Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm- Zehr-I Aşk

@yasminiesa

Multimedyadaki şiir artık KİT'in anlaşmaşmalı Şair'i haline gelen Aşeka'ma ait elbette 😍


Sözleşmeyi gönderiyorum Aşeka 📄 🖋 Özelden faks adresini yolla aasdsdsdsdsddd


Bölüm, bölüm değil arkadaşlar. Ciğere bıçağı saplayıp çevirmeli 🤧


Peçete almayı unutmayın 🙈


Bölüm sonunda yazarlık yapıp o kilit yerde bitirmek istedim ama... Kıyamadım yine hadi iyisiniz


(Bölüm boyu paramparça edecekti 😅)


Bölümde iki yeri şarkısıyla birlik okumanızı tavsiye ediyorum.


🎶 Orhan Gencebay- Bir Teselli Ver


🎶 Tuna Velibaşoğlu- Kal Ölene Kadar


Yeri geldiğinde neresi olduğunu zaten anlayacaksınız ama ben yine de parantez içinde yazdım şarkıyı 💙


İyi okumalar 🌼


"Selam." diye mırıldandı Burak karşı taraf telefonu açtığında.


"Burak? Sen misin? Hilal nasıl oldu? Ulaş ameliyatta olduğunu söylemişti."


Uraz'ın peş peşe sorduğu soruları es geçen asker direk konuya girdi.


"O itler hapishaneye getirildi mi?"


"Evet?"


"Güzel. Emre bir tane dövmeliden bahsetmişti. Bilerek yaşattıkları başlardan birisi. Ona bir şey soracağım. Bir de Burhan Baba ile konuşmam lazım. Acil telefona getirir misin onları?"


"Neden?"


"Abi... Sesimden anlamadıysan diye söylüyorum. Bok gibiyim. Başım çatlıyor, aldığım nefes ciğerlerime gitmiyor falan. Hadi! Bastırma bana cezaevini. İşim var şu an."


Derin bir iç geçiren Uraz, önündeki gardiyanlara emir vermişti. Bu sırada Burak, Hilal'in biten kanını işaret etti.


"Diğer kanı taksak bir sorun olur mu?"


Demir soruyu "Olmaz." diye yanıtlarken başı ile hemşireye de işaret vermişti.


"Ameliyat bitti." diye mırıldandı Aylin Burak'a dönerek.


"Fark ettim. Ama değerleri hâlâ stabil değil." dedi Burak sesindeki acıyla.


Yarasını diktikleri Hilal'ini her an yoğun bakıma alacak şekilde hazırlamışlar fakat götürmek için herhangi bir harekette bulunmamışlardı. Değerlere göre gerçekleşme ihtimali yüksek olan komplikasyon anını yoğun bakıma giden yolda ya da yoğun bakımda karşılamak istemeyen doktorlar ameliyathanede durmaya devam ediyorlardı. Farkındaydı Burak... Her şeyin farkındaydı.


Bu sırada kulağındaki telefondan Uraz'ın sesi yükselmişti.


"Burhan yanımda." diyen adamdan sonra telefona başka biri geçti.


"Kimsin?"


"Alfa."


"Ooo Kurt Adam. Siz beni arar mıydınız? Hayırdır?"


"Sanırım hayır değil." diye mırıldandı Burak, Hilal'e bakarken.


"Neler oluyor?" diye sordu yaşı 50'yi geçkin olan eski mafya babası.


"Uraz abi yanında mı?"


"Evet?"


"İyi. Çaktırma söylediklerimi. Yalnızca evet-hayır."


'Tamamdır olmuş bil. Peki neden?"


"Bana amcaoğlunu kurtardığım gün 'Sana borcum var Kurt Adam. Ne zaman ihtiyacın olursa ara beni.' demiştin. Ciddi miydin?"


"Bizde laf ağızdan bir kez çıkar Kurt Adam. Hele de can borcuysa bu, geri dönüşü asla olmaz."


"Canımın borcunu ödemen gerek Burhan Baba." diye fısıldayan Burak sevdiğine çevirmişti yeşillerini.


"Ne yapabilirim Komutan?" diyen Burhan işin ciddiliğini anlamıştı.


"Odaya başka bir adam getirildi mi?"


"Evet."


"Müdürün odasında mısınız?"


"Hayır."


"O zaman şu boş odadasınız. Banyolu olan."


"Evet."


"Tamam bundan sonra sadece dinle. Uraz abim iyice şüphenmiştir. O karşındaki adamdan bir cevap almam gerekiyor. Güzelce sorduğumda o cevabı vereceğini zannetmiyorum. Ben tek bir sefer soracağım. Eğer cevabı vermezse top sende. Banyonun kilidi olması lazım. Adamı tık içeri, konuştur. Sınırsız yetki veriyorum. Sorumluluk bende. O itler bir alışveriş merkezini bastı. Kadın, çocuk, hamile dinlemeden onlarca insanı rehin aldılar. Racona ters düştüler senin deyiminle. Bu yüzden acıma! Telefonu da içeri alman gerekiyor. Adamla birlikte paketle onu da. İçeri girince hoparlöre al telefonu. Korkut onu, sınıra getir. Benim yerime de anasını ağlatabilirsin. Şu an öyle öfkeliyim ki elime verseler derisini yüzüp tuza batırabilirim. Neyse... Sonuç olarak bana o cevap lazım Burhan Baba. Can meselesi!"


"Oldu bil. Hadi eyvallah."


Telefon yine el değiştirdi.


"Ne söyledin ona?" diyen Uraz'ın şüpheci sesi duyuldu telefonda.


"Hapishanede isyan çıkart dedim. Ne diyeceğim abi Allah aşkına. Ver şu dövmeli iti. Acil bir şey sormam gerek."


"Bak Burak başını derde sokarsan..."


Uraz'ı dinlemeyen Burak telefonu hoparlöre aldı.


"Duyuyor musun? Bunlar sevdiğim kızın kalp atışları. Sen biraz daha oyalanmaya devam edersen ve ona bir şey olursa... Derde sokacak bir başım olmayacak abi."


Burak, telefonu hoparlörden çıkartırken Uraz da telefonu teröriste vermişti.


"Alo?"


Duyduğu iğrenç ses tonu dudaklarında buz gibi bir gülümsemeye neden olmuştu.


"Şimdi... Sana tek bir soru soracağım ve sen de uslu bir çocuk olup cevabını vereceksin. Vermezsen... Olacaklara ben karışmam."


"Kimsin ki sen?"


"Yanlış anladın sanırım. Soruyu ben soracağım. Unutma! Tek hakkın var. Doğru cevabı vermeyi unutma."


Karşısındaki teröristin dinlediğinin bilinciyle konuştu.


"Şu Başkan denen p*ç birini bıçakladı. Bununla alakalı bilmem gereken bir katakulli var mı?"


Soru üzerine terörist keyifle gülmüştü.


"Bilmem. Var mı acaba?"


"Dııııııt. Yanlış cevap!" diyen Burak ile telefondan gürültülü seslerin gelmesi aynı anda olmuştu.


"Evet. Ne yapayım Kurt Adam?"


"Se-sen..." diyen terörist ile tok bir gürültünün gelmesi bir olmuştu.


"Konuşma! Benimle baş edemezsin. Yeraltının eski mafyalarındanım ben. Tövbe etmiş olmam yeteneklerimi köreltmedi. Eee Komutan klozetten nasibini alsın mı?"


"Klozet mi? Cık. Uzun iş. Çırpınacak şimdi su yutmamak için senin de üstünü başını kirletecek. Biz direk anaya bağlayalım bunu. Fıskiye var mı orada?"


"Var. Dur bakayım çalışıy... Ahh! Güzel güzel. Çalışıyor."


"Başlığı çıkar, hortumu sok, suyu aç. Belki ciğerlerine su gidince bir anda aydınlanma yaşar."


"Bunu yapamazs... Aaaaaa Bırak!"


Telefonunun ucundan gelen gürültülere Uraz'ın kapıya vurmaları eşlik ederken Burak ciddi gözlerini, kendisini şok dolu bakışlarla izleyen ameliyathane personellerinde gezdirdi.


"Öhöhöhöhöhhöhö..."


"Kurt Adam? Arkadaş sana bir şey söyleyecekmiş."


"Ze-zehir! Başkan bıçaklarına zehir sürer."


Cümle karşısında nefessiz kaldığını hisseden Burak gözlerini kapattı.


"Panzehir?" diye sorarken sesi titremişti.


"Bilmi..."


"PANZEHİR!" diyerek kükreyen Burak öfkeyle gözlerini açtı.


"Soğuk suyu ılıklaştır Baba. Üşümesin!"


"Emredersiniz."


"Yapmay..."


Çırpınma sesleri gelirken Burak bakışlarını monitöre çevirdi.


39.1 C°


Başı dönmeye başlarken titreyen bedenini kontrol altına almaya çalıştı. Aklına, Kadir Alacalı'nın evinde soygunu gerçekleştirdiği o gün gelmişti.


"Kurt Adam?"


"Bil-bilmiyorum. Valla bilmiyorum."


Telefonu sıkan Burak öfkeyle konuştu.


"Suyu sıcaklaştır Baba. Ciğerleri haşlanınca..."


"Gerçekten bilmi-yorum. Yapmayın. Lütfen." diyen adamın sesinden ağladığı anlaşılıyordu.


"Bu hiçbir bok bilmiyor Komutan."


"BİLECEK!" diye bağıran Burak ayağıyla önündeki boş masaya tekme attı. Tekerlekli masa olanca şiddetiyle geriye doğru düşerek büyük bir ses çıkartmıştı.


"Bundan bir şey öğrenemeyiz." dedi Burhan sesindeki ümitsizlikle.


"Kim biliyor? KİM BİLİYOR? SÖYLE!" diyen Burak iyice çıldırdığını hissediyordu.


"Hi-hiç kimse."


Duyduğu cümle Burak'ın acıyla inlemesine neden olmuştu. Gözlerine yaşlar istila ederken çatlayan başıyla konuştu.


"NASIL LAN? NASIL?"


Diğerlerinin bakışları arasında sakinleşmeye çalışırken kalan son mantık zerresiyle konuştu.


"Hangi zehir olabilir peki?"


"Bilmi..."


"BİTİR LAN! BİTİR O KELİMENİ! S*KMEYE GELİYORUM SENİ."


"Komutan saki..."


"SAKİN Mİ? SAKİN Mİ?"


Tüm bedeni tir tir titrerken bir yerlere vurma isteğiyle etrafına bakınmaya başladı. Bir şeyleri yıkıp dökmeliydi.


'Tüm hastaneyi başında parçalasan bile yaşananlar düzelmeyecek Alfa.'


İç sesinin cümlesi Burak'ın içini buz gibi bir soğukluğun kaplamasına neden olmuştu.


"Ba-Başkan bile bilmiyor hangi zehir."


"Bu ne demek?" diye sordu Burhan.


"7 yıl falan oluyor zehirli bıçak kullanmaya başlayalı. O zamanlar yalnızca aynı zehri kullanırdı. Bir gün bizden biri ihanet etti Başkan da onu bıçakladı. Yara ölümcül değildi. Zehrin ne olduğu da herkes tarafından bilindiği için panzehir bulmuş, intikam almaya kalktı. Başkan ağır yaralandı. O günden sonra 4 farklı bıçak, 4 farklı zehir kullanmaya başladı Başkan. Psikopat adam, bu olayı en sonunda kumara dönüştürdü. Zehirlerin ne olduğunu bile bilmeden tüm zehirleri ve bıçakları yeniledi. Satıcıya zehirler için 'Söyleme. Eğlencesi bozulur' demiş. Bir gün kendi yaralandı bıçaklarından biriyle. Satıcı 4 panzehiri de üstünde kullanmış bilmediğinden. Öylece acılar içinde iyileşti işte. Sonra da bıçakları 7'ye çıkarttı. Dediğim gibi... Bu sorunun cevabını yaşasa Başkan bile veremezdi. O bile bilmiyor. Satıcıyı da 6 ay önce birisi gebertmiş. Zehrin ne olduğunu asla öğrenemezsiniz."


"HAHAHAHAHAHHA..."


"Komutan?" dedi Burhan korku dolu bir sesle. Bu sırada kapı kırılmış öfkeden gözü dönmüş bir Uraz içeri girmişti. Uraz'ın öfkesi hoparlörden yükselen Burak'ın deli kahkahasını duyana kadardı.


"Ne oluyor?"


Burhan telefonu onu uzattı.


"Müdürüm bence bir konuşmalısınız. Şu an hiç iyi durumda değil."


Uraz, endişeli bir şekilde telefonu alarak hoparlörden çıkarttı.


"Ne oluyor oğlum?"


"Abi..." diye fısıldadı Burak. Sesinde saf bir çaresizlik vardı.


"Şu teröristi hücreye kapatın. Burhan'ı da koğuşuna geri götürün. Şimdilik bu olay hakkında tek kelime etmek yok." diyen Uraz hızla odadan çıktı.


"Şşş. Tamam kardeşim sakin ol. Ne oluyor?"


Uraz'ın şefkatli sesi Burak'ın gözünden bir damla yaşın düşmesine neden olmuştu.


"Bıçak zehirliymiş." derken sesi fısıltıdan öteye gitmemişti.


"Panzehir?" diye soran Uraz alacağı cevabı biliyordu.


"Yok... Abi ben ne yapacağım? Abi yardım et. Delirmek üzereyim."


"Bir toparlan. Oğlum Alfa'sın sen. Düşün! Düşün bir yolu muhakkak vardır. Bir düşün. Her şey bittiğinde dağılırsın ama şimdi toparlan ve düşün. Zehir gibi zekanın yanında o zehir de neymiş? Senin o kıza olan sevginin yanında bir şey yapabilir mi o zehir? Sen her zaman bir çıkış yolu bulursun! Bırak şimdi ağlayıp zırlamayı! Kendine gel! Sevdiğin kız, onu kurtarmanı bekliyor."


Bu cümleler Burak'ı silkelemeye yetmişti. Kanaması hâlâ devam eden kolunda hafif bir yanma başlarken bakışlarını elindeki bıçağa çevirdi.


"Sanırım... Bir yolu var."


"Güzel! Kullan o yolu." diyen Uraz, Burak'ın aklındakileri bilseydi kesinlikle bu cümleyi kurmazdı.


"Diğerlerine bir şey söyleme. Endişe etmesinler." Yapacağım şeyi tahmin etmesinler...


"Tamam."


"Kapatıyorum." diyen Burak telefonu kapattıktan sonra Demir'e baktı.


"Bıçağı ver de inceleme için üniversite hastanesi..."


"Doktor? Ben bugün yeterince espri dinledim. Kotam doldu. Bunun testi ne zamana çıkar Allah bilir."


"O zaman ne yapacağız?" dedi Aylin uzlaşmacı bir şekilde. Onun uzlaşmacı tavrı Burak'ın Hilal'ine bakarak hafifçe tebessüm etmesine neden olmuştu.


"Ona benziyorsun. Hep bir uzlaşma." diye mırıldanan Burak bakışlarını zorlukla sevgilisinden çekerek Demir'e döndü.


"Doktor bu hastanede panzehir var mı?"


"Olsa bile ancak numune olarak vardır." dedi Demir üzgün bir sesle.


"Ne yapacaksın panzehiri?" diye araya girdi Kerem. Sesinde korku vardı.


"Ahh az önceki deliliğime canlı şahit olan sen... Çok iyi biliyorsun ne yapacağımı."


Başını iki yana sallayan Kerem, Burak'a doğru bir adım atmıştı ki bıçak kendisine döndü.


"Ne yapıyorsun?" dedi Demir öfkeli bir şekilde.


"Ölüm öncesi cinnet anımda sizi de yanımda götürmemi istemiyorsanız geri çekilin."


"Sen de zehiri aldın." diyen Demir adamın kolundaki kesiğe bakıyordu.


"Gü-nay-dıııın. Evet Doktor. Bu numune işini kim biliyordur? Mümkünse gizlilik sözleşmesi imzalayanlardan olsun. Değilse de güvenilir biri, sözleşme imzalatabileceğimiz."


"Aytekin. Laboratuvardan. Sözleşme kapsamında."


"Telefonunda ne diye kayıtlı. Buldum bir Aytekin. Bu mu?"


"Evet!"


Burak hızla numarayı tuşladı.


"Demir? Sen üst katta ameliyatta değil miydin?"


"Yok ben Yüzbaşı. Ameliyatta bir komplikasyon gelişti. Neden niçinleri geç sorularıma cevap ver. Hastanede panzehir namına bir şey var mı?"


'Sıvı olarak var ama numune olarak Komutanım. 11 tane. Aşırı bilinenlerden 6 tane. Kalanı da seçmece gibi bir şey."


"Vay be. Beklemiyordum. Nereden bu suyun kaynağı?"


"Kadavra diye birisi koydurttu. 'Panzehirsiz laboratuvar mı olur?' demişti."


"Kadavra." diye mırıldanan Burak farkındalıkla gözlerini kapatmıştı.


Doğu... Tabii ya!


"Tamam. Bana acil o numuneler lazım. Ama sakın ön kapıdan girme ameliyathanelerin içine. Bizimkilerden birisi seni asla görmeyecek."


"Anlaşıldı Komutanım."


Telefonu kapatan Burak, hızla Doğukan'ın gizli hattını tuşladı. Bu sefer ne bir çocuk sesi ne de yaşlı bir adam. Açılan hatta yalnızca sessizlik vardı.


"Benim..." diye fısıldadı Burak.


"Tahmin ettim. Ortalığı karıştırmışsın." dedi Doğukan yumuşak bir sesle. Gözleri anında dolan Burak acıyla inledi.


"Yardım et. Doğu bana yardım et. Yalvarırım yardım et." derken yeşillerinden yaşlar düşmeye başlamıştı. Ameliyathanedekilere arkasını dönen Burak alnını duvara yasladı.


"Ne oldu?" dedi Doğukan büyük bir korkuyla.


"Nefes alamıyorum ben."


"Yarası ağır değildi?" diyen Kadavra neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu.


"Bıçakta zehir varmış." dedi Burak çaresiz bir sesle. Genç askerin dudaklarından bir hıçkırık kaçmıştı. Geçmişi ve bugün arasında verdiği savaş onu çok yıpratmıştı.


Duyduğu cümleyle hüsranla gözlerini kapatan Doğukan sakin kalmaya çalıştı.


"Panzehiri öğrenemedin anlaşılan." diyen adam cevabını asla öğrenmek istemediği soruyu sordu.


"Bıçak nerede Burak?"


"Elimde."


"Peki ya..." diyerek duraksayan Doğukan cümlesinin devamını getirmekten korktu.


"Sanırım anlaşmamızı bozan kişi ben olacağım kardeşim. Sonunda ailene kavuşabilirsin."


Duyduğu cümle, Doğukan'ın tüylerinin diken diken olmasına neden olmuştu.


"Bu şekilde değil. Oğlum yıllar sonra güldün sen. Gülüyorsun, mutlusun. Bu şekilde değil. Buna izin vermeyeceğim. İkinize de bir şey olmayacak!"


"Bunu başarabilir misin? Doğu... Gitmez değil mi? Bırakmaz beni. Ben... Ben ölmek istemiyorum. Ben sonuna kadar onunla gitmek istiyorum. Daha ona adam akıllı kavuşamadan hikayemiz sonlanmaz değil mi?"


"Yok! Olmayacak öyle bir şey. Ne sen, ne ben, ne de Asena'n buna izin verir. Oğlum o kız sen dağılma diye kaç saat bayılmamak için çabaladı. Sence seni bırakır mı ha? Şimdi... Aklımdakini mi yapmaya kalkacaksın?"


"İlk kesiği bıçağın zehirli olma ihtimalini öğrendiğim an atmıştım zaten. Şimdi senin koydurduğun numuneleri istedim. Etkileşime göre hangisinin doğru panzehir olduğunu anlarım. Ona göre d..."


"Başka yolu yok mu? Lam üzerine kan preparatı hazırlatıp her birine panzehir damlatarak reaksiyonu gözlemleyebiliriz."


"Hangi kan? Zehir benim kanıma daha yayılmadı. Yavaş işlesin diye de Hilal'e kan takviyesi yapıyoruz. O kanı vermeyi bırakıp zehrin bütün bedenini gerçek anlamda ele geçirmesine asla izin vermem!" dedi Burak kesin bir sesle.


"Sana yayılmasını beklesek de ayrı sorun. Reaksiyonun, ölçülerin kaçta kaçında gözleneceğini bilmiyoruz. Lam olayı kesin değil." diye mırıldandı Doğukan hüsran dolu bir sesle.


"Bunu fark etmene sevindim."


"Herhangi bir kadavra olamaz, kan dolaşımı lazım. Yeni vefat eden birini bulsak, ailesinden izin alsak..." diyen Doğukan'ın sesi sonlara doğru kısıldı.


Özel bir hastanedelerdi ve genelde cenaze işlemleri kısa sürede yapılır, morgda da herhangi bir ceset kalmazdı. Kayıtlara bakan Doğukan, bugün vefat eden iki kişinin de cenaze işlemleri için götürüldüğünü gördü.


Son bir çabayla "Herhangi bir terörist yok mu?" diye soran Doğukan ile Burak gözlerini kapattı ve berbat bir sesle mırıldandı.


"Olanı tahliye ettik. Biz buraya geleceğiz diye Ataşehir'deki revire aldık onları."


Askerlerden hiçbiri, sevdiklerinin teröristler ile aynı ortamda bulunmasını istemediğinden bu durumu reddetmemişti bile.


Böyle bir şey olacağını nereden bilebilirlerdi ki?


"Başka..."


"Yok. Yok kardeşim yok! Kesin çözüm bu. Tek çözüm bu. En hızlı çözüm bu."


"Oğlum riskini de geçtim, Hilal uyanınca kollarını gördüğünde..."


"Ben zaten yıllardır sevdam için bedenimde ömürlük nişaneler taşıyorum, taşıyacağım da. Vatanım için bedenimde taşıdıklarımın yanına, Hilal'im için kollarımda taşıdıklarım da eklenir. Bundan onur duyarım." diyen Burak sevdiğinin kalp atışlarını dinledikten sonra sessizce mırıldandı.


"Kızacak. Çok kızacak hem de. Ama kızması için önce uyanması gerekiyor değil mi?"


Doğukan, Burak'ın olanca acziyeti ile çıkan sesi karşısında usulca yutkundu. Genç asker ortamda oluşan havayı dağıtma ihtiyacıyla elindeki bıçağa baktı ve alayla güldü.


"Günün birinde Derbas itinin yaptıklarına şükredeceğimi düşünmezdim. Bilerek yanlış panzehir verdiği günlerde sövdüğüm için pişmanım şu an."


"S*ktir et o o*ospu çocuğunu! Ne hale getirmişti sizi. Hatırlıyorum döndükten sonraki o ilk zamanlarınızı. Çok kötüydünüz. O zehirlerin etkisinden gerçek anlamda kurtulmanız neredeyse 3 ayınızı almıştı." diyen Doğukan derin bir nefes alarak önündeki bilgisayar monitörüne baktı.


"Hastaneye koydurduğum panzehirlerin listesi karşımda şu an. 6 tanesi bende iki doz olarak var. Ama kalan 5'inden yalnızca bir doz var. Solucan'ı arayıp onları tedarik etmesini ve en hızlı şekilde hastaneye getirtmesini istiyorum şimdi."


"Bir doz varsa yeter." dedi Burak rahatlamış bir sesle.


"Burak!" diye çıkıştı Doğukan.


"Ben dayanırım Doğu. Sonuna kadar dayanırım. Ona varsa yeter şu an. Bana o panzehirleri ulaştırman gerekli. Gerçi ne malum panzehirin bu ilk 11'den çıkacağı. Eğer çıkmazsa... Adios hayat!"


"Kötüyü düşünme şimdi. O panzehirleri boşa vermedim hastaneye. El altından en çok satılan zehirlere ait o panzehirler. Mutlaka biri tutacaktır."


"Umarım kardeşim! Umarım dediğin gibi olur. Umarım."


Ameliyathanenin kapısı açıldığında elinde bıçak olan Burak, gelen adama doğru gitti. Aytekin önce bıçağa sonra da adamın kolundaki yarığa baktı.


"Düşündüğüm şeyi yapmayacaksınız değil mi?"


"Tam da onu yapacağım!" diyen Burak yerdeki masayı işaret etti.


"Kerem hadi bir el at koçum! Kaldırın şu masayı. Seda Hemşire sen de panzehirleri tutar mısın iki dakika?"


Seda, yaşananların şokunu atlatmaya çalışarak yanlarına geldi. Aytekin'den panzehirlerin olduğu kutuyu alırken adamın kolundaki derin kesiğe bakıyordu.


"Bu yapacağınız şey için... Bu kadar derin bir kesik mi gerekiyor?"


"Hayır. Bıçak zehirliyse şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıma karışsın diye bu kadar derin kesmiştim."


"O zaman şu yaraya baksak da sonra..."


"Cık! Teşekkürler Hemşire Hanım ama bu acı düşünmemi sağlıyor."


Seda, kaldırılan masanın üzerine panzehirin bulunduğu kutuyu koyarken iç geçirmişti. Aytekin elinde bıçak olan adama şok içinde baktıktan sonra bu durumu sorgusuz kabullenen ameliyathanedekilere baktı.


"O zehrin ölümcül olduğunu bilmeme ihtimaliniz yok değil mi?"


Bu cümle üzerine Burak bakışlarını sevdiğine çevirmişti.


"Onu ölümüne seviyorum, o yoksa ben diye bir şey zaten yok. Babam, Orhan Gencebay'ı çok severdi. Ne demiş Orhan Baba..." diyen Burak elindeki bıçağı teninin üzerine yerleştirdi ve gözünü bile kırpmadan tek bir hareketle koluna kesik attı.


[🎶 Orhan Gencebay- Bir Teselli Ver 🎶]


"Bir teselli ver, bir teselli ver


Yarattığın mecnuna bir teselli ver."


İkinci kesiği de atan Burak mırıldanmaya devam ediyordu. 


"Sevenin halinden sevenler anlar


Gel gör şu halimi bir teselli ver."


Üçüncü kesik...


"Aramızda başka biri var ise


Tertemiz aşkımı bana geri ver."


Dördüncü kesik...


"Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum. Ömür boyu bitmeyen derdimle yorulmuşum."


Beşinci kesik...


"Gülemem, sevgilim, ben sensiz aaah." diye mırıldanan Burak elindeki bıçağı masaya bırakıp sağ kolunu açtı.


Yeşillerini bir süre sevdiğinin yüzünde gezdiren adam çatlayan sesiyle devam etmişti.


"Yaşayamam, yaşayamam."


Altıncı kesik...


"Bana ne gerek, bana ne gerek


Senin aşkından başka bana ne gerek."


Yedinci kesik...


"Aşkın zehir olsa yine içerim


Yolun ecel olsa korkmam geçerim."


Sekizinci kesik...


"Yeter ki sevdim de ben bu aşk ile


Dünyanın kahrına gülüp geçerim."


Dokuzuncu kesik...


"Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum


Ömür boyu bitmeyen derdimle yorulmuşum."


Onuncu kesik...


"Gülemem, sevgilim, ben sensiz aaah..." diye mırıldanan Burak sağ gözünden bir damla yaş düşerken fısıldadı.


"Yaşayamam, yaşayamam."


On birinci kesik...


Bıçağı masaya bırakan Burak'ın dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi.


"Gencebay aşkını şimdi daha iyi anlıyorum babam. Kesinlikle modluk şarkıları."


Kutunun kapağını arkaya koyarak kendi kendine bir düzen hazırlayan Burak panzehirlerin kapaklarını açmaya başladı. Tüm ameliyathane şok içinde ona bakarken rahat bir şekilde konuştu Burak.


"Gençler bu masa zinharınız. Düzenimi bozarsınız sil baştan başlarım falan... Uğraşmayalım bir daha."


"Şu an böyle bir sahne yaşanıyor mı gerçekten?" dedi Demir derin bir nefes alarak.


"Evet Doktor. Ameliyathaneni bugün ben sahiplendim. Bak bir daha bulamazsın benim gibisini."


"O kız uyanınca kolundakilere ne kadar kızacaktır?"


Aylin'in sorusu onuncu şişenin kapağını açan Burak'ın birkaç saniye duraksamasına neden olmuştu.


"Çook. Yine de tek kelime etmeye hakkı yok. Kızgınım ona." diyen adamın ses tonu 'O benim oyuncağımı kırdı, küstüm ona.' diyen bir çocuktan farksızdı.


"Dışarıdakiler ne olacak?"


Kerem'in sorusu üzerine Burak elindeki şişeyi isyanla bıraktı.


"Şurada bir iş yapmaya çalışıyorum ama! Bırakın vicdan yaptırmayı. Çoktan kestim kendimi zaten. İzin verirseniz kurtarmaya çalışıyorum şimdi de." diyen Burak ilk panzehiri kesiğin üstüne boca ederken fısıldayarak devam etti.


"Dışarıdakilerin hepsine büyük bir özür borçluyum. Ölürsem, ömürlerinin sonuna kadar vicdan azabı çekecekler. Bu yüzden ölmesem güzel olacak."


Hüsranla başını iki yana sallayan Burak, Seda'ya baktı.


"Bir bez alabilir miyim? Ya da... Sargı olsun. Daha iyi olur."


Seda, hızla sargıyı getirdikten sonra Burak'ın yönlendirmesiyle ilk kesiği kapatacak şekilde küçük bir miktar kesti. Seda'dan parçayı alan Kerem, Burak'ın kolunu sarmıştı.


"Bak bugün iyi ekiplere denk geldim gerçekten." diyen Burak onlara teşekkür edercesine baktı ve ikinci panzehiri ikinci kesiğe döktü. Bu sırada telefon çalmıştı.


"Ahh Doğu'yu unuttum ben."


Burak, daha söylemeden Aytekin masanın üzerindeki telefonu eline almıştı.


"Hoparlöre alsana."


Aytekin ikiletmeden dediğini yaptı.


"Bıraktın beni." dedi Doğukan sahte bir hüzünle.


"Üzgünüm metresim, önceliğim sevgilim." dedi Burak rap yapar gibi. Sesinde bolca alay vardı.


"Bak bu Burak'ı seviyorum işte." dedi Doğukan gülen sesiyle.


"Bu Burak'ı seven nadir insanlardansın."


"Ben zaten nadir bulunan bir cevherim sevgilim." diyerek alay eden Doğu derin bir nefes aldı.


"İ.."


"Değilim. İyi misin diye sorma. Ayakta zor duruyorum. Hilal'in ateşi neredeyse 40 olacak. Monitöre bakmaya korkuyorum. Kalp atışları gittikçe hızlanıyor ve bu berbat bir haber. Yani Doğu... Her şeyi s*ktir edip bu bıçağı kalbime saplama isteğimin önüne geçen tek şey Ela Gözlüm. Vazgeçmiyorsam onun gözlerini görmek, sesini duymak isteğinden. Nasıl olacak bilmiyorum ama o panzehirleri bir an önce bana ulaştırmalısın. Bir an önce!" diyen Burak boğazındaki yumruyla kısık bir sesle devam etti.


"O gün hiçbir şey yapamayacak kadar küçüktüm fakat bugün öyle değil. Bugün bir şeyler yapabilecekken, geç kalamam. Onunla kuracağımız hayallerimiz var. Ona verdiğim sözler var. Hem... Daha onu rüyamda görmedim. Ben rüya görmeden, onu rüyamda görmeden ölmek istemiyorum."


Son cümleyi normal şartlarda duyan birisi yalnızca üzülmekle kalırdı ama Doğu için öyle değildi. Adam rüyaların ne denli değerli olduğunu herkesten daha iyi biliyordu. Çünkü o da rüya görmenin ne demek olduğunu unutarak kabuslar cehenneminde yananlardandı.


Bu yüzden de Burak'ın "Lütfen yardım et. Lütfen acele et." yalvarışlarına kayıtsız kalamadı. Burak'ı 'En yakın adamımız bana 40 dakika uzaklıkta. Herhangi biri ile göndersem dahi zehirler etiketli değil, onları tek tek inceleyip etiketleyeceğim şimdi.' demek için aramıştı ama... Onun ses tonu ve söyledikleri yıllar önceki o günü getirmişti aklına.


Sahi ya. Kardeşi şu an ölmek üzereydi!


İşte bu durumdu Doğukan'ın "Merak etme. Yetiştireceğim." diyerek montunu almaya gitmesinin nedeni.


Burak ise tüm bunlardan habersiz panzehirleri dökmeye devam ediyordu.


3,4 derken tek tek tüm panzehirleri yaralarla buluşturdu adam. O, hissettiği korku ile tüm bunları yaparken Doğukan 10 yıl sonra Ecem'iyle karşılaşmış, Salih Ege ise 25 yıl'ın sonunda Gül Kokulusu ile göz göze gelmişti.


Hepsi de o an hayatının en kilit anlarında kilitli kalmışlardı ama haberleri yoktu.


11. panzehiri de döktükten sonra kolunu sardıran Burak titrek bir nefes aldı.


"Ne zaman etki eder?"


Doktor Aylin'in sorusunu, Burak başını iki yana sallayarak yanıtladı.


"Zehire ve panzehire göre değişkenlik gösteriyor. Ayrıca mağarada zaman kavramım kayboluyordu. Emre bilir ama bu durumu öğrenmesinler şu an. Zaten yeterince berbat durumdalar."


"Bekliyoruz o zaman." dedi Demir endişeli gözleriyle monitöre bakarken.


Burak, Hilal'inin yanına gitmek istiyordu. Yanına giderek yüzünü okşamak, alnına, burnuna gözlerine yanaklarına öpücükler bırakmak istiyordu. Ama yapamazdı. Ona bir kere dokunursa yere çöküp ağlamaya başlaması kaçınılmaz olurdu.


Kızarmış yeşillerini monitöre çeviren Burak, Demir ile göz göze geldi.


Hilal'in durumu iyi değildi. Hiç iyi değildi hem de...


Soğuk kompres uygulayan hemşire "Ateşi düşmüyor." dedi telaşla.


"Düşmez." diye mırıldanan Burak'ın aklına yine yıllar önce Emre panzehiri ararken ateşler içinde yandığı anlar gelmişti.


Bu sırada monitör yüksek bir sesle ötmeye başlamıştı. Burak, başından aşağı bir kova kaynar suyun döküldüğünü hissetti.


"Satürasyonu düşüyor Hocam." diyen Aylin korkuyla Burak'a döndü.


"Vereceğimiz herhangi bir ilaç zehire etki eder mi?"


Doktorun sesi sonlara doğru azalmıştı.


"Zehrin ne zehri olduğunu bilmeden bu soruya cevap veremeyeceğimi anladın sanırım. Mantıken düşündüğümüzde... Riskin de riski bir hamle. Verdiğimiz ilaç zehrin yayılma hızını arttırabilir." diye mırıldandı Burak berbat bir haldeyken. Öten monitör beynini deliyordu.


Demir, Asker'in yardım edemeyecek durumda olduğunu anlayarak direktifler vermeye başladı.


"Kan takviyesi yapalım. Şu an en risksiz yol bu. Belirtilere bakarak bu durumu Sepsis (kan zehirlenmesi) sayabiliriz. Öyleyse şu an artan CO2 üretimine bağlı hiperkapni (II. Tip Solunum Yetmezliği) geçiriyor. Hülya, bambuyu al hava vermeye başla. Seda, kan merkezinden kan ist... Buraya isteyemezsin gizlilik var. Hemen git acil 0 Rh- kan getir."


"Tamam Hocam."


"Anlaşıldı Hocam."


"Seda?" diye seslendi Burak monitördeki anormalliği haber veren o ses canından can alırken.


"Efendim Komutanım?"


"Önce bizimkilere sor. Dışarıda belki kan grubu uyan biri vardır. Sonra da takviye kan almaya gidersin. Bu durum ne kadar devam edecek bilmiyoruz. Belki şu anki kanını alıp yeni kan transfüzyonu yapmak bile gerekebilir."


Seda 'Ama yeni alacağım kan ölçümlerden geçmemiş olacak.' diyemedi. Şu an ne ölçüm yapmaya vakitleri vardı ne de herhangi bir itiraza... Ultra olağanüstü bir an yaşıyorlardı.


"Tamam Komutanım." diyen kız aceleyle dışarı çıktı.


Burak, bakışlarını hava veren anesteziste dikti.


"Ben... Benim bir şey yapmaya ihtiyacım var." diye fısıldarken sesi duymamak için kulaklarını kesmek istiyordu.


"Havaya mı geçmek istersin, soğuk komprese mi?" diye sordu Demir anlayışlı bir şekilde.


"Hava'ya. En azından birimizin ciğerlerine hava gitsin değil mi?" diye mırıldanan Burak, Kerem'e döndü.


"Elimi yıkayıp şu önlüğü değiştirmem gerek. Bana eşlik eder misin? Kendime pek güvenemiyorum. Mazoşistliğimle tanınırım. Kesin kendime bir zarar veririm."


"Ona şüphem yok zaten Komutanım. Yaptıklarınıza birinci elden şahidim." diyen Kerem'in eşlik etmesi ile birlikte ellerini yıkayıp önlüğü değiştiren Burak tekrardan ameliyathaneye girdi. Bu sefer ellerine eldiven de takmıştı.


Hilal'in yanına gelip ambuyu anestezistten devralan asker tecrübeli hareketlerle sıkıp bırakmaya başlamıştı. Şu ana kadar birkaç silah arkadaşı ve birçok yaralı sivil için kullandığı bu hava, ilk defa ciğerlerinden alınıyormuş gibi hissettiriyordu.


"Hesabın kabarıyor Asena Hanım. Uyandığında başın büyük derde girecek haberin olsun." diye mırıldanan Burak'ın kollarındaki daimi yanma, tek başı derde girenin Hilal olmadığının hatırlatıcısıydı.


"Sanırım benim de başım dertte. Ama bilmiyor musun sen yokken nasıl delirdiğimi? Ayık olsaydın da tutsaydın dizginlerimi. Ben masu..."


Burak, aniden konuşmayı kesti. Aklına, söylediği cümlelere karşılık verilmediği o gün gelmişti.


Ailesinin ölü bedenleriyle konuştuğu o gün...


Bugün de gelmeyen karşılık, deli gibi korkmasına neden olmuştu. Gözünden düşen bir damla yaş, Hilal'in tam gözünün üzerine düşmüştü.


'Ağlayamasam da ağlarım mı diyorsun Kelebeğim?'


Titrek bir nefes alan Burak, monitörün sesinin yükselmesiyle istemsizce gülmeye başladı.


"Ya şu s*ktiğimin sesini falan kısın ya da ben kafa atıp susturacağım." diyen Burak'ın kastettiği ses kısıklığı, fişi çekme falan değildi elbette. Bir çözüm bulun, canımı kurtarın diye haykırıyordu adam.


"Ben bir zehir uzmanına danışayım durumu. Kullanabileceğimiz bir ilaç var mı diye sorayım." diyen Aytekin telaşlı adımlarla ameliyathaneden dışarı çıktı.


"Ben de Seda'ya bakayım." diyen Kerem de hızla ameliyathaneden çıkmıştı. Bu gidişle kardiyak arrest (kalp durması) gerçekleşecekti.


Onların çıkması ile ameliyathane sessizliğe büründü. Hiç kimseden çıt dahi çıkmıyordu. Hepsi de durumun ciddiliğini ve sonunun ne olacağını çok iyi biliyordu çünkü.


Acilen panzehir gelmeliydi!


Kısa süre sonra Kerem elinde bir torba kan ile girince herkes derin bir nefes vermişti. Anestezist Hülya kanı kıza takarken Kerem'e bir bakış attı.


"Sıcak hala. Dışarıdakilerden mi aldın?"


"Evet. Babasıydı sanırım. Anladığım kadarıyla adam kapının önünde ayaküstü vermiş kanı. Affedersiniz ama hepiniz delisiniz abi."


"Ne? Ne babası?" diyen Burak beyninin yandığını hissediyordu. Düşünme fonksiyonları duralı çok olmuştu.


Bu durumun en büyük etkeniyse artık iyice tesir eden zehirdi. Midesi bulanırken başı da dönmeye başlamıştı.


"Kapının önündeki adam işte. Onun ela gözlerinde de sendeki delilik ve korkudan vardı."


"Ela mı? Salih babam burada mı? İstanbul'da?" diyen Burak şok dolu bakışlarla Kerem'e bakıyordu.


"Yani ismini bilmiyorum. Tek gördüğüm Hilal'e bir şey olursa tek senin yıkılmayacağın." diyen Kerem cümlesindeki saçmalığı fark etti.


Yıkılmak mı? Adam bile isteye zehirli bıçakla kendini yaralamıştı. Ölüyordu. Ölüyor!


"Bir aksilikte ikimizi de kaybedeceklerini biliyorlar. Zehri söylemediniz değil mi?"


"Ben bir şey söylemedim. Seda'nın da söylediğini zannetmiyorum." diyen Kerem, Demir abisi ile göz göze geldi.


Monitör hâlâ aynıydı. Kız iyi değildi.


"Hülya havaya geçer misin?"


Herkes kısık bir sesle bu cümleyi kuran Burak'a baktı. Askerin yüzü bembeyaz olmuştu.


Dişlerini sıkarak inlemesini zorlukla bastıran adamın nefes alış-verişleri hızlanmıştı. Kerem yardım için elini uzattı ama adamın kollarındaki yaraları hatırlayarak duraksadı.


O ne yapacağını bilemez bir şekilde bakarken Burak kendine gelmeye çalışarak kenara geçti. Baş dönmesi iyice arttığında eliyle duvara tutunmuştu.


"Senin kan grubun neydi sana da..."


Demir'in cümlesini kesen Burak mırıldandı.


"Gerek yok."


"Nasıl gerek yok? Şu haline bir bak!"


"Bu acı iyidir. İyi! Fiziksel acı tam bir velinimet. Düşünmemi engelliyor ve bu mükemmel bir şey. Bu acı benleyken ne geçmişi hatırlıyorum, ne de bu sabahı."


Burak'ın berbat durumuna bakan Demir soru dolu gözlerle sordu.


"Bu hâle gelecek ne yaşamış olabilirsin?"


"Bu mazoşistliğe ulaşmak için mi? Kuzenine sor. O başlangıcın ön izlemesine şahit oldu."


Kerem, bu cümle üzerine başını önüne eğmişti. Adamın kapının önündeki söyledikleri yaşadıklarının kaçta kaçıydı acaba?


Baş dönmesi ve mide bulantısının üzerine bir de kollarındaki ateş dayanamayacak noktaya geldiğinde Burak'ın ağzından istemsizce bir inleme döküldü.


"Ahh!"


Bu durum, Kerem'in yanına gitmesine neden olmuştu.


"Sanırım... Panzehirler belli oldu."


Burak'ın çatlak sesi üzerine başını sallayan Kerem, ameliyat önlüğünün üst katmanını çıkarmasına yardımcı oldu.


Kolları açığa çıkan adam tek tek sargıları çözerken, Kerem yine yardım edecekti ki Burak kısık bir sesle konuştu.


"Dokunma... Aşırı hassaslar şu an."


Ve Burak Kılıç canından can giderken, 'Ya panzehir burada değilse?' korkusuyla sargıları tek tek çözdü.


Burak'ın açtığı her sargı, Kerem'in şok dolu korku bakışlara ona bakmasına neden olmuştu. Adamın kollarındaki kesikler, ya asit dökülmüş gibi duruyordu ya da kimyasal yanığı gibi.


Bir tanesi hariç...


"Allah'ım şükürler olsun." diye fısıldayan Burak gözlerinden usul usul gözyaşları düşmeye başlarken düşercesine yere çöktü.


Zehir'in panzehirini bulmuşlardı.


Başını arkasındaki duvara yaslayan Burak gözlerini kapattı. Gözyaşları sessiz düşse de içinde fırtınalar kopuyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlama isteğiyle doluyken yumruklarını sıktı adam. Bitmemişti. Daha hiçbir şey bitmemişti. Şu lanet monitörün sinir bozucu uyarısı susana kadar, sevdiğinin hayati değerleri düzene girene kadar ona rahat yoktu.


Bu düşünceler gözyaşlarını dindirse de gözlerini açmamıştı.


"Kollarınıza bakabilir miyim?"


Burak, bakışlarını sese çevirdi. Aylin denilen doktordu.


'Oksijenli su verseniz yeter."


"Bakabilir miyim?"


Derin bir nefes alan Burak kollarını kaldırdı.


"Çok tepki ver..."


"AMAN ALLAH'IM!"


"...-me diyecektim. Cümlemi bitirseydim keşke."


"Bu dalga geçilecek bir konu mu? Kollarınız ne halde?"


"Oksijenli su versen yeter."


"Emin misiniz? Öyle mi yapmışlardı eskiden."


"Dağda mı? Yok. Tuz basmışlardı. Doğal yollarla takılıyorduk biz."


Aylin şok dolu bakışlarını, kızarık yeşil gözlerde gezdirdi. Adamın sesi alay dolu olsa da söylediklerinde ciddiydi.


"Ah Doktor Hanım korunaklı evinden dışarıya çıktı, gerçek dünya ile tanıştı. Dünyama hoş geldiniz Efenim. Oksijenli su yüzeyde kalan panzehiri temizleyecektir. Sonrasında ne olur bilmiyorum. Bizim 7 yıldızlı otel biraz sıkıntılıydı. Eğlence köşemiz bol zehirli, hobi köşemiz bol tuzlu, havuzumuzda bol elektirikliydi. Aaa dur haklarını yemeyeyim. Bir şeyler sürüyorlardı bilerek yanlış panzehir verdikleri yere ama... Ne olduğunu hatırlamıyorum. Hatırlayacak kadar kendimde olduğuma da ne olduğunu çözememiştim."


Askerin gayet rahat bir sesle bunları söylerken ameliyathane personeli buz kesmişti. Burak masanın yanındaki orta yaşlı kadın personelin ağladığını fark ederek Aylin'e fısıldadı.


"Bizim meslekten tanıdığı mı var?"


"Anlattıklarınıza tepki vermek için illa tanıdığı mı olması gerekiyor Komutanım? Biz yaşayalım diye siz..." diyen Aylin sesi titreyerek sustu.


"Bir kez daha anladım ki canım yanarken milletin de canını yakmak gibi mükemmel(!) bir huyum var." diye kendi kendine söylendi Burak.


Bu sırada hızla askerin yanından kalkan doktor oksijenli su ile geri dönmüştü.


"Nasıl yapacağız?" diyen doktor suyu elindeki gazlı beze dökecekken aldı Burak.


"Ben her daim bocalama tarafıyım. Ameliyathaneni biraz batıracağım Doktor!" diyerek Demir'e bakan Burak şişeyi önce sağ koluna sonra sol koluna boca etti.


Açık yaralar üzerine değen suyla Aylin acıyla yüzünü buruştururken Burak mimik oynatmamıştı.


"Hiih. Bu ilk yaranız gerçekten derinmiş. Dikiş gerek."


"İğne iplik getirirsen hayır demem."


Aylin kalkmadan Kerem iğne, ip ve narkoz ile gelmişti.


"Narkoza gerek yok."


"Ama..." diye itiraz eden Kerem ile Burak güldü.


"Oğlum tüm bedenim zehir ile dolu. Yanıyorum. Sence iki dikiş, şu anki acımdan daha çok mu yakar?"


Kerem itirazların faydasız olacağını artık anlamıştı. Bu yüzden de gönülsüzce iğne-ipliği verdi. Bu sırada odaya Aytekin girdi. Bakışları direkt Burak'ı bulmuştu.


"Uzman 'O adam deli miymiş de zehrin üstünü sargı beziyle kapatmış. Kendini mi yakmak istiyor?' diye sordu!"


"Evet, İki soruna da evet. Deli olduğumu şu ana kadar anlamış olmanız gerekiyor zaten. Diğeri ise... Bana hızlı çözüm gerekiyordu. Ben de bilerek panzehiri ve zehiri kapalı etkileşime soktum."


Aytekin başını onaylamazca başını salladı.


"O kız uyanınca bundan mutlu mu olacak?"


"Mutlu olabilmesi için uyanabilmesi gerekiyor. Uyanabilmesi için de benim bunu yapmam." dedi Burak keskin bakışlarla.


Aytekin bu bakışlar karşısında sessiz kalmıştı. Burak'ın kendi kolunu kendisinin diktiğini görünce Aylin'e inanamamazlıkla baktı.


"İzin vermiyor. Dokundurtmadı." dedi Doktor savunmacı bir sesle.


"Gerçeği çarpıtmayalım lütfen. Dokunurtmadı değil dokundurtamadı. Bütün her yerim ağrıyor. Koluma giren şu küçücük iğne şiş etkisi yapıyor valla." diyen Burak yüzünü buruşturmuştu.


"Benzetmeme sıçayım. Niye şiş dedim ki şimdi? Bir saçma sapan gereksiz işkence anıları eksikti." diye söylenen Burak elindeki iğneyi yere bıraktı.


"Gizlilik sözleşmesi ameliyat içini de kaplıyor. Bu berbat halimden herhangi birine bahsederseniz tüm sırlarınızı bulup ifşalarım. Zehir iyice kafayı buldurdu bana... Off sevmiyorum bu kafayı." diyen Burak, Aytekin'e döndü.


"Sen 'Bunu verelim!' diyerek Hilal'ime koşmadığına göre senin uzman fos çıktı anlaşılan."


"Tek çözüm panzehir diyor. Yani daha doğrusu dedi ki 'Zehrin ne olduğunu bulun içindeki maddelere göre bir ilaç bakayım."


"Bunu daha önceden söylesene. Panzehiri bulduk biz."


"Ne?"


"Aytekin oğlum afedersin ama mal mısın? Ben ne diye kendimi kestim acaba?" diyen Burak zorla ayağa kalkarak masaya doğru yürümeye başladı.


"Sevgiline bir şey olursa peşinden gitmek için."


Bu cümle Burak'ın durmasına neden olmuştu. Ciddi bakışlarla laboratuvar teknisyenine bakan adam "Mal değilmişsin." diye mırıldandıktan sonra masaya doğru gitti ve şişelerden birini Aytekin'e uzattı. Bu sırada da diğerlerini kutuya koyup kutuya kapatmıştı.


Panzehirin adına ve numarasına bakan Aytekin şişeyi masaya koyduktan sonra başını sallayarak tekrardan dışarı çıkmıştı.


İşte ne olduysa tam o an oldu.


Monitörün sesinde yeniden oynamalar başlarken monitöre bakan Demir "VENTRİKÜLER TAŞIKARDİ!" diye bağırdı.


Bakışları monitörde olan Aylin telaşla konuştu.


"Kardiyak Arrest olmak üzer..."


DIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIT...


Doktor daha cümlesini bitiremeden ameliyathaneyi tek bir ses kapladı.


Kalbi durmuştu.


KALBİ DURMUŞTU.


KELEBEĞİNİN KALBİ DURMUŞTU!


"Hülya 1mg adrenalin!" diye direktif veren Demir hızla kalp masajına başlarken dengesini kaybeden Burak'ı, Kerem son anda tutmuştu.


"Hayır..." diye fısıldayan Burak ne yapacağını bilemez halde öylece kaldı.


Yaşlar yanaklarından düşerken, içi hıçkırıklarla feryat ederken tek bir sesi çıkmadı.


O gün o dolabın içindeki delikten gördüğü kana boya, silaha ise oyuncak diyen o küçük çocuk; yıllar sonra bugün de duyduğu sesi inkar edip, gördüğü manzaraya da kabus demişti. Çünkü...


Çünküsü ağırdı.


Çünküsü kayıptı.


Çünküsü hiçlikti.


Çünküsü acıydı. Ölümcül bir acı...


3 dakika geçti.


Kelebeğinin kalp sesleri duyulmadı, Olric'in ruhu durdu.


5 dakika geçti.


Asena'sı ona geri dönmedi, Alfa içindeki sonsuz karanlığa kaçtı.


7 dakika geçti


Papatya'sının her zerresinde kan ve ilaç kokusu akarken, Burak'ın her zerresinden acı aktı.


Kerem büyük bir korkuyla bir ameliyat masasına bir de Burak'a bakıyordu.


Sorun şuydu ki... Adamda tek bir tepki bile yoktu. Öyle ki gözyaşları bile durmuştu. Dili lal, ruhu kan olan Burak'ın 7 dakikadır yaptığı tek şey boş gözlerle karşısındaki manzarayı seyretmekti.


Mavi örtüler arasında, ağzına verilen hava ve kalbine yapılan masaj ile hareketsiz yatan bir Kelebek.


"Abi yalvarırım bir şey söyle." dedi Kerem çaresiz bir şekilde.


Kerem'in bilmem kaçıncı seslenişini boş çevirmeyen adam çatallı sesiyle fısıldadı.


"Kelebeğim maviye aşık..."


Kurduğu bu cümle adamın tüm duygularını geri getirmişti. Yeşillerini acı bürüyen Burak gözlerinden düşmeye başlayan yaşlarla nefes almaya çalıştı.


AMA CİĞERLERİNE HAVA GİTMİYORDU.


'Böyle mavilerin arasında çekip gitmeyeceksin değil mi Papatyam? O gün beni sen hayatta tuttun. O bombanın patlamamasının sebebi sendin. Beni sen kurtardın. Tanıştığımız andan itibaren beni sen kurtardın. Gidemezsin. Hayır!'


Burak içinde bu savaşı verirken Hilal'in gözlerini kontrol eden Aylin "Pupillerinde refleks var." diye mırıldandı.


Bu beyin ölümünün gerçekleşmediği ve Hilal'in hâlâ hayatta olduğunun işaretiydi ama... Ama panzehir gelmediği sürece bu durum ne kadar devam edebilirdi bilinmiyordu. Gerekirse saatlerce masaj yapardı Demir fakat önemli olan kızın bedeninin tüm bu duruma dayanıp dayanmayacağıydı. 


Yüzünde ve bedeninde terler biriken doktor 'Üzgünüm.' dercesine Burak'a bir bakış attı.


Bu işin sonu hiç iyi görünmüyor... Çok üzgünüm!


"Ben devralayım Demir." diye mırıldandı Aylin, Burak'a doğru dönerek.


Onun ümitsiz bakışlarına bakan Burak merak etti.


Ben burada olmasaydım tüm bunları yapmaya devam eder miydiniz? Yoksa... Şu an canımın 'Ölüm Saati'ni mi bildiriyordunuz?


"Ama bizim daha yapacak çok şeyimiz var." diye fısıldadı Burak çaresiz bir şekilde.


Adam, hızlanan nefes alış-verişlerinin, ciğerlerine gitmeyen havanın ve haddinden fazla atan kalp atışlarının zehirden mi yoksa salt korkudan mı olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecekti.


Demir'in masajı Aylin'e devredeceğini fark ettiğinde titreyen adımlarla oraya yöneldi.


"Ben..." demişti sadece kısık bir sesle.


"Bunun pek iyi bir fikir..."


Demir'in cümlesini gözlerindeki yaşlarla gülmeye başlayan Burak kesmişti.


Onun bu tepkisi Aylin'in endişeyle konuşmasına neden oldu.


"Bu halde..."


"O beni bırakmaz. O. Beni. Bırakmaz! Söz verdi bana. Bana geri döneceğine söz verdi. Çekil! Benim burada olduğumu bilsin. Çekil... Yalvarırım çekil."


Burak'ın gözlerindeki yaşlarla, yürek parçalayan bir sesle kurduğu cümle karşısında doktorlar kabullenişle başını salladılar. Masanın yanına yaklaşan Burak, Hilal'in beyaz yüzüne baktı.


"Bana bugünü mutlaka unutturmalısın Kelebeğim. Sanırım... O günden daha çok ölüyorum şu an." diye fısıldayan adam kıpkırmızı olan yeşillerini Demir'e çevirdi.


"Sende!" diyen doktor elini çektiği anda Burak kalp masajını devraldı. Daha eli Kelebeğine değmeden biliyordu adam. Doğukan'ı kurtardığı o günkü gibi olacaktı.


Ya canının nabzı atmaya başlayacaktı, ya da canını (kendi canını) bu uğurda çabalarken verecekti.


Bu saatten sonra ya yaşatacaktı ya da ölecekti. Başka hiçbir ihtimal yoktu.


Yok!


10 DAKİKA SONRA


"Pupillerindeki hareket hâlâ devam ediyor." dedi Aylin şükür dolu bir sesle.


Hilal iyi olacaktı da... Burak iyi olacak mıydı bilinmiyordu.


Adamın aldığı hızlı nefesleri gören Demir, kalp masajını devralma umuduyla askere yaklaştı.


"Burak?"


"SAKIN! DOKUNMA!" diye haykıran Burak kalp masajını yapmaya devam ediyordu.


Kollarındaki kesiklerin tekrar kanamaya başlamasının yanı sıra attığı dikiş de açılmıştı.


Kollarından akan kan, ruhundan akan kanın yanında bir hiçti.


Demir, Aylin'e bir bakış attı. Yaşananların etkisiyle dağılan doktorlar, o masajı asla devralamayacaklarını farkına varmışlardı. En başında izin verirken bunun olacağını tahmin etmeleri gerekirdi aslında.


Doktor Demir, mükemmel bir profesyonellikle kalp masajı yapan askere geri döndü. Hani herhangi bir hata yapsaydı 'Bak sen de kötüsün hadi devret. Tehlikeli olur aksi.' diyerek ikan edebilirdi ama şu durumda bu imkansızdı.


Burak, ne kadar berbat bir halde olursa Kelebeği için ayakta dururdu. Çünkü zaten onun için yaşıyordu


"Yıllar sonra... Şarkı sayesinde karşılaşmıştık değil mi?" diye fısıldayan Burak sevdiğinin yüzüne baktı.


Aç gözlerini Güzelim. Yalvarıyorum dön bana.


"Tam da âna uygun bir şarkım var Kelebeğim. Duymak ister misin?"


Evet. Evet! O günkü gibiydi işte her şey.


Ölü annesiyle, ölü babasıyla, ölü Oktay abisiyle konuştuğu o gün gibiydi...


Ve Burak o günkünden daha çok delirmişti. Bu deliliğini, bedenini ve beynini ele geçiren zehire bağlayabilirdi ama nedenin zehir olmadığını biliyordu adam.


En zehirli zehirden bile daha tehlikeli, daha ölümcül bir şeydi bu.


Korkuydu!


Salt korku!


Korkudan deliren adam, sevdiğinin yüzüne doğru bakarak mırıldanmaya başladı.


[🎶 Tuna Velibaşoğlu- Kal Ölene Kadar 🎶]


"Sesim çıkmaz anla halimden


Yaram çok derin kanar her yerimden


Melhem yoktur cümle alemde


Soran olsa akar gözlerimden


Nereye gideyim nasıl edeyim"


Acının en saf tonuyla mırıldanılan bir şarkı düşünün. Öyle bir şarkı ki... Duyan herkesi gözyaşlarına boğuyor.


"Benim senden tek bir dileğim var


Otur yanıma bekle duyana kadar


Gidenlere kanıp sen de meyletme


Giden gitsin sen kal ölene kadar"


Benden çok giden oldu be Kelebeğim. Bilmiyor musun? Beni bu hayata bağlayan tek neden sensin. Hani ölmemi istemiyordun? Öldürme o zaman beni. Kalk lütfen! Yalvarıyorum kalk...


"Benim senden tek bir dileğim var


Otur yanıma bekle duyana kadar


Gidenlere kanıp sen de meyletme


Giden gitsin sen kal ölene kadar"


Ama ben yaralandığında sana seni ne kadar çok sevdiğimi söylememiştim Kelebeğim. Kızdım hatta sana o bıçağın önüne geçtin diye. Affettirecektim ya hani kendimi? Nereye böyle? Nereye...


"Dilim lal olur ardın bakarken


Zamanı yok ki her ayrılık erken


Gönlüm yorgun nasıl çare bulsun


Diğer yarımı bulmuşum derken


Nereye gideyim nasıl edeyim"


Sen kalk, kızmayacağım sana. Tüm bunları yaşadığım için tek kelime dahi etmeyeceğim. Hiçbir şey söylemeyeceğim. Uyan! Sen yeter ki uyan. Tek kelime etmeyeceğim söz ama uyan! Gidemezsin. Gidemezsin ki sen. Bırakmazsın beni. Ölüyorum ben. Sen benim ölmeme dayanamazsın ki. Kalk hadi Kelebeğim. Lütfen... Lütfen...


"Benim senden tek bir dileğim var


Otur yanıma bekle duyana kadar


Gidenlere kanıp sen de meyletme


Giden gitsin sen kal ölene kadar"


Anneeee... Anne söyleyin ona gelmesin yanınıza. Hayır gelemez! Ona söyler misin O benim Dua'm. Nereye gidiyormuş? Hani kahkahalarımın gözyaşlarımdan fazla olmasını sağlayacaktı? Yalan mı söylemiş? YALAN MIYMIŞ? Özür dilerim kızmak istemedim ben sadece... Baba bana yardım et. BABAAA BANA YARDIM ET! Canım çok yanıyor yardım et bana babam. Lütfen yardım et. Lütfen...


"Benim senden tek bir dileğim var


Otur yanıma bekle duyana kadar


Gidenlere kanıp sen de meyletme


Giden gitsin sen kal ölene kadar


Giden gitsin sen kal ölene kadar


Sakın gitme biz ölene kadar"


Ya da vazgeçtim kızıyorum. Evet kızıyorum! Kızıyorum sana. Son bunlar Kelebeğim. Vazgeçtim! Ölümün gelmesini falan beklemeyeceğim. Ölene kadar yapmıyorum bu lanet masajı. Şuradaki bıçağı alıp saplayacağım kendime. Eğer 10'a kadar saydığımda nabzın atmaya başlamazsa, öldüreceğim kendimi.


1... 2... 3... 4... 5... 6... 7... 8... 9...


"10!" diye fısıldadı Burak.


Onun bu fısıltısı ameliyathanedekilerin korkuyla ona bakmasına neden olmuştu. Saçma bir şey yapacağından emin tetikte durdu hepsi.


"Yalan söyledim." dedi Burak titreyen kısık sesiyle. Gözlerinden düşen yaşlar, değdiği yeri yakıyordu. Yeşilleri kıpkırmızı kesilen adamın bakışları, sevdiğinin beyaz yüzündeydi.


"Umudum olan senden vazgeçer miyim ben hiç? Bu beden son nefesini verene kadar seninle. Ah saçma bir cümle oldu. Dakikalardır kalbim atmıyor ki benim."


Ameliyathane, deliren adamın deli sesiyle yankılanıyordu. Demir ve Aylin bir kez daha bakıştılar. Aylin'in yüzünde gözyaşı izleri varken, Demir'in kahverengi gözleri de kıpkırmızıydı. İkisinin de o an düşündüğü şey, hayatın söylenmeyenlerle boşa geçemeyecek kadar kısa olmasıydı.


"Hilaaaal! Kalk hadi. Üşürsün burada..."


Söylediği cümle, Burak'ın inleyerek gözlerini kapatmasına neden olmuştu.


"Yetmedi mi? YETMEDİ Mİ? Ya ben yoruldum hayat. YETMEDİ Mİ A*INA KOYAYIM? Ben zaten yaşamışım bunu. Neden? NEDEN?" diye isyan eden Burak gözlerini açarak Hilal'in yüzüne doğru baktı.


"Yok sana balık ekmek falan. Evlenme teklifi de etmeyeceğim. Sürün aylarca! Kim dedi ki o bıçağın önüne geç diye? Sanane elalemin canından? SANA NE? Benden canımı aldın! BENDEN CANIMI ALDIN!"


Çıkışan adam, saliseler sonra pişman olmuştu.


"Özür dilerim. Çok özür dilerim bağırmak istemedim. Kızmak istemedim ben sadece... Güneş'im rica etsem ablana ışığım olmadan karanlıkta kaldığımı hatırlatır mısın abiciğim? Unutmuş olacak ki bu kadar ısrarla gelmemek için çabal..."


Dıt... Dıt... Dıt... Dıt... Dıt... Dıt...


Ameliyathanede yankılanan ses, herkesin hızla monitöre dönmesine neden olurken titrek bir nefes alarak masaja son veren Burak elini kızın kalbinin üzerinden çekmedi.


"Aaah... Ahhh..."


İnleyen adam başını eline yaslayarak gözyaşlarına boğulurken ameliyathanenin kapısı açılmıştı.


"Panzehir geldi. Getiren adama panzehirin adını söyledim. Tek dozluk olandanmış ama ikincisi de yoldaymış. İlkini yarı yarıya yaparsak..."


Yarım saat önce panzehiri beklemek için dışarıya çıkan Aytekin, büyük bir heyecanla girdiği ameliyathaneye bakarak duraksadı.


"Bu atmosfer de ne böyle?"


Kimseden çıt çıkmadı.


Hiç kimsenin konuşacak hali yoktu.


Ameliyathanenin kapısı bir kez daha açıldığında herkes bakışlarını içeriye giren kişiye çevirmişlerdi. Üzerinde ameliyat önlüğüyle giren adamı gördüklerinde gözleri ister istemez yüzündeki kesiğe takılmıştı. Adam, onların hiçbirini umursamadan dünyadan soyutlandığı için Aytekin'in müjdesini bile duymayan askere doğru gitti.


Burak, omzuna dokunan eli hiç beklemediği için bedeninde hissettiği yanmayla hafifçe inlemişti.


"Kardeşim?"


Duyduğu ses, Burak'ı o karanlık düşünceler dünyasından çıkartacak nadir insanlardan birisine aitti.


"Doğu?" diye fısıldayan adam kıpkırmızı yeşillerindeki inanamamazlıkla arkadaşına baktı.


"Al!" diyen Doğukan elindeki iğneyi Burak'a uzatmıştı.


Tüm doz, tek bir iğnedeydi.


Kardeşini herkesten daha iyi tanıyan adam 'Yarısını sana yapalım mı?' diye teklif etmeye gerek dahi duymamıştı.


"Öldüm sanırım."


"Şimdi atarım bir tekme 'Bak bakayım ölmüş müsün?' derim ama... Düşene bir tekme de ben atmayayım değil mi?"


"Gerçekten sensin!" diye mırıldanan Burak titreyen elini iğneye doğru uzattı.


"Ben yapa..."


Cümleye başlayan Demir, Doğukan'ın kendisine attığı ters bakış ile duraksamıştı.


"Kelebeğini Alfa'sı kurtaracak." diyerek fısıldayan Doğukan, yumuşak bir şekilde arkadaşına bakmıştı.


Duyduğu cümle, Burak'ın elindeki iğnenin kapağını hızla açmasına neden olmuştu. Kerem'in uzattığı kolonyalı pamuğu alan asker, bedenindeki titremeyi güç bela kontrol altına aldıktan sonra direkt damardan panzehiri verdi.


Kızın kolundan iğneyi çektikten sonra kolu kanamasın diye bandaj yapıştıran adamın kolundan oluk oluk kanlar akıyordu.


Bacakları daha fazla kendisini taşıyamayan Burak, kızın yüzünü görecek şekilde duvar dibine doğru gitti ve kendisini yere bıraktı. Doğukan onun yanına otururken derin bir nefes almıştı.


Arkadaşı b*k gibi görünüyordu.


"Ben de İskelet'imi aynı böyle izliyorum."


İskelet, Doğukan'ın büyük evcil kaplumbağasıydı.


"Ne işin var senin burada?" diye soran Burak sırf dikkatini dağıtmak için konuşuyordu. Cevabı gerçekten merak etse de şu an duyduklarını anlamlandıramazdı. Bunun farkında olan Doğukan alayla konuştu.


"Gören de günah işledim sanar. Bu tepki ne? Yani pek bir şey yapmadım aslında. Sadece 7 yılın sonunda evden çıktım. Bu arada önümüzdeki 7 yılı da burada geçirmeyi düşünüyorum. Çıkarken evin anahtarlarını evin içine attım da. Umarım bu hastaneye pizza servisi bulunuyordur. Yakınlarda pizzacı var mıydı?"


"Bende yedek anahtar var." diyen Burak başını duvara yaslarken alayla gülmüştü.


Yedek anahtar mı? Gerçekten mi? Tek dertleri buymuş gibi..


"Yedek anahtar var da onu kullanabilecek bir Kadavra var mı acaba? Ben yalnızca buraya gelmeye odaklanmıştım. Çıkışını hiç düşünmemişim."


"Hee bu benim zehri alıp da sonunu düşünmememle aynı şey. Kelebeğimi kurtardığıma göre... Şimdi sıçtım. Eğer ölürsem beni öldürür."


"Asena bu. Yapar!" dedi Kadavra gülümseyerek.


Boğazındaki yumru nefesini keserken Burak mırıldandı.


"Doğukan?"


"Hmm?" diyen Doğukan alayın bittiğini anlamıştı.


"Kalbi durdu."


Burak'ın acı dolu sesiyle söylediği cümle, Doğukan'ın hızla ona dönmesine neden olmuştu.


"Sana kalp masajı yaptığım günkü gibiydi. Ama... O korkudan çok daha farklı bir korkuydu. Şu ana kadar kaç kere kalbim durdu. Fakat ben hiçbirinde böyle ölmemiştim. Doğu..."


Fısıltıyla arkadaşına seslenen Burak, sağ gözünden bir damla yaş düşerken ona baktı.


"Benim canım çok yanıyor."


Kardeşinin ızdırap dolu bu cümlesi üzerine onu kendisine çeken Doğukan ona sarıldı.


"Şşşşt kardeşim. Geçti. Geçti! Yaşıyor. Sana geri dönmemesi ihtimal bile değildi zaten."


Doğukan'ın teselli edici mırıldanışları devam ederken Burak başına giren ani ağrı ile inledi. Onun bu hali arkadaşının geri çekilerek ona bakmasına neden olmuştu.


"Ateşin bayâ yüksek. Ne kadar daha böyle dayanırsın?" diye soran Doğu'nun mavi gözleri endişeli bakıyordu.


"Tek fiziksel olsa neyse de... Çok kötüyüm şu an. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum." diyen Burak bakışlarını monitöre çevirerek fısıldadı.


"O iyi olana kadar da iyi olmayacağım."


"İyi olacak. Onu kurtardın. Şimdi kendin için endişelenme vakti. Solucan en yakında Ölüm Timi var demişti. Serkan büyük ihtimal şu an tüm kuralları çiğneyerek buraya geliyordur."


Bu cümle, Burak'ın dudaklarının dakikalar sonra ilk defa yukarıya doğru kırılmasına neden olmuştu.


"İnsan, sizin gibi kardeşleri olduğu müddetçe ölmez."


"Beni sallanan ipten kurtardığın gün ben de aynısını düşünmüştüm."


"Sövdüğün esnada di'mi?"


Doğukan, bilmiş bir şekilde başını aşağı yukarı salladı.


"Hee seni öldürme planları yapıyordum. Sonra senin de kendini öldürme planları yaptığını öğrenince... İşin rengi değişti."


"Ölme fırsatını mı teptin sen şimdi?" diyen Burak'ın sesinde kıyısından bir muziplik vardı.


Kelebeği düzelen her değeri Alfa'sının nefes almasını sağlıyordu.


"Tatlıcıdakinin Ecem olduğunu niye söylemedin?"


Soru, Burak'ın Doğukan'a bakmasına neden olmuştu. Adamın sesinde hesap soran bir tını değil de merak vardı.


Her şey normalmiş gibi davranmak, yıllardır acı denizinde yaşayan adamlar için en büyük sığınaktı.


"Bilmiyor muydun zaten?"


Doğukan sessiz kaldı.


"Sen en başında tahmin ettim ama gerçek olmamasını istedin. Düzelteyim. Gerçek olmasını deliler gibi istedin ama istediğinden daha fazla korktun. Yaşananlarla yüzleşmeye hazır değildin çünkü."


"Her şeyi çarp yüzüme yüzüme. Acıman yok mu?"


"Gerçekler. Yok sayılsa da değişmeyen gerçekler. İnan bana kabullenmek, sürekli inkar etmekten daha az yıpratıyor."


"İhtilal'in sözlük karşılığı oldun Burak."


"İhtilalci'm o iken olmamam imkansızdı." diyen Burak'ın sesinde büyük bir sevgi vardı. Bakışlarını doktora çevirdi. Demir onun gözleriyle sorduğu soruyu anında cevaplamıştı.


"Durumu çok daha iyi. Değerlerinin tam anlamıyla stabil olması için zaman gerek ama. Yani... Şimdi panzehiri de bildiğimize göre ilaç başlayabiliriz. Karnındaki yara olmasaydı çok daha iyi olurdu gerçi. Yara yüzünden toparlanması daha uzun sürecek."


"Uyutun." diye mırıldandı Burak kesin bir sesle.


"Ailesine sormam gerek ama..."


Demir'in sözü, Alfa'nın söylenmesiyle kesilmişti.


"Doktor bir dediğime de itiraz etmesen mi?"


"Asker bir olayda da kurallara uysan mı?"


Burak, Demir'in dostane ses tonundan doktorun istediğini yapacağını anlamıştı.


"O olay, Kelebeğim ile ilgiliyse kural tanımam."


"Valla de! Gerçekten mi? Hiç bilmiyordum bak sürpriz oldu." diyen Demir başını iki yana salladı.


"Bu hayatta bir sen daha yoktur. Bir daha bu kadar deli bir adamla karşılaşacağımı hiç sanmıyorum."


"Bir Alfa kolay yetişmiyor Demir Bey." diyen Burak gözlerindeki aşkla Kelebeğine bakıyordu.


"Aşkından çöllere düşen Mecnun kimmiş, aşkından zehir alan Alfa'nın yanında diyorsun." diyen Demir başını aşağı yukarı salladı.


"Bugün bu ameliyathanedeki hiç kimse bir daha asla eskisi gibi olmayacak. Sen hepimizin kendini sorgulamasına neden oldun. Doktoruz biz. Elimizden hayatlar kayıp gidiyor ama buna rağmen nedendir bilinmez yine birçok şeyi erteliyoruz, birçok şeyden kaçıyoruz. Diğerlerini bilemem ama ben bendeki kaçışları sonlandırdım."


Doktor, son cümlelerini söylerken Aylin'e bakmıştı. Genç kız, gözleri kıpkırmızıyken hafifçe başını aşağı yukarı sallamıştı. Bu hareketiyle 'Ben de sonlandırdım.' diyordu.


"Canınızdan değil de ondan."


Burak'ın cümlesi, Demir'in soru dolu gözlerle ona bakmasına neden olmuştu.


"Elinizden kayıp giden hayatlar... Canımızdan değil. Siz sadece onların ön izlemesine şahit oluyorsunuz. Birçoğunun adını nüfus cüzdanından, tıbbi kayıtlarından öğreniyorsunuz. Konuşurken gözlerinin nasıl parladığına şahit olmuyorsunuz mesela. Çünkü size geldiklerinde çoğunlukla gözleri kapalı oluyor. Onları görev bilinciyle kurtardıktan sonra tanıyorsunuz. Bu konuda benziyoruz. Biz askerler de aynı bilinçle aynı istekle sivilleri kurtarıyoruz. Ayrıldığımız nokta... Silah arkadaşlarımız! Biz en zor zamanlarımızda yanımızda olan, beraber güldüğümüz hatta aile özlemiyle beraber gözyaşı döktüğümüz kardeşlerimizi kaybediyoruz. Hayat gerçeğini fark etmen için bir tane böyle dostunu kaybetmen yetiyor. Aynı tastan yemek yediğin insanın ailesine o haberi vermek... Yetiyor."


Baş dönmesi şiddetlenen Burak, bedeninin titremeye başladığını hissetti. Konuşmak iyi gelmemişti.


"Değerleri düzeliyor. Hadi Hilal'i yoğun bakıma alsınlar da biz de..."


Burak'ın gözlerini gören Doğu devam edemedi.


"Ben çok büyük bir aptallık yaptım. Çıkamam."


Burak'ın acı dolu fısıltısı karşısında Doğukan derin bir nefes aldı.


"Bir gün öğrenecekl..."


"Bu şekilde değil! Söyledim sana. Ahh... Sevda annem de oradaydı oğlum."


Gözünden bir damla yaş düşen Burak titrek bir nefes aldı.


"Nasıllardı?"


"Bilmiyorum tek derdim buraya gelmekti. Hatırladığım tek kişi Salih amca."


"Babam gerçekten de burada mı? Bugün nasıl bir gün gerçekten? Sen dışarıdasın, babam İstanbul'da."


"Kelebek etkisi diyoruz sanırım buna senin deyiminle. Asena Hanım topladı herkesi başına. Yalnız Burak... Baban biliyordu değil mi o gün orada olduğunu? Öyle söylemiştin."


"Evet?"


"Dışarıdakilerden en berbat durumda olanı oydu. Gözleri... Bilmiyorum! Gerçekten de koskoca adam yerle yeksan olmuştu. Bana 'Ne oldu?' diye sorarken gerçek anlamda delirmişti."


Söylenenler karşısında Burak kaşlarını çatmıştı. Bu hareketi başındaki ağrının tekrardan kendini göstermesine neden oldu.


"Hilal'e gerçekten çok bağlanmış Salih amca. Gerçi kim bağlanmadı ki? Adam bir de bu ameliyathaneden ikinizin bir çıkacağını biliyor. İkinizi de kaybetme ihtimali çok korkuttu büyük ihtimal."


"Çık dışarı diyorsun yani. Artık iyi olduğumuzu bilsinler. İşte tek sorun benim kanımda dolaşan zehir."


"Serkan yolda. Olmadı sendeki zehire hiç değinmeyiz. Kendimi iyi hissetmiyorum falan dersin ben seni güya lavaboya götürürüz. Hadi! Seni görmeden inanmayacaklar Hilal'in iyi olduğuna."


Doğukan'ın bu cümleleri Burak'ı ikna etmeye yetmişti. Burak b, aşını salladığında Doğu ayağa kalkarak elini kardeşine uzattı.


Burak, kendine uzatılan eli sımsıkı bir şekilde tutarak kalkarken yüzünü buruşturmuştu.


"Derbas'ı gömseydim be bari. Adam sayesinde zehre bünyem alışmış. O olmasaydı..."


"Si..." etrafına bakan Doğukan edeceği küfrü yuttu.


"Emre'nin yanında Derbas deme tamam mı oğlum? Benim bile adamın adını duyunca cinlerim tepeme çıkıyor."


"Yok ya demem. Emre, Derbas'ın Der'ini duyduğu gibi küfretmeye başlıyor. Eftalya yanındaymış, annem yanındaymış takmadan hem de. Durum o kadar vahim."


"Neden acaba?" diye söylenen Doğukan gözlerini devirerek ayakta zor duran kardeşinin kolunu tuttu. Bu temas Burak'ın acıyla inlemesine neden olmuştu.


"Ahh. Dokunma dokunma. Ben kendim yürürüm."


Bu sırada ameliyathanedeki personel de Hilal'i yoğun bakıma almak için toparlanıyordu. Burak'ın zor yürüyen berbat halini gören Doğu düşünceli bir şekilde mırıldandı.


"Bu halde çıkmasa mıydın acaba yaa?"


"Doğu bipolar mısın oğlum? Yarım saattir çık diyen kim?"


"Ne yapayım? Bok gibi görünüyorsun."


"Başım iyice uçtu. Sana cevap veremeyeceğim. Sen cevabı görüyorsun zaten." diye söylenen Burak, Demir'e döndü.


"Doktor beni yoğun bakıma almamak gibi bir şey yapmayacaksın değil mi? Bıçak az ötemde bil istedim."


"Ameliyathaneye giren senin, yoğun bakıma gireceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok Asker." dedi sıkıntılı bir şekilde iç geçiren Demir.


"Ah güzel! Anlaştığımıza sevindim." diyen Burak sevgilisine doğru yürümeye başlamıştı. Genç asker, attığı her adımın onun için ölüm olduğunu anlamamaları için çabalıyordu.


Bakmayın Burak'ın böyle konuşup, dalga geçip, yürüdüğüne. Adam iyi değildi. Hem de hiç iyi değildi. Yalnızca kardeşi (Doğu) panik yapmasın diye iyiymiş gibi yapıyordu.


Hilal'in yanına geldiğinde solgun bir gülümseme belirdi dudaklarında. Eğilerek kızın alnına bir öpücük konduran adam, kalp atışlarındaki saniyelik artış ile bakışlarını monitöre çevirmişti.


"Bu halinle bile, bu halimle bile seni heyecanlandırıyorum ha? Bak bunu öğrenmem iyi oldu. Dilimden ömür boyu kurtulmayacaksınız Asena Hanım. Bilin istedim."


Adamın yumuşak ses tonuyla kızın kulağına fısıldadığı cümleler, kızın kalp atışlarında tekrardan mini bir hızlanmaya neden olmuştu.


"Seni seviyorum Kelebeğim."


Cümle üzerine monitördeki kalp atışlarının ani hızlanması karşısında Burak güldü.


"Kızı rahat bırakır mısın Burak? Biz kalp atışları düzene girsin diye uğraşıyoruz sen taşıkardi geçirtmeye çalışıyorsun." derken gülüyordu Demir.


"Yoğun bakımdaki baygın hastaların söylenenleri duyduğu teorisinin bilimselliği kanıtlamış mıydı? Kanıtlanmadıysa canlı kanıtım var benim." diyen Burak'ın sesinde dakikalar sonra ilk defa neşe vardı.


Sesindeki neşenin aksine, bedeni feryat figan isyan ediyordu.


'Serkan... Her neredeysen çabuk ol kardeşim. Bayılmak üzereyim ve yine mağaradaki o gün gibi kabuslarda boğulmak istemiyorum. Acele et. Lütfen!'


Kelebeğinden hiç ayrılmak istemese de, onu yoğun bakım için hazırlamaları gerektiğinin bilinciyle gönülsüzce geri çekildi ve ameliyathaneden çıktı. Ameliyathanelerin bulunduğu holde ilerlerken attığı her adımla birlikte yer sallanıyordu. Doğukan yanına gelse de kollarının halinden dolayı ona dokunamıyordu.


"Şu kollarına bir şey yapsaydık be oğlum."


"Görmedin mi? Hissediyor." diye mırıldandı Burak hızlı adımlarla çıkış kapısına doğru giderken.


"Ne?" diye sordu Doğukan kaşlarını çatarak. Ne olduğunu anlamamıştı.


"Hilal diyorum... Hissediyor. Orada kalsaydım hissederdi."


"Neyi hissederdi?" dedi adam arkadaşına anlamsız gözlerle bakarken.


Çıkış kapısına geldiklerinde elini düğmeye götüren Burak son gücüyle de düğmeye basmıştı. Kayar kapı iki yana açılırken gözleri kararmaya başlayan Burak arkadaşına baktı.


"Bayılacağımı. Bayıldığımı anlarsa Kelebeğim korkardı."


Kapı açıldığında bir sürü çift göz kendisine hayret, şok, korku ve inanamazlıkla bakmaya başlamıştı.


"Selam Millet!" diyen Burak birinci adımını attı.


İkinci adımı atarken kısık bir sesle "Nasıl gidiyor?" diye mırıldanmıştı.


Üçüncü adımı ise...


Burak üçüncü adımı atamadı.


Gözleri kararan adam, kızların korku dolu çığlıkları eşliğinde bilincini kaybederken, onu yere düşmekten kurtaran kişi Salih Ege olmuştu.


Burak, Salih'in bal rengine dönmüş kırmızı elalarını gördüğünde afalladığını hissetti


'Garip... Kelebeğimin de gözleri acıyla dolduğunda aynı bu bal renklere bürünüyor.'


Bu düşüncenin nedenini nasılını irdeleyemeyecek kadar berbat bir halde olan Burak, babasının kollarının arasında kontrolü elden bıraktı.


Biliyordu çünkü.


Az önce içeride verdiği çabanın aynısını, kollarında durduğu adamın kendisi için vereceğini çok iyi biliyordu genç adam.


Babası, Salih Aslan, ne olursa olsun onu kurtarır ve Kelebeğine kavuşmasını sağlardı.


'Lütfen beni kurtarırken kabus görmemi de engelle babam. Tüm bunlar fazla ağır. Çok çok çok ağır hem de. Ama sana güveniyorum ben. Bu durumumu fark eder ve bir şekilde beni sığınağıma, Kelebeğime, götürürsün. Güveniyorum sana ben. Güveniyorum.' diye düşünen Burak saatlerdir verdiği savaşa yenik düşerek bayıldı.


🌙


Bölüm mü bitti, biz mi meçhul...


Birçok yerinde hıçkırıklara boğulduğum, bölüm öncesi üstten göz atarken eklediğim birkaç kelimeyle bile gözyaşına boğulduğum bir bölümdü. Gerçekten her anıyla beni çok etkiledi.


En çok etkilendiğiniz sahne neresiydi?


Ben iki şarkılı yeri yazarken apayrı dağıldım.


Gencebay tamamen spontane gelişti. Şiir, söz arıyordum bulamadım. Belki bir şarkı ümidiyle bakarken içinde zehir olan bu şarkıya rastladım. Sözler, ve Yiğit'ten gelen anlam... O an kendiliğinden ağlayarak yazmaya başladığım bir sahneydi. Babasının anısıyla, babasına yardım çığlıkları atarak kollarına kesik atan bir adet Küçük Alfa...


İkinci yeri anlatmaya gerek yok. Yaşadım. Burak'ın o ruh halini, çaresizliğini bizzat yaşadım. Bir anda kızarken diğer anda özür dileyen o psikolojiyi yaşadım. Kalbim sıkışıyor, gözlerimde zaten yaşlar. Şu zamana kadar onlarca kelime yazdım, an yazdım.. O psikolojiyi ne 4 yıl önce ne de 17 yıl önce böyle geçirdim. O zamanlar Küçük Alfa küçüktü. İnkarı daha ağır basıyordu. Ama şimdi öyle değildi. Her basıda annesini, babasını, Güneş'ini, Oktay abisini ve tüm mahalleyi kurtarmaya çalıştı. Başta kendi canını! Kaybın ne olduğunu bilen birinden daha tehlikelisi yoktur bu hayatta.


Bilemiyorum belki sahneler, bölüm abartı gelmiştir. 'Bu ne ya sterilizasyon yalan oldu, doktorlara bak işleri izlemek mi?' diye düşünmüşsünüzdür belki. Bilemem. Herkesin kendi şahsi fikri fakat Burak ile başkası asla mümkün olamazdı. Küçücük bir çocukken cehennemde her şeyini kaybeden birisi, bir kez daha alevlerin içinde kaldığında boş duramazdı. Yıllarca o dolabın kapağını itip saklandığı yerden çıkamadığı için pişmanlık duyan, ambulansı bile arayamayan, annesinin son nefesini kollarının arasında vermesini izleyen birisi canı giderken öylece durup da kenarda bekleyemezdi. En önde olacaktı. Kelebeği söz konusu olduğunda Alfa her zaman başı çekecek. Bu hep böyleydi, hep de böyle olacak...


Geçen bölüm de söylediğim gibi tıbbi terimlerde kesinlik iddiam yok ama boş da sallamadım hiçbirini. Uzun araştırmaların sonunda yazdım hepsini. Aslı var hatta astarı da var fakat astar biraz ince 😄


Cevapsız Sorular - 19. Bölüm


İhtilal - 6. Bölüm


İkisi de birbirinden fena.


Fakat 19 hâlâ tabu, hep tabu.


Onu, sonunun mutsuz olduğunu bilerek okuyamıyorum. 19'un aksine burası sıkı uğrak yerim olacak gibi ama. Daha bölümü sizinle paylaşmadan önce bile rahat 3 kere okumuşumdur 🌼.


Öyle işte. Sanırım bu bölümün üstü de gelmez. (Sakarya'daki eve gidiş, Hilal-Burak yüzleşmesi, Hilal-Ege yüzleşmesi, Burak-Emre yüzleşmesi, Burak-Sinan/Sevda/Enver yüzleşmesi ve tabii ki Ege-Melek yüzleşmesi ve niceleri vardı daha ama olsundu 😅)


Güzel Günler Göreceğiz Gençler. Vallaha bak! 😄Tatlış tatlış, bol atışmalı sahneler olacak.


Bir dahaki bölüm Ege ve Melek okuyacağız mesela bol bol 😍


🔥 Bir çift kendileri. Sürekli laf sokmalar ama kıyamamalar. Çok ayrı seviyorum onları, aralarındaki elektriği...


Baştan söyleyeyim bir dahaki bölüm, bu bölümdeki olaylar yaşanırken ameliyathanenin dışında ne olduğuyla ilgili olacak. Yani ultra Hilal-Burak görmeyi beklemeyin pek 🙈


Çok uzun bir süre onlar üzerinden gitti kurgu ve diğerlerinin bakış açısını da görmemiz gerekli (gereklilik değil benim için. Ben diğerlerini yazmayı da çok seviyorum 😍)


Yine de bölüm HilBur'suz geçmesin diye bir sahne ekledim sonlara doğru. O da oldukça kendine has bir sahne oldu ya neyse. Güzel bir sahne endişe etmeyin 😁


Çok konuştum. Buraya kadar okuyanlara selamlar asdadadss 👋


Nedense bırakasım gelmiyor. Bölüm beni çok etkiledi ve müzakeresini yapmak istiyorum sanırım ondan 🙃


Neyse artık gideyim 🤣


Haftaya aynı günde aynı aynı, daha çok Ege ve Melek üzerine kurulu olan 'Aşk-ı Nefret' bölümüyle görüşmek üzere.


Allah'a emanet olun 🌼


Hoşça, sağlıcakla, mutlulukla ve bol kahkahayla kalın 💙


Bildiğiniz üzere, sizi çok çok seven Yazarınız Yasminiesa 😍


B.K.S.


9.109


Loading...
0%