. Adam için en büyük teselli bu olmuştu.


Kalbindeki zehirli sarmaşık gevşemişti.


Tüm prangaları anahtarına kavuşmuştu.


Ciğerlerine ilk defa hava girmiş, nefes alabilmişti.


Bayılmadan önce söylediği son cümle de o olmuştu.


Seni çok seviyorum.


'Ben de seni çok seviyorum. Bırakma beni. Kelebeğim... Açın şu kapıyı!'


"Kardeşim sakin ol!" diyen Emre'yi duyduğunda kapıya attığı yumrukların şiddeti arttı.


"AÇIN ŞU KAPIYI!" derken dakikalar sonra sonunda sesine kavuşmuştu.


"NEFES ALAMIYORUM. AÇIN! AÇIN!"


Hızlı hızlı aldığı nefesler yüzünden ciğerlerine hava gitmeyen Burak, onu tutmaya çalışan adamın belindekiyle göz göze geldi.


"Tamam tamam. Sakinim bırak!' diyen adam kapıya vurmayı kesmiş ellerini de havaya kaldırmıştı.


Emre, adamı bırakırken kaşlarını çattı.


Bir anda ne olmuştu?


Emre'nin kendisini bırakması ile bir salise beklemeyen Burak, kardeşinin belindeki silahı alıp kafasına dayayarak geriye doğru çekildi. Bu hareketi holdekilerden yükselen çığlıklara neden olmuştu.


Deli bakan yeşillerini sese doğru çevirdi Burak.


Herkes buradaydı!


Sevda annesi, Enver babası, dayısı, Melek abla, Seher nine, Aslı, Nisa, Ulaş, Yağız, Onur, Tuncay...


Bakışlarını hastanenin müdürü olan Ferman amcasına çevirdi.


"Aç şu kapıyı!" derken sesi buz gibi çıkmıştı.


"Bırak blöfü Burak. Milleti korkutuyorsun!" diye çıkıştı Emre ona doğru yaklaşırken.


"Orada bakınca blöf yapıyor gibi mi görünüyorum?"


Burak'ın bakışları bir anlığına kendini korkutsa da Emre kararlı bir şekilde başını aşağı yukarı salladı.


"Evet! Hilal'den bir haber gelmeden kendine bir şey yapamazsın. Ayrıca o tetiğe basmaya niyetin olsa silah başında değil..." diyen Emre devamını getiremedi.


"Kalbimde olurdu. Haklısın!"


Burak'ın silahı kalbine doğru dayaması ile gözlerinden yaşlar düşen Sevda katıla katıla ağlamaya başlamıştı.


"Annemi ağlatıyorsun bırak şu saçmalığı!" diye tısladı Emre. İçinde korku ve öfke aynı anda dolaşıyordu.


"İntihar etmeye ne meraklısın ama! Hiç mi bir şey öğretemedik sana?"


Burak bakışlarını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Dayısına... Adamın derdi kendisini kışkırtarak gerçekleri hatırlatmaktı aslında.


Haklıydı. Kışkırtmıştı. Hem de çok fena kışkırtmıştı.


"Bir insan kendini öldürürse her zaman intihar mı olur Hocam?" diyen Burak'ın sesinde saf bir alay ve acı vardı.


Bu soruyu takmayan Sinan daha uzlaşmacı bir sesle "Burak bizi delirtme oğlum. Bırak şu silahı. Bak milleti korkutuyorsun!" dedi.


"Siz niye korkmuyorsunuz? Alıştınız mı bu halime?" diye sordu Burak kaşlarını kaldırarak.


"Hilal oradan çıkmadan hiçbir bok yapamazsın. Bunu biliyoruz. İndir şunu artık! Fazla uzadı bu oyun!" dedi Emre sert bir şekilde.


"Ameliyathanenin kapısını açıp beni içeri almıyor musunuz yani?" diye soran Burak'ın bakışları Ferman'ın üzerindeydi.


Ferman, korku dolu bakışlarla Sinan'a baktı.


"Başkasına değil bana bakıyoruz Ferman amcaaaa. Silah bendeee! Eeee açmıyor musun kapıyı?"


"Burak bunun kurallara aykırı old..."


"S*kmişim kurallarını! Açıyor musun, açmıyor musun?"


"ŞU SİLAHI İNDİR!" diye haykıran Emre, kardeşine doğru bir adım attı.


"GELME!"


Burak'ın çıldırmış bir sesle yaptığı haykırış, Emre'nin donakalmasına neden olmuştu.


"4 yıl önce mağarada yaşananları hatırlıyor musun?"


Cümle karşısında Emre'nin gözünün önüne acısından işkence görmeye giden ve sonrasında da kabuslarda boğulan kardeşi gelmişti. Uyandığı ilk anda uçurumun tepesinden kendini atmaya çalışan kardeşi...


"O gün var ya Emre... Ben şu an o günden katrilyon kat daha fazla acı çekiyorum. Sence bu durumdaki benin sınırı nedir? Pardon soru yanlış oldu. Bir sınırı var mıdır?" diyen Burak soğukkanlı bir şekilde silahı kalbinden çekerek karnına dayadı.


Hilal'inin bıçaklandığı yere! Ne bir santim eksik, ne bir santim fazla... Tam diğer yarısının, yarasının bulunduğu noktaya.


"Yapma..." diye fısıldadı Emre. Tüm bedeni korkuya hapsolmuştu.


"Tekrar soruyorum! Beni içeri alıyor musunuz, almıyor musunuz?"


"Burak bunun iyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum oğlum. Bence onu o halde görme." dedi Sinan yeğeninin mantıklı düşünmesini sağlamaya çalışarak.


Mantık mı?


Mantık, Burak'ı terk edeli çok oluyordu.


"Size bugün ne oldu? Benim ellerimde onun kanı var farkındasınız değil mi? O benim gözlerimin önünde bıçaklandı! O benim kollarımda yere düştü. Eli elimdeyken bayıldı. Beni sevdiğini söyledikten hemen sonra."


Sesi titreyen Burak sustu. Silahı tutan eli zangır zangır titriyordu.


Bir elinde silah, diğer elinde canıyla ikisinin anlamlısı yıldızlı bileklik...


Derin bir nefes aldıktan sonra içindeki acıyı öfkeye çevirdi adam.


Şimdi düşerse... Bir daha asla kalkamazdı. ASLA!


"Ya beni Kelebeğimin yanına alırsınız ve onu görürüm ya da yanındaki ameliyathaneye alırsınız ve hiçbir şey görmem. Tercihim kan çıkmamasından yana ama pek de fark etmez. Her türlü tek amacım ona yakın olmak."


"Burak bak kızıyorsun ama dayın haklı oğlum. Doktorlar bizi bilgilendirece..."


Bom!


Silah sesine çığlıklar karışırken Burak, havadaki elini indirerek tekrardan karnına yasladı.


"İkincisi tavana gelmeyecek. Bilgilerinize!"


Burak'ın buz gibi ses tonunu duyan tim üyeleri bakıştılar. Tanıyorlardı bu adamı.


Alfa'ydı bu.


Yüzbaşı Alfa!


"Bİ KENDİNE GEL!" diye bağırdı Emre. Bakışları korkuyla ağlayan annesi ve sevdiğindeydi.


"Haberin var mı? Bugün o alışveriş merkezinde Aslı ve Nisa da olacaktı."


Burak'ın cümlesi üzerine Emre şok içinde Aslı'ya baktı.


Sabah Buse'si 'Bugün kızlarla alışverişe çıkacaktık ama senin arkadaşın bana iş verdi. Off yaa. Savcılığa gidiyorum şimdi. Sonra konuşalım mı?' demişti.


O alışveriş bu alışverişti. Şah'ta olacaktı!


"Şimdi yapmamak için çabaladığın o empatiyi yap ve kapa çeneni!" diyen Burak bakışlarını kendisine öfkeyle bakan dayısına çevirdi.


"Beni dinlemiyorsun Burak. Biliyorum da konuşuyorum. Onu o halde görmen iyi olmayacak."


"Burada hiçbir şey bilmeden, görmeden bir haber kırıntısı için yalvar diyorsun yani?" dedi Burak alayla.


"Doktorlar her an seni, bizi bilgilendirecek." diye güvence verdi Ferman. Bu sırada ameliyathaneye girmek için gelen bir hemşir karşılaştığı bu manzaranın şokuyla müdürüne bakıyordu.


"HAHAHAHAHAH... Anlamıyorsunuz. BENİ ANLAMIYORSUNUZ!"


"Sen anlamıyorsun asıl. Sevdiğin kızı o masada öyle görmek iyi gelmeyecek. Yine kabuslar göreceksin!"


"Sen benim kabuslarım hakkında ne biliyorsun da konuşuyorsun?" dedi alayla gülen Burak.


Onun cümlesi üzerine gözlerini belerten Emre başını iki yana sallamıştı.


"Kardeşim!" derken sesinde büyük bir korku vardı. Bu durum Sinan'ın kaşlarını çatmasına neden olmuştu.


"Bu ne demek?"


"Şu demek sevgili dayıcığım. Şimdi ben..."


"BURAK!" diye tısladı Emre. Gözleri annesi ve babasının üzerinde dolaşırken devam etti.


"Delirdin mi? Ne yapıyorsun?"


"Delirdin mi diye soruyor musun gerçekten? Oradan bakınca nasıl görünüyorum bilmiyorum ama şu an gayet rahat psikiyatr kliniğine hatta akıl hastanesine yatırılacak psikolojideyim."


"Sonradan pişman olacağın şeyler yapma!" dedi Emre uyarır bir ses tonuyla.


"Çok sıkıcısın ama Emre. Yıllardır başımın etini yiyordun ya niye baltalıyorsun şimdi?"


"Neden bahsediyorsunuz siz?" diye araya girdi Sinan.


"Aynen neler oluyor?" diye sordu Enver de kaşlarını çatarak.


"Yok bir şey olduğu. Burak işte! İzin verin de girsin içeri." dedi Emre büyük bir teslimiyetle. Dışarıda durursa bir bülbül gibi her şeyi şakıyacaktı anlaşılan. Tamam o da istiyordu gerçeği söylemesini ama bu şekilde değil.


Bakışlarındaki ölümcül delilik ve alayla, elindeki silahla değil!


"Şu an bu haldeyse içeride nasıl olur tahmin edebiliyor musun Emre? Millete de engel olacaktır. Girmemesi daha iyi."


"Cık cık cık. Bana olan güvenin gözlerimi yaşarttı ama dayıcığım. Uslu bir çocuk olurum. Gıkım bile çıkmaz hatta! Endişelenme sen. Tecrübeliyim ben canımdan can giderken tek bir çıt dahi çıkarmamaya."


Sinan, başını önüne eğerek sessiz kaldı. O gün odasındaki yeğeninin her şeyi duyduğu halde sesini çıkartmaması gelmişi aklına.


"Oğlum inan bana onu öyle kablolarla o ameliyat masasında görmek istemezsin." dedi yumuşak bir şekilde.


"Görmek mi daha iyi, görmemek mi? Ben cevap veriyorum. Görmek... Bilmek! Bilmek! İnan bana bilmekten daha büyük bir nimet yok. Yaralasa da bilmek. Saplasa da bilmek. Gebertse de bilmek! BİLMEK! Bilmek çok mühim mesele dayı. Çok büyük mesele. Çok!" dedi Burak dudaklarındaki acıyla.


Onun sessiz ama haykırıştan farksız bu cümleleri, ameliyathanenin önünde büyük bir sessizliğe neden olmuştu..


"İzin verin dayı girsin içeri. Yoksa bir zarar verecek."


Kendine, sana, annemle babama... Herkese!


Burak elindeki silaha bir bakış attı.


"Yalnızca bir zarar mı? Mancs'im olsaydı iyiydi ya. Yabancıya gitmezdim. Neyse artık senin Ascend'e kısmetmiş Panter. Dua edin de kurşun yanlış yerlerden çıkmasın. Büyük sorun olur valla. Az biraz geri çekilin lütfen. Kan sıçramasın üzerinize."


"Oğluuuum. Yapma böyle." dedi Sevda kıpkırmızı gözleriyle.


"Öldü oğlun Validem! Nefesim o kapının arkasında kaldı benim. Canımı Kelebeğimle içeriye gönderdim az önce. Öldüm."


"Ya o kapıdan canın çıkarsa da sen çıkamazsan? Ne diyeceğiz biz o kıza?"


Alfa, deli bakışlarını dayısına çevirdi.


"Burak güzel güzel yanına girmek istedi biz de yok yere tutturduk 'Hayır olmaz!' diye. O da kendini vurdu. Allah rahmet eylesin yazık oldu dersiniz."


"Burak! Bırak o silahı. Yaptığın hem kumar hem intihar oğlum!" 


"A-ov... Asla söylenilmemesi gereken kelime söylendi. Halbuki az önce son bir gayret kapatmıştım ben bu konuyu."


"Ne diyorsun yine? İyi değilsin evlat. Bak bir oturalım konuşalım. Hak vereceksin sen de. Eğer ona rağmen girmek istersen...'


"Yok! Bence ne yapıyorsun biliyor musun Hocam? Benim dinen merak ettiğim birkaç sorum var. Sen bilgili görünüyorsun bu konularda. Onları sorayım sana. Sorabilir miyim acaba?"


Burak'ın sesindeki alay, Sinan'ın sinirleriyle oynamaya başlamıştı.


"Burak!" dedi uyarırcasına.


Bu haldeyken nasıl güvenip içeri ameliyathaneye gönderebilirlerdi ki onu?


"Aa-aa lütfen amaaaaa. Bak bir sorayım sorularımı sana. Hak vereceksin sen de. Eğer ona rağmen girmememi istersen... Yine gireceğim! Neyse bu başka konu. Hazır mısın Hocam soruya?"


"Yine ne karıştırıyorsun?" diye mırıldandı Emre ona bakarken.


"Ah sen kulaklarını kapat kardeş. Duyma!" diyerek ona acı dolu bir bakış atan Burak dayısına döndü.


"Her kendini öldüren intihar mı etmiş sayılıyor?"


"Burak oğlum yapma böyle." dedi Enver. Oğlunun sesindeki yoğun alay hepsini kötü etkilemişti. Karşılarında, oğulları Burak değil de bambaşka tanımadıkları bir yabancı var gibiydi.


"Ne?" diye fısıldadı Sinan, yeğenine soru dolu gözlerle bakarken. Soruyla adamın aklına ilk gelenin ikizi olduğunu söylemeye gerek yoktu sanırım.


"Peki ya... Peki ya bunu yaparken ha-hamileyse o kişi? Kar-karnındakini de... Öl-öldürmüş mü sayılıyor?"


Kekelemekten soruyu doğru dürüst soramamıştı bile adam. Acı; tüm haşmetiyle sahalara inince, sesindeki ve gözlerindeki alay en kuytu köşelere saklanmıştı.


"Hayır." diye fısıldadı Sinan başını iki yana sallayarak.


"Hayır... Hayır!"


Sinan, inkarın en koyusunu yaşarken Emre duran beyniyle kardeşine baktı.


Şimdi neden durduk yere varsayımlar yapıyor bu mal?


'Biliyorsun sen o varsayımların(!) nedenini. Altın kuralı unuttun mu Emre Yankı? Sen inkar ediyorsun diye yaşananlar yok olmuyor.'


Burak, gözlerindeki acıyla dayısına baktı.


"Ölüm tehdidi altındaki hamile bir kadın; kendini, na-namusunu, korumak için kalbine bir bıçak saplasa... İntihar mı etmiş oluyor?"


Emre, geriye doğru bir adım attı. Eliyle yanındaki duvara son anda tutunan adamı yere düşmekten kurtaran şey bu refleksif hareketeydi.


'Ne saçmalıyorsun Burak? NE SAÇMALIYORSUN?'


Ağzını açan Emre sesini çıkmadığının çünkü konuşmadığının farkında bile değildi.


Sinan, babasının kopyası olan yeşillere bakakalmıştı.


"Nasıl? Ne saman öğrendin? Kimden?" diye sordu zorlukla.


Bu yükü ne zaman sırtlanmak zorunda kalmıştı yeğeni?


"Ah be dayım. Sana daha deminden beri ne anlatıyorum ben? Görmenin önemini anlatıyorum ya. Neden anlamıyorsun?"


Burak'ın fısıltısı Sinan'ı sendelemesine neden olmuştu.


"Hayır..." derken düşündüğü şeyin saçmalığındaydı. Bu çok saçmaydı. Olamazdı ki böyle bir şey.


"Evet haklısın. Oradaydım. ORADAYDIM!" diye haykıran Burak titreyen sesiyle devam etti.


"Görmek iyi dayı. Neden biliyor musun? Çünkü ben... Ben o gün bizzat her şeyi görmeseydim eğer... Hiçbir güç bana inandıramazdı."


Gözlerinden yaşlar akmaya başlayan Burak dudağını ısırdı.


"Hiçbir güç, hiçbir s*ktiğimin adli raporu o gün anneme hiçbir şey olmadığına beni ikna edemezdi. Bu yüzden her şeye rağmen gözlerimi o delikten çekemedim ya zaten... Görmek çok büyük bir velinimet. Kötü olan duymak! Sen o gün o itlerin neler dediğini biliyor musun? Benim babam son nefesini nasıl verdi biliyor musun? O p*ç heriflerin hangi imalarından sonra gözleri açık bir şekilde öldü biliyor musun? Bilmiyorsun!


BİLMİYORSUN! AMA BEN BİLİYORUM! O küçücük yaşıma rağmen, bahsedilenleri anlamamama rağmen çok çok kötü şeyler olduğunu biliyordum. Babamın bağırışında duymuştum, annemin çaresiz gözlerle o bıçağı alıp kalbine saplamasında görmüştüm. Aylar sonra ciddi ciddi düşündüğümde neler olduğunu merak ettim. Yani... Hamile annem belki de ölmeyecekti. Neden kendine o bıçağı saplamıştı ki?"


Burak kahreden bir acıyla güldü.


"İntihar ha? Ben ilk intiharıma o gün annemin neden kalbine o bıçağı sapladığını anladığım gün kalkıştım. Salih babamın göreve gittiği, senin olmadığın o zamandı. Kendimi bizim köyün oradaki şelaleden aşağı attım. Ölüyordum da. Bizim köyün delisi geldi kurtardı beni. Hani tüm köyün 'Uzak durun ondan.' dedikleri adam. Karısını ve oğlunu bir kamyona kurban verdikten sonra deliren adam... Neyse sonuç olarak ölemedim. Ama ne var biliyor musun? Yuttuğum o su, ciğerlerime giden o su, kalbimin durmasına neden olan o su... Benim o gün yaşadığım cehennemden daha acı değildi."


Burak, hissiz gözlerle karşısındaki dağılmış insanlara baktı.


"Şu anda da aynı cehennemde yanıyorum ben. Görmem gerekiyor onu. Niye bu kadar ısrar ediyorsunuz? Şu an karşımda sizi gördüğümü mü düşünüyorsunuz? Bozuk bir kaset gibi canımın bıçaklandığı anı görüyorum ben. Yine acımasız başka bir kaset araya giriyor babamın kalbine sıkılan kurşunu, annemin kabine sapladığı bıçağı gösteriyor. O... " diyen Burak titreyen silahlı eliyle kapıyı işaret etti.


"O bana unutturuyor. Ben onun yanındayken o lanet günü hatırlamıyorum. Onun kalp atışlarıyla uyuduğum zaman kabus görmüyorum. Bu yüzden... Onu görmem lazım. Kalp atışlarını duymam lazım. Yoksa o içeriden sağ çıksa bile geride Burak'tan hiçbir şey kalmayacak. Çıkmazsa... Zaten Burak kalmayacak. Ona bir şey olursa, bunu görmeyeyim diye yaptığın uğraş boşa dayı. Ona bir şey olursa... Ben öleceğim zaten. Olay bu kadar net! Şimdi... Rica etsem içeri girebilir miyim artık?"


"Kerem..." diye mırıldanan Ferman'ın sesi çatlak çıkmıştı. Müdür daha fazla konuşamasa da Hemşir Kerem onu anlamıştı. Ameliyathanenin kapısına yaklaşan genç hemşir, tüm bedeni tir titreyen adamın yanına endişeyle yaklaştı.


Burak, hemşirin silaha bakışlarını gördüğünde elindeki silahı vermek için Emre'ye döndü. Kardeşini duvar dibinde yere çökmüş bir halde bulduğunda az önce ne yaptığını yavaş yavaş idrak etmeye başlasa da umursayamadı. O an tek düşündüğü Kelebeğini görmekti. Silahı time doğru uzattığında Tuncay hızla elinden almıştı. Herkes gibi onun bakışlarında da katıksız şok vardı.


Ameliyathanenin kapısı açıldığında içeriye giren Burak duraksayarak arkasına baktı. Herkesi ayrı dağıtmıştı. HERKESİ....


Belki de son kez gördüğü sevdiklerine baktı adam.


"Allah'a emanet olun." diye fısıldarken sesinde özür vardı.


Neye, kime fayda?


"Dua edin... Sağ salim çıkalım şu kapıdan."


Az önce 'Ona bir şey olursa... Ben öleceğim zaten.' cümlesine inanmayan olduysa bile çatlak bir sesle çaresizce kurulan bu cümleden sonra inanırdı.


Son sözleri bu olmuştu. Kayar kapı kapanmaya başlarken arkasını dönen Burak hemşiri takip etmeye başladı.


O kapıdan ya iki kişi çıkacaktı ya da o iki kişinin cesetleri... Başka bir seçenek, ihtimal dahilinde bile değildi.


🐺


Burak ve Kerem ameliyathaneye girmek için hazırlandıktan sonra ellerini yıkamaya başladılar. Burak, elinde kurumuş kanı çıkartırken yine saatler öncesine dönmüştü.


"Abi?" diyerek omuzlarına dokunan genç adam ile başını aşağı yukarı sallayan Burak ellerini yıkadıktan sonra peçeteyi alarak hemşiri takip etti.


Adam, ameliyathanenin içerisine girmeden önce her yerde yankılanan kalp seslerini duymuştu.


Duyduğu ritmik ses dakikalar sonra derin bir nefes almasına neden olmuştu. Aylarca gün ışığı görmeyip dışarıya çıkan bir adamın, gün yüzü görüp havayı ciğerlerine çekmesi gibiydi bu nefes. Sağ gözünden bir damla yaş düşerken titreyen bacaklarıyla içeriye girdi asker.


"Nerede kaldın Kerem? Ameliyat hemşireliği yoğun bakım hemşireliğine benzemez! Vaktinde gelemeyeceksen yoğun bakımına geri dön." diye çıkıştı Doktor Demir.


"Neden geç kaldın Kerem?" diye nazikçe sordu Doktor Aylin. Bakışlarıyla meslektaşına 'Sorman gereken soru bu!' dercesine birkaç saniye baktıktan sonra işine geri dönmüştü.


"Biraz bir şeyler oldu." dedi Kerem Burak'a doğru bakarak. Askerin bakışları ameliyat masasında yatan kızdaydı.


"Yanındaki kim, ne oluyor? Ayrıca gelmeyi düşünmüyorsun sanırım? Senin yüzünden Aylin'e yardıma Seda geçti."


"Kusura bakmayın ben..." diyen Kerem az önce yaşananların şokundan hâlâ çıkamamıştı. Tavana sıkılan kurşunun, yaşananların ve söylenenlerin etkisinden çıkması da biraz zor gibiydi.


"Keremciğim ameliyata başladık gördüğün üzere. Eğer giremeyecek gibi hissediyorsan söyle, sözleşme dahilinde başka biri gelsin." dedi Aylin.


Demir, başını kaldırıp önce Kerem'e ve sonra da yanındaki adama baktı. Onlara attığı ters bakışın ardından gözlerini hastasının değerlerini gösteren monitöre çevirmişti.


"Kalp atışları neden hâlâ hızlı?" diye kendi kendine söylenen Doktor öfkeyle konuştu.


"Kerem'in yanındaki! Ya kendini tanıt ya da ameliyathanemden çık!"


Bu cümle Burak'ın alayla gülmesine neden olmuştu.


"Çıkmak mı? Ben buraya girebilmek için arkamda kaç ceset bıraktım biliyor musun?"


Cümle, ameliyathanenin içinde bomba etkisi yaratmıştı.


"Mecaz! Mecazen diyor." diyerek araya girdi Kerem. Onun telaşının aksine Burak soğukkanlı bir şekilde güldü.


"Kısmen mecaz. Bugün her telden katliam yaptım." diye mırıldanırken yeşilleri Hilal'inin yüzündeydi.


Kızın ağzından sarkan hortum canını yakmıştı.


"Eğer ona bir şey olursa, son katliamımı da gerçekleştireceğim. Yani tehdit gibi gelmesin Doktor ama..." diyen Burak gözlerini Demir'e dikti.


"Eğer o gözlerini açmazsa, benim katilim olacaksın."


Demir, başı ile Aylin'i işaret etti. Aylin, onun işini devralırken derin bir nefes almıştı. Umarım Demir ameliyatın ortasında bir sıkıntı çıkartmaz!


"Dur dur şimdi hatırladım. Sen Burak'sın değil mi? Ediz'in arkadaşı. Seni daha önce de gördüm bu hastanede."


"Öyle. Senin yapman gereken bir ameliyat yok mu Doktor? Sonra veririm şecerimi incelersin."


"Benim yapmam gereken bir ameliyatım var da senin burada ne işin var? Personel harici giremez buraya. Hele de hasta yakınıysa hiç giremez! Üzgünüm ama torpilinizin ameliyathanede geçmesine izin vermeyeceğim. Müdür yakının olabilir ama burası benim mekanım! Hadi uğraştırma da beni de çık dışarı."


"Uğraşsan ne fayda?" diye mırıldanan Burak ameliyathanenin ucuna doğru giderek duvara yaslandı. Gözlerini bir an bile sevgilisinden ayırmayan adam ona bakmaya devam ediyordu.


"Kerem çıkart şu adamı buradan. Ne diye alırsın ki? Bilmiyor musun kuralları?"


"Hocam dışarıda hiç hoş şeyler olmadı. Bırakın kalsın."


"Oooo o zaman herkesi alalım buraya. Yönetmeliğe koyduruyorum hasta yakınlı ameliyatı! Hatta dur biz direkt duvarları kırıp cam yapalım herkes naklen izlesin ameliyatları. Bu ne saçmalık? Hastane yönetimi kaç paraya izin verdi bu duruma? Gerçi dost indirimi yapılmıştır şimdi."


"Başım çatlıyor Doktor. Hadi çenen değil de elin çalışsın." dedi Burak yorgun bir sesle.


Cümle karşısında Demir sinirle gülmüştü.


"Sakin..." diye mırıldanan Aylin'e baktığında öfkesi kısmen dinmişti doktorun. Bu yüzden de biraz daha sakin bir sesle konuştu.


"Kendini ne zannediyorsun bilmiyorum ama ameliyatın ortasındayım."


"İşte ben de onu diyorum ya. Bana laf yetiştireceğine devrettiğin yardımcı hekimden alır mısın ameliyatı?"


Demir'in öfkeli nefesi yine Aylin'in uyaran bakışları ile azalmıştı.


Bu durumu fark eden Burak, konuşmak üzere olan Demir'i susturdu.


"Sen konuşmadan bir şey soracağım. O masada şu doktor yatıyor olsa... Seni ameliyathaneden çıkartmaya çalışsalar çıkar mısın?"


Cümle üzerine Demir, Aylin'e bakmıştı. Gözleri biraz fazla kızın üzerinde oyalandıktan sonra Burak'a döndü. Gözleri cevabı veriyordu.


"Boşuna uğraştığını anladın sanırım." dedi Burak ciddi bir sesle.


"Herhangi bir komplikasyonda başıma bela olursun. Bu durumu kabul edemem. Çok dışarı!"


"Komplikasyon anında değil ama sonrasında.... Kesinlikle!" diyen Burak kesin bir sesle devam etti.


"Askerim ben! Hani bu halka kapalı alana girebilmek için, bu ameliyatı yapabilmek için gizlilik sözleşmesi imzaladığın o kuruluştan... Herhangi bir sorun anında sana köstek değil destek olurum, sorunu çözüme ulaştırırım. Buna hiç şüphen olmasın."


Hilal'in solgun yüzüne bakan Burak yutkundu.


"Uğraştırma beni Doktor! Ben sadece burada durup sessizce onu izlemek istiyorum. İstemiyorum... Buna ihtiyacım var. Kalp atışlarını duymam gerekiyor. Bunun nedenlerini uzun uzun anlatmak isterdim ama o haltı az önce yedim. O boku nasıl temizleyeceğimi de düşünmem lazım. Bu yüzden bırak beni benimle, işine bak hadi!"


Adamın yeterince ikna edici bir tarafı olsa da Demir 'Tamam!' diyerek bunu kabul edemezdi. Bundan sonra burada yapılan her gizli ameliyata hasta yakını bir asker eşlik etmeye kalkarsa önünü alamazdı.


"İzin ver kalsın! Asla dışarı çıkmayacak. Ne sen, ne de başkası... Hiç kimse onu buradan dışarı çıkartamaz. Çıksa da kendini yaralayıp yan ameliyathaneye gelir, yatar. Yapar bunu! Az önce gördüm bunu bakışlarında. Güven bana abi... Yapar!" dedi Kerem ciddi bakışlarla Demir'e bakarken.


Söylenenler ayrı, sen dili ayrı, hitap ise apayrı bir etki oluşturmuştu ameliyathanede. Aylin, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırırken ameliyathanedeki diğer kişiler de önce Kerem'e sonra da Demir'e bakmıştı.


"Sana güvendiğimi biliyorsun. Herkesin içinde bana abi diyecek kadar ciddiyse bu durum... İstediğin gibi olsun kuzen. Geç hadi görevinin başına."


Kuzen kelimesi karşısında Aylin, şok içinde başını kaldırarak Demir'e baktı.


"Abi dedik diye ifşalamasaydın keşke." diye söylenen Kerem, Seda ile yer değiştirerek Aylin'in yanına gelmişti.


"Siz kuzen misiniz şimdi?" diye soran Aylin ameliyatı devralan Demir'e şaşkınca bakmıştı.


"Ben istedim kimsenin bilmemesini bakma ona öyle." diyerek araya girdi Kerem.


Şaşkınlığı geçemeyen Aylin, Kerem'in ona uzattığı gazlı bezi alıp hastaya müdahale ederken "Gerçi bilmemem normal. Sanki Doktor Bey bana her şeyini anlatıyor da." diye mırıldanmıştı.


Bu cümle Kerem'in alayla gülmesine neden olmuştu.


"Di'mi?" derken kaşlarını kaldırarak kuzenine dönmüştü genç hemşir. Demir ona öfkeli bir bakış attı.


"Kerem 'Güven bana!' dediğin için etiğe aykırı bu durumu kabul ettim. Attırma tasamı, zararlı çıkarsın!"


Bu cümle üzerine Kerem, onları izleyen askere dönmüştü. Hayatı boyunca az önceki sahneye benzer bir sahne yaşayacağını zannetmiyordu.


Hayatı boyunca bu denli yaralı bir adamla karşılaşacağını...


"Durumu iyi merak etme!" dedi Kerem onu sakinleştirme isteğiyle.


Monitöre bakan Burak, hiç duraksamadan tıbbi terimlerle Hilal'in anlık durumunu söyledi.


"Monitör okumayı biliyorsunuz." dedi Aylin bir kez daha şaşkınlık hissederken.


Ne garip bir gündü ama...


O gün çok çok daha fazla garipleşecekti fakat şimdilik kimsenin bundan haberi yoktu.


"Monitör okumak kolay, asıl olan insan okumak. Dağda yaralanan arkadaşına 'Dur bir dakika en yakın sağlık kuruluşundan monitör alıyorum. Bakalım durumun neymiş?' diyemiyorsun. Kayıplarının artmasını istemiyorsan, kollarının arasında bir canı daha kaybetmek istemiyorsan bir şeyler öğrenmelisin. Ben işini garantiye alan tayfadanım. İlk yardım eğitimi ile sınırlı kalmayıp Acil Tedavi kurslarından ders aldım. Belki bir ameliyat yapamam ama..." diyerek duraksayan Burak düşünceli bir şekile devam etti.


"Yok! Zorda kalırsam ameliyat da yaparım. En azından bir şeyler yapmış olurum. Hiçbir şey yapmamaktan iyidir."


Kerem, az önceki adam ile şu an sakin sakin konuşan adamın aynı kişi olduğuna inanmakta zorluk çekiyordu. Baygın bile olsa, kızın adam üzerindeki etkisi su götürmez bir gerçekti anlaşılan.


"Kan takviyesini sen mi yaptın?" diye sordu Demir.


Burak yalnızca başı ile onaylamıştı.


"Sayende durumu iyi. Helikopterde de ikinci bir takviye yapılmış. Bıçaklanmalarda asıl olan kanamayı durdurmaktır. Sen durdurmakla kalmayıp üstüne bir de kan vermişsin. Kız arkadaşın iyi olacak. İçin rahat olsun." dedi Demir takdir dolu bir sesle.


Yaşanan bu emrivaki durumdan hiç hoşlanmamış olsa da karşısındaki askerin boş biri olmadığı anlaşılıyordu.


Allah bilir şu ana dek kaç can kurtarmıştı?


"O gözünü açana dek bana nefes yok." diye mırıldandı Burak başını arkasındaki duvara yaslarken.


Bir an önce kalk Kelebeğim. Gözlerimden öpmen gereken birkaç mevzu var...


🐺


"Oturun isterseniz." diyen hemşireye bir bakış atan Burak başını iki yana salladı.


Kaç dakikadır buradaydı acaba? Ya da belki de saat?


Genç asker, boş gözlerle karşısına baktı. Şu an çıldırmasını engellleyen tek şey monitörden duyulan düzenli kalp ritmiydi. Kalp atışları biraz yavaşlasa da hâlâ hızlıydı. Vücut ısısısının da 38'e yaklaştığını gören Burak başını arkasındaki duvara vurdu.


Annem? Dua'n biraz zor durumda da... Yardım edebilir misin acaba?


Bu düşünceyle gözlerini kapatan adamın aklına, Salih babasını beklerken bu hastanenin içerisinde yaşadıkları diyalog gelmişti.


"Söylesene bana böyle güzel bakan adam. Sen hangi duamın karşılığısın?"


"Sanırım... Sen... Annemin duasının karşılığısın!"


"Annenin mi?"


"O... Son sözlerinde... Beni iyileştirebilecek biri için dua etmişti."


Annesinin duası kabul olmuştu. Hilal'i onu iyileştirmişti.


Hilal, eliyle adamın başını işaret ederek "Orayı değil..." dedikten sonra elini adamın hızla atan kalbine koydu ve devam etti.


"Burayı dinle! Orası seni yıkmaktan başka bir şey yapmıyor. Bizi hasta eden tek şey düşüncelerimiz. Daha doğrusu düşüncelere tutunmak... Sen düşüncelerine değil, duygularına tutun. Aklına değil, kalbine tutun!"


"Geçmişe değil, sana tutunayım!"


"Şu an... Yalnızca sana tutunuyorum ben Kelebeğim. Bu yüzden bir an önce kalkmalısın. Yoksa bu adam deliliğin en kör kuytularında boğulacak." diye fısıldadı Burak boğazındaki koca yumruyla.


"Artık buradayım. Bu yüzden... Sakın bir daha böyle saçma şeyler yapma!"


"İstesem de... Yapamam!"


"Ne diye istiyorsun ki? İsteme de!" diyen kızın sesi sitemli çıkmıştı.


Burak gülerek boştaki eliyle kızın üşümüş elini tuttu ve mırıldandı.


"Emredersiniz Komutanım!"


Burak titrek bir nefes aldı.


'Kalkmazsan... Saçma şeyler yapacağım. Ve evet bu bir tehditti Asena. Tehditlerden ultra nefret ediyorsun ya hani... Kalkıp da bu tehditimi bana yedirsen olmaz mı?' diye düşündü Burak yeşillerini kızın beyaz yüzünde gezdirirken.


'Kalkıp çakmak çakmak olan elalarını bana diksen... Olmaz mı Kelebeğim?'


Yanağından bir damla yaşın düştüğünü hissettiğinde hüsranla gözlerini kapattı. Kontrolünü kaybetmek üzereydi. Her şeyi boş verip yere çökerek hıçkırıklarla ağlamak istiyordu. Ama bunu yapamazdı. Onu yerin dibinden kaldıracak Kelebeği olmazsa düştüğü yerden kalkamazdı.


Bukalemun itini öldüresiye dövdüğü gün geldi aklına.


Kolunu tutan el ile adam duraksadı. Ne diğerlerine yaptığı gibi 'BIRAK!' diye çıkıştı, ne de diğerlerine yaptığı gibi kolunu tutanı itti.


Alfa sadece öylece durdu.


Hissetmişti! O olduğunu hissetmişti. Sevdiği hissizleştiği bu anda bile Kelebeğini hissedebilmiş, ruhunu kaybettiği bu zamanda bile ruhuna dokunanı tanımıştı.


Burak'ın acıyla incelemesiyle birlikte Hilal'in gözlerinden düşen yaşlar hızını arttırdı.


Keşke bir çaresi olsaydı da sevdiğinin acılarını kendine alabilseydi...


"Gidelim mi Alfa'm?" diye sordu Hilal. Biliyordu kimseyi duymayan adamın onu duyacağını. Öyle de oldu...


Tüm dünyaya sağır kesilen adam, ruhunun diğer yarısını duyarak başını kaldırdı.


Aşık olduğu yeşil gözlerdeki duygusuzluk çok büyük bir acıya dönüşürken ela gözlü kız gülümsedi. Andaki ağırlığa rağmen içten bir gülümsemeydi kızın dudaklarındaki. 'Ben buradayım. Yanındayım. Seninleyim. Bana gel. Benim için gel.' diyordu.


Adamın kolunu tutan elini yavaşça adamın avcunun içine bırakırken parmaklarındaki yaraları tek tek öperek iyileştirmek istedi Hilal. Ama şu an ruhdaki yarayı iyileştirme sırasıydı. Beden sonraya kalsa da olurdu.


Sevdiğinin elini tutmasıyla birlikte Burak'ın gözlerinden bir damla yaş firar etti. İkinci yaş da ilkinin yanında yerini alırken kızın elini tuttu Burak. Sımsıkı... Sımsıkı!


Ve küçücük bir Kelebek, koskoca Alfa'yı yerden kaldırarak oradan uzaklaştırdı.


Burak sessizce inledi. Dudaklarını birbirine bastırırken hıçkırıklarının önüne geçmeye çalışıyordu.


"Elini tutmaya ihtiyacım var. Ay Kızım benim canım çok yanıyor." diye fısıldadı adam görüşü gözlerinden akan yaşlardan dolayı bulanıklaşırken.


Tüm bunlar çok ağır gelmişti.


O kadar ağır gelmişti ki... O delilikle asla söylememesi gereken bir gerçeği söylemişti ailesine.


'Kelebeğim ben o gün orada olduğumu söyledim. Hem de öyle bir şekilde söyledim ki... Ne yaptım ben? Yıllardır öğrenmesinler diye çabalarken ne yaptım? Emre... Kardeşim annemin bedenine saplanan o bıçağın nasılını öğrendi. Dayım... Yaktım yıktım onu. Şelale olayını kimseye anlatmamıştım. 'Kalbim durmuş.' demedim ama anlamıştır o. Canım yanıyor diye herkesi yaktım. Nasıl toparlayacağım şimdi bu durumu? Uyanıp bana bir yol göstermen gerekiyor Ay Işığım. Kayboldum ben yine. Çok çok kötü kayboldum hem de bu sefer. O kadar alışmışım ki her anımda benimle olmana, yanında olmaya, elalarına bakmaya, sesini duymaya... Çok büyük bir boşluğa düştüm şu an. Tüm bunlar nasıl oldu? Daha saatler önce yemek planları yapıyorduk ya biz. Hani bugünümü sensiz geçirdiğim için şikayet ediyordum ben. Şu an ise yarınım bile belli değil. Biliyor musun? Ben... Ben yavaş yavaş hayal etmeye başlamıştım. Her günüme seninle başlayıp her geceye seninle veda ettiğim o günleri düşünmeye başlamıştım. Sana nasıl evlilik teklifi edebilirim diye planlar yapmaya başlamıştım. Biz daha hayata başlamamışken... Gitmeye kalkmazsın değil mi? Bırakmazsın beni. Ben... Ben ölmek istemiyorum. Hayatım boyunca istediğim o ölümü istemiyorum. Kahkahalarınla yaşamayı istiyorum. Sesinle gülmeyi, gözlerinle heyecanlanmayı istiyorum. Şu hızlı atan kalp atışlarının nedeninin bir bıçak değil de, ben olmasını istiyorum.'


Son düşüncesiyle gözlerini açan Burak kaşlarını çattı.


Hilal'in kalp atışları neden hâlâ hızlıydı?


"Hocam vücut ısısı yine yükseldi. Vuruyorum ilacı." diyen anestezist ile monitöre döndü.


38.5


Elinin tersiyle yüzünden akan birkaç damla yaşı silen Burak "Bir dakika!" diyerek ameliyat masasına doğru yaklaştı.


"O ne?"


Anestezi uzmanı bir anlığına Doktor Demir'e baksa da Burak'ın sorusunu cevaplamıştı.


"Ateş düşürücü gibi bir ilaç Komutanım. Hastanın vücut ısısını stabil hale getirmek için..."


"Bundan daha önce de vurdunuz mu?"


"Asker ne yapıyorsun? Hani sessizce duracaktın?"


"Doktor bana sevgilimin kalp atışlarının neden hâlâ 90'nın üzerinde seyrettiğini söyler misin?"


Bu cümle üzerine ameliyatın sonuna gelmek üzere olan Demir başını iki yana salladı.


"Görünürde herhangi bir sorun yok. Ameliyat bitmek üzere. 10 dakika içinde kapatacağım."


"Görünürde bir şey yok..." diye mırıldanan Burak hızlanan kalp atışlarını kontrol altına almaya çalıştı.


"İlacı vermiş miydiniz?"


Anestezist kendisine yalvaran gözlerle bakan adama yalnızca baş işareti ile karşılık vermişti.


"Yani şimdi bu ilaç... Ateşinin çıkmasını engelledi öyle mi?" diye sorarken sesinde korku vardı.


"Neler oluyor Burak?" diyen Demir soru dolu gözlerle ona bakıyordu.


"Olmuyor. Hiçbir şey olmuyor. Sadece ben... Saçmalıyorum. Hiçbir şey olduğu yok."


Ameliyathanedeki herkes adamın bu cümleleri kendini ikna etmek için kurduğunun farkındaydı.


Burak, birkaç adım daha atarak sevdiğinin tam yanına geldi. Titreyen elini önce kızın burnunun altına götürmüştü. Bir süre sonra çatlak bir sesle mırıldandı.


"Solunum hızı dakikada 26."


"20'nin üzerinde. Ama neden? Şanslıymış ki bıçak herhangi bir organa zarar vermemiş. Bu yüzden..."


"Şans değildi o. Bilerek yaptı!" derken sesinde saklayamadığı bir öfke vardı.


"Neyi bilerek yaptı? Bıçağın bilerek oraya gelmesini nasıl sağlayabilir ki?"


"Bıçağın önüne geçti Doktor! Hamile bir kadını ve bebeğini korumak için beni öldürdü. Dua et de bu ölüm mecazda kalsın." diye mırıldanan Burak gözlerini Demir'e dikti.


"Bana bu belirtiler için bir neden ver Demir. Yalvarıyorum sana."


"Ben genel cerrahım Burak. Şu an ameliyatta herhangi bir hata yok. Bıçağın zarar verdiği bir yer yok. Test yapmamız gerekiyor. Bu belirtiler için onlarca neden olabilir. Ayrı ayrı veya bir arad..."


"BANA BİR NEDEN VER!" diye bağıran Burak gözünden bir damla yaşın düştüğünü hissetti. Kıpkırmızı gözleriyle Demir'e bakan asker başını iki yana sallayarak aciz bir sesle fısıldadı.


"Eğer bana neden vermezsen o nedeni ben vermek zorunda kalacağım. Aklımdakinin asla doğru olmaması gerekiyor. Nasıl bana bir neden veremezsin?"


"Neler olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu Aylin, Burak'a bakarak.


Ellerini yumruk yapan Burak kendine gelmeye çalıştı. Birkaç saniye sonra bakışlarını sevdiğinin beyaz yüzüne çevirmişti. Profesyonel olmaya çalışarak Hilal'in gözünü açarken elleri titriyordu. Bedenini aşırı zor bir şekilde kontrol altına alarak diğer gözüne de baktı asker.


"Ne oldu?"


"Göz bebekleri büyümüş." diye fısıldadı Burak.


"Yani?" diye sordu Demir. Ameliyatın son aşamasını da bitirmiş dikiş için Aylin'e başıyla işaret vermişti.


"Ben bu belirtileri daha önce de gördüm." diyen Burak başının dönmeye başladığını hissettiğinde eliyle ameliyat masasına tutundu.


"Ne zaman?"


"İşkence gördüğümde... 4 yıl önce." diye mırıldandı Burak. Bir yanı hâlâ büyük bir inkar altındaydı.


"Ne?" diye sordu Demir olayı anlamaya çalışarak.


"Bizi dağdaki bir mağaraya kaldırmışlardı. Tipiden dolayı ve planlarını öğrenmemiz gerektiği için kaçmadık. O zamanlarda bu şekilde ateşler içinde çok kaldık. Aynı ateş, aynı hızlı solunum, aynı hızlı kalp atışı, aynı göz büyüklüğü. Değildir di'mi? Demir değildir değil mi? O p*ç de Derbas iti gibi aynı yöntemi kullanmıyordur değil mi? Değildir!"


"Ne değildir?" diye sordu Demir yumuşak bir sesle.


Burak feryat figan bakan yeşillerini karşısındaki adamın kahverengi gözleriyle birleştirdi.


"Zehir..." derken sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısık çıkmıştı. Öyle ki Demir tekrardan sorma ihtiyacıyla konuşmuştu.


"Zehir mi?"


Kelimeyi sesli duyan Burak, kesik bir nefes aldı. Kesinlikle hüsnü kuruntu olmalıydı.


"Bana başının döndüğünü söyledi. Midesinin bulandığını... Bıçağa bağladım. Kan kaybetmesine bağladım. Derbas beni bıçakladığında bende de aynı belirtiler vardı. 2 saat sonra daha fazla dayanamayarak bayılmıştım. Emre panzehiri bulup gelene kadar 4 saat geçmişti. Ben... Benim kalbim durmuştu." hızlı hızlı nefesler alan Burak inkar ile başını iki yana salladı.


"Hayır! Hayır zehir değildir." derken aklına zehir-panzehir deneylerinden bitap mağaraya girdikleri o günler gelmişti.


Korkut kaç gece ateşler içinde yanmıştı o mağarada?


Peki ya Emre kaç gece mide bulantısıyla öğürmüştü?


Serkan kaç gece baş ağrısı ve baş dönmesi yüzünden inlemişti?


Burak... Burak kaç gece kalp atışlarını ve nefesini düzene sokmaya çalışmıştı?


Hepsi de zehirlerin verilmeye başladığı o ilk andan sonra sonsuz bir halsizlik cehennemine kapılmıştı.


'Anestezi iyi geldi acıyı hissetmiyorum ama çok halsizim' demişti.


'Midem bulanıyor.' demişti.


Gözünden düşen bir damla yaş, Hilal'inin yüzüne düşmüştü.


"Zehir olamaz. Çok oldu. 2 saatten fazla oldu. Zehir olsaydı..." diyen Burak'ın aklına o günler gelmişti.


💫


"Hazır mısın Biricik Muskam?"


"Bize işkenceler edip sonra da sizin tarafınızda ol... mamızı beklemiyorsun değil mi?"


Konuşurken karnına aldığı bıçak kesiği ile bir an duraksasa da cümlesini tamamlamıştı asker.


"Yani beklemiyorum. Ama sizinkiler sizi aramaya gelmeyecek. Ben de gökten elime düşen Türk bulmuşum, kanını akıtmadan durur muyum? Bu arada gerçekten de gökten düştünüz he. Ahahahahahhahahaha!"


"Şu iğrenç espri anlayışın ve kahkahan en büyük işkence biliyor muydun?" diyen Burak, Derbas'ın ayağa kalkması ile kaşlarını çattı.


"Hayırdır? Bugünü tek bir bıçak çiziğiyle mi kapatacaksın? Bak yara bile demiyorum."


"O çizik yeter kanına karışması için."


"Neyin?.. Ulan Derbas zehirledin mi beni?"


"Çabuk çakozluyorsun aferin. Ne zamana geleyim? Yarına?"


"Şu an 'Ahh yalvarırım panzehiri ver. Öldürme beniii.' diyeceğimi düşündüğün noktada mıyız?" diye sordu asker büyük bir alayla. Elleri ve ayakları bağlı adamın üstünde yalnız pantolonu vardı. Ayakları da yerdeki tuzlu su çözeltisi için çıplak bırakılmıştı.


"Ama siz çok sıkıcısınız. İlk öğreneceğiniz şey... Ben öldürmem. Süründürürüm."


Derbas dediğini yapmıştı. 2 saatin sonunda geri gelmişti. Bu süreçte Burak semptomlarla boğuşmuş birkaç kere acıdan inlemişti. Teröristlerin geldiğini gördüğünde gözleri kararıyor olmasına rağmen saldığı bedenini güçlendirmiş ve ayakları üzerinde durmuştu.


"Eveeet. Panzehiri vermemi isteyecek misin? 'Lütfen ver.' diye yalvar. Panzehir anında senin."


"HAHAHAHAHAHA... Ay sen ne espritüel bir şeysin böyle. Ulan s*ktiğimin pe*evenki! Ben senin gibi bir ite yalvarır mıyım hiç?"


Derbas'ın yanağına attığı tokat ile sarsılan Burak adamın elinin muskasına yöneldiğini hissettiğinde dişlerini o ele geçirdi.


"AHHHHH!"


"Derbaaaas geri bas! Ahh ahh. Bir öğrenemedin it oğlu it. Cesedimden bile alamazsın o muskayı diyorum, sen canlımdan almaya kalkıyorsun."


Derbas adamlarının yanında küçük düşürüldüğü için Burak'a doğru bir adım atmıştı ki askerin ölümcül bakışları karşısında duraksadı ve vazgeçti.


"Getirin şu adamı!"


Kapıdan Emre girdiğinde Burak zaten hızlı olan kalp atışlarının daha da çok hızlandığını hissetti.


'Bırak kardeşimi p*ç herif!' diye düşünen Alfa yüzüne umursamazlık maskesini yerleştirmişti.


"Bak şimdi biz buna bir taşla iki kuş diyoruz."


"Kuş mu?" diyerek ağzını şok içinde açan Emre melodisiyle şarkı söylemeye başladı.


"Kalbim kırıldı, kalbim kırıldı.


Derbas bana hiç inanmadı.


Oysa istemeden kırmıştık birbirimizi


Ama o hiç sevmiyor artık beni."


Derbas şaşkına "Ne?" derken Burak kahkaha atmaya başlamıştı.


"Diyor ki;


Özledim seni, özledim seni


bir nefes gibi özledim


sen benim canımsın, sen benim balımsın


bi tanecik Derbas'ımsın, hayatımda neşemsin."


"Siz benimle..." diyerek öfkeyle konuşan Derbas'a bakan Burak alayla güldü.


"Ta*ak geçiyoruz evet!"


"Bize kuş demenin cezası Pepe'ye maruz kalmaktır Derbas Geri Bas Efendi. O Kurt, ben Panter... Bize nasıl kuş diyerek hakaret edersin? Kimsin sen? Kimsin ha? Kimsin?"


"Cemal, ben Kadir."


Burak'ın böyle bir giriş yapmasını beklemeyen Emre gülen gözlerini ona çevirdi.


"Kadir mi? Hangi Kadir?"


"DELİ KADİR ULEEEEEN!"


"Oooo abim sen miydin kusura bakma. Yapma etme büyüksün abim. Buyur abi ne istemiştin?"


"Kerim'i arıyorum, evini terketti."


"Vay ibne."


"Anlıyorsun di'mi?? Paraya kıy bul onu, istiyorum, istiyorum."


"Tamamd..."


"Ulan ben sizi var ya..."


"Bak bak ulan deyince aklıma Ulan İstanbul geldi. Alırım bir düetini Emre Bey."


"Ooooo hemen." diyen Emre kolunu tutan teröristin izin verdiği ölçüde elini mikrofon yaptı.


"Sen bana aklımla, başım arasındaki mesafe kadar yakınsın."


Mikrofonu Burak'a tuttuğunda adam hiç duraksamadan devam etmişti.


"Sen bana aklımla, başım arasındaki mesafe kadar da uzaksın."


"Sen bana haramsın, tövbe tutmaz, iflah olmazsın sen asla."


"Sen benim kanayan yaramsın, kabuk bağlamazsın, kanarsın"


"Siz ne..."


"Aaa Derbas Geri Bas. Bak en heyecanlı yeri şimdi."


"Kanarım


Kanarım, kanarım ateşlere yürürüm yanarım


Kül olurum, savrulup, denize yağmurlara karışıp yağarım oy oy


Yanarım, yanarım ateşlere yürürüm yanarım


Kül olurum, savrulup, denize yağmurlara karışıp yağarım oyoyoyoyoy... "


"A*mınıza koyacağım!"


Zehirin etkisiyle iyice kafayı bulan Burak, Derbas'ın bu cümlesi üzerine delicesine bir kahkaha attı. Öylesine kan dondurucu bir kahkahaydı ki bu, tüm teröristler dut yemiş bülbüle dönmüştü.


"AHAHAHAHAH... Denesene. Gel! Hadi! Gel Derbas gel. Hadi gel. Çok acıtmayacağım söz. Gel!"


Zehirin etkisindeyken bile bu denli güçlü olan adama bakan Derbas usulca yutkundu.


Kaşlarını kaldıran Burak alayla güldü.


"Bir dahakine yapamayacağın şeyleri dile getirme olur mu a*ına koyduğum?"


Adamın yeşillerindeki ifade Derbas'ın bacaklarının titremesine neden olmuştu.


"Şunu da bağlayın. Halledin işte." diyen Derbas kaçarcasına mağaradan çıktı.


"EVE GİDERKEN İKİ EKMEK ALMAYI UNUTMAAAAA!" diye bağırdı Emre arkasından gülerek.


"Bugün çok bir Trt Çocuk olmuşuz." diye mırıldandı Burak. Cümle Emre'nin dudaklarında hüzünlü bir gülümsemeye neden olmuştu.


"Bir daha asla 7/24 yayından şikayet etmeyeceğim. Gönüllü Pepe şarkısı bile açacağım."


"Açıyordun ki zaten." dedi Burak da dudaklarında beliren buruk gülümseme ile.


Küçük kardeşlerini çok özlemişlerdi...


"Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Bok gibi görünüyorsun."


"Ahh bu iltifatın ile beni çok onure ettin." diyen Burak it oğullarının ne yaptığına baktı.


Emre'nin koluna soktukları iğneli hortumun ucunu Burak'ın koluna geçirdiler. Burak yüzünü buruşturdu. En ufak bir dokunuş bile canını yakıyordu. Zehir dolu bedeni iyice hassaslaşmıştı.


"Ah Damarım ile alakalı bir şarkı var mıydı be? Ya insan bir mp3 verir be yazık günah."


"Bence Azer Bülbül 'Vay Dokunmayın Çok Fenayım.' tam senin modluk şu an." dedi gülen Emre.


"Uslu durun!" diyen adamlar onları bırakıp çıkmıştı.


"Bu ne şimdi? Niye beni sana bağladı bunlar? Allah'tan kan grubumuz uyuşuyor. İnsan bir sorar."


"Adamlar gitti susabilirsin. Başım fena var ya."


"N'aptılar oğlum sana? Bu ne hal gerçekten?"


"Hocam içmeden kafayı buldum caiz midir?"


"Değildir evladım. Kafayı bulamayız, o hep kayıp olmalı. Bali mi çektin?"


"Bence baliyi çeken sensin. Korkut ile takıla takıla esprilerin ucuzlaşmış." diye mırıldanan Burak gözlerini kapattı.


"Oğlum cidden iyi gözükmüyorsun. N'aptılar lan?"


"Zehir." diye mırıldandı Burak.


"NE?"


"Bağırma..." diyen Burak yüzünü buruşturmuştu.


"Panzehiri vermedi mi bu it?"


"Seni getirdi ya. Çözeltiye su katıp açma misali bendeki zehiri de senin kanla hafifletecek sanırım. Aklıma başka bir şey gelmiyor."


Emre, gözleri kapalı bir şekilde mırıldanan kardeşine baktı.


"Lan oğlum hafifletse ne? Panzehir gerekli. Niye vermiyor?"


"7 yıldızlı otelde miyiz mal? Vermez tabii. Öttürecek işte gittiği yere kadar. İt gibi korkuyorlar bizden. Amaçları da zaten bizi güçsüz bırakmak. Baktı elektriklerin, dağlamaların bizde bir etkisi yok zehir verdi. Bu lanet şey aşırı halsiz bırakıyor be Emre. Sadece bir çiziğe rağmen birkaç saatte halime bak."


"Panzehiri verir di'mi?" diyen Emre'nin sesinde çok büyük bir korku vardı.


Gözlerini açan Burak, yumuşak bakışlarla kardeşine baktı.


"Vermese ne? Kanının son damlasına kadar beni koruyacak bir kardeşim var benim."


"Var tabii." dedi Emre tebessüm ederek.


Geldiklerinden beri ilk defa Burak'a bu kadar samimi yaklaşmıştı Emre.


"Bu arada burada olan burada kalacak. Hayat memat meselesi diye geçmişe sünger çektim. Bizim mağaraya geri dönünce aynı devam."


"Off Emre var ya. Sen ne ara bu kadar kinci oldun? Affetmeyecek misin beni?"


"Affetmem için bir neden verene kadar... Hayır! Anlatmıyorsan, af da yok."


"Damarlarımızda zehir dolanıyor, kardeşin yaptığına bakın hele."


"İşte kardeş öfkeli de olsa damarlarındaki zehir hafiflesin diye zehire yeni mamalar veriyor. Var mıdır böyle kardeş?"


💫


Sonrasında defalarca kez bu hamleyi yapmışlardı. Gerçekten de kan takviyesi ile zehirin hafiflediğine birinci elden şahit olmuştu Burak.


Bakışlarını Hilal'in koluna bağlı olan kan torbasına çevirdi.


"Peki bu kaçıncı?" diye sorarken sesi çatlak çıkmıştı.


"Öyle bir kan kaybı olmadı. Hava ambulansında da takılmış bir paket. Daha birinci o yüzden." dedi Demir berbat haldeki adama bakarken.


"Yedek?"


"Burada var bir tane."


Başını sallayan Burak sol elini ağrıyan başına götürdü.


Düşünemiyordu şu an...


Gözlerini Kelebeğinin beyaz yüzüne çevirerek derin bir nefes aldı.


"Uyandığında başın çok büyük belada olacak Kelebeğim." diye fısıldayan adam, Hilal'inin yanında durmasının yarardan çok zarar sağladığını fark ederek geri geri gitti ve malzemelerin durduğu masanın yanından geçerek en yakındaki duvara yaslandı. Gözlerini kapatan asker düşünmeye çalışıyordu.


"Zehir mi? Zehirse hangi zehir? Panzehiri ne?" diye peş peşe soran Demir askere baktı


"Nasıl öğreneceğiz?" diye soran Kerem endişeli gözüküyordu.


"Bıçaklayan p*çi geberttim." diyen Burak gözlerini açarak alayla güldü.


"Ben o iti nasıl acısız öldürdüm? Ahh hayattaki en büyük pişmanlığım. Öfkeyle kalkan zararla oturur diye boşuna demiyorlar."


Ameliyathane personelinin bakışlarını gören Burak kaşlarını kaldırdı.


"Ah siz hipokratçı tayfaydınız değil mi? Kusura bakmayın. Sizin 'Kim olursa olsun yaşamaya hakkı vardır.' polyannacı anlayışınızla, bizim 'Bu iti gebertmezsek çok fazla can alacak. Bunlar insan değil canavar. Bom!' hayat anlayışımız çok farklıydı. Neyse bu konu başka. Sonuç olarak bıçağın sahibini cehenneme doğru acılı bir yolculuğa çıkarttım. O olmadığına göreee..." diyen Burak ameliyathanedeki kişilere baktı. Aylin ve Kerem dikişe yoğunlaşmışken diğerleri Burak'a bakıyordu.


"Önümüzde bu gerçeği öğrenmek için iki seçeneğimiz var. Şahsen ben ikisini de yapacağım. Garantici huyum kurusun."


"Tamamdır. Ne seçeneği? Biz ne yapabiliriz?" dedi Demir uzlaşmacı bir şekilde. Zehirler hakkında hiçbir bilgisi yoktu ve askerin tecrübeli olduğu her halinden belliydi.


"Sizin şu an yapabileceğiniz bir şey yok gibi. Şöyle ki ilk seçeneğimiz hapishaneyi ararız. Başkan itinin yandaşçılarından birine sorarak gerçeği öğreniriz. Şanslıysak yanılmışımdır ve zehir yoktur. Bu durumu aşırı istiyorum. Az şanslıysak zehir vardır ama arayacağım it panzehiri biliyordur. Biz de panzehiri getirtiriz. Happy and. Şanssızsak..." diye mırıldanan Burak bakışlarını sevgilisine çevirdi.


"Bana bugün hayatındaki en büyük şansı bende kullandığını söylemişti. Umarım yanılıyordur... Ama endişeye mahal yok. İkinci seçeneğimiz hâlâ bizimle."


"O nedir?"


"Aynı belirtiler bende de çıkarsa emin oluruz. Panzehiri bulamazsak da... Cennet'te kavuşuruz."


"Ne?" diye soran Demir, adamın elindekini gördüğünde hızla malzeme masasına baktı.


Tabak boştu...


Burak az önce bilerek geriye doğru yürümüş ve tabağa bırakılan, sevdiğinden çıkartılan bıçağı almıştı. Hilal şanslı mıydı bilmiyordu fakat Burak'ın şanslı olduğu kesindi. Ameliyatta bıçak ilk çıkartıldığında Demir bıçağı mayo masasına koydurtmayarak boş malzeme masasına koydurtmuştu. Masa ise tam Hilal'in yanındaydı. Hislerine güvenen asker, en başında tamamen bilinçle ameliyat masasındaki Hilal'e o noktadan yaklaşmıştı.


Şüpheleri haklı çıkarsa şimdi yapacağı şeyi yapmak için.


Bıçağı aldıktan sonra boş ameliyathanenin karanlık köşesine çekildiğinden kimse elindekini fark etmemişti. Demir olayı çaktığında ise "Durdurun." demeye bile fırsat bulamamıştı.


Sağ eliyle üstündeki ameliyat önlüğünün sol kolunu sıyıran Burak, elindeki bıçağı hızla sağ eline aldı ve kolunu kesti.


'Yar elinden zehir olsa içerim. Senin için candan bile geçerim.' diye düşünen adam zehir ihtimalini gönüllü kabul etmişti. Zaten Kelebeği için yaşarken, kendi canından geçmek neydi ki? 


Çizik denemeyecek kadar derin olan kesik, aşırı ciddi olamayacak kadar da hafifti. Gerçi ameliyathanedekilere göre pek hafif olmasa gerek ki hepsi büyük bir şokla ona bakıyordu.


"Sen... Ne yaptın?" diye sordu Demir inanamamazlıkla.


"Saygı değer sağlık personelleri... Siz olayın ciddiyetini hâlâ tam anlamıyla idrak edemediniz sanırım. Şöyle özetleyeyim. Şu an bir can için değil de iki can için savaşıyorsunuz. Bu ameliyathaneden ya kalbi atan iki beden çıkacak ya da ölmüş iki ceset. Başka bir ihtimal yok! YOK!"


Aylin, son dikişi de attıktan sonra titremeye başlayan bedeni ile Burak'a döndü. Kolundan kanlar akan adama bakan Doktorun gözlerinde büyük bir şok vardı.


Adam deliydi! Zır deli!


Rahat hareketlerle malzeme masasına yaklaşan asker masadaki tek telefonu aldı. Gizlilik şartlarından dolayı yalnızca asıl doktorun telefonu içeriye alınmıştı.


"Şimdi... Öğrenelim bakalım bıçak zehirli miymiş, değil miymiş? Telefonunu aldım Doktor. Az biraz dakikanı harcayacağım." diyen Alfa, hapishanenin numarasını tuşladıktan sonra yaralı koluyla telefonu kulağına götürdü.


Asker, sol elindeki telefonu rahat tutuşunun aksine sağ elindeki bıçağı tüm gücüyle sıkıyordu.


Sonunda saatlerdir istediğini yapmış, sevdiğinin canını yakıp tenini kesen bıçak ile kendi tenini kesmişti.


Bıçağın zehirli olma ihtimaline rağmen değil... Bıçağın zehirli olma ihtimalini öğrenmek için.


🌙


Bölüm nasıldı 😅? (Emoji koymaya korkuyorum. 'Yaptıklarına rağmen gülüyor musun bir de.' diyerek çıkışacaksınız diye asdadadss)


Böyle bir şeyi tahmin etmiş miydiniz? 😈


En kötü olduğunuz sahne hangisiydi?


Burak'ın yaşadıklarını böyle, bu şekilde açıklaması 😭


Ameliyathane sahnesi...


Ve bölüm sonu Burak'ın o korkusu 🤧


Hepsi de ayrı ayrı yaktı beni.


Bölümü yazarken gülümsediğim tek sahneler flash sahneleriydi sanırım.


Neredeeeen nereye 😍


Sizce bundan sonra ne olacak? Bence artık merak ettiğiniz bazı şeylerin nedenini, nasılını tahmin etmişsinizdir.


Öncelikle şunu söyleyeyim ki ne ameliyat sahnesinde ne de zehir konusunda herhangi bir iddiam yok. Bilgili olan birisi 'Bu böyle olmalıydı.' diyerek düzeltme yapabilir. Ona göre ben de o yeri düzeltirim 🌼.


Malum netten bir şey bulabilmek 🙄. Hele de böyle bir yaralanmayla oluşan zehir hakkında hiçbir bilgi yok (Evet bu bir spoi ama yok yere bu sahneleri yazmayacağım ve Alfa'nın da hep haklı olduğu zaten en büyük spoi değil mi? 😅🙈).


Neyse işte çoğu şeyi, araştırmalar sonrası, benzer olaylardan falan tahmini bir mantık yürüterek yazmak zorunda kaldım. Bu yüzdeeeeen;


⚠ SAKIN EVDE DENEMEYİN, DOĞRULUĞU ÇOK BÜYÜK ŞAİBEDİR. AASDSDSDSDSDDD 🤣


Açıkçası bu sahneleri yazıp yazmama konusunu gerçekten de çok uzun bir süre düşündüm. Şöyle ki bakıldığında ultra uçuk gibi duruyor fakat diğer yandan da Burak bu. Ona göre gayet normal. Ondan zaten başka bir şey beklenemezdi ki. Her şeyi yakıp yıkarak o ameliyathaneye bir şekilde girecekti. Ya canlı bir şekilde, ya da kendini yaralayarak.


Sahneleri yazarken tereddüte düştüğüm en büyük kısım tabii ki de sterilizasyon olayı (bu konuda gelecek bölümde de aynı tereddütüm var). Normal koşullar içerisinde yaşananlar akıl dışı kalıyor ve asla da olmamalı. Ancak şöyle de bir gerçek var ki onlar asker ve Burak (askerler) defalarca kez sterilize olmayan bir ortamda işkenceler gördü, açık yaraları oldu ama hâlâ hayatta vesaire. Yazdıklarım ve yazacaklarım konusunda tek savunmam bu 😅.


Yani dediğim gibi olayda aşırı bir ikilem var. İnsan bir yandan 'Abi bu çok abartı olmuş ama.' diyor, diğer yandan ise 'Burak bu. Alfa işte. Çok daha çılgınlarını yapar Kelebeği için. Ameliyathaneye girip, zehirli olma ihtimali olan bıçakla kendini yaralamak da ne ki?' diyor.


Mantıklı olsun ya da olmasın, bu sahneleri yazmadan duramadım sorry 🙈😅😄


Şu zamana kadar sövmediyseniz burada bana sövebilirsiniz 🙈😅


Babam geçen gün diyor ki 'Sövüyorlarsa niye yazıyorsun?' ben de 'Çaktırma babacığım onlar da içten içe zevk alıyorlar. Mazoşistiz biz asdadadss' dedim. Yalan mı? Hadi hadi itiraf edin. Sonunda istediğiniz kaosun âlasını yaşatıyorum size 🤣


Ben daha fazla linçinize uğramadan kaçayım 😅


Önümüzdeki hafta Cuma 00.00'da 'Zehr-i Aşk' bölümüyle görüşmek üzere 😎


Allah'a emanet olun. Hoşça Kalın 🌼


Bana sövseniz bile sizi çok seven yazarınız Şura 😁🤣💙


B.K.S.


8642


Loading...
0%