Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13.Bölüm: DÜZELİRİZ, İSTERSEK.

@yazar_as3s

Berkay Altunyay: Zor Mu

Odadan çıkar çıkmaz gözyaşlarımı sildim. Hızlı hızlı geçtim tüm koridorları. Sesler uğultudan ibaret. Her adımda bir umudun kırılma sesi. Unutmak gerekir. Unuttum bile. Ölenlerin arkasından ağlamak yersizdir. Yersiz şeyler yapma, Efnan. Yapma. Koşarak indim tüm merdivenleri. Bir an önce Menekşe Hanıma gitmeliydim. Dilemem gereken bir özür vardı. Dilemem gereken binlerce özür vardı. Zordu. Çok zordu. Lanetin savunmasız insanlara bulaştığında, kendini avutmak çok zordu. Neyse ki insanlara ilk zarar verişim olmadığı gibi son da olmayacaktı. Nefes nefese vardım danışmana.

"Kolay gelsin. Menekşe Soykan'ın oda numarası nedir?"

"Teşekkürler, 309 numaralı oda. Geçmiş olsun."

"Teşekkür ederim."

Görevli kadın gayet güler yüzlü bir şekilde soruma yanıt vermişti. Doğrusu ilk defa bir hastane çalışanını bu kadar sakin görmüştüm. Hayret vericiydi.

Asansöre doğru ilerlerken kafama saçma sapan sorular sokup, düşünmemeye çalışıyordum. 'Çok fazla düşünme, delirirsin.' diyenler yanılıyorlardı bence. Önemli olan çok fazla düşünmek değildi, ne düşündüğündü. Ve ben şu an bu dünyadan ayrılan bir bedeni düşünmektense, nesli tükenen pandaları düşünüyordum daha iyi. Benimkisi bencillikti.

Asansöre bindiğimde önceliği yan tarafımdaki doktora verdim. Keza ben vermesem de o alacak gibiydi zaten. Neyse ki şans ilk defa yüzüme güldü. Aradığım oda çıktığımız kattaydı. Asansör durduğunda önce doktor arkasından da ben çıktım. Sıra sıra oda numaralarına bakarak yürüyordum koridorda. Ta ki sert bir bedene çarpana kadar. Off Efnan off! Anın şaşkınlığı ile hemen geri çekilip kafamı yere eğdim. İnsan utanıyordu yani.

"Kusura bakmayın." Dedim. Omzum adamın omzuna hafifçe temas ederken yan tarafından geçiyordum ki kolumu tutup beni tekrar önüne çekti.

"N'oluyor ya!"

"Bir şey olduğu yok. Sakin ol. Ben de tam seni almaya geliyordum."

"Yamaç?"

"Yamaç ya! Sen hiç önüne bakmıyor musun kızım?"

"Bakıyorum, bakıyorum da dalgınlığıma geldi."

"Hıımmm, bu aralarda pek dalgınsın."

"Hayırdır, sana dokunan ne burada?"

"Senin içinde olduğun her konuda bana dokur, Efnan."

"Bir dakika durur musun lütfen? Gülüp gelmem lazım. Ha ha ha!"

"Komik misin sen?"

"Yoo, komik olduğunu iddia eden kim? Sadece istemediğim otun her defasında dibimde bitmesine gülüyorum diyelim."

"İyi, yeter ki gül. Sana gülmek yakışıyor."

Derince yutkundum. Tek bir kelimesi bile beni eritmeye yetiyordu. Hayır! Bu kadar çabuk kanmamalıydım. Bu kabul edilemezdi. Edilmesi mümkün değildi.

"Bana gülmek yakışıyorsa, neden ağlattın beni Yamaç?

"İsyere-"

"Sus. İsteyerek yapmadığını söyleyerek sıyrılıp kaçamazsın. Ben çok kırgınım zaten. Sıkıldım. Affetmekten çok sıkıldım."

"Af dileyen yok. Annemi yerde kanlar içinde gördüm, Efnan. Evet, haklısın suçlusu sen değildim belki ama sağlıklı bir ruh haline sahip değildim. Bilerek yapmadım."

"Bilerek yapmadın."

"Evet."

"Sana söyledim. İnsan ömrünü bilerek üzmez. Ben sana 'ömrüm' dedim. Sen ister inan ister inanma. Zaman önemli değil, Efnan. Seninle bir gün konuşsakta, bir yıl konuşsakta, bin ömür boyu konuşsakta yüreğimi sana verirdim. Şimdi de sende olduğu gibi."

Sağ gözümden akan bir damla yaş ayak ucuna düştü.

"Sen dedin işte. Seninki bende. Benimki de bende. Diyeceğim o ki benimki hep bende kalacak. Bu yürek sana gelmez. Sen yol yakınken sahip çık sevdana."

"Dağlarda it avlamak, senin kalbini avlamaktan daha zor, İzmir kızı. Ama ben bir gece de verdiğim kalbimi senin hırçın denizinde heba etmem. Bizim de var bir farkımız. Var bir sınırımız. Gün gelecek yüzün hep gülecek. Ama. Sadece. Bana. Unutma İzmir kızı, bu hayat bir tek sana acımasız değildi. Herkesin var bir kundak yarası."

Benimle kışkırtıcı konuşuyordu. Bilerek yapıyordu. Bile bile beni ateşe davet ediyordu. Ah! Ah salak kafam! Hata bende bu ateş bana cazip geliyordu. Aramızdaki iki adamı tane tane kapattım. Parmak uçlarımda yükseldim. Dudaklarımız konuşursam sürtünecekti. Fenalık değil mi inadına yavaş konuşacaktım ki bana yaptığını yaşasın.

"Sana sözüm olsun, yamaç Soykan."

Adem elması yavaşça titrerken. Vücudunda hakimiyeti kuramadığı belliydi.

"Ne? Ne sözü?"

"Bu dudaklar sen hariç herkese gülecek. Sen. Hariç."

Başımı eğdim ve derin bir nefes aldım. Kokusu... Bin yılda bir açan eşsiz bir çiçeğin kokusuyla eş değerdi. Belki de daha fazlası. Ama tarifsizdi. Kitaplarda, dizilerde, filmlerde, dünya üzerinde anlatılan hiç bir kokuya benzemiyordu. Ya da 'sevene sevdiğinin kokusu farklı geliyor' dedikleri doğruydu. Ama bu adam yasemin çiçeğinden yaratılmış gibiydi. Bir koku daha eşlik ediyordu bu hengameye. Neydi bilinmez. Ama bin yılda bir açan udumbara çiçeğini yılın her vakti yeşertmek kadar imkansızdı bu kokuya sahip olmak. Öyle nadide öyle imkansızdı.

Bir adım geriye gittim. Başımı kaldırdım. Gözleri kapalıydı. Yavaşça açtı hareli gözlerini. Benim aramızda açtığım bir adımı kapattı. Sağ eli kalçama sarılırken, sol eliyle önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Benden başkasına güldüğünü görürsem eğer, içimden ölürüm. Ne sana, ne de güldüklerine isyan ederim. Sadece içimden ölürüm. İşte bu da sadece bana gülmen gerektiğini kanıtlayan şey olur."

İkimiz de biliyorduk ki buradaki gülmek Sevdayı simgeliyordu. Eğer ondan başkasına kalbimi verirsem öleceğini ima ediyordu.

"Eğer harcanmak istiyorsan sen bilirsin. Bencilin tekiyimdir. Harcarım gidersin. Kalanlarla ilgilenirim. Gidenler ya da geride kalanlar beni alâkadar etmez. Elimin kiri olmak istemezsin."

"Gerekirse elinin kiri de olurum. Sen ne istersen ben o olurum. Ama sadece sen ne istersen. Başına büyük bela aldın, Efnan Sam. Ben ve mücadeleci ruhum peşindeyiz. Bazen bir gölge oluruz yolundan geçen, bazen bir taş oluruz ayağına takılan, bazen de bir aşk oluruz kalbine giren. Ama biz hep senin oluruz."

"Bazen karanlık olurum yolumdaki gölgeler solsun diye, bazen tüm yolumu taşlarla kaplarım ki takıldığım tek taş kendini özel sanmasın diye ve bazen de bir anahtar olurum kalbimin kapılarını kilitleyen sonsuza kadar kimse görmesin diye. Ama ben hep tek olurum, Yamaç Soykan."

"Göreceğiz."

"Gördük bile."

"Ressam daha tabloya başlamadı. Boyaları hazırlıyor."

"Ressam tabloyu çoktan bitirdi. Büyük resme bakıyor."

"Hiç altta kalmayacaksın değil mi?"

Sırıtarak konuşuyordu. Kendinden emindi.

"Hiç."

"Hiç kabullenmeyeceksin değil mi?"

"Neyi?"

"Beni sevdiğini."

"Hiç." Yüzüne sırıtarak bakıyordum. O ne kadar kendinden emin ise ben de o kadar emindim.

"Bam! Patladın. Kabul ettin işte sen de bana yanıksın, İzmir kızı."

"Ben aslı-"

"Annem seni bekler Efnan. Gidelim artık."

Konuşmama müsaade etmeden ellerini üzerinden çekmiş ve odaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Lanet olsun nasıl oyuna gelmiştim? Bu adam beni etkisi altına alıyordu. Çaresizce peşinden takip ettim.

Kapıya iki kez tıklatıp içeriye girdi.

"Annem bak sana kimi getirdim."

"Merhaba, nasılsınız?"

Ah, şu durumda ne denirdi ki?

"İyiyim kızım. Asıl sen nasılsın?"

"Ben iyiyim. Kusura bakmayın gelemedim yanınıza. Bir arkadaşım bir iki saat önce bu hastanede doğum yaptı."

"Hiç sorun değil canım. Arkadaşın nasıl? İyidir umarım."

Yavaşça öksürüp boğazımı temizledim.

"Onu kaybettik. Ama bebek sağlıklı."

"Aaa çok geçmiş olsun, yavrum. Ben bilemedim kusura bakma. Allah rahmet eylesin."

"Hiç sorun değil. Bırakın siz şimdi bunları. Dinlenmeye bakın. Siz bize lazımsınız. Ne zaman taburcu olursunuz acaba?"

Yamaç'a bakarak sordum soruyu.

"Bilmiyorum. Ben bir doktarla konuşayım. Hemen geliyorum."

Hızlıca odadan çıktı. Tek kalmak hoş değildi.

Menekşe Hanım iki kez bilerek öksürdü. Sonra eşine kaş göz yaptı. Adamcağız iki dakikada ortadan kayboldu. Yerinden hafifçe doğruldu. İşte başlıyoruz.

"Kızım, Yamaç çok sordu ne oldu diye ama cevap vermedim. Belki bilmiyordur diye. Ama bu işin aslı astarı ne?"

"Siz beni çok yanlış anladınız. Düşündüğünüz gibi bir durum söz konusu değil. Teyzem ve ben başka bir şey hakkında konuşuyorduk. Siz de lafın yarısında gelince yanlış anladınız."

"Bebek yok yani?"

"Yok. Bebek hiç olmadı, olamazda zaten."

"Nasıl yani olamaz? Üstüme vazife değil tabii ama ben babaanne olamayacak mıyım hiç?"

"Yanlış anladınız yine. Elbette bir gün ama daha evli bile değiliz, Menekşe Hanım."

"Haklısın yavrum, en kısa zamanda."

Ohhh! Neyse ki operasyonu başarıyla tamamlamıştım. Sonunda bu konu kapandı. Ortamda tuhaf bir sessizlik hakimken, kapının aniden açılmasıyla dikkatimiz o yöne döndü.

"Acil çıkmamız lazım. Göreve çağırıldım." Yamaç, tüm ciddiyeti ile ortama bomba gibi düşmüştü.

"Eee oğlu hani bir hafta iznin vardı? Zaten aylardır dağlardasın yavrum."

Menekşe Hanımın düşen yüzü beni de üzdü. -Doğruyu söyle Efnan, Menekşe Hanım'ın yüzünün düşmesine mi üzüldün yamaç'ın gidiyor olmasına mı?- sus bir ya.

"Annem görev beklemez. Hadi Efnan en erken bu gece yola çıksak dura kalka anca varırız İzmir'e görev vaktine kadar."

"Tamam, hemen çıkalım o zaman."

Menekşe Hanıma sarıldım. Yamaçta o sırada babasıyla konuşuyordu. Onunla da el sıkıştıktan sonra kapıya doğru ilerledim. Yamaç annesine sarılmıştı. Menekşe Hanım kulağına bir şeyler fısıldadı. Ne dedi acaba? Aman bana ne ki. Ne dediyse dedi.

🍂

"Hazırsın değil mi?"

"Hazırım. Zaten valizimi hiç açmamıştım."

"Tamamdır. Kitliyorum kapıyı."

"Kitle."

Hastaneden sonra yamaç'la beraber eve uğrayıp eşyalarımızı topladık. Şimdide yola çıkıyorduk. Görev iki gün sonraya verilmiş. Ama zaten bir günde anca varıldığı için erken çıkmakta fayda vardı. Valizleri bagaja yerleştirdikten sonra arabaya geçtik. Ön kapıyı açmak için elimi uzatmıştım ki başka bir el buna engel oldu. Bu bir kadın eliydi.

"Yamaç'cığım Menekşe Annem söyledi İzmir'e gidiyormuşsun. Benimde gitmem lazımdı. Belki beni de bırakırsın diye düşündüm."

Kimdi bu kadın?

Menekşe Anne mi?

Yine başıma hangi bela geliyordu?

Karşımdaki kadını süzdüm. Kızıl saçlı, kahverengi gözlü, uzun ve ince bir kadındı. Bir içim suydu yani.

Gözlerim Yamaç'a kaydı. Kadına kırgın bir gülümsemeyle bakıyordu.

"Sana da merhaba, Yasmin. Seni görmeyi beklemiyordum."

"Bende öyle, Yamaç. Bende."

Gözleri ile konuştular bir süre. Kopamadılar bir türlü. Kalbimde ince bir sızı hissettim. Burada ne dönüyordu bilmiyordum ama iyi bir şey olmadığını hissediyorum. Sonunda bana döndü gözler.

"Tanıştırayım kız arkadaşım, Efnan."

Kadının gözleri beni buldu. Baştan aşağı süzdü yavaşça. Yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu. Neydi şimdi bu? Gözleri gözlerimi buldu. Baktı. Sadece baktı. Birine anlatsam inanır mı bilmem ama gözlerinde ateş yandı, gözlerimi yaktı.

"Merhaba."

"Merhaba, ben de Yasmin. Memnun oldum."

"Bende. Çok."

"Yamaç, beklemiyordum bunu."

"Bende dönmeni beklemiyordum, Yasmin."

"Ama döndüm."

"Evet, bizimle gelebilirsin. Değil mi hayatım?"

Elini belime sararken konuştu.

"Elbette bizimle gelebilir."

"Harika!"

Ön kapıya yeltendim yine. Benimle aynı anda o da el attı. Çattık ya! Bu kız başıma bela olacak kesinleşti.

"Müsade edersen Yasmin, yerime geçeceğim."

"Ah tabii Efnan'cığım. Benimki alışkanlık."

"Yaa uzun süre tekrarlanmayan alışkanlıklar unutulur. Unutursun yakında."

Cevap vermesini beklemeden koltuğa oturup kapıyı sertçe kapattım. Sinirden kuduruyordu. Ama belli etmemeye çalışıyordu. Yamaç aracı çalıştırdığın da yolculuk başlamış oldu.

Çok uykum vardı. Gözlerim kapanmak için yalvarıyordu. Ama uymakta istemiyorum. Bu ikisini yanlız bırakmak mantıklı değildi. Ama... Aması maması yok işte uykum var uyuyacağım. Hiçbir şeyim olmayan bir adamın ne yaptığı umrumda değil. - sen onu külahıma anlat-

"Özlemişim, Yamaç."

"Uzun zaman oldu tabii."

"Çok uzun zaman oldu."

"Nasıl gidiyor işler?"

"Aynı. Senin?"

"Benim de aynı."

"Temelli mi döndün?"

"Artık temelli."

Bu ne demekti bilmiyorum ama gözlerimi daha fazla açık tutamadım ve karanlığa karıştım.

🍂

"Ahahahaa! Yamaç ya hiç değişmemişsin. Aynı bıraktığım gibi."

"Sen de öyle Yasmin. Kanada sana yaramış."

Yüksek sesli konuşma ve sallanan vücudumla uyandım. Bir dakika ya sallanan vücudum mu? Gözlerimi ellerimle ovdum. Görüşüm az önceye göre biraz daha iyi görüyordu. Arka koltukta yatıyordum. Daha neler, Efnan! Yok ben cidden arka koltukta yatıyordum. Bu kadarıda olmaz ama.

"Günaydın, Yamaç."

Gözlerim Yamaç ve Yasmin arasında gidip geldi. Yasmin bir eli yamaç'ın vitesi tutan elinin üzerindeydi. Benim sesimle sanki yapmaması gereken bir şeyi yapıyormuş gibi korkup bocaladı.

"Günaydın, Efnan."

"Ne kadar kaldı?"

"Bir,iki saat daha var."

"Ben niye arkadayım peki?"

"Ben söyledim Efnan'cığım. Baktım uyuyorsun önde boynun tutulmasın diye. Kızmadın umarım."

"Yok kızmadım."

"Son bir mola daha verelim."

Yamaç, aracı benzinlikte durdurdu.

"Lavaboya gidiyorum on dakikaya gelirim."

"Ben de geliyorum." Dedi Yamaç.

"Siz gidin o zaman ben arabada bekliyorum." Utanmasa yamaç'la beraber girecek tuvalete.

Arabadan uzaklaşınca durdum ve Yamaç'a döndüm. Benim durmamla o da durdu.

"Kim bu kadın? Ne bu samimiyet?"

"Sakin ol Efnan. Eski bir aile dostumuzun kızı. Samimiyet olarak da eskiden gelen bir şey işte. Çocukluk arkadaşıydık."

"Başka bir şey yok yani."

Tereddüt bile etmedi.

"Yok."

"Eğer bir şey varsa söyle. Geri dönüşü olmayan bir yola girme."

"Yok."

"Peki."

🍂

Sonunda İzmir'e varmıştık. Yamaç'la yaptığımız konuşmadan sonra bir daha konuşmadık. Yol boyunca Yamaç ve Yasmin sohbet etseler de ben dahil olmadım. Bu kız aklımı kurcalamıştı. Yamaç bir şeyler saklıyordu. Buna adım kadar emindim. Ama eninde sonunda ortaya çıkardı gerçekler. Saklanmak isteyen hiçbir şey saklı kalmazdı.

Nazan Öncel: Beni Hatırla

Yasmin'i kalacağı otele bırakıyorduk. Yamaç araçtan inip bagajdan valizini aldı. Otel girişine doğru ilerlemeye başladılar. Arabadan 5-6 adım uzaklıkta Yasmin yamaç'ın elini tutup durdurdu. Yasmin'in bana sırtı dönüktü. Aracın kapısını açtım. Ne konuşuyorlarsa duymak istiyordum. Yasmin elini yamacın omzuna koydu. Kapıyı iyice açıp ayaklarımı dışarıya sarkıttım.

"Göreve mi gidiyorsun?"

"Evet, yarın sabah."

"Bu gece, burada ol."

"Saçmalama, Yasmin."

"Hadi ama Yamaç birbirimizi ne kadar özlediğimizin farkında değil misin?"

"Hayır dedim ya."

"Hiçbir şey olmayacak. Dostça bir sohbet. Lütfen."

"Peki, sadece bu gece."

"Tamam, sadece bu gece."

Kalbim sıkışıyordu.Neden kalbim sıkışıyordu sahi?

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? İnsan gülerken de ağlayamaz mı?

Evet, dudaklarımdaki yalancı gülümseme kalbimdeki hıçkırık sesini dindiremiyordu. Doğru söylüyordu Victor Hugo ağlamak için gözden yaş akmasına gerek yok. İnsanın iç acıyorsa, o zaten ağlıyordur. Açtığım kapıyı kapattım. Derin bir nefes çektim içime. Bu İlk aldatılışım değildi. Bu yalan dünyada son da olmazdı zaten. Yamaç arabaya bindikten sonra sorduğu hiçbir soruya cevap vermedim. Hatta nefes dahi almadım. Alamadım. Ciğerlerime çektiğim her bir solukta kalbimdeki sızı arttı.

Dudağımdaki yalancı gülümseme ile yüreğimden ağladım.

Eve vardığımızda ağzımı bıçak açmadı. Valizimi aldım ve hızlıca apartmana girdim. Peşimden geliyordu. O da konuşmuyordu sebepsizce. Sessizce çıktık bütün merdivenleri. Yolun sonu geldiğinde izin verdim gözlerimde akmayı bekleyen yaşlara. Sonra hemen sildim onları o görmesin diye. Çantamdan anahtarımı çıkartıp kapımı açtım. Valizimi içeri soktum. Sakince beni izliyordu. Ayakkabılarımı çıkardım. İçeriye girdim. Hareketlerime anlamsızca bakıyordu. Bir elimle kapıya tutundum. Oradan destek aldım. Dizlerim vücudumu taşıyamayacak kadar hissizleşmişti. Sağ gözümden Bir damla yaş süzüldü. Gözleri akan yaşı takip etti.

"Efnan."

"Dinle."

"Cemal Safi'nin bir şiiri vardır. Bilir misin?"

"Bilmiyorum."

Onun da gözleri dolmuştu. Acaba duydun mu yüreğimde kopan fırtınanın çığlıklarını?

"Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit, günahıma girmeden, katilim olmadan git!"

Elimle sıkı sıkı tutunduğum kapıyı bıraktım ve aramızda bir daha aşılmasın mümkün olmayan milyonlarca dağ yarattım.

🍂

Selam! 🎀

Ben geldim. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Uzun bir süredir yoktum. Ama geri döndüm. Temelini 2-3 yıl önce attığım bir kurgu üzerinde çalışıyorum. O da en kısa zamanda sizlerle olacak. Bu arada Görklü'm burada pek tutmadı. Bu konuda biraz kırgınım. 🥹

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayalım. Şu minnoş yazarınıza çok görmeyeyim bunları. 🤭

Bir sonraki bölüme kadar sağlıkla kalın. 🫂

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%