@yasminiesa
|
"Evet bugün kim giriyor ziyarete?" diye sordu Kerem karşısındaki orta yaştaki insanlara bakarken. Ekibin genç kızları kafeteryada, genç askerleri ise kendilerine tahsis edilen odada rehin alınma davasını planlayanın peşindeydi. Adamlar resmen Alışveriş Merkezi'nin saldırganını bulmak için hastanede üs kurmuşlardı. Kerem bir kez daha emin olmuştu. Hayatı boyunca bir daha asla bu tarz bir olay yaşayamazdı. Gelip giderken adamlara tahsis edilen kapının önünden geçen genç Hemşir, kapalı kapının ardında neler döndüğünü merak ederken buluyordu kendisini. Ameliyat günü kimse girmemişti. Sonraki gün Melek, dün de Sevda girmişti. Sıradakinin Seher olması mantıklıydı. "Yok. Öncelik hakkı başkasının. En başından beri onundu." Duvara yaslı bir şekilde duran Ege, duyduğu cümleyle nefesini tutmuştu. Hayır! "Bugün Salih Ege girecek." dedi Seher kesin bir sesle. Yoğun Bakım'ın önündeki kimse buna itiraz etmemişti. Ege'nin kendisi hariç... "Gerek yok. Sen gir. Sizden biri girsin." diye mırıldandı adam. "Sen gireceksin oğlum." dedi Seher ona bakarak. Tüm bakışlar kendisine döndüğünde nefes alamadığını hissetti Ege. Çünkü Meleği dün verdiği sözünü gerçekten de tutuyordu. Yine ona bakmamıştı. Bu anda bile... Kalbinin acıdığını hisseden Ege başını iki yana salladı. "Salih, Seher anne doğru söylüyor. Bak kaç gündür burada perişansın. Bir içeri girsen daha iyi olacaksın. Düşündüğün gibi kötü bir atmosfer yok içeride. Uyuyorlar zaten sadece. Anormal olan tek şey aynı atan kalp atışları." dedi Sevda hafifçe gülümseyerek. "Hayır dedim Sevda." dedi Salih derin bir nefes alarak. "Bu yüzleşme kaçınılmaz. Bence baygınken, baygınlarken olması daha iyi olur Kardeşim. Hilal seni o halde görmesin." Sinan'ın cümlesini duyan Salih Ege, gözlerine yaşlar hücum ederken alayla güldü. "O halde görmesin mi? Sen Hilal'in beni ne halde gördüğünü biliyor musun? Ben ona..." Başına kocaman bir ağrı saplanan Salih, arkasındaki duvara yaslanarak nefes almaya çalıştı. Karşısındaki insanların dudaklarının hareket ettiğini görüyor ama seslerini duymuyordu. Düşünceleri öylesine yüksekti ki... Başka hiçbir şey duymuyordu. Kızının kendisine benzeyen ela gözlerinin içine bakıp da hikayesini anlattığı o gün aklına gelirken, düşüncelerinin susmasını dileyerek gözlerini kapattı. Yüzü bembeyaz kesilmiş adamın titreyen bedenini gören Enver, endişeyle ona seslenmiş fakat Salih Ege onu duyduğuna dair herhangi bir tepki vermemişti. Adamın bu kaybolmuş haline dayanamayan Seher "Oğlum..." diye fısıldayarak Salih'e doğru yürüdü ve koluna dokundu. Sonunda Salih Ege gözle görülür bir kırılma yaşıyordu. Bunda, dünkü konuşma ve dünden beri kahvelerde uzakta kalması da oldukça etkiliydi. Artık gerçekten de çok yorulmuştu adam. Günlerdir üzerinde hissettiği 'Nasılsın?' bakışlarından da, çekingen bakışlardan da, acı/hüzün dolu bakışlardan da çok yorulmuştu. Olayını şokunu atlattıkça her şey daha kötü olmuştu. Günlerdir hepsi de Salih Ege ile konuşmak isteyerek ama buna cesaret edemeyerek öylece onu inceliyordu. Ve ben bunu Hilal'e anlattım. Ben kızımın gözlerinin içine bakarak o günü anlattım. Baba dediğim insanın kafasına sıktığımı söyledim. Kızıma hayatımın en büyük vicdan yorgunluğunu söyledim. Ela gözleri kıpkırmızı olurken, acıyla benim elalarıma bakarken iki masum insanın katili olduğumu söyledim. 'O beni vurma dese bile... Ben onu vururdum. O küçüğü kurtarmak için onu vururdum.' dedim ben kızıma. Günlerdir yok saymaya çalıştığı tüm gerçekler 'Hilal'i görmeye gir.' cümlesi ile yüzeye çıkmıştı. Yoktu ki yüzü... Kızını görmeye yüzü yoktu. Onu ilk kez gördüğü Yeni Doğan Servisi'nin önünde, kucağına aldığı küçüğün kızı olduğunu anlamamıştı adam. Yıllar önce parkta konuştukları günde de olduğu gibi... Burak sayesinde yaralandığı zaman hastanede tanıştıkları gün ise kızı olduğunu anlamayı geçtim, Hilal'in Berceste'si olduğunu bile anlamamıştı. Anlamamıştı! Hangi baba kızını tanımazdı? Salih Ege Aslan kendine baba diyebilir miydi ki? Kızını hissetmeyen bir adam, baba olabilir miydi ki? Bu hayatta hiçbir şeyin yaşananlar kadar, sevdiği kadından ayrı kalmak kadar canını yakmayacağını düşünmüştü. Melek, ruhundaki endişeyle kendisine seslenenleri duymayan adama bakıyordu. Ege'si çok kötü görünüyordu... 'O artık senin Ege'n değil!' İç sesinin cümlesi canını yakarken istemsiz bir alaya konuştu kadın. "Şuna bak şuna! Hiç kimseyi duymuyor Beyefendi. Yas tutuyormuş(!)." Cümle üzerine herkes Melek'e döndü. Salih Ege'nin o kahverengi gözlere bakmaya gücü yoktu. Oradaki nefreti, alayı, acıyı, hüznü ve saklamaya çalıştığı sevgiyi ve endişeyi görmeye gücü yoktu! Ege'nin deliler gibi canı yanarken güçlüymüş gibi durmaya çalışmasına, kendini sıktığı için kaskatı olmuş bedenine dayanamadı. Eskiden her şeyi olan bu adamın yıkılmamak için çabalayan bu haline, aslında çok istemesine rağmen kızının yanına gidemeyişine dayanamadı. Aynı kelimelerle, aynı bakışlarla, aynı ses tonuyla... Bunu gören Melek, var gücüyle eteğini sıkarak elini yumruk haline getirdi. Yanına gelmeye cesaret eden kızın, bir gün konuşacağını da tahmin etmeliydi elbette. Bir haftadır içten içe hissettiği ve tam şu anda doruklara çıkan bu his... Bu yüzden de korktu Ege. Bu karanlık gecede acıdan kahrolurken, yanındaki kıza bir bülbül gibi şakıyacağından, kıza tüm ruhunu açacağından, deliler gibi yanan benliğini iyileştirmesi için ona sığınacağından korktu. Bilseydi... O gün kızın yanından kalkıp gidebilir miydi acaba? Ailesini kaybettikten sonra ilk defa ağlamak istiyordu. Yıllar sonra ilk kez boğazındaki düğümü kötü bir şey olarak görmeyen Ege sessizce fısıldadı. Önce sol gözünden bir damla yaş düştü. Sonra da sağ gözünden... Yaşlarla dolu yüzünü kızın boynuna gömen adam, burnuna gelen gül kokusuyla birlikte güneşe sonra nefes alabildiğini hissetti. Adamın içine içine akıttığı yaşları dışarı vurmasını istiyordu. Ama bunu yapacak kişi kendisi değildi. Olamazdı da! Bu yüzden de mırıldandı. Meleğinin devamında kurduğu cümleyi duyduğunda kesik bir nefes aldı. Her defasında 'Kızım' diyen Melek ilk defa bu denli içten bir şekilde 'Kızın.' demişti. Ege'sizliğe... 'Hilal için. Başka bir nedeni yok. Kızımla alakalı bir mesele bu.' diye düşündü Melek. Her şeye rağmen kızına bir borç biliyordu babasını. Bu yüzden de Salih'in Hilal'le görüşmesini istiyordu. Kendini böyle kandırıyor olsa da, kızını bahane ediyor olsa da bunu istemesinin asıl nedeni adamdı aslında. Çünkü karşısındaki adam 25 yıl önce, o cesur kızı kendi elleriyle öldürmüştü. "Gideceksin ve onu göreceksin!" dedi Melek kesin bir sesle. "Bana emir vermeyi kesmen konusunda anlaşmamış mıydık?" diye sordu adam yorgun bir şekilde karşısındaki kadına bakarken . "Söz konusu kızım olduğunda neler yapabileceğimi anlamadın mı hâlâ? Hilal uyanmadan önce git ve kendi içindeki yüzleşmeyi yaşa. Uyandığında bu gözlerindeki ifadenin kat be katıyla karşısına çıkarsan ve kızımı üzersen seni asla affetmem." Bakışlarını kahverengi gözlerde gezdiren adam hüzünle gülümsedikten sonra fısıldadı. "Sen zaten beni asla affetmeyeceksin ki..." "Af dilemeye bile lütfetmeyen birisini affedecek kadar koca gönüllü değilim. Kusura bakabilirsin." dedi Melek acı dolu elalara bakarak. 'Bir kere dağılırsam toparlanamam diye korktuğunu biliyorum. Ama yapacak başka bir şey yok. Eğer ilk yüzleşmeni Hilal'imiz uyandığında yaparsan, içini yakan kor yaşları asla o güzel elalarından bırakamazsın. Ve o acı, hep içinde bir yerlerde kalır. Onun doğduğu gün hastanede olduğunu söylüyorsun. Hamile olduğumu öğrendiğinde kurduğun hayalleri, Hilal'in kızın olduğunu anladığın o anda gördüm gözlerinde biliyor musun? İçinde biriken çok gözyaşı var farkındayım. Bu yüzden... Kızının yanına gir ve ağla Ege'm. Olur da gerçekten de toparlanamayacak kadar kötü bir hale düşersen...' düşüncelerinde bile bu cümleyi tamamlamak istemeyen Melek ela gözlerdeki çaresizliği görünce, dolan kahverengi gözleriyle adama baktı. '... Ben buradayım! Seni kaldırırım. Sen beni bir uçurumun tepesinden aşağı itmiş olsan da... Ben, sen düşme diye elimi uzatırım. Bunun yüzünden kendime çok kızıyorum ama sen bana böyle baktıkça, o boynundakinin varlığını bildikçe kendimi senden alamıyorum. Bu yüzden olur da gerçekten düşersen, kaldırırım. Ama bunu yapmama gerek olacağını zannetmiyorum. Kızımız... Bize benziyor. Her şey tepetaklak olmadan önceki halimize. Herkese şifa dağıtıyor. Ve en garibi de bunun için bir şey yapmasına gerek yok biliyor musun? Varlığı yetiyor. İçeri girip yüzünü gördüğünde, elini tuttuğunda büyük ihtimal aklına onunla geçirdiğin anlar gelecek. Bana parlayan gözleriyle senden bahsetti. Salih babam diye. Seni her şeyden bihaber böylesine sahiplenen o kız, eminim ki sana kendini çok mutlu hissettirmiştir. Hani düşünüyorsun ya baygınken girersem, gözlerini göremem ve beni teselli edemez diye... O iş öyle değil işte. Oraya girdiğinde onun seni teselli ettiği diğer anlar gelecek aklına. Hilal böyledir. İnsanlarla ikili ilişkilere girdiği andan itibaren, onlara terapi uygulamaya başlar. Eminim ki sana da yapmıştır aynısını. Yani... Kızın en başında tesellisi ile gelmiştir sana. Korkma bu yüzden!' Melek'in gürültülü sessiz bakışlarını gören Ege hüsranla mırıldandı. "Sanırım ne hissettiğini anladım. Gerçekten de bok gibi hissettiriyor." "Ne?" diye sordu Melek elalardan bakışlarını çekemeyerek "Karşısındaki gözleriyle yüzlerce şey anlatıyor fakat sen duymuyorsun. Berbat bir duygu." "Eskiden duyardın... Bunu bozanlar utansın." Cümleyi duyan Ege alayla güldü. "O itlerde utanma duygus..." Söylediği şeyi fark eden adam hızla susmuş olsa da çok geç kalmıştı. "O itler..." diye tekrarlayan Melek başını iki yana salladı. "Şu an o itler burada yok. Ama sen bana bir pislik gibi davranmaya devam ediyorsun." "Bana söylediğin onca şeye susmama rağmen pisliğin tekiyim öyle mi?" dedi Ege inanamaz bir şekilde bakarken. "Evet! Tam da bu yüzden. Sustuğun için!" diyen Melek, bir adım geriye çekildi. Bakışlarını ela gözlere çevirerek duruşunu dikleştiren kadın yıllardır yüzüne taktığı duygusuzluk maskesini yeniden takmıştı. Melek karşısındaki adama bakarak kararlı bir şekilde konuştu. "Git! Kendi yüzleşmeni yaşa. Bencilliği bir kenara bırak ve bu yüzleşmeyi tek başına yaşa. Kızım uyandığında teselli eden değil, teselli edilen olsun. Sen üzülüyorsun diye duygularını saklamasın, sen kahroluyorsun diye acısını yok saymasın. Yaşanması gerekeni hakkıyla yaşasın. Ondan her şeyi çaldık bari bu hakkı çalmayalım. Kızına yıllardır yapamadığın babalığı yapmaya kararlıysan eğer... İşe gerçeği öğrendiğinde karşısında dimdik durarak başla. Kendi hislerini yok sayıp seni teselli etmek zorunda kalacağı bir yıkıntı olarak çıkma karşısına. Yıkılacaksan şimdi yıkıl, sonra bir şekilde toparlan ve kızının karşısına öyle çık. O gün geldiğinde içinde kıyametler kopsa bile onları kenara bırakıp kızının kıyametiyle ilgilen. Ebeveyn olmak bu demek çünkü. Kendinden geçip çocuğunu düşünmek. Yalnızca çocuğunu..." Melek'in kahverengi gözlerine uzun uzun bakan Salih Ege hafifçe tebessüm etti. "Sen Melek Gökmen... Mükemmel bir anne olmuşsun." Gözlerinin dolduğunu hisseden Melek başını iki yana sallayarak fısıldadı. "Hayır. Eksik bir anne oldum ben." Sen yoktun ve ben eksiktim. Kırgın, yalnız, yaralı... "Özür dilerim." dedi Salih berbat bir sesle. Yanınızda olamadığım için, seninle beraber büyüyüp ebeveynliği birlikte öğrenemediğimiz için, seni tek başına yalnız bıraktığım için özür dilerim Meleğim. "Keşke bazı şeyler kelimelerle silinebilse. Bunu gerçekten isterdim. Ne yapacağımı bilemediğim o anlarda döktüğüm gözyaşlarının, hissettiğim acının yok olmasını isterdim. Babamın ölüm haberini aldığımda hayatım boyunca hiç öylesine çaresiz hissedeceğimi düşünmemiştim. Beni terk ettiğin gün dedim ki 'Bu çaresizlik o gün hissettiğim çaresizlikle yarışır.' O çaresizliğin daha üstünün olacağını hiç düşünmemiştim. Ta ki karşıma geçen doktor gülen gözleriyle 'Tebrikler hamilesiniz.' diyene kadar. 19 yaşında bir çocuktum ben. Hayatının başında tüm hayalleri ölmüş küçük bir genç kadın. Eğer sen olsaydın... Korkmazdım. Bir an bile korkmazdım. Beraber her şeyin üstesinden geleceğimize inanırdım. Düştüğümde diye bir şey olmazdı çünkü sen düşmeden beni tutardın, korktuğumda diye bir şey olmazdı çünkü sen beni her şeyden korurdun ve ben hiç korkmazdım. Sen benim hem kocamdın, hem de babam. Bunu biliyorsun değil mi? Benimle evlenir misin diye sorduğunda sana 'Ben sanırım hâlâ biraz çocuğum.' demiştim. 'Ne güzel işte benimle büyürsün.' demiştin. Beni bu şekilde büyüteceğini asla tahmin edemezdim. Hayallerimizle birlikte tek başıma kalakalacağımı, hayalimizi sensiz büyütmek zorunda kalacağımı asla tahmin edemezdim." Ege titrek bir nefes alırken, Melek gözünden düşen acı dolu yaşlarla sevdiği adamın ela gözlerine baktı. "Ne yaşadın bilmiyorum. Neden susuyorsun onu da bilmiyorum ama... Ben bir kadının yaşayabileceği en ağır şeyleri yaşadım. Bir kadın olarak hem kadınlığımdan, hem de anneliğimden vuruldum. İkisinin de sebebi dolaylı ya da dolaysız sensin. Ve senin o iki kelimelik özrün de, yapmadığın açıklamaların da yaşadığım hiçbir şeyi silemiyor. Ben senin yüzünden anneliğimi bile doyasıya yaşayamadım. Döktüğüm gözyaşları ve stres yüzünden 3. ayımda düşük tehlikesiyle yüz yüze geldim. Kızımız olacağını öğrendiğimde aklımda senin sözlerin yankılanırken karanlık odalarda öylece saatlerce oturdum. Doğduğunda sana benzeyen gözlerini gördüğümde ise 'Ya ona benziyor diye kızımı sevemezsem, yitip giden kadınlığımın acısını anneliğimden çıkartırsam.' diye korktum. Oldu da biliyor musun? Ona olan sevgimde hiçbir sorun yoktu ama bazen..." Başını utançla önüne eğen Melek sessiz bir şekilde devam etti. "Bazen sana benzeyen, senin yaptığın bir hareketi yapıyordu ve kızıyordum ona. Küçükken daha çok oluyordu bu. Elimde değildi ki. Aklıma düşüyordun ve içimde kocaman beni yutan bir kara delik beliriyordu. Ben benlikten çıkıyordum. Ona anne olmakta zorlandığım anlar oldu. Birçok kez kızım gözlerimin içine korka korka baktı. Her an ona aniden kızacakmışım gibi! Yani anlayacağın... Ben mükemmel bir anne olamadım. Ketum, katı, hatta gülmeyi bile bilmeyen kötü bir anne oldum. Bizim evin kötüsü ben, iyisi Kadir oldu hep. Kızımla kan bağı olmayan o adam benden daha çok ebeveynlik yaptı ona... Halbuki ben hiç böyle hayal etmemiştim. Anne olduğumda çocuğumla çocuk olacaktım ben. Mutlu kahkahalar atarak her gittiğimiz yere neşe saçacaktık. Ona ilk olarak gülmeyi öğretecektim ben. Ama olmadı! İlk öğrendiği şey ağlamak oldu. O küçücük elini, ağlamaktan bitap düşmüş gözlerime uzatarak ağlamayı öğrendi kızımız. Direksiyona Kadir geçmeseydi eğer, Hilal bugün bana dönüşmüş olacaktı. Nemrut, gülmeyi unutmuş, katı kurallı, öfkeli simsiyah ölü bir beden!" Salih Ege gözlerinden düşen yaşlarla başını arkasına yasladı. Nefes alamadığını hissediyordu. 'Döktüğüm gözyaşları ve stres yüzünden 3. ayımda düşük tehlikesiyle yüz yüze geldim.' cümlesi tüm ruhunda yankılanırken aklına arkadaşı Remzi'nin karısı Füsun gelmişti. Kadının yaşadığı korkuya bizzat şahit olan adam, kendisine 40 kat yabancı olan Füsun'u o halde gördüğünde darmadağın olmuşken sevdiği kadının aynı şeyi yaşadığını düşündüğünde öldüğünü hissetmişti. Melek'in söylediği bir cümle bin cümleye bedel olmuştu. Yaşanılan tüm acılar, kadının kelimelerinde tek tek kendini gizliyordu. Ve hepsi için de Ege'yi suçluyordu Melek. Mecbur kaldığı şeyler için yaşadığı öfke, onsuzluğun acısıyla yaptıkları için ve her şeye rağmen hissettiği sevgi için Ege'yi suçluyordu. "Bilmiyordum." diye mırıldandı Salih Ege başını pişmanlıkla önüne eğerken. Onun bizim kızımız olduğunu bilmiyordum. "Evet. Çünkü bir kağıt parçasında yazılanlara, benden daha çok güvendin." dedi Melek sesi titrerken. Cümleyi duyan Ege nefesinin kesildiğini hissederek hızla başını kaldırdı ve eski karısına baktı. "Melek..." "Seslenme bana. Sesinde ismini duymak istemiyorum. Beni soktuğun konum canımı acıtıyor. Sana çok kızgınım. Zamanla azalacağını düşünmüştüm ama düşündükçe daha çok öfkeleniyorum. Sen yaşadıklarımızdan hemen sonra gidip başkasıyla birlikte olabileceğimi nasıl düşünebilirsin? Beni bırakıp gittikten sadece 1 ay sonra başkasının bana dokunmasına izin vereceğimi? O öfkeyle sana söylediklerimi gerçekleştirdiğimi mi düşündün? Senin gözünde o kadar ucuz bir kadın mıydım ben?" Ellerini yumruk yapan Melek, susmayan diline söverek öfkeyle gözlerindeki yaşları sildi. "Annem ilk günlerde sürekli 'Onun sana olan sevgisinin yalan olduğunu mu düşünüyorsun? Seni sevdiğini düşünmüyor musun? Ona güvenmiyor musun? Bunu yapmayacağını bilmiyor musun?' diyordu. 'Bana bakışlarını görmedin sen.' diye karşılık veriyordum ona. O buz gibi bakan yabancı gaddar elalarını görmedin. Sakinleştiğimde, o sözleri yok sayarak seni bulmak istedim. Bana öyle bakan o ela gözleri bile yok sayarak hem de. Bir açıklamaya ihtiyacım vardı. Tek bir an için yaşadığımız o güzel 3 ayı yok saymayacaktım. Sonra hemen peşine hamile olduğumu öğrendim. Kararlıydım ben. Bulacaktım seni. Yaptıklarının hesabını soracaktım ama dinleyecektim de seni. O sözleri yok saymaya bile hazırdım. Yine de kafam çok karışıktı ve amcama hamile olduğumu söylersem sana söylerdi. Düşüncelerimi toparlamadan karşına çıkmak istemedim. Kendi içimdeki savaşı vermeden seninle yüzleşmek istemedim yoksa her şey daha kötü olurdu. Ama hayat planladığın gibi gitmiyor. O konuşmadan sonra bir daha amcamla görüşemedim. Seni aramaya çalıştım ama dünya üzerinde yoktun. Ben de bana olan sevginin adın gibi yalan olduğunu düşünmek zorunda kaldım çünkü başka hiçbir çarem yoktu. Hadi benim başka çarem yoktu peki ya sen? Sen nasıl oldu da sana olan sevgimin yalan olduğunu düşündün? Bir kağıt parçasına benden daha çok güvenmeni kaldıramıyorum. 'Melek bunu yapmaz.' diyemedin mi? Sanırım ikimiz de birbirimizi hiç tanıyamamışız Salih Aslan. Yalanlar üzerine kurulan bir ilişki de, ancak bu kadar olurdu zaten." Duraksayan Melek acıyla güldü. "Nereden nereye geldim. Bu yüzden seninle muhatap olmak istemiyorum işte. İçimde birikmiş öfke o kadar büyük ki bülbül gibi şakırken buluyorum kendimi. Ve ben yüzlerce şey söylerken sen sözlerimi hep alttan alıyorsun(!). Ben kendimden onlarca taviz veriyorum, sen ise tek kelime bile etmiyorsun. İşin garip yanı... Tüm bunlara rağmen kötü olan yine ben oluyorum. Şu ileride ne konuştuğumuzu duymayanlara sor bak gör. Onlara göre ben acımasız olan, sen ise merhametli olansındır. Halbuki ben çığlık çığlığa bağırıyorum fakat sen beni duymazdan geliyorsun, ağzını açıp tek kelime etmiyorsun... Gerçi ne bekliyorsam? Sen hep böyleydin. Kadir her zaman kalbimi ona açmadığımdan şikayet ederdi. Bunu senden öğrenmişim, şimdi fark ediyorum. Sen, hiçbir zaman gerçek seni görmeme izin vermedin. Hep benden bir şeyler sakladın. Ben kocamın nerelere dalıp gittiğini asla öğrenemedim. Ben kocamın neden kabus gördüğünü, neden gözyaşları döktüğünü asla bilemedim. Bu yüzden beni terk ettiğinde 'Hayır Ege'm yapmaz.' demekte zorlandım, yalpaladım, bocaladım. Yani bakıyorum da... İlişkimizin başladığı gün omzumda ağlayan bir sen, her şeyden bihaber olan ben. Neden ağladın bilmiyorum. Sonradan da asla öğrenemedim. Daha en başında temelsiz bir ilişki inşaa etmişiz biz. Sevmek önemliymiş ama asıl olan konuşmakmış, bunu büyüdüğümde öğrendim. Konuşulmayan her şey, karşındaki için herkes olmana neden oluyormuş. Yani sen Salih Aslan susarak beni herkes yapmışsın." "Anlatamadığım için susmuş olamaz mıyım?" diye mırıldandı Ege istemsizce. "Bana anlatamayacaktın da kime anlatacaktın? Acılarını sevdiğim dediğin kadınla bile paylaşmayacaksan niye yaşıyorsun ki bu hayatta? Ruhunu açmaktan bu kadar çok korkuyordun madem neden 'Meleğim' dedin bana, neden evlendin benimle?" Kadının haklı olduğunu bilen Salih usulca fısıldadı. "Çünkü bencildim." "Geçmiş zaman eki kullanma. Hâlâ bencilsin. Hâlâ senin isteklerine göre yaşıyoruz bu hayatı ve ben bunu istemiyorum. Şimdi hayatında ilk kez bencilliği, korkaklığı bırak git kızını gör. Ve hazırla kendini. Uyandığında ona 'Ben annenin bana olan sevgisine değil de bir kağıt parçasına inandım. Bu yüzden de 24 yılın bensiz geçti kızım.' diyeceksin." 'Bunu zaten biliyor ki. Ben ona, eski karımın küçük kızını kurtarmak için amcasını öldürdüğümü söyledim. Meğer bahsedilen kız o, kadın annesi, amca ise büyük amcasıymış. Ahh be Meleğim. Neden sustuğumu bilsen bana teşekkür ederdin. Konuşursam bir daha gözlerime bile bakamazsın çünkü.' diye düşünen Salih, ruhundaki yorgunlukla arkasını döndü ve kahverengi gözlerin ruhunu deldiğini hissederken, yıllardır kaçtığından uzaklaşmaya başladı. 🌙 "Yoğun bakım camının perdelerini kapattım Salih Bey. Acil bir şey olursa ben dışarıda koridordayım haber verirsiniz. İçeriye kimseyi sokmamam söylendi. Herhangi bir tektiğe de ihtiyaç yok şu an, bu yüzden de içeriye doktor ya da hemşire de girmeyecek. Ziyaretiniz rahatça yapın. " Mavi yoğun bakım önlüğünün içindeki Salih Ege kısık bir sesle sordu. 'Kim söyledi?" Kerem bu soruya cevap verip vermeme arasında bocalarken adam kendi sorusunu kendisi cevapladı. "Melek..." "Evet Melek Hanım rica etti. Çok uzun süre olmamak koşuluyla yoğun bakım bir süre size ait. Olmaz ama herhangi bir terslikte dediğim gibi dışarıdayım.' Salih Ege hafifçe başını salladığında elindeki kartı yuvasına okuyan Kerem adama mahremiyet sağlama isteğiyle hiç duraksamadan koridora açılan kapıdan dışarı çıktı. Çıkmasıyla Seda Hemşire ile yüz yüze gelmesi bir olmuştu. "Ne oldu? Ters giden bir şey mi var?" diye sordu kız alelacele hareket eden adama bakarken. "Yok yok sakin ol. Sadece... Öyle işte. Hayırdır sen nereye?" "Yüzbaşıya iğnesini yapacaktım." "Uyutmak için mi? 1 gün olmadı ama. Günlük dozlar vermiyor muyduk?" "Kardeşi, bünyesinin sağlam olduğunu bu yüzden de dozların etkisinin normal insanlara göre daha çabuk geçeceğini söylemişti. Bu yüzden izninle..." "Yok girme şimdi. Ziyaret saati." "Neredeyse 3 saat önce yapmalıydım zaten Kerem. Acil ameliyat çıktı gelemedim. Sen de ameliyattaydın o sırada sana da haber veremedim. Neyse işte iki dakika iğne yapıp çıkacağ..." Duyduğu cümle karşısında Seda olayı anlayarak başka şey söylemedi ve yoğun bakım girişinin önündeki üçlü koltuğa yorgunlukla oturdu. Kerem de kısa sürede yanında yerini almıştı. "Yoruldun mu bugün?" diye soran adam kızın elindeki tedavi tepsisini alarak yere koymuştu. "Acile zincirleme kaza geldi ya... Böyle günler her yönden çok yıpratıcı oluyor." diye mırıldandı Seda bitkin bir şekilde başını arkasına yaslayarak. "Hastanede gördüklerimizle hayatı bildiğimi zannederdim. Yani ölümün varlığı hep bizimle. Yine de önlüğümüzü çıkarıp bu hastaneden dışarı çıktığımızda hastalar da, olaylar da geride kalıyordu. Kalmak zorundaydı çünkü başka türlüsü yaşatmıyordu. Ama onlar öyle değil. Şu birkaç günde öğrendim ki ben ne hayatı biliyormuşum ne de adam akıllı ölümü. En ufak bir şeyde mızmızlanıp söylendiğim onlarca an için utanıyorum şu an. Birileri dışarıda bizim için kendi hayatını feda ediyormuş ve yaptıklarıma bakıyorum da... Benim gibi her şeyi dalgaya alan biri için değer miydi acaba?" "Bilmem sen söyle. Şu ana kadar kaç hayat kurtardın Hemşir Kerem?" Seda'nın cümlesi üzerine ona doğru bakan adam, kızın bakışlarındaki keskinliği gördüğünde sorunun (tesellinin) laf olsun diye söylemediğini anlamıştı. "Yani orası öyle ama ameliyatta asıl iş bizde değil ki zaten." "Abov. Kerem eski sürümünü geri yükle lütfen. Bu fazla karamsar olmuş. Psikiyatr servisinden randevu almalı mıyım acaba?" "Dalga geçme Seda." diyen adam derin bir nefes almıştı. "Bunu sen diyorsan durum gerçekten çok ciddi... Gizlilik sözleşmesini imzalamadan önce komutanlardan birisi 'Dünyanın maverasıyla tanışmaya hazır mısınız?' diye sormuştu hatırlıyor musun? Yaşadığımız şey tam olarak bu. Görünenin ötesi ile tanıştık. Bunu yaşadığımız için şanslıyız. Canlarını, mallarını, her şeylerini Vatan Sevdası uğruna harcayan insanlarla tanıştık, tanışmaya da devam edeceğiz. Bu gibi durumlarda 'Geçmişte yedim, içtim, yattım.' diye vicdan yapmak yerine 'Artık bazı şeyler için daha çok çabalamalıyım.' demeliyiz bence. Hem sen görüntüde lay lay lom olsan da hastalarla ve yakınlarıyla ilgilenirken asla öyle değilsin. Şu zamana kadar birçok hastayı sakinleştirip, yakınlarına destek oldun. Yani boşuna kapılıyorsun kara düşüncelere. Düşündüğün gibi hayatı goy goy olan biri değilsin. Elbette düşünmek tartmak iyi ama fazlası da zarar. Yapma bunu kendinde." "Benim birçok hastayı sakinleştirip, yakınlarına destek olduğumu nereden biliyorsun? Beni iyi tanıyor gibisin Seda Hemşire." Soru üzerine bir an duraksayan Seda aklına gelen ilk şeyi söyledi. "Tüm hastane seni tanıyor Kerem." Kızın telaşını hisseden Kerem hafifçe güldü. "Tüm hastane beni tanıyor. Şanslıyım desene o zaman." "Ah eski sürümü hızlı yükledin. Evet şanslısınız Kerem Bey. Şanssınız ve size mutluluklar dilerim." diye söylenen Seda kalkmak üzereydi ki Kerem kolunu tutarak onu durdurdu. "Şanslıyım çünkü tüm hastane seni tanımıyor." "Ne?" diyen kız şaşkınlıkla adama baktı. "Ve ben seni tanımak istiyorum." dedi Kerem tüm yalınlığıyla. "Bu sen misin? Durduk yere nereden çıktı bu şimdi?" diye soran Seda neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu. "Durduk yere mi? Şu yaşadıklarımıza bak. Kaç gündür hayatlarımızda zelzeleler oluyor. Ben kendimi deli zannederdim benden daha delileri varmış." "Yani?" dedi kız sabırsız bir şekilde. "Yanisi şu ki... Merak ediyorum. Bir insanı, zehirli olduğunu bildiğin bir bıçakla kendini yaralayacak kadar çok sevmek nasıl bir histir acaba? Sevdiğinin varlığı hissedip, kalp atışlarını onunla senkronize etmek nasıl oluyor mesela?" diye sordu adam kızın gözlerine bakarak. "Bilmem." diye yanıtladı kız kalp atışları maraton koşarken. "İşte ben de bilmiyorum. Ne dersin? Beraber öğrenelim mi?" Kerem'in ciddi bakan gözlerini gören Seda'nın dudaklarında mükemmel bir gülümseme belirdi. "Olabilir. Neden olmasın?" 🌙 Tek bedeni değil tüm ruhu titreyen adam, açılan kapıdan içeri girdi. Ritmik atan kalp atışlarını duyduğunda ilk gözyaşı usulca elalarından firar etmişti. Hastane önlüğü içinde bilinçsizce yatan evlatlarını gören Salih Ege düşmemek için yanındaki duvara tutundu. Bakışları bir süre oğlu ve kızı arasında gittikten sonra Hilal'in üzerinde durmuştu. "Hep mi hastanede tanışıyoruz biz Küçük?" diyen adamın sesi neredeyse çıkmamıştı. Acıyla inleyen Salih Ege başını arkasındaki duvara yaslayarak kızına baktı. "Neden anlamadım? Nasıl anlamadım? O Cennet kokunu aldığım gün, lal olan dilimi çözdüğünde nasıl anlamadım? 24 yıl. Bir dahaki ay 25 olacak hatta. Ben bu 25 yılın telafisini nasıl yapacağım Küçük? Nasıl?" Her doğum gününde, her özel gününde aldığın hediyelerle... 'Hadi ya. İki hediye geçirecek miymiş onca yokluğu?' Hediye değil, düşünce. Kızının onu düşündüğünü bilmesine neden olacak o hediyeler. Her zamana onunla olduğunun göstergesi. Hem... Onun bir babası vardı. Mutlu bir çocukluk geçirdiğini en iyi sen biliyorsun. Kendi de dedi ya sana. Sen kendini düşün. Ama şimdi değil. Hadi bak, vaktinden çalıyorsun. Git kızının yanına. Susmayan iç sesiyle büyük bir savaş halinde olan Salih, onun haklılığının bilinciyle yavaş adımlarla kızının yanına doğru yürüdü. Her adımı onu hem geçmişine götürüyordu, hem de geçmişinin o kör karanlığından çıkarıyordu. Hilal'in yanına ulaştığında ziyaret için koyulan tekli koltuğa oturdu Salih. Korka korka kızın eline doğru uzatan adam, küçüğünün elini titreyen ellerinin arasına aldı. Bu hareketi, ağzından bir hıçkırığın kaçmasına neden olurken sessizce inlemişti. Çok küçük... "Berceste'm." Odada yalnızca monitörlerden yükselen birbirine eş kalp atışları yankılanırken titreyen sesiyle devam etti adam. "Ben geldim Berceste'm." Yaşlar, peşi sıra elalarından dökülürken başını kızının küçük eline doğru yasladı adam. "Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim..." Defalarca özür dileyen adamın özürleri Berceste'sine miydi, Gül Kokulusuna mıydı, baba dediği Emmi'ye miydi, Fetih'e miydi yoksa kendisine miydi bilmiyordu Ege. Hiçbir zaman bilemeyecekti de... Yaşadıkları, tüm ağırlığı ile baştan sona aklına gelirken 'Seç! Baban mı, kızın mı?' sorusunda takılı kaldı adam. Ne olursa olsun, ne denli büyük bir vicdan azabı çekiyor olursa olsun hep çocuğunu seçerdi. Bencilceydi ama ebeveyn olmak da bu bencilliği beraberinde getiriyordu. Sadece ihtimaliyle bile bunu anlamıştı Salih. Dünya bir tarafa, çocuğu bir tarafaydı. Baba olmak buydu. Baba olmak her koşulda evladını korumaktı. Sonu, kabuslarla dolu vicdan azabı olsa bile... Her koşulda evladını korumaktı. Gözlerinden yavaş yavaş dökülen yaşlar, sonrasında hızlanmaya başlamıştı. Kısa süre sonra hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Salih Ege Aslan. 'En son ne zaman böyle ağladın?' sorusunun cevabı 'Hiç'ti. Ege, daha önce Meleğinin omzunda bile böylesine hıçkırıklara boğulmamıştı. Uzun bir süre bu şekilde ağlayan adam, sonunda sessizce mırıldandı. "Korudum seni Berceste'm. O adamlardan korudum ama kendimden koruyamadım be Küçüğüm. Benim yüzümden bir ömrü babasız geçirecekmişsin. Sindiremiyorum bu düşünceyi. 18 yaşında kaybettim babamı. 50 yaşındayım, hâlâ bir sorun olduğunda yanımda olsa da bana yol gösterse keşke diye onu arıyorum. Eğer Kadir Alacalı hayatına girmeseydi düştüğünde koşup sarılacağın, bir sorun olduğunda 'Babam çözer.' diyerek sonsuz güven duyacağı bir baba figürü olmayacaktı hayatında. Benim yüzümden... Benim korkularım yüzümden. Sana kendi ağzımla söylemiştim. İyi ki benim kızım değilmiş, ben bu kanlı ellerimle onu kucağıma alamazdım demiştim. Kendi vicdan azabımda boğulduğum için o raporun doğruluğunu sorgulamadım. Melek'e mi güvenmedim yoksa o sonuca mı inanmak istedim? Kadir'in sana yaptığı güzel babalığı görünce kimsenin hayatına bir bomba olarak düşmek mi istemedim acaba? Bilmiyorum ki. O zamanlar tek istediğim ölmekti. Mantıklı düşünebileceğim bir durumda değildim. Belki de bu yüzden o rapora inanmak işime geldi. Herkes mutluydu. Tek mutsuz olan bendim. Mutsuzluğumla sizin mutluluğunuzu karartmak istemedim. Yüzleşmekten kaçtım. Şimdi bile annene verebileceğim bir cevabım yok. Anlatamam ona. Sen desen... Sana her şeyi anlattığıma düşündükçe kahroluyorum. Ne yapacağım ben? Seni tanıyorum. Bu konuda Burak'a kızıyorsun ama sende de var bu huy. Benden aldın sanırım. Her şeyde öyle ya da bir şekilde kendine suç buluyorsun. Gerçeği öğrendiğinde 'Sen benim yüzümden...' gibi bir cümle kurarsan, çatıya çıkıp kendimi aşağı atarım büyük ihtimalle. Bak baştan anlaşalım herhangi bir olumsuz cümle yok..." Hüzünle gülümseyen Salih Ege geriye çekilerek kızının yüzüne baktı. "... Kızım. " Gözlerinden yeniden yaşlar düşmeye başlayan adam titrek bir nefes aldı. "Sana kızım demek o kadar güzel bir his ki... Burak'a oğlum dediğimde de böyle hissediyorum. Ben senin sevginin hasretiyle onu sevdim, o ise babasının hasretiyle beni sevdi. Şimdi sevgilin gerçeği öğrenince ne tepki verir sence? İlk duyduğunda ne tepki vereceğini tahmin edemiyorum ama sonrasında ikinizin de iki küçük çocuk gibi benim için kavga edeceğinizden eminim. Siz zaten birbirinize laf sokmaya aşıksınız. Önünüze gelen bu fırsatı güzel değerlendirirsiniz." Dudaklarında içten bir tebessüm beliren adam bakışlarını oğluna çevirdi. "Keşke hemen o anlara gelebilsek. Hiçbir yüzleşme yaşamamak için 1-2 ay sonrasına ışınlanma şansımız olsa. Ahh ahh. Düşünmekten beynim patladı be oğlum. Uyanıp bana destek olmanı isteyemiyorun bile senden çünkü sen de hayatının en berbat anındasın. Kötü oldu bu Burak. Biz her savaştan el ele çıktık bugüne kadar. Yol arkadaşımla ayrı gayrı düşmek beni çok güçsüz kıldı. Senin için hiçbir şey de yapamayacağım. Anlat diyeceğim ama anlatacağın kişi benim kızım. Hilal'in kalbinin durmasını..." Sesi titreyen adam boğazındaki yumruyla gözlerini kapattı. "O anlardan hissettiklerini, o ânı anlatmanın kaldıramam. Ben sana Hilal'in kızım olduğunu öğrendiğimde hissettiklerimi anlatmaya kalksam 'Nasıl bunu daha önce anlamadım?' diyeceksin. Saçma sapan kendini suçlayacaksın. Elimiz kolumuz bağlı bir şekilde kaldık mı öylece Ortak?" Gözlerini açan adam, sevgiyle bakışlarını çocuklarının üzerinde gezdirdi. "Yine de her şeye rağmen... Hayattaki en şanslı baba olmalıyım. İki canım da birbirinin canı. Hiçbir şekilde hiçbir zaman gözüm arkada kalmayacak. Kızını, oğluna emanet edecek kadar şanslı kim var ki bu dünyada?" diye mırıldanan adam ayağa kalkarak kızının alnına bir öpücük kondurdu. Uyuyan kızının saçını sevgiyle okşayan adam, oğlunun tarafına geçip onun da alnına bir öpücük bıraktı. "Senin böyle kabussuz huzurla uyuduğun günleri görmek o kadar güzel ki oğlum." diye fısıldayan adam çocuğunun saçlarını şefkatle okşamıştı. Günler önce, evinin salonunda uyuyan çocukları uyanır diye yapamadığını şimdi yapmış, onları doyasıya sevmişti adam. Zaman kavramından bihaber olan Salih Ege uzun süredir burada durduğunun bilinciyle gitmek için kapıya doğru yürüdü fakat gitmek istemediğini fark ederek duraksadı. Yıllar sonra kavuştuğu kızını bırakmak istemiyordu adam. "Sende bir büyü olsa gerek Berceste'm. Ne zaman İstanbul'a gelsem beni hep kendine çağırdın. Aslında ikiniz de büyülüsünüz sanırım. Şu an sizinleyken korunaklı bir mağarada, düşmandan saklanıyormuşum gibi hissediyorum." dedi Salih tekrardan koltuğa otururken. "Buradan çıkınca herkes bana 'İyi misin?' bakışları atacak. İyi falan değilim, olabileceğimi de zannetmiyorum. En azından sizinle gerçek bir yüzleşme yapana kadar." Duraksayan Ege yutkunarak kızına baktı. "Şu an uyanık olsan 'Bizimle değil onunla yüzleşene kadar.' diyeceksin biliyorum. Sana asla o günleri anlatmamalıydım. Bir şekilde gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışacaksın. Bu kadar yara almışken... O yaralar iyileşir mi? Yaptıklarımı gömmeye çalışırken, yüzleşirsem hayatta kalmaya devam edebilir miyim? Onun tek bir olumsuz bakışı, tek bir korku dolu bakışı beni binlerce kez öldürür. Ona söylediklerime rağmen, yıllara rağmen gözlerinde hâlâ bana karşı bir sevgi var. Peki ya... Ya olanları öğrendiğinde bu sevgi yok olursa? O zaman ben de yok olurum işte. Hayat neden bu kadar zor? Neden?" Derin bir nefes alan Salih Ege, elalarını çocuklarının üzerinde gezdirdi. "Başınızı şişirdim di'mi? Ne yapayım? Kim dedi size bu ihtiyar adamın dert ortağı olun diye? Benim dertler hepimizin boyunu aşar yine de konuşabildiğim, konuşmak istediğim sadece siz ikinizsiniz. Neden bilmiyorum ama sanırım Meleğimin de dediği gibi şifanızla geldiğiniz için. Senin 'Ben yanındayım baba.' bakışların Burak, senin her daim anlayışlı tebessümün Hilal... Sığındığım liman olarak ikinizi seçmeme neden oldu. 'Limanım yâr olamadı, yavru olsun.' dedim sanırım." Arkasına yaslanan Salih Ege çocuklarına bakarken onlarla Sakarya'da geçirdiği güzel günleri hatırlamıştı. 💫 "Beğendin mi?" diye sordu Salih kızın elinde tuttuğu atkı bere eldiven takımına bakarken. "Yani güzelmiş ama öyle ihtiyacım olduğu da söylenemez." diyen Hilal bilinçli bir iç çekişle elindeki takımı yerine bırakarak hırkaların olduğu bölüme geçti. Arkasındaki adamın bakışlarını üzerinde hisseden genç kızın dudaklarında kocaman bir sırıtış vardı. Görev tamamlandı. Hilal, ihtiyacı olan hırkayı kısa sürede seçerek kasaya doğru gitti. Çantasından cüzdanını çıkarıyordu ki Salih kolundan tutarak onu engellemişti. "Ben öderi..." "Bir daha seninle asla ama asla herhangi bir alışverişe çıkmam Salih baba." diyen Hilal'in kesin sesini duyan adam elmecbur elini çekmişti. Genç kız hırkasınının ödemesini yaparken Salih de hoşuna giden yeşil bir kazağı Burak için almış ve kasanın üzerine koymuştu. Hilal poşetini eline aldığında telefonu çalmaya başladı. Telefonu eline alan kızın dudaklarındaki gülümseme, arayanın kim olduğunu belli ediyordu. "Sen ödemeni yap Salih Baba ben dışarıdayım." diye neşeyle şakıyan Hilal çıkışa doğru giderken telefonunu açtı. "Alfa'm?" "Kelebeğim?" dedi adam da aynı sevgi dolu ses tonuyla. Hilal, mağazadan çıkar çıkmaz bilinçli bir şekilde sırtı mağazaya dönük bir şekilde sevgilisiyle konuşmaya başladı. Kızın sırtının mağazaya dönük olmasını fırsat bilen Salih hızlıca az önceki reyona giderek Hilal'in beğendiği takımı aldı. Kasaya geri döndüğünde kasiyer gülümseyerek ürünü paketlemeye başlamıştı. "Kızınız çok mutlu olacak. Çok beğenmişti bu takımı." "O benim..." diye başladığı cümleyi tamamlamayan Salih bakışlarını mağazanın önündeki genç kıza çevirdi. Hilal, güldüğü her halinden belli olurken sevgilisiyle konuşuyordu. Onun bu hali karşısında adamın dudaklarında sevgi dolu bir gülümseme belirirken kasiyere cevap verdi. "Bence de kızım çok sevinecek." "Size çok benziyor." dedi kasiyer kız dışarıdan bir gözlemci olarak. "Öyle mi?" diye sordu Salih hafif bir şaşkınlıkla. "Evet! Bunu daha önce söyleyen olmadı mı? Gerçekten de size çok benziyor. Gözleriniz zaten birebir ama etrafa yaydığınız hava da aynı. Yani mağazadan girdiğiniz andan beri gözlerimi sizden alamadım desem yalan olmaz. Çok doğal bir iletişiminiz var. Örnek bir Baba-Kız ilişkiniz olduğu belli oluyor." Duydukları Salih'in çok hafif bir hüzün ve çok derin bir mutluluk hissetmesine neden olmuştu. Zamanında Berceste'siyle kaybettiği baba-kız ilişkisini Ay Kız ile kazanmış gibi hissediyordu. Dudaklarında kocaman bir gülümseme belirirken ödemesini yapmak için cüzdanını çıkarttı. Salih, bu konuşmayı yaşarken dışarı çıkan Hilal sevgilisine hesap vermekle meşguldü. "Ne işler karıştırıyorsunuz Asena Hanım?" "Aaaaa ben hiç bir şeyler karıştırır mıyım Kurt Bey?" "Hiiiç canım. Zaten '15 dakika sonra beni arar mısın?' diye mesaj atan da bendim." "Yalnız zamanlamam mükemmel değil mi? Tam zamanında aradınız Yüzbaşım. Sizi tebrik ediyorum." "Bir de ne için tam zamanında olduğunu söylesen güzel olacak." 'Salih babam gelirse yakalanırım. Ben sana sonra izah edeceğim durumu. Eee neredesin şu an?" "Kalbinde?" "Kapatıyorum telefonu. Bu iğrenç esprini sindirdiğimde yeniden ararım." diye söylenen Hilal'e eş değer olarak Burak'tan güçlü bir kahkaha yükselmişti. Hilal sevgilisinin neşeli kahkahasına eşlik ederken, mağazadan çıkan Salih elindeki bereyi kızın başına geçirdi. Telefondaki Hilal başında hissettiği bere ile anında arkasını dönmüştü. "Yaaa inanamıyorum. Bana hediye mi aldın?" "Babam bunu yemez ama hadi yedi sayalım." dedi telefonun diğer ucundaki Burak. "Şu bilinçli bakışları görene kadar acaba diyordum ama şimdi emin oldum. Bilerek yaptın değil mi?" dedi Salih gülerek. "Tüh be yakalandım." dedi Hilal gülerek. "Dedim sana yemez diye." Burak'ın yakından gelen sesini duyan Hilal hızla etrafına bakındı. Sevgilisinin yanına ulaşan adam, kızın kulağına doğru "Arkandayım arkanda." diye fısıldamıştı. Arkasındaki bedenin varlığıyla sırıtan Hilal, onu sonraya erteleyerek karşısındaki adama baktı. "Farkındalığın ilk kuralı fark etmemiş gibi yapmaktır Salih Baba bilmiyor musun?" dedi Hilal nazlı bir şekilde söylenerek. "Şuna bak şuna. Kızım sen beni oyuna getireceğini düşündün mü gerçekten?" "Yoo düşünmemiştim. Ama beni utandırarak yaptığım yüzüme vurmazsın diye düşünmüştüm. Unutmuşum siz ikinizin en büyük hobisinin beni utandırmak olduğunu." Onun cümlesi üzerine hem Burak hem de Salih gülmüştü. "Bir de utandırmak demiyor mu? Bu utanmış halimi sence baba?" dedi Burak kızın yanına geçerek. "Gram alakası yok. Foyası ortaya çıktı ya ondan kaçmaya çalışıyor Hanımefendi." "Ya siz ikiniz niye hep benim üzerime oynuyorsunuz? Bir de duble çalışıyorlar. Cık cık cık. Hiç yakıştıramadım sizin gibi üst düzey askerlere." "Di'mi? Senin gibi saf, masum bir kızın üzerine oynamak çok kötü bir şey. Haklısın bak şimdi ben de yakıştıramadım hiç kendime. Utandım kendimden." dedi Burak gülerek. "Bak pençelerim seni." diye tısladı Hilal sol elini adama doğru uzatarak. Burak kızın kendisine uzanan elini anında tutmuştu. "Kıyma bana Asena Hanım. Bakın sokak ortasında tüm karizmamı yerle bir edersiniz sonra bana bakan kızla..." "Salih baba silahını verir misin?" "Vahşi, gaddar, zalim, acımasız, cani, merhametsi..." "Valla döverim seni sokak ortasında!" diye çıkıştı Burak'a ters ters bakışlar atan Hilal. "Gerçekten de güzelim kızı ne hale getirdin be Burak. İlk tanıştığımızda ne güzel sakin mülayim birisiydi Hilal. Ahh ahh. Yazık oldu." "Suçlu niye benim yaa? Kızın içinde varmış, dünden razıymı... Tamam sustum." dedi Burak kızın dik bakışlarından dolayı. Bir yandan da gülüyordu. "İyi isabet!" diyen Hilal de gülen gözlerini saklamaya çalışarak Salih'e baktı. "Ah sonunda açıklamam geliyor mu Ay Kız?" "Ya ben genelde sevdiklerime karşı yaparım bunu. Sevdiğim bir şeyi sevdiğim bir insanın almasıyla daha değerli hale getiriyorum gibi düşünebiliriz. Yani bu takımı kendim alsam sevip de aldım olurdu. Ama şimdi 'Ben çok sevmiştim. Salih babam da ince düşünerek bana hediye aldı.' olacak. Şimdi bunları her taktığımda aklıma sen geleceksin ve bu beni apayrı mutlu edecek." "Hediyeleri seviyorsun yani?" "Hediyeleri alan kişileri seviyorum diyelim. Düşünülmek hoşuma gidiyor." "Burak'a da yaptın mı böyle katakulli?" "Yaa katakulli değil." diyerek gülen Hilal sevgilisine bir bakış attı. "O bana yaptı diyelim. Fularımı çaldı sonra aynısından bana aldı." "Özelimizi paylaş paylaş." diye söylenen Burak gülerek sevgilisine elini sıkmıştı. Burak'ın ruh halindeki hafif durgunluğu fark eden Hilal, ona bir bakış attıktan sonra Salih'e dönerek açıklamasına devam etti. "Aslında bu hamleyi genelde babama yaparım... -yapardım. Ondan bir hediye almak hoşuma gidiyor. İstediğimi yaptırıyorum alttan alttan." "He yani senin hakkında ilk izlenimim doğruydu. Nazlı , Şımarık Prenses." Hilal, ağzını kocaman açarak adama baktı. "Salih Baba?" Adam onun bu hali karşısında neşeyle kahkaha atarken Burak da ona eşlik etmişti. "Allah'ım kaldım aranızda resmen. İnanamıyorum ya bana şımarık dedin, nazlı dedin prenses dedin. Yalnız babam da bana bunları diyordu." "Yani sorun bizde değil sende demek ki Hilal." "Gerçekten mi ya?" diyen Hilal hayatının sorgulamasını yaşıyordu. "Psikolog Hanım roller vardır bilirsiniz. Siz az önce saydığım sıfatları kime karşı gösteriyorsunuz?" "Kişisel roller..." diye mırıldanan Hilal gülerek Salih'in ela gözlerine baktı. "Çocuk rolü. Babamla anneme karşı kullanıyorum. Nineme de... Bir de sana karşı kullanmaya başladım o zaman öyle mi?" "Onure oldum kızım." dedi Salih sevgi dolu bir sesle. İkilinin bakışmasını Burak bölmüştü. "Gidiyim o zaman ben. Nüfusuna da Hilal'i geçir sen baba." diye söylendi adam küçük bir çocuk gibi. "Heh işte bak Burak'ın bana karşı gösterdiği rol de hep bu. Mızıkçı, kıskanç, ilgi manyağı, şımarık bir çocuk." "Teşekkürler Efendim iltifatlarınız için." diyen Burak gözlerini devirmişti. "Ağır ergeni unutmuşum bak." "Baba!" diye çıkıştı Burak. Bu sırada Hilal de gülme krizine girmişti. "Komik mi Asena Hanım?" "Çooooook." Burak "Göstereceğim ben sana komiği." diye tıslarken Salih oğlunun gözlerinde saklı kalan duygu karmaşasına baktı. Burak, bugün Özel Sakarya Gazetesi'ne Bukalemun'un yakalandığı haberini yaptırmaya gitmişti. Anlaşılan onu etkileyen birkaç olay olmuştu. Hilal ile özel konuşsunlar diye onları yalnız bırakmak isteyen adam bakışlarını ikisi arasında gezdirdi. "Hadi ben gidiyorum. Akşama yemeğe ne istersiniz?" "Ben gelince yapa..." Hilal, adamın kendisine attığı bakış ile usulca sustu. "Bir şey mi diyordunuz Hilal Hanım?" "Yok estağfurullah Efendim." dedi Hilal hafifçe gülerek. "Ahh ne güzel sevindim. Eeee ne yapayım?" Burak, Hilal'e doğru baktı. Genç kız omuz silkerek "Fark etmez." diye mırıldanmıştı. "Hafif, pratik, lezzetliden gidelim o zaman..." "Köfte patates kızartması diyorsun. Yıllar geçse de aynı kalman güzel evlat." dedi Salih. "Senin de beni bu denli tanıman güzel baba. Akşama sana da anlatırım ne olduğunu." dedi Burak adamın gidişinin bilinçli olduğunu bildiğini göstererek. "Anlatacağını biliyorum sırdaş." diyerek tebessüm eden Salih, Burak'ın omzunu sıktıktan sonra elindeki poşetin içindeki atkıyı çıkarttı. Bir yandan da söyleniyordu. "Hava soğuk. Sen de hemen üşüyorsun." diyen adam elindeki atkıyı Hilal'in boynuna sarmaya başlamıştı. "Yapmam gerekenleri yapan sizsiniz ama nazlı, şımarık prenses olan benim... Peki." "Peki tabii." diyerek göz kırpan Salih eldivenleri çıkararak kıza gösterdi. "Bunları da giydireyim mi?" diye sorarken gülüyordu. "Evet desem gerçekten de giydirecek değil mi?" diye mırıldandı Hilal yanındaki Burak'a bakarak. Onun söylediğini duyan Salih muzip bir şekilde "Evvet." diyerek yanıtlamıştı kızı. "Eh madem şımarık bir prensesim. Buyurun Efendim giydirin." dedi Hilal şımarıkça şakıyarak. Kızın elini tutan Salih, eldiveni gayet rahat bir şekilde giydirdikten sonra Burak'a doğru baktı. "Ne?" diyen Burak küçük bir çocuktan farksızdı. "Hani diyorum Hilal'in sol elini bıraksan da elimde kalan diğer eldiveni de mi giydirsem?" Burak "Bak bu dünyada senden başkası bana bunu yaptıramazdı baba. İlk ve son olsun lütfen." derken Hilal neşeyle kahkaha atmaya başlamıştı. "Yani Alfa'm sana söyleyecek sözüm yok gerçekten." Salih, Burak'ın bıraktığı sol eline de eldivenleri giydirirken Hilal gülen gözlerini ela gözlü adama dikti. "Teşekkürler Salih baba. Sayende bebekken ellerime eldiven giydirildiğinde nasıl hissettiğimi öğrenmiş oldum." "Ahh ne demek güzel kızım. Bizde her türlü hizmet mevcut. Özellikle sonu Alfa'yı çıldırtarak bitiriyorsa." dedi Salih, Burak'a laf atarak. Başını iki yana sallayan Burak gülerek sevgilisinin elini tekrardan tuttu. "Seninle işim var baba. Senden başka hiç kimse bu denli üzerime oynamaya cesaret edemiyor." "Yok artık. Ben şu ana kadar kimin üzerine oynamışım ki?" dedi Salih masum bir şekilde. "Benim." "Benim." Hilal ve Burak'ın aynı anda kurduğu cümle karşısında kaşlarını kaldıran adam ikiliye baktı. "Eğer üzerinize oynasaydım hissederdiniz inanın bana. Mesela Burak'ın 4 yıl önce sırra kadem basan montunun neden senin üzerinde olduğunu sorardım Hilal Hanım." diyen Salih dumura uğramış evlatlarını öylece bırakıp arkasını dönerek yürümeye başladı. Dudaklarında kocaman mutlu bir gülümseme varken. 💫 Bu anı Salih'i yeniden yakmıştı. Kasiyer kızla her şeyden bihaber yaptığı konuşmayı hatırlamak boğazında koca bir yumruya neden oldu. ["Size çok benziyor." dedi kasiyer kız dışarıdan bir gözlemci olarak. "Öyle mi?" diye sordu Salih hafif bir şaşkınlıkla. "Evet! Bunu daha önce söyleyen olmadı mı? Gerçekten de size çok benziyor. Gözleriniz zaten birebir ama etrafa yaydığınız hava da aynı. Yani mağazadan girdiğiniz andan beri gözlerimi sizden alamadım desem yalan olmaz. Çok doğal bir iletişiminiz var. Örnek bir Baba-Kız ilişkiniz olduğu belli oluyor."] Örnek bir Baba-Kız ilişkisi... Onlar, her şeyden bihaber bir şekilde çekilmişlerdi birbirlerine. Sil baştan her şey yeniden aklına gelirken, geçen 25 yılın çaresizliği içindeki Salih Ege acıyla inledi. ["He yani senin hakkında ilk izlenimim doğruydu. Nazlı, Şımarık Prenses." Hilal, ağzını kocaman açarak adama baktı. "Salih Baba?" Adam onun bu hali karşısında neşeyle kahkaha atarken Burak da ona eşlik etmişti. "Allah'ım kaldım aranızda resmen. İnanamıyorum ya bana şımarık dedin, nazlı dedin prenses dedin. Yalnız... Babam da bana bunları söylüyordu." "Yani sorun bizde değil sende Hilal Hanım."] Kızlar, Babalarının Şımarık Prensesleridir. Bir kız çocuğu karşısındakinin babası olduğunu bilmese bile hisseder ve olanca nazıyla tüm şımarıklığını ona gösterirdi... ["Hediyeleri seviyorsun yani?" "Hediyeleri alan kişileri seviyorum diyelim. Düşünülmek hoşuma gidiyor.] demişti Hilal. Babasının onu ne denli düşündüğünü bilse, onsuz geçen yıllarını affedebilir miydi Berceste'si? Ona aldığı bir oda dolusu hediyeyi görse mesela 'Babam.' diyerek sımsıkı sarılır mıydı? Ellerinin arasındaki küçük ellere başını yaslayarak gözyaşları içinde kalan adam, ruhunun bedeninden çekildiğini hissediyordu. Salih Ege, uzun bir süre yaşayamadıkları için gözyaşı döktü. Gözlerinden düşen her bir damla, geçmişi geri getiremese de içindeki acıyı hafifletiyordu. Bu ruh halindeki adam, odada yankılanan tek düze kalp atışının yükseldiğini duyarak korkuyla başını kaldırdı. Kaldırmasıyla, bir çift yeşil gözle karşılaşması bir olmuştu. "Bi-bir şey mi oldu? Bir şeyi... Bir şeyi mi var?" diye sordu Burak sesi çatallı çıkarken. Adamın korkuyla bakan yeşil gözleri dolu doluydu. Onun yataktan kalkmaya çalışması üzerine hızla ayaklanan Salih başını iki yana salladı. "Hayır hayır sakin ol. Yok bir şeyi." "Yalan söylüyorsun! O zaman neden bu haldesin? Ne oldu? Zehir herhangi bir zarar mı verdi? Ya da... Ya da kalbi durduğu zaman mı?" "Hayır oğlum. Hilal iyi..." Burak, ağlamaktan kıpkırmızı olmuş elalara bakarak başını iki yana salladı. "Sesin tir tir titriyor. Bedenin gibi. Bir şey olmuş. Çok kötü bir şey..." "Tamam tamam sakin olur musun? Oldu bir şey ama benimle ilgili." "İnanmıyorum sana." dedi Burak ruhu korkunun zifiri tonlarıyla kapanırken. "Onunla karşılaştım." dedi Ege çaresiz bir şekilde. Burak daha yeni uyanmışken ona tüm bunları söylemek istemiyordu ama oğlu kendisine başka çare bırakmamıştı. "Onunla?" diye soran Burak kalp atışları yatışırken babasına baktı. "Karınla mı?" "Eski karım..." diye mırıldanan Salih berbat bir şekilde yerine geri oturdu. "Nasıl karşılaştın? Nerede?" Burak’ın sorusunu geçiştirmek isteyen Salih başını iki yana salladı. "Bırak şimdi tüm bunları. Daha yeni kalktın. Biraz dinl..." "Benden bir şey saklıyorsun. Odak değişimi yaptırıyorsun ve geçiştirmeye çalışıyorsun. Hilal'imin neyi var?" diye sordu adam berbat bir sesle. Kızın elini tutan eli en büyük dayanağı, kızın monitörden yankılanan kalp atışı ise en büyük tesellisiydi. "Bir şeyi yok..." diye mırıldandı Salih Ege, Hilal'in huzurla uyuyan yüzüne bakarken. "O zaman neden gözlerin acı ve hüzün kaynıyor? Baba beni dellendirme. Kalkarım dışarı çıkıp doktorlara sorarım. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum bu yüzden bana bunu yaptırma. Lütfen." Babasının sessiz kaldığını gören adam, yatakta doğruluktan sonra kolundaki serumu çıkartmak için sevgilisinin elini bırakmıştı ki duyduğu cümleyle birlikte eli havada kaldı. "Benim kızımmış." Babasının kurduğu cümle tüm anlamsızlığı ile kulaklarında yankılanırken Burak elini geri indirerek Hilal'in elini tuttu. Bu uçurumdan düşüyormuş hissini geçirecek tek şey Kelebeğiydi çünkü. 'Benim kızımmış.' cümlesi aslında o kadar da anormal değildi. Salih babası eski karısı ile karşılaştığını söylemişti ve bu da demek oluyordu ki yıllar önceki o kız onun kızıydı. İşte olay tam da burada anormalliğin zirvesine çıkıyordu. Ortada babası belli olmayan bir kız vardı. O kızın gözleri elaydı. Salih babası gibi... Genç adam buraya onlarca benzer madde sıralardı. İkilinin ortak noktası olan onlarca an. Ama hiçbiri Burak'ın, Salih Aslan'ın kastettiğini anlamasının nedeni değildi. Eski karısıyla İstanbul'a geldiğinde karşılaşmış olması ya da onlarca insan arasından yoğun bakıma giren kişinin Salih babası olması da değildi. Babasının, girdiği yoğun bakımda Burak'ın değil de Hilal'in tarafındaki koltukta oturuyor olmasıydı. Hepsinden öte, kızın elini tutarak hıçkırıklarla ağlaması... Burak'ın kalp atışları hiç olmadığı kadar yükselirken Salih onu sakinleştirmeye çalışıyordu fakat Burak'ın herhangi bir şey duyduğu söylenemezdi. O kadar afallamıştı ki ne tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Bu yüzden de Alfa baş edebilmek için profesyonel olarak yaptığı şeyi yaptı. Savunma mekanizmasının devreye girmesine izin verdi ve sanki az önce duyduğunu duymamış gibi mırıldandı. "Yani Hilal'im iyi." Elinde büyüyen çocuğu herkesten daha iyi tanıyan Salih derin bir nefes alarak oğlunun Yadsıma'sını (yok saymasını/inkarını) kabullendi ve bu oyunu sürdürdü. "İyi. Bilerek uyutuyoruz. Seni de uyuttuğumuz gibi." Burak'ın içinde kopan fırtınalar monitör sayesinde dışarıya da yansıyordu. Hilal'in kalp atışlarının da hafifçe yükseldiğini gören adam, yatağa geri yatarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Bu sırada kızla birleşmiş ellerine bakarak mırıldanmıştı. "Bu iş senin işin değil mi?" "Kabus görme diyeydi. Doktora söyleyeyim mi seni tekrardan uyutsu..." "Hayır! İstemiyorum." Salih Ege oğlunun berbat ruh halini gördüğünde, onun da kocaman bir savaş verdiğinin bilinciyle ayağa kalktı. "Tamam istediğin gibi olsun. Ben çıkıyorum. Zaten uzun bir süredir buradayım." Kapıya doğru yürümeye başlayan Salih'in içinde fırtınalar kopuyordu. "Baba?" Burak'ın seslenişi karşısında usulca yutkunan adam arkasını dönerek oğluna baktı. Yeşil gözler onlarca duyguyu barındırırken çaresiz bir şekilde mırıldanıştı. "Bilmesinler. Uyandığımı kimse bilmesin. Hiçbiriyle yüzleşmeye cesaretim yok. Bir de, doktorlara söylesen de acil bir işleri yoksa birkaç saat girmeseler... Olur mu?" Salih Ege dağılmanın son aşamasındaki oğlunu inceledi. Yeşil gözlerdeki afallama yakında saf acıya dönecekti. Bu olduğunda Burak yanında kimseyi istemiyordu. Kendisini iyileştiren Kelebeğinden başka. Başını aşağı yukarı sallayan Salih Ege bakışlarını kızına çevirdi. Birkaç saniye kızının yüzüne baktıktan sonra istemsizce mırıldandı. "Berceste'm sana emanet oğlum." Duyduğu hitapla birlikte gözlerini kapatan Burak'ın kalp atışları yine hızlanırken Salih Ege usulca odadan çıktı. Burak'ın aklına Hilal'in kütüphane günlerinde anlattıkları gelirken titrek bir nefes aldı. ["Tabii ki de o gün hitap ilgimi çektiğinde 'Berceste?' diye sordum. Bana 'Seçilmiş, beğenilmiş' anlamına geldiğini söyledi. Sonrasında da 'İçimden bir ses, senin de bir seçilmiş olduğunu söylüyor. Haksız mıyım?' demişti. Gerçekten bayağı bir afallamıştım. Onu izlediğimi anlamakla kalmamış, benim o zamana kadar lanet olarak gördüğüm analiz yeteneğimi ödüle çevirmiş ve bana Berceste (seçilmiş) demişti. İlk defa... Birisi düşüncelerime, hislerime önem vermişti. Hiç tanımadığım, beni hiç tanımayan o adam bir anda çok yakın gelmişti bana. Ona neden böyle düşündüğünü sordum. Yani, dedim yaa... O zamana kadar hiçbir yetişkin bana inanmamış, beni anlamamıştı. Dudaklarında bir gülümseme belirdi. Bana değerli olduğumu söyledi. Sadece seçilmiş insanların bu tarz bir yeteneğe sahip olduğunu fakat eğer bu yeteneği, hisleri yok sayarsak onların bize küseceğini söyledi." "Tanımadan sevdim... Bazen, kaybolan çocuklara böyle yetişkinler lazım oluyor. Zamanında, beni de kaybolduğum yerden çıkartan birisi vardı. Ona olan minnetimi ömür boyu ödeyemem. Şu an karşında bu şekilde durabiliyorsam onun sayesinde. Bana çok destek oldu."] Bizi kaybolduğumuz yerden çıkartan kahramanımız aynı kişiymiş Kelebeğim... Aynı kişi! Dolan gözlerinden bir damla yaş süzülen Burak'ın aklına Hilal'i ile yaptığı son konuşma gelmişti. ['Sence beni sever miydi?" Hilal'in boğuk fısıltısı karşısında gözlerini açan Burak, kızın sağ elinin boynunda olduğunu gördü. Hilal kolyesinde... Elindeki kanların kolyeye geçtiğinden bihaber olan Hilal titrek bir nefes aldı. "Bugün annemle konuşmaya karar vermiştim. Akşam senden babamı bulmanı isteyecektim." Burak, yaşlar düşen elalara baktı. "Bulacağım. Sen iyi ol... Sana babanı getireceğim." diyerek söz verdi adam. "Beni ister mi sence?" diye sordu Hilal küçük bir çocuk gibi. 'Bayılmak üzere olduğun halde onu düşündüğünü öğrendiğinde nasıl istemesin be Kelebeğim?'] İkinci damla da ilkinin yanında yerini alırken her şey üst üste gelmeye başladı. Hilal'inin gözleri önünde bıçaklanışı, 'Sen de mi gideceksin Annemin Duası?' diye soruşu, son sözü 'من خیلی دوستت دارم...' (Seni çok seviyorum) olan sevgilisinin bayılışı, ameliyathaneye onu almadıkları için delirip hayatının en büyük sırrını itiraf edişi, bıçağın zehirli olduğunu anlayarak yaptıkları ve sevdiği kıza dakikalarca kalp masajı yapışı... Tüm hepsi nefesini keserken Burak acıyla inledi. Sakinleştiricisi olan papatya kokusu ilaç kokuları arasında kaldığı için canı yansa da 'İlaç kokusu, kan kokusundan iyidir.' diye düşünerek sevgilisine doğru yaklaştı ve alnını kızın omzuna yasladı. Bu temas gözlerinden akan yaşları hızlandırırken Burak içinde biriken yaşları önce sessiz bir sakinlikle sonrasında ise büyük bir feryatla dökmeye başladı. Kısa sürede odada yalnızca adamın acı dolu hıçkırık sesleri yankılanmaya başlamıştı. Bu sesler, bu durum, kötü bir şey gibi görünse de aslında iyi bir şeydi. Çünkü Burak Kılıç artık ağlamayı öğrenmişti. Canı yandığında içine içine ağlamak yerine, gözyaşlarının akmasına izin vererek ağlamayı... EPİLOG (Son Söz) [Yazar Notu = Epilog 'Oyunun bitiminden sonra oyunculardan birinin seyircilere yönelttiği ve oyunu bağlayan konuşma.' demektir. Başka bir yerde ise 'Bir kitap veya eserde kapanış gibi, toparlamak için yazılan en sonda kullanılan bölüm.' olarak geçmiş. Benim burada kullanış amacım ise kısmen aynı kısmen farklı. İzlediğim birkaç dizide bölüm sonu Epilogue'larına rastladım. Böyle sen tam bölüm bitti diye düşündüğün an, geçmişten senin görmediğin bir kesit yayınlanıyor. Genelde çok kısa 2 dakika falan oluyor ama çok şey ifade ediyor ve sen sırf o kesitler için her bölümün sonuna kadar heyecanla bekliyorsun falan... Kendini oldukça bitkin hisseden adam, esnedikten sonra gözlerini açtı. Yeşillerinin loş ışığa alışması oldukça kısa sürmüş odağındaki tek şey ise kolunu koltuğa yaslayarak uyuyakalan genç kız olmuştu. Bir süre onu izleyen Burak bakışlarını sevgilisinden çekerek içindeki korkuyla önce tavana sonra da salona baktı. Garipti... Sanki sıradan bir günde televizyon izlerken ya da muhabbet ederken salonda uyuyakalmışlar gibi hissediyordu. Genç adam gözyaşları içinde uykuya daldığında, uyanınca böyle hissedeceğini asla düşünmemişti. Çünkü o gün öyle olmamıştı! O gün kabusun en büyüğünü yaşamıştı Burak. Bu yüzden de çok korkmuştu. 'O gün çok korkmuştun çünkü yalnızdın, tek başınaydın. Ama şimdi yalnız değilsin. Bundan sonra asla yalnız değilsin Küçük Alfa.' "Değilim..." diye fısıldayan Burak bakışlarını uyuyan sevgilisine çevirerek aşk dolu bir minnettarlıkla ona baktı. Artık asla yalnız değilim... Kelebeğinin boynunun tutulmasından endişe eden adam, yavaş hareketlerle ayağa kalkarak sevgilisini kucağına aldı ve sessiz bir şekilde yürümeye başladı. Sevgilisinin kendisini kucaklamasıyla birlikte derin uykusundan sıyrılan genç kız, gözlerini açmadan adama doğru sokuldu. Burak'ın kendisiyle baş başa kalmaya ihtiyacı olduğunu hissetmişti. Her gün, her daim konuşurlardı elbette ama şu an sessiz kalıp düşünme zamanıydı. Tahmin ettiği gibi olmuş ve Burak onun uyandığını fark etse bile herhangi bir laf atıp onu uykusundan çekip çıkartmamıştı. Alfa, kucağındaki sevdiğiyle birlikte aşina hareketlerle loş ışıkla aydınlatılan merdivenleri çıktı ve çocukluğunun geçtiği odasının önüne geldi. Kapı, onu beklercesine açıktı. Kucağındaki kızın papatya kokusundan cesaret alarak ayağıyla kapıyı iten genç adam kırmızının tonlarındaki odasına girdi. Odaya girdiğinde kolları sevgilisini biraz daha saran adam, yeşillerini odasında gezdirirken içinin titrediğini hissetmişti. İçindeki küçük çocuk heyecanla odasında koşuştururken dudaklarında bir gülümseme beliren adam, Hilal'ini kırmızı arabalı yatağının üzerine yatırdı. Genç kız sevdiğinin geçmişinde yattığını bilinciyle yastığa sarılırken Burak da dolaptan ay yıldızlı kırmızı battaniyesini çıkararak sevgilisinin üzerine sermişti. Birkaç saniye yeşillerindeki sevgi ve dudaklarındaki tebessümle kızı izleyen Alfa huzur dolu bir iç çekişle kızın yanına uzandı. Hilal sevgilisinin bakışları karşısında hafifçe tebessüm ederken, adamın saçlarını okşamaya başlamasıyla birlikte tekrardan derin bir uykuya dalmıştı. Roller değişmiş, bu sefer Alfa Kelebeğinin saçlarından okşayarak onu izlemeye başlamıştı. Bir süre gözleriyle sevgilisinin yüzünü, elleriyle de sevgilisinin saçlarını seven adam sonunda papatya kokusu eşliğinde kendisini uykunun huzurlu kollarına bıraktı. 🌙 Selam ve Bay Bay 😅 Bu aralar modum sizlere ömür. Bölümü gününe yetiştirebildiğim için ultra şaşkınım diyeyim siz anlayın durumumu. Bu modla aslında hiçbir şey yazmak istemiyordum ama size sözüm var diye yazdım. Bu yüzden bilmiyorum bölüm nasıl oldu, beklentilerinizi karşıladı mı. Ne bekliyordunuz, ne istiyordunuz... Neyse konuyu uzatmayayım sizi bölümünüze kavuşturayım 🙃. Hadi Allah'a emanet olun 🌼 Sizi çok seviyorum 💙 B.K.S. |
0% |