Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm Bir: Papatya Misali

@yazaarcizeer


​​​​​​Merhabalar!

İşte başlıyor hikayemiz. Biz çok heyecanlıyız. Aklımızda bir sürü soru var hayallerimize ulaşmamız için çözmemiz gereken. Bu yolda bize destek olduğunuz için çok çok teşekkür ederiz.

Şimdi sizleri keyif alacağınızı umduğumuz bir yolculuğa çıkarıyoruz. Hazır mısınız?

İşte karşınızda İdil Çınar..

***

Papatya misali ömrümüz; geçecek geçmeyecek, olacak olmayacak...

Benim papatyamda hep olumsuz sonuç çıkıyor. Tıpkı uyanmak istemediğim halde uyanmam gibi...


Gözlerim kapalı baş ucumdaki komidinde duran çalar saate uzanıp kapattığımda telefonumdan gelen alarm sesi ilişti kulaklarıma. İşkence dolu bir okul serüvenine başlıyordum işte. Üstelik yeni bir okulda, yeni bir şehirde...


Aslında üvey kardeşim Tuğçe'yle aynı okulda olmasam sorun yok. Ama Tuğçe varsa katil damgam var demektir. İnsanların iğneleyen bakışlarına maruz kalmaktan sıkıldım. Tek umudum üniversiteyi kazanıp bambaşka bir hayata başlamak. Daha önce gitmediğim bir şehir, yeni insanlar. Sevebileceğim, beni seven insanlar.


Olumlu olumsuz her şeyi düşünüp, hedefimi kendime hatırlattıktan sonra yataktan kalkıp çalışma masamın üstündeki telefonun alarmını kapattım. Odamdaki banyoya girerek hızlı bir duş aldım. Saçımı kurutup çıktığımda yarım saati banyoda geçirdiğimi farkettim. Zaten benden de bu beklenirdi. Beş dakikada banyodan çıkmak da neymiş canım. Hiçbir kız beş dakikada banyodan duş alıp çıkamaz. Hayır beni buna ikna edemezsiniz, inanmam. Yapmayın ama istisnalar kaidei bozmaz bir kere!


Kahvaltıya hiç inmek istemesem de on dakikaya mutlaka masada olmam gerektiğini iyi biliyorum. Babamın annemden sonra değiştirmediği tek özelliği bu çünkü. Kahvaltının da akşam yemeğinin de belli bir saati var. Şimdi ceza alıp da aç kalmak istemiyorum.

Çünkü bu sene benim için çok önemli, kesinlikle Süslü'ye, Tuğçe olur kendileri, ya da herhangi bir züppeye uyup kavga çıkarmak yok. Hedefimizi unutmayalım değil mi?


Okulun ilk günü olduğu için forma giymesem bir şey demezler diye düşünüyorum. Ve ben buna 'fırsattan istifade etmek' derim. Çünkü forma giymeyi hiç sevmem. Zaten kim sever ki. İşte o yüzden üzerime siyah dar paça bir kot ve siyaha zıt beyaz renk baskılı bir tişört geçirdim. Zaten düz olan kahvenin tonlarına sahip kabarmış saçlarımı da elimle üstünkörü düzelttim ve önceden prize takmış olduğum düzleştiricimi elime aldım. Düzleştiriciyi üstten üstten kabarık saçlarıma vurup salınık bıraktım. Saçlarıma önem verip şekil verdiğim sayılı gün var desem yalan olmaz sanırım.


Çalışma masamda karalamadığım bir defter bulmak benim için oldukça zor oldu ama buldum, bir de kalem alıp sırt çantama tıkıştırdım, telefonumu ve kulaklığımı da alıp merdivenlerden aşağıya indim.


Mutfakla oturma salonu arasındaki holde duran yemek masasına doğru adımladığımda ev sakinleri çoktan masaya oturmuş, kahvaltıya başlamışlardı. Babamın ifadesiz suratına baktım. Onu bana gülümserken görmek annemden sonra en özlediğim şeydi. Ama o bana bakmıyordu bile.

Tülin hanımın " Hiç gelmeseydin! " sitemini duymamazlığa verip "Günaydın." diyerek masaya oturdum. Fatma Teyze çayımı önüme koyup başımı okşadı. Gülen gözlerini görünce ben de gülümsedim. Sanırım bu evde beni gerçekten seven tek kişi yardımcımız Fatma Teyze'ydi.


"Fatoş! Benim portakal suyum bitmiş, bana portakal suyu getir." Hadi bilin bakalım bunu diyen kim? Tebrikler, tabiki de Fatma Teyze'nin bana olan ilgisine sinir olan Süslü! Ben, Fatma Teyze'nin mutfağa doğru gidişini izlerken babam, " Bugün okulun ilk günü olduğu için sizi ben bırakmayı düşünüyorum kızlar ama biliyorsunuz ki her zaman bırakamam. Kesinlikle gidiş gelişlerde, okul içinde herhangi bir sorun istemiyorum. " dedi. Bu sözü elbette ki banaydı. Onun gözünde suçlu ve sorunlu bir çocuktum ben. Suçluluğuma sözüm yok ama sorunlu olmam onun suçuydu. Bir kaç saniye bana bakıp sustuktan sonra Asi'ye dönüp devam etti.


" İsterseniz Tuğçe ile gidin. İdil'le birlikte gitmek zorunda değilsiniz. " dediğinde sakince çayını yudumluyordu. Asi elinde tuttuğu çatalı sertçe masaya bıraktı, " Ben doydum arabada bekliyorum. " dedi ve çıktı.


Asi... Birbirimize hiç benzemesekte o benim ikizim. Beni sever ama aynı zamanda bana karşı nefret de barındırır içinde. Bana acır, çoğu zaman arkamı toplar, kollar da hiç konuşmaz. Bu da onun cezalandırma şekli çünkü. Ben de bunu bildiğim için hiç konuşmaya kalkışmadım, zaten yüzümde yok konuşmaya. Ne diyeceğim ki? Ne dersem annemi öldürdüğüm gerçeğini masum yapar ki!


Babamın 'Hadi' demesiyle Süslü ile ben de kalkıp babamın peşine gittik. Asi arka koltuğa oturmuş bekliyordu, bizim Süslü her zamanki gibi ön koltuğa oturmak için koştu, sanki yarıştığı varmış gibi. Ben de Asi'nin yanına oturdum, kulaklığını takmış ve gözlerini kapatmıştı. Anlaşılan keyfi yoktu. Gerçi olmaması doğaldı. Taşınmıştık ve en yakın arkadaşı Zeynep'ten ayrılmıştı. Asi zaten içine kapanık bir kızdır. Öyle çok konuştuğu insanlar yoktur. Bir Zeynep var arkadaşı, hep onla takılır, eğlenir, gülerdi. Bir de Zeynep'in abisi vardı. Onla da sadece müzik konuşurlardı. Asi'nin hayalidir, müzik grubu kurmak. Zeynep'in abisinin de bir müzik grubu vardı ondandı işte olan tek tük muhabbetleri.

Şimdi yeni bir şehirde yeni bir okulda... İnşallah zaman almaz arkadaş edinmesi de güler yine Zeynep'le güldüğü gibi.


Çünkü o gülünce annemi görür gibi oluyorum ben. Gülünce kısılan o koca gözlerinden tutun, kahvenin en koyu tonuna sahip beline uzanan saçlarına ve durgun halde bile belirgin olan elmacık kemiklerine kadar yüzünün her detayı... Dedim ya ikiz de olsak o aynı annem iken benim gram annemle benzerliğim yok. İtiraf edeyim sırf bu yüzden bazen Asi'yi kıskanıyorum.


Sessiz ve çokta uzun olmayan bir yolculuktan sonra okula gelmiştik. Bahçede kimse yoktu sanırım geç kaldık ilk günden.


" İnanmıyorum geç kalmışız. Şimdi sınıfa girince herkes bize bakacak, çok utanç verici." derken arabadan indi Asi.

Peşine Tuğçe cırlayarak indi arabadan.

" Ay en sevdiğim bütün gözler bizim üzerimizde olacak. "


Asi bu sözlere aynı benim gibi gözlerini devirmeden edemedi tabi. Her ne kadar konuşmasakta biz ikiziz hey (!) tabiki bazen benzeyebiliyoruz.


Babam da arabadan inip Tuğçe ve Asi'yi alınlarından öperken ben çoktan inip okula doğru yürümeye başlamıştım bile. Beni asla öpmezdi biliyordum çünkü.


Müdürden hangi sınıfta olduğumuzu öğrendikten sonra Tuğçe en önde ben en arkada tek sıra halinde sınıfa doğru yürüdük. Sınıfın önüne geldiğimizde Tuğçe, Asi'ye dönüp " Hazırsak çalıyorum." deyip kocaman sırıttı. Yine gözlerini deviren Asi " Çal da girip oturalım bitsin şu işkence Tuğçe." dediğinde Tuğçe ellerini açıp dua etmeye başladı.


" Allah'ım inşallah yakışıklı oğlanlar vardır amin. " dedikten sonra kapıyı çaldı ve içeri girdik.


" İyi dersler hocam biz..." diye açıklamaya çalışan Asi' nin sözünü kesti hoca gülümseyerek.


" Siz yeni gelen öğrencilersiniz haberim var kızlar, Müdür Bey az önce arayıp haber verdi. Ben edebiyat öğretmeniniz Türkan Alakan. Hadi siz de kendinizi tanıtın bakalım. "


Bilin bakalım ilk kim atladı söze!


" Memnun olduk Türkan hocam. Ee bendeniz Tuğçe Sönmez. "


Sevimsiz şey. Sevimli olmaya çalışırkenki hali nasıl oluyor farkında mı acaba?


" Asi. Adım Asi hocam."


Evet! Her zamanki meşhur soru geliyor hazır olun.


" Çok nadir bilinen bir isim gibi geldi Asi, kısaltma mı yoksa başka özel bir anlamı var mı? "


Bu kadında zerre samimiyetsizlik yok yemin ediyorum babam gitti de neden seve seve çıngıraklı yılan Tülin'i sevip evlendi ki. Ne vardı Türkan Hoca gibi birini sevse. Kendim için değil annemden sonra Tülin yılanını sevmesi bence anneme saygısızlık yani ondan!


" Biz baba tarafından Antakyalıyız hocam. Annem bizi Asi nehrinin orada doğurmuş. Birimizin adını Asi koyacakmış zaten ben çok ağlamışım o yüzden benim adımı Asi koymuş. "

diye konuşmasını sonlandırdı Asi, aha sıra bana geliyor.


" Anladım canım , peki ya bizi derken... "

diye söze başlayan Türkan Hoca, Tuğçe'nin söze atlamasıyla susmak zorunda kaldı. Tabi Süslü bu, kendini göstermese olmaz.


" ikizi hocam ikizi " diyerek beni gösterdiği için şu an tüm gözler üzerimdeydi.


Sınıftan bir kız " Ya bunlar nasıl ikiz hocam bizi kekliyorlar baksanıza hiç benzemiyorlar. " deyince yine sınıftan bir çocuk " Çift yumurta ikizlerini duymadın mı hiç sen." dedi ve kısa bir gülüşme oldu sınıfta. Türkan Hoca, sınıfı uyarınca bana döndü.


" Senin adın ne çok merak ettim doğrusu, ikizinin adı Asi olunca. "


"İdil. " dedim sadece, kısa bir an hocaya bakıp geri yere ayakkabılarıma çevirdim gözlerimi.


Türkan Hoca" Memnun oldum kızlar boş bulduğunuz yerlere oturun derse geçelim artık. " deyip konuşmayı uzatmadan çantasından kitaplarını çıkarmaya başladı. Tuğçe daha demin konuşan boyalı kızın yanına otururken Asi de arka sırada bir erkeğin yanına oturdu. Ben ise Asi'nin yan sırasına tek kişi oturdum işte. Yanım boştu yine her zamanki gibi tektim. Gerçi iyi böyle nasıl olsa Süslü herkese katil olduğumu söyleyecek ve herkes benden uzaklaşacaktı sonra. Alışkındım yani. Kötü ve can acıtan bir alışkanlık...


***

Ali'den


Bu alarm şeysini nereden kapatıyoruz? Beynimi... Kapat artık şunu Yiğit!


İçimden saydırıp kılımı kıpırdatmıyordum. Şu gereksiz susmayan alarma karşı savaşmam çok uzun sürmedi tabi. Başımı yastığın altına soksam da nafile. Sonunda kalktım. Yiğit'in alarmı takmamasının nedeni tabiki de duşta olmasıydı. Umarım evde kız yoktur diye dua ederek mutfağa gittim. Aç karnına su içmek mide bulandırsada çok sağlıklı olduğu için her sabah yaptığım bir şeydi. Belki de annemden kalan bir alışkanlık.


Ben sizlere kendimi tanıtmadım değil mi? Adım Ali Kenan. Genelde Maraz Ali derler. Yiğit diye bahsettiğim ise benim teyze oğlu. Aynı evde yaşıyoruz. Daha çok Yiğit'in misafir-hanesi de diyebiliriz.


Hey babam hey! Yiğit beyimiz duştan çıkmış gayet cool tavrıyla saçını kurulayarak geliyor.


"Sonunda uyanabildiniz paşam. Geceniz nasıldı? "


"Fazla yorucu. " 


Suratı bir karıştı. Duş almasına rağmen kendine gelememişti belli ki. Azıcık beynine oksijen gitsin diye balkon kapısını sonuna kadar açtım. Bir umut kendine gelirdi belki.


Daha sonra ben dolabı açıp ne yesem diye bakarken Yiğit kahvelerimizi yapıyordu. Hiç konuşmadan kısa bir sürede atıştırmalık bir şeyler hazırlayıp masaya oturduk. İyice midemizi doldurduktan sonra hazırlanmak için odaya gittim.


Beş dakika içinde duşumu almış ve bez dolabın önünde temiz bir tişört arıyordum. Gri renkli bir tişörtü seçip giydim. Alt raflardan siyah kot pantolonu da alıp giyindikten sonra aynanın karşısına geçtim. Kurutma makinesini prize takıp saçlarımı hafif kuruttuktan sonra siyaha dönük kahve renkli saçlarımda parmaklarımı gezdirdim. Saçlarımın doğal hali yeterdi bence. Çok uğraşmaya gerek duymazdım hiçbir zaman.


"Ben hazırım Belalı."


"Yine telefon numaramı değiştirmek zorundayım galiba. "


Ses tonundan da anlaşıldığı üzere dünkü kız fazla solucandı. Bu kaçıncı numara değiştirişi bilmiyorum. Üçten sonra saymayı bıraktım. Sanırım saymayı bırakalı da bir sene falan oluyor.

Yiğit'in sitemine göz devirirken masanın üzerinde duran cüzdanımı pantolonumun arka cebine koydum. Okulda lazım olur diye bir küçük defterle kalem aldım yanıma. Telefonumu da elime alıp dış kapıya doğru yönelirken Yiğit'e direktif vermeyi ihmal etmedim.


"Sen okula geç benim biraz işim var. " dedikten sonra vereceği cevabı beklemeden kapıyı çarpıp çıktım.


Ara sokaklara girdim. Bizim mahallenin kimsesiz çocukları vardı burada. Yıkık dökük binalarda yaşam mücadelesi veren minikler... Geldiğimi görenler sevgiyle üzerime koştular. Kocaman kucak açtım. Hepsini kardeşim gibi severdim. Çünkü ben de bu binalarda büyümüştüm, onlarda kendimi görüyordum. Sokağa girerken henüz on yaşındaydım. Yaşamak için yapmadığım şey kalmamıştı.

Yani sanırım...


Ailemi mi merak ediyorsunuz? 

Babam içki ve kumar uğruna yaşayan bir adamdı. Annem ise babamın yokluğunu fırsat bilip eve erkek atan bir kadın. Dokuz yaşına kadar onlarla aynı evde yaşadım. Evden kaçmaya karar verdiğimde ne kadar küçük olsam da yaşadıklarım fazla olgunlaştırmıştı beni. Hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biriydi. Beni zor zamanımda yalnız bırakmayan ise kuzenim Yiğit'ti. Beraber çıktık bu yola ve söz verdik birbirimize...


'Biz ikimiz bir olacağız ve kimseye muhtaç olmayacağız.'


Sonra Cengiz abiyle tanışmamız... Şehir değişimi... Ve bu pis bina.

İlk önce mendil satmayla başladık. Daha sonra boyacılık. Fazla masum biliyorum. Ama biz bunlarla kalmamıştık.


Ayağıma dolanan küçük bir kız çocuğunun 'Ali abi' diye seslenişi ile geçmişten çıkıp şu ana döndüm. Kucağıma alıp yanaklarından öptüm. Paslı deponun demir kapısından içeriye adımımı attım. Cengiz abi her zamanki gibi baş köşeye kurulmuş kahverengi deri koltuğunda sigara içiyordu. Ortam duman olduğu için kucağımdaki kız çocuğu etkilenmesin diye kapıda indirdim. O arkadaşlarının yanına koşarken ben Cengiz'e doğru adım atmaya başladım.


Yine her zamanki pis sırıtışla konuşmaya başladı.


" Bak bak kimler gelmiş. Ali Kenan! Ne zamandır uğramıyorsun. Gözümüz yollarda kaldı. Yoksa okulun mu var? "


Aklı sıra benimle alay ediyordu ibne. Cahilliğiyle övünen bilgiyi sevmeyen bir adamdı. Gücün sadece para ve silahta olduğunu düşünüyordu. Biz ise Cengiz'e rağmen okumakta direnmiştik. Bu pislik yuvasından kurtulmanın başka bir yolu yoktu. Bu binadaki çocukları bu adamdan koruyamıyordum. Polise de gidemiyordum çünkü ben de bu pisliğin içindeydim.

Tüm bunlara rağmen okul benim ve Yiğit'in hayatında normal olan tek şey ve son kurtuluş yolumuz.

Öyle umuyorum...


" Okul var, çocuklara bakmaya geldim."


Beni hiç dinlemediği belliydi. Varsa yoksa kendi işleri. Yüzündeki sırıtışın yerini ciddiyete bıraktığını gördüğüm an anladım yeni bir iş vardı.


"Malları yolladık haber bekliyoruz. Yiğit nerede?"


"Okula geçti ben de gidiyorum şimdi. Yarkın'a söyle çocuklara eziyet etmesin bu sefer canını alırım."


Suratı kasılmıştı. Çünkü dediğimi yapacağımı iyi biliyordu. Dışarı çıktım. Duman ciğerime kadar işlemiş anasını satayım.

Saate baktım, ders çoktan başladı hatta yarım saati geride bile bıraktı. Adımlarımı hızlandırdım.


Sınıfa girdiğimde herkes bana bakıyordu. Edebiyat öğretmeni Türkan Hoca hiç şaşırmamıştı. Başımla selam verip yerime geçerken sınıfta yeni simalar gördüm. Hele bir tanesi beni yiyecekmiş gibi bakıyordu. İnsan bakar da bu kadar belli etmez be kızım. Neyse bunu da hastalıklı kızlar listesine eklesem iyi olur.


Sırama geldiğimde sıramdaki kızın başı öne eğik oturduğunu gördüm. Sırama oturmak fazla öz güven isterdi. Bu kız da kimdi? Kimse uyarmamış mıydı bunu! Ben yalnız oturan biriydim. Kafasını kaldırıp bana baktı şaşkınca. Birkaç saniye kızı incelediğimi fark ettim.


"Kayarsan sırama geçeyim? "


Hiç ses etmeden kaymıştı. Bir tuhaflık vardı bu kızda. Fazla göz teması kurmuyordu mesela. Dikkatimi çeken de bu yönüydü sanırım.

Burnuma dolan papatya kokusu üstümdeki bütün sigara kokusunu almıştı sanki. Hoca derse devam ediyordu.


O ne lan! Yiğit'in yanına yeni bir kız oturmuş. Fazla mı güzel ne... Acıyorum, bu kıza da yazık olacak.


Sınıfta başka ilgimi çeken bir şey olmadığı için başımı sıraya koydum. Çünkü edebiyat demek; benim için uyumak demekti.


***

Evet evet evet!

Nasılız?

Nasıl buldunuz?

Karakterler hakkındaki düşünceleriniz neler?

Umarım beğenmişsinizdir.

Tekrar tekrar söylüyorum: Burada olup bizlere destek olduğunuz için minnettarız.

Yorumlarda buluşalım. :)

Yeni bölümde görüşmek üzere

Hoşçakalın :)

🖤

Loading...
0%