Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm- Nefret-I Aşk

@yasminiesa

Baktım bölüm paylaşılmak için sabırsız, erken atayım o zaman dedim 😍
(20.00'da atacağımı söyledim instada attım ama bildirim gelmedi bir daha attım 💙)

Bölüm medyası ve şarkısı anladığınız üzere Salih Ege ve Melek'e hitabendir 🌼

Keyifli okumalar 💙

💫

Ameliyathane'nin İçinde Kıyametin Koptuğu Saatlerde

"Eğer biraz daha haber verilmezse oğlumun yaptığından farksız bir şey yapmayacağım bilgin olsun Ferman!" dedi Salih büyük bir öfkeyle.

Kanı alılalı dakikalar olmuştu ancak içeriden hala ses seda yoktu.

"O meseleyi açmasak mı Salih amca? Hatırlayınca her şeyi s*ktir edip Bukalemun itini öldürmeye gidesim geliyor." diye mırıldandı Emre berbat bir sesle.

Bu cümle üzerine Aslı Buse, yere oturan sevgilisinin yanına çökerek elini tuttu. Şu an öyle bir andı ki hissettikleri korku, öğrenilen gerçeklerin üstünde sürüyordu.

Olaylar öylesine üst üste gelmişti ki herkes ipin ucunu kaçırmıştı. Bu yüzden de damdan düşer gibi öğrendikleri bütün gerçekleri, Hilal ve Burak'ın ameliyathaneden çıkışına saklamışlardı. Zaten beyinleri de almıyordu öğrendikleri bilgileri.

Yani mesela Salih Aslan, Hilal'in babasıydı. Bu gerçeği sindirebilirler miydi?

Burak'ın her şeyin şahidi olduğunu...

Dilek Kılıç'ın nasıl şehit olduğunu...

Sindiremezlerdi.

"Nasıl bunu sakladınız oğlum?" diye fısıldadı Sevda titreyen sesiyle.

"Şunda anlaşalım mı millet? Anne sen nasıl Güneş'i sakladıysan, dayı sen nasıl annemin bıça..." diyen Emre sol gözünden düşen yaşla eşdeğer olarak başını öne eğdi. Elini sıkan sevgilisini hissettiğinde varlığına şükretti. Akli dengesinin yerinde kalmasını sağlayan tek neden Buse'siydi.

"İşte onu dayı. Siz ikiniz nasıl sakladıysanız biz de o yüzden sakladık."

"Aynı şey mi? Oradaymış Emre. Her şeyi görmüş!"

Sinan'ın çıkışı karşısında Sıla elini adamın koluna koyarak sakinleştirmeye çalıştı.

Emre başını kaldırarak dayısına baktı.

"Biliyorum dayı. Biliyorum! BİLİYORUM! Öğreneli 4 yıl oluyor ve ben her güne bok gibi başlıyorum. Her dakikam kendine bir şey yapacak mı korkusuyla geçiyor. Ben senden gelen her telefonu açarken korkuyorum biliyor musun? Bana onu kaybettiğimizi söyleyeceksin diye delileler gibi korkuyorum!"

Emre'nin çatlayan sesiyle kurduğu cümle karşısında Sinan hüsran dolu bir nefes aldı.

"5N1K oynamanın sırası mı?"

Cümle üzerine ameliyathanenin önündeki herkes, Ferman'a 'Ameliyathaneden haber getir.' isteği haricinde yarım saattir hiçbiriyle muhatap olmayan Salih'e dönmüştü. Kolları dizlerinde yerde oturan adam başını kaldırmadan konuşmaya başladı.

"Onun asıl kaçtığı kendisiydi. Siz de vardınız elbette ama asıl kaçtığı o gündü. Sizin bilmeniz demek en ufak bir şeyde ona o günü hatırlatacak şeyler söylemeniz demekti. Ya da bakmanız... Hiçbir şey bilmediğiniz halde yıllarca alttan aldığınız o çocuğun o gün her şeyin şahidi olduğunu bilseydiniz neler olurdu?"

"Şu an yıllar içinde kurduğum tüm o cümleleri irdeliyorum ben Salih. Hangi cümle canını yaktı, hangi söylediğim..."

Başını yerden kaldıran Salih, kıpkırmızı elalarıyla Sinan'a baktı.

"Hâlâ anlamıyorsunuz. Onun istediği tek şey normal olmaktı. Normal! İnkar ettiği o cehennemin, attığı her adımda ayağına dolanmasını istemiyordu. Daha doğrusu bunu kaldıramıyordu. Eğer bilseydiniz Burak şu an hayatta olmazdı. Empati yap! Canın dediğin insan seninle konuşurken her cümlesini yüz kere düşünüyor, aklındaki şeyleri kırarım düşüncesi ile söylemiyor. Bunun sonunu tahmin edebilirsin. Araya giren kocaman buz kalıpları. Burak sizden uzaklaşmaktan korktu. Onu hayata bağlayan tek şey sizdiniz ve sizin ona rol yapmanızdan korktu. Bunu kaldıramazdı. O zeki çocuk geleceği gördü ve ilk yalanını da bu yüzden söyledi. Sonrası o yalanın kapatmasıydı hep. Büyüdüğünde ise hem bu yalanla yaşamaya alışmıştı, düzenini bozmak, sizi yakmak istemedi hem de... Kayıpları artmıştı. Yarası büyümüştü. Bir kaybı anlatmak, diğerlerini de kanatmaktı. Hepsiyle baş edemezdi. Bu yüzden de kaçtı."

Tüm bunları sindirmeye çalışan Sinan bir süre sonra acıyla mırıldandı.

"Asker olmasına hiç izin vermemeli miydim acaba?"

"Abi..." diye mırıldandı Salih. Bu hitap Sinan'ın bal gözlerini hızla ona çevirmesine neden olmuştu.

Salih bugün yıllardır köşe bucak kaçtığı o hitabı, defalarca kez kullanmıştı.

"Hep sil baştan aldırtıyorsun ama Sinan. Hatırla! Yıllar önce ölümün ucundan aldığın o 18 yaşındaki çocuğu nasıl ikna etmiştin sen? Vatanı için insanları kurtarmasını ve kimsenin kendisi gibi öksüz, yetim kalmaması için canını dişine takmasını söylememiş miydin? O çocuk, o gün o yüzden o hastanenin çatısından atlamadı. O çocuk, o yüzden askeriyeyi bırakıp serserinin biri olmadı. O çocuk, o yüzden... Kendinden geçti Vatanını korudu. Yanma pahasına, yakma pahasına hem de."

Gözünden bir damla yaş düşen Salih başını önüne eğdi. Bu sırada ameliyathanenin holüne doğru olanca öfkesiyle gelen bir kadın, anlatılanlar ile duraksayarak köşeye gizlenmiş söylenenleri dinlemeye başlamıştı.

"İçeride benim 24 yılı- 25 yapalım hatta! İçeride benim 25 yılım var. Ne ilk kalp atışını, ne ilk adımını, ne ilk... İlk seslenişini, ne ilk hayal kırıklığını, ne ilk mezuniyetini... Ne, ne, ne! Listeyi tüm hayatla uzatabilirsin. Hiçbirini göremedim. Orada canı ile savaşıyor şu an ve uyandığında ben bu ilklerin hiçbirisini ne kadar çabalarsam çabalayayım telafi edemeyeceğim. Geçmişe bakıyorum şimdi. En basitinden o gün seni dinlemeseydim, ölmeseydim bile askeriyeyi bıraksaydım... Benim time hiç girmeseydim ya da o operasyon için gönüllü olmasaydım ne olurdu diye. Tüm bunları yaşamazdım doğru. Ama o zaman tüm bunları yaşayamayanların sayısı benden çok çok daha fazla olacaktı. Yaşayamayıp, ölenlerin sayısı! Bana iki yol gösterseler, deseler ki bu böyle olacak. Bunun sonucu ise bu. Biliyorsun değil mi hangi seçeneği seçeceğimi. İclal ile boşanmanızın sebeplerinden birisi de bu değil miydi? 'Vatanın mı, ben mi?' diye senden bir seçim yapmanı istedi. Sen de vatanını seçtin!"

"Konu nasıl buraya geldi?" diye mırıldandı Sinan arkadaşına bakarken.

İclal ile yaptıkları evlilik hiçbir zamana aşk evliliği olmasa da karşılıklı saygıyla birlikte mutlu bir şekilde gidiyordu. Ta ki İclal, evlendiği askerden bir seçim yapmasını isteyene kadar. Sinan seçimini zaten onunla evlenmeden önce yaptığını, asker olduğunu bilerek kendisiyle evlendiğini söylemiş ve ikili kırıp dökmeden, sürdükleri evlilikteki gibi, sakince ayrılmışlardı.

İclal şu an çok sevdiği eşi ve iki kızıyla birlikte gayet de mutluydu. Yanındaki kadına bakan Sinan, son saatlerde yaşananlara rağmen gözlerinin güldüğünü hissetti. Kahveleri gördüğünde hızlanan kalp atışları, kendisinin mutluluğun da ötesinde olduğunu gösteriyordu.

Salih'in konuşmaya devam etmesi ile geçmiş ve gelecek arasındaki düşüncelerinden sıyrılan Sinan şu âna odaklandı.

"Konu hep buydu. Konu hep Vatan! En başından beri oydu, son nefesimizde yine o olacak. Sinan sen Burak'ı alıp gidebilirdin. Başka bir ülkeye, her şeye sil baştan başlamaya... Ferdi baba ve Sultan anneyi de alırdınız. Alın size yeni bir hayat! Ama yapmadın. Sen üniformanı çıkartmayı düşünmedin bile. Bir gün şehit olurum, Burak o zaman gerçekten yanar düşüncesini bile yok saydın. Çünkü senin ihtiyacın vardı. Kurtaramadıklarını kurtarmaya ihtiyacın vardı. Burak'ın da aynı şekilde, Emre'nin de. İkisi de kalplerindeki vatan aşkının yanı sıra, bundan dolayı askeriyeye girdiler. Şimdi sen de aynısını yapmışken kalkıp da keşke askeriyeye girmeseydi diyemezsin. Buna hakkın yok!"

Salih'in söyledikleri Sinan'ın farkındalık dolu bir nefes almasına neden olmuştu.

"Oğlum içeriden çıktığında onu bu saçmalıklara boğmayacağını umuyorum. Onun bu cümleye benim kadar sakin tepki vereceğini zannetmiyorum çünkü. Tüm hayatını bu Vatan üzerine kurdu o. Çünkü tüm hayatını bu Vatana verdi. Yatıp kalkıp o çocuğun vatanına düşman kesilmediğine şükretmelisin. 'Ailem, tüm hayatım, Vatan için yok oldu.' deyip kendine bambaşka bir yol çizebilirdi. Ama yapmadı. Damarlarında akan o kana son damlasına kadar tutundu. İyi ki... İyi ki de tutundu. Şimdi sizin neden, niçin böyle yaptın sorularınız hiçbir gerçeği değiştirmeyecek. Benimkinin de değiştirmeyeceği gibi. Hesap sormayı bırakıp, geleceğe bakmamız gerek. Başla türlü yaşayamayız."

"Hesap vermemek için güzel mantıkmış! Ama bana bir hesap vermen gerekiyor."

Duyduğu ses, kalp atışlarını hızlandırırken Salih Ege bakışlarını Meleğine çevirdi.

"Sen! Hangi hakla beni bayıltırsın?" diyerek yanlarına gelen kadının gözleri alev alevdi.

"Bayılan sendin." dedi Salih Ege bakışlarını kadının yüzünde gezdirirken.

Çok şükür sevdiğinin gül yüzüne renk gelmiş, güzel bakışlarını anlam bürümüştü. Uyuduğu süre, her şeyi olan bu kadına iyi gelmişti.

"Espri mi yaptın şimdi? Gerçekten aşırı modumdayım. Teşekkürler(!)."

Melek'in alaylı cümlesini duyan Ege derin bir nefes aldı.

"Bak ben de aşırı modumdayım. Hadi geç şuraya da..."

"Bana hangi hakla iğne yaparsın?" diyerek onun sözünü kesti Melek. Sesinde büyük bir öfke vardı.

"Nereden biliyorsun benim yaptığımı?" diyen Salih yorulduğunu hissetmişti.

Cümle üzerine Melek hiçbir şey söyleyemedi.

'Senin kokunla uyandım. O yüzden anladım.' diyemezdi ki...

"Yani beni suçlamak için bir delilin yok." dedi onun suskunluğunu farklı bir şekilde yorumlayan Salih.

"Sen yapmadın mı?" diye sordu Melek gözlerini ona dikerek.

"Ben yaptım." dedi Salih dürüst bir şekilde.

Bunun üzerine Melek, sinir bozucu bir şekilde güldü.

"Benim iznim olmada..."

"Bak! Ayakta duruyorsun. Değişen hiçbir şey de olmadı zaten. Ferman Bey hâlâ içeriden tek bir kelime bile öğrenemedi. Teşekkür etmen gerekirk..."

"Teşekkür? Sana bir de! Senin bu kadar komik biri olduğunu bilmiyordum ben yaa. Bu yaptığ..."

"Melek?" diye mırıldandı Salih Ege yumuşak bir sesle.

Adamın ses tonunu duyan kadının kalp atışları hızlanmıştı. Bal rengine dönmüş kızarık ela gözlere bakarken nefes alamadığını hissetti Melek.

Ege, gerçek anlamda acı çekiyordu.

"Bana sataşınca kızının içeride olduğunu unutuyorsun biliyorum ama... Yapmasan? Bugünlük beni muaf tutsan? İnan bana berbat bir haldeyim. Söz onun iyi haberi gelsin, beni kum torban olarak kullanmana sesimi çıkartmayacağım. Ama şimdi değil. Bu haldeyken bana attığın en ufak yumruk bile beni devirmeye yeter. Ve ben düşmemek için çabalarım. Sırf düşmemek için, yerde kalmamak için deliliğimi ortaya çıkarttığım yüzlerce an var. Kesinlikle hiçbiri iyi sonuçlanmadı. Kızım uyandığında, oğlum çıktığında kafamda bir mermiyle ölü bir şekilde morgda yatıyor olmak istemiyorum. Bu yüzden, geldiğimden beri söylediğim gibi... Şimdi değil! Lütfen!"

Melek, tanıdığını hissettiği ama hakkında hiçbir şey bilmediği eski kocasına baktı. Çok rahat bir şekilde mermi, morg ve ölüm kelimelerini kullanabiliyordu. Belindeki silah kılıfı, ilk geldiğinin aksine boştu. Bıçağın da yerinde olmadığını fark etti genç kadın. Büyük ihtimalle kendisine zarar vermesin diye almışlardı. Bu da söylediklerinin gerçek olduğunun kanıtıydı.

Kadın, dudaklarında beliren hüzün dolu gülümsemeye engel olamadı. Evlerini tamir ederken yanlışla eline vurduğu çekiç yüzünden dakikalarca acıyor diye nazlanan adamın yalan olduğunu bir kez daha anlamıştı o an.

Vücudundaki izlere 'Ben biraz serseri takılıyordum lisede. Ailemi kaybettiğimde de bunun dozu arttı. Sokak dövüşlerine katılmak gibi bir hata yaptım.' dediği an da yalandı.

'İsmimin anlamı benim için gerçekten özel. Bana her Ege'm deyişinle beni küle çeviriyorsun kadın.' dediği an da.

Ne lise terkti, ne sokak dövüşçüsü. Ne de... Ne de adı Ege'ydi.

Askerlik mesleğinin getirisiydi o yaralanmalar. Kimliğini gizlemek için söylediği bir isimdi Ege ismi. Adamın her söylediği yalan dolandı.

Ne doğruydu peki? Adı bile yalanken... Ne doğru olabilirdi ki?

'Az önce duyduğun hikaye... 18 yaşında ailesini kaydeden o çocuk. Kendisiydi! Sana ailesini anlattı. 18 yaşında bir trafik kazasında hepsini kaybettiğini. Bu doğruysa... Belki diğerleri de doğrudur?

Melek iç sesini susturdu. Yıllardır gaddar, dominant Melek olarak iyi rol yapıyordu. Fakat şu içindeki ses... Hayatının her aşamasında Ege'yi koruyarak ortaya çıkıyordu.

'İçindeki ses mi, geçmişindeki sen mi? Hilal bana değil babasına benziyor diyorsun ya... Kısmen doğru, çokça yalan. O kız senin geçmişteki hâlin. Ve sen bunu kabul etmeye korkuyorsun. Çünkü şu an Ege'n sana 'Nedeni şu!' dese... Sen ona, o nedene teslim olup affedersin onu. O yılları bir kalemde silemesen de, canını delicesine yakacak olsa da, kendine ihanet olsa bile... Affedersin!'

Dolan gözlerinden bir damla yaş düşen Melek, bu gerçeği kesinlikle kabul etmedi. Edemezdi ki. Onca acıyı yok sayıp... Edemezdi.

"Konuşma ve gözüme gözükme!" diye mırıldanarak Ege'nin çarprazındaki koltuğa annesinin yanına oturdu.

"Daha iyi gözüküyorsun."

Seher'in cümlesi üzerine öfkeyle ona döndü kadın. Bu cümle 'İyi ki yapmış bak iğneyi. İyi gözüküyorsun.' demekti ne de olsa.

"Senin göz bebeğin geldi tabii. Yaptığı her şeyi haklı bulursun sen şimdi." dedi Melek alayla gülerek.

Biraz önce kızının yanağından düşen gözyaşının izini silen Seher şefkatle konuştu.

"Benim göz bebeğim sensin kızım. İstediğim tek şey de senin mutlu kahkahalarını duymak, parlayan gözlerini görmek."

Melek'in kahvelerinden ikinci ve üçüncü yaşlar ardı sıra dökülürken başını iki yana sallayarak fısıldadı.

"Sakın saçma bir şey yapmaya kalkma anne. O istediğin mutluluğa da kızım oradan çıkıp gözlerini açtığında kavuşacaksın."

"Bu huyunu babandan almışsın. Göz göre göre inkar etmek. O da böyleydi." diyen Seher kızını daha fazla sıkıştırmak istemediği için sustu.

Onun başka bir şey söylemeyeceğini anlayan Melek, 4 yaşında bir çocuk gibi başını annesinin omzuna koyarak gözlerini kapattı.

Lütfen Hilal'im. Madem adını gökyüzündeki Hilal'den değil de al bayrağımızdaki Hilal'den almışsın... Lütfen hakkını ver. Savaş! Bana, bize geri dön. Hem... Merak ettiğin o adam da burada. Seni bekliyor. Korktuğun gibi değilmiş. Kötü birisi ya da bir terörist değilmiş. Senin gibi vatanı için çırpınan bir aşıkmış. Ne beni ne de... Babanı sensiz bırakma Kızım. Lütfen! Lütfen bize geri dön.

🌙

"Gelenler kim?" diyen Ulaş'la birlikte hepsi başını kaldırarak holde kendilerine doğru koşan kişilere baktılar.

Hepsinin gözü ister istemez elinde çanta olan adamın kafasındaki koca kaska takılmıştı.

"Ecem?" diyen Nisa şaşkınlık dolu bir nefes alarak sevgilisi Ulaş'a döndü.

Emre, oturduğu yerden hızla kalkarken kasklı adama büyük bir şokla bakıyordu.

"Bana onun Doğu olduğunu söylemeyeceksiniz değil mi?"

Onlar neler olduğunu anlamaya çalışırken Ferman'ın sesi duyuldu.

"Aytekin yanlarındaki kişi. Bizim laboratuvar teknisyeni."

Korkulu bir sesle "Neler oluyor?" diye soran Melek de ayaklanmıştı.

Salih de hızla ayağa kalkarken eski karısına doğru bir bakış attı. Meleğinin korku dolu gözleri de kendisinin üzerindeydi.

O an, ikisi de Seher'in itina ile sürekli değindiği olayı anlamışlardı.

Onların bir kızları vardı.

Bu yüzden de ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın söz konusu Hilal olduğunda ikisi de ilk birbirlerinde arayacaktı çareyi, teselliyi. Çünkü dünya üzerindeki hiç kimse, kızları için bu şekilde hissedemeyecekti. İkisinin de korkusunun seviyesi aynıydı.

En pik nokta!

"Kadavra?" diye seslendi Sinan emin olmak istercesine.

"Benim önce dayım sonra da Binbaşım olan adam. Benim. İzninizle sorularınızı sonraya saklayalım. Acelem var. Aytekin?

Aytekin ameliyathanenin kapısına doğru giderken Salih, Doğukan'ın önüne geçmişti.

"Hayır hayır! Dur. Dur Doğu! Neler oluyor?" derken sesinde çok büyük bir endişe ve korku vardı. Ela gözlerinde de olduğu gibi.

"Salih amca acilen içeriye girmem gerekiyor. Hilal'in hayatı buna bağlı."

Doğukan'ın cümlesi, Salih'in kenara çekilmesine yetmişti.

Kızı kurtulsun da... Varsın o gebersindi.
Önemli değildi!

Doğukan ve Aytekin'in içeri girmesiyle birlikte tüm bakışlar bir cevap umuduyla Ecem'e doğru dönmüştü.

"Ben de bilmiyorum. Burak'ın onu aradığını ve ona acilen bir şey götürmesi gerektiğini söyledi."

"Doğukan'ı 7 yıl sonra evinden çıkartacak kadar büyük ne olmuş olabilir?" diyen Emre hepsinin aklındaki soruyu dile getirmişti.

🌙

"BEN DELİRECEĞİM! BEN DELİRECEĞİM FERMAN!" diyen Salih ayağa kalktığı gibi arkadaşının yakalarına yapıştı.

"Salih Amca!" dedi Ulaş endişeli bir şekilde.

"Sen bu hastanenin müdürü değil misin ? Nasıl bir haber alamazsın içeriden?"

Salih ellerini arkadaşının yakasından çekmese de sakin kalmaya çalışıyordu.

"İçeride Burak olduğunu unutuyorsun amca." dedi Emre oturduğu yerden.

"Bizi nasıl habersiz bırakabilir? O benim kızı..."

Ferman'ın yakalarını bıraktıktan sonra gözlerini kapatan Salih acıyla derin bir nefes aldı.

"O bunu bilmiyor. Düşününce ben de yalnızca saatler önce öğrendim zaten. Ne güzel(!). Ne tepki verecek öğrenince?"

Salih'in cümlesi üzerine Emre başını iki yana saklayarak güldü. Bu gülüş mutlu bir gülüş değildi.

"Ben olayın şokunu sindiremedim hâlâ. Gerçek dışı geliyor. Onda da farksız olacağını zannetmiyorum."

"Gerçekten öyle. Hepimiz şaşkınız. Yani... Olumsuz bir tepki vermez diye düşünüyorum ama Burak bu şimdi." dedi Enver sıkıntılı bir sesle.

"Garip!"

Melek'in alay dolu sert sesi soru dolu gözlerin ona dönmesine neden olmuştu. Melek'in iğneleyici bakışları ise kendisine bakmayan Salih Ege'nin üzerindeydi.

"Eee garip olan ne diye sormanı bekliyorum." dedi kadın gözlerini Ege'den çekmeden.

"Garip işte Melek. Neyi sorayım?" diyen Salih Ege iğneleyici bakışları hissetse de kadına dönmemişti.

"Sen nasıl bu kadar kolay sindirdin bu olayı? Aklım almıyor. Herkes şokta. Herkes! Ama sen değilsin. Neden?"

"Mesleki deformasyon. Bu meslek insana hayatta hiçbir şeye şaşırtmamayı öğretiyor."

"S*ktir!" diye mırıldandı Melek.

Hiç beklemediği bu küfrü duyan Salih kocaman açtığı gözleriyle kadına baktı.

"İki saniye önce hiçbir şey şaşırtamaz diyordun. Bu bakışlar ne?"

Ayağa kalkan kadın eski kocasının önüne kadar geldi ve eskiden(!) aşık olduğu ela gözlere baktı.

"Ettiğim bir küfre bile şaşkınca bakan sen... Bir kızın olduğuna nasıl şaşırmadın?"

Ege yakınında duran kahverengi gözlere bakarken sessiz kaldı.

"Hamile olduğumu biliyor muydun?" diye fısıldadı Melek.

Soru, Salih'in boğazındaki düğümle yutkunmasına neden olmuştu. Aklına karısının, eski karısının, hamile olduğunu öğrendiği gün gelmişti. Ve sonrasında yaşananlar...

"Biliyordun!" dedi Melek ne düşüneceğini bilemeyerek.

Genç kadın başını iki yana salladı.

"Nasıl bilebilirsin? Amcamla irtibattaydın desem... Amcamın haberi yoktu. Sonra da bizim ondan hiç haberimiz olmadı zaten. Nasıl öğrendin?"

"Ne fark edecek?" dedi Ege acı bir gülümsemeyle.

"Nasıl öğrendin Salih?"

Hitap, adamın kalbine bir ok misali saplanmıştı.

"Nasıl öğrendin Salih?" diye tekrar sordu Melek.

Saçma bir şekilde adamın elaları acıyla dolmuştu.

'Her Salih dediğine kalbine bir ok giriyor ya. Belki onda da öyle oluyordur.'

"Nasıl öğrendin Salih?"

"Çocuk gibi bunu yapmaya devam mı edeceksin?" diye soran Salih Ege'nin gözlerinde ciddi bir ifade belirmişti.

"Buna saatlerce devam edebilirim ki... Senin de bunu çok iyi bilmen gerekiyor. Şimdi! Nasıl öğrendin Sa..."

"Haber! Haberlerden." diyen Salih Ege bir kez daha o hitabı kaldıramayacağını hissetmişti.

"İçimden yine küfrettim bak şimdi. Yıllar boyu takıldığım sosyete çevrem bu halimi görse kalp krizi geçirirdi." diyen Melek kaşlarını kaldırarak alayla güldü.

"Ne zamandan beri sosyete haberlerini takip ediyorsun? Sen gazetede ne magazin ne de ekonomi okursun. Yalnızca 3. sayfa ve spor haberleri."

Salih Ege, hızlanan kalp atışlarını zorlukla kontrol altına aldı. 25 yıla rağmen onu tanıyan bu kadına hissettiği aşk kelimelere dahi dökülemezdi.

Kelimelere dökülemese de elalarına dökülmüştü.

Fakat parlamaya başlayan elaları, duyduğu cümle ile tekrardan karardı.

"Nasıl öğrendin Salih?"

Sinirleri bozulan adam, sakinleşme ihtiyacıyla güldü. Madem Melek böyle oynamak istiyordu...

"Magazin haberlerinden Melek Gökmen! Magazin haberlerinden... Beni tanıdığını nereden çıkarttın acaba?"

"Hangi takımlısın?"

Melek'in sorduğu soru karşısında Salih kaşlarını çattı.

"Ne?"

"Diyorum ki hangi takımlısın? Kolay bir soru ama bu. Hadi!"

"Hilal içeride ameliyatta. Ondan hiçbir haber alamıyoruz ve senin sorduğun soru bu mu? Gerçekten mi?"

"Hayır sorduğum soru bu değil! Hamile olduğumu nasıl öğrendiğini soruyorum. Ama sen buna cevap vermeyerek olayı daha çok kurcalamamı sağlıyorsun... Sinan?" diyen Melek, Sinan'a doğru döndü.

"Eg..."

Alışkanlıkla Ege demek üzereyken kendini durduran Melek tekrardan cümleye başladı.

"Salih, Samsunsporlu mu?"

Cümle üzerine Sinan, Salih Ege'ye bakarak sessiz kaldı. Bu sessizlik Melek'in olayı evet olarak yorumlamasını sağlamıştı.

"O zaman Samsun'lusun da."

"Ne yapıyorsun Melek?" diyen Salih içinde parlayan aktif volkanı hissediyordu.

Bu sahneye şahit olan Onur, yanındaki Tuncay ve Yağız'a döndü.

"Bu sahne size de çok tanıdık gelmedi mi?"

"Hilal üsse geldiğinde yaşananların kopyası gibi." diye mırıldandı Yağız.

Emre, herkesin kendi halinde takılmasını fırsat bilerek oturduğu yerden yanındaki konuşan arkadaşlarına cevap verdi.

"Ne bekliyordunuz? Hilal'i Melek abla, Burak'ı da amcam büyüttü. Yalnız... Ben Melek abladan böyle bir atak beklemiyordum."

"Ben de. Hilal ben anneme değil anneanneme çekmişim derdi." dedi Tuncay kısık bir şekilde.

"Demek ki Melek abla da annesine çekmiş aslında. Sizce bundan sonra ne olacak?" diye soran Onur ekip arkadaşlarına bakmıştı.

"Amcam asla gerçekleri anlatmaz. Hilal ve Burak ise asla kenardan izlemez. Hikayenin sonu kısmen belli. Geçmişte neler yaşandı bilmiyorum ama Salih amcamı defalarca kez uzaklara bakarken yakaladım. Hikayeyi ilk öğrendiğinde Burak darmadağın olmuştu. Yani... Bundan sonra ne olacağı sadece Melek ablanın elinde gibi. Gerçekleri öğrendiğinde yaptığı seçimle ilerleyecek hikayeleri."

Onlar kendi aralarında böyle konuşadursunlar Melek ve Ege nerede olduklarını unutarak birbirlerini iğnelemeye devam ediyorlardı.

Salih'in 'Ne yapıyorsun Melek?' sorusuna Melek yine aynı ses tonuyla sorduğu aynı soruyla karşılık vermişti.

"Nasıl öğrendin Salih?"

Salih Ege, dilinin ucuna kadar gelen küfrü son anda dudaklarını birbirine kenetleyerek susturdu.

"Tutma içinde tutma." dedi kadın büyük bir alayla.

"Senden tek bir şey rica ettim. Kızımla oğlum içeriden çıkana kadar bana saldırma dedim. Az bi beni sal daa!" dedi Salih öfkeyle. Onun bu sert çıkışı Melek'in canını yakmıştı.

Aklında karşısındaki adamın onu boşarken söylediği sözler yankılanmaya başlarken bir adım geriye gitti kadın. Yine yıllar önceki o günde yanmıştı.

"Kusura bakma. Özgürlüğüne ne denli düşkün olduğunu, kısıtlanmaktan nasıl nefret ettiğini bir anlık gafletle unutmuşum. Hatırlattığın için teşekkürler. Salıyorum seni istediğini yapabilirsin."

Buz gibi bir ses, buz gibi bakan kahveler ve millerce kilometreyle birlikte örülen koca bir duvar...

Artık gül kokmayan Gül Kokulusu, ona o günkü bakışlarla bakıyordu. Ondan gitmişçesine...

"Melek..." diye mırıldandı Salih Ege.

Zaten yanındayken uzağında duruyor diye yanıyordu, şimdi kadın yanından da gitmişti ve bu durum adamı kahretmişti.

"Şu an olağanüstü bir haldeyiz. Geç köşene otur. Şu hastanenin içinden çıktığımız günden sonra da hiç endişelenme... Her şey istediğin olacak. Yalnızca kızım için önemli günlerde mecburen göreceksin beni. Onda da seni saldığımdan emin olurum merak etme."

Salih Ege, kendine küfürler ede ede yanından geçen kadının kolunu tuttu. Yanlış anlaşılmasın! Kendisine küfür etmesinin asıl sebebi söylediği cümle değildi. Kadının kolunu tutma isteğiydi. Kadına kendini açıklama isteği, o gözlerdeki bakışı değiştirme isteğiydi...

Asla söyleyemeyecekleri varken bu isteğine yenik düşmesi çok saçmaydı.

"Bırak..." diye mırıldandı Melek gayet sakin bir sesle. Ege, bu donuk ses tonundansa öfkeyi kesinlikle tercih ederdi.

"Her şey çok üst üste geldi öyle demek istemed..."

"Gayet de farkındalıkla söylemiştin o sözleri. Bırak!" diyen kadın başını ona çevirmemişti.

O sözleri... Onu boşarkenki o acımasız sözleri!

"Ben..." diye başlayan Ege gözlerini kapatarak yutkundu.

Ne diyecekti ki? Bir söz, peşi sıra bin sözü getirirdi. Ve sözlerin tükendiği an da, mağaradaki o Cehennem'e çıkardı.

"Sen! Hadi bırak kolumu. Sen bırakmayı güzel becerirsin."

Melek'in sesinde iğneleme değil de acı vardı. Bu durum, Salih Ege'nin gözlerini açarak ona bakmasına neden olmuştu.

"Bana iki yol gösterseler, deseler ki bu böyle olacak. Bunun sonucu ise bu. Kesinlikle senin yanından teğet bile geçmeyen o yolu seçerdim." dedi Melek neredeyse dibinde duran ela gözlere bakarak.

"Binlerce kadını, çocuğu, genci kurtaran vatanına aşık sen... Benim içimdeki çocuğu da, genç kızı da, kadını da kendi ellerinle öldürdün. Şimdi söyle bana. 1000 kişiyi kurtarsan da 1 kişiyi öldürmek... Katil olmanı sağlamaz mı? Senin ellerinde kan var Asker! Hayata umutla bakan bir kızın kanı. Bu yüzden rica ediyorum kolumu bırak, bana dokunma. Elindeki kanların bedenimde yer almasını istemiyorum."

Bakışlarını yerdeki karolara diken Ege'nin eli kendiliğinden çözülmüş, kadının kolunu bırakmıştı. Melek, söylediklerinin ağırlığını bilerek Ege'yi görmeyecek şekilde koltuğa oturdu.

Sorun şuradaydı ki... Melek asla sözlerinin ağırlığını bilemezdi.

'Senin ellerinde kan var Asker!' sözü ruhunu delerken Ege başını öne eğerek acıyla güldü.

Yaptığın tespitin doğruluğu hakkında tek bir fikrin yok Meleğim. Benim ellerimde kan var haklısın. Senin, o küçüğün hatta Kadir Alacalı'nın kanı kadar soyut da değiller hem de. Somut, tüm gerçekliği ile! Kardeşim dediğim adamın kanı var mesela. Ondan yarınlarını çaldım. Senin amcanın kanı var mesela... Kafasını havaya uçurduğum.

Baba dediğim insanı öldürdüm ben.
Bana oğlum diye seslenen...
Baba dediğin insanı öldürdüm ben.
Seni kızım diye seven...
Onun kanı ellerimdeyken sana dokunmak gibi bir aptallık yaptım. Bağışla...

Melek hariç herkes Salih'in bu donakalmış haline bakarken Sinan kardeşine doğru yürümeye başladı. Tam o an, ameliyathanenin kapıları kayarak iki yana açılmıştı.

Kapı açıldığında tüm bakışlar oraya döndü.

Bekledikleri manzara kesinlikle bu değildi!

Burak'ın kanlar içindeki halini gördüklerinde hayret, şok, korku ve inanamazlıkla bakmaya başlamışlardı.

Neler oluyordu?

Salih, oğlunun kanlar içindeki kollarını gördüğünde hızla ona doğru yürüdü.

"Selam Millet!" diyen Burak birinci adımını attı.

Sinan, kocaman açılmış gözleriyle şok içinde yeğenine bakıyordu.

Neler olmuştu?

İkinci adımı atarken kısık bir sesle "Nasıl gidiyor?" diye mırıldanmıştı genç asker.

Üçüncü adımı ise...

Burak, üçüncü adımı atamadı.

Oğlunun bayılacağını anlayan Salih Ege, son anda yere düşmeden önce onu tutmuştu.

Burak'ın ağırlığıyla birlikte dizlerinin üzerine çökerken eli anında kollarındaki oğlunun nabzını buldu.

Çok hızlı atıyordu.

Burak'ın kolundaki bıçaklı yanıklar ve bedenindeki ateş Doğukan ile birleştiğinde Salih olayı anlamıştı.

"Bıçak zehirli miydi?" derken sesinde büyük bir korku vardı.

Soru üzerine Melek ve Sevda aynı korku dolu bakışlarla cevap istercesine Doğu'ya döndüler.

"Evet. Endişelenmeyin Hilal'e panzehiri verdi az önce. Durumu iyi. Yani... İyi olacak."

"Şu an olayı anlayamadım ben. Oğlumun kolları neden kanla kaplı ve kesik dolu?"

Sevda'nın sorusu inkardan başka bir şey değildi. Kadın durumu kabullenmek istemiyordu.

"Panzehiri tek doz mu getirdin?" diye sordu Emre yerde Salih amcasının kollarında yatan kardeşine bakarken.

Ama o bu anı daha önce yaşamıştı. Yine mi?..

"O panzehirden bende tek vardı. Serkan yolda."

Sinan, canı olan yeğenine bakarken başının döndüğünü hissetmişti.
Emre ise içinden onlarca duygu geçerken gözlerini kapattı.

"Birisi bana açıklayabilir mi? Tüm bunlar... Tüm bu şeyler nasıl oldu?" diye fısıldarken sesinden acı ve çaresizlik akıyordu.

"Bana da el atsınlar açıklarlarken." diyen Salih elini oğlunun boynundan (nabzından) çekmeden Doğu'ya döndü.

"Hilal gerçekten iyi mi?"

"İyi olmasa Burak burada olur muydu Salih amca?"

"Oğlum... Soruma cevap ver. Kızım iyi mi?"

Doğukan, Salih'in ultra berbat haline soru dolu gözlerle baktıktan sonra mırıldandı.

"İyi olacak. Panzehir etkisini gösteriyor."

"Sakladığınız bir şey mi var?" diye sordu Melek titreyen sesiyle. Karşısındaki adamın kaçamak cevaplar verdiğini fark etmişti.

Melek'in ses tonu, Ege'nin kadına bir bakış atmasına neden olmuştu.

Ah be Gül'üm. Seni teselli edememek var ya... O apayrı yakıyor canımı.

"Doktor ben değilim Melek Hanım. Söylenecekleri doktor söylesin." diyen Doğukan, Sevda'nın Burak'a doğru yaklaştığını fark ederek kolundan tuttu.

"Sevda teyze yaralarında hâlâ zehir olabilir. O it bıçağı zehirde harladığı için direkt kana karıştığından olmaya da bilir ama biz garantiye alalım. Dokunma. Bulaş türü nasıl bilmiyoruz."

Sevda, yerdeki oğluna bakmayı keserek Doğukan'a çevirdi kahverengi gözlerini.

Onun şefkate bürünen gözlerini gören Doğukan usulca yutkundu.

Şu an kendisini çırılçıplak hissediyordu.

'Keşke şapka olsaydı ya da gözlük ya da kaskı geri taksaydım.' diye düşünen Doğukan gözlerini kaçırdı. Yüzünün sol tarafında, yara izinin olduğu kısımda, hissettiği el gözlerini kapatmasına neden olmuştu. İlk gözyaşı izinsizce düşmüştü.

"Şu ana kadar oğullarıma bir fiske vurmadım ama sanırım bir ilk gerçekleştireceğim. Hatırlat da şuradan çıktığımda kötekle sana girişeyim."

Sevda'nın cümlesi üzerine mavilerinden yaşlar akmasına rağmen Doğu hafifçe gülümsedi.

"Neredesin oğlum sen?"

Sevda'nın özlem ve endişeyle dolu sorusu üzerine gözlerini açan adam özür dilercesine ona baktı.

Onun bakışlarını gören kadın hüsranla iç geçirdi.

"Nedir benim sizden çektiğim böyle? Hepinizi sıra dayağına alacağım. Başı sen ve Burak çekecek. Haberiniz olsun!"

"Benim ne suçum var ama yaa?" diyerek araya giren Ulaş'ın sesi 28 değil de 18 yaşında bir çocuk gibi çıkmıştı.

"Sen kurunun yanındaki yaş oluyorsun Ulaş."

"Lise 3'teki gibi olacaksa ben varım. Dayak diye okuldan alıp bize ziyafet çektirmiştin." dedi Ulaş sırıtarak. Dudaklarındaki gülümsemenin aksine endişeli gözleri Burak'ın üzerindeydi.

Sevda, Ulaş'a sevgi dolu bir bakış attıktan sonra karşısındaki oğluna baktı.

"Bir daha ortadan kaybolmayacaksın!" derken elini Doğukan'ın yanağından çekmemişti. Elini kadının elinin üzerine koyan Doğukan, tuttuğu eli yanağından ayırarak indirdikten sonra sıktı.

"Konuşuruz teyzem bunları. Şu an bu hastaneden istesem de çıkamayacağım zaten." diyen adam, Emre'ye doğru baktı.

"Serkan'ı arasana. Benim telefon içeride kaldı."

"Aradım az önce açmadı. Onur bir baksana nerelerde?"

"Bakıyorum abi." diye mırıldanan Onur hızla kendi telefonunu çıkartmıştı.

"Nasıl durumu?" diye soran Sinan'ın kızarık bal gözleri Salih'e çevrilmişti.

"Nabzı hızlı, ateşi var. Ferman birine haber verdin mi?"

"Sedye istiyorum şimdi." dedi Ferman derin bir nefes alarak.

"Soğuk kompres için..." diye mırıldanan Salih'i Ulaş'ın cümlesi durdurdu.

"Ben almaya giderim Salih Amca. Bu katta var mıydı Ferman Amca?"

"Evet. Müşahede odalarında, diğer koridorda."

Ferman'ın tarifi üzerine Ulaş koşarak uzaklaşmaya başlamıştı.

Bu sırada ameliyathanenin kapısı tekrardan açıldı. Dışarı çıkan Demir'in bakışları anında yerdeki Burak'ı bulmuştu.

"Bayıldı mı?"

"Çıkar çıkmaz." diye mırıldandı Doğukan.

"Ateşi çok mu?"

"Aşırı değil ama yüksek. Normalde bayılması bu kadar basit/hızlı olmazdı Tepkiyi veren bedeninden ziyade ruhu olsa gerek." diye mırıldandı Salih.

"Şu saatten sonra her şeye inanırım. Söyleyeyim de sedye getirsinler."

"Gerek yok. Ben söyledim." dedi Ferman

"Anlaşıldı hocam." diyen Demir karşısındaki 20 kişiye baktı.

Hangisi hasta yakınıydı şimdi?

O bunu düşünürken kapı tekrar açıldı. Önündeki manzarayı gören Kerem korkuyla durdu.

"İyi mi? Panzehir ne zaman geliyormuş? Kan takviyesi yapalım mı ona da?"

Emre bu teklife anında gönüllü olmuştu.

"Benden alabilirsiniz. Ben de A Rh pozitifim. Hatta torbayla falan uğraşmaya gerek yok direkt..."

"Sen de askersin anlaşılan. Size göre normal gelebilir ama damardan damara kan nakli yapmıyoruz. Bugün yeterince kural ihlali yapmadık mı? Kan bankasında vardır A pozitif. Kerem haber verir misin hazırlasınlar. Telefonum sendeydi."

"Gideyim de ben alayım abi. Daha fazla kişiyi çıkartmayalım bu kata." diyen Kerem hızla koridorda ilerlemeye başlamıştı.

"Daha ne kadar kişi çıkartamayabiliriz ki?" diye mırıldanan Demir önündeki kalabalığa baktı.

"Bu kalabalığa bakarak Hilal çok seviliyormuş sanırım demeyeceğim. Şu yerdeki deli bizzat gösterdi sağ olsun. Hasta yakınlarıyla konuşabilir miyim biraz?"

"Kötü bir şey mi var?" diye sordu Seher sesi titrerken.

"Bıçak zehirliymiş."

"Valla de?" dedi Salih içinde kopan fırtınayla. Onun alaylı sesi karşısında doktor derin bir nefes aldı.

"Bir asker daha! Bugün benim imtihan günüm sanırım."

"Demir!" dedi Ferman uyarır bir sesle.

Ege yorgun bakışlarla genç doktora baktı.

"İnan bana Doktor benimki kadar büyük bir imtihan gününde değilsindir. Gördüğün üzere oğlum zehirli bir şekilde kollarımda baygın yatıyor. Diğer tarafta ise... Bırak lafı gevelemeyi de şu işin doğrusunu söyle. Kızıma ne oldu?"

Demir karşısındaki adama baktı.

"Yalnızca ailesine bilgi verebilirim. Öz kızınız mı?"

"Öz kızım..." diye mırıldandı Salih bu kural takıntılısı doktora bakarak.

Melek istemsizce "Ne de kolay kabullendi ama." diye mırıldanmıştı.

Melek'in söylediğini duyan Salih feryat eden elalarıyla Sinan'a baktı.

"Sinan! Allah rızası için ver şuna silahını. Gebertsin beni de kurtulsun!"

Melek, yerdeki adama bir bakış attıktan sonra acıyla güldü.

"25 yıl sonra ortaya çıkıp zeytinyağı gibi üste çıkmak mı? Kötü yine ben oldum iyi mi?"

Ege, kızaran elalarını aşık olduğu kadına çevirdi.

"Getirteyim mi içerideki zehirli bıçağı? Saplarsan dinecek mi öfken?"

"Sence?" diye fısıldadı Melek. Kahverengi gözlerdeki acı, adamın ruhuna zehir etkisi verirken Ege başını iki yana salladı.

Dinmezdi! Ne öfke, ne de acı... Dinmezdi.

Kalbinin yarısına sahip olan kadından gözlerini çeken adam, kalbinin diğer yarısını işgal eden küçüğü için doktora baktı.

"Kızım nasıl? Bodoslama konuya dalar mısın Doktor? Şu an ayrıntı kaldıracak psikolojide değilim. Düşünemiyorum."

"Şu an durumu iyi diyebilirim, stabile dönüyor ama..." diyen Demir duraksadı.

"Ama?" diye sordu Ege sabırsızca.

"Ama?" diye sordu Melek korkuyla.

Aynı anda konuşan ikili birbirlerine bakmamak için hayatlarının savaşını veriyorlardı. Bu sırada Ulaş yanlarına ulaşmış, buz torbasını ondan alan Emre de Burak'ın ateşini düşürmek için harekete kardeşinin yanına yere çökmüştü.

"Ameliyat esnasında Hilal'in kalbi durdu." diyen Demir ile herkesin gözleri faltaşı gibi açılmıştı.

Emre elindeki torbanın parmaklarının arasından kayıp yere düştüğünü hissederken doktora doğru baktı.

Demir insanlara kötü haberin daha da berbat kısmını söyledi.

"Yaklaşık 25 dakika boyunca... Kalp masajını 10. dakikadan sonra Burak devraldı. Durdurabileceğim bir durum değildi." diye mırıldanan Demir'in aklına duraksamadan dakikalarca kalp masajı yapan asker gelmişti.

"S*ktir!" diye mırıldanan Emre'nin bakışları anında Burak'a dönmüştü.

Neler yaşadın sen kardeşim? İçeride neler yaşadın, ne kadar korktun? Ne kadar yandın, ne kadar delirdin?

Titreyen eli ile buz torbasını adamın başına koyan Emre, boşta kalan eliyle kardeşinin gözlerini kapattı.

'İmkanım olsaydı da gördüklerini unutturabilseydim. Ama dayan biraz daha. Asena'n unutturacak sana her şeyi. Dayan Kardeşim. Dayan!'

Emre'nin hareketiyle boğazı düğümlenen Salih, oğlunun berbat haldeki yüzüne bakarken sol gözünden bir damla yaşın düştüğünü hissetti.

"Bu kalp durması bir soruna neden olacak mı?" diye soran Seher'in sesinden endişe akıyordu.

"Bunu ancak gelecekte anlayabiliriz, net bir şey söyleyemem. En başında ameliyathaneye girerken de söylediğim gibi bıçak hayati bir yerinde değildi. Kalbinin durmasına neden olan şey zehir. Şu an zehirden dolayı değerleri hâlâ anormal ve bu yüzden bazı şeyleri saptayamıyoruz. Hasar olup olmadığını anlayabileceğimiz tek kesin yol uyanması."

Demir'in sözleri bomba etkisi yapmıştı. Herkes büyük bir hüsrana boğulurken söylenmesi gerekenler olduğunun bilincindeki doktor devam etti.

"Bilmeniz gerekir ki zehir olayıyla birlikte ameliyathanede işler ciddi anlamda çığrından çıktı. Burak... Ortalığı karıştırdı. Ameliyathanede sterilize adı altında hiçbir şey kalmadı. İşler benim itiraz edeceğim ya da sterilize sağlamalıyız diyerek önlem alacağım noktayı çoktan geçmişti. Önümüzde hiçbir seçenek yoktu. Bu yaşanmasaydı onu kaybedecektik. Maalesef çok geç anladık kalp ritmindeki düzensizliğin zehir kaynaklı olduğunu. İşin iyi yanı bu olaylar olurken ameliyatın zaten bitmiş olmasıydı. Yani hastayı kapatmıştık, tüm yaşananlar olurken açık bir yara yoktu. Yine de... Hilal'i sterilize bir yoğun bakıma alıp gözlemlememiz gerekiyor. Enfeksiyon riski çok çok yüksek. Bunun başlıca nedeni de yine bizzat zehirin kendisi tabii."

"Bu zehir durumunun riski ne kadar yüksek peki? Hasar..?" diye sordu Melek titreyen sesiyle.

"Bu soruya bir bilirkişi ile konuşmadan, testler yapılmadan bir cevap veremem. Zehirler hakkında bir bilgim yok. Bıçak zehirli olmasaydı size şu an ameliyatın çok iyi geçtiğini ve hayati tehlikesinin minimum düzeyde olduğunu, evde dinlenme şartıyla hafta başında hastaneden bile çıkartabileceğimi söylüyor olacaktım. Fakat şu an işler çok karışık. Yine de..."

Duraksayan Demir yerdeki Burak'a doğru baktı.

"İki aşığın birbiri için yapamayacağı hiçbir şey olmadığını düşünüyorum ben. Hilal, bıçaktaki zehire rağmen dakikalarca hatta saatlerce uyanık kalmayı başarmış. Burak için! Burak'ın içeride yaptıklarını ise ömrüm boyunca unutmayacağım.. . Demem o ki Hilal, Burak için gereken dirayeti gösterecek ve dayanacaktır. Kızınız gerçek anlamda bir savaşçı. Ne olursa olsun geri kalan süreci başarıyla atlatacağına inanıyorum ben. Siz de buna inanın lütfen."

Ameliyathane önünde oluşan derin sessizliği Salih Ege'nin "Uyutun..." mırıltısı böldü.

Cümle üzerine herkes ona dönmüştü.

"Bu ne demek?" diye soran Melek eski kocasının kızarık elalarına bakıyordu.

"Zehir bedeninde çok uzun süre kaldı. Şu an panzehir ile zehir bir savaş içinde. İlaçlar da işin içine girdiğinde bu savaş artacak. Yarası da var... Acı çekmesin. Uyutsunlar, hissetmesin."

Son cümlelerini söylerken sesi titreyen adam, Meleğinin gözlerindeki çaresizliği silme isteğinin ağırlığıyla ezildi.

Sadece biraz sana sarılsam ve öylece kalsak ya Gül Kokulum. Artık gül kokmasan da sarılsam yeterdi... İçimdeki korkumun dinmesine yeterdi.

"Burak da bunu istedi." dedi Demir ona tekrardan bir bakış atarak.

"Tabii ki de. Başka türlüsü düşünülemezdi zaten." diye mırıldanan Salih sevgiyle oğlunun yanağını okşamıştı.

Salih'in eli Burak'ın nabzında, Emre'nin eli ise buz torbası ile başındaydı. Sinan ise... Sinan yaşananların koca bir kabus olma isteğiyle kitlendiğini hissetmişti. Yeğeninin kanlar içinde içeriden çıktıktan sonra bayıldığı o an aklına gelip gelip duruyordu. Sedyenin geldiğini gören Demir konuşmaya başladı.

"Sedye geliyor Burak'ı alalı..."

"Önce Serkan gelsin." diyen Salih yanına getirilen sedyeye dönüp bakmamıştı bile.

Sinan da başını sallayarak arkadaşını onayladı.

"Yeterince delirdik. En azından Burak gözümüzün önünde olsun." diyen adam arkasındaki duvara yaslanmıştı. Tüm bedenini buz gibi bir korku kaplarken Burak'ın dayanacağını bilerek sakinleşmeye çalışıyordu.

"Nedir bu çocuğun çektiği?" diye mırıldandı Enver kahır dolu bir nefes alarak. Tüm bu olanlar gerçekten de...

Salih, elinin altında atan nabzın gittikçe yükselmesiyle birlikte dişlerini sıktı. Kapalı gözlerine rağmen hareket ettiği anlaşılan pupilleri, kabuslar alemine giriş yapacağının işaretiydi.

Emre ile bakıştılar. İkisinin de gözlerinde aynı korku ve çaresizlik vardı.

'Kabus görürse... İşte o zaman biteriz.' diye düşündü Salih. Oğlunun kabuslarının şiddetinin ne olacağını tahmin dahi etmek istemiyordu. Bu olmadan bir şeyler yapmalıydı ama ne?

"Kabus görecek." diye mırıldanan Sevda'nın da gözleri yaşlar içerisindeydi.

O da herkes gibi yaşanan olayın farkındaydı.

"Allah aşkına ben düşünemiyorum şu an. Düşünen birisi bu duruma bir çözüm bulsun yoksa her şey çok daha kötü olacak." dedi Sinan isyan içerisinde.

"Uyandırsak?" diyen Onur cümlesindeki saçmalığı fark etmişti.

"Hilal'i uyuturken, Burak'ı uyandırmak mı? Hiç uğraşmayalım Burak'ın psikiyatri koğuşundan odasını ayırtalım. Hilal uyanana kadar delirecek nasıl olsa." dedi Yağız iç çekerek.

"Bu şekilde baygınken de aynı sonuca çıkıyor. Tek bilincini değil iradesini de kaybetti. Ben bu ânı daha önce yaşamıştım. O mağarada tekrar tekrar o günü yaşadıktan sonra uyandığında ilk yaptığı şeyin ne olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Bugün olanlar da var. Uyuması, uyanmasından daha beter." dedi Emre ciddi bir sesle.

"Kabus göremeyeceği bir durum yok mu yani?" diye sordu Demir sorusunun sonucunun başına bela olacağını bilmeden.

Cümle üzerine bakışlar Melek ve Salih arasında gidip gelmişti. Bakışların nedenini bilen Salih mırıldandı.

"Var. O yanındayken, onunla uyuduğunda görmüyor."

Ben de Meleğimle uyurken görmüyordum.

"Nasıl yani?" diye sordu Melek ona doğru bakarak. Sesi istemsizce hesap sorar gibi çıkmıştı.

"Ne nasılı? Duydun işte." dedi yeni bir atışma çıkmamasını ümit eden Salih Ege.

"Yıllardır kabus görürken Hilal ile uyuduğunda görmüyor mu? Baygın ama şu an. Yoğun bakıma alınması da Hilal açısından tehlikeli olabilir. Emin misin kabus görmeyeceğine?"

"Eminim." diye mırıldandı Salih Ege.

"Nasıl? Nasıl oluyormuş da kızım kabuslarını durduruyormuş?" diye soran Melek'in sesinde hafif bir küçümseme vardı.

Ege, bir süre ona baksa da sessiz kaldı

"Sen de bilmiyorsun işt..."

"Kokusu ve kalp atışları! Dünyadaki en büyük sığınağı o olduğu için onun kokusu sakinleştiriyor, hissettiği ritmik kalp atışları da kabuslar alemine dalmasını engelliyor."

Salih Ege tüm bunları yerdeki kadrolara bakarak söylemişti. Boğazında bir düğüm beliren Melek, gözlerindeki yaşlar düşmesin diye dişlerini birbirine bastırdı. Aklına yine yıllar öncesi gelmişti.

🌙

'Neden Gül Kokulum diyorsun bana?'

'Bu benim sana bana neden Ege'm diyorsun sorusunu sormam gibi bir şey oldu ama Meleğim. Gül kokuyorsun da ondan.'

'Yaa hayır onu kastetmedim. Sanki tüm hayatın kokuma bağlıymış gibi davranıyorsun çoğu zaman.'

'Öyle zaten Karıcığım!' diyen adam başını kadının boynuna gömdü ve öpmeye başladı.

'Gı-gdıkla... Hahahahahah. Yaaa. Yap-ma. Hep bunu yapıyorsun. Egeeeee.' diyen genç kız daha 4 gün önce evlendiği kocasının saçlarını okşadı.

'Biliyor musun annemden sonra kimsenin saçlarıma dokunmasına izin vermedim.' diye fısıldadı Ege bir anda.

Ailesinden bahsetmek acı olduğu için pek hatta hiç bahsetmiyordu onlardan.

'Ben de babamdan sonra kimsenin bana Meleğim diye seslenmesine izin vermedim.' diye fısıldayarak karşılık verdi Melek.

İkili uzun bir süre birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Ege'den önce Melek kocasını öpmeye başlamıştı...

Aradan günler geçmiş ve bir gün yorgun argın gelip de uyuyakalan kocasını, uyandırmaya kıyamayan Melek duyduğu sayıklamalarla pişirdiği çorbanın altını kapatarak Ege'sinin yanına gelmişti. Birkaç kez seslenmiş sonrasında ise adamın yanına yaklaşarak dürtmüştü. Tam o an uyanan kocası onu kendisine çekerek sımsıkı sarılmış ve kokusunu içine çekmeye başlamıştı.

Melek ilk defa o zaman kocasının 'Hayatın kokuma bağlıymış gibi davranıyorsun.' cümlesine verdiği 'Öyle zaten.' cevabının iltifat olmadığını hissetmişti. Ege'nin kulağına fısıldadıkları da bunu doğrulamıştı.

'Bir daha sakın sensiz uyumama izin verme Gül Kokulum. Senin beni sakinleştiren kokun olmayınca ben... Ben çok kötü şeyler görüyorum. Buna izin verme. Benim en güzel şiirim olan kalp atışlarınla yanımda olduğun sürece o kötülük beni ele geçiremez. Sen varsan bana yaklaşamaz. Bu yüzden sakın beni sensiz bırakma olur mu? Sakın sen de gitme.'

'Asla. Beni babam kadar çok seven birisini bulmuşum ben. Ondan gider miyim hiç?'

🌙

İkisi de aynı anıda boğulurken bir kez daha cayır cayır yanmışlardı.

Elinin altındaki Burak'ın kalp atışlarının artması üzerine Salih Ege başını kaldırarak Melek'e baktı.

"İzin veriyor musun?" diye sorarken kızarmış elalarından onlarca duygu geçiyordu. Kadının kahverengi gözleri gibi...

"Niye izin vereyim ki?" diye mırıldandı Melek.

Ege, isyan dolu derin bir nefes almıştı ki kadın Ege'nin kucağında yatan Burak'a baktı.

"O çocuk, kızımın canı için canından geçmiş. İzin alınmasına gerek yok. Ne yapılması gerekiyorsa yapılsın. Yeter ki daha fazla acı çekmesin."

Eski karısına saklayamadığı sevgiyle bakan Ege, dudaklarındaki hafif gülümsemeyle başını aşağı indirdi.

Ne kadar kötü davranırsan davran... Sen hâlâ o kızsın Meleğim. Hiçbir rol bunu değiştiremez.

"Yani onları aynı yoğun bakıma almamı istiyorsunuz?" diyen Demir olurunu düşünüyordu.

Özel yoğun bakıma alarak 2 yatağı birleştirip zehir tedavisini de bir yapabilirlerdi. Burak'ı da yoğun bakım için hazırladıklarında sterilizasyon sorunu da en aza inerdi. Oluru vardı. Başta kendi kaşınmıştı ayrıca.

"Tek bir şartım var o zaman. Bu gece yoğun bakıma girmek yok ve yarın akşam da yalnızca tek bir kişiyi alacağım. İkisinin de bedenleri şu an her türlü saldırıya karşı savunmasız daha fazla yormayalım onları. Camın arkasından izlersiniz. Zehir ile alakalı gerekli bilgileri öğrendikten sonra hem tedaviye başlayacağım hem de sizi bilgilendireceğim. Son olarak... Bugün akşam camın perdesini yalnızca kısa bir süreliğine açacağım."

"O neden?" diye sordu Sinan.

Demir bahane uydurmayı bırakıp gerçeği söyledi.

"İkisinin de değerleri inişli çıkışlı olacak. Panzehir ile savaşan zehirden dolayı kalp atışları aşırı yüksek olacak. Monitördeki anomalliklere şahit olmasanız daha iyi olacaktır."

Ameliyathane önündekiler başı ile anladığını belirtirken Kerem elindeki kan torbasıyla nefes nefese yanlarına gelmişti.

"Alayım!" dedi Salih kesin bir sesle. Kerem torbayı ona uzatırken Demir iç geçirmişti.

"Hepinizin mayası aynı sanırım."

Oğlunun koluna iğneyi batıran Salih, kan torbasını Kerem'e uzatırken Burak'ın yüzüne baktı ve hafifçe tebessüm etti.

"Oğlumla benim... Evet! İkimiz de sevdiklerimizin canını başkasının yakmasındansa kendimiz yakmayı tercih ediyoruz. Sonrasında iyileştirebileceğimizi biliyoruz çünkü."

"Karşınızdaki kişi sevdiğinden aldığı darbeyle daha çok yıkılıyor ama bu kimin umrunda ki?" diye mırıldandı Melek istemsizce.

Evet an itibariyle emin olmuştu Melek. Ege'nin söylediği her kelime ona batıyor ve itina ile laf sokmasına neden oluyordu.

Bunun üzerine başını öne eğen Salih'in dudaklarında istemsizce alaylı bir gülüş belirdi.

"Sen darbe görmemişsin."

Melek, ona inanamaz bir bakış attı.

"Gerçekten mi?"

"Benimkinden başka gördün mü?" diye sordu Salih bakışlarını ona çevirerek.

Bir yandan 'Milletin içinde, kızın ve oğlun zehirler içindeyken ne yapıyorsun Fırtına?' diye kendini azarlarken, diğer yandan 'Onunla konuşabileceğim tek anlar böyle anlar. Sonsuz kahvelerine bakabildiğim tek anlar, bana öfkelendiği zamanlar. Engel olamıyorum işte. Bana baksın istiyorum. Hayır! Bana bakmasına ihtiyacım var. Şu an hâlâ ayaktaysam, delirmiyorsam sebebi yalnızca o.' diye düşünüyordu adam.

Kadının durumu da pek farklı değildi. Öfkemi çıkarmaya ihtiyacım var bahanesi altında elalarla buluşmak için çırpınıyordu. Bu yüzden de elbette sessiz durmadı.

"Seninki tüm hayatımın içine etti. Başkasına gerek kaldı mı ki?"

Ege, cümle üzerine uzun uzun kahve gözlere baktı. Tek kelime etmeden gözleriyle onlarca şey anlattı. Eskiden olsaydı Melek onun anlattıklarını anlardı ama şimdi anlayamamıştı. Konu, bilmediği yerdendi çünkü... Tanımadığı bir adamdan.

Yaşadıklarını bilmediğin birinin, gözleriyle söylediklerini de duyamazdın. Nasıl duyacaktın ki?

'Seni bırakmasaydım... Neler olurdu sence? Aradan geçti 25 yıl. Ben şimdi bile bu soruyu sorarken deli gibi korkuyorum, deli gibi acı çekiyorum, deli gibi öfkeleniyorum. İnan bana Meleğim, başka bir seçenek olsaydı asla gitmezdim senden. İnsan kendisinden nasıl gidebilir ki?'

"Ben... Gerçekten idrak edemiyorum konuşulanları. Salih amca sen az önce Hilal için öz kızım mı dedin?"

Doğukan'ın cümlesi üzerine Salih bakışlarını ona çevirdi.

'Sen bile bu şekilde bakıyorsan oğlum Burak nasıl bakar acaba?' diye düşünen adam soruya cevap vermedi. Vermesine gerek yoktu zaten. Sorulmak için sorulan bir soruydu.

"Ne yani şimdi siz ikiniz eskiden..." diyen Doğukan şok dolu bakışlarla elini kaldırdı ve Melek ile Salih'i gösterdi. Bu tepki Salih Ege'nin istemsizce Melek'e bakmasına neden olmuştu.

Eski karısı da ona bakıyordu.

Salih, Melek'in kızarık gözlerini gördüğünde usulca yutkundu. Onun canının bir yanması, Salih'in canının bin yanmasına neden oluyordu.

"Hilal'in bulmak istediği ama kötü biri çıkar diye korktuğu babası sen miydin yani? Nasıl? Gerçekten de siz ikiniz eskiden evli miydiniz?"

Gözleri kızarmış olan kadın sırf adamın canını yakmak için yalnızca dudaklarını oynatarak "Maalesef." diye fısıldadı.

Bunu yaparken gözünden bir damla yaş süzülmüş olmasaydı gerçekten de vicdansızlık yapmış olurdu.

Gözyaşı mı daha çok canını yaktı, kahvelerdeki ifade mi yoksa gerçekten hissedilmese bile doğruluk payı olan 'Maalesef.' kelimesi mi bilemedi Salih Ege.

Bakışlarını zorlukla Meleğinden çeken adam Doğukan'a baktı.

"Oğlum sırası mı şimdi bunun?"

"Sırası hiç gelecek gibi durmuyor." diye mırıldandı Doğukan.

"Senin yıllar sonra evden çıkışının sırasının gelmeyeceği gibi mi?"

Salih'in cümlesi ortamda buz etkisi oluşturmuştu.

"Salih Amcaaa!" dedi Ecem inanamayarak.

"Kızın gözlerini ve karakterinden bazı parçalarını alsa da bu huyunu kesinlikle almamış. Oğluna geçirmişsin bunu. Yanınca yakmayı! Bende de aynı durum mevcut bu yüzden de seni eleştirecek son insan bile olamam. Yine de... Buraya gelmek benim için hiç kolay olmadı, yıllardır insanlardan izoleyken bu kadar kalabalığa girmek hiç iyi gelmedi. Hayatta en çok nefret ettiğim yer olan hastanede olmak bana hiç iyi gelmedi. Özellikle de herkesin bakışları istemsizce yüzümdeki yaradayken. 10 yıl önce bıraktığım sevgilime hala bakamıyorken... Odak değişimi için senin olayına sarıldım. Özür dilerim. Yine de bir dahakine sırası mı diyeceğine konuşmak istemiyorum diyerek beni kendime getirirsen sevinirim amca."

"Neden herkes benden bir şey bekliyor? Neden? Ayakta duruyor bu, hâlâ bir şeyi yoktur diye mi düşünüyorsunuz? Ben odak değişimi için hangi konuya saldırayım Doğukan? Nereyi tutsam elimde kalıyor. 'Kızın kurtuldu hayati tehlikesi olsa da iyi olacaktır.' dediler ve ben buna sevinemiyorum bile. Elimi Burak'ın nabzından çekersem onu da kaybedecek gibi hissediyorum. Yetmedi mi o toprağın altına koyduğum canlarım? Yetmedi mi kollarımda ölen ruhlarım?"

Gözlerini kapatan Salih titrek bir nefes aldı.

"Bu bir acı yarışı değil elbette ama şu an aranızda en çok canı yanan benim. İnanın bana öyle."

"24 yıldır bir kere bile görmediği kızı için yanan adama bakın hele. Benden çok mu yanıyormuş canın?"

Cümle, Salih Ege'nin kıpkırmızı gözleriyle kadına dönmesine neden oldu.

"Sınırı aşıyorsun farkındasın değil mi?" derken sesi çatlak çıkmıştı.

"Ben mi sınırı aşıyorum kızı olacağını magazin haberinden öğrenen adam?" dedi Melek kaşlarını alayla havaya kaldırarak.

"Yanlış! Kızım olacağını değil, kızın olacağını öğrendim."

"Allah aşkına yapma ama! Beni boşayalı ne kadar olmuştu ki sanki? Babalık yapmaya bu kadar meraklıydın madem kendi çocuğuna niye yapmadın?" diyen Melek etrafına bakarak başını iki yana salladı.

"Milletin içinde ne yapıyoruz ya? Kapatalım bu konuyu. Mümkünse hiç konuşmay..."

"Sana. Beni. Babalığımdan. Vurma demiştim!"

Salih Ege'nin buz gibi bir sesle bastırarak söylediği cümle karşısında Melek ona baktı.

"O zaman vurmayacağım şeyler yapsaydın. Ya Kadir olmasaydı? Senin yüzünden kızım babasız büyüyecekti. Bana en büyük korkumu yaşattın sen. Babasız bir çocukla kaldım ortada. Baba sevgisinden mahrum kalacaktı kızım. Benim gibi bir yanı eksik kalacaktı. Sırf bundan dolayı bile sana istediğimi söylemeye hakkım var. Onun için gelmedin sen. Kızın için gelmedin! Şimdi kalkıp da ona babalık yapacağım diyemezsin. Bir aptal bile durumdan şüphelenirdi ama sen..."

"Sen! Her şeyi bildiğini zanneden sen..." diye mırıldandı Ege içinde harlanan öfkeyle.

"Savunacağın bir durum yok bu yüzden de yine bana saldırıyorsun."

"Hilal'in postmatüre olduğunu unuttun sanırım?" dedi Ege kendine küfürler ederken.

Herkesin içinde yaşanmasını geçtim, Melek ile bu konuşmayı nasıl yapıyordu? Bir an önce çenesini kapatmalıydı. Kesinlikle kapatmalıydı. Yoksa ağzından hiç istemediği şeyler kaçıracaktı.

Melek, bir an afalladığını hissetti. Ege'nin bunu biliyor olma sebebi kendisini takip ediyor olmas... 'Saçmalama Melek!' diyerek düşüncesini susturan kadın adama baktı. Ege benim canımı daha fazla yakamaz derken adam itina ile sözünü ona yutturuyordu.

Gerçekten de ondan boşandıktan hemen sonra başkasıyla birlikte olduğunu nasıl düşünebilirdi? Nasıl onu bu kadar ucuzlaştırmıştı? Nasıl? Hiç mi sevgisine güvenmemişti? Kadir'i yatağına kabul edebildiğinde, onunla gerçek karı-koca olduğunda Hilal 5 yaşına ulaşmıştı. Onu da yine kızı için yapmıştı ki.

Anaokuluna giden kızı oraya gelen anne babaları gözlemlemeye başlamış ve kendi ailesinde olmayanı görmüştü. Hissetmişti. Hilal hep hissetmişti ki zaten. Bir şeylerin yolunda olmadığını hissetmişti. Bu yüzden Kadir'le ikisi kendilerinden nefret ede ede yıllarca kızlarının hislerini yalanlamışlardı. Hislerindeki gücü anlamasın istemişlerdi. Çünkü bu gerçeği ortaya çıkarırdı.

Melek'in, akşamları ona babası ile hikayelerini yaşadıklarını anlatması bile yetmemişti. Kızı her bulduğu fırsatta el ele tutuşmalarını istemiş, eskiden aralarına otururken bilerek onları yan yana oturmalarını sağlamaya başlamıştı.

Çoğu gece annesinin, bazen de babasının sıklıkla yanına yatması artık küçük kızı mutlu etmiyordu.

Öğretmenine sürekli sorduğu sorular, rehber hocalarının kendisini okula çağırıp 'Evde bir sorun mu var? Eşinizle aranızda herhangi bir anlaşmazlık mı var?' diye sormasına bile neden olmuştu.

Eşiyle bir arası yoktu ki, eşi eşi değildi ki bir sorun/anlaşmazlık olsundu.

Sonunda beklenen patlama gerçekleşmişti. Hilal'in sınıfındaki öğrencilerden birinin anne babasının boşanması küçük kızın 'Boşanma' kelimesi ve anlamı ile tanışmasına neden olmuştu. Hilal durup durup 'Ben ikinizin ayrılmasını istemiyorum. Köksal gibi ben de mi ya annemi ya babamı seçeceğim? Ama ben ikinizi de aynı seviyorum.' gibi cümleler kurmaya başlamıştı. Verdikleri 'Tabii ki de hayır.' tepkilerinin bu söylemleri durdurması ile sorunu çözdüklerini düşünen Kadir ile Melek, işin tahmin ettikleri gibi olmadığını gittikçe daha az konuşan, daha az gülen ve içine kapanan kızları ile acı bir şekilde öğrenmişlerdi.

Ailesiyle vakit geçirmek için geç uyumak isteyen o küçük, önce uyku saatinden saatler önce 'Uykum geldi benim.' diyerek odasına çıkmaya başlamıştı, sonrasında ise yorgan altında sessiz hıçkırlarla ağlamaya...

Kadir'in bir gün bu konuyu konuşmak için kızının odasına girmesi ve Hilal'in hıçkırıklarını bastırmak için ellerini ısırarak kendine zarar verdiğini görmesi son radde olmuştu.

Hilal'in 'Baba sen annemi sevmiyor musun?' sorusuna verdiği 'Ne kadar çok sevdiğimi tahmin bile edemezsin kızım!' cevabını veren Kadir'i kapının arkasından gözyaşları ile dinleyen Melek, adamın cevabındaki öznenin kendisi değil de Hilal olduğunu herkesten daha iyi biliyordu. Çünkü kendisi de akıl dahi almayacak şekilde çok kızını seviyordu.

Onun için her şeyi yapacak kadar çok...

O günden sonra Melek ve Kadir için oyun bitmiş, gerçek bir karı-koca hayatı başlamıştı.

Ya da... Asıl oyun mu denmeli?

İkisi de en başından sonunu bilerek başlamışlardı bu oyuna. Melek, yatağına alsa da kalbine asla alamayacağını biliyordu adamı. Kadir'in durumu da pek farklı değildi. Kendisine ihanet eden ilk aşkının acısını ve sevgisini kalbinde hissederken Melek'i asla gerçek anlamda sevmeyeceğini biliyordu adam.

Yine de çabalamıştı Kadir. Melek'in çabasından onlarca kat fazla hem de.

Gerçek bir aile olsunlar istemişti. Melek'e gerçekten çok değer vermiş, hiç kırmamış ve onu sevmişti. Tek sorun bu sevginin sevdaya karşı değil de bir yoldaşa, bir dosta hissedilen sevgi gibi bir sevgi olmasıydı. Yine de yeterdi adama. Gösterdiği sevginin azıcığı bile Melek'in kalbini açmasını sağlasaydı... Yeterdi.

Ama olmamıştı. Nasıl olsundu ki? Kadının kalbi paramparçayken nasıl olabilirdi? Yine de Kadir uzun yıllar boyunca susmuştu. Aralarında hep bir hayalet olan Ege'nin konusunu hiç açmamış, gecenin bir yarısı yatağında yanında yatan karısının başka bir adam için sessizce döktüğü gözyaşlarını dinlemesine rağmen susmuştu. Çünkü adamın bir ümidi vardı. 'Belki bir gün...' ümidi.

Sonrasında ansızın bitmişti bu oyun. Kadir Melek'e karşı herhangi bir adım atmamış yine evliliklerinin başında olduğu gibi aynı yatakta yatan iki yabancı olmuşlardı. Aralarının düzelmesi için bir ihtimal varsa da Kadir'in ilk aşkının kızını kaybettiği gün tamamen yok olmuştu bu. Cenazeye gidip uzak bir köşeden berbat haldeki kadını izlemiş ve hâlâ onu sevdiğini kabullenmişti adam. Yani 'Belki bir gün...' artık kendisi için de en büyük imkansızı olmuştu. Melek'in en başından haklı olduğunu oldukça acı bir şekilde fark etmişti adam.

Belki bir gün her şeyi geride bırakıp gerçek, mutlu bir aile olamayacaklardı.

Bu, hayatlarındaki bir diğer düğüm olmuştu. Hilal'in üniversiteye yakın diye yurtta kalmaya başlamasıyla, ikili çoğu sahte olan karı-kocalık hayatlarına gayrı resmi bir nokta koyup odalarını ayırmışlardı.

Kızları hiçbir zaman anne ve babasının o yokken ayrı odalarda kaldığını öğrenmemişti. Üniversite son sınıfta ise bolca şüphelenmişti. Öyle ki o yıl, çat kapı eve gelişleri başlamıştı. İki kez onları faklı odada bulduğunda tekrardan odayı birleşmişlerdi. Fakat yalnızca odayı... Kadir koltukta uyumaya başlamış, Melek ise yatakta. Geçmişteki gibi yine iki yabancı haline gelmişlerdi. Yine sancılı bir süreç, yine yapılan roller başlamıştı. Bu sefer Melek biraz daha ılımlı yaklaşsa da Kadir'in artık canına tak etmişti. Bu sefer de o kapılarını (kalbini) kapatmıştı.

Bunda eski sevdasının boşanmış olmasının etkisi de büyüktü. O yıl öyle böyle geçmiş Kadir de kabullenmiş hatta içten içe 'En doğrusu bu. Düşünme geçmişi. Bak Melek de artık az da olsa sana kalbini açıyor.' demeye başlamıştı ki bu sefer de Hilal yurtdışında yüksek lisans yapmak istediğini söylemişti.

Hilal gitmiş... Melek bitmişti.

Kızının hasretiyle yanan kadın fark etmeden Kadir'e sataşmaya başlamış, Kadir de karşılaştığı bu atakla yıllardır sustuklarını susmamaya başlamıştı. Ve sonunda kesin olarak 'Ege' aralarındaki ilişkiyi bitirmişti. Ege'nin bundan haberi bile yoktu ama... Bitirmişti. Kadir Alacalı artık kızı için bile olsa ikinci adam olmayı kaldıramamıştı.

Odayı geçtim koskoca evde bile birlikte kalmak ikiliye zulüm gibi gelmeye başladığında da Kadir işe sığınmıştı. Ve sonunda da yanlış insanlara güvenip kendini teröristlerin arasında bulmuştu. O gün o yatak odasında boş kasayı gören adam, Melek'le kıyılan imam nikahlarını bozarken resmi olarak Hilal 17 yaşındayken biten bir evliliği sonlandırmıştı.

Gerçi o evlilik, gerçek anlamda hiç başlamamıştı ki sonlansın.

İşte bu yüzdendi Melek'in karşısındaki Ege'ye bakarken çıldırdığını hissetmesi.

Kadın; anlaşmayla yapılan bir evlilik bile olsa, Kadir ile evlendikleri gün yıllarca sürdüğü Gül Kokusunu bırakacak kadar çok sevmişti karşısındaki adamı.

Başkasına gül kokmak istemeyecek, başkasının Gül Kokulu'su olamayacak kadar çok...

Ve şimdi de o sevdiği adam kalkmış, boşandıktan yalnızca 1 ay sonra başkasıyla birlikte olarak hamile kalmakla suçlamıştı onu.

Melek çıldırmasın da kim çıldırsındı?

"Ben artık sana diyecek hiçbir kelime bulamıyorum. Geleli şunun şurasında kaç saat oldu ama beni 100 yıl yaşlandırdın resmen. Bu nasıl bir... Söyleyecek kelime bile bulamıyorum bak! Her seferinde zeytinyağı gibi üste çıkmayı nasıl beceriyorsun? Gerçekten şaşkınım."

"Ne yapmamı bekliyorsun Melek?" diye sordu Ege yorgun bakışlarla ona bakarken.

"En azından suçunu kabullenip susmanı! Rica ediyorum doğumu sırasında mışıl mışıl uyuduğun, yıllarca hiç arayıp sormadığın kızın hakkında 'Seviyorum. Korkuyorum.' gibi söylemlerde bulunmayı kes. Hiç inandırıcı olmuyors..."

"Ne bekliyordun? GERÇEKTEN NE BEKLİYORDUN?" diyen Ege artık cidden kontrolünü kaybetmişti.

Burak'ın ateşi iyice yükselmişti ve Emre'nin yaptığı soğuk kompres de işe yaramıyordu. Bir de bu durumdayken Melek'e laf yetiştirmeye çalışıyordu.

"En azından senin kızın olma ihtimalini düşünebilirdin!" diye tısladı Melek öfkeyle.

Onun bu suçlayıcı ses tonu Ege için sondu.

"Düşünmek mi? Sen benim yalnızca ihtimaliyle bile neler yaptığımı biliyor musun?" diyen Ege, Melek'in çatılan kaşları ile içinden s*ktiri çekti.

'Ne yapıyorsun Fırtına? NE YAPIYORSUN?' diyerek kendini azarlayan adam, kadının soru dolu gözlerine baktı. Melek'i azıcık tanıyorsa bu cümlenin peşini asla bırakmazdı.

'Ya amcasını öldürdüğümü öğrenirse?' ihtimali onu deliler gibi korkuturken Salih Ege Aslan, asıl gerçeği örtmek için başka bir gerçeği söylemek zorunda kaldı.

"Üzgünüm! Karşımda tapu gibi duran DNA testinin sahte olacağını düşünemedim. Sosyete entrikalarından, miras muhabbetlerinden falan bihaberim maalesef. Aklımın ucundan bile raporun sahte olduğu geçmedi. Neden sahte olsundu ki?"

"Ne?" diye fısıldadı Melek.

Ege'nin DNA testinden nasıl haberi olurdu?

"Se-sen... Sen bunu nereden biliyorsun? O testi Kemal Alacalı gözlerimin önünde yırttı attı. Hazırlandıktan sadece dakikalar sonra imha edildi o kağıt."

Melek'in titrek bir sesle kurduğu cümleyle Ege alayla güldü.

"Sana son kez söylüyorum Melek Gökmen. Beni babalığımdan vurmaya kalkma! Ben çocuğun Kadir'den olduğunu öğrenene kad... Zannedene kadar yapmam gerekenleri yaptım. Anlayacağın kızım doğduğunda suçladığın gibi sıcak evimde mışıl mışıl uyumuyordum. Senin deyiminle varlığını magazin haberleriyle öğrendiğim kızımın, doğumunu da hastane dışındakilere lokum dağıttıran kayınpederin ile öğrendim. Bu yüzden... Yeter! Beni ondan vurup durma. Onun 24 yılını sahte bir kağıt parçası yüzünden kaçırdığım için ben kendime yeterince sövüyorum zaten. Senin de yapmana gerek yok."

Kadın düşünme yetisini kaybettiğini hissederken, dudaklarından istemsizce şu kelimeler dökülmüştü.

"Ama o gün hava çok soğuktu. Çok kar yağmıştı."

Ege her şeyi beklerdi ama böyle bir cümleyi... Asla!

Adam, sevdiği kadının kahverengi gözlerine bakarken sol gözünden firar eden gözyaşını hissetti.

Yapma be Meleğim. Yapma! Sana yaşattığım onca şeyi geçtim karşında amcanın katili duruyor. Bana elindeki kanlarla dokunma dedin ya... Şimdi niye böyle yapıyorsun? Niye ikimizi de daha fazla yakıyorsun? Nefret et benden, soğuk bakışlar atmaya, laf sokmaya devam et. Eğer bunu yapmazsan sana yenilirim. Sana yenilirsem yaşananları öğrenirsin ve bu asla olmamalı.

Kadın ile adamın anlam dolu bakışmasını Doğukan'ın "Serkan!" diyen seslenişi bozmuştu.Hızla arkasına bakan Salih, koşarak yaklaşan Serkan ile derin bir nefes aldı.


"Bu hâl ne?" diyerek yanlarına gelen Serkan, Burak'ın kollarına bakakalmıştı.


"Bırak şimdi şaşkınlığı Çakal. Elindekini ver."


Tanımadığı yüze ve kendi sesi gibi tanıdığı sese bakan Serkan çantayı uzatırken şok içinde sordu.


"Kadavra?"


"Evet ben! Tanıştığımıza memnun oldum. Daha çok şaşıracağın şeyler olacak. Şaşkınlığını sonraya sakla."


"Senin dışarı çıkmandan daha şaşırtıcı ne olabilir ki?" diye sordu Serkan.


"Tahmin bile edemezsin." diye mırıldanan yerdeki Emre'yi duyduğunda arkadaşının yanına çökerek Burak'a bakmaya başlamıştı.


"Kabus görürse..." derken fısıltısı korku doluydu Serkan'ın. Onun da aklına yıllar önceki o günde mağarada yaşananlar gelmişti.


"Birazdan Hilal'in yanına alacaklar."


"Aşağıda Doktor Demir'le karşılaştım. Meraklı'nın iyi olduğunu söyledi. Yine de zehir olayı işleri çok karıştırmış."


"Düz olan işimiz mi var?" diyen Emre yorulduğunu hissediyordu. Her şey öyle üst üste gelmişti ki altında kalmışlardı.


"Salih Amca?" 


Doğukan'ın seslenişi üzerine dalmış olan Salih, bakışlarını yerdeki karolardan çekerek ona çevirdi.


"Al bunu. Alfa Kelebeğini kurtardı, sen de oğlunu kurtar."


Doğukan'a uzanan Salih Ege, oğlunun koluna iğneyi vururken istemsizce mırıldanmıştı.


"Burak öğrenince ne yapacak?"


Onun kastettiği şeyi anlayan Doğukan kesin bir sesle konuştu.


"Mutlu olacak... Kızın gibi."


"Bunu nasıl fark etmedim? Burak'ı iyileştirdiği için minnettar olduğumu, bu yüzden de ona yakın hissettiğimi düşünmüştüm. Bunu nasıl anlamadım?" diye fısıldayan Ege başına saplanan ağrıyla yüzünü buruşturmuştu.


Onun durumuna bakan Kerem, elinde tuttuğu bitmek üzere olan kana bakarak konuştu.


"Burak abiyi odaya alalım. Siz de iyi gözükmüyorsunuz. Acaba size de bir iğne yapsak da müşahede odalarından birine dinlens..."


"Kendimi öldüreyim istiyorsun sanırım evlat? Aklından bile geçirme. Bu haldeyken beni bayıltmaya kalkarsanız sonum morg olur."


Serkan soru dolu gözlerle ortama bakıyordu.


"Allah aşkına burada neler oluyor Emre? Herkesin bu hali ne?" diye fısıldadı arkadaşına doğru eğilerek.


Emre başını iki yana salladı.


"Birazdan." derken Salih amcasına doğru bakmıştı.


"Amca en azından bir serum falan alsan? Lütfen. Bak bu gidişle bayılıp kalacaksın."


"Ben bayılmam."


"Bir kere de inat etme be kardeşim. Berbat haldesin." diye söylenen Sinan'ın da pek iyi bir halde olduğu söylenemezdi.


"İyi olmak falan istemiyorum. Çocuklarım bedenindeki zehirle savaşırken ben iyi olmak istemiyorum."


Sinan tam itiraz edecekti ki Seher'in sesi duyuldu.


"Bu nasıl mantıkmış? O zaman ben de akşam yemeğimi yemeyip ilaçlarımı içmiyorum. Madem amacımız çocuklarımız kötüyken kötü olmak... Hodri meydan." diyen kadın oldukça ciddiydi.


"Anne?" diyerek şok içinde kadına döndü Melek.


"Anne!" diye çıkışarak kadına baktı Salih Ege de.


Melek hitabı karşısında Ege'ye bakarken, adam alay dolu bir nefes aldı.


'Napıyorsun gerizekalı? Daha ilk günden böyleyse ben nasıl susacağım ki?'


Susacaksın! Ne diyeceksin? 'İşte Melek aldım silahı doğrulttum amcanın kafasına ve BOM! Anne kusura bakma ya senin de kaynını, kocanın erkek kardeşini, öldürmüş oluyorum.' mu?


"Hepiniz, hepimiz! Yalnızca ikiniz değil. Yoğun bakıma geçmeden bir şeyler yiyoruz. Eve gidip üstünüzü mü değiştiriyorsunuz, duş mu alıyorsunuz yoksa başka bir şey mi yapıyorsunuz bilmiyorum. Doktoru duydunuz. Bugün ilerleyen saatlerde ancak perdeyi açacakmış. Saatlerdir harap olduk. Rehin alınma, yaralanma, ameliyat derken. Bir kendimize çeki düzen veriyoruz. Madem çocukları uyutalım acı çekmesinler dedik o zaman uyandıklarında halimizi görüp de 'Keşke uyutmasaydınız!' dedirtmiyoruz. Anlaşılmayan bir şey?"


Ameliyathane önündekiler azar yemiş çocuklar gibi seslerini çıkartmazken Seher yerdeki adama baktı.


"Sen de o serumu taktırıyorsun."


Ağzını açan Ege kadının kararlı gözleriyle karşılaştı.


"Bir şey mi diyecektin Salih Ege?"


Hitap karşısında gözleri parlayan adam, dudakları çok hafif yukarı kalkarken başını iki yana salladı.


"Ben de öyle düşünmüştüm oğlum. Evet şimdi naş naş. Herkes toparlanmaya!"


"Bizim Küçük Hanım boşuna Asena olmamış. Genler komutan kaynıyor." diye mırıldandı Yağız yaslandığı duvardan beri.


Genç adam, ikinci kız kardeşini de bir ameliyathane önünde kaybedecek diye deliler korkmuştu. Haberi öğrenir öğrenmez yanına gelene Almina'nın koluna dokunduğunu hissettiğinde kızarmış mavilerini ona çevirdi ve iyiyim dercesine buruk bir şekilde tebessüm etti.


Bu sırada Burak'ı sedyeye almışlar ve yoğun bakıma doğru götürmeye başlamışlardı.


Tüm bunlar olurken Salih Ege oturduğu yerden kalkmadı. Derin bir nefes alan Seher, oğlunun yanına giderek elini uzattı.


"Valla bence hiç girişmeyelim. Beni kaldıracaksın diye düşme." dedi Ege, oğlunun ve kızının iyi olacağını bilmenin rahatlığı ruhunu kaplarken.


"Lafa bak! Sen beni ne sanıyorsun eşek sıpası?"


"Babama eşek demeyeydin iyiydi ama." diye mırıldanan Salih Ege, kadının elini işaret etmesi ile iç geçirerek annesinin elini tuttu.


Ayağa kalkan adam, başı döndüğü için sendelemişti.


"Bir de demiyor mu serum falan almayacağım diye! Sinan oğlum şu hergeleyi al gözümün önünden. Kendine getirmeden de geri getirme."


"Ee o zaman hiç gelemem." diye söylenen Ege etrafındakilere baktı.


"Bırakın şimdi serumu. Sigarası olan var mı?"


"Bende var Salih Amca." dedi Serkan cebinden sigara ve çakmak çıkarken.


"Oğlum bırakmadın mı sen sigarayı?" dedi Emre ona dönerek.


"Gerçekten de şimdi önemli olan bu mu?.. Off bakma öyle. Bıraktım da alışkanlık işte."


"Hee alışkanlık. Kesin arada o alışkanlık tutuyordur."


"Valla içmiyorum. İçersem Deren mahveder..." diyen Serkan, Emre'nin bakışları ile duraksadıktan sonra "-beni." diyerek tamamladı cümlesini.


Kaşlarını kaldıran Emre arkadaşına 'Seninle sonra görüşeceğiz.' bakışları attıktan sonra Salih'in aldığı sigara paketinin ucundan tuttu.


"Yalnızca bir paket amca."


"Oğlum 'Şükür kafasına sıkmadı.' diyeceğine sigarama mı karışıyorsun?"


"Valla sen bilirsin. Hilal uyandığında seni şikayet ederim." dedi Emre meydan okurcasına.


"Burak'ı da ekleyelim. Duble evlat çalışsınlar." dedi Sinan saatler sonra ilk defa gülümserken.


Salih ikisine de baktıktan sonra hafifçe tebessüm etti.


"Kızımdan, oğlumdan korktuğumdan daha çok korktuğum gerçeği..."


"Asena'dan korkmamak akıllı bir kişinin yapacağı iş değil zaten Salih amca." dedi Doğukan da gülümseyerek.


"Tamam yalnızca bir paket. Bırak sigaramı." diyen Salih paketi ve çakmağı cebine atarak arkasını döndü.


"Sigara nefretin rol olamayacak kadar gerçekti. Ne zamandır sigara içiyorsun?"


Yürümeye başlayan adam, aşkından geberdiği kadının sesini duyarak duraksadı ve arkasını dönerek kahve gözlere acıyla baktı.


"Uzun yıllardır." diye mırıldanan adamın elaları bas bas 'Senden sonra.' diye bağırıyordu.


Artık ne düşüneceğini bilemeyen Melek, sadece başını sallamakla yetindi. Tekrardan arkasını dönerek yürümeye başlayan enkaza bakarken, kalbinde çok büyük bir acı belirmişti.


O DNA raporunu gördüğünde canın yandı mı... Ege'm? Sorunun saçma olduğunun farkındayım. Yandığını görebiliyorum.

Neden böyle olduk ki biz? 

Neden bana tüm o sözleri söyledin?

Neden beni sevmemiş gibi boşadın?

Neden benden asker olduğunu gizledin?

Neden tüm bunların yaşanmasına izin verdin?


Neden? Neden? Neden?


🐺🦋 


"Abi ben aşka inanmıyordum yaa." dedi Kerem önündeki monitörlere bakarken.


İki monitörde de kalp atış hızı aynıydı!


"Resmen kalp atışları aynı atıyor. İkisinde de zehir olduğu için diye bahane üretebilirim ama öyle olmadığını biliyoruz. Burak abiyi monitöre ilk bağladığımızda kalp atış hızı neredeyse 120'ydi. Hilal ise o sırada 105'di. Ne zaman ki el ele tutuşmalarını sağladık ikisinin de kısa sürede 109 oldu. Çok garip gerçekten de."


"Artık aşkın varlığına inanıyor musun o zaman?" dedi Aylin ona takılarak.


"İnanmamak mümkün mü Yengem!" diyen Kerem'in dudaklarında sinir bozucu bir sırıtış belirmişti.


"Ulan!" diye çıkışan Demir elindeki dosyayı havaya kaldırdı.


"Hocam ama ne yapıyorsunuz? Sağlıkçıya şiddet hiç olur mu?"


"Kerem işim var hadi oğlum uza. Ne diye kuzen olduğumuzu açıkladım ki sanki? Şimdi nasıl başa çıkacağım senin bu laubaliliğinle ben?"


"Oh olsun sana! Ben dedim ki öğrensinler istemiyorum. Her yerde Demir Kolcu'nun kuzeni olmaktan çok sıkıldım. Bu sefer kendim olacağım. Ama yoook. Yine beni Kerem'likten çıkardın."


Kerem'in sesi kırmamak için şaka dolu olsa da gözleri ciddiyet doluydu.


"Konuştum herkesle. Bunu birinden duyarsam MİT için çalıştığımızı da millete bu şekilde yaydığınızı varsayacağım ve gerekli makamlara başvuracağım dedim. Kimse tek kelime edemez."


"Teşekkürler Dayıoğlu." dedi Kerem samimi bir şekilde.


"Ne demek Halaoğlu. Yemeğe gidince halama özürlerimi ilet. Burası bu haldeyken çıkamam dışarı. Bütün gece onların durumunu kontrol etmeliyim. Kalp atışları hâlâ haddinden fazla hızlı, solunumları da düzelmedi." dedi Demir endişe içinde çifte bakarken.


"Ben annemi çoktan aradım abi. 'Acil hasta var biz gelemiyoruz.' dedim. 'Neriman ile yemekleri gönderiyorum o zaman. İtiraz istemiyorum.' dedi.


Demir başı ile onu onayladı. Dönüşümlü olarak değerleri kontrol etmeye hayır diyemezdi. Önümüzdeki günler eve gidemeyeceği belliydi ne de olsa.


"Bugün neler oldu öyle? Yaşananların gerçek olduğuna inanamıyorum." diye mırıldandı Aylin.


"Kim inanıyor ki Hocam? Bana böyle böyle olacak deselerdi 'Sen çok film izlemişsin.' derdim. Ama olana bak." dedi Kerem düşünceli bir şekilde.


Yaşananlar herkesi derinden etkilemişti.


Demir, elindeki dosyayı kenara koyarak derin bir nefes aldı.


"Şu hamile kadın... Adı neydi?"


"Burcu Hanım! Durumu iyi abi. Asıl saldırganın kimliği belli değil diye onları da tedbiren bu gizli katta tutuyorlar ama diğer bölümdeler."


"Bebek de iyi değil mi?" diye sordu Aylin endişeyle.


"Hilal Nur da iyi. Maşaallah çok sağlıklı, bir de tatlı ki sorma. Gelmeden önce yanına uğradım. Küveze almışlar ama yalnızca bu geceliği mahsus olacak gibi. Küvezlik durumu yok dediler."


"Hilal Nur? Hilal'in adını mı vermişler?" dedi Demir yatakta yatan kıza bakarak.


Burak olmasaydı Hilal şu an hayatta olmayacaktı.


"Sen olsan sen de vermez miydin? Kız resmen bebeğin ve annesinin hayatını kurtarmış. İkisi de canını Hilal'e borçlu."


"Hilal de Burak'a. Sevdiği adamın kollarını gördüğünde çok kızacak ama." dedi Aylin olaya kızın tarafından bakarak.


"Sevdiği kızı kurtarmak için yaptı. Yine olsa yine yapar." dedi Demir de olaya erkeğin tarafından bakarak.


İkili bir süre birbirlerine baktıktan sonra Demir kuzenine döndü tekrardan.


"Ferman Hoca ne dedi? Ne zaman geliyormuş onlar üzerinde kullanabileceğimiz ilaç?"


"Nadir bir ilaç biliyorsun. Sepsis için kullanılana benzese de farklı tür. Birkaç yere sordurmuş. En erken sabaha gelir dediler."


Aylin'in cümlesi üzerine Demir olaya olumlu tarafından bakmaya çalıştı.


"Neyse zaten zehir danışmanı 'Şimdilik başka ilaç vermeyin. Zaten uyutacakmışsınız bırakın panzehir ile zehirin savaşına yeni bir madde eklenmesin.' demişti." diyen adam kuzenine döndü.


"Kerem dışarıda durumlar ne? Toplandı mı millet?"


"Toplandılar Hocam. Allahtan katta tek tük gizli hasta vardı. Ekip bayâ kalabalık. Hayır hepsi de ayrı yakın Hilal ve Burak'a. Herhangi bir şey de diyemiyoruz."


"Ben ipin ucunu kaçıralı çok oldu valla. Kalsınlar. Yapacak bir şey yok."


"Vaaay Demir Bey. Kuralperestliğinizden ödün vermeye başlamışsınız?"


"Yaa verdim. Yakında da 'İş arkadaşı ile asla sevgili olunmamalı' kuralından ödün vermeye niyetliyim."


Demir'in cümlesi Aylin'in kalp atışlarını hızlandırırken kız gülümsememeye çalıştı.


"Yaa öyle mi? Hayırlı olsun sana ve iş arkadaşına o zaman!"


Aylin'in iğneleyici sesi karşısında Demir egolu bir şekilde güldü.


"Bu sefer de ben yokuşa süreceğim diyorsun sanırım ama unuttuğun bir şey var Aylin Hanım. Ben o yokuşa sürdüğün arabanın tekerlerini patlatırım yine de gitmene izin vermem."


"Biraz süründüreyim bari olmaz mı? Benden hoşlandığını anladığında sırf aramızda bişey olmasın diye bana sayfalarca dosya işi kilitledin."


"İyi o zaman istediğin bir süre boyunca hastalara sen bakarsın dosya işlerini de ben alırım."


"Hmmm bilmem öyle mi yapsam?"


İkili birbirine bakarak gülerken Kerem isyan etti.


"Kaldım aranızda ya. Gidin az ötede flörtleşin. Resmen üçüncü kişi oldum. Siz şimdi sizi rahat bırakayım diye bana birini de ayarlamaya kalkarsınız."


"Tam da üstüne bastın Kuzen. Seda'yı düşünüyordum aslında. Boyu boyuna, huyu huyuna. Zeki de kız. İyi ikili olur sizden."


"Abi!" diye çıkışan Kerem ile Aylin gülerek baktı.


"Abin haklı bak bu konuda. Sen ciddi ciddi düşün bunu. Millete hep lay lay lom yanaşıyorsun. Az kızı ciddiye al, olur bu iş."


"Biricik Dayıoğlum ve Müstakbel yengeciğim delirtmeyin beni. Daha sevgili bile olmadınız. Sizi yengeme söylerim gelecek aya kendinizi nikah masasında bulursunuz ona göre."


"Yakarım çıranı Kerem! Annem öğrenirse her şeyi olduya bittiye getirmeye kalkar ve ben bunu kesinlikle istemiyorum." diye çıkıştı Demir.


"Bir daha aklıma durduk yere saçma fikirler sokmaya kalkarsanız söylerim... Ben dışarıdakilere bilgi vereceğini söylemeye çıkıyorum. Toparlansınlar." diyen Kerem kaçarcasına dışarı çıktı.


"Ciddiye aldı gerçekten. Olur bu iş." dedi Aylin gülerek.


"Seda'nın Kerem'e attığı birkaç bakışı yakalamış olabilirim." dedi Demir yanındaki kıza bakarak.


"Sen bir beni görme zaten." diyen Aylin ile birlikte Demir yumuşakça gülmüştü.


"Seni görmemek mi? Senden başka bir şeyi göremiyorum ki. Neden gece nöbetlerimiz sürekli çakışıyordu zannediyorsun."


"Ne? Ediz, Sema'dan dolayı istemedi mi bunu senden?"


"Cık. İlk teklif benden gelmişti. Sonra Ediz'in de işine geldi."


"Söyledin mi Ediz'lere?"


"Babası söylemiş zaten. Beni arada işte az önce. Seminer bitmiş. 'Hemen geliyoruz geceye orada oluruz. Onlara iyi bak.' dedi." diyen Demir uyuyan çifte baktıktan sonra başıyla işaret verdi.


Doktorlar çıkarken odada aynı ritmik iki ses yankılanıyordu. Bu durum, duyanın istemsizce gülümsemesine neden oluyordu.


Burak elbette Hilal'in elinde duran elini hissetmiş, kalp atışlarıyla sakinleşerek Kabuslar Dünyası'ndan kurtulmuştu.


Ondan kurtulmuş ve Rüyalar Diyarına giriş yapmıştı.


Evet evet yanlış okumadınız.


Burak, yıllar sonra ilk defa rüya görüyordu.


Ve söylemeye bile gerek yoktu.


Rüyasında elbette Kelebeği ile birlikteydi.


💫


"Hava çok güzel ama değil mi?" diyen Kelebeğine baktı Burak.


İkili, yan yana bir ağaca yaslanmış oturuyorlardı. Etrafına bakınan Burak saklanma yeri olan uçurum kenarında olduklarını fark etti.


"Nasıl burada olabiliriz ki?" derken giydiği kısa kolludan açıkta kalan kolları dikkatini çekti.


Hiçbir iz yoktu. 


Kaşlarını çatan Burak hızla yanındaki kıza döndü.


"Evet evet rüya görüyorsun!"


"Ben ve rüya mı? Öldüm değil mi?"


"Ne biçim konuşuyorsun sen? Hayalindeki Hilal olmam Asena'ya evrilip seni dövemeyeceğim anlamına gelmiyor."


Bu cümle, Burak'ın gülmesine neden olmuştu.


"Rüyamda bile tehdit yiyorum iyi mi? Hani rüyalar bilinçsizdi? İnception mı çekiyoruz burada? Ben nasıl rüyada olduğumun farkındayım?"


"Uyumuyorsun ki uyutuluyorsun." dedi Hilal gayet olağan bir şeyden bahseder gibi.


Bunu duyan Burak, hızla doğrularak kıza baktı ve şaşkınlıkla sordu.


"Beni nasıl uyutabilirler?"


"Sen beni nasıl uyutabilirsin? Hem de benim için bu hâle gelmişken?" diye sordu Hilal hesap soran bir sesle.


"Kendi bilinçaltım niye benden yana değil yaa?" diyen Burak bakışlarını kaçırmıştı.


Bilinçaltında olsun veya olmasın Kelebeği'nin kollarını gördüğünde vereceği tepkiyi düşünmek dahi istemiyordu.


"Bilinçaltında da olsam, ben Kelebeğinim."


"Değilsin. Papatya kokunu almıyorum. Hatta... Şu an bu ortamın ilaç koktuğuna yemin edebilirim."


"Öyle zaten." dedi yanındaki kız.


"Ne?" diye soran Burak kaşlarını çatarak ela gözlere baktı.


"Sana ilaç verilmeden önce ayılmak üzereydin. Anlayacağın yarı baygındın. Bilinçaltın olarak, hatırladığın son şey ise... Benim! Beni hatırladın, daha doğrusu beni hissettin. Yanındaki varlığımı."


"Yanımdaki varlığını?" diyen Burak anlamsız gözlerle kıza bakmıştı.


"Zehir, beynini tümden ele geçirmiş sanırım Alfa'm. Nereye kayboldu leb demeden leblebi? Uyandığında gerizekalı olarak kalkmayacaksın değil mi? Ben senin zekana aşık oldum bak. Terkediveririm seni valla."


"İzin verecekmişim gibi..." diye karşılık verdi Burak ukala bir sesle.


"Oooo Bay Ukala teşrif etmiş bakıyorum." diyen Hilal gülmüştü.


"Hiç gitmiyor ki!" diye karşılık veren Burak gözlerini elalarda gezdirdi.


"Rüya bile olsa parlayan gözlerini ve gülen dudaklarını görmek... Ne kadar iyi geliyor bilemezsin. Hele de şu tuttuğum elin." diyen Burak bakışlarını birleşmiş ellerine çevirmişti. Rüyanın başından beri gerçek gelen tek şey o gibiydi. Bir de ilaç kokusu...


Ne zaman beri rüyalarda koku alınıyor? Ayrıca ilaç kokusu mu?


"Yanımdaki varlığın..." diye mırıldanan Burak olayı anlayarak hızla kıza döndü.


"Beni senin yanına koydular. Bu yüzden kabus yerine rüya görüyorum şu an. Varlığından dolayı..."


"Varlığımdan dolayı." dedi Hilal gülen gözleriyle ona bakarak.


"Kim yaptı peki?" 


"Yok artık o kadar da değil. Kahin değilim ben, bilinçaltınım."


"Nasıl bu kadar şey biliyorsun... Yani biliyor oluyorum? Yaa of yıllar sonra rüya gördüm, gördüğüm rüyaya bak. Onda ."


"Şikayet etme. Cık cık cık. Yaranılmıyor sana da. Kontrol manyağı olan birinin gördüğü rüya da ancak bu kadar olur zaten." diyen Hilal hevesle Burak'a doğru döndü.


"Bak şimdi şöyle yapıyoruz. Ben bildiklerimi söylüyorum sonra da rüyanın keyfini çıkarıyoruz."


"Bilemedim." diye mırıldandı Burak düşünceli bir şekilde.


"Yine ne oldu?" diyen Hilal isyanla söylenmişti.


"Şimdi sen teknik olarak Kelebeğim olmadığın için, ben teknik olarak Kelebeğimi aldatmış sayılıyorsam?"


Hilal, ağzı şaşkınlıkla açık bir şekilde karşısındaki adama baktı.


"İnanılmazsın gerçekten Burak! Sana uyandığında rüya görmenin kurallarını öğretmem gerekecek sanırım. Şimdilik en önemli maddeyi bilsen yeter. Carpe Diem!"


"En son ne zaman rüya gördüğümü, ne gördüğümü ya da kimi gördüğümü hatırlamıyorum bile. Ne yapayım?"


Burak'ın aciz fısıltısı karşısında Hilal boştaki elini adamın yanağına koydu.


"İkinci önemli madde. Rüyalarda dram yoktur. Duygusala bağlamayarak bol bol güleceğiz. Uyandığımızda sen bana rüya gördüğünü söylediğinde ben yeterince drama bağlayacağım zaten. Şimdiden buna başlamaya gerek yok."


"Yalnız Kelebeğim..." diyen adam elini yanağındaki kızın elinin üzerine koydu. Bu durum Hilal'in gülümsemesine neden olmuştu.


"Gerçek hayatta olsaydık birebir; noktası, virgülü, kelimesi hatta satır arası boşluğuyla aynı cümleyi kurardın. Ne eksik ne fazla."


"İşte beni ne kadar iyi tanıdığının somut bir kanıtı daha Alfa'm. Rüyandaki ben eşittir gerçek ben. Eee bilinçaltın olarak anlatayım mı olanları?"


"Aklımda soru kalacağına..." diyen Burak omuz silkerek sırıttı. Yanağındaki eli de aşağı indiren adam, böylelikle kızın iki elini birden tutmuş oldu.


"Bayıldın zaten bunu biliyorsun. Panzehir falan gelmiş işte bir şekilde. Seni yoğun bakıma aldıkları sıralar acıdan bilincin açıldı. Biliyorsun şu Derbas yüzünden zehir konuda tecrübeli ve tetiktesin. O itleri dinlemek için, bedenin geberdiği halde gözlerini bile açamazken bilincini açardın. Neyse işte yine böyle oldu. Bedenin baygın ama bilincin açık. Bu sırada Doktor Demir ile Aylin'in konuşmasını duydun ve seni bayıltacaklarını anladın. Böyle bir durumda kabus göreceğinin dehşetiyle zorla gözlerini açmaya çalışırken de önce benim kalbimin sesini duydun sonra da elinde elimi hissettin. Ben yanındayken istediğin kadar uyuyabilirdin bu yüzden de tekrardan bilincinin kapanmasına izin verdin. Sonuç olarak buradayız işte. Aldığın ilaç kokusu da bilincinin açıldığı o andan kalma."


İç geçiren Burak, gözlerini kapatarak başını arkasındaki ağaca yasladı.


"İyisin değil mi? Yani... İyi."


"Elini tuttuğunda kalp atışlarının hızlanması dışında çok iyi."


Bu cümle Burak'ın mutlulukla gülmesine neden oldu. Gözlerini açan adam sağ eline baktı. Tuttuğu el gerçekten de Kelebeğine aitti.


"En azından o uyurken ayık bir şekilde delirmeyeceğim." diye mırıldanan Alfa ne zamandan beri olayları iyi yanından değerlendirdiğini düşünüyordu.


"Bu da soru mu? Tabii ki de benimle tanıştığından beri."


Yanındaki kızın şakıyan sesini duyduğunda ona gıcık bir bakış attı.


"Düşüncelerimi mi okuyorsun?"


"Ben zaten bilinçaltınım ya hani..."


"Hee o bile çok bilmiş maşaallah. Neyse artık gerçeği uyanana kadar hayaliyle idare edelim bari."


"Şuna şuna. Savaşta düşman düşmana söylemez bu cümleyi be."


"Söylemez tabii. Düşman düşmana hasretinden gebermez ki." diyerek hazırcevap bir karşılık verdi Burak.


Bu cümle kızın sırıtmasına neden olmuştu.


"Yalnız Alfa'm... Bu ağaç ne iş şimdi?"


Hilal'in sorusu üzerine adam da şaşkınca kaşlarını kaldırdı.


"Bilmem ki ben de anlamadım." diyen Burak başını yukarı kaldırarak ağaca baktı. Yaprakları görür görmez bunun ne ağacı olduğunu anlamıştı.


İncir...


Ağacın meyve vermemiş olması o anki ruh hali için en güzel durumken Burak hızla Hilal'e döndü.


"Yoksa..?"


"Ne yoksa?"


"Bu benim ağacım mı?" diyen Burak ağaca bakarak incelemeye başladı. Sol tarafında gördüğü küçük deliğe elini soktuğunda içinden bez bir torba çıkmıştı. Poşetin içinde de 3 eşya...


Küçük oyuncak bir asker, yeşil bir araba ve üzerinde gökyüzü motifleri (ay, yıldız) olan gece mavisi bir kitap ayracı.


"Yeşil araba, arabana benziyor. Asker sen, gökyüzü de ben mi oluyorum o zaman?"


"Bu hayali bir metafor değil." diye mırıldandı Burak.


"Nasıl değil? Ağaca, hayatım anlamında benim ağacım demedin mi?"


"Hayır. Ağaç gerçekten benim ağacım. Sakarya'da arka bahçede görmüştün ama incir ağacı diye sormamıştın ya hani... O ağaç bu. İçinde de bunlar var, yani vardı. Şimdiye sağ kalmışlar mıdır? Pek sanmıyorum."


"Yani evinin oradaki ağaç. Senin için değerli ki ilk rüyanda onu da gördün."


"Ağaç benim ağacım Kelebeğim. Sahiplenme eki olan benim değil bu. Gerçekten benim. Benimle aynı yaşta o da."


"Bu ne demek?"


"Annem bana hamile olduğunda dikmişler bu ağacı. Doğaya kendi başına karşı çıkabileceği güne kadar özenle bakmışlar, sulamışlar, büyütmüşler. Onun benim ağacım olduğunu öğrendiğimde boy yarıştırırdım. Tabii ki o benden hızlı çıktı. Ne zaman bir sorun olsa ağacımın yanına giderdim onunla, aslında kendimle, konuşarak o olaya söylenirdim. Emre'den sonraki en iyi arkadaşımdı o benim. Kaçmak istediğimde tepesine tırmanır saklanırdım. O gün saklanmak için ağacın tepesine tırmanmayı teklif ettiğinde, senden bu kadar etkilenmemi zekana bağlamıştım ama Sakarya'ya gidince anılar üşüştü aklıma. Senin o fikrin, annesi ve babasına trip atıp ağaç tepesine saklanan Küçük Alfa'yı hatırlatmıştı bana. Bana, geçmişteki bana benzemen hoşuma gittiği için sana o denli yakın hissetmiştim kendimi."


"Vay canına! Kıskandım valla. Ben de isterdim benimle yaşıt, benimle birlikte büyüyen bir ağacım olsun. Uyandığımızda ilk iş bunu bana anlatıyorsun. Tabii ki önceliğimiz Yağmur Adam ve Çilek Kız. Nasıl gelmiş ki akıllarına oğulları için bir ağaç dikmek?"


"Tabii ki de biricik bal gözlü güzel annemin fikriymiş bu."


💫


Yiğit Kılıç, kapıyı açan anahtar sesini duyduğunda keyifle gülümsedi. 5 ay önce evlendiği biricik eşi sonunda teşrif edebilmişlerdi.


Adam, karısı girer girmez söylenmeye başlamıştı.


"Ben diyorum ki 'Bu hafta izinliyim eve erken gel.'. Çilek Kız inadına geç geliyor. Bugün ne oldu da geç kaldın bakalım?"


Gözlerinde yıldız parıltıları dolaşan Dilek, dudaklarındaki kocaman gülümsemeyle kocasına doğru koştu ve çantasını bile bırakmadan adamın dudaklarına yapıştı. Bunu beklemeyen Yiğit bir anlık şaşkınlıkla gülse de kollarını karısına dolayarak onun öpüşüne karşılık vermesi saliselerini almamıştı. Bu sırada genç kadının çantası gürültüyle yere düşmüştü ama bunu umursayan yoktu.


Bir süre sonra nefessiz kaldığını hisseden Dilek, geri çekilerek alnını adamın hızla atan kalbinin üzerine yasladı. Genç kadının dudaklarından ve gözlerinden mutluluk dökülüyordu.


"Hmm en sevdiğim kendini affettirme yöntemi. Ama bu yetmez bana. Dün 5 dakika, bugün de 15 dakika fire verdiğine göre, bu öpüşmeyi 1 dakika olarak hesaplarsaaak... Kaldı mı elimizde 19 dakika?"


Eğlenceli bir sesle bunları söyleyen Yiğit karısının elini tutarak yukarı kattaki odalarına gitme niyetiyle merdivenlers doğru yürümeye başladı.


"Yaa nereye? Yiğiiiit." diyerek gülen Dilek kendisini çekiştiren adamla birlikte elmecbur merdivene doğru gitmeye başlamıştı.


"Vermen gereken bir hesap var. Lafızda 19 dakika ama neyi neye göre hesaplayacağımı düşünmem lazım." diyen adam merdivenden çıkmak üzereydi ki karısının cümlesi ile duraksayarak ona döndü.


"Bir dakika yaa! Nasıl 19 oluyor o? Ben dünün hesabını ödemiştim."


"Tekrarlanan suç affı iptal eder Çilek Kız. Ve haklısın! Kesinlikle üzgün değilim." diyerek göz kırpan Yiğit "Yürü bakalım." diyerek tekrardan merdivene yöneldi.


"Ya Yiğiiiit bir dur. Sor ama niye geç kaldım?"


"Sormuştum ben gayet de masumca. Sonra sen beni öptün. Bu saatten sonra hiçbir neden umurumda değil."


"Büyük konuşuyorsun Yağmur Adam."


"Büyük konuşmuyorum Çilek Kız. Karımdan ayrı geçirdiğim bir dakika bir yıla bedel. 19 yıllık bir hasret var ama ortada şu an. Niye hâlâ konuşuyoruz?"


Dilek, Yiğit'in memnuniyetsiz çıkan sesi karşısında güldü.


"Tekrarlanan suç affı iptal ediyorsa, ben yarın da geç kalsam... Bu iki gün ödediğim cezayı yok mu sayacaksın şimdi sen?"


Soru, merdivene ilk adımını atan Yiğit'in arsız bir sırıtışla karısına dönmesine neden olmuştu.


"Yarın da geç kalsanaaa."


Bu isteği duyan Dilek, neşeyle kahkaha attı. Karısının kahkası adamın yeşillerinin sevgiyle parlamasına neden olmuştu. Çıktığı merdiveni geri inen Yiğit kadını kahkahasından öperken, karısı kesinlikle bu durumdan şikayetçi değildi.


Sonunda geri çekilen adam, çilek kokulu saçlara sevgi dolu bir öpücük bıraktı.


"Kaldı mı 18 dakika." diye fısıldadı Dilek huzurla gözlerini kapatırken.


"Yooo hâlâ 19." dedi Yiğit bilmiş bir gülümsemeyle.


"Sen askerlikteki bitmeyen 100 şınavı hep benim üzerimde kullanıyorsun yalnız Alfa'm. Mantıken bakarsak..."


Yeşillerini, bal gözlerle birleştiren Alfa başını iki yana salladı


"Söz konusu sen olunca mantığım hep devre dışı Helalim. Bu yüzden bakamıyoruz biz mantıken falan."


Kocasına sevgiyle gülümseyen kadın aşık olduğu yeşillere içinden taşan büyük heyecanla baktı.


"Yarın izin aldım. Bitmeyen dakika hakkın arttı."


"Oooo bunu neden baştan söylemiyorsun ama Dileğim?" diyen Yiğit kadının elini tutup tekrardan merdivene yönelmişti ki Dilek onu durdurdu.


"Önce... Ağaç dikeceğiz. Sonra!"


"Ha? Dalga mı geçiyorsun mecaz mı yapıyorsun?" diyen Yiğit dumura uğramış bir şekilde karısına dönmüştü.


"İkisi de değil. İsteğimi dile getiriyorum. Dileğim senin için emirdi hani?"


"Öyle zaten de... Allah aşkına bu nasıl dilek Dilek?"


Cümledeki isyan genç kadının gülmesine neden olmuştu.


"Bugün çocuklarla bahçede ağaç diktik. Artık kendilerine ait, özenle bakıp büyütecekleri bir ağaçları var."


"Ve?"


"Çok hoşuma gitti bu olay. Ben de seninle bir ağacımız olsun istiyorum. Küçükken bizim özenerek baktığımız, büyüyünce de bizi gölgesinde dinlendirip, meyvesini veren..."


Yiğit birkaç saniye duraksadıktan sonra "Ee nerede fide?" diye sordu. Karısının gözlerindeki ciddiyeti fark etmişti. Etmişti etmesine de... Bu içinde aktifleşen volkan da neydi böyle?


Sevdiği kadının söyledikleri çok başka anlamlar hissettirmişti ona. Güzel şeyler...


"Aldım demedim ki?" diyen Dilek kaşlarını kaldırarak kocasına baktı.


Söylediği cümlelere rağmen karısının gözlerindeki bakışlardan mecaz yapmadığının farkında olan Yiğit, kalbine düşen hayali şimdilik erteleyerek bal gözlere baktı ve gülerek omuz silkti.


"Sen plansız bir şey yapmazsın."


"Yok o sendin aslında. Beni de iyice kendine benzettin Yüzbaşı." diye söylenen Dilek eli ile dış kapıyı gösterdi.


"Kapının önünde malzemeler. Fide değil tohum aldım."


"Git al diyorsun yani. Sadece tek bir sorum var karıcığım. Neden içeri girerken onları da kendinle getirmedin?"


"E o zaman kocamın kollarına koşup dudaklarına yapışamazdım. Buna engel olurlardı." dedi Dilek adama bilmiş bir bakış atarak.


"Zeki karım benim. Ne de güzel düşünmüşsün. Gel tebrik edey..."


Yiğit'in karısına yönelen dudakları Dilek'in parmakları tarafından engellenmişti.


"Ben biliyorum bu tebriği. Benim de şirazemi kaydırıyorsun sonra. Olmaz!"


Yiğit karısının parmaklarını öptükten sonra elini tutup aşağı indirdi.


"Kaysa?" 


"Ha-yır! Kapının önünde malzemeler. Al gel yoksa bugün salonda yatarsın."


"Ulan ben Yüzbaşıyım Yüzbaşı. MİT'in en çok aranan ismiyim be. Alfa'yım ben!"


"Eeeee? Burada benim kocam mısın? Kocamsın! Ben diyeceğimi dedim mi? Dedim! Koltuk rahat değil Yüzbaşı Alfa. Haberin olsun."


"Hayır Dileğim zaten 2 dakika sonra yanıma geliyorsun, sabaha kadar koltukta yine beraber yatıyoruz. En başında yatağımdan niye kovuyorsun? Kovuyorsun madem niye yanıma geliyorsun?"


"Cezayı sana veriyorum kendime değil. Salak mıyım da kendimi kocamdan mahrum bırakacağım?" diyen Dilek tatlı bir şekilde kaşlarını havaya kaldırmıştı.


"Heh işte! Ben de bunu diyorum. Sensizlik bana ceza. Sen de yanıma geldiğine göre ceza bunun neresinde?"


"Eee koltuk rahat değil!" dedi Dilek sırıtarak.


Karısının bakışlarını gören Yiğit arsız bir şekilde güldükten sonra ona doğru bir adım attı.


"Sen yeter ki iste ben rahat yaparım onu Karıcığım."


Yiğit kendisine ikinci adımı atarken Dilek de iki adım geriye gitti.


"Hayır. Gelme!"


"Bana öyle bakarken gelme mi diyorsun?" dedi adam kısık bir sesle.


"Sonra akşam oldu diye dikmezsin sen o ağacı."


"Hay anasına satayım ne ağaçmış be. Dikiyoruz ve sonra da seni odamıza kitliyorum." diyen Alfa aklına gelen şeyle endişeyle duraksadı.


"Aç mıydın bu arada? Ben böyle konuşuyorun ediyorum ama açsan hazırlayayım bir şeyler."


Cümleyi duyan bal gözler gülerek kocasına baktı.


"Değilim. Öğlen sıkı yemiştim ikindide de simit yedim."


"Heh tamam o zaman. Senin açlığını bırakıp benim açlığımı konuşabiliriz. Önce dikelim de şu ağacı."


Yiğit kapıya giderken Dilek arkasından gözlerini kısarak baktı.


"Eğer o ağacı diktikten sonra beni ikinci plana atmaya kalkarsan yakarım seni Yiğit Kılıç!" diye fısıldayan kadının iç sesi hiç duraksamadan 'Ohoooo. Şimdiden geçmiş olsun. Atılacak pabucun o dama Dilek Hanım.' demişti.


Elini saniyelik karnının üzerine götüren Dilek mutlukla güldükten sonra fısıldadı.


"Erkek olursa kiminki atılacak göreceğiz."


Kocasının içeri girdiğini görünce elini hızla karnından çeken kadın, arka bahçenin kapısına doğru yürümeye başlamıştı.


"Bu ne tohumu peki?" 


"Kavun tabii ki!" dedi Dilek iğneleyici bir şekilde.


"İncir aldın değil mi? Hazır ağacını alsaydın da ben de sana incir taşımakla... Ay pardon ağacın büyümesiyle uğraşmazdık."


"Benden daha çok sen bitiriyorsun o incirleri!"


"Ben genel olarak meyve seviyorum. Birileri gibi meyve seçmiyorum."


"Kavun sevmiyorum diye yapıyorsun bunu değil mi? Taktın incirime."


"Yanlış Çilek Kız. Kavun sevmiyorsun diye değil, eve kavun sokturmadığın için yapıyorum bunu."


"Ben üniversiteye kadar seviyordum kavunu. Sonra orada..."


"En berbat, en çürük kavunlardan yedin ve kavundan soğudun. Biliyorum biliyorum. Peki sorarım sana kavunun suçu nedir Öretmenim? Daha doğrusu benim suçum neeee?"


Dilek hüsranla iç geçirdi.


"Al kavununu, doğra ye. Bir şey mi dedim?"


"Ama ben doğrayamam ki." dedi Yiğit küçük bir çocuk gibi.


Bu durum üzerine Dilek gözlerini devirmişti.


"He he. Nasıl doğrayacaksın ki zaten? Bıçağı tutarken elini falan kesersin mazallah(!)."


"Di'mi? Benim de korkum o. Ya elime uf olursa. Hiii. Çok acır sonra."


Kocasına yandan bir bakış atan Dilek başını iki yana sallayarak güldü.


"Şu an ciddi olmadığını bilsem de bazen gerçekten küçük bir çocuk gibi davranıyorsun Alfa'm."


"Bazen değil! Senin yanındayken hep Karıcığım. Sana nazlanmak kadar zevklisi yok valla bu hayatta."


Dilek, dudaklarındaki gülümsemeye zıt bir şekilde sahte bir memnuniyetsizlikle nefes aldı.


İkili bu şekilde konuşa konuşa arka bahçeye çıkmışlar, ağaç için en uygun olan köşeyi seçmişlerdi.


Kocası toprağı kazarken Dilek parlayan gözleriyle onu izliyordu.


"Bu hayran bakışlarınıza neden olacak kadar çok mu yakışıklıklıyım Hanımefendi?"


"Hayranlığım sana değil elindeki mucizevi nesneye. Çok garip değil mi böyle toprağı açıyors... Ahahahahah. Yapma dur! Ahahahahahah"


Elindeki küçük kazmayı bırakan Yiğit anında ayaktaki karısını kucağına çekerek gıdıklamaya başlamıştı.


"AHAHAHAHHAHAHAH..." 


Eliyle kocasını durdurmaya çalışan Dilek gülüşlerini kocasının boynuna sığınarak susturmaya çalıştı. Yine şaşmamış, kocasının karnındaki elleri durmuştu.


"Zaafımla oynuyorsun." diye fısıldadı Yiğit boynundaki dudakların sahibinden yayılan çilek kokusu tüm bedenini kaplarken.


"Huyumla oynuyorsun." diye mırıldanan Dilek kocasının boynuna bir öpücük bıraktı. Bu temas Yiğit'in titrek bir nefes almasına neden olmuştu. Kollarını karısının beline dolayan adam derin bir nefes alarak çilek kokusunu içine çekti.


"Evleneli 5 ay oldu, öncesindeki fiziksel çekimi de sayalım hadi. Tanıştığımız ilk günden beri üzerimde öyle bir etkin var ki bu durum her seferinde beni dumura uğratıyor. Kalbim kulaklarımda atıyor şu an. Yerle yeksanım her zamanki gibi. Küçücük sen neler yapıyorsun bana?"


"Pek de küçücük sayılmam." dedi Dilek memnuniyetle. Kocasının üzerindeki bu etkisine bayılıyordu.


"Valla kalbimi tümden kaplayacak kadar küçüksün."


"Tek ben mi varım o kalbinde?" diye sordu Dilek bir anda.


Soru üzerine Yiğit'in kaşları hafifçe çatışmıştı.


"Nasıl bir soru o?"


"Ee Vatan'ımız ile paylaşıyoruz ya kalbini. Paylaşmıyor muyuz?"


"Öyle?" diyen Yiğit geri çekilerek soru dolu yeşilleriyle karısının gözlerine baktı.


"Ailen de var. Etti mi 3 odacık."


Kalp atışlarının hızlanmaya başladığını hisseden Yiğit bir anlığına ağaç fidesine baktıktan sonra Dilek'ine döndü.


"Etti?" derken sesi hafifçe titremişti adamın.


Sevdiği kadın tahmin ettiği şeyi söyleyecek olabilir miydi?


"Eksik kalmamalı değil mi o dördüncü odacık?" diye fısıldayan kadın kendisine ilgiyle, sevgiyle ve heyecanla bakan yeşil gözlere gülümsedi.


"Alfa'm?" dedi doya doya. Sen benimsin diye diye, bal gözleriyle en güzel müjdeyi haykıra haykıra...


"Helalim?" diye fısıldayan adam hayatı boyunca bu denli elinin ayağının boşaldığı bir an hatırlayamadı. Düşündüğü şeyin çıkmama ihtimali onu delicesine korkutmuştu.


Kadının bal gözlerindeki parıltı, adamın yeşillerinde gördüğü fırtınayla mümkünmüşçesine daha çok artarken Dilek'in arasından o sihirli kelime döküldü.


"Hamileyim." 


Dilek'in mutlu fısıltısı karı koca arasında yankılanmıştı.


"Ne?" diyen Yiğit yanlış duymuş olmaktan korkarak aşık olduğu bal gözlere baktı.


Ellerini kocasının yanaklarının üzerine koyan Dilek dolu gözleriyle müjdeyi bir kez daha verdi.


"Hamileyim Alfa'm. Bir çocuğumuz olacak Yiğit'im. Baba oluyorsun Yağmur Adam."


Dudaklarında mutluluk gülümsemesi, gözlerinde mutluluk gözyaşları beliren adam karısının dudaklarına yapıştı. Eve ilk girdiğinde Dilek'inin onu neden tüm dünyaları vermiş gibi öptüğünü şimdi anlamıştı. Şu an kendisi de, karısının o anda onu öptüğü gibi öpüyordu.


Sonsuz bir teşekkürle... 


Bir süre sonra geri çekilen Yiğit mutlulukla güldü ve kucağındaki karısıyla havaya kalktı. Adamın bu hareketini beklemeyen kadının ağzında ufak bir çığlık kaçarken kollarını kocasının boynuna dolamıştı.


Yiğit "BABA OLUYORUUUUM." haykırışları eşliğinde karısını döndürürken Dilek neşeli kahkahalar atıyordu. Bir süre sonra duran adam Çilek Kokulusunu kucağından indirmemişti.


"En büyük hobin başımı döndürmek değil mi?"


"Cık! En büyük hobim karımı öpmek." diyen kocası dudaklarına yönelirken mutlulukla güldü Dilek.


Kesinlikle onun da en büyük hobisi kocasını öpmekti. Geri çekilen Yiğit aşık olduğu bal gözlere baktı.


"Sen bana dünyaları veren kadın..." diye fısıldadıktan sonra aşklarının nişanesi olan Edip Cansever'den bir alıntı mırıldandı.


"Hiçbir dilde söylenmemiş, hiçbir dilde yazılmamış sözler ve şarkılar içindeyim."


"Sadece bize söylenmiş, sadece ikimize yazılmış yarınlar ve umutlar içindeyim." diye karşılık verdi Dilek kendi cümleleriyle.


"Bir edebiyatçıyla evli olunca böyle oluyor tabii. Neyse ki alıntılarla da bir giderim var." diye mırıldandı Yiğit yeşillerindeki büyük aşkla.


"Beni zaten kitaplar sayesinde vurdun. Yoksa yani bilemiyorum varır mıydım sana?"


Kucağındaki karısının alnına sevgi dolu bir öpücük bırakan Yiğit, çilek kokusunu ruhuna çekerken fısıldadı.


"Bütün yolların bana çıkarken varmaman mümkün müydü Helalim?"


"Değildi Her Şeyim. Hiçbir zaman sana varmamak gibi bir seçeneğim olmadı. İyi ki de olmadı." dedi genç kadın zümrüt yeşili gözlerde kendi ruhunu görürken.


Kucağındaki karısını yere bıraktıktan sonra ona sımsıkı sarılan Yiğit gözlerini kapatarak öylece durdu.


"Şu an gerçekten hislerimi dile dökemiyorum. Baba oluyorum. Anne oluyorsun. Hayatımıza bir küçük can dahil oluyor." diye mırıldanan adam yemyeşil gözleri dolu dolu olurken geri çekildi ve tekrardan karısına baktı.


"Ben de aynı şekilde hissediyorum. Tam olarak aynı duyguları. Bu yüzden dile dökmene gerek yok. Çok iyi anlıyorum seni."


"Hadi gidelim!" diyen Yiğit karısının elini tuttu.


"Ne? Nereye?" diye soran Dilek kastedilenin hastane olduğunu bile bile ekleme yaptı.


"Yatak odasına mı?"


Karısının bilinçli sorusunu Yiğit gıcık bir sırıtışla yanıtladı.


"Ne yatak odası ya? Tabii ki de hayı..."


"Öldürürüm seni!" diye tısladı Dilek.


"Aaa karıcığım! Beni daha doğmamış yavrundan kıskandığını söylemeyeceksin değil mi? Hadi beni eve kilitleme isteğini anlarım da o yavrucaktan da..."


"İnşaallah oğlumuz olur. Böyle tam sana çekmiş bir oğlan. Bana delicesine aşık Küçük Alfa'm."


Dilek'in cümlesi Yiğit'in sırıtışının yüzünde donmasına neden olmuştu.


"Sen evde kıyametin kopmasını istiyorsun sanırım Çilek Kız?" diyen Yiğit kendisine benzeyen yeşil gözlü bir oğlan çocuğunun hayalini kurmaya başlamıştı bile.


"Daha saniyesinde beni satan senin için güzel bir imtihan olur kabul et."


Zaten eli elinde olan karısını kendisine çeken adam dibine kadar girerek aşık olduğu bal gözlere baktı.


"Kabulüm. İstiyorum. Büyük ihtimal çıldırtacak beni. Hele bana benzerse çıldırtmanın da âlasını yapacak ama bir gerçek hiçbir zaman değişmeyecek. Sen benimsin, günün sonunda hep bana kalacaksın. Beyefendi istediği kadar kendi kendine triplere girebilir. Ondan önce benim olduğum gerçeğini değiştiremez."


"Böyle yaparak hayal kurduruyorsun ama. Ya kızımız olursa?" dedi Dilek gülen gözlerle.


Yiğit'in yeşil gözlerindeki parlaklık arttı.


"Eh o zaman roller değişir. Bana delicesine aşık Küçük Çilek Kız'ım."


Dudağını ısıran Dilek kocasına bir bakış attı.


"Şey... Seni kızımla paylaşabilecek olgunlukta olduğumu zannetmiyorum."


Dilek'in cümlesi Yiğit'in gür kahkahasıyla sonuçlanmıştı.


"Ne? Sen şimdi bile beni sattın! O zamana Allah bilir ne..."


Genç kadın dudaklarına kapanan dudaklarla cümlesi tamamlayamamıştı. Kocasının gittikçe derinleşen öpücükleri karşısında tüm dünya kaybolurken aklının başından gittiğini hissetti Dilek. Geri çekilen Yiğit alnını alnına yaslarken ikisi de hızlı hızlı nefesler alıp veriyordu.


"Ne diyordun?"


"Bir şey mi diyordum?'


Yiğit cümle üzerine kısık bir sesle güldü.


"Öyle gülme." diye mırıldandı Dilek.


"Beni yatağa atmak istediğini biliyorum ama olmaz. Önce ağacımızı dikeceğiz sonra doktora gideceğiz."


"Biliyordum bunu yapacağını! Az önce sen değil miydin 'Hay anasına satayım ne ağaçmış be. Dikiyoruz ve sonra da seni odamıza kitliyorum.' diyen. Niye sözünden dönüyorsun Yüzbaşım?"


"Haberim mi vardı benim olaydan? Şartlara göre sözler de değişir Çilek Kız. Olağanüstü haldeyiz şu an. Bu yüzden de ağacı dikip doktora gidiyoruz."


"Doktor için yarına randevu aldım zaten ben."


Yiğit omzunu silktikten sonra çocuksu bir söylenmeyle "Banane. Yarın çok geç." dedi.


"Sana inanamıyorum ya. Geldiğimden beri başımın etini yiyorsu..."


"Aklımda bir şey varsa çözmeden rahat durmam beni biliyorsun."


Dilek sahte bir triple kocasının ellerinin arasından çıkmaya çalıştı. İkili görüldüğü üzere birbirine olduğu kadar birbirleriyle uğraşmaya da aşıktı.


"İyi git çöz kafandakini. Ben koyarım koltuğa çarşafını yorganını."


"AHAHAHAHAA. Tribini yediğim..." diye mırıldanan Yiğit kollarının arasındaki karısını kendine yaklaştırarak yanağına sevgi dolu bir öpücük bıraktı.


"Doktor bulabilir miyiz ki? Saat geç oldu kapanmıştır."


"Kocanı tanımıyor musun Karıcığım? Alfa'dan bahsediyoruz burada. Alfa'dan. Alfa yani bu."


"An itibariyle vazcaydım. Sana benzerse yanarım ben. İkinizin egosu arasında sandviç olurum valla."


Yiğit, Dilek'in cümlesi üzerine tekrardan güldü.


"Eh bir Alfa kolay yetişmiyor Çilek Kız." diyen adam kızıla çalan gökyüzüne bakarak kollarını karısının bedeninden çekti ve elinden tutarak fidenin yanına yönlendirdi.


"Ağaç dikelim dediğinde, anlattıkların aklıma bu ihtimali getirmişti ama fideyi aldığından emin olduğumdan kendi kendime gelin güvey olduğumu düşünmüştüm."


"Anla diye söyledim zaten. Yine de gözlerindeki şimşeklere rağmen tek kelime etmedin." derken 'Neden?' diye de soruyordu genç kadın. Bunun bilincinde olan Yiğit toprağı kazmaya devam ederken karısına bir bakış attı.


"Bir çocuğumuz olmasını hep istiyordum zaten da... Bunun bu derece ciddi olduğunu ve hemen gerçekleşmesini istediğimi ben de o an içimde haralanan duygularla fark ettim. Hamile olmasaydın bile büyük ihtimalle akşama dayanamayıp bu konuyu açardım." diyen Yiğit gülerek mırıldandı.


"Hamile..." 


"İnanılmaz geliyor değil mi? Ben de hâlâ inanamıyorum."


"Nasıl anladın? Bana da hiçbir şey çaktırmadın. Gerçi... Aslında anlamalıydık. Bu aralar en ufak bir kokuya bile hassassın."


"Bu ele verdi ya zaten beni. Sabah Nimet Hocam 'Var sende bir haller. Hamile misin yoksa kız?' dedi. Yok dedim ama bedenimi dinleyince... Birçok şey yerine oturdu. Günüm de geçmişti zaten. Çocukların sınav zamanında yaptığım strese yormuştum ama... Öyle değilmiş."


"Zaten bunu da anlamış değilim ya. Sen niye çocukların sınav zamanında strese giriyorsun?"


"O kadar dediğim şeyden çıkardığın sonuç bu mu yani Yiğit?" dedi Dilek hayretle.


"Yok bunu her konu açıldığında dile getiriyorum. Bu sefer boş geçmeyeyim dedim."


Kadın, kocasına bıkkın bir bakış attı.


"O dudaklarındaki sırıtış olduğu sürece attığın bıkkın bakışlar hiç etki etmiyor haberin olsun Helalim."


"Farkındayım da her beni delirttiğinde atıyorum. Bu sefer boş geçmeyeyim dedim."


Karısının kendi cümlesini tekrarlaması üzerine güldü Yiğit. Çilek Kız'ının bunu yapmasına bayılıyordu.


Tohumu eline alan adam, kadına baktı.


"Sen ek istersen?" 


"Iı-ı. Can suyu benden. Sen ek."


"Aşılamalarını bizim çocukla aynı ãna denk getirmezsek hiç dikmeyelim. İleride deriz 'Bak sana su çiçeği vurduk ona da bunu."


"Bu çocuk sana benzerse, kendi ağacını falan kıskanmaya kalkmaz değil mi?"


"O kadar da olmaz?" derken pek emin olamamıştı Yiğit.


"Benim kıskançlığı da eklesek?"


Bu cümle üzerine Yiğit gülerek "Boş ver şimdi bu ağacı Helalim. Hadi suyunu ver de asıl ağacımızı görmeye gidelim." dedi.


"Sabırsız seni. Sen onca operasyonda sabrın âlasını yaşayan Büyük Alfa, 10 dakika bekleyemedin resmen."


"Sevdiğim kadın olan sen.." diyen Yiğit elini karısının karnına koydu ve fısıldayarak devam etti.


"Ve aşkımızın meyvesi olan küçüğümüz söz konusu olduğunda dünyanın en sabırsız insanıyım ben."


Dilek, elini kocasının karnındaki elinin üzerine koyduktan sonra huzur dolu bir nefes aldı. İkili bir süre yoğun duygularla birbirlerine baktıktan sonra Yiğit karısına gülümsedikten sonra önüne dönerek toprağı kapattı. Onun nazik hareketlerini gören Dilek sevgiyle gülümsemişti.


Genç kadın bir süre sonra elindeki sulama kabıyla toprağa can suyunu verirken istemsizce mırıldanmıştı.


"Adı ne olacak?"


Cümle üzerine Yiğit'in dudaklarında bir gülümseme belirdi.


"Sanki var aklında bir şey?"


"Kız olursa... Var. Aslında aklımdaki uniseks bir isim ama hayalimde o isim hep küçük bir kıza ait. Bu yüzden uniseks olsa da erkeğe koymak istemiyorum."


"Hee yani erkek olursa ikinciye kısmet olacak o isim." dedi Yiğit sırıtarak.


''Adama bak yaa. Daha ilkinin varlığını yeni öğrendi şimdiden ikinci diyor." diye söylendi Dilek.


Yiğit, karısını tekrardan kucağına çekti ve sarıldıktan sonra çilek kokusunu doyasıya çekti.


"Aklındaki isim ne Çileğim?"


"Tanışmamıza vesile olan şey tabii ki de Yağmur Adam'ım." dedi Dilek sevdiğinin gözlerini görme isteğiyle geri çekilirken.


"Yağmur mu?" diye sordu Yiğit sevgiyle.


Dilek mutlu bir şekilde başını salladı.


"Anlamlı. Hem gökyüzünü içeriyor, hem de bizim tüm hikayemizi anlatıyor. Çok sevdim. Tek soru! İnsanlar isimlerini taşır ya... Yağmur koyduk diye gözlerinden tuzlu suları çok akmaz değil mi? Kıyamam öyle olursa."


"Senin gibi bir babası varken akması mümkün değil ki." diyen genç kadın kocasının dudağı ile yanağı arasındaki noktaya bir öpücük bıraktı.


"Neden azıcık daha sağa doğru yönelmediğini sorabilir miyim Karıcığım?" diyen Yiğit sahte bir memnuniyetsizlikle söylenmişti.


"Çocuk var. Şimdiden maruz kalması..."


Dilek'i susturan şey dudaklarındaki dudaklar olmuştu. Bu sefer öpüşmeyi kısa tutan adam geri çekildi.


"Çocuk var bahanesine erken mi başladın sen? Bu bende sökmez Hanımefendi. Bilmiyor musun?"


"Biliyorum. Hoşuna gitmeyen bir şey söylediğimde beni öperek susturman hoşuma gidiyor ama." dedi Dilek dudaklarında beliren arsız gülümsemeyle.


"Hemen sil o gülümsemeyi bakayım. O doktora bugün gidilecek. Tanışalım bizim veletle ondan sonra..."


"Bitmeyen 19 dakikayı sıfırlıyorum o zaman." dedi Dilek tirip atarak.


"Rollerin değişmesine aşığım Karıcığım ama bugün olmaz."


"Kesinlikle erkek olmalı..." diye mırıldandı Dilek kalbinde hissettiği mutlu sıcaklıkla.


Yiğit karısının yarı sahte kıskanç sesiyle birlikte neşeyle gülmüştü.


"Peki oğlumuzun ismi ne olacak?" diye sordu adam.


Kocasına bakan Dilek kaşlarını kaldırdı ve cümleyi iade yaptı.


"Sanki var aklında bir şey?"


"Var." diye mırıldandı Yiğit karısını yeniden kucağına çekerek.


"Nedir?" diye sordu kadın merakla.


"Önce nedeni, sonra ismi?" dedi Yiğit.


"Kabul!" diyen Dilek'in sesinde heyecan da vardı.


"Aslında benim adım olacakmış. Babamın çok sevdiği bir isimmiş. "Daha küçük bir çocukken camide dinlediği Miraç Kandili sohbetinden çok etkilenmiş babam. Peygamber Efendimiz'in Miraç sırasında kullandığı bineğin adı Burak biliyorsun. Babam, gençliğinden hatta çocukluğundan beri 'Çocuğum erkek olursa Burak koyacağım adını.' diyormuş. Anlamı da 'Temiz, berrak ve saf.' olunca ayrı bir anlamlı olmuş. Ama işte ben doğunca işler değişmiş."


"Neden?" diye sordu Dilek kocası hakkında öğrendiği bu yeni bilgiyi meraklı gözlerle dinlerken.


"Gözlerimi görmüş çünkü. Dedeme benzeyen gözlerimi."


"Dedemin adını taşıyorum demiştin Van'da karşılaştığımız zamanlarda." dedi Dilek farkındalıkla.


"Evet! Dedem Kore Savaşı gazisiymiş. Babam 7 yaşındayken dedem savaşa gitmiş. Adı gibi Yiğit birisi diye büyük bir saygıyla ondan bahsederdi. Sonuç olarak Burak sevdasından vazgeçip adımı Yiğit koymuş. Bir çocuğum daha olursa onu adını da Burak koyarım diye düşünmüş. Bana anlatırken 'Nasipte yokmuş oğlum.' demişti. 12-13 yaşlarındaydım bu hikayeyi dinlediğimde. 'O zaman ben gelecekte koyarım baba.' diye atılmıştım hevesle. Gülerek 'Hee torunuma ismini ben koyacağım yani. Büyük onur duyarım da Gelin Hanım müsaade eder mi bakalım." demişti. Sonra konu orada bitti. Babamı kaybettikten sonra her Burak ismini duyduğumda aklıma o geliyordu. Diyordum kendime 'Kesinlikle oğlum olursa adını Burak koyacağım. Dedesi torununun ismini koymuş olur. Hayatta olmasa da... Sonra askeriyeye girdim, gelecek hayallerini sildim kendim için. Burak ismi bana asla sahip olamayacağım hayatı hatırlatıyordu artık. Taa ki günün birinde imkansızlıklarla dolu hayatıma yağmurdan kaçan bir Bal Göz girene kadar."


Kocasının duygu dolu kızarık gözlerini gören kadın ona sımsıkı sarıldı. Karısının sarılışına karşılık veren Yiğit, çilek kokusunu doyasıya içine çekti.


"Mustafa babam hayatta olsaydı eğer asıl onur duyanın Gelin Hanım'ı olacağını söylerdim. Yarın izinliyim ya, cuma da izin alayım. Mezarlığa gidelim de torunlarının müjdesini annemle babama verelim. Olur mu Cennetim?"


"Olur Helalim. Olur." diyen Yiğit bir kez daha hayatına giren bu kadını hak etmek için nasıl bir sevap işlediğini merak ederken buldu kendini.


💫


"Yani adını aslında deden koymuş öyle mi Alfa'm?"


"Öyle Kelebeğim."


"Bana bu hikayeyi mutlaka anlatıyorsun. Ağacının hikayesini. Anlaştık mı?"


"Anlaştık." diye mırıldanan Burak'ın yeşil gözleri kızla birleşmiş olan ellerindeydi.


"Eee ne zaman uyanacağız?"


"Bilmiyorum. Kesin sen benden önce uyanırsın. Yaram var diye de beni uyutmaya devam ettirirsin."


"Rüyamdaki Kelebek bile beni nasıl iyi tanıyor ama." dedi Burak sırıtarak.


Kısa süre sonra durgunlaşarak yanındaki ela gözlere baktı.


"Bana çok kızma olur mu?"


"Kızmaya çalışacağım ama kızamayacağım değil mi?"


"Büyük ihtimalle... Seni çok özledim Kelebeğim."


"Biliyorum. Ben de seni çok özledim. Sözüm aklımda merak etme. Unutturacağım sana. Unutturacağım." diye fısıldayan kız başını adamın omzuna koyarak gözlerini kapattı.


Burak da elindeki eli sıkarak gözlerini kapattı ve huzur dolu bir nefes aldı.


"Biliyorum Kelebeğim biliyorum."


Rüyada gözlerini kapatan ikili yoğun bakımda gözleri kapalı bir şekilde uyumaya devam ediyorlardı.


Uyuyor olmaları onlar için pek de sıkıntı değili. Birlikte oldukları sürece her şey güzel olacaktı.


Her şey güzel...


💫


Bölüm nasıldı? 


En sevdiğiniz sahne neresiydi?


Melek bazı gerçekleri yavaş yavaş görüyor ama... Arada yılların acısı var. Sizce Ege'yi affeder mi? Nasıl affeder?


3 farklı çiftimizi de gördük bu bölüm 😍

Hepsinin de aurası ayrı. Geçri Yağmur Adam ve Çilek Kız, aynı Alfa ve Kelebeği. Seviyorum onları benzer yazmayı ne yapayım 🙈


İnşaallah Hilal ve Burak'ı bir dahaki bölümde çok çok daha fazla göreceğiz.


8. Bölüm Sakarya ev sahnesi olacak şimdiden peçeteleri hazırlayın 🤧


Olay şu ki haftaya karne dağıtılacak ve ben bu süreçte aşırı yoğunum. Haftaya bölüm gelmeyecek büyük ihtimal çünkü yazamadım 😭.


Bir değişiklik olursa bildiririm 💙


Allah'a emanet olun 🌼 


Sizi çok seviyorum 😍


B.K.S.


15.400


Loading...
0%